İsmail Hakkı Uzunçarşılı - Osmanlı Tarihi 2. Cilt
İstanbul’un
Fethinden Kanuni Sultan Süleyman’ın Ölümüne Kadar
Birinci
Bölüm
İSTANBUL’UN FETHİ SIRASINDA ÜÇ KIT’AYA BİR BAKIŞ VE BAZI OLAYLAR
…Doğu Avrupa’da Altınordu hâkimiyeti tamamen
kırılmış olup Kırım hanlığı kurulmuştu.
Moskova halen bir grandukalık halinde olup
krallık değildi.
Batı-Avrupa’da Yüz Sene Muharebesi sona
ermişti.
Karakoyunlularla Akkoyunlular arasındaki
hasmâne mücadele devam etmekte olup bu sırada Karakoyunlular hâkim durumda bulunuyorlardı.
29 Mayıs 1453’te (20 Cemaziyelevvel 857)
İstanbul’un Osmanlı Türkleri tarafından fethedilmesi Avrupa’yı ve bilhassa Papa
ile Napoli krallığını ve diğer Güney-Avrupa memleketlerini hayret ve dehşete düşürmüş
ise de (…) özellikle doğu Avrupa kral, senyör ve devletleri 1454 ilkbaharında göndermiş
oldukları elçileri vasıtasıyla İstanbul fethinden dolayı Osmanlı hükümdarını
tebrik etmişlerdir. Papa’nın, bütün Hıristiyanları silâha sarılmağa davet eden
30 Eylül 1453 tarihli beyannâmesi hemen hemen hiçbir alâka uyandırmamıştır.
Türklere karşı alınması kararlaştırılan
tedbirlerin hepsi kuvvede kaldı. Çünkü evvelâ Napoli ile Venedik arasında
siyasi rekabet vardı. Venedik Batı blokuyla alâkasını kesmiş ve 1454’de
Osmanlılarla bir ticaret muahedesi akdetmişti.
1455’te Papa olan III. Kalikst de (Alfonso
Borjiya) Akdeniz hâkimiyetini ele almak için faaliyetlerde bulundu (s. 5).
Osmanlı, İstanbul’un fethinden hemen sonra Ortodoks
kilisesinin imparatorluk zamanındaki haklarını tanımak suretiyle Rumları memnun
etmişler ve bu suretle Rumları haçlı organizasyonlarından uzak tutmuşlardır.
Fatih, Veziriazam Çandarlı Halil Paşa’yı
ortadan kaldırmak için evvela Bizans’tan rüşvet aldığı propagandasını yaydı. İmparatorun
her sene muayyen vergileriyle beraber Osmanlı padişahıyla vezir-i âzam ve
vezirlere gönderilmesi mûtad olan para ve hediyelere bu suretle rüşvet adı
verildi. Halil Paşa iptida oğullarıyla birlikte Edirne’de hapsedildi. Hapsinden
40 gün sonra Fatih, Enez kalesini zapt ettikten sonra idam edildi. Halil
Paşa’nın yerine İshak Pasa vezir-i âzam oldu.
İkinci
bölüm
SIRBİSTAN İLE MORA’NIN İLHAKI
1454 senesi ilkbaharında Sırbistan üzerine
sefer yapıldı. Hazinelerini Ostraviç’e kaçıran Sırp despotu olan Vilkoğlu
(Yorgi Brankoviç) Macaristan’a kaçtı. Semendire'nin dış istihkâmları alındıysa
da kalesi düşmedi; fakat Sivricehisar (Ostroviç) muhafızları hayatlarına
dokunulmamak şartıyla teslim oldular.
Macarlarla birlikte Sırpların saldırıya
geçeceğini tahmin eden Firuz Bey, Otuz bin kişilik bir kuvvetle Sırbistan’a
bekledi. Firuz Bey, gelen saldırıyı önleyemedi, esir düştüğü gibi Vidin ile Niş
arasındaki Türk arazisi düşman tarafından tahrip edildi.
Bu vakanın haber alınması üzerine Sultan
Mehmed bizzat tekrar sefere çıktı. Sırplar derhal anlaşa yoluna gittiler ve
seferden vazgeçildi. Önemli bir vakıadır bu; Fatih’in harekete geçmesi, sefere
katılması, zafer için yeterli olmuştur.
859 (1455) senesinde yeni bir sefere karar
verildi. Segedin muahedesiyle Sırplara
bırakılmış olan Novoberda alındı. Hemen ardından Tirbiçe (Banica) alındı.
Fatih, büyük dedesi Murad Hüdavendigâr’ın meşhedini ziyaret edip Selanik
üzerinden Edirne’ye döndü. Belgrad seferi için hazırlıklar yapıldı. Fatih,
ordusunun başında Sofya üzerinden Sırbistan’a girdi. Sırp despotu yine
Macaristan’a kaçtı. Çok iyi şekilde tahkim edilmiş olan Belgrad kalesi
kuşatıldı. Segedin’den gelen Osmanlı donanması Jan Hunyad’ın kuvvetleri
tarafından bozuldu. Kaleye girmeye çalışan Osmanlı askerleri de yine Jan
Hunyad’ın emrindeki askerlerce bozuldu. Jan Hunyad kuşatmayı yardıktan sonra
Osmanlı karargâhına doğru akın yaptı. Fatih, karargâhına kadar gelen düşmanları
bizzat kendi eliyle öldürdü. Böylece cesareti iyice artan asker saldırıyı
püskürttü. Bu savaş esnasında Sultan
Mehmed kalçasından yaralanmıştır (s. 18). Her iki tarafın da ağır kayıplar
verdiği savaş daha fazla ileri gitmemiş, ordular geri çekilmişlerdir (Temmuz
1456). Bu savaşta yaralanmış olan Jan Hunyad galebesinden yirmi gün sonra 11 Ağustos
1456’da bu yaradan müteessiren vefat etti.
Yorgi Brankoviç’in ölümü üzerine Sırbistan’ın
idaresini üçüncü oğlu Lazar eline almıştı (1457). Brankoviç’in kızı Mara
(Meryem Sultan) II. Murat’a nikâhlıydı. Padişah, Mara’ya Sırp tahtı üzerindeki
hakkını müdafaa edeceğini vâd ile kendisine Serez taraflarında mülk verdi ve
refah içinde yaşamasını temin etti.
1458’de Rumeli Beylerbeyi Mahmud Paşa, yeni
bir Sırbistan seferine çıktı. Güzelcehisar kalesini tamir ettikten sonra
içerisine muhafız kuvvet koydu. Rodnik ve Şabaç (Böğürdelen) alındıktan sonra
Macaristan’a akın yaptı. Bu sırada Mora seferinden dönmüş olan Fatih ile
buluştu. Emir üzerine Mahmud Paşa, Semendire’yi aldı. Semendire’nin teslim
olmasından sonra çevredeki diğer Sırp kaleleri de teslim oldular ve Sırbistan
Osmanlı’nın bir sancağı oluverdi.
Son Bizans imparatoru Kostantin’in
kardeşleri Dimitriyos ile Tomas Fetihten sonra Mora’ya gönderilmişleri. Orada
rahat durmayıp fırsat buldukça kargaşa çıkarıyorlardı. Fatih, Sparta üzerine
yürüyüp önce Dimitriyos’u ezdi. Tomas ise şehri teslim olurken gemiyle kaçıp
Papa II. Pi’nin yanına gitti. Mora seferinden sonda Mora halkının bir kısmı
İstanbul’a nakledildi. Bunların yerine de Mora’ya Türk göçmenler gönderildi.
Mora sancakbeyi Turahanzâde Ömer Bey’in Venediklilere
ait Koron ve Mudon şehirlerine hücumu Venediklilerle devletin arasını açtı.
Venedik cumhuriyeti 1463 senesi Ağustosunda
Mora’da taarruza geçtikten üç dört ay sonra Macarlar da Bosna’ya, hücum ettiler.
Bunun üzerine Mahmud Paşa alelacele o tarafa gönderildi.
Venedik donanması körfeze girerek sahile
demirleyip Korent berzahını işgale başladı. İçeriden Ömer Bey’in ve dışarıdan
Mahmud Paşa’nın taarruzlarıyla Venedikliler bozuldular ve gemilerine kaçarken
bir haylisi boğuldu; isyan eden Moralılar tekrar itaat altına alındığı gibi
Venediklilere ait Argos şehri de elde edilerek ahalisi İstanbul’a naklolundu.
Üçüncü
Bölüm
OSMANLILARIN DENİZCİLİĞİ VE DOĞU AKDENİZDEKİ FAALİYETLERİ
Osmanlı’da donanma konusunda ilk
faaliyetler Yıldırım Bayezid döneminde başlamıştır. Bu konuda Fatih döneminde
daha geniş ölçekli çalışmalara başlandı. İstanbul’un alınmasından sonra
Kadırga’da gemi yapımına başlanıldı.
Osmanlı donanmasının merkezi Gelibolu’ydu.
Osmanlıların karşısında denizcilikte en
korkunç rakip Venedikliler idi. Çanakkale
Boğazı’nın iki tarafına Kilidü’l-bahr ve Sultaniye isimlerinde iki kale yapıldı.
Osmanlı donanması yavaş yavaş
kuvvetlendikçe Türk sahillerine yakın olan adalar evvelâ Osmanlı nüfuzu altına
girmiş ve sonra da işgal başlamış ve bu suretle muhtelif tarihlerde bunlardan
bir kısmı ya harple veya muharebesiz alınmışlardır.
1462 senesinde büyük küçük iki yüz parça
gemi ile Mahmud Paşa denizden ada üzerine yürüdü ve adanın merkezi olan Midilli
önüne asker çıkardı ve şehri muharebe ederek teslim aldı.
Osmanlıların bu Akdeniz harekâtı, Papa’nın dikkatini çekmiş ve Ege Denizi’ne donanma
göndermesine bir vesile teşkil etmiştir.
Haçlı donanması Rodos, Sakız ve Midilli
adalarına uğradıktan sonra Limni önüne demirledi. Limni adası hiçbir mukavemet
göstermedi; muhafız kumandanı sabık Kaptan Hamza Bey, iki yüz kadar muhafız
yeniçeri ile birlikte teslim oldu. Taşoz adasında direnen Türkler öldürüldü.
Haçlı donanması işgal ettiği adalara muhafız bırakıp yanında esirlerle birlikte
Rodos üzerinden İtalya’ya geri döndü.
Dördüncü
Bölüm
GÜNEY-KARADENİZ BÖLGESİ — AMASRA - CANDAR BEYLİĞİ YE TRABZON’UN
İŞGALLERİ
İstanbul ile Sinop arasında ve küçük bir
yarımada üzerinde bulunan Amasra, Ceneviz cumhuriyetine ait olup antrepoları
havi mühim bir ticaret şehri idi.
Ceneviz işini tasfiye etmek isteyen Osmanlı
hükümdarı, yüz elli parça gemi ile vezir-i âzam Mahmud Paşa’yı denizden Amasra
üzerine yolladı, kendisi de karadan (…) Bolu’ya geldi,
(Amasra) kale harpsiz alındı.
1461 yılında sulh yoluyla Candaroğlu
Beyliği ilhak edildi. Candar Beyinin elinde olan Sinop, o dönemde güçlü bir
liman şehriydi. Buradaki liman ve tersanede üretilen gemilerin emsali
Osmanlı’da yok idi. Candaroğulları Beyliğinin ilhakı, Osmanlı denizciliğinin
ilerlemesi bakımından da önemlidir.
Trabzon İmparatorluğu’nu 1204’te Aleksi
Komnen kurdu.
Fatih Sultan Mehmed Trabzon üzerine yürüdüğü
sırada Trabzon İmparatorluğunda David Komnen vardı. David Komnen,
Akkoyunluların lideri Uzun Hasan’a arkalanarak, Osmanlılara ödediği haracı
ödemeyip, daha önce ödediklerini, Uzun Hasan aracılığıyla geri istemiştir.
Osmanlı ordusu, kara yoluyla Trabzon
üzerine yürüdü (…) donanma da Gelibolu sancakbeyi Kâzım ve denizcilikte
tecrübesi bulunan Yakup Beyler kumandalarında olarak Sinob'dan Trabzon üzerine
hareket etmişti.
Anadolu beylerbeğisi Gedik Ahmed Paşa,
Akkoyunlu devletine ait Koyulhisar’ı aldı. Uzun Hasan’ın amcazâdesi Hurşid Bey
kumandasındaki orduyu bozunca Uzun Hasan Bey’i telâş aldı.
Osmanlı ordusu Erzincan taraflarındayken
(…) Çemişkezek Kürd beyi Şeyh Hüseyin’in riyasetindeki bir heyetle Haşan Bey’in
validesi Sâra Hatun da gelmiş ve bu suretle iki taraf arası bulunmuştu.
Ordu Bayburt’tan kuzeye dönerek Trabzon
üzerine yöneldi. Trabzon imparatorunun bir tarafa kaçmaması için kendisinden
evvel Mahmud Paşa ileri gönderildi.
Trabzon, karadan ve denizden kuşatılınca, David
Komnen, Mahmud Paşa’nın akrabasından olan başmabeyncisi Yorgi Amiruki vasıtasıyla
Mahmud Paşa ile anlaşarak şehir ve kaleyi teslime karar verdi. Trabzon imparatorluğu 26 Ekim 1461’de (21 Muharrem 866 )
tarihe karıştı.
(Fatih) Trabzon idaresini Gelibolu valisi
Kâzım Bey’e bıraktı.
Sâra Hatun bir heyet ile ve hediyelerle
oğlunun yanına gönderildi.
Trabzon'un doğu taraflarında
Kabaziten'lerin şehri olan Mesochale ile diğer o taraf şehirlerinin zaptı
sancak beylerinden ve Şehzâde Bayezid’in eski lalası olan Hızır Bey’e
bırakıldı; filhakika Hızır Bey buraları sulhen ve tamamen aldı.
(Uzun Hasan’ın karısı) Despina tarafından
David Komnen’e gönderilen mektuplar Fatih’in eline geçti. Komplodan şüphelenen
Fatih, David’i dört oğlu ve bir yeğeni ile beraber öldürttü (Kasım 1463).
Beşinci
Bölüm
ARNAVUTLUK- EFLÂK- BOĞDAN VE BOSNA SEFERLERİ İLE BOSNA’NIN İLHAKI
Morava muharebesi esnasında Osmanlı
ordusundan kaçarak Krova’yı (Akçehisar) kendisine merkez yapan İskender Bey, Arnavutluk
senyörleri ve kabile reislerini Kroya'ya davet etti. Arnavutluk ile Epir’deki yerlerin Türklerden geri alınmasına
karar verildi. Evrenuz oğlu İsa Bey 1443’de
İskender Bey üzerine geldiyse de Kroya civarında mağlûp oldu.
1 Mart 1444 tarihinde ikinci bir kongre
toplandı. İskender Bey bütün Arnavutlara baş olmak üzere seçildi.
İskender Bey 1444 senesi Haziran’ında Evrenuzzâde
Ali Bey kumandasıyla Debre'ye gelen yirmi veya yirmi beş bin kişilik bir akıncı
kuvvetiyle çarpıştı; büyük kayıp vermekle beraber Ali Bey'i çekilmeğe mecbur
etti (29 Haziran).
Sultan II. Murad, Hamza Bey’in teşvikiyle 1447’de
bizzat Arnavutluk seferine çıktı. Jan Hunyad’ın hareketini haber alınca (…)
Sofya’ya geçti. İskender Bey Hefere’ye geldi, Mustafa Paşa kuvvetlerini mağlûp
ve kumandanı ile beraber bir hayli esir aldı ve verdiği sözün hilâfına esirleri
öldürttü (1448).
Arnavutluk’a giren Sultan Murad evvelâ
Sivetigrat kalesini alarak sonra Kroya’yı kuşattı (1449). Sultan Murad yalnız Sivetigrat’ı almakla iktifa ederek geri
döndü.
Papa’nın yardımıyla Napoli kıralı ile
İskender Bey arasında 26 Mart 1451’de bir muahede aktedildi; bu muahede ile İskender,
Napoli kiralının hâkimiyeti altına girdi.
1458’de Aragon ve Napoli kıralı V.
Alfons’un ölümü, İskender’i iyi bir hâmiden mahrum bıraktı.
1464 senesi ilkbaharında Osmanlılarla
muhasemata başladı.
Balaban Paşa kumandasıyla gönderilen
kuvvetler İskender’le çarpıştı.
Fatih, 1465’te yüz elli bin kişilik bir
ordu ile Arnavutluk’a girdi. İskender Bey âdeti üzere
dağlara çekildi.
1467’de Arnavutluk’a ikinci bir sefer
yapıldı. İskender’in vaziyeti iyice zorlaşmıştı.
İskender Bey humma hastalığından 17 Ocak
1468’de öldü.
Fatih, 1468’in baharında Gedik Ahmed
Paşa’yı İşkodra seferine göndermek istedi; paşa istemedi ve neticesinde
azledilip hapsedildi.
İşkodra zaptı zor bir kaleydi. Ele
geçirilmesi ancak 1479’da mümkün oldu.
Fatih’in Karadeniz seferi sırasında, Eflak
prensi Vlad, Osmanlı topraklarında vukuatlar yapmıştır.
Fatih, Slistire beği kâtip Yunus Bey ve Niğebolu
sancak beyi Çakırcı Hamza Bey’i Vlad’ı ele geçirmekle görevlendirdi. Vlad, her
ikisini de öldürtüp kazıklara geçirdi. Vlad Çepeş bundan sonra Niğebolu, Vidin
ve bütün nehir boyu şehirlerini tahrip ile katliâm yaparak yağmaladı. Bunun
üzerine 1462 senesi baharında sefere karar verildi.
Vlad, bir gece baskınıyla Osmanlı ordusuna
saldırdı. Evrenuz oğlu Ali Bey, Kazıklı Vovvoda’yı takip ederek bin kadar esir
aldı. Turahan Bey oğlu Ömer Bey
akıncılarıyla Vlad’ı takibe devam etti. VIad’ın süvari kuvvetlerini mağlûp etti.
Vlad, Macaristan’a iltica etti. Osmanlılarla anlaşması bulunan Macaristan, Vlad’a
yüz vermedi ve onu hapsetti.
Fatih, 1476 ilkbaharında Boğdan seferine
çıktı. Boğdan beyi Stefan çel Mare, sarp bir dağın ardında savunma pozisyonu
alarak Osmanlı ordusunu bekledi. Osmanlı ordusu, top atışları karşısında
ilerleyemez durumda kalınca, Fatih, at sırtında hücuma geçerek askerlerinin
cesaretini yükseltti.
Boğdan’ın merkezi olan Suçiova şehri
yakıldı ise de kalesi alınamadı; iki ay kadar Boğdan’da kalınarak her taraf
tahrip edildi; nihayet yeniçeriler arasında veba hastalığı çıkması ve Macarların
da hazırlandıklarının duyulması üzerine ordu geriye döndü.
1476 yılının sonlarında Macarlar, Tuna
kıyılarında Osmanlılara ait topraklarda hisar yaptırıp bunların etrafını tahkim
ediyordu. Fatih, mevsimin kış olmasına bakmayarak bizzat harekete geçti. …kaleler
çabuk alındı ve derhal yıkılarak yerle beraber edildi.
Senelik vergisini ödemeye yanaşmayan Bosna
üzerine 1463’te bir sefer düzenlendi. Bosna zapt edildi. Osmanlı ordusu
bölgeden uzaklaştıktan sonra Venedikliler Mora’da, Macarlar da Bosna’da Türklere
karşı taarruza geçti. 1464’te ikinci Bosna seferi tertip edildi.
Fatih, Bosna'yı aldığı zaman Bogomillere
iltimas geçmiş ve onlar da Müslüman olmuşlardır. Osmanlı resmî vesikalarında
Bogomillerden devşirilen bu çocuklara Bogomillerin başka adı olan Pataren'den
galat olarak Potur oğulları denilmiştir.
Altıncı
Bölüm
KARAMAN BEYLİĞİ SEBEBİYLE OSMANLI-AKKOYUNLU REKABETİ VE BUNUN
NETİCELERİ
Sultan II. Mehmed 1451’de babasının yerine
hükümdar olduğu zaman hasım olarak ilk defa karşısına çıkan Karaman oğlu
İbrahim Bey’di.
Karaman oğlu İbrahim Bey vefatından az
evvel cariyeden olma oğlu İshak Bey’i varis tayin edince diğer oğulları İbrahim
Bey’i Konya’dan çıkardılar. Bunun neticesinde İbrahim Bey 1463’te vefat etti.
Oğullar arasında toprak kavgası başladı. Osmanlı Devleti İshak Bey’e değil de
diğer oğul Pir Ahmet Bey’e destek olunca, İshak Bey Diyarbakır’a Uzun Hasan’ın
yanına gitti.
Pir Ahmed Bey bu defa ana, baba bir kardeşi
olan Kasım Bey’le uğraştı.
Osmanlı başta destek verdiği Ahmet Bey’le
sonradan bozuştu (?).Vezir-i âzam Mahmud Paşa Lârende’ye Pir Ahmed Bey üzerine
gönderildi. Osmanlılar Karaman ilinde ileri gelen ve vücutları kendileri için
zararlı görülen eşraf ve devlet erkânından bir kısmını öldürdükleri gibi Konya
ve Lârende'deki sanat erbabını da İstanbul'a yolladılar (871 H. = 1466 M.).
Osmanlı hükümdarı, 1468’de Karaman ailesini
tamamen elde edip ortadan kaldırmak ve onlara müzahir olanların hesaplarını
görmek üzere Rum Mehmed Paşa'yı gönderdi; pek zâlim olan bu Rum dönmesi
insafsızca hareket ederek çok adam öldürdü; cami, türbe ve medreseleri soydu,
ağır vergilerle halkı ezdi.
(1471 M.)’de yine Karaman illerine bu defa
da Gedik Ahmed Paşa kumandasıyla asker yollandı.
Uzun Haşan Bey, kendisine iltica etmiş olan
Pir Ahmed ve Kasım Beylere mühim kuvvet vererek Karaman taraflarına göndermiş olduğundan
Gedik Ahmed Paşa Konya’ya doğru çekildi.
Hududu geçen kuvvetler 877 H. (1472 M.)’de
Tokat'a baskın yaparak şehri yağmalayıp yakmışlardır.
Osmanlı ordusu 877 Şevval (1473 Mart)
içinde Fatih Sultan Mehmed’in kumandası altında Üsküdar’dan hareket etti.
Ordu mevcudu yüz bin kadardı.
Tercan taraflarına gelindiği zaman her iki
taraf daha ziyade yaklaşmışlardı.
Hasan Bey kuvvetleri Otlukbeli tepelerini
tutmuşlardı.
16 Rebiulevvel 878 (11 Ağustos 1473) de çarşamba
günü muharebe yapıldı.
Hasan Bey pek az bir maiyyet ile kaçmıştı.
1474 senesinde Karaman valisi Şehzâde Mustafa
vefat etti. Şehzâde Mustafa, âlim ve divan
sahibi şair''ve aynı zamanda mahir bir silâhşor olup kadınlara fazla düşkündü.
Mahmud Paşa’nın, uzun müddet, ölen Şehzâde
Mustafa ile arası açıktı; buna da sebeb Mahmud Paşa bir seferde iken,
Şehzade’nin paşanın güzel olan zevcesine tecavüz etmiş olması ve bunu haber
alan Mahmud Paşa’nın karısını boşadığı halde padişahın emriyle kadını almağa
mecbur olmasıdır.
Yedinci
Bölüm
OSMANLI-VENEDİK HARBÎNİN HAÇLI SAVAŞINA İNKILÂBI VE BUNUN
SONUÇLARI
Osmanlıların İstanbul'u aldıktan sonra (…) Osmanlılar
aleyhine açılan mücadele ibtida Venedik cumhuriyetinin faaliyete geçmesiyle
başlamış sonra buna, denizden Papa ile Napoli kıralı ve Rodos şövalyeleri ve
karadan da Macarlar iştirak etmişler ve bunlara bir de Akkoyunlu devleti
katılmıştır (s. 111).
Osmanlılar Eflâk ve Midilli seferlerini
yaptıktan sonra donanmalarıyla Venediklilere karşı kendilerini koruyabilecek
bir hale gelmişler, Çanakkale'yi tahkim etmişler…
1463 Ağustosunda Venedikliler Mora'da
taarruza geçtiler. Mora’ya acele vezir-i
âzam Mahmud Paşa gönderildi.
Venedik kuvvetleri ve donanması Kalamata'ya
çekildiyse de orada da Türklerden ehemmiyetlice bir sille yedi…
Osmanlı - Venedik harbi fasılasız olarak
altı seneyi bulmuştu.
1472 senesinde seksen beş kadırgadan
mürekkeb müttefikler donanması (…) Antalya’yı zapta karar verdi. Antalya yağmalandı ise de iki katlı sur ve iki katlı
hendekle çevrilmiş olan kale alınamadı.
…müttefikler evvelâ Rodos'a, sonra da
Iyonya sahillerine geldiler, karaya asker çıkarıp İzmir'i zapt ile yağmalayıp,
katliâm yaptılar.
Moçenigo Türk başı getirene üç duka altını
veriyordu (s. 118).
Venediklilerle yapılan bir senelik mütareke
1475
Mütareke müddeti biter bitmez harp tekrar
başladı.
Antuvan Loredano kumandasındaki donanma
Anadolu sahillerine taarruz ile tahribat yaptı…
İstanbul hükümeti 1477 senesinde Korint
körfezinin kuzeyindeki Lepanto yani İnebahtı’nın muhasarasına karar verdi…
1478’de taraflar yeniden sulh yaptı.
1463’de başlayarak on altı sene sürmüş olan
Osmanlı - Venedik Savaşı'na son veren muahede 1479 ilkbaharında (884 H.)
imzalanmış…
Sekizinci
Bölüm
KUZEY-KARADENİZ SEFERİ YE KIRIM HANLIĞININ OSMANLI HİMAYESİ ALTINA
GİRMESİ
Osmanlı devleti Venedik cumhuriyeti ile bir
senelik bir mütareke akdettiği 1475’te derhal Karadeniz seferini yaptı.
Kırım hanlığı Altınordu veya Deşt-i Kıpçak
büyük hanlığının Tokatimur şubesine mensuptur.
Toktamış’ın ölümünden sonra Altınordu
hanlığında saltanat mücadeleleri neticesinde birçok rakip hanlar meydana
çıkmıştır.
Litvanya’da bulunan Hacı Giray oradan
aldığı yardımcı kuvvetle 832 H. (1438 M.)’de Kırım’ı elde edip hanlığını ilân
eyledi.
Altınordu hanlarından sonuncusu olan Seyyid
Ahmed Han, Kırım’ı ilhak etmek istiyordu. Hacı Giray buna karşı dostları Litvanya
ile Lehistan’a güvenemediğinden Osmanlı devletine başvurdu.
Hacı Giray’ın bu hareketi Altınordu
hükümdarını harekete şevketti ve Kırım’a hücum ederek Hacı Giray’ı yaralı olduğu
halde kaçırdılar. Hacı Giray yedi sene kadar Kırım haricinde kaldı. Nihayet
taraftarlarından Tekne Mirza, Altınordu kuvvetlerini Kırım’dan çıkarıp Hacı
Giray’ı tekrar Kırım hanı ilân eyledi.
Hacı Giray 1466’da öldüğü zaman on iki
oğlundan sekizi ve akrabaları birbirleriyle mücadeleye haşladılar.
Osmanlı’nın desteğini alan Mengli Giray,
1477’de Kırım hanlığına sahip oldu.
…daha sonra kendisine 1197 H. (1783 M.)
tarihine kadar üç asırdan ziyade oğul ve torunları halef olmuştur.
Dokuzuncu
Bölüm
FATİH VE V. ALFONS’UN SİYASETLERİ-II. MEHMED’ÎN SON SENELERİ
OLAYLARI ve ÖLÜMÜ
Aragon ve Napoli kıralı olan V. Alfons,
Balkanları ve Akdeniz’i nüfuzu altına almak amacını takip ederek bu suretle bir
imparatorluk kurmak istiyordu.
V. Alfons 1458’de ölümüne kadar, Türklere
karşı evvelâ Akdeniz ve Balkanlar’da hâkim olmak siyasetini ve buna muvaffak
olamayınca Arnavutluk’a girmiş olan Türklerin Adriyatik kıyılarına inmekten
uzak tutma emelini takip eylemişti.
Osmanlı’lar, Arnavutluk ve Mora’yı işgalden
ve Iyoniyen adalarını aldıktan sonra İtalya’ya atlamak tasavvurunda
bulunmuşlardı.
Venedikle aktedilen sulh muahedesini mütaakip
1479 senesinde İtalya seferine Gedik Ahmed Paşa memur edildi.
1480 senesi Temmuzunda Polya sahillerinde
görünen Gedik Ahmed Paşa kumandasındaki donanma 25 Temmuzda Otranto limanına
demir atmış ve karaya asker çıkararak Otranto (Taranto)’yu muhasara etmiştir.
Şehir 3 Cemaziyelâhır 885 = 11 Ağustos 1480’de
Türklerin eline geçmiştir.
3 Mayıs 1481 ’de Fatih Sultan Mehmed’in ölümü
ve yerine hükümdar olan II. Bayezid’in daveti üzerine Ahmed Paşa geri döndü ve
yeniden kuvvet sevk edilmediğinden dolayı İtalya istilâsı da durdu.
…on üç ay Türklerin elinde bulunan Otranto
10 Eylül 1481’de düştü ve diğer kalelerde olduğu gibi bütün muhafızları
öldürüldü.
1479 senesinde Mesih Paşa kumandasındaki
küçük bir gurup gemi Rodos Adasına keşfe gitti. 1480 senesinde içerisinde 60
kadırga olan güçlü bir donanma ile Rodos’a çıkarma yapıldı. Türk askeri şehre
girmeye başladıktan sonra ilerleyememiş ve bundan dolayı Rodos zapt
edilememiştir.
Osmanlı
- Memlûk devletleri ihtilâfı
Fatih, 1481 ilkbaharında Anadolu tarafına
sefere çıktı.
1465 senesinde Fatih Sultan Mehmed’in
kayınbiraderi olan Melik Arslan Bey, Dulkadir beyi idi. Dulkadirlerin bazısı
Memlukların, bazısı Osmanlıların desteğiyle taht mücadelesi içindeydiler. Bu
mücadeleler hem Dulakdiroğulları beyliğini hem de ilgili diğer ülkelerin
ilişkilerini kötüleştiriyordu.
Fatih, 27 Safer 886 ’da Kapıkulu
askerleriyle Üsküdar’a geçti; Karaman valisi Şehzâde Cem, bir miktar kuvvetle
Suriye hududuna yollandı.
Gebze’ye yakın Tekirçayırı veya Hünkâr
çayırı denilen ordugâha indi; hastalığı arttı ve orada iken 886
Rebiulevvel’inin dördüncü perşembe günü ikindi ile akşam arasında (4 Mayıs
1481) elli bir yaşında vefat etti.
Onuncu
Bölüm
Fatih’in
ilme karşı alâkası
Fâtih zamanına kadar Osmanlılarda (…) müsbet
ilimlere karşı pek alâka görülmemiştir.
Plutarque’ın meşhur adamların hayatı isimli
eseri, Fatih’in emriyle Yunancadan Türkçeye çevrilmiştir.
Giovanni Mario Angiolello, Fâtih’in oğlu
Şehzâde Mustafa ile beraber Uzun Hasan muharebesinde bulunarak Uzun Hasan’ın
hayat ve mukadderatına dair eser yazmıştır.
Bellini 1479-1480’de İstanbul'a gelerek
sarayda yaşamış, Fâtih’in resmiyle diğer bazı resimler yapmıştır.
Fâtih’in emriyle Batlemyus’un coğrafyası da
tercüme edilmiş…
On
Birinci Bölüm
İSTANBUL’UN İMARI VE KALKINMASI İÇİN GÖÇMEN NAKLİ - İLMÎ, İÇTİMAÎ
MÜESSESELER VE SARAYLAR İNŞASI
Karaman eyaleti şehirlerinden başka
İstanbul’a Edirne, Bursa, Gelibolu ve Filibe'den de Türkler nakledildiler.
Mimarisine dokunulmadan Ayasofya kilisesi tamir
edilerek bir minare ilâvesiyle cami yapılmıştır.
Fatih Cami (875 H. = 1470 M.) sona ermiştir.
…bunun yerinde harap bir halde Rumların Havariyun kilisesi ve Bizans
İmparatorlarının mezarları vardı.
İstanbul’un en işlek yerindeki Kapalıçarşı
ile Bedesten de Fatih Sultan Mehmed zamanında yaptırılmıştır.
…peygamberimizin ashabından Halid b. Zeyd
Ebıı Eyyüb Ensârî’nin kabrinin yanma bir cami ile bir de medrese yaptırarak az
zamanda buranın sür’atle imarını temin etmiş…
Fetihten iki sene sonra kendisi için şehrin
ortasında ve şimdi Bayezid'te Üniversite binasının olduğu yerde Eski Saray
denilen bir saray yaptırmıştı; Fakat burada oturmakta mahzur gördüğünden daha
sonra Saray-ı Cedid-i Âmire adı verilen Yeni Saray’ı inşa ettirdi. Eski saray
terkedildikten sonra burası vefat eden hükümdarların aileleriyle kızlarına
ikametgâh olarak tahsis edilmiştir.
Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u aldığı zaman
Patrik Greguvar’ın İtalya’ya kaçması dolayısıyla Rum patrikliği münhaldi.
Rumların başlarında ruhanî reisleri bulunmadığı
için dağılmakta olduklarını öğrendi.
Asıl adı Scolarüs olan Gnadios patrik
intihap edilince Papalar gibi adını değiştirerek Gnadiyüs unvanını aldı.
Gennadios bu sırada Edirne'de bir ağanın
yanında esir bulunuyordu. Ruhanî derecesi de patrikliğe müsait değildi. Derhal
Gennadios İstanbul’a getirilip kilise kanununa göre sür’atle ruhanî rütbesi
arttırılarak en son ruhanî rütbe olan Havariyun kilisesi piskoposluğuna intihap
edildikten sonra Patrik oldu (1454).
On
İkinci Bölüm
SULTAN BAYEZÎD VE CEM SULTAN MÜCADELESİ
Bayezid merkezi Amasya olarak Rum eyaleti
ve Cem de merkezi Konya olmak üzere Karaman eyaleti valisi idiler.
Babası öldüğü zaman büyük Şehzâde Bayezid
otuz dört yaşında olup 1459’da doğan Cem Sultan da henüz yirmi üç yaşında
bulunuyordu.
(Sultan II. Mehmed) evlâdlarından her kime saltanat
nasip olursa nizam-ı âlem için kardeşlerini öldürmesi hakkında kanuna açık
olarak bir madde koydurmuştu.
Bayezid sefahete meyli sebebiyle babasının
ihtarına mâruz kalmıştı.
Her iki şehzâdenin babalarının yanında
rehin olarak oğulları vardı. Bayezid’in oğlunun adı Korkud ve Cem’in oğlunun da
Oğuz Han idi.
Vezir-i âzam Karamanı Mehmed Paşa ile o sırada
İtalya seferinde bulunan eski vezir-i âzam Gedik Ahmed Paşa, Cem taraftarı
oldukları gibi yeniçeriler de Bayezid’e meyyal idiler.
Fatih ölür ölmez vezir-i âzam Mehmed Paşa Keklik
Mustafa adında bir çavuşu, büyük Şehzâde Bayezid’i davet için Amasya’ya
yollarken diğer taraftan da kendi adamlarından birini Cem Sultan’a gönderip
yolu uzak olan Bayezid gelmeden evvel onu İstanbul'a davet ile bir emr-i vaki
yapmak istemişti. Fakat Cem’e bu gizli mektubu götüren şahsı Anadolu beylerbeğisi
Bayezid’in damadı Ayşe Sultanın zevci Sinan Paşa yakalayarak öldürdü. Bayezid’in
gelmesini bekleyen yeniçeriler bunu duyunca ayaklanarak vezir-i âzamı
öldürdükleri gibi bazı evleri de yağmaladılar. Bu anarşinin önünü almak için Bayezid
gelinceye kadar büyük babasının yanında bulunmakta olan Bayezid’in oğullarından
Korkud babasına vekâleten tahta geçirildiyse de söz ayağa düştüğünden
Bayezid’in gelmesine kadar âsayiş yerine gelmedi
Bayezid İstanbul’a gelerek tahta oturdu (886
Rebiulevvel=20 Mayıs 1481). Şımarmış olan Yeniçeriler afvedildi.
Cem Sultan, biraderine karşı asker çekti; acele
Bursa üzerine yürüdü ve iyi karşılandı. …şehre girip adına para kestirip hutbe
okuttu ve bu suretle hükümdarlığını ilân eyledi.
…biraderine bir hey’et gönderip Osmanlı
memleketlerinin ikiye taksimi ile kendisinin Anadolu’da ve Bayezid’in Rumeli’de
hükümdar olmalarını teklif ettiyse de bu teklif reddedildi.
II. Bayezid derhal ordusunun başında olarak
Bursa üzerine yürüdü.
Yenişehir ovasında iki taraf arasında vukua
gelen muharebede Yakup Bey’in karşı tarafa geçmesiyle Cem Sultan mağlûp olup
Eskişehir’e ve oradan da yaralı olarak Konya’ya kaçtı.
…tutunamayacağını anladığı için hemen
validesi Çiçek Hatun ile ailesini ve yanında bulunan Murad adındaki oğlunu alıp
üç gün sonra 28 Haziranda Suriye’ye iltica ile Kahire’ye Memlûk sultanının yanına
gitti.
Osmanlılarla arası iyi olmayan Sultan Kaytbay,
Cem Sultan’ı elinde siyasî bir koz olarak kullanmak istedi. Şehzade Cem, Gedik
Ahmet Paşa’nın yardımlarıyla Konya/Karaman bölgesine gelip saklandı.
İki kardeş mektuplaştı; Cem, taht hırsından
vaz geçmedi. Mücadele devam etti.
Şehzade Cem, 1482’de Rodos’a gitti.
Şövalyeler, Osmanlıdan para koparmak içi ellerine geçen kozu olabildiğince
kullandılar. Cem’i Fransa’ya gönderdiler. Halbuki Şehzadenin muradı Rumeli’ne
geçmekti.
Rodos esareti 7 yıl süren Cem, 1489’da
Roma’ya götürüldü.
1495 yılında Sultan Bayezid, Cem’in
öldürülmesini istedi. Bu haber Papa’ya ulaştığında Cem, Fransa Kralına teslim
edildi. Cem hastalandı (muhtemeldir ki Papa Aleksandr Borjiya tarafından
zehirlettirilmiştir). Hastalığı çok hızlı ilerledi. 1495 Şubatında vefat etti.
Biraderi, Cem’in muhafazası için, her
nereye sığınmışsa o kimselere senelik kırk bin altın vermiştir. Ölümünü duyunca
da gıyabında cenaze namazı kıldırıp üç gün yas ilan etmiştir (s. 174).
Cem’in cesedi epey müddet Napoli’de kaldıktan
sonra Bayezid’in talebi üzerine 1499 senesi başlarında Napoli kıralı Frederik
tarafından Türkiye’ye gönderilmiştir. Cem’in cesedi Bursa’da Muradiye’de Fatih
Sultan Mehmed’in oğlu Şehzâde Mustafa’nın, yani büyük biraderinin yanma
gömülmüştür; ölümünde otuz altı yaşında idi.
Gedik Ahmed Paşa devşirmeden veya pençik esirlerindendi. 1474 senesinde
Mahmud Paşa’nın ikinci defa vezir-i âzamlıktan azli üzerine o makama tâyin
edilmiştir.
Bayezid’in şehzâdeliğindenberi Ahmed Paşa
ile arası iyi değildi. Cem’in Suriye’ye kaçmasında Ahmed Paşa’nın dahli
olduğunda inandı. 1483 yılında, Edirne’de düzenlenen bir ziyafette Gedik Ahmed
Paşa’ya da siyah kaftan giydirilip öldürüldü.
Paşa’nın katli dolayısıyla Edirne’deki
yeniçeriler ayaklanıp Edirne subaşısını öldürdülerse de hâdise bastırıldı.
Gedik Ahmed Paşa iyi bir askerdi. Karaman
ilinin tamamen işgali, Alâiye beyliğinin alınması, Kuzey - Karadeniz fütuhatı,
İtalya seferi ve Taranto’nun zaptı hep onun eseridir.
Tarihî tetkiklere göre mağrur, dik başlı,
açık sözlü bir devlet adamı ve mâhir bir kumandandı.
On
Üçüncü Bölüm
KİLİ VE AKKİRMANTN ALINARAK BOĞDANIN OSMANLI HÂKİMİYETİNE GİRMESİ VE
LEHİSTAN SEFERLERİ
Karadeniz’de mutlak hakimiyeti tesis etmek
için Boğdan’a sefer yapılması gerekiyordu.
Osmanlı ordusu evvelâ Tuna’nın sol
sahilinde bulunan ve Boğdan’ın Karadeniz’e kapısı olan Kili (Chilia)’yi karadan
ve donanma da denizden sardı. Kale teslim alındıktan sonra Akkirman üzerine
gidildi. Kili ve Akkirman alındıktan sonra Boğdan Prensliği zorda kaldı.
Akkirman kalesini geri alma teşebbüsünde bulunan Boğdan Prensine cevap,
krallığının ilhakı oldu. …akıncı kumandanı ve Silistre sancakbeyi meşhur Malkoç
oğlu Bâli Bey Boğdan harekâtına memur edildi (1486).
Boğdan Osmanlı nüfuzu altına alındıktan
sonra Lehistan, Boğdan’a saldırdı. Bunun üzerine Osmanlılar da Lehistan’ın
üzerine yürüdü (1498). Bâli Bey büyük oğlu Ali Bey’i askerine artçı ve küçük
oğlu Tur Ali Bey’i de öncü yaparak Leh topraklarında ilerledi. Çarpışmalarda
Boğdan Voyvodası Stefan Çel Mare hizmet ve sadakatinden dolayı taltif edildi.
On
Dördüncü Bölüm
II. BAYEZİD ZAMANINA KADAR OSMANLI - MEMLÛK DEVLETİ MÜNASEBETLERİ
Memlûklerin Malatya valisi Mintaş’ın isyanı
üzerine Sivas hükümdarı Kadı Burhaneddin’e geçen Malatya’nın, Burhaneddin’den
sonra Yıldırım Bayezid tarafından alınması neticesinde Memlûklerle Osmanlılar
arasındaki dostluk bozulmuştu.
Osmanlılarla Memlûkler arasındaki muharebe 1485’den
1490 senesine kadar (890-895 H.) beş sene sürmüş ve altı seferde bitmiştir. Bu
muharebelerde Osmanlı ordusu mağlup olmuştur. Muharebeleri sona erdiren,
Dulkadiroğullarının Osmanlılardan yüz çevirip Memlûklere tabi olmasıdır.
On
Beşinci Bölüm
XV. YÜZYIL SONLARINDA KOMŞU DEVLETLER İLE ENDÜLÜS İSLÂMLARI VE KEMAL
REİS
Beni Ahmer hükümdarı, 891 H. (1486 M.)’de Osmanlı devletine bir elçi yollayarak
acıklı durumunu anlatmıştı. Bu elçi îslâmların feci hallerini anlatan ve meşhur
şair Ebû’l -Beka Salih b. Şerif’in kaleminden çıkmış olan manzum bir
feryadnâmeyi de beraberinde getirmişti.
…istenilen yardım yapılamamış ve daha sonraları
yani 911 H. (1505 M.)’de İspanya sahillerini vurmak için Kemal Reis kumandasıyla
bir filo gönderilmiş ve bir kısım İslâm ve Yahudi kurtarılarak ilk kafilesi
Türkiye’ye getirilmişti.
Beni Ahmer devleti Ocak 1492 (29 Safer
897)’de bir muahede ile teslim oldu ve hâkimiyeti sona erdi. Akdedilen muahede
ve teslim şartlarına göre İslâmlara fena muamele edilmeyecek ve onların cemaat
hakları tanınacaktı; Fakat bu ahde ancak üç hafta riayet edildi ve bundan sonra
gün geçtikçe arttırılmak suretiyle orada kalmış olan Müslümanlara yapılmadık eza
ve cefa kalmadı.
Osmanlı donanması, Kemal Reis denilen
meşhur Türk korsanının devlet hizmetine alınmasıyla yeni bir devreye girmiş ve
bu değerli denizcinin tecrübelerinden çok istifade edilmiştir.
Kemal Reis’in, Hacı Mehmed isminde bir
kardeşi olup bu da, Kitâb-ı Bahriye sahibi meşhur Piri Reis’in babası idi.
Rivayete göre kendisinin şöhretini
çekemeyen Kaptan Paşa tarafından verilen reis gemisi işe yaramaz bir şeydi.
Denize açıldıktan sonra nihayet şiddetli bir fırtınadan Kemal Reis’in gemisi battı
ve kendisi de kurtulamayarak boğuldu.
On
Altıncı Bölüm
BAYEZİD’İN RUMELİ SEFERİ— VENEDİK VE HAÇLILARLA SAVAŞ
Sultan Bayezid Arnavutluk’ta bulunduğu
sırada Macaristan ve Venedik’e akın yapılmasını emreylemişti; bunun üzerine 1492
senesi akını denilen ve Osmanlıların pek ağır muvaffakıyetsizliğiyle
neticelenen bu akın bir Haçlı Seferi istidadını göstermiş ise de bir netice
basıl olmamıştır.
İnebahtı
seferi
II. Bayezid, 20 Şevval 904 (1 Haziran 1499)
tarihinde sefere çıktı.
Donanma efradı açlık ve susuzluktan çok
sıkıntı çekti…
Venedikliler Antoniyo Grimani kumandasında
yüz elli, yüz altmış parça gemi ile İnebahtı limanını kapattılar.
Venedik donanmasının öncü gemisi kumandanı
Armeniyo, Türk donanmasının baş tarafında bulunan Burak Reis’in gemisinin
üzerine saldırdı. Ağır saldırı altında kalan Burak Reis, etrafındaki düşman
gemileri ateşe verdi. Beş yüz mevcutlu Burak Reis’in gemisinden ancak doksan kişi
kurtuldu.
Andre Grimani tek başına bir iş göremeyeceğini
anladığından İnebahtı yolunu Türk donanmasına açık bırakarak Korfo’ya çekildi.
Ağustos 1499 senesinde İnebahtı alındı.
…donanma 27 Temmuz 1500’de İnebahtı’dan
çıkıp Navarin limanı önünde Venedik gemileriyle çarpıştı.
(13/14 Muharrem 906 = 9/10 Ağustos 1500)
Mudon kalesi ele geçirildi.
Koron ve Navarin harb edilmeden teslim
alındı.
Venedik cumhuriyeti Alman İmparatoru ile
Papa’dan ve İngiltere, Fransa, İspanya, Napoli Lehistan ve Macaristan
krallarından yardım rica etti.
Papa bu defa da Türkler aleyhine yeni bir
Haçlı Seferi açılması için faaliyete geçti. Müttefikler denizde meşgullerken Macarlar
da karadan taarruz edeceklerdi.
İlk başta Ege’deki adalara saldırdılar. Saldırılar
devam ederken doğuda Akkoyunluları yıkan Şiirler, tehdit halini aldığı için
Osmanlılar sulh istedi.
14 Aralık 1502 (908 Receb)’de Osmanlılarla
Venedikliler arasında otuz bir madde üzerine bir muahedenâme imzalandı. Bir
antlaşma da Macarlarla yapıldı.
On
Yedinci Bölüm
SAFEVÎ DEVLETİNİN ZUHURU VE FAALİYETİ
Hazret-i Ali ve ehl-i beytine hürmet ve
muhabbetten doğmuş olan şîa mezhebi müteaddit kollara ayrılmıştır. Bu müteaddit
fırkalar arasında imamiyye fırkasından isnâ-aşeriyye fırkası zuhur etmiştir.
Safevî ismi, İsnâ-aşeriyye mezhebini
devletin resmî mezhebi ilân eden Şah İsmail’in büyük ceddi Şeyh Safiyüddin Erdebilî’nin
adından alınmıştır.
Şeyh Safiyyüddin, Halvetiyye tarikatı
müessisi İbrahim Zahid Ceylânî’ye intisab ederek yetişmiş ve 735 H. (1334 M.)’de
vefat ettiği vakit yerine oğlu Sadrüddin Musa Erdebil şeyhi olmuştu.
Sadreddin Musa’dan sonra oğlu Alâüddin Ali
ve onun oğlu Şeyh İbrahim’e kadar siyasî bir emel takip etmeyerek
tarikatlerinin neşriyle iktifa eden bu şeyh ailesi, İbrahim’in oğlu Şeyh
Cüneyd’ten itibaren o sıradaki karışık vaziyetlerden istifade ile şeyhliğe
şahlığı da ilâve etmek üzere çalışmağa başlamışlardır.
Şeyh Cüneyd, daha Karakoyunlular zamanında
faaliyete başlamış ancak hudut dışı edilmiştir. Bunun üzerine Osmanlı
topraklarına gelmiş ancak sultan II. Murad’dan yüz bulamamıştır. Karaman
beyliğinden de yüz bulamayınca Varsak aşiretinin yanına çekilmiş ve sonra epeyi
bir kalabalıkla Samsun ve Trabzon taraflarına geçmiştir. Bir ara Trabzon’a
hücum edip şehri kuşatmış ancak ele geçirememiştir.
Şeyh Cüneyd bundan sonra Akkoyunlu
hükümdarı Uzun Hasan’ın yanma gitti. Uzun Hasan bunu Karakoyunlulara karşı
kullanmak üzere kız kardeşi Âlemşah Hatun’la nikâhladı. Şirvan hâkimi Sultan Halil
ile yaptığı bir müsademede maktul olan Şeyh Cüneyd’in ölümünden sonra oğlu Şeyh
Haydar babasının yerine Erdebil sofularına şeyh olmuştur.
Şeyh Haydar, babasından daha haristi. Bu da
Uzun Hasan’a damat olmuştur. Şirvan taraflarına hücum ile muvaffak olmuştu.
Savaşlarından birinde maktul düşmüştür. Sultan Yakup, Erdebil’i zaptettikten
sonra Şeyh Haydar’ın oğullarını Fars’a naklederek İstahr kalesinde hapsetmiştir.
Yakub’un ölümünden sonra Akkoyunlu ailesi
arasındaki saltanat mücadelesi esnasında Haydar’ın İsmail haricindeki oğulları
öldürüldü. İsmail, Geylan hükümdarının yanına kaçırıldı.
Rüşt em Bey’in katlinden sonra Akkoyunlu
hükümdarlığına II. Bayezid’in yeğeni ve damadı Göde Ahmed Bey geçmiş, sonra
buna karşı da rakipler çıkıp birbirlerini yerken Şah İsmail meydana atılmıştır.
Azim ve irade kudreti ve büyük bir
cesaretle ortaya çıkan Şah İsmail 907 H. (1502 M.)’de Elvend Mirza’yı
Nahcıvan'da bozup Diyarbakır'a kaçırdı. Ardından Azerbaycan'ı istilâ etti ve
sonra yine Akkoyunlulardan Irak ve Fars hükümdarı Murad Bey’i de 908 H. (1503
M.)’de Hemedan'da bozarak Şiraz'ı ve daha sonra Bağdad'ı elde etti.
Fars ve Irak hükümdarı Murad Bey Dulkadır Türkmen
beyi Alâüddevle’nin yanına sığınmış ve ona damat olmuştu. İsmail, gizlice
Osmanlı topraklarına girip Tokat’a kadar ilerledi. Elbistan’a saldırdı. Alâüddevle
hiç ummadığı bir yerden gelen taarruz karşısında dağıldı. İsmail girdiği
yerleri yaktı, yıktı ve Harput ile Diyarbakır'ı aldı (913 H. = 1507 M.).
Şah İsmail İran, Azerbaycan ve Irak'ı
aldıktan sonra cür’eti arttı. Şah İsmail, teşkil ettiği askerlerine kırmızı çuhadan
taçlar giydirdiğinden dolayı onun taraftarlarına Sürhser yani Kızılbaş denilmiş
ve bu isim taammüm etmiştir. Şah İsmail, Anadolu'daki Alevîleri iyiden iyiye
kendisine celb etmek için buraya kendi adamlarını gönderip propaganda
yaptırıyor ve el altından Osmanlı hükümeti aleyhine geniş bir isyan
hazırlıyordu.
Anadolu'ya yolladığı Rûmiyeli Nur Ali Halife
Koyluhisar'a geldiği zaman o taraf Alevîlerinden üç, dört bin süvari bunun
başına toplandılar, üzerlerine sevk edilen Faik Bey (Paşa) kumandasındaki üç
dört bin kişiyi bozup Tokad'ı zapt ile Şah İsmail adına hutbe okuttular.
Şahkulu
Osmanlı tarihlerinde Şeytankulu adı verilen
bu Kızılbaş, yine Alevîlerden Şah İsmail’in babası Şeyh Haydar’ın
halifelerinden Hasan Halife isminde birinin oğludur ve Korkudili kazasına bağlı
Yalımlı köy halkındandır.
Şehzâdeler arasındaki hoşnutsuzluk ve devlet
erkânının kayıtsızlığından istifade ederek ayaklandı. Emri altında on bin kişi
vardı. O sırada Antalya’dan Manisa’ya dönmekte olan Şehzâde Korkud’un
hâzinesini vurup ellerine epeyi para geçirdikten sonra Şah İsmail’in
halifesiyim diye etrafa taarruza başladı; Antalya’yı basıp kadıyı öldürdü.
Şahkulu kuvvetleri Karaman beylerbeği Haydar
Paşa’yı da öldürdükten sonra kuzeye doğru ilerlediler.
Bu çapulcular Erzincan hududunda iken
Tebriz’den Anadolu'ya gelmekte olan beş yüz kişilik bir tüccar kafilesine
baskın yapıp katlettiler; bunun üzerine, ticareti ve tüccarı himayeye büyük ehemmiyet
veren Şah İsmail de bunların ileri gelenlerini öldürttü.
On
Sekizinci Bölüm
II. BAYEZİD’İN SON SENELERİ YE YAVUZ SELİM’İN HÜKÜMDARLIĞI
915 Rebiulâhirin 25 inci salı günü gecesi
(1509 Ağustos) Memalik-i Rum denilen Amasya, Tokad, Sivas, Çorum ve havalisinde
başlayıp kırk beş gün şiddetle devam eden depremde halk iki ay dışarıda çadır
ve örtü altında kaldı.
Ayni şiddetle bu deprem İstanbul ve
Edirne’de de oldu. Küçük kıyamet denilen İstanbul depreminde yüz dokuz mescid,
bin yetmiş ev harap olduktan başka halktan beş bin kişi telef oldu.
Sultan Bayezid bu zelzele münasebetiyle
Edirne’ye gittiyse de aynı sene Recebinin dokuzunda yani İstanbul zelzelesinden
on beş gün sonra da İstanbul’dakinin aynı şiddetle orada da bir deprem oldu.
Şaban’ın üçünde Edirne’de yine aynı
şiddette deprem oldu ve Tunca taşarak üç gün geçit vermedi ve pek çok nüfus telef
oldu.
Sultan II. Bayezid’in Abdullah, Şehinşah,
Alemşah, Mahmud, Mehmed, Ahmed,
Korkud, Selim isimlerinde sekiz oğlu olmuş
idi. Ahmed, Korkud ve Selim dışındakiler, Babaları hayattayken vefat
etmişlerdi.
Şehzâde Korkud Saruhan (Manisa), Şehzade Ahmed
Amasya ve Şehzâde Selim de Trabzon valiliklerinde bulunuyorlardı.
Şehzade Korkud, Bayezid’in son zamanlarında
devlet idaresinin bozukluğu ve halkın ıztırabı sebebiyle acı acı mektuplarla
babasını ikaz etmiş (…) ümidi kestikten sonra sekiz gemi ve sekseni mütecaviz
kölesi ve elli nefer maiyyeti ile Hacca gidiyorum diyerek, Mısır'a gitmiştir (915
Muharrem / 1509 Nisan). Oğlunun akıbetinin, kardeşininkine benzemesinden endişe
eden Sultan II. Bayezid, Korkud’un Hacca gitmesine izin vermedi. Yaklaşık 1 yıl
Mısır’da kalan Korkud, ülkeden ayrılarak Antalya’ya döndü.
Şehzâde Ahmed, mutedil ve müdebbir
olduğundan bir kısım devlet ricali de babasının yerine bunun gelmesini istediklerinden
devlet erkânı arasında taraftarları çoktu.
Şehzade Selim H. (1470M.)’ de Amasya’da
doğmuş ve babasının hükümdarlığı zamanında Trabzon valisi olmuştur.
Şehzâde Ahmed itidali ve hilmiyeti
cihetiyle bütün devlet ricalinin hürmetini celbettiği halde onun zıddı olan
Selim ise şiddeti ve cevvaliyeti ve amansız hareketi cihetiyle etrafına korku bırakmıştı.
Şehzâde Selim’in bütün arzusu icabında
maksadına kavuşabilmek için devlet merkezine yakın bir mahalle nakletmekti; bunun
için maksadına uygun olarak Rumeli’de bir sancak istedi ve hemen Kefe’den,
Kırım’dan1 Tuna’ya doğru yürüdü.
Şehzâde Selim’in Rumeli’ye geçişi
İstanbul'dan duyulunca, vükelâ padişahı Edirne'ye götürmek üzere yola çıkarmışlar
ve Selim’in üzerine asker sevk etmek istemişlerdi.
Bayezid, ihtiyar olduğu için araba ile
hareket edip Çukurçayır'da Selim’in ordugâhı karşısına gelmişti. Selim, karşı
taraftan bir taarruz vâki olmadıkça katîyyen mukabele edilmemesini kendi
kuvvetlerine şiddetle emretmişti.
Bayezid, şehzadelerinden hiç birini
diğerine tercih ile veliahd yapmayacağına dair bir de ahidnâme yazdırarak bu
hâdisenin birinci safhasını böylece kapatmıştır.
Yine bu sırada Şahkulu muharebesi neticelenmiş,
muzafferiyet yerine Ali Paşa maktul düşmüş, Şehzâde Ahmed, asileri takip edecek
yerde, Amasya’ya çekilmişti. Sultan II. Bayezid, oğullarından Şehinşah’ın vefat
haberini alınca tahttan çekilmeye karar verdi. Devlet ricalini toplayıp
görüştü; ekseriyet Şehzâde Ahmed’in hükümdar olmasını muvafık gördüler.
…ekseriyet Şehzâde Ahmed’in hükümdarlığa
dâvetini istediklerinden kendisine haber gönderildi.
Halbuki Selim’e verilen ahidnâmede hayatta
oldukça saltanatta kalacağı ve hiç kimseyi yerine namzed göstermiyeceği
yazılmış olduğundan Bayezid ahdine sadık kalmamakta idi.
Filibe’de bulunan Şehzâde Selim bütün bu görüşme
ve kararlardan adamları vasıtasıyla haber alıyordu.
Selim, kırk bin kişilik bir kuvvetle
birdenbire Çorlu’da babasının kuvvetlerinin bulunduğu Karışdıran ovasına geldi.
917 Cemaziyelevvelinin sekizinci günü iki
taraf arasında vukua gelen muharebede Selim kuvvetleri bozuldu, şehzâde takip
edenlerin elinden güçlükle kurtuldu.
Şehzâde Ahmed hükümdar olmak üzere davet
edildi. İstanbul'a girdiğinin ertesi günü
de hükümdar ilân edilmesi tekarrür etmişti.
O gece yeniçeriler, Şehzade Ahmed’in
hükümdarlığını tanımadı ve isyan ettiler.
Şehzade Ahmed, Anadolu'ya, döndü ve orada
faaliyete geçti.
Selim’in düşmanları bu defa Şehzade Korkud’u
saraya çağırdılar.
Yeniçeriler Korkud’a hürmet gösterdiler;
fakat Selim’den başkasını istemediklerini de söylediler.
Sultan II. Bayezid, tahtı Selim’e terk
etmeye istekli değildi fakat mecburen terk etti (7 Safer 918 = Nisan 1512).
Bayezid saltanatı oğluna terk ettikten
sonra arzusu üzerine iki milyon akçe yıllık
maaş tayiniyle Dimetoka'ya gönderildi. Dimetoka’ya
varmadan Çorlu civarında ansızın vefat etti.
Tenkîhü't-tevarih zehirlenmek suretiyle
öldüğünden bahsetmekte ve gösterişte o rivayeti teyid eylemektedir.
Bayezid, sükûn ve rahatı severdi. Şehzâdelik
devri Amasya’daki yârânı ile zevk ve safa ve îyş u nûş âlemleriyle geçmişti; bu
tarihlerde kendisi uyuşturucu maddelerden afyon macunu da kullanmıştı.
…hükümdar olduktan sonra bir müddet daha
içki âlemleri tertip etmiş ve sonra tamamen terk ile ibadetle meşgul olmuştur.
Adlî mahlasıyla Türkçe ve Farsça şiirleri vardır.
On
Dokuzuncu Bölüm
SULTAN SELİM’İN İÇ DURUMU DÜZELTMESİ, ÇALDIRAN MUHAREBESİ ve
DULKADIR BEYLİĞİNİ ALMASI
Şehzâde Ahmed Anadolu’da muvaffak olacağını
umarak Selim’e karşı hazırlık yapıyordu.
Anadolu’da hükümdarlığını ilân eden Ahmed’in
oğlu Alâüddin bir miktar kuvvetle Bursa üzerine gelip orayı zaptetmiş ve babası
adına hutbe okutmuştu. Alâüddin üzerine kuvvet sevk edilerek Bursa'dan
kaçırılmış ve bu şehzâde Malatya yoluyla Memlûklere iltica eylemiştir.
Sultan Selim, saltanat kanunu mucibince
kendi oğlu Süleyman’dan başkasını hayatta bırakmamağa karar verdi (s. 250).
Şehzâde Ahmed taraftan olup bununla gizli
muhaberesi olan vezir-i âzam Koca Mustafa Paşa Bursa’da idam edildi.
Yirminci
Bölüm
YAVUZ SULTAN SELİM’İN CÜLÛSUNDA ANADOLU’DA KIZILBAŞ FAALİYETİ
Şah İsmail asırlardan beri Anadolu’da
yaşayan Kızılbaşlara Dâî veya Halife isimlerinde propagandacılar göndererek
onları da kendi camiası altına sokmağa çalışıyordu.
Nur Halife Orta - Anadolu’da müridleri vasıtasıyla
çalışıyor, Sivas, Tokat, Amasya ve Çorum’daki Alevileri Şah adına birliğe dâvet
ediyordu. Hasan Halife oğlu Şah Kulu da Antalya ve havalisinden başlayarak Şah
adına çalışıyordu.
Trabzon valisi Şehzâde Selim, Şah İsmail’in
Anadolu’daki faaliyetini gözden kaçırmıyordu.
Yavuz Sultan Selim, İran seferinde çıkmadan
evvel Anadolu’daki Şah İsmail taraftarı mazarratları dokunacak olan kırk bin
kişiyi hapis ve idam ettirmiştir.
Sultan Selim, oğlu Süleyman’ı Edirne'ye
getirterek Rumeli muhafazasında alıkoydu ve 920 senesi Muharrem ayının 23 üncü
Salı günü (19 Mart 1514) Edirne’den İstanbul’a hareket etti.
Şah İsmail’in batı hududu kumandanı Ustaclu
oğlu Mehmed Han idi; bu Osmanlı kuvvetlerine mukavemet edemeyeceği için ordunun
geçeceği yerleri yakıp yıkarak oraları çöle çevirip Şahın yanına çekilmişti (s.
262).
Sultan Selim’in ordusu doğu Anadolu’da Şah
İsmail’i uzun süre aradı, bu arayış uzadıkça askerde huzursuzluk ortaya çıktı.
Çaldıran
muharebesi
İki ordu Çaldıran ovasında karşılaştılar (2
Receb 920 = Ağustos 1514). Ertesi gün savaş başlamıştır.
Osmanlıların yaya yani
yeniçeri kuvvetleri çok muntazam olup buna mukabil Şah’ın da altmış bin kişilik
mükemmel süvari kuvveti vardı.
Şah’ın sağ cenahı, Osmanlıların
sol cenahını bozmuş ve beylerbeği Haşan Paşa maktul düşmüştü.
…fakat sağ cenah Şah’ın
sol cenah kumandam Ustaclu oğlu Mehmed Han maktûl olarak kuvvetleri bozup diğer
kanada yardım ederek Şah’ın galib gelen sağ cenahı da bozmuştur.
Şah İsmail kurşunla
kolundan yaralanarak atından düşmüş ve güçlükle kaçabilmiştir.
Çaldıran mağlûbiyeti
üzerine Şah İsmail Tebriz’de tutunamayacağını anlayarak Dergüzin'e kaçmış ve
Osmanlı kuvvetleri Tebriz'i işgal etmiştir.
Yavuz, Tebriz'de sekiz
dokuz gün kadar kaldı ve Tebriz’deki sanat erbabı, tüccar ve sair işe yarayacaklardan
bin haneyi İstanbul'a naklettirdi ve bu meyanda Timur’un ahfadından Bedîüzzaman
da vardı. Bedîüzzaman Mirza, Hüseyin
Baykara’nın oğludur.
Sultan Selim, İran
seferini tamamlamak üzere bölgede kalmak istediyse de bir süre sonra ordusuyla
birlikte Amasya’ya çekildi. Bu süre zarfında maiyetindeki bazı kimseler
Padişahı seferden vaz geçirmek istemişlerdir. Ordu içindeki bu durumdan
mütevellit İran seferi tehir edildi.
Padişah 1515 Nisanında
(921 Safer sonu) Amasya’dan çıkarak Kemah’ı aldı.
Haziran 1515’de Dulkadir
beyliği ilhak edildi.
Diyarbakır'ın alınması
kararlaştırılıp Osmanlılara iltica etmiş olan meşhur âlim ve müverrih İdris-i
Bitlisi vasıtasıyla burasının sulhen alınmasına teşebbüs edildi ve filhakika muvaffak
olundu.
…bundan sonra İdris-i
Bitlisî’nin teşebbüsüyle Mardin de alındı.
Sultan Selim 1515
Temmuz’da seferden döndü. Saraydaki ilk işi İran seferini sabote etmek için
askeri tahrik edenleri bulmak oldu. Meşhur münşi Kazasker Tâcizâde Cafer
Çelebi’yi, ikinci vezir İskender Paşa’yı ve ocakta Sekbanbaşı Balyemez Osman
Ağa’yı buldu. Hepsini idam ettirdi.
Yavuz Sultan Selim bu
hâdiseden sonra askeri tahrik edeceklerini göz önüne alarak ocaktan
yetişenlerden yeniçeri ağası usulünü kaldırarak saraydan yetişme ve itimada
lâyık olanlardan ağa yapma usulünü koymuştur (s. 277).
Yirmi Birinci Bölüm
MEMLÛKLERLE SON MÜNASEBAT YE MISIR SEFERİ
Osmanlı padişahı
Memlûklere karşı açacağı seferi hiç sezdirmek istemiyor ve bütün harekâtını İran
üzerine tevcih edilmiş gibi gösteriyordu.
Sultan Gavri de tedbirli
davranıyordu. Şehzâde Ahmed’in oğlu Kasım, elinin altındaydı ve ordusuyla
Haleb'e girerken Şehzadeyi yanına almış, ona mahsus sancaklar açtırmış ve onu
Osmanlı tahtına namzed göstermişti.
1516 ilkbaharında (H.
922) vezir-i âzam Hadım Sinan Paşa’yı kırk bin kişilik bir kuvvetle Maraş
üzerinden Fırat tarafına şevketti. Bu sefer zâhiren Safevîler üzerine idi.
Sinan Paşa’nın Memlûk hudutlarına
gelmesi üzerine Kansu Gavri de elli bin kişilik bir kuvvetle beraberinde Şehzâde
Kasım olduğu halde Şam'a geldi.
Memlûklere harp açmak
için bu bahaneyi bulan Osmanlı hükümdarı, Kan su Gavri’nin Şah İsmail ile
ittifak etmesini vesile yaparak Memlûklerle harbe karar verdi.
…askerin Kayseri’de
toplanmasını emretti.
Merc-i
Dâbık muharebesi
Memlûk sultanı Kansu Gavri yanında halife
de olduğu halde bütün ordusuyla Haleb'ten çıkarak Merc-i Dâbık'a gelmiş ve
karargâhını kurmuştu.
24 Ağustos 1516 (26 Receb 922)’da iki taraf
karşılaştı.
…beş altı saat içinde Memlûk ordusu târumar
oldu.
Osmanlı kuvvetleri vezir Yunus Paşa
kumandasiyle sür’atle hareket ederek Haleb'e girdi ve oradan da kaçanlara göz
açtırmayarak Hama ve Hums'u, arkasından da sür’atle Şam'ı işgal eyledi.
Ridaniye
muharebesi
Ridaniye, Kahire şehrinin kuzey-doğusunda
bir köy olup şehre pek yakın bir mesafede bulunuyordu ve iyice tahkim
edilmişti.
22 Ocak 1517 ( 29 Zilhicce 922)’de sabah
erkenden başlayan taarruz pek şiddetli olarak devam etti.
…harp ertesi günü ikindi vaktine kadar
devam etti.
Tomanbay muvaffakiyetten ümidini keserek
kaçtı; Ridaniye ordugâhı bütün toplarıyla zapt edildi; Kahire alındı; Memlûk sultanlığı
fiilen sona erdi.
Tomanbay bir süre daha mücadele etti,
çarpışmalarda çok fazla can kaybı yaşandı ve nihayetinde yakalanıp asıldı.
Memlûk Sultanlığının ortadan kalkması,
Osmanlı devletine Asya kıt’asında Suriye, Filistin ve Elcezire ile Hicaz'ı ve
Afrika'da ise Mısır gibi mühim ve mamur bir kıt’ayı kazandırdı.
Yavuz Sultan Selim Muhyiddin-i Arabi’ye
hürmetkârdı. Şam’da ikameti esnasında şeyhin
kabrine türbe ve yanma bir de cami ve imaret yapılmasını emir ve temin
etmiştir.
Kızılbaş
Celal
Bozok Türkmenlerinden Amasya'nın Turhal kasabası
halkından Celâl isminde dirlik sahibi bir Kızılbaş ayaklanarak başına yirmi bin
kişi toplayıp Mehdîlik dâvasiyle Tokat'a gelmişti. Şah İsmail’e güvenilerek veya onun teşvikiyle tertip edilen
bu hâdise süratle halledildi.
Yavuz Sultan Selim Mısır seferinden döndükten
sonra donanmaya ehemmiyet vererek hazırlık yapıyordu. Bu hazırlığın ne tarafa
olacağı belli olmamakla beraber birinci derecede Venedikliler telâşa düştüler.
Bu hazırlığa asıl sebep Papa X. Leon’un Osmanlılara
karşı bir sefer yapılması için sarf ettiği faaliyetti.
Yavuz Sultan Selim, donanma faaliyetiyle
beraber yapacağı işler hakkında katı bir karar vermeden evvel1 pek sevdiği Edirne’ye,
gitmek istemiş 1520 Ağustosunda (2 Şaban 926)
yola çıkmıştı. Rahatsızdı ve arkasında iki omuzu arasında sağ tarafa mâil
olarak çıkan bir çıbandan mustaripti.
Yara büyümüş ve açılmıştı. Padişah hareket
edemeyecek kadar takatsiz düşmüştü.
…son demlerini yaşadığından acele gelip
yetişmesi için Manisa valisi Şehzâde Süleyman’a haber gönderdi ve oğlu gelmeden
evvel 21 Eylül 1520 (8 Şevval 1926) cuma günü akşamı elli bir yaşında Çorlu
karargâhının bulunduğu Sırt köyünde vefat etti.
Yavuz şair, filozof ve mutasavvıf bir hükümdardı.
Osmanlı hükümdarları arasında ilim itibariyle en yükseği Yavuz’dur.
Yirmi
İkinci Bölüm
SULTAN SÜLEYMAN’IN HÜKÜMDARLIĞI YE İLK BEŞ SENESİ
Sultan Selim’in Süleyman adında bir oğluyla
altı kızı vardı1. Sultan Süleyman İstanbul'a, gelerek yirmi altı yaşında ve 17
Şevval 926 (30 Eylül 1520)’da hükümdar oldu.
Yavuz Sultan Selim tarafından yarı müstakil
olarak Dulkadır Türkmen beyliğine tâyin edilmiş olan Şehsuvar oğlu Ali Bey,
rivayete göre gururlanmış ve söz dinlemez olmuştur. Bu halin devamı üzerine
oğullarıyla birlikte katledilmiştir (928 H.=1522 M.).
Belgrad’ın
zaptı
Sultan Süleyman kumandasında olan asıl
ordudan üçüncü vezir Ahmed Paşa kumandasıyla sevk edilen kuvvetler de evvelâ
Sava nehri üzerindeki mühim mevkilerden olup birkaç defa Macarlardan Türklere
ve Türklerden Macarlara geçmiş olan Böğürdelen (Şabaç) kalesini aldı; Sultan
Süleyman gelip burasını gezdi; “İlk fethettiğim kale budur” diye
genişletilmesini ve bir de içkale yapılmasını emreyledi (s. 311).
Belgrad muhasarası bir ay sürdü. Sonunda
kale teslim oldu (927 Ramazan = 1521 Ağustos).
Sırplı olanlar evlâd, aile ye mallarıyla
İstanbul’a naklolunarak Yedikule civarında iskân edilip Belgrad mahallesini
kurdular.
Belgrad seferi esnasında Osmanlı ordusunda
fil de vardı.
Belgrad bu tarihten itibaren Avrupa
seferlerinde Osmanlı ordusunun en mühim üslerinden biri olmuş ve Dârü’l-cihad
adını almıştır.
Rodos
adasının alınması
Mustafa Paşa donanma ile beraber 928
Recepte denizden hareket etti. Öküz limanı cihetinden karaya asker çıkardı.
Muhasaranın uzun sürmesi Avrupa’daki
faaliyeti arttırmıştı; Mesina ve Napoli limanlarında adaya yardım için asker ve
gemi hazırlanıyordu.
…gelecek yardımdan ümidini kesen başşövalye
bazı şartlar dahilinde teslime muvafakat etti. Başşövalyenin
teklifleri kabul edildi.
Rodos hapishanesinden Müslümanlardan üç bin
kişi kurtarılmıştır.
Rodos’un işgalinden sonra Cem Sultan’ın
Hıristiyan elbisesi giymiş orta yaşlı Murad adındaki oğlu ile zevcesi ve
onların da bir oğlu ve iki kızı yakalandı. Murad ile oğlu Cem boğdurulup karısı
ile iki kızı İstanbul’a gönderildi.
Ahmed Paşa vezir-i âzamlık umarken padişah
onun karıştırıcı mizacına vakıf olduğu için Enderun’da bulunan İbrahim Ağa’yı Rumeli
beylerbeyliği ile beraber kaide ve teamül hilâfına vezir-i âzamlığa tayin etti.
Ahmed Paşa b. Uveys Bey, Yavuz Sultan
Selim’in çok sevip îtimad ettiği bir devlet adamı olup Selim, Çorlu’da babasına
mağlûp olup kaçarken kendisine su-i kasd edenlere karşı şehzâdeyi müdafaa
ederek onun hükümdarlığı zamanında imrahor ve beylerbeği ve Belgrad seferini
mütaakıp de vezir olmuştu.
Mısır valiliğini isteyip 1523 Ağustosunda
İstanbul'dan ayrıldı. Mısır'da, Memlûklar zamanından kalma küskünleri ve isyanlarda
medhali olanları ele alarak etrafını kuvvetlendirdi.
…hükümdarlığını ilân edip
El-melikü'l-mansur Sultan Ahmed namına hutbe okutup para bastırdı ve eski
Memlûk teşkilâtını ihya etti.
…yakalanıp başı kesildi.
…vezir-i âzam İbrahim Paşa’nın Mısır'a kadar
gitmesi kararlaştırıldı.
…hem halkı ve hem de hazineyi koruyacak
surette âdilâne bir kanun yaptırdı
Yirmi
Üçüncü Bölüm
MACARİSTAN SEFERİ VE MOHAÇ MEYDAN MUHAREBESİ
Osmanlı Türkleri Rumeli'ye ayak bastıkları
tarihten itibaren bir buçuk asırdan fazla bir devirde karşılarında ya hasma
yardımcı veya hasım olarak Macarları görmüşlerdir.
Macaristan üzerine padişahtan evvel vezir-i
âzamv e Rumeli beylerbeğisi İbrahim Paşa gönderildi (1526).
Ordu Tuna boyunu takip ediyordu.
Macar süvarileri birbirlerine zincirlerle
bağlı ve atları da talimli olduğundan hücum edecekleri cepheleri alt üst
edebilirlerdi (bu nedenle) ordu yeni
bir harp nizamı aldı. Evvelâ ordunun ağırlıkları geride bırakıldı ve sonra ordunun
iki kanadını açarak bu süvari kitlesinin içeri alınıp topların önüne çekilerek
geriden ve yandan vurulması kararlaştırıldı.
(Muharebe
planlandığı gibi gerçekleşti)
Mohaç muharebesi iki saat sürmüş ve bu kısa
savaş müstakil Macar krallığını oraya gömmüştür; Fakat her ihtimale karşı asker,
at üstünde ve silâh elde olarak harp meydanında kalmıştı. Bu muharebede Osmanlı
ordusunun mevcudu üçyüz bin ve Macarlarınki yüzelli binden fazla idi.
20 Eylülde Budin önüne gelindi. Şehrin
Hıristiyan yerli ahalisi kaçmış olup Yahudiler kalmıştı (s. 326).
Jan Zapolya, Osmanlılara intihap ettiği
için Macaristan tahtı ona bırakıldı.
Habsburg hanedanından Alman İmparatoru V.
Şarl (Şarlken), Jan Zapolya’yı asi, kardeşi olan Avusturya dükü Ferdinand’ı ise
asıl kral olarak ilan etti. Macar beyleri de Ferdinand’dan yana taraf oldu.
Böylece Macaristan’da iki kral ortaya çıktı.
Bu karışıklığı Osmanlı ordusunun ikinci
Macaristan seferi düzeltti.
Budin alındıktan sonra Osmanlı ordusu yol
üzerindeki Estergon (Gran)u muhasara edip Ferdinand’ın bulunduğu Viyana üzerine
yürüdü.
Osmanlı ordusunun Tuna nehri yoluyla getirilmekte
olan top ve mühimmatı bir Alman çetesinin taarruzuna uğrayıp batırılmıştı. Buna
karşın Ferdinand, Viyana Kalesinin savunmasını tahkim etmeyi başarmıştı.
Sultan Süleyman, Viyana’nın teslimini
istediyse de red cevabı aldı; bu muhasara Avrupa’da dinî galeyanı ve Almanya’da
millî hissiyatı heyecana getirdi; hattâ protestan mezhebinin müessisi Luther,
bu münasebetle Türkler aleyhindeki meşhur askerî nutkunu neşretti. Muhasara yirmi bir gün sürdü. Kale direndi, Osmanlı ordusu
geri çekildi (1529).
Ferdinand’ın Budin/Macaristan üzerindeki
hırsı dinmedi; Osmanlı ordusu geri çekilince yeniden Budin üzerine yürüdü. Bu
durum üzerine 25 Nisan 1532 (19 Ramazan 938)’de Macaristan’a bir sefer daha
düzenlendi.
Padişah, Alman İmparatoru’nu harbe dâvet
etmiş olduğundan bu seferki seferi onun tarafına çevirmişse de Şarlken meydana çıkmağa
cesaret edemiyordu.
Sultan Süleyman, meydana çıkmamalarından
dolayı Şarlken ile kardeşi Ferdinand’a ağır nâmeler yolladı.
Oniki bin Türk akıncısına kumanda eden Kasım
Bey, geri dönüş yolunda düşman tarafından çevrilerek kendisi de dahil olmak
üzere maiyyetinin çoğu şehit düşmüştür.
İki taraf, epi çekişmeden sonra anlaştılar.
Ferdinand elinde bulunan Macaristan toprakları
için Osmanlı hazinesine her sene otuz bin altın verecekti.
Ferdinand ile sulh yapıldıktan sonra Osmanlı
devleti İran ile harp yapmış ve denizde Şarlken ile çarpışılmıştı (1537).
1540 M. (947 H.)’de Jan Zapolya vefat etti.
Ferdinand ve Şarlken kuvvetleri Budin’i
muhasara ettilerse de muvaffak olamadılar; bu vaziyetler üzerine Macaristan’a
sefer yapıldı (1541).
Macaristan doğrudan doğruya Osmanlı
topraklarına ilhak olunup on iki sancaklık Budin beylerbeğiliği teşkil edilmiştir.
Ordunun İstanbul'a dönmesini müteakip Ferdinand’m
Budin ve Peşte'yi muhasarası üzerine bizzat Sultan Süleyman 23 Nisan 1543 (18 Muharrem
950)’de Macaristan’a tekrar sefer yaptı. Ferdinand’ın
elindeki bazı kaleler ve kentler alındı.
Osmanlı ordusu İstanbul’a döndüğü anda
Ferdinand hemen saldırıya geçiyor; ordu sefere çıkınca ise geri çekiliyordu. Bu
durum uzun süre devam etti. Sonunda Ferdinand sulh istedi.
Jan Zapolya’nın zevcesi İzabella Erdel
kraliçesi idi ve Erdel, Osmanlıların himayesinde idi. Ferdinand bu defa Erdel’e
saldırdı.
Sokullu Mehmed Paşa kumandasıyla Ferdinand’a
karşı sevk edilen seksen bin kişilik kuvvet (bazı küçük başarıların ardından
hava muhalefetinden dolayı geri çekildi).
…bazı muvaffakiyetsizlikler üzerine bu defa
da ikinci vezir Kara Ahmed Paşa, Macaristan serdarı oldu. Temeşvar üzerine
yürüdü ve otuz beş gün muhasaradan sonra burasını aldı.
Temeşvar'ın zaptı Erdel'in kuzeye doğru
istilâsını kolaylaştırdı.
İki taraf arasındaki harp 970 H. (1562 M.)
senesine kadar sürdü.
…bu sırada Ferdinand, Şarlken’in çekilmesi
dolayısıyla beş seneden beri Alman İmparatoru bulunuyordu.
Yirmi
Dördüncü Bölüm
ALEVÎ İSYANLARI VE İRAN SEFERLERİ
Sünnî ve şiî münafereti, Anadolu’da
asırlarca devam etmiştir.
933 Zilkade (1527) Bozok’da başlayan
isyanın tarihidir. Osmanlı ordusu, isyan başladığı sırada Mohaç sahasındaydı. Bu
isyanda elebaşı, Sülün diye meşhur olan Kadri Hoca Baba ile oğlu Şah Yeli idi; ve
yine bura Alevîlerinden Baba Zünnun diye meşhur Alevî ayaklanması oldu. Bu
kıyam gösterişe göre arazi tahririnde yapılan haksızlıkdan dolayı idi. Yine
ayni sene içinde Adananda Kara İsalı Türkmenlerinden Safevîlerin dâîsi olan
Veli Halife ve Domuz oğlan ve Tarsus’ta Yekçe Bey isyanları vukua geldi ve yine
aynı sene içinde bunlardan daha müthiş olarak Kalender Şah denilen Kalender
Çelebi ayaklanması meydana çıktı. Bu isyanlar İran devleti tarafından müzaharet
görüyordu.
Kalender Çelebi b. İskender, rivayete göre
Hacı Bektaş’ın evlâdı telâkki edilen çelebilerden yani Balım Sultan evlâdındandı
(s. 346).
Etrafında topladığı otuz bin kadar Alevî ile
birlikte ayaklanmış, üzerine gönderilen İbrahim Paşa’nın öncü kuvvetlerini
mağlup etmiştir. İbrahim Paşa, Kalender Çelebi’ye iltihak eden Dulkadirli
Sipahilerini kendi safına çekebilmek için daha evvel onlara yapılan
haksızlıkların giderileceği, ellerinden alınan dirliklerinin kendilerine geri
verileceğini ilan ederek isyancıların birliğini bozdu. Derhal saldırıya geçerek
isyanı bastırıp Kalender Çelebi’nin boynunu vurdurdu (933 H. = 1527 M.).
Şah İsmail, 1524 yılında otuz sekiz yaşındayken
vefat etti. Yerine geçen oğlu Tahmasb, babasının hasmâne siyasetini takip
etmiş, Şarlken ile Ferdinand’a elçiler gönderip Osmanlılar aleyhine ittifak
bile teklif eylemiştir.
…hudut hâdiseleri sebebiyle vezir-i âzam
İbrahim Paşa İran üzerine serdar tâyin olunarak 1533 Eylül sonlarına doğru
İstanbul’dan hareket etti.
İbrahim Paşa İranlılara tâbi kale Beylerini
gizlice elde ederek (…) Adilcevaz, Erciş, Van ve Ahlat kaleleri bu suretle
kolayca ele geçirdi.
13 Temmuz 1534’de (941 Muharrem) İbrahim
Paşa muharebesiz olarak Tebriz’e girdi.
Aynı yılın Eylül ayında Padişah da bölgeye
intikal etti. Sefer mevsimi geçirildiği için Tebriz’de kışlamaya karar verildi.
Kasr-ı Şirin yoluyla Tebriz'den yirmi yedi
günde Bağdad’a inildi.
…şehir işgal ve Bağdad kalesi mukavemet
etmeden elde edildi (1534 Aralık (24 Cemaziyelevvel 941)).
Bağdad’ta dört ay kalındı. Arazi tahriri,
zeamet ve tımar teşkilâtı yapıldı. Bayat Türk aşiretinden olan şair Fuzulî
meşhur Bağdad kasidesini bu sırada takdim etti.
İran’la hâlâ anlaşma olmamış, 1534’de
Tebriz ve 1535’de Bağdad alınmış olup sonradan Tebriz Safevîlere geçmiş ise de Bağdad
Osmanlılarda kalmıştı.
Bağdat seferinde Osmanlı ordusu çeşitli
müşküllerle karşılaşmıştır. Bunlara sebep olarak sefere katılan defterdar
İskender Çelebi gösterilmiş ve başka sebeplerin de ilavesiyle boynu vurulmuştur
(Mart 1535).
Haleb'te kışlayan Vezir-i âzam Bağdad üzerine
gidecek iken, İskender Çelebi’nin tesiriyle Azerbaycan taraflarına harekete mecbur
olmuştu.
İskender Çelebi zenginliğiyle ve
kölelerinin çokluğu ile meşhurdu.
İskender Çelebi öldüğü zaman kul defterinde
altı bin iki yüz köle satın almış olduğu görülmüştür. Köle ve cariyeleri için her
sene Trabzon’dan bir gemi yükü bez gelir ve bununla kölelerine don ve gömlek
yapılırmış.
Vezir-i âzam İbrahim Paşa için Rum veya
Hırvat diyorlar. Bir rivayete göre de aslen Rum
olan Parga gemicilerden birinin oğlu imiş. Manisa
civarında bir dul kadın tarafından satın alınmış ve o da bunu yetiştirmekte
iken Manisa sancakbeyi olan Şehzade Süleyman tarafından alınmıştır. Tercüme-i hali vezir-i âzam olduğu 1523 yılında başlar.
İbrahim Paşa’ya maaşlara zam yapmak veya
in’am ve ihsan etmek (ikramiye vermek) gibi hükümdarın salahiyeti dahilinde
olan şeyler müstesna olmak şartıyla bütün devlet işlerine tam bir istiklâl ile
hareket etmek üzere 1529 Martında (957 Receb) seraskerlik beratı verilmiştir.
İbrahim Paşa kendisine karşı gösterilen bu
geniş salahiyeti su-i istimal etti ve bu suretle aleyhtarlarının eline silâh
verdi.
…serasker unvanına bir de Sultan sıfatını
ilâve etti.
Sultan Süleyman ölecek olursa kendi çocuklarından
Şehzâde Bayezid’in hükümdar olmasını istiyordu. Hâlbuki
o tarihte büyük olarak ortada Şehzâde Mustafa vardı. İbrahim Paşa yaş
itibariyle bunun hükümdarlığına taraftardı. Bundan dolayı da Hürrem Sultan’ın
gazabını üzerinde çekmişti.
Ramazanın yirmi ikinci gecesi (6 Mart 1536)
saraya dâvet olundu. Gece saraydaki dairesinde uyurken boğdurularak katledildi.
Osmanlı ordusu yüzünü ne zaman batıya
dönse, İran taraflarından saldırıya uğradığı için Padişah bir kez daha İran’a
doğru hareket etti (1548 Nisan=955 Safer).
Halep'te kışlayan Padişah, ikiyüzlü
hareketleri nedeniyle evvela Gürcüleri ortadan kaldırmaya karar verdi. ikinci
vezir Ahmed Paşa Gürcistan taraflarına yollandı. Gürcistan
seferinden dönen kuvvetlerle beraber İstanbul'a dönüldü.
Osmanlı ordusunun dönmesinden sonra Tahmasb
yeniden saldırıya geçti.
1553 Ağustos sonlarında yine bizzat padişah
İran seferine çıktı. Sefer sırasında tahtına göz diktiği söylenen büyük oğlu
Mustafa'yı Konya Ereğli’sinde boğdurdu. Şehzâde Mustafa’nın katlinde alâkası
olan vezir-i âzam Rüstem Paşa’nın yerine ikinci vezir Kara Ahmed Paşa tâyin
edildi.
Pâdişâh Erzurum’da bulunduğu sırada Şah
Tahmasb’ın bir elçisi ile nâmesi gelerek mütareke istedi. Böylece otuz yedi seneden beri fasılalı surette devam ederi harbe
son verilerek 29 Mayıs 1555 (8 Recep 962) tarihinde Amasya
muhedenâmesi imzalandı.
Yirmi
Beşinci Bölüm
KANUNÎ DEVRİNDE TÜRK DENİZCİLERİNİN FAALİYETLERİ
Oruç
ve Hızır Reisler
Bu iki kardeş Yenice-i Vardar kasabasından
idiler. Babaları Yakup bir sipahi idi.
Oruç, bir Rodos şövalyeleri gemisinin
taarruzuna uğrayarak mücadele neticesinde kardeşi İlyas şehit ve kendisi
yaralanarak esir olup şövalyelerin elindeki Bodrum kalesinde hapsedilmiş ve bir
müddet sonra kardeşi Hızır Reis’in gayretiyle esirlikten kurtulmuştur.
Oruç Reis bir süre Memlûk devletinin
hizmetine girerek bir kadırgada reislik etmiş bundan sonra da Antalya valisi
bulunan Şehzâde Korkud’un iznini alarak Rodos şövalyelerine göz açtırmamıştır.
Şövalyelerin bir baskınında gemisini
kaybetmiş, kendisi sahile çıkarak canını kurtarmıştır. Şehzâde Korkud’a
başvurarak onun emriyle İzmir’de yirmi dört oturaklı bir kadırga yaptırarak
tekrar korsanlığa başlamıştır.
Şehzâde Korkud tahttan uzak tutulup Mısır’a
gidince Oruç Reis de Afrika sahillerine yönelmiştir. Burada Hızır Reis’le
birleşerek Gabis körfezindeki Cerbe adasını kendine merkez yapmıştır (1510).
1513’de yapmış oldukları ilk müşterek seferleri
muvaffakiyetle neticelendi ve bundan sonra da aynı başarı devam etti. Türk korsanlarından meşhur yedi reis, gemileriyle
kendilerine iltihak ettiklerinden mükemmel bir korsan filosu meydana gelmişti.
İspanyolların Kuzey Afrika sahillerinde
görünmeleri üzerine Oruç Reis, filosuyla birlikte bölgeye hareket etti. 1516
yılında İspanyol baskısı altındaki Cezayir’i işgal etti. İspanyollar Şarlken’den
yardım istediler ancak yine de Oruç Reis’i Cezayir’den çıkaramadılar.
Cezayir'i harble Baha Oruç’tan alamayan İspanyollar,
ülkenin doğusundaki Telemsan emirini elde ederek Oruç Reis’e karşı
ayaklandırdılar. Oruç Reis, İspanyollar ve ayaklananlar tarafından kuşatılan
Telemsan’ı yedi ay müdafaa ettikten sonra Cezayir’e dönmek üzere kuşatmayı
yardı. Ancak aldığı darbeler neticesinde şehit düştü (924 H. = 1518 M.).
Oruç Reis’in şehadeti üzerine Cezayir
hükümdarlığı kardeşi Hızır Reis’e geçmiştir. Frenklerin
Baba Oruç isminin muharrefi olarak söyledikleri Barbaros adı Hızır Reis’e de
teşmil edildi.
İspanyollar derhal Cezayir’i ablukaya
aldılar. Hızır Reis bu saldırıyı püskürttükten sonra Osmanlı devletine müracaat
etti (1519).
Yavuz Sultan Selim bu müracaattan memnun olarak
Cezayir Sultanı, Hayreddin Hızır Reis’e bir hayli harp ve gemi levazımı
gönderdi.
Telemsan hükümdarının kardeşlerinden olup
Fas'a kaçmış olan Mes’ud ve Abdullah isimlerinde iki kardeşten Mes'ud, Hızır
Reis’in yardımıyla Telemsan hükümdarı oldu. Bir ara İspanyollarla yakınlık
kurunca, Hızır Reis bu defa diğer kardeşi Abdullah’ı Telemsan hükümdarı yaptı. Ebû
Muhammed Abdullah-ı Sâni diye anılan bu
hükümdarı müdafaa etmek üzere yanma yüz elli kadar Türk muhafızı bıraktı.
Cezayir’deki iç karışıklıkları bastıramayan
Hızır Reis, tekrar denize indi (1524). Üç
sene sonra Cezayir'e tekrar sahip oldu.
1530 yılında şehrin önünde bulunan İspanyollara
ait Penon veya Adakale'yi zapt etti. Bunun üzerine Akdeniz’in en meşhur
denizcisi Cenevizli Amiral Andrea Dorya, filosuyla birlikte Cezayir’e saldırdı.
Hızır Reis bu saldırıyı püskürttüğü gibi 35 gemiyle denize inerek düşman
sahillerini vurmuştur.
Barbaros on beş gemi hazırlayarak İspanyol
sahillerindeki Müslümanları Afrika yakasına geçirmek üzere gönderdi. Bu gemiler
yetmiş bin Endülüs Müslümanını Cezayir taraflarına taşıdılar.
Andrea Dorya Mora sahillerine hücum ederek 1532’de
Koron Kalesini ele geçirdi. Daha sonra Patras ile İnebahtı'yı da aldı.
Osmanlı ordusu karada mükemmel surette
muvaffak olduğu halde denizde başarılı değildi. Bu nedenle Hızır Reis’e bir
ferman gönderilerek İstanbul’a gelmesi istendi.
Hızır Reis’le görüşen Sultan Süleyman,
bütün tersane işlerini ona verip ayrıca beylerbeyliği rütbesiyle de taltif
etmiştir.
Barbaros Hayreddin Paşa Osmanlı
donanmasıyla ilk seferini 1534 senesi Mayısında (940 Zilkade) İtalya
sahillerine yaptı. Ardından Cezayir’e döndü. Tunus’ta hükümdar olan ve kırktan
fazla kardeşini öldürtmüş olan Mevlây Hasan’ın üzerine kuvvet gönderdi. Bu
suretle Tunus ele geçirildi. Durumdan rahatsız olan Şarlken Andrea Dorya’nın
emrine verilmek üzere 500 parça donanma hazırlattı. Yirmi beş bin kişilik
kuvvetiyle birlikte Tunus’ta karaya çıktı. Barbaros Hayreddin Paşa yerli
halktan destek göremeyip Cezayir’e çekildi.
Mevlây Hasan bu suretle 5 yıl daha Tunus
hükümdarı olarak kalmış, bu sürenin sonunda maiyeti tarafından hal’ edilmiştir.
Venedik
ve müttefikleriyle harp
Venedik cumhuriyeti daimî surette iki
taraflı siyaset takip ediyordu. Papa III. Pol, Türklere karşı Hıristiyanları bir araya
toplamak isteyerek Şarlken ile Fransa kıralı I. Fransuva’nın arasını bulup on
senelik bir mütareke yaptırmış ve bunları Türklere karşı sevkederken 1537 ’de
Venedik cumhuriyeti de bu ittifaka girmişti.
1537 Mayısında donanma Adriyatik’e
gönderildi. Padişah da iki oğluyla birlikte bölgeye intikal etmiş, iki yüz
seksen parça donanma, İtalya’nın doğu sahillerini vurmağa memur edilmişti.
Andrea Dorya’nın Korfu adası açıklarında Osmanlı donanmasına ait gemileri zapt
etmesi üzerine bu ada derhal muhasara edildi. Mevsim kışa yaklaştığı için
muhasaradan müspet bir netice alınamadı.
Barbaros, Venediklilere ait bahri üs olarak
kullanılan birçok adayı ele geçirdi.
Preveze
muharebesi
Osmanlı’nın bölgedeki faaliyetleri Şarlken
imparatorluğu, Venedik, Papa, Portekiz donanmalarını bir araya getirdi.
Kuvvetlerini Korfu adasında topladılar. Andrea Dorya da donanmasıyla birlikte
buradaydı.
Barbaros sür’atle ilerleyerek yolda
Kefalonya adasını vurduktan sonra Preveze'’ye geldi.
Türk donanması kürekli sınıfından toplam yüz yirmi iki parça idi.
Andrea Dorya kumandasındaki müttefik
donanması 162 kadırga ve 140 parça olup mecmuu 302 idi.
Türk donanması adet itibariyle düşmana
nazaran üçte bir ve top itibariyle on altıda birdi.
Barbaros Hayreddin Paşa, Preveze önünde
bulunurken müttefik donanması geldi. Müttefik donanması Akceorn sahiline keşif müfrezleri
gönderdiyse de Türklerin tüfenk ateşiyle karşılaştılar ve çatışma bu noktada
başladı.
Andrea Dorya çekilmek zorunda kalınca, Barbaros
Hayreddin Paşa karaya çıkarılan askerle
topları tekrar gemilere aldı ve sonra limandan çıktı.
Andrea Dorya İnebahtı
üzerine yürüyüp Barbaros’u harbe mecbur etmeğe karar verdi. Sabah erken
saatlerde Türk donanmasının yaklaşmakta olduğunu gördü. Düşman gemilerinin çoğu
yelkenliydi ve rüzgâr durduğunda bu gemiler hareket kabiliyetlerini
yitiriyorlardı. İşte bu durumu çok iyi değerlendiren Barbaros Hayreddin
Paşa’nın emrindeki donanma, savaş boyunca akıllı manevralarla düşman
donanmasını bozguna uğrattı. Harbi kaybeden Andrea Dorya müttefiklerinin imdat
istemelerine bakmayarak kaçtı. Hiçbir Türk gemisi
batmamıştı. Bu muharebe 1538 senesi
Eylülünün yirmi sekizinde (945 Cemaziyelevvel) kazanıldı.
Preveze muharebesi,
Akdeniz hâkimi olan Andrea Dorya’yı bu
hâkimiyeti rakibi Barbaros Hayreddin Paşa’ya terke mecbur etti. Bu muharebeden
sonra Akdeniz’in tek hakimi Osmanlılardır.
Venedikliler, bu harpten çok zararlı
çıktılar; Osmanlılarla sulhe mecbur
oldular.
Şarlken 1541 sonbaharına doğru büyük bir
ordu ile Cezayir’in üzerine yürüdü. Muharebe ve müdafaa dört ay sürdü. Şartken birçok asker telef edip yüz altmış gemi kaybettikten
sonra eli boş şekilde geri döndü.
Bu tarihlerde Fransuva, Türklerle
anlaşırken Şarlken de Fransa aleyhine İngiltere’yi ittifakına aldı.
950 H. (1543 M.) senesinde Barbaros
Hayreddin Paşa donanmasıyla Akdeniz’e çıktı. Donanma, Napoli civarında Reçyo önüne
geldiği zaman Reçyo ve diğer bazı yerler işgal edip Roma’nın iskelesi olan
Ostiya’ ya geldi.
Sahili takip eden Türk donanması 24 Haziran
1543’de Marsilya’ya ulaştı.
Fransız donanması Türk donanmasını merasimle karşıladı. Fransızların henüz bir
muharebe plânı yoktu. Barbaros bu duruma kızdıysa da Nis'in zaptına karar verildi.
Şiddetli tazyik neticesinde 20 Ağustos
1543’de Nis teslim oldu. Nis’in iç kalesi
muhasara altına alındıktan sonra Fransızlar Barbaros’a müracaat ederek
barutlarının bittiğini söyleyip kendisinden barut istediler. Bunun üzerine
Barbaros: “Ne güzel muharipler! Gemilerini şarap fıçılarıyla doldurup baruttan
başka bir şey unutmuyorlar” demiş (s. 382).
Türk donanması kışlamak üzere Tulon limanına geldi. Levend
kaptanı olan Turgud burada esirdi (Turgut Reis). Hayreddin Paşa, burada bulunduğu
sırada bizzat şehir önüne gelip “Turgud’u verin, yoksa bütün köylerinizi
yakarım” diye tehdit edince Cenevizliler Turgud’u teslim edip Türk gemilerine
kürek ve levazım vermeği kabul ettiler.
Hayreddin Paşa bundan sonra İspanya
sahillerini ve Sardunya adasını vurdurdu (s. 1544).
…yaşı ilerlemiş olan Barbaros,
Batı-Akdeniz’den döndükten sonra ancak iki sene daha yaşadı ve yaşı sekseni
geçmiş olduğu halde şeref ve şan içinde vefat ederek Beşiktaş’taki türbesine
defnedildi (2 Cemaziyelevvel 953 = 16 Temmuz 1546).
Barbaros Hayreddin Paşa gibi kudretli
bir denizcinin yerine Sokullu Mehmed Paşa kaptan
olmuştu; fakat az sonra bunun Rumeli beylerbeyliğine nakli üzerine vezir-i âzam
Rüstem Paşa’nın biraderi Sinan Paşa kaptan oldu. Bu durum Barbaros’la beraber çalışan
kaptan ve reisleri gücendirdi
Turgut
Reis
Muğla'nın Serdaloz nahiyesi köylerinden
birinde yaşayan Veli adında bir köylünün oğludur.
Turgut Reis Preveze muharebesinde harbe
iştirak eden gönüllü gemileri (Türk levend gemileri) kumandanlığını yapmıştır.
1540’da Korsika adasında gemilerini
yağlarken İspanyolların bir baskınına uğrayıp, Türklerin Oğlan Kaptan dedikleri
Janetino Dorya’nın adamları tarafından esir edilmiş ve bu kaptan tarafından
hediye olarak amcası meşhur Andrea Dorya’ya verilmiştir.
1543’de Barbaros, Fransızlara yardıma gelip
Tulon'da kışladığı sırada onun tehdidi ve üç bin altın tazminat vermesi üzerine
salıverilmişti.
Hızır Reis’in “Benden yararlıdır” diye
methettiği Turgut Reis 1544’te Tunus ile Cezayir arasındaki Mehdiye’yi işgal
etti. Avrupalılar derhal o tarafa Andrea Dorya kumandasında mühim bu donanma sevk
edip Mehdiye’yi ele geçirdiler.
1551’de Akdeniz’de Hıristiyan korsanlarının
merkezi olan Malta adası üzerine bir donanma gönderildi. Malta kuşatıldı ve bir
müddet sonra Sinan Paşa ile Turgut Reis arasında ihtilâf çıktı. Sinan Paşa
kuşatmaya katılan askerleri alıp Trablusgarp’a geçti ve burayı aldı.
1552 senesinde kaptân-ı derya Sinan Paşa kumandasıyla
Batı-Akdeniz seferine çıkıldı. Fransızlara yardım maksadıyla çıkılan bu seferde
Turgut Bey Sicilya sahillerini vurmağa memur edildi. Napoli'nin batısındaki Ponza adalarında pusu kuran Turgut
Reis, buradan geçen Andrea Dorya’nın donanmasına saldırıp onu mağlup etti. Türk
donanması iki aydan fazla Batı-Akdeniz’de dolaştığı halde kendisini yardıma
çağıran Fransız donanması ortaya çıkmadı ve bunun üzerine geri dönüldü.
Cerbe
muharebesi (1559)
Osmanlı donanmasının Akdeniz’deki
faaliyetlerine karşı Avrupalılar yine ittifak ettiler. Andrea Dorya kumandasındaki
200 parçalık donanma Cerbe adasını ele geçirdi. Buna karşı Piyale Paşa kumandasında
iki yüz parçadan fazla donanma Cerbe adası önüne geldi. Bu muharebe Avrupalı
denizcilerin Preveze’den sonra aldığı en ağır mağlubiyettir. Müttefiklerin
altmış büyük gemisi batmış ve yirmi bin kişisi telef olmuş ve ancak on yedi
gemi kaçıp kurtulabilmiştir.
Rodos adası 1522’de Osmanlılar tarafından
zaptedildiği zaman buradan çıkarılan Sen-Jan şövalyeleri Şarlken himayesinde
Malta adasına yerleştiler. Şövalyeler burada kısa zamanda kuvvetlendi ve
korsanlık yapmaya başladılar.
1565 senesi Nisanında (H. 972) Osmanlı donanması
sefere memur oldu. Piyale Paşa yüz seksen bir
parça gemi ile denize çıktı. Osmanlı donanma mevcudu
sonradan iltihak eden Turgut ve Salih Paşaların gemileriyle beraber üç yüzü buldu.
Ada kuşatma altına alındıktan sonra 18 Haziran tarihinde Turgut Reis ağır
yaralandı ve devamında şehit oldu. Turgut gibi büyük bir denizcinin Ölümü Malta
adasının zaptına imkân bırakmadığı için boş dönüldü.
Yirmi
Altıncı Bölüm
HİNT VE UMMAN SEFERLERİ
Portekizliler 1498’de Vasko do Gama’nın
Afrika kıyılarını dolaşarak Hint denizine açıldıktan sonra bölgede hakimiyet
kurmaya başladılar. Hint malları bu yeni deniz yolu vasıtasıyla taşınmaya
başladı.
Albokerk adındaki Portekizli, Hürmüz
Boğazını kontrol altında tutarak doğu mallarının Akdeniz’e ulaştırılmasına
engel oluyordu (1515).
Osmanlı devleti Yemen, Hicaz, Mısır ve
Habeşistan'ın emniyet içinde bulunması için evvela Aden'i zapt etti.
Portekizliler Kızıldeniz'e girip Cidde
limanını tehdit etmeye başladılar. 1543’te Tur-i Sina kasabasını yaktılar.
Aden'i kısa bir zaman için elde ettilerse
de Piri Reis'in bizzat donanması ile tazyiki neticesinde Aden kale ve limanı kurtarılmıştır.
Piri Reis, Maskat’a yerleşmiş olan
Portekizlileri kuşattı ancak şehir halkının desteğini alan Portekizlileri
mağlup edemedi. Bunun üzerine Frenklere yardım eden şehri yağmalattı. Basra'ya
gelen Piri Reis vali Kubad Paşa’dan vardım istedi. Kubad Paşa, Piri Reis’i
alıkoymak istedi. Portekizliler Basra körfezini kapatmaya başlayınca Piri Reis,
üç kadırgayla birlikte Basra’dan ayrıldı. Piri Reis, Hürmüz muhasarasını
kaldırması ve Basra’da ayrılması gerekçeleriyle suçlu bulundu ve Mısır’da yargılandıktan
sonra başı kesilip malları müsadere edildi (1552). Bundan sonra Süveyş
kaptanlığına getirilen Murad Reis, Portekizlilerle olan ilk muharebesinde
mağlup olup görevinden alındı. Süveyş kaptanlığına bu defa Hızır Reis’in oğlu
Seydi Ali Reis getirildi (1553).
Portekizlilerin bölgedeki faaliyetleri
engellenemedi. Portekizliler Hint Denizi’ndeki adaları ele geçiriyorlardı.
Sumatra çevresine hakim olan Sultan
Alâüddin Osmanlı devletinden yardım istedi.
Osmanlı devleti bu İslâm devletinin
müracaatını kabul etti. Tam bu sırada Yemen'de bir ayaklanma oldu; Zeydi
mezhebi imamı Mutahhar isyan ederek San'a ile birlikte Yemen'in mühim bir
kısmını ele geçirdi. Dolayısıyla planlanan sefer yapılamadı.
Yirmi
Yedinci Bölüm
ŞEHZADELER VAK’ASI
Şehzâde Mustafa hâdisesinde padişah henüz
altmış yaşında bulunmakta idi.
Şehzâde Mustafa babasının Manisa sancakbeyliğinde
bulunduğu 921 H. (1515 M.)’de doğmuş idi.
Şehzâde Mustafa iyi tahsil görmüş olup
ahlâkî selâbeti ve ciddiyeti ve fazl ve kemali cihetiyle hem yeniçeriler ve hem
de münevver zümre tarafından seviliyordu; yaşı ve vaziyeti itibariyle hükümdarlığa
namzetti; fakat buna Hürrem Sultan karşı çıkmıştı.
Hürrem Sultan, oğullarından Bayezid’i çok
sevdiğinden onun hükümdar olması için el altından faaliyete geçmişti.
Şehzâde Mustafa, aleyhine hariçten alınması
icabeden tertibatta da henüz kubbe veziri bulunan Damat Rüstem Paşa mühim rol
oynuyor Mustafa’nın İran şahıyla muhaberesine dair imzasını taklid ile sahte
mektuplar tertip ettiriyordu.
Rüstem Paşa, doğu seferine gönderildiği
halde Aksaray yakınlarına vardığında güya yeniçerilerin Şehzâde Mustafa’ya
temayülleri olduğuna dair bir mektup yolladı İstanbul’a. Padişah bunu haber
alınca Rüstem Paşa’yı geri çağırdı ve 1553 Ağustos sonlarında kendisi İran
seferine çıktı.
Padişah, Aktepe konağına geldiği vakit Şehzâde
Mustafa orduya iltihak eyliyerek el öpmeye, babasının çadırına vardı. Çadıra
girdiği vakit 7 dilsiz celladı karşısında buldu. Bunlardan kurtulup babasının
yanına doğru giderken Zal Mahmud Ağa arkasından yetişip Şehzadeyi boğdu (1553).
Yeniçeriler bu hadiseye sebep olanın
cezalandırılmasını isteyince Rüstem Paşa görevinden alındı.
Taşlıcalı Yahya Bey bu katil hâdisesi sebebiyle
sonradan çok meşhur olacak bir mersiye yazmıştır:
Meded meded ki cihânın yıkıldı bir yanı
Ecel Celâlîleri aldı Mustafa Hânı
(…)
Getirdi arkasını yere Zal-i devr-i zaman
Vücuduna sitem-i, Rüstem ile irdi ziyan
Hürrem Sultanın en küçük oğlu Cihangir,
Şehzade Mustafa’nın katline üzülüp bu üzüntüyle vefat etmiştir (1553).
Geriye Selim ve Bayezid kaldı. Bayezid şair
ve aynı zamanda mütevazı ve iyi ahlâklı, cevval ve cesur olması sebebiyle maiyeti
ve devlet erkânı taraflarından seviliyordu.
Hürrem Sultan’ın vefatı (1558) iki kardeşi
saltanat hırsıyla birbirlerine düşürdü.
…pâdişâh geçimsizlikte ısrar ederlerse
saltanatı kız kardeşinin oğlu olan (Mora sancak beyi) Osman-Şah Bey’e
vereceğini tehdid makamında oğullarına bildirmişti.
Şehzâde Selim’in maiyetinde bulunan Lala
Mustafa Paşa, Bayezid’i iğfal yollu mektuplar yazarak
ondan aldığı cevapları padişaha göndermek suretiyle Bayezid’i âsi gösterdi.
Selim üzerine gitmek istemesi üzerine
Bayezid babasına karşı âsi ilân edilerek Sokollu Mehmed Paşa kumandasıyla
İstanbul'dan kuvvet sevkedildi; Bayezid, Selim ile yaptığı Konya muharebesinde
evvelâ galip gelmiş ise de sonra bozularak Amasya’ya kaçtı; iş işten geçtikten
sonra Lala Mustafa Paşa’nın kendisini iğfal ettiğine vakıf olup babasına affı
için arızalar takdim ettiyse de bunlar da yolda Lala Mustafa Paşa’nın eline
geçerek imha edildi. Neticede dört oğlunu yanına alıp İran'a gitmek üzere yola çıktı. Bayezid kendisini takip edenlerle Aras nehri civarında bir
muharebe yapıp onları bozduktan sonra İran topraklarına girdi ve Revan valisi
Şahkulu Sultan’a iltica etti (1560 Ocak=13 Rebiulâhır 967).
Sultan Süleyman İran şahı Tahmasb Han’a Bayezid’in teslimi veya katli için
heyet gönderdi. Gönderilen üçüncü heyet şehzâdeyi teslim alıp dört oğluyla
beraber boğdular (1561=Muharrem 969).
Yirmi
Sekizinci Bölüm
KANUNÎ’NİN SON SEFERİ-ÖLÜMÜ YE ŞAHSİYETİ
1562 M. (H. 970)’de Nemçe elçisi Busbek
vasıtasıyla Avusturya ile sekiz senelik bir muahede yapılmış ve bundan iki sene
sonra kral vefat etti. Yine bu dönemde Erdel ile Nemçe arasında muharebe
oluyordu.
Sokullu Mehmed Paşa’nın harbe taraftar
olması üzerine Avusturya’ya karşı harp ilân edildi (1566 Nisan sonu=9 Şevval
973).
Sigetvar
seferi
Kanunî’nin bizzat ordusunun başkumandanı olarak
yaptığı seferlerin on üçüncüsü ve sonuncusudur. Yaşı 73’tü.
…tarihlerin yazdıklarına göre Osmanlı
ordusunun en tantanalı seferi bu idi.
1566 senesi Ağustosunun beşinde Sigetvar muhasara
edildi. Otuz dört gün muhasaradan sonra Sigetvar alındı. Sultan Süleyman 6-7 Eylül (20 Safer 974) cuma günü akşamı
yani cumartesi gecesi sabaha dört saat kala vefat etti.
Ordusu üzerinde hiçbir Osmanlı hükümdarı
Sultan Süleyman kadar sevgi ve saygı uyandırmamıştır.
Sokullu, muayyen ve mahdut bir zümreden
başka padişahın ölümünü hiç kimseye haber vermemek üzere tedbirler aldı.
Sultan Selim İstanbul'a gelip tahta cülus
ederek ecdadı türbeleriyle Eyüp ziyaretini yaptıktan sonra İstanbul ile Belgrad
arasındaki yolu on beş günde alarak Belgrad'a gelmiştir.
Yirmi
Dokuzuncu Bölüm
OSMANLILARA TÂBİ İMTİYAZLI HÜKÜMETLER
Kırım
Hanlığı
Osmanlı nüfuzu altında bulunan Kırım
hanları içişlerinde müstakil olup hutbelerde Osmanlı hükümdarından sonra
hanların adları zikredilir ve namlarına para basılırdı. Kendilerinin divanları ve
sair teşkilâtları vardı. Hanların merkezi Bahçesaray şehri idi. Hanların
başkanlığındaki divana han görünüşü denilirdi. Han intihabı Mirzalara ait olup
bu, XVII. asra kadar sürmüş, sonradan bunların tâyin ve azilleri Osmanlı
hükümetince yapılmıştır.
Kırım hanları Cengiz’in oğlu Cuci Han
evlâdından olup Kiray veya Giray denilen bir aileden idiler.
II. Bayezid zamanında Mengli Giray, 1484’de
Boğdan üzerine yapılan seferde ilk defa elli bin kişilik bir kuvvetle Osmanlı
Devletinin yanında yer almış ve bundan sonra Osmanlı devletinin bütün Avrupa ve
kısmen Asya seferlerinde Kırım hanlarının mühim kuvvetle bulunmaları veya kuvvet
yollamaları kanun olmuş ve bu hususta bazı merasim yapılmıştır.
Yavuz Sultan Selim zamanında, Kırım hanı
olanların oğul veya kardeşlerinden birini rehin
olarak İstanbul’a yollamaları kanun oldu ve ilk defa Mengli Giray’ın oğlu
Saâdet Giray rehin olarak İstanbul a gönderildi (s. 423).
Tarihî işaretlere göre Mengli Giray, Yavuz
Sultan Selim’in kayın pederi idi.
Mehmed Giray pederinin civar hükümetlerle
yaptığı muharebelerde Kırım’da kalarak babasına vekâlet eder, yani kalgaylık
yapardı. Bu bir nevi veliahd demekti.
Mekke-i
Mükerreme Emirliği
Yavuz Sultan Selim 923 H. (1517 M.)’de
Mısır’ı aldıktan sonra Memlûklerin nüfuzu altında bulunan Mekke emîri bu defa
da Osmanlı hâkimiyetini kabul etmiştir.
Osmanlı hükümdarının Mısır’ı aldığı sırada
Mekke emîri, şeriflerin Katade ailesine mensup olan Şerif Berekât b. Muhammed
Haşanı adında biri idi.
…vefat ettiğinden yerine oğlu Şerif Ebû
Nümey yirmi beş yaşında iken Mekke emîri oldu (1525).
Eflâk
Voyvodalığı
Eflâk voyvodaları mahallî kanun mucibince
boyarlar yani Eflâk beyleri ile başpiskopos ve papazlar tarafından intihap
olunup asaletinin tasdiki için keyfiyet Osmanlı hükümetine bildirilirdi; bunun üzerine
hükümet bu intihabı tasdik etti…
Boğdan
voyvodalığı
Moldavya dahi denilen Boğdan kıt’ası
Osmanlılarla ilk temas sırasında Besarabya ile Pirut nehrinin sağ ve sol
kısımlarını Karpat dağlarının doğusuna kadar olan bölgesini ihtiva ediyordu…
Raguza
(Dubrovnik) ve Sakız Cumhuriyetleri
Orhan Gazi zamanından itibaren Dubrovnik
cumhuriyeti gerek karada ve gerek denizde Osmanlıların en geniş himayesine nâil
olmuştur.
Sakız adası Cenevizlilerin ellerinde
bulunup bir cumhuriyet halinde, seçilmiş yedi kişilik bir heyet tarafından
idare ediliyordu. Osmanlı kanunnâme ve vesikalarında bunlara Sakız beyleri
denilmektedir.
Erdel voyvodalığı
Romanya’nın batı tarafları…
Otuzuncu
Bölüm
XV. YÜZYIL ORTALARINDAN XVI. YÜZYIL ORTALARINA KADAR OSMANLI
DEVLETİNİN ASYA VE AVRUPA DEVLETLERİYLE MÜNASEBETLERİ
Osmanlı
- Akkoyunlu münasebetleri
Kardeşi Cihangir Mirza’yı da bertaraf
ederek Akkoyunlu hükümdarı olan Uzun Hasan Bey’in ilk merkezi Diyarbakır’dı.
1469 (874 H.) senesinde Sivas hududundan
Horasan'a ve Gürcistan'dan Basra körfezi ve Güney - İran'a kadar sahip olmuş Gürcüleri
de vergiye bağlamıştı.
Karaman oğullarıyla Candaroğlu’nu
Osmanlılara karşı himaye eden Uzun Hasan, aynı zamanda Osmanlılar aleyhine
Frenklerle de ittifak yapmış…
Otlukbeli muharebesinde Fatih Sultan Mehmed
taraflarından mağlûp edilmiş olduğundan sesini kesmiş ve 882 H. (1478 M.)’de
Tebriz'de vefat etmiştir.
Sultan Yakub’un 896 H. (1490 M.)’de ölümü
Akkoyunlu devletinin yıkılmasının başlangıcıdır. Yakup Bey, memleketindeki
Kızılbaş hareketlerini bastırmış, Şeyh Haydar’ı öldürerek bu hareketi
durdurmuştur; bunun ölümünden sonra yaşları küçük olan hükümdar çocukları,
beylerin ellerinde oyuncak olmuşlardır.
II. Bayezid’in damadı Göde Ahmed Beyaz bir
müddet hükümdarlığı ele almış ve devlet bütünlüğü parçalanarak muhtelif
yerlerde aynı aileden hükümdarlar türemiş ve nihayet Şah İsmail bu
parçalanmadan ve tefrikadan istifade ile yer yer bunlara galebe çalıp 907 H. (1502
M.)’de Safevî devletinin temelini atarak sonra da hududunu genişletmiştir.
Osmanlı
- Safevî devletleri münasebetleri
…şîalık nihayet Şah İsmail’in yüksek
enerjisi sayesinde 907 H. (1502 M.)’de bir devlet halinde meydana çıkmış ve az
zaman içinde Azerbaycan'dan başka İrak-ı Acem ve Irak-ı Arab’ı, Fars eyaletini ve
doğuda Horasan’ı da içine alarak Herat ve Ceyhun nehrine kadar genişlemiştir.
Batıda Osmanlılarla olan hudut Erzurum, Erzincan, Kemah İran’da kalmak üzere
şimdiki Suşehri taraflarında başlıyor ve Rize, Hopa Osmanlılarda kalarak
Karadeniz sahiline iniyordu (s. 447).
Şah İsmail, propagandacı halifeleriyle Anadolu’da
epey faaliyette bulunmuş ve Osmanlı devletini içinden yıkmak istemiş ve bunda
epey muvaffak olmuş ise de neticede karşısına çıkan Yavuz Sultan Selim’in
şiddetli bir darbesiyle bu gayreti duraklamış ve ölümüne kadar Osmanlıların
taarruzundan korkmuş ve sinmiştir.
(Şah İsmail’in oğlu) Şah Tahmasb bu nâmeye
mukabele etmeyerek Alman İmparatoru, Macaristan ve Portekiz kurallarına
müracaat ile Osmanlılar aleyhine tedafüi ve tecavüzî bir ittifak yapılmasını istemiştir.
Sultan Süleyman Tahmasb’ın müttefik olmak
istediği bu devletlerin hakkından geldikten sonra ancak 940 H. (1533M.)’de
Irakeyn seferi adı verilen İran seferini yapmıştır. Bu seferde Erciş, Adilcevaz
Ahlat, Van kaleleri alınmış ve daha sonra, yani 1535’de Bağdad elde edilmiştir.
Safevîlerin Şia mezhebi üzerine bir devlet
kurmaları münasebetiyle Kanunî zamanında da el altından yaptıkları tahrikât
üzerine hükümetin Frenklerle muharebe ve mücadele ettiği sırada Anadolu’daki Kızılbaşların
müteaddit ayaklanmaları vukua gelmiştir ki Kalender Çelebi, Baba Zünnun, Yeli
Halife, Sülün oğlu ve saire bunlardandır.
OSMANLI-AKDENİZ
DEVLETLERİ MÜNASEBETLERİ
Papa koltuğuna oturan elemanların her biri
Türk fetihlerine karşı ittifak oluşturmak üzere faaliyetlerde bulunmuşlardır.
Venedik cumhuriyeti 1502 anlaşmasından
sonra bazı hallerine göz yumulmak suretiyle 1537 senesine kadar otuz beş sene Osmanlılarla
hoş geçinmiş…
Venedik cumhuriyeti deniz muharebelerinde
Alman İmparatoru ve İspanya kıralı Şarlken ile birlikte hareket etmekte idi…
…bu hallere karşı sıkıştığı zaman özür
dileyen cumhuriyet vezir-i âzam İbrahim Paşa sayesinde sıkışık durumdan
kurtulmuştu
İtalya yarımadasında Toskana kıtası’nın
merkezi olan Floransa, bilhassa XIV., XV. ve XVI. ve kısmen XVII. Asırlarda Avrupa’nın
en mamur ve müreffeh şehirlerindendi…
Karadeniz’de de ticaret yapmalarına müsaade
edilmiş…
İstanbul fethinden sonra Osmanlı devleti
ile Ceneviz cumhuriyeti arasındaki iyi münasebetleri eski sıcaklığını
kaybetmişti…
Ceneviz gemileri Karadeniz’de yakaladıkları
bazı Türk gemilerine taarruz ediyorlardı.
Cenevizliler 1475’te Karadeniz’den
çıkarılmışlardır.
Ceneviz cumhuriyeti zayıf düşmekle beraber
XVI. ve XVII. asırlarda da Osmanlılarla ticarî münasebetleri devam etmiştir
Macarlar, Balkanların kuzeyine doğru
yayılmakta olan Osmanlı fütuhatını önlemeğe çalışmışlar fakat bütün
çarpışmalarda mağlup olmuşlardır.
Osmanlı
- Rus münasebetleri
Asıl vatanları olan yukarı Dinyeper, Divina
ve Nolhof havzalarında müteaddid Rus prenslikleri bulunmakta olup bunların dinî
ve siyasî merkezleri Kiyev idi.
Ruslar üç asır Altınordu hanlığının idaresi
altında kalmışlar ve bu hanlığın parçalanması üzerine genişlemeğe başlamışlardır.
Moskova knez’i Kör Vasil’den (1448 - 1462)
sonra knez olan oğlu III. İvan (1462 - 1505) Rusya’daki prens ve derebeylerini
etrafına toplayarak Rus devletinin temelini attı.
Mora despotunun küçüğü olan Tomas
Paleologos, Osmanlılar Mora'yı aldıktan sonra Napoli’ye kaçmıştı.
Fransa kıralı VIII. Şarl Napoli krallığını
eline geçirdiği vakit (1495) Tomas, Bizans imparatorluğu tacını Şarl’a sattı.
Fransa kıralı imparatorluk alâmeti olarak
asâ ile küreyi alıp İstanbul imparatoru ve Kudüs kıralı olarak Napoli’de taç
giydi, Tomas’ın, Sofya adında bir kızı vardı; Papa IV. Sixte, Osmanlılara karşı
kullanmak için bu kızı Rus grandükü (knez’i) III. İvan’a verdi.
III. İvan, bu kızı aldıktan sonra Bizans'ın
iki başlı kartalını kendisine arma olarak kabul etti.
IV. İvan Moskova knezi oldu ve 1547’de Çar
unvanıyla taç giydi.
Korkunç İvan, kudretli ve teşkilatçı bir
hükümdar olduğundan devlet işlerini bilfiil ele almış, yeni teşkilât yapmış,
Çar kanunnâmesi denilen bir anayasa tertip ettirmiş, bir ordu vücuda getirmiştir.
Bunun zamanında ve 1552’de Kazan hanlığı ve 1556’da Astragan hanlığı elde
edilerek bu suretle Ruslar Türk illerine ve Kafkasya’ya doğru yayılmağa
başlamışlardır.
Osmanlı
- Avusturya münasebetleri
Habsburg hanedanından olan Şarlken ile
kardeşi Ferdinand arasında ve 1521’de ellerindeki memleketler taksim edildiği
vakit İspanya, Burgonya ve Felemenk Şarlken’e, yani V. Şarl’a ve Avusturya da
Arşidük Ferdinand’ın hissesine düşmüştü. Ferdinand sonra Çekya, Macaristan,
Moravya ve Silezya’yı ve diğer bazı yerleri de nüfuzu altına almıştı.
Lüter’in faaliyeti ve Papaya karşı
muhalefeti sırasında Şarlken, Alman İmparatorluğuna seçilmişti (1520).
Lüter mezhebi taraftarları Papa tarafından
kendilerine gösterilen şiddetten dolayı hariçten bir yardımcı aramışlar ve o
sırada Şarlken’e karşı cephe alan Kanunî Sultan Süleyman’ı bularak ondan yardım
istemişlerdi.
Osmanlı
- Fransız münasebetleri
Fransa kıralı VIII. Şarkın 1498’de evlad
bırakmadan ölümü üzerine bunun amcasının oğlu Orlean dukası XII. Lui kral olmuş
ve bu suretle Fransa’da Kapet sülâlesinden olan Valva hanedanının Orlean kolu
teessüs etmiştir.
Osmanlı devletiyle Fransa kıratlığı
arasındaki münasebetler I. Fransuva’nın V. Şarl’a esir düşmesiyle başlar.
Macaristan seferleri, Viyana muhasarası,
Avrupa’da Türkler aleyhine galeyanı mucip oldu; Papa bir Haçlı Seferinden
bahsediyor, Lüter 1529’da (Viyana muhasarası senesinde) Türkler aleyhine askerî
nutkunu yayınlıyor ve Erasmus da neşrettiği eserlerle Türkler aleyhine olan
heyecanı körüklüyordu; bundan dolayı Fransuva bunun neticesinin kendi aleyhine
yapacağı fena tesirden korktu.
Sultan Süleyman 942 H. (1535 M.)’de devleti
namına Fransa elçisi Lafore vasıtasıyla Osmanlı - Fransız ticarî muahedesi
aktedildi.
Osmanlı
- İspanya münasebetleri
Osmanlıların İspanya ile münasebetleri,
Kemal Reis’in Endülüs İslâmlarına yapılan mezalimi tahfif için İspanya sahillerini
vurmasıyla başlamıştır.
Portekiz yahut Portügal (Osmanlı
vesikalarından Portakal) Endülüs’teki İslam devletlerinin yerine yarımadanın
batısında meydana çıkmıştır.
Portekiz kral ailesi Burgonyalı Hanri
adında bir prense mensup olup bu prens, Kastil (Kaştala) kıralı VI. Alfons’un 1086’da
İslâmlarla olan muharebesinde kiralın yardımına gelmiş ve bu hizmetinden dolayı
kirala damat olarak Kuzey-İspanya’da Müslümanlardan alınan Porto ve havalisi
kendisine verildi.
Keşifler
ve inkılâplara kısa bir bakış
1453’den 1566’ya kadar olan bir asırdan fazla
bir zaman içinde Avrupa’da mühim inkılâplar olmuş, Rönesans ve Reform
hareketleri bu müddet içinde yapılmış, coğrafyadaki yeni keşiflerle Amerika
kıt’ası ve Hindistan yolu bulunmuş, matbaanın icadı sayesinde fikir hareketleri
yayılmağa başlamıştır.
Avrupa’daki bu Lütercilerle katolikler
arasındaki mücadelede Alman İmparatoru Y. Şarl aleyhine olarak Osmanlı hükümeti
de Lüteriyenleri teşvik etmişti.
Otuz
Birinci Bölüm
XV. YÜZYIL ORTALARINDAN XVI. YÜZYIL ORTALARINA KADAR OSMANLI SARAYI
VE OSMANLI HÂNEDANI
Osmanlı
Sarayı
İlk Osmanlı sarayı mütevazı olarak Bursa’da
bulunup daha sonra Edirne’de mükellef olarak saraylar yapılmıştı; İstanbul’un
fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed tarafından şehrin ortasında (Bayezid’te)
yaptırılıp daha sonraları Eski saray adı verilen saray, beğenilmeyerek Marmara ile
Haliç arasında bulunan çıkıntılı tepe üzerine yeni bir saray yaptırılmıştır.
İşte bundan sonra Osmanlı hükümdarları surla çevrili olan bu sarayda oturup birçok
ilâvelerle burasını büyütmüşler ve süslemişlerdir.
İstanbul sarayı padişahın ailesine mahsus dairelerle
harem-i hümâyun denilen Enderun ve dış hizmet ile alâkalı olarak Bîrun ismiyle
üç kısımdan mürekkepti (s. 519).
Otuz
İkinci Bölüm
XV. YÜZYIL ORTALARINDAN XVI, YÜZYIL ORTALARINA KADAR OSMANLI
VEZİR-İ İZAMLARI
Çandarlızade
Halil Paşa
II. Murad zamanından beri yirmi beş sene bu
makamı muhafaza etmiş ve İstanbul fethini müteakip evvelâ hapis ve kırk gün
sonra idam edilmiştir.
İshak
Paşa
İstanbul fethi sırasında Anadolu
beylerbeğisi bulunuyordu.
Halil Paşa’nın yerine vezir-i âzam oldu.
859 H. (1455 M.)’ de yerini Mahmud Paşa’ya
terketti.
İshak Paşa 875 II. (1470 M.)’de Rum Mehmed
Paşa’nın yerine ikinci defa ve 886 H. (1481 M.)’ de Karamanı Mehmed Paşa’nın
yerine üçüncü defa vezir-i âzamlıkta bulunmuş…
Mahmud
Paşa
…aslen Rum
…babası tarafından ceddi olan Flautropinos’un
Yunanistan emîri olup Bizans’da imparatordan sonra Kayser…
…babasının Rum ve anasının Sırp olması
ihtimali daha kuvvetlidir.
872 H. (1467 M.) senesinde azledilmiş…
877 H. (1472 M.)’de ikinci defa vezir-i
âzam olmuş…
Şehzâde Mustafa’nın ölümü üzerine taziyet
için İstanbul'a gelerek tekrar vezir-i âzam olmasından korkan hasımlarının
gammazlığıyla (zevcesine tecavüzden dolayı araları açık olan Şehzâde Mustafa’yı
zehirlettiği rivayeti üzerine) on beş gün kadar Yedikule'de hapsedildikten
sonra on altıncı günü idam edilmiştir.
Zağanos Paşa’nın damadı idi.
Rum
Mehmed Paşa
Karamanoğulları memleketini tamamen zapta
memur edildiyse de halka çok zulüm yapmıştı.
…vezir-i âzamlıktan azl ve katledildi…
Gedik
Ahmed Paşa
Sırp’tır. Arnavud devşirmesi olduğunu
yazanlarda vardır.
Arnavutluk seferine memur edildiyse de
gitmek istemediğinden dolayı azlolunarak Rumelihisarı'nda hapsedilmiş (…) daha
sonra affedilmiştir.
1480’de Güney-İtalya fütuhatına başlamış
ise de II. Mehmed’in ölümü bu teşebbüsü akim bırakmıştır.
Şehzade Cem tarafları olmakla zan altında
bulunmuş (…)18 Aralık 1482’de idam edilmiştir.
Hoca
Sinan Paşa
Fatih Sultan Mehmed, vezirlik verdiği Sinan
Paşa’yı kendisine hoca tâyin etmiş…
…sebebi bilinmeyen bir olaydan dolayı 882
H.(1477 M.)’de azl ve Sivrihisar kadılığıyla İstanbul’dan çıkarılmıştır.
Sinan Paşa’nın Tazarruat veya Münacat
isimli eseri nesrimizin şaheseridir.
Karamanî
Mehmed Paşa
Mevlâna Celâlüddin Rumî neslinden olup
babasının adı Arif Çelebi’dir…
Bayezid taraftarı olan yeniçerilerin
ayaklanmasıyla öldürülmüştür (886 H. = 1481 M.).
Davud
Paşa
Arnavut devşirmelerindendir…
…on dört sene bu makamda kaldı.
Hersekzade
Ahmed Paşa
Istefan Yorkşiş Kosariç’in oğlu ve Hersek
dukası Ulriç (Ulrih)in kardeşidir
II. Bayezid ve Yavuz Sultan Selim
zamanlarında beş defa vezir-i âzamlık etmiştir.
…ikinci Bayezid’in kızı Humdi hatunu
almıştır.
Çandarlızade
İbrahim Faşa
İnebahtı seferinde ordugâhta vefat etti…
Mesih
Paşa
…aslen Rum olup Paleolog hanedanına mensup
imiş…
Galata’daki barut mahzenine yıldırım isabet
etmesiyle vukua gelen yangında yaralanmış birkaç gün sonra da ölmüştür.
Hadım
Ali Paşa
…babasının adı Radoşin’dir…
Şahkulu muharebesinde maktul düşmüştür.
Koca
Mustafa Paşa
Frenk veya Kum aslındandır.
Selim’in zamanlarında mevkiinde bırakılan
Koca Mustafa Paşa’nın Şehzade Ahmed’le gizli muhaberede bulunması nedeniyle
mimlenmiş padişahla beraber Bursa’da bulunurken idam olunmuştur…
Cem sultan’ın zehirlenmesinde âmil olduğu
için tarihte fena ad bırakmıştır.
Dukakin
oğlu Ahmed Paşa
Yavuz Sultan Selim İran üzerine gideceği
sırada yeniçeriler Dukakinoğlu’yla Piri Paşa’nm evlerini basmış padişah,
Dukakinoğlu’nun da bunda parmağı olduğundan şüphelenerek kendi hançeriyle işini
halletmiştir.
Hadım
Sinan Paşa
Bosna’da Boroviniç isminde asıl bir aileye mensuptur.
Yavuz Sultan Selim Hadım Sinan Paşa’yı
ilkbaharda Dulkadır oğlu Alâüddevle üzerine sevk etmiş, Hadım Sinan Paşa,
Alâüddevle’yi mağlûp ettikten sonra başını keserek Yavuz’a göndermiş ve bu
hizmetinden dolayı münhal olan vezir-i âzamlık henüz divanda vezir olmayan
Hadım Sinan Paşa’ya verilmiştir.
…bu makamda üç ay kadar bir zaman kalmıştır.
Azledildikten bir süre sonra tekrar vezir-i azamlığa yükselmiştir.
Hadım Sinan Paşa 3 Muharrem 923 ( 26 Ocak
1917)’de Ridaniye muharebesinde Çerkeslerin asıl ordu merkezine hücumlarında
şehit olmuştur.
Yunus
Paşa
Milliyeti meçhuldür. Rivayete göre
yeniçerilikten yetişmiştir.
Hadım Sinan Paşa’nın şehadetinden sekiz gün
sonra vezir-i âzam olmuştur (11 Muharrem 923 = 3 Şubat 1517).
Sultan Selim Mısır’dan avdette Bülbis’’ den
geçerken padişahla konuşarak gelen Yunus Paşa’nın düşüncesiz bir söz sarf
etmesi üzerine derhal boynunu vurdurdu.
Pir
Mehmed Paşa
Cemalüddin Aksarayî torunlarından olup
babası ulemâdan Mehmed Celâleddin b. Ahmed Çelebi’dir.
Ocak 1518’de vezir-i âzam tâyin edildi. Yavuz
Sultan Selim’in vefatına kadar mevkiini muhafaza ettiği gibi oğlu Sultan Süleyman’a
da üç sene vezir-i âzamlık yaptı.
Yaptırdığı mescid dolayısıyla Haliç’te Hasköy’le
Halıcıoğlu arasındaki Pir î Paşa mahallesi bunun adınadır.
İbrahim
Paşa
Pagalıdır; Spandoni Arnavut ve Hadikatul vüzera
Frenk ve aynı zamanda Rum olduğunu, Hammer ile Âlî de Rum aslından bulunduğunu
beyan ederler.
13 Şaban 929 (27 Haziran I523)’de Pir
Mehmed Paşa’nın tekaüt edilmesi üzerine onun yerine vezir-i âzam olup (…) 21
Ramazan 942 (15 Mart 1536)’de ölümüne kadar on üç sene, bir hükümdar gibi her istediğini
yapmıştır.
1524’de Mısır’a kadar giderek oranın
bozulmuş olan nizamını yoluna koymuş, Güney ve Orta Anadolu’da isyanları mûcip
olan ocak-zâde timarlı sipahi işlerini tanzim ederek muhalefetleri önlemiş ve
Orta-Anadolu’daki Kalender Çelebi isyanını bizzat bastırmıştır ki bu hizmetleri
hakikaten büyüktür. Macaristan ve Irak seferlerindeki sevk ve idare ve kumanda
kudretiyle de değerini göstermiştir.
…zevcesi Muhsine isminde bir hanımdır.
Ayas
Paşa
Arnavuttur.
Kadınlara düşkün olup sarayında kırk beşik
sallandığını tarihler yazarlar.
Lütfi
Paşa
Arnavuttur.
Sultan Süleyman’ın hemşiresi olan zevcesi
Şahî Sultan’la geçimsizlik yüzünden azlolunup tekaüt haslarıyla Dimetoka'da
oturtuldu.
Lütfi Paşa’nın Tarih-i Al-i Osman ve
bozulmuş olan bazı adab ve erkân ve kanunu düzeltmek maksadıyla veya vezir-i
âzam olunca Asafnâme isimli eserlerini yazmıştır.
Hadım
Süleyman Paşa
948 Muharrem (1541 Nisan sonu ve Mayıs
başları)’de vezir-i âzam tâyin edildi. Uç buçuk seneden fazla bu makamda kaldı.
Rüstem
Paşa
Hırvat veya Boşnaktır.
Sultan Süleyman’ın kızı Mihr-i mah
Sultan’la evlenmiştir.
Şehzâde Bayezid’e saltanatı temin için
kayın validesiyle beraber desiseler yaptı. Kısa bir dönem görevinden azledildi
ancak koltuğu geri kazanmakta zorlanmadı.
968 H. (1561 Temmuz) tarihine kadar
mevkiini muhafaza etmiştir.
Vefatında bin yedi yüz kölesi, iki bin
dokuz yüz harp atı, bin yüz altı devesi, yedi yüz bin sikke-i hasene (altın), beş
bin dikilmiş kaftan ve elbise, bin yüz adet üsküf, altı yüz gümüş eğer, beş yüz
altın eğer, bin beş yüz gümüş at başlığı ve yüz otuz üç çift altın özengi kalıp
nakit altın ve gümüş ile altın, gümüş eşya ve mücevherat bunlardan hariçtir.
Kara
Ahmed Paşa
Arnavut devşirmelerindendir.
Hürrem Sultan’la kızı Mihri-i mah Sultan
Rüstem Paşa’nın tekrar hükümet başkanlığına gelmesini kararlaştırarak Kara
Ahmed Paşa aleyhine ihtiyar hükümdarı tahrik edip bir divan içtimaim müteakip
Arzodası önünde idam edilmesine sebep olmuşlardır (14 Zilkade 962=28 Eylül
1555).
Kara Ahmed Paşa, Osmanlı tarihinde Temeşvar
fatihi olarak tanınmış değerli bir vezirdi; gerek Macaristan ve gerek İran
seferlerinde ve Gürcistan istilâsında büyük hizmetleri görülmüştür.
Yavuz Sultan Selim’in kızı Fatma Sultan’ı
almıştı. Müverrih Celâl-zâde avâmperestliğinden ve vezir-i âzam olmadan evvel
halka karşı müşfik olup o makama geçince tamamen bunun aksini yaptığından bahsetmektedir.
Semiz
Ali Paşa
Bosna’da Paraca (Brazzo) kasabasında Braçiç
ailesinden Hüseyin adında bir poturun oğludur.
…vezir-i âzamlığı zamanında Avusturya ile
sekiz senelik bir mütareke aktedilmiştir. Uzun boylu, çok şişman olduğundan
kendisini taşıyabilecek at az bulunurmuş. Lâtifeci1 ve hoş sohbet imiş. Edirne1
deki Ali Paşa çarşısı buna aittir.
Sokullu
Mehmed Paşa
Bosna'nın Vişegrad kazasına tâbi Rudo nahiyesinin
Sokkuloviçi köyünden devşirme olup Boşnakça adı Bayo idi.
Barbaros Hayreddin Paşa’nın vefatında kaptan
paşa olmuştur.
Şehzâde Selim’in kızı Esmihan Sultan’la
evlenmiştir.
Otuz
Üçüncü Bölüm
XV. YÜZYIL ORTALARINDAN XVI. YÜZYIL ORTALARINA KADAR ASKERÎ TEŞKİLÂT
Acemi
ocağının teşkilâtı
İstanbul’un fethinden bir müddet sonra
burada da yeni bir acemi ocağı tesis edildi. Bu ocak Vezneciler tarafında
bulunup yeniçerilerin Eski odaları yakınında idi.
…bunlara İstanbul ağası denilen büyük
bir zâbit bakardı.
İstanbul ağasından sonra kethüda gelirdi;
ocağın bütün inzibatından bu mesuldü; kethüdadan sonra gelen büyük zabite çavuş
denilirdi.
Acemi ocağı devşirmeleri Hıristiyanlardan
alınırken müstesna olarak Bosna’nın zaptından sonra İslamiyet’i kabul etmiş olan
Pataren denilen Müslümanların çocuklarından da alındı ki Osmanlı vesikalarında
bunlara Potur oğulları denilmektedir; bu, poturoğulları; çiftçilerin
hizmetlerine verilmeyerek doğrudan doğruya saray ile bostancı ocağı
hizmetlerine verilirlerdi.
Acemi ocağı mevcudu XV. yüzyıl ortalarında
üç bin ve XVI. yüzyıl ortalarında ise dört bin kadardı.
Yeniçeri
Ocağı
Sultan II. Bayezid’in cülusu esnasındaki
itaatsizlikleri ve İran seferine gidilirken yaptıkları hareketler sebebiyle yeniçeri
ağalarının ocaktan yetişme olmaları kaldırılmış ve badema ağaların padişaha
yakın ve onun itimadını kazanmış emîr-i âlem, mîrahur vesaire gibi sarayın iç
ve dış hizmetine bakanlardan olması usulü konmuş ve bu yeni ağanın da ağa
bölükleri ismiyle ocakta altmış bir bölükten mürekkep bir ağa bölüğü
bulundurması kabul edilmek suretiyle yeni ağaya bir imtiyaz verilmişti; işte bu
suretle yeniçeri ocağı yüz bir yaya veya cemâat, otuz dört sekban ve altmış bir
ağa bölükleri olmak üzere yüz doksan altı orta yani bölükten teşekkül etmiştir;
bundan sonra yeniçeri ocağına başka orta ilâve edilmeyerek bu üç sınıf, ocağın
lağvına kadar böyle devam etmiştir.
İstanbul devlet merkezi olduktan sonra yeniçeri
ocağı buraya taşındı. Eski ve Yeni odalar ismiyle biri Direklerarası ve Şehzâde
camii taraflarında ve diğeri Aksaray semtinde olmak üzere kışlalar
yaptırılmıştır
Harp silâhları bir zaman umumiyetle ok,
daha sonra tüfenk, kılıç ve kalkan, yatağan tüfenk barut ve bıçağı olup
cephelerde de kendilerine Cebeci ocağı tarafından siper kazmak için kazma ve
kürek verilirdi.
Yeniçeriler İstanbul'da bulundukları zaman
içtima günlerinde nöbetle divan-ı hümâyun muhafızlığı yaparlar, yangın olursa
söndürmeğe giderler, yeniçeri ağasıyla kol gezerek inzibatı temin ederler.
Yeniçerilere haftada üç gün ok ve tüfenk
atış talimleri yaptırılırdı.
Muharebeye başlayacakları zaman bir ağızdan
mensup oldukları Bektaşi tarikatına ait gülbank denilen dualarını okurlardı.
Muharebe başlayınca dokuz sıra olan yeniçerilerden ön safta bulunanlar
tüfenklerini ayakta olarak düşman üzerine boşaltırlar ve onlar diz çöküp
doldururlarken ikinci sıra atış yapardı.
Yavuz Sultan Selim zamanına kadar bekâr olup
sonra ihtiyar olmak kaydıyla evlenmelerine müsaade edilmiş.
…kabahatleri dayak derecesini geçip idama
müstahik olanlar ise haklarında verilen kati kararından sonra isimleri yeniçeri
defterinden silinerek Rumeli hisarına yollanıp orada gece boğdurulup cesedi
denize atılırdı.
Çocuk yetişmeden evvel yeniçeri ölürse o
çocuğa maaş bağlanırdı; çocuk yetişince babasının ortasına kaydolunurdu. Bu
yeniçeri çocuklarına kuloğulları denilirdi.
Yeniçeriler hizmetten sonra ya kapıkulu
süvarisi veya tımarlı sipahi olarak ocaktan çıkarlardı.
Yeniçeri ocağında her ortanın bir yardım
sandığı ve bundan başka Ağa kapısında yani yeniçeri
ağası dairesinde de yeniçeri yetimlerinin paralarını saklamak üzere Kara sandık
ismiyle bir sandık vardı.
Yeniçeri ocağında en büyük kumandan
yeniçeri ağası olup bundan sonra büyük ağa olarak sırasıyla sekbanbaşı, kul kethüdası,
zağarcıbaşı, samsoncubaşı, turnacıbaşı, hasekiler, başçavuş, muhzırbaşı,
kethüdayeri vardı.
Cebeci
ocağı
…harp levazımatını tedarik etmekle muvazzaf
olan cebeci ocağı, muharebe zamanında bunları, yeniçerilere dağıtır ve harpten
sonra toplar, bozuklarını tamir ve noksanlarını tedarik ederek yerlerine kordu.
Ocağa iptida şagird ismiyle çırak olarak
giren acemiler sonra intisap ettikleri sanatlarda yetişerek usta olurlardı.
Cebeci kışlası Ayasofya camii karşısında idi.
Topçu
Ocağı
Osmanlılar XIV. yüzyıl sonlarına doğru
ordularında top kullanmışlardır.
Osmanlıların ilk defa kullandıkları toplar
deve, katır ve beygirlerle naklolunacak kadar küçük ve hafifti.
Osmanlılar, büyük toplar dökerek bunları top
arabalarıyla sevkettikleri için ayrıca bir de top arabacıları ocağı ihdas
edilmiştir.
Kapıkulu
süvarileri
Yeniçeriler arasında hizmet görmüş
yoldaşlarla Enderun ve Enderuna mahreç saraylardaki içoğlanları ve yiğitlerden
alınan efradla vücuda gelmiştir.
…muharebe zamanında ordu merkezinde ve
yeniçerilerin cenahlarında bulunup yandan gelecek taarruzları önlerlerdi.
…bunların oğullarına veledeş denilirdi;
bunlardan yetişmişler varsa babalarının hayatında ve vefatlarından sonra
askerlik çağına gelince süvari bölüklerine alınırlardı.
EYALET
ASKERÎ TEŞKİLÂTI
Tımarlı
sipahiler
Bunlara Topraklı sipahi de denilmektedir.
Bir harp vukuunda tımarlı sipahiler cebeli
denilen maiyyetleriyle sefere giderlerdi.
Tımarlı sipahilerin iyi atları ve
kılıçlarıyla kargı, kalkan, okları ve başlarında miğfer ve üstlerinde zırhları
vardı.
Geri
hizmet kıt’aları
…her bir ocağın bir yayabeyi vardı. Yayalar
altı aydan altı aya nöbetle hizmete gelirlerdi.
Rumeli’de aynı hizmeti görenlere yörük
denilmektedir.
Müsellemlerin Anadolu’dakileri Müslüman ve Rumeli’dekilerin
bir kısmı Müslüman ve bir kısmı ise sonra Hıristiyan tebaadan terekküp etmişti.
Hudut ahalisinden olarak serhadlerdeki Osmanlı
kuvvetlerinin amele ve inşaat efradına cerahur veya serahur denilirdi.
Öncü
kuvvetler
Akıncılar
Osmanlı hududu genişledikçe hudut muhafızı
bulunan akıncılar da daha ileri gitmişlerdir.
Akıncılar Türkoğlu Türk
…yapılacak harp daha evvelden akıncılara
haber verilir ve ona göre hazırlanılırdı. Bunların, ocaklarından düşman hududuna
kadar olan iaşeleri mahallince temin edilmek âdetti.
Akıncıların silâhları, bir zırhlı göğüslük
ve yaka ile mızrak, kalkan ve atlarının eğerine takılı başı topuzlu bir
bozdoğandır.
…her mıntakanın akıncı kumandam ile toyce
veya doçe denilen bölük kumandanları vardı; bu toyceler tımarlı olup diğer
akıncıların tımarı yoktu.
…akıncı kumandanı Mihal oğlu Mehmed Bey’in
kumandasında elli bini mütecaviz akıncı vardı.
Deliler
…ekserisi Türk olarak iri yarı, şecaat ve
cesaretleriyle meşhur ve akıncılara benzeyen bir hafif atlı sınıfı daha vardı
ki harikulâde cesaretlerinden dolayı bunlara deli adı verilmiştir.
…deliler sancakbeği veya beylerbeğilerin
maiyyeti efradından idiler.
Ocaklarını halife Hazret-i Ömerü’l-Faruk’a
mensup addeden deliler fevkalâde cesaret ve atılganlıkları ve korkunç kıyafetleriyle
basımlarına karşı daimî surette galip gelirlerdi; bunlarda esas akide ve iman,
başa yazılanın mutlaka zuhura geleceği kanaati olduğu için hiçbir tehlikeden
kaçınmazlardır.
Deli askerî sınıfı, XVI. Yüzyıldan sonra kısmen
Türk ve kısmen de Boşnak, Sırp, Hırvat gibi Müslüman olmuş cengâver sınıflardan
teşekkül etmişti. Tamamıyla Rumeli halkındandı; akıncıların silâhları tamamen
bunlarda da vardı.
Delilerin elli ve altmışı bir bayrak olup,
birkaç bayrak birleşince bir delibaşı emrine verilirdi.
Kal’a
kuvvetleri
Azaplar
…yeniçerilerin önünde bulunup harbeden
azaplar daha sonra genişletilerek kal’a ve deniz azapları diye iki sınıf daha
vücuda getirilmiştir.
Huduttaki kalelerin âni bir hücum
karşısında muhafazası için buralardaki yerli ahaliden serhadkulu ismiyle hafif
süvari kuvvetleri vücuda getirilmiştir.
XVI.
YÜZYIL ORTALARINA KADAR OSMANLILARDA DENİZCİLİK
Fatih Sultan Mehmed
İstanbul'u aldıktan sonra Donanmaya da ehemmiyet verdi bu suretle Anadolu
sahilleri emniyet altına girdi.
Sultan Süleyman müstakil
Cezayir beyi olan Barbaros Hayreddin’i devlet hizmetine çağırdı ve gelir gelmez
onu donanmaya umum kumandan yaptı.
Otuz Dördüncü Bölüm
XV. YÜZYIL ORTASINDAN XVI. YÜZYIL ORTASINA KADAR
EYALETLERİN İDARESİ
XV. yüzyıl ortalarından
XVI. yüzyıl ortalarına kadar muhtelif tarihlerde Anadolu’da Manisa, Kütahya,
Konya, Kastamonu, Amasya, Trabzon, Antalya, şehzâde sancağı idiler.
Anadolu
beylerbeğiliğinin merkezi evvelâ Ankara iken sonra Kütahya’ ya naklolunmuş…
Rumeli beylerbeyiliğinin
merkezi ise bir aralık Filibe ve daha sonra Manastır’dı.
Eyalet merkezini havi
sancağa Paşa sancağı denilirdi.
Eyaletler salyânesiz ve
salyâneli yani yıllıksız ve yıllıklı olarak iki kısımdı.
Yıllıksız eyâletlerin
öşür ve resimleri havass-ı hümâyun ismiyle hanzineye ve beğlerbeyi ve
sancakbeyi haslarına ve bir de zeamet ve tımara ait olmak üzere üçe taksim edilmişti.
Yıllıklı eyâletlerin mahsulâtı
has, zeamet ve tımara ayrılmayarak doğrudan doğruya devlet hâzinesi tarafından
mıntaka mıntaka her sene iltizama verilirdi.
Bunlardan başka bir de
Doğu-Anadolu’da mülkivetleri Osmanlı hükümeti tarafından sahiplerine ait olarak
kabul edilmiş sancaklar olup bunlar Osmanlı devletinin yüksek hâkimiyetini
tanıyorlardı.
…bunlara serbest mîr-i
mîranlık da denilirdi. Bu serbest mîr-i mîranlıkta tımar ve zeamet teşkilâtı
olmayıp sancakları o beylerin mülkü gibi idi.
Sancakbeylerinin birbirlerine
nazaran dereceleri, haslarının miktarlariyle ölçülürdü.
Otuz Beşinci Bölüm
XV. YÜZYIL ORTALARINDAN XVI. YÜZYIL ORTALARINA
KADAR İLMİYE TEŞKİLÂTI
İstanbul’un fethini
müteakip buradaki sekiz kilise derhal medreseye çevrildi.
…bu sekiz medreseden birisinin
müderrisliği zamanın yüksek âlimlerinden
Mevlâna Alâüddin
Tûsî’ye, İkincisi Bursalı Hoca-zâde Mulihüddin Mustafa’ya ve üçüncüsü Mevlâna
Abdülkerim ’e tahsis edildi.
Bundan sonra Fatih
Sultan Mehmed tarafından yaptırılan camiin kuzey ve güney taraflarına dörder
büyük, yani sekiz medrese yaptırılmış ve Sahn-ı seman
adı verilmiştir; bu medreselerden her birinin on dokuz odası vardı; bu odaların
on beşi dânişmend denilen yüksek talebeye, ikisi muîd denilen müzakerecilere ve
ikisi dahi medrese kapıcısı ile hademesine mahsustu. Bundan başka her bir
medreseye mahreç olmak yani talebe yetiştirmek üzere Mûsıla-ı sahn veya Telinime
medreseleri ismiyle lise hükmünde her bir sahn medresesinde birerden sekiz
medrese daha vardı; her tetimmede sekiz oda ve her odada üçer talebe bulunacaktı.
…medreseler de bir tasnife
tâbi tutuldu (s. 585)
Bunların dereceleri en
aşağı derece olan meâniden Şerh-i miftah, ortası kelâmdan Şerh-i mevâkıf ve âlâsı
fıkıhtan Hidâye olmak üzere bir esasa bağlandı.
…şehzâde valideleri,
hükümdar kızları ve evlâdlarının medreseleri de bir sıraya kondu; bunlarda da
derslerin en aşağısı fürûdan Hidaye, ortası usûlden Telvih ve âlâsı tefsirden
Keşşaf-ı Zemahşerî ve Kadı Beyzâvî tedrisi idi.
İlk tahsili gören talebe
medreseye devam edecekse hariç medreselerinden birine girip ulema tarafından cüz’iyyat
(ulûm-ı cüz’iyye) sayılan hisap, heyet (kozmografya), cedel ilimlerini
görürlerdi.
Orta tahsil, hariç ve dahil
iki kısımdı; mukaddimat-ı ulûm denilen sarf (gramer), nahiv (sentaks) vazı, iştikak,
hendese, hisap, münazara ve mantıktan İsagucî ve Şerh-i Fenarî ile yine
mantıktan Hüsam-ı Kâtı ile Metâlî şerhi ve kelâmdan Haşiye-i tecrid okutulurdu;
bu orta okul medreselerine Haşiye-i tecrid medreseleri denilirdi.
Bundan sonra tetimme
medreseleri denilen medreselerin lise tahsili geliyordu; bunlardan aşağı
derecesine miftah ve yukarı derecesine de telvih medreseleri derlerdi. Orada
mantıktan Şerh-i şemsiye’den başlanarak
belâgatten Miftah şerhi ile yine belâgat ilminden Muhtasar-ı maâni ve Mutavvel,
usûl-i fıkıhtan Tavzih ve bunun şerhi Telvih ve kelâmdan Tecrid şerhi ile
Teftazânî’nin Telhis şerhi ve yine kelâmdan Kadı Beyzâvî’nin Tavâli’ne Isfahanî’nin
yazdığı Tavâli şerhi okutturulurdu.
Sahn-ı seman
medreselerinde tefsirden keşşaf, kelâmdan Seyyid Şerif Cürcanî’nin Mevakıf
şerhi ve usûl-i fıkıhtan Muhtasar-ı münteha isimli şerh ve fıkıhtan Hidaye ile
bunun şerhi olan Bayburtlu Ekmelüddin’in şerhi gösteriliyordu.
Kanunî Sultan Süleyman
zamanında riyaziye, tabiîyye ve tababet derslerine olan ihtiyaç sebebiyle bu
sınıflara mahsus adam yetiştirmek üzere yeni fakülteler yaptırılması tekarrür
etti. Süleymaniye camiinin etrafında
dört medrese yapıldı.
Sahn-ı Seman veya Sahn-ı
Süleymaniye’yi bitiren bir talebe icazet aldıktan sonra mülâzım adını alıp kazasker
defterine kaydolunup sırasını bekler ve buna nevbet denirdi.
Kadılık, nahiye, kaza,
sancak, eyalet ve taht kadılıkları olmak üzere beş kısımdı.
I. Murad zamanından
ihdas edilmiş olan kazaskerlik Fatih Sultan Mehmed’in son senelerinde Rumeli ve
Anadolu kazaskerliği olarak ikiye ayrılmıştır.
Kazaskerler bu
tarihlerde ilmiye sınıfının yani müderris ve kadıların en büyük makamı idi.
Fatih Sultan Mehmed zamanındaki
kanunnâmeye göre şeyhul-islâm diye isim verilen müftü ulemânın reisi yani
müderrislerin arasında en yüksek derecede idi.
…müftüler XIX. asra
kadar kabineye dahil olmayıp sonradan buraya alınmışlardır; müftülere
şeyhülislâm da denilmiş olup bu tâbir XVII. asır sonlarından itibaren taammüm
etmiştir.
Otuz Altıncı Bölüm
XV. YÜZYIL ORTALARINDAN XVI. YÜZYIL ORTALARINA
KADAR İLİM VE FİKİR HAREKETLERİNE YE GÜZEL SANATLARA DAİR
Birçok İslâm
memleketlerindeki ilim müesseseleri Şeyhü’l-ulema İmam Fahreddin Râzî’ye
mensuptur (vefatı 606 H. = 1209 M.).
Osmanlıların medrese
teşkilâtında da bu mektep esas olmuş ve bunu ibtida Molla Fenarî diye meşhur
olan Şemseddin Mehmed kurmuştur. Bunun talebelerinden Molla Yeğen diye şöhret
bulan Mehmed b. Armağan, Türkiye’de asırlarca devam eden Fahr-i Râzî mektebinin
başında gelmektedir.
Sinan Paşa, asrının en
kuvvetli mütefekkirlerindendi. 893 H. (1486 M.)’de
vefat etmiş olan bu büyük mütefekkir, İstanbul kadısı meşhur Hızır Bey’in
oğludur.
Veliyyüddin oğlu Ahmed
Paşa (vefatı 902 H.=1597 M.) büyük bir Türk şairidir. Bilhassa kaside vâdisinde çok muvaffak olmuştur.
Necati (vefatı 914 H.
=1508 M.) gazel ve mersiyeleriyle şöhret bulmuştu; Ahmed Paşa’dan sonra gelen
en kıymetli üstad şairlerdendi.
Kadı İshak Çelebi
zevcesi Amasyalı Zeyneb Hanım ile (vefatı 879 H. = 1474 M.) Mihrî Hanım’ı da (vefatı
912 H. =1506 M.) zikretmek lâzımdır.
Vezir-i âzam Mahmud Paşa
(vefatı 879 H. = 1574 M.) Adnî mahlasiyle yazdığı nazımları arasında çok kuvvetli
olanları görülüyor.
Akşemseddin’in oğlu Hamdullah’ın
(vefatı 914 H. 1508 = M.) mesnevi tarzı pek lâtif ve selis olup diğer eserleri
arasından bilhassa Leylâ ve Mecnun’a ile Yusuf ve Züleyha’sı en güzel
nazımlarındandır.
Şair Âhî’nin Husrev ve
Şirin manzumesi nişancı ve kazasker Tâci-zâde Cafer Çelebi’nin Hevesnâme’si de,
XVI. yüzyılın ilk seneleri içinde yazılmış edebî, güzel eserlerdendir.
Vardar Yeniceli Hayalî
(vefatı 985 H. = 1577 M.) Zâtî’den sonra kendisini göstermiş…
Bursalı Lâmiî (vefatı
938 H. = 1531 M.) ve yine Bursalı Rahmi (vefatı 975 H.=1567 M.)
Balıkesirli Zâtî (vefatı
953 H.= 1546 M.) bilhassa kaside ve gazelleriyle
şöhret bulmuştur.
Hayalî’den sonra Osmanlı
payitahtında en mümtaz mevkii Bâkî işgal eylemiştir. Gazel ve kaside söylemekte
XVI. Yüzyılın en büyük simaları sır asiyle Zâtî, Hayalî, Fuzulî ve Bâkî’dir.
Fuzulî (vefatı 963 H.= 1555
M. veya 970 H. = 1562 M.) Oğuzların Bayat kolundandır; Divânı, Leylâ ve
Mecnun’u, Beng u badesi kendisinin kudretine delildir.
XVI. yüzyılın en
muhteşem ve lirik şairi Bâkî’dir (vefatı 1008 H. = 1599 M.).
…şiirlerindeki ahenk gayr-i kabil-i taklid
olduğu için kendisinden üç asır sonraya kadar üstad olarak kuvvetini muhafaza
etmiştir.
Bergamalı Kadri’nin kaleme aldığı Müyessiretü’l-ulûm
ismindeki eser Türk lisanî kavaidi cihetinden pek mühimdir.
Şimdiki halde Osmanlı tarihinden bahseden
en eski eser şair Ahmedî’nin İskendernâme adlı eserine müstakil bir kısım
olarak ilâve ettiği Dastân-ı tevârih-i mülûk-i âl-i Osman isimli manzum
parçadır.
Âşık Paşa-zâdenin Tevârih-i Âl-i Osman
isimli eseri bundan sonra gelen mühim bir tarihtir.
Germiyanlı olan Neşri Mehmed Efendi’nin
Cihannüma ismini verdiği tarih, Âşık
Paşa-zâde’den sonra en iyi yazılmış Osmanlı tarihidir.
XV. yüzyıldan itibaren yazılmış Osmanlı
tarihleri içinde İbn Kemal’in meşhur Osmanlı tarihiyle İdris-i Bitlisî’nin Heşt
Bihişt isimli tarihi pek mühimdir.
Lütfi Paşa’nın tarihleri kayda değer
eserlerdendir.
XVI. yüzyıl ortalarında Meşhur Piri Reis,
Kitab-ı bahriyelini ve Şeydi Ali Reis Muhit isimli büyük ve kıymetli eserlerini
yazmışlardır.
XIV. — XVI. yüzyıllarda ney, kanun, ut,
tanbur, çöğür, kemençe, kopuz, zurna, nekkare, daire (tef), zil, bulgari veya
bağlama, nefir (boynuzdan boru) ve envâı, davul, kös gibi mûsikî âletleri
olduğunu muhtelif eserlerin tetkikinden anlıyoruz.
Osmanlılarda ilk mektebi açan kendisinden
sonra gelecek yazı sanatkârlarına üstad olan ve hattatlar arasında Şeyh diye
tanınan Amasyalı Hamdullah (vefatı 926 H. =1520 M.) ismindeki zattır.
882 H. (1477 M.)’ de vefat eden Yahya,
Edirneli Kazasker Muhyiddin ile Ahmed Karahisarî’nin hocalarıdır.
Hamdullah’ın Aklâm-ı sitte veya Şeş kalem
ismi verilen sülüs, muhakkak, nesih, rih’a, tevkiî ve reyhânî adında altı türlü
yazı nümunesini gösteren bir meşk mecmuası vardır.
1 Kûfî
1.1 Sülüs
1.2 Muhakkak
1.1.1
Tevki
1.1.2
Nesih
1.2.1
Reyhani
Yazı ile beraber yürüyen tezhib kitapların
baş kısımlarını, fasıl aralarını, etraf ve sayfalarını ve levhaların etrafını
süslemek sanatıdır; bu tezyinat renkli olmayıp yaldızlı olursa ona halkârî
denilirdi.
Fatih Sultan Mehmed için istinsah edilmiş
olan bazı kitapların tezhibleri XV. yüzyıl ortalarında Osmanlı Türklerinde
müzehhibliğin mevcudiyetini göstermektedir.
Ağaç ve tahta üzerine yapılan oymacılığa
kaatı’cılık ve taş üzerine yapılan oymaya senk-tıraşi veya naht, madenî eşya
üzerindeki kabartmalara da nakr denilirdi.
Hakkâklar iki kısımdı; bir kısmı akik,
firuze, yeşim, necef gibi taşları işleyen sanatkârlar olup bir kısmı da mühür
kazanlardı.
Türk kumaşlarının dokuma merkez-i sikleti
Bursa olmakla beraber, İstanbul hükümet merkezi olduktan sonra en nefis ve
nadir kumaşlar İstanbul'da da dokunmuştur. Denizli,
Ankara, Tosya, Musul, Mardin, Şam, Haleb, Bağdad, Bilecik ve Sakız’da da
çeşitli kumaşlar dokunduğu yapılan tetkikler neticesinde anlaşılmıştır.
Türk halılarının bâriz hususiyetleri
renklerinin güzelliği, desenlerinin diğer şark halılarına nazaran sadeliğidir.
Tanınmış başlıca halı merkezlerimiz Konya,
Zile, Sivas, Kırşehir, Isparta, Lâdik, İzmir, Uşak, Bergama, Menemen ve
İstanbul'dur.
Otuz
Yedinci Bölüm
XV. YÜZYIL ORTALARINDAN XVI. YÜZYIL ORTALARINA KADAR OSMANLILARDA
İLİM HAREKETLERİ VE İLMÎ ESERLERE DAİR
Bayezid ve Cem Sultan ile Bayezid’in oğulları
itinalı bir surette tahsil görerek bulundukları vilâyetlerde ilim
hareketlerinin başında bulunmuşlar ve namlarına eserler yazdırmışlardır.
Otuz
Sekizinci Bölüm
XV. YÜZYIL ORTALARINDAN XVI. YÜZYIL ORTALARINA KADAR OSMANLILARDAKİ
BAZI SOSYAL KURULLAR
…camiler hem ibadet yeri ve hem de cemaatin
toplu bulunması sebebiyle memleket ve muhitlerine ait işleri görüşme mahalli
olduğu için ehemmiyeti haizdi.
İmaretler, medrese talebeleriyle gelip
geçen misafirlere, fakir halka her gün akşam ve sabah yemek vermek üzere tesis
edilmişlerdir.
XV. yüzyıl ortalarına kadar Osmanlı
hükümdarı Yıldırım Bayezid’in Bursa’da yaptırmış olduğu hastahaneden başka hastahane
görülmüyordu.
Fatih Sultan Melımed İstanbul’da 875 H.
(1470 M.)’de hastahane vücuda getirmiştir.
XVI. yüzyılda yani 920 H. (1514 M.)’de
Üsküdar'da Karaca Ahmed'te hâlâ Miskinler tekkesi diye meşhur olan ve bundan yirmi
sene evveline kadar hastaları bulunan cüzzamlılara mahsus bir tecrithane
yaptırılmıştır.
Fatih Sultan Mehmed, sahn ve tetimme
medreselerini yaptırdığı zaman orada talebelerin istifadeleri için bir de
kütüphane yaptırmıştır.
…yükseliş devrinde ilk büyük üstad olarak mimar
Murad oğlu Mimar Hayreddin’i görüyoruz. Bayezid camiini yapmış olan bu üstad,
Osmanlı mimarisinde klâsik devri açmıştır; bu camiin inşası dört buçuk sene
devam edip 911 H. (1506 M.)’de bitmiştir.
Mimar Hayreddin mektebini en yüksek
derecesine çıkararak yeni bir mektep kurmuş olan Kayserili mimar Sinan’dır; mimar
Sinan’ı yetiştiren devir imparatorluğunun en azametli devridir. Kendisini
vezirlerden Lütfi Paşa himaye ile meydana çıkarmış, Sultan Süleyman da takdir
ederek yetişmesine himmet etmiştir.
Yavuz Sultan Selim zamanında Kayseri
köylerinden, devşirme olarak acemi ocağına alınmış olan Sinan, sonra Yeniçeri ocağına
girmiş, atlı sekban bölüklerinde yetişmiş, Mohaç seferine gitmiş, avdette
Yeniçeri ocağında yayabaşı yani cemaat ortalarından birinin kumandanı ve daha
sonra yine ocakta endaht aletlerinden zenberekçilerin kumandanı olarak
zenberekçibaşı olmuş, Alman ve Irak seferlerinde bulunmuştur.
Irak seferinde Lütfi Paşa’nın delâletiyle
Van gölünde yapılacak gemilerin inşası buna havale olunarak üç kadırga yapmış ve
seferden avdette yine ocakta terfi ile Haseki olmuştur. Kanunî’nin Karaboğdan
seferinde Pirut nehri üzerine yapılan köprüler, oraların bataklık olmasına
mebni tutmadığından Lütfi Paşa’nın tavsiyesiyle köprü yapması buna havale
olunarak on üç günde metin bir köprü kurmuştur.
Bu seferden avdetten sonra hassa mimarı
olan Acem Alisi vefat etmiş olduğundan o sırada vezir-i âzam bulunan Lütfi Paşa’nın
tavsiyesiyle Haseki Sinan Ağa mimarbaşı tâyin edilmiştir.
Otuz
Dokuzuncu Bölüm
KURULUŞUNDAN XVI. YÜZYIL ORTALARINA KADAR OSMANLILARDAKİ BAZI
ŞÖHRETLİ İLİM ADAMLARI
Davud-ı Kayseri,
Muhyiddin Arabi’nin Fusûsü’l-hikem isimli büyük eserine mükemmel bir şerh
yazarak zekâ ve ihatasını göstermiştir.
Molla Fenarî’nin adı
Şemseddin Mehmed babasının adı da Hamza’dır; 751 H. (1350 M.)’de doğmuş olup babası
Hamza b. Mehmed bilvasıta Sadreddin Konevî’nin halifesidir. Muhyiddin Arabi felsefesini
neşretmiştir.
Molla Fenarî, Çelebi Sultan Mehmed
zamanında padişaha gücenip Karamanoğlu Mehmed Bey’in yanma gitmiştir. Çelebi Mehmed, Karamanoğlu’na galebe çalınca Molla Fenarî’yi
alıp Bursa’ya götürdü ve ona yine Bursa kadılığını verdi. 834 Receb (1431 Mart)’te Bursa’da vefat etti.
Molla Fenarî’nin yüzü mütecaviz eseri
vardır.
Şeyh Bedreddin’in eserlerinden en meşhuru
tasavvuf vâdisinde olan Varidat ve fıkıhtan Câmiu l-fusûlîn ile, Letâifü’l-işârât ve bunun şerhi olan Teshildir
Hızır Bey, rivayete göre Anadolu
Selçukluları vezirlerinden olup Nasreddin Hoca diye şöhret bulan Hâce
Nâsırüddin Müstevfî (maliye bakanı) ahfadından imiş; Babası Kadı Celâl
Sivrihisar kadılığında bulunurken Hızır Bey orada doğmuştur.
Hızır Bey İstanbul fethini müteakip ilk
İstanbul kadısı oldu. Eserlerinden biri de Tazarruat sahibi Sinan Paşa’dır.
Ali Kuşçu Maverunnehir’de doğmuş, Uluğ
Bey’in şehadetinden sonra Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan Bey’in yanma gitmiş ve
onun tarafından Fatih Sultan Mehmed’e elçilikle gönderilmiştir. Sefaret
vazifesini yaptıktan sonra Osmanlı devleti hizmetine girip Sahn-ı Seman medreselerinden
birisine müderris olmuştur. Ali Kuşçu’nun belâgat, kavaid,
mantık, tefsirdeki eserlerinden başka asıl şöhreti astronom ve matematiktedir.
Hocanın bir mânası da zengin ve tüccar
demektir. Hoca-zade Muslihuddin Mustafa babası çok zengin olmasından dolayı bu
adla anılmıştır.
…babası kendisine para vermediği için
okuduğu kitaplardan alacağı notları helvacı kâğıtlarına yazarak çok sıkıntı içinde
okumasına devam etti.
Hızır Bey’den icazet alıp kendisine muîd
(müzakereci) oldu. Hızır Bey talebeleri arasında en çok onu sever ve kendisine
sorulan bazı suallere verilecek cevap için akl-ı selime müracaat ediniz diye Hoca-zâde’ye
havale ederdi.
Fatih Sultan Mehmed Tehafüt ismindeki
felsefe kitabını tetkik ile buna da’ir birer eser yazmalarını Hoca-zâde ile
Alâüddin Tûsî’ye emretmişti. Hoca-zâde dört ayda ve
Tûsî altı ayda mütalâalarını yazmışlardı. Pâdişâh bunlardan Hoca-zâde’ye,
Tûsî’ye verdiği on bin akçenin iki mislini vermiş ve buna gücenen Alâüddin Tûsî
günde yüz akçesi olan müderrisliğini terk ile memleketine dönmüştür.
Molla Hüsrev hakkında Fatih Sultan Mehmed
“zamanımızın Ebû Hanifesidir’’ diye takdir ve iftihar ederdi.
…fıkıhtan Dürer ve Gurer isimli metin ve
şerhi havi kıymetli eserleriyle şöhret bulmuştur.
Hayalî Şemseddin Âhmed, Hızır Bey’den
icazet almış ve ona muîd olmuştu. Otuz üç
yaşında vefat etmiş.
Sinan Paşa, Hızır Bey’in oğlu olup ilmî
görüşü itibariyle babasından yüksektir. Gedik Ahmed Paşa yerine vezir-i âzam
oldu. Bir seneye yakın bu hizmette kaldı, sonra bilmediğimiz bir sebeble padişahla
arası açıldı.
Tazarruat'ındaki ifade tarzının taklidi
hemen imkânsızdır. Buna nazire olarak kaleme alınanların hiç birisi bunun gibi
muvaffak olamamıştı.
Tokatlı Molla Lütfi, …hoş-meşrepliği ve
bilgisi sayesinde Sultan Mehmed’in musahipleri arasına girmiş.
Molla Lütfi ayarında olmayan ve onun tenkid
ve târizlerinden usanan Hatip-zâde, Molla Îzârî, Efdal-zâde Ahaveyn ve diğer
bazı dar görüşlü âlimler, Molla Lütfi’yi ve bir vesile bularak itikatsızlıkla
itham ile idam ettirmek istediler.
Hatip-zâde ile Molla İzârî’nin ısrarları
üzerine zavallı Molla Lütfi idam edildi (900 Rebiulâhır= 1495 Ocak).
İbn Kemal, Molla Lütfi’nin
talebelerindendir.
Mueyyed-zade Abdurrahman Efendi, Müeyyed-zâde
diye şöhret bulmuştur.
Abdurrahman Efendi gençliğinde Amasya
sancakbeyi olan Şehzâde Bayezid’in meclisine devam ederek onunla sohbet edip
içki âlemlerinde bulunurdu.
Bayezid hükümdar olduktan sonra İstanbul’da
Kalenderhâne medresesi müderrisliğine tâyin edildi (888 H.= 1483 M.). Daha
sonra Sahn-ı seman medreselerinden birinde müderris olup sekiz sene burada
kaldı ve buradan Edirne kadılığına geçti ve 907 H. (1501 M.)’de Anadolu ve 911
H. (1505 M.)’de Rumeli kazaskeri oldu. Bayezid’in
son günlerinde İstanbul'da, vukua gelen yeniçeri kıyamında evi yağmalandığı
gibi kazaskerlikten de azlolundu.
Sultan Selim’in cülusundan sonra ikinci
defa Rumeli Kazaskeri oldu. 922 H. (1516M.)’de altmış bir yaşında vefat etti.
İbn Kemal’in Osmanlı tarihini yazması
Abdurrahman Efendi’nin teşvikiyledir.
Hatemî mahlasıyla üç lisanda şiirleri vardır.
Ali Cemali Efendi, halk arasında Zenbilli
Ali Efendi diye anılırdı. Molla Fenarî’nin hocası Cemaleddin Aksarayî neslinden
olduğu için Cemali mahlasını almıştır.
…müftü (Şeyhü’l-islâm) bulunan E fdal-zâde
Hamidüddin’in vefatı üzerine Sultan Bayezid, onun yerine Ali Cemalî’yi tâyin
etti.
…üç padişah zamanında (Bayezid, Selim,
Süleyman) ölümüne kadar yirmi dört sene dürüstlük ve ciddiyetle bu makamı
muhafaza etti.
Kendisinden fetva almak üzere gelenleri
bekletmemek için penceresinden sarkıttığı bir zenbille istenilen fetvaları alıp
cevaplarını yine zenbile koyup verdiği için halk tarafından Zenbilli Ali Efendi
diye şöhret bulmuştur.
Ali Cemali Efendi’nin fıkıhtan ve fetva
kitaplarından Muhtarâtul-fetâvâ'sı meşhur olup bundan başka fıkhın fürunundan Âdabü’l-evsıyâ
isminde bir risalesi vardır.
İbn Kemal, şer’î meselelerle hukuk, tarih
ve edebiyattaki yüksek vukufiyle tanınmıştır. İhatası, muhakeme ve münazaradaki
kuvvet ve kudreti çok yüksekti; bu gibi vasıflarından dolayı kendisine Müfti’s-sakaleyn
denilmiştir.
İbn Kemal’in adı Ahmed, mahlası Şemseddin
olup kendisi Tokat veya Amasya’da doğmuş ye Edirne’de yetişmiştir. Defterdar iken
vezir olmuştur.
932 H. (1525 M.)’de Ali Cemali Efendi’nin vefatı
üzerine müftülüğe tâyin edilip vefatına kadar bu vazifede kalmıştır.
İbn Kemal zamanını eser yazmak ve fetva
vermekle geçirdi; tefsir, fıkıh, usûl-ı fıkıh, hadîs, tarih, lügat, bedî, şiir vesaire
olarak çok kıymetli eserler yazdı.
698 H. (1299 M.)’den başlayarak bir kısım Kanunî
Süleyman zamanı vekayiini de gösteren mühim bir Al-i Osman tarihi vardır.
942 Şevval (1536 Mayıs)’de vefat etti.
Celâl zâde Mustafa Bey, Yavuz Sultan Selim zamanında
Divan-ı Hümâyun kâtipliğine tâyin edilmiştir.
931 H. (1525 M.)’de Reisü’l-küttaplığa, 941
H. (1535 M.)’de ve Bağdad seferi esnasında Nişancı Şeydi Bey’in vefatı üzerine
onun yerine tâyin edilmiştir.
Taşköprülüzade, Ahmed künyesi İsamüddin’dir.
Bursa’da doğmuştur. En mühim ve meşhur eseri
Arabça olarak kaleme aldığı Şakayık-ı nu'maniyye olup XIV., XV. ve kısmen XIV. asırlara
ait altı yüze yakın âlim ve şeyh’in terceme-i hallerini havidir. Miftahu's-saâde ve Misbahu's-seyâde ismiyle beş yüz ilim ve
fennin mevzuuna dair yine Arapça olarak kaleme aldığı bir eseri daha vardır.
Kınalızade Ali Efendi, Isparta'lıdır.
Bir aralık Fatih Sultan Mehmed’e hoca olmuş ve
Kazaskerliğe kadar çıkmıştır.
En meşhur eseri Ahlâk-ı Alâî
Ebussuud Efendi, Ceddi İskilib'in
Direklibel köyünden olduğu için zamanın modasına uygun olarak İmadî denilmiştir.
Müeyyed-zâde Abdurrahman E fendi’den ders
gördükten sonra ona damat oldu ve sonra İbn Kemal’den tahsilini ikmal ile
icazet aldı.
934 H. (1527 M.)’de Sahn müderrisi ve daha
sonra İstanbul kadısı ve 944 H. (1537 M.)’de Rumeli kazaskeri olup 952 H. (1545
M.)’de Şeyhü’l-islâm tâyin edildi ve yirmi sekiz sene bu makamda kaldı. 932 H.
(1574 M.)’de seksen yaşını geçtiği halde vefat etmiştir.
Ebussuud Efendi’nin Arapça şiirleri pek
yüksektir. Kanunî’nin vefatına söylediği mersiyesi Arapçada söylenen en güzel şiirlerindendir.
Şâir ve kazasker meşhur Bâkî Efendi,
Ebussuud’un oğlu Mehmed Efendi’nin talebelerindendir.
Kırkıncı
Bölüm
XIV. XV. VE XVI. YÜZYILLARDA OSMANLILARDAKİ İKTİSADÎ DURUMA BİR
BAKIŞ
Sultan Murad Hüdevendigâr başına Germiyan
bezi denilen ve ince beyaz renkli olan bu tülbendi sarardı; bundan başka Germiyanili'nin
ak alemli dokuması hil’at yani üst elbisesi olarak giyilirdi; Alaşehir'le
Balıkesir'in ipekleri hem iç ve hem dış piyasada sarfedilen metalardandı.
Bilecik'te kadife ve ibrişim işlenirdi.
Karaman (Konya) vilâyeti dahilinde ve Konya
Aksaray’ında ve Diyarbakır'da dokunan ipekli kumaşlar, Malatya sofu denilen beyaz
sof ve Hasankeyf (Hısn-ı keyfa) sofu abâyî ve Mardin’in muhayyer ve sofları
XIV. - XVI. yüzyıllarda hem dahilde ve hem de hariçte istihlâk edilmekte idi.
Nefs-i Halep ile Şam ve oralara bağlı kazalarda kutnî, mukaddem ve buna benzer
dokumalar yapdırdı. Konya mıntakasında boğası ve aster denilen dokumaları yapan
külliyetli tezgâhlar vardı. Gönen’de dokunan boğası dokumasının topu büyük
arşınla (çarşı arşını) on iki arşın olurdu.
Pamuk, Bursa ile Konya arasındaki
mıntakalarda, Kilikya, Suriye ve Mısır'da bol miktarda yetiştirilirdi.
XVI. yüzyılda Trabzon bezleri çok meşhurdu.
Foça, Ulubat ve Kütahya (Şaphane) ve Şarkî-Karahisar'da
çıkan şap madenlerini Cenevizlilerle Foransa cumhuriyetleri alırlardı. Foça
şaplarının muayyen bir vergi ile Cenevizliler işletirler ve Kütahya şapları da
Büyük Menderes nehri vasıtasıyla Ege denizine sevkedilirdi.
Bilecik’teki demir madeni Osmanlı ordusunun
kurşun ve gülle ihtiyacım kısmen temin etmesi itibariyle birkaç asır
faaliyetini devam ettirmiştir. Amasya’da Gümüş Hacıköyü gömüş madeni ile
Kastamonu’daki Küre bakır madeni meşhurdu.
Kiğı demir madenleriyle Rumeli’de Rudnik
(Baç) Bosna eyâleti dahilinde Banaluka sancağındaki Kamengrad madenleri devletin
harp levâzımını tedarik etmek için durmadan çalışırlardı.
İznik’de çini ve Kütahya’da fincan ve çini
imalâthaneleri mevcuttu.
Osmanlı devleti ile ilk ticarî münasebetler
kuran devletler Ceneviz, Venedik, Dubrovnik, Floransa olup bunlarla beraber
Milano, Napoli, İspanya (Katalan) da vardı.
…ecnebi memleketlere ipek, ipekli kumaşlar,
yün ve yünlü kumaşlar pamuk ve pamuklu dokumalar, yapağı, tiftik yünü, mazı,
halı ve şap ihraç edilirdi.
Bütün eşya hükümetçe tâyin edilen narh
üzerinden alınıp satılırdı.
Osmanlı devleti kumaş ve dokuma gibi
yaptığı eşyanın dayanıklı ve renklerinin solmaz olması ve kumaş toplarının
muayyen arşında yapılması için birtakım usul ve kaideler koymuştu; bunların iyi
ve sağlam ve tam top olmasından esnaf şeyh ve kethüdaları yani esnaf heyetleri
mes’uldü.
Venedikliler Türkiye’ye çuha, sülyen,
zeybak, bakır tel, sarı teneke, üstübec, kâğıt, cam, sırça, boya, iğne, boncuk,
makas, ayna gibi eşya getirirlerdi. Rusya
ve Lehistandan envai kürk, balık dişi, Floransa’dan, filordin denilen çuha, Lehistan
ve Fransa’dan da çeşitli eşya ve masnuat idhal olundu.
Sulh zamanlarında memleket dışına
çıkarılmasına müsaade edilmeyen eşya: her nevi zahire ve bakliyat, at, silâh,
barut, kurşun, bakır, kükürt, sahtiyan ve göndü. Bilhassa ilk beşinin her ne
zaman olursa olsun çıkmasına müsaade edilmez (s. 686).
Osmanlı devleti XIV. XV. ve XVI yüzyıllarda
ordu ve donanmasının birinci derecede ihtiyacı olan eşyayı memleket dışına
muhtaç olmadan içerden tedarik etmek için bütün tedbirleri almış ve lüzumu halinde
bunları sür’atle tatbik ederek hiçbir sıkıntıya uğramadan fevkalâde zamanlar
geçirmiştir.
Sultan Süleyman’ın son zamanlarıyla II.
Selim devrinde bazı ticarî muameleler sebebiyle saraya çatarak siyasî işlerde
de kullanılan meşhur Portekizli Yasef Nasi ismindeki
Yahudi, Osmanlı memleketleri arasındaki balmumu ticareti Girit adasından Lehistan’la
alınarak Eflâk ve Boğdan'a satılan şarabı inhisarı altına alıp hiçbir resim vermeden
bu şarapları boğazlardan geçirip Eflâk ve Boğdan’a sevketmeğe mezun olmuştu.
Yasef Nasi hem balası ve hem kayın validesi
olan Dona Grasia Mendes ile beraber banka
benzeri bir kredi müessesesi açarak Batı-Avrupa devletleriyle ticaret yapan
ecnebilere kolaylık göstermişlerdi.
…bu bankanın sermayesiyle birçok devlet
mukataa ve iltizamları bu Yahudi kumpanyası eline geçmiş ve bazı Müslümanlar da
buraya girerek o sermaye sayesinde mukataacılık yapmışlardır.
Osmanlı paralarında esas vahid-i kıyasî
dördü bir dirhem olan akçe ismindeki gümüş para idi. Kıymeti akçeden de az
olmak üzere Halep, Diyarbakır ve Erzurum da XVI. yüzyılın ikinci yarısında (989
H. = 1581 M.) Iran muharebeleri dolayısiyle sekizi bir akçe olmak üzere pul
kesilmesine müsaade edilmişti. Akçe’nin ayarı bozuldukça altunlar ona göre
ayarlanırdı.
---
Türk Tarih Kurumu
7. Baskı, Ankara
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder