Arzu
Öztürkmen – Türkiye’de Folklor ve Milliyetçilik
İletişim
Yayınları, 2. Baskı 2006, İstanbul
Bu kitap, 1993 yılında Pennsylvania
Üniversitesi, Folklor Bolömü’nde doktora tezi olarak hazırladığım “Folklore and
Nationalism in Turkey” adlı çalışmamın genişletilmiş bir şeklidir.
Giriş
“Folklor Oynanmaz!” Zira, “folklor,” halk
oyunları sözcüğüyle eşanlamlı değildir,
“daha ciddi” bir iştir (s. 15).
Folklora, özgün bir araştırma alanı olarak
ilk dikkati çeken Alman düşünürü Johann Gottfried Herder'in
millet ve kültür arasında kurduğu ilişki… / s. 16
Son
Dönem Osmanlı Aydınlarının Folklor Harkındaki Düşünceleri
“Folklor,” bağımsız bir araştırma sahası
olarak Osmanlı aydınlarının gündemine “dil,” “millet," “vatan” ve “medeniyet"
kavramlarıyla eşzamanlı olarak girdi (s. 19).
Namık Kemal, içinde doğaüstü unsurlar
barındıran halk edebiyatına hep bir kuşku ve mesafeyle baktı. Bu tavrıyla,
Şinasi ya da Ziya Paşa gibi halk edebiyatını değerli bir malzeme olarak gören
diğer Tanzimat yazarlarından farklıydı (s. 23).
1869 yılında Müze-i Hümayun olarak
adlandırılacak ilk Osmanlı müzesi, 1846’da İstanbul’da açıldı ve değerli birçok
halk sanatı örneği orada sergilendi…
Trakya ve Anadolu’dan derlediği halk
edebiyatı malzemesini 1899’da yayınlayan Ignacz Kunos
ve gölge tiyatrosu Karagöz üstüne yazan George Jacob
erken dönem folklor araştırmalarına katkıda bulunmuş önemli araştırmacılardır
(s. 24).
Osmanlı döneminin bizzat adını koyarak
folklorla ilgili yazılar üretmesi 1913’den sonra başladı.
Bunlar arasında en önemlileri belki de Ziya
Gökalp’in 1913’de Halka Doğru'da yayınladığı “Halk Medeniyeti I, Başlangıç”
adlı makalesi, Rıza Tevfik’in 1914’de Peyam gazetesinin edebi ekinde çıkan
“Folklor-Folklore” adlı yazısı, Köprülüzade Mehmet Fuad’ın yine 1914’de
İkdam'da yayınlanan “Yeni Bir İlim: Halkiyat; Folk-lore” adlı makalesi, Selim
Sırrı (Tarcan)’nın 1922 yılına ait Terbiye ve Oyun’da çıkan “Mürebbiler
Arasında: Folklor” adlı yazısı ve Halk Bilgisi Derneği’nde Akçuraoğlu Yusuf Bey
tarafından verilen bir konuşmanın 1929’da Yeni Muhit dergisinde yayımlanan
“Folklor Nedir? (Folklorun Türklerde tarihçesi)” adlı dökümünü sayabiliriz (s.
25).
Gökalp’e göre, halk medeniyeti ve resmi medeniyet Türklerde başka
milletlerde olduğundan çok daha keskin bir çizgiyle ayrılmıştı.
(Gökalp’e göre) Türklüğe dair ne varsa
halkın muhafaza ettiği kültürel formlarda yaşamıştır (s. 26).
Rıza Tevfik’e göre, ancak toplumun benimsediği sözlü ürünler
yaşayabilirler (s. 28).
Gökalp gibi Köprülü
de halk kitlesinin öneminin yeni yeni anlaşıldığına dikkat çekerek halk
edebiyatının “halkın doğrudan doğruya ruhundan çıktığı için onun en sadık en
beliğ ifadesi” olduğunu savunur (s. 31).
Selim Sırrı, “folklor” terimine halk edebiyatı demekten ziyade “ilm-ül halk”
demeyi yeğler (s. 33).
Akçura, folklor disiplininin, ismini tam da filoloji disiplininin
içinde gelişmiş olan folk epos veya folk lied gibi bazı terimlerden ilham
aldığını söyler ve “folklor”un mevzusuyla, filolojinin
mevzularının zaman zaman örtüştüklerine de dikkat çeker (s. 35-36).
Yazarların hemen her biri bu konunun siyasi
boyutuna da dikkat çekiyor. Özellikle “folklor” ve “ulus" arasındaki ilişkinin
farklı açılardan da olsa altı hep çiziliyor (s. 38).
Folklorun
Kurumsallaşması: Osmanlı Türkçülüğünden Cumhuriyetin Kültür Kurumlarına Geçiş
Bu aydınlar, folklor araştırmacısı ya da
derlemecisi olmaktan ziyade kültürün uluslaşmadaki önemli rolüyle ilgilidirler
(s. 41).
…hem Osmanlı Türkçü kurumlan hem de Cumhuriyetin
kültür kurumlan kültürün siyasi iktidarla ilişkisini saptamış ve bunu yaşama geçirmeye
kararlı bir Jön Türk geleneğinin parçasıydılar.
Bir diğer önemli nokta da kültür kurumlarının
genelde hep bu kurumlara katılan kişilerin katkılarıyla anılmalarıdır (s. 43).
Türk
Derneği, Genç Kalemler, Türk Yurdu Cemiyeti
1908 Devrimini takip eden dönemde (…)
Osmanlı-Türk aydınları (…) bir dizi Türkçü demek kurdular. Bu kurumlar arasında
Türk Ocakları en etkili olanıydı.
1908’te Yusuf Akçura ve arkadaşları
tarafından kurulan Türk Derneği, faaliyetlerini kültürel Türkçülükle sınırlamıştı
(s. 44).
Ömer Seyfettin ve Ali Canip’i de içine alan
bir başka grup aydın da Genç Kalemler adlı bir dergi etrafında toplandılar.
1911’de Yusuf Akçura ve arkadaşları
tarafından kurulan Türk Yurdu Cemiyeti’nin kurucu üyelerinin büyük çoğunluğu
Rusya’dan gelen göçmenlerdi (s. 45).
Türk Yurdu isimli dergisi aracılığıyla,
Osmanlı toprakları dışındaki bütün Türklerin birleşmesi fikrine sahip çıkıyor…
/ (s. 45-46)
Türk Derneği, Genç Kalemler ve Türk Yurdu Cemiyeti,
Orta Asya ve Kafkasya'daki Türk kökenli gruplar hakkında bilgi toplama ve
bunları yayma üzerine yoğunlaştılar.
Türk
Ocakları
Resmen 1912 Mart’ında kurulan Türk
Ocakları, aslında faaliyetlerine 1911 Bahar’ında başladı. 190 Askeri Tıbbiye Mektebi
öğrencisi, Mayıs 1911 tarihli bir mektup ile (…) sosyal bir reformun gerekliliğini
vurgulayarak zamanın bazı aydınlarına sundular ve Türk Ocakları’na doğru ilk
girişimi başlatmış oldular.
Balkan Savaşı’nın çıkışı ve Türk Yurdu gibi
daha önceden kurulmuş olan diğer kurumların varlığı nedeniyle başlangıçta pek
de etkin bir kurum izlenimi bırakmadılar. Türk Ocaklarının daha etkili ve
nüfuzlu bir çizgiye oturması Hamdullah Suphi’nin (Tanrıöver) katılımını takip
eden günlere rastlar (s. 47).
(1918’de) Halide
Edip, Mehmet Emin, Ziya Gökalp, Ahmet Ferit, Yusuf Akçura, Ahmed Ağaoğlu, ve
Hüseyinzade Ali gibi dönemin önde gelen aydınlarını (aralarına aldılar)
…kuruluş gerekçelerini (…) “kültürel”
faaliyetlerle sınırlandırılmıyor, söylemleri, daha çok, sosyal ve ekonomik
reformların her şeyden önce ele alınması gerektiğini vurguluyordu. Bu yaklaşımın
ilk göstergesi, 1918’de bazı Türk Ocakları üyelerinin Köycüler Cemiyeti adlı
başka bir kurumlaşmaya gitmeleri oldu.
“Köycülük” hareketi, Türk Ocakları içindeki
“Halka Doğru” gitmek, Anadolu’ya çağdaş uygarlığı götürmek anlayışının bir uzantısı
olarak ortaya çıkmıştır.” / s. 48
Türk Ocakları, Cumhuriyet döneminin ilk
kongresini 1924 Nisan’ında topladılar (s. 49).
Türk Ocakları’nın folklora yönelik olarak
tanımlanabilecek faaliyetlerinin çerçevesini 1926 yılında merkez ve taşra şubeleri
arasındaki koordinasyonu sağlamak amacıyla yayınlanan Türk Ocakları Mesai
Programı'nda bulmak mümkündür (s. 50-51).
Buna göre, Ocaklar, gelenekleri derlemek, hikâyeleri,
atasözlerini, halk şarkılarını toplamak, farklı lehçeleri incelemek, yerel
dansların tasvirini yapmak ve değişik mezhepler ile göçebe topluluklara dair
araştırmalar yapmak hususunda teşvik ediliyorlardı (s. 51).
Türk Ocakları, köy yanlısı söylemlerine
rağmen, köyden ziyade şehir veya kasaba kurumlan olmaya devam ettiler.
1930 yılı programında açığa çıkan belirsizlikler
ve genellemeler, yeni kurulan rejimin gerektirdiği dinamizm karşısında zayıf
kalıyordu.
Sonuç olarak Türk Ocakları, 10 Nisan
1931’de toplanan olağanüstü bir kongreyle, ironik olarak tam da Ankara’daki
görkemli merkez binalarının açılışının hemen ertesinde, mallan Cumhuriyet Halk
Fırkası’na aktarılmak suretiyle feshedildiler (s. 52).
Türk
Halk Bilgisi Derneği
…devlet kurumlarından bağımsız bir statüde,
ve doğrudan folklor araştırmaları yapma amacıyla
kurulmuş olması bakımından önemli bir yere sahiptir (s. 53-54).
Dernek 1927 Kasım’ında İshak Refet Işıtman,
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu ve İhsan Mahvi gibi folklor araştırmacısı ve
sosyologlar tarafından kurulmuştur (s. 55).
Ankara’da açılmış olmasına rağmen,
faaliyetlerin büyük çoğunluğu, 1929 yılından itibaren daha aktif olarak çalışan
İstanbul şubesine kayar.
Derneğin üstlendiği ilk neşriyat folklor
derlemeciliğinde yol göstermesi amacıyla 1927-1928 yılı içinde hazırlanan Halk
Bilgisi Toplayıcılarına Rehber adında bir çalışmaydı.
1929 yılından itibaren Halk Bilgisi
Haberleri adıyla bir süreli yayına girişti…
…dergi, 1931 yılına kadar 19 sayı
yayınlayarak çıktı. Türk Halk Bilgisi Derneğinin yeni oluşan Halkevlerine
katılma kararı alması ve özellikle Fuad Köprülü’nün Eminönü Halkevi’ndeki Edebiyat
Şubesi’nin başına geçmesi üzerine Halk Bilgisi Haberleri 1932 yılından itibaren
Eminönü Halkevi’nin resmi yayın organı haline geldi. Dergi bu şekliyle 1941
yılına kadar çıktı, yayınına 1946 yılma kadar ara verildi ve son üç sayı daha çıkararak
1947 yılında yayın hayatına son verdi (s. 61).
Halkevlerinin açılmasıyla birlikte bağımsız
bir dernek olarak kalma lüzumunu görmeyen Türk Halk Bilgisi Derneği, 1932
yılından itibaren Halkevlerinin bir parçası olarak faaliyetlerine devam etti.
Türk
Dil Kurumu
3 Kasım 1928’de, Cumhuriyet hükümetinin
“Türk Harfleri Hakkında Kanun” ile yeni alfabeyi kabul etmesi ve bunun uygulanması
için yurt çapında bir kampanya başlatmasıyla birlikte, dil reformunu
destekleyecek temel bir kurum olarak planlanan “Türk Dili Tetkik Cemiyeti”
Temmuz 1932’de kurulmuştur (s. 64).
Köy
Enstitüleri
…son dönem Osmanlı entelektüellerinin
başlattığı Köycülük hareketine kadar uzanan kökleri ve köy duyarlılığını “meşrulaştırma”
işlevleriyle, “halk bilgisine” dolaylı yoldan da olsa katkısı olmuş olan eğitim
kurumlandır (s. 65).
Köy Enstitüleri yasası 1940 yılında çıktı.
"Sebeb-i mevcudiyetlerine” dair anlaşmazlıklar ve tartışmalar 1946’dan
itibaren başladı, 1947’de bir yasayla işleyişleri değiştirilirken, 1954 yılında
da resmen kapatıldılar (s. 66).
Halkevleri
ve Folklorun Millileşmesi
…yerel halkın Halkevleri faaliyetlerine katılımı
oraya tayinle gelmiş bürokrat ve memurlara oranla oldukça düşüktü.
Halkevleri iki önemli misyonla faaliyete
geçtiler. Bunlardan ilki Türk Ocakları ve Köycüler Cemiyeti gibi kökleri Jön
Türk Devrimine kadar uzanan bir sosyal reform misyonuydu. Diğeri ise yeni
devletin Batılılaşma projesini pratiğe geçirecek sanatsal ve kültürel
faaliyetleri başlatmak ve yürütmekti (s. 70-71).
Halkevlerinin resmi kuruluş tarihi 19 Şubat
1932 olarak belirtilir.
(Türk
Ocakları’na bir tür alternatif olarak kurulduğu belirtilir)
Buna göre, Cumhuriyet reformlarının hayata
geçirilmesi ve kültürün millileştirilmesi sürecinde Türk Ocakları’nın yetersiz
kalması, daha iyi denetlenebilir yeni bir kurumsal yapının bu rolleri
üstlenmesini zorunlu kılmıştı (s. 71).
Halkevleri ağının ilk şubeleri, Ankara,
İstanbul, İzmir, Bursa, Samsun, Adana, Konya, Aydın, Afyon, Eskişehir, Diyarbakır,
Denizli, Çanakkale ve Van’da açılır (s. 73-74).
Halkevlerinin faaliyetleri iki ana bölümde
toplanıyordu: yetişkin eğitimiyle sosyal reformu öngören şubeler ve sanatsal ve
kültürel canlanmaya katkı yapması düşünülen şubeler (s. 78).
Halkevlerinde bilgi derlemeye ve yaymaya
yönelik diğer bir şube de Müze ve sergi şubesiydi. Türk Ocaklarından beri hep
gündemde olan yerel etnografi müzelerinin altyapısını oluşturmaya yönelik bu
faaliyetler de folklorun materyal kültür alanına ilişkin derlemeler yapmayı
planlamaktaydılar (s. 81).
Gelişme
Dönemlerinde Halkevleri: Çoğalan ve Farklılaşan Şubeler İçin Yeni Bir Yapılanma
Halkevlerinin 14 olan şube sayısı 1940’da
Halkodalarının açıldığı döneme kadar hızla arttı.
1933 yılında 41, 1934’de 25, 1935’de 23,
1936’da 33, 1937’de 31, 1938’de 43 ve 1939’da 163 yeni Halkevi şubesinin
açılması sonucu 1939 yılında toplam sayı 373’e ulaştı.
Bu sayı, 1940’dan itibaren azalarak 1950’de
478 Halkevine ve 4322 Halkodasına kadar arttı (s. 84).
Halkevlerinin
Kapatılması
Halkevlerinin CHP ile organik bağı, çok
partili hayata geçilmesi ile birlikte temel bir kaynak ve iletişim ağı
paylaşımı sorunu oluşturuyordu. Demokrat Parti bir yandan Halkevlerinin
millileşme sürecine yaptığı katkıyı takdir ederken, öte yandan, bu kurumlaşmanın
CHP’nin siyasi kurumlaşmasından ayrıştırılmasının da çok güç olacağını
savunuyordu.
1950’de iktidara gelen DP Halkevleri ve
Halkodalarını kapatma kararını Meclis’ten geçirdi (s. 91).
Millileşme
Sürecinin Araçları Olarak Halkevleri
“Millet” olabilmenin ancak milliyetçiliği yayarak
mümkün olabileceği, kısaca, milletin yapılanması için belli bir insan emeğinin
konulması gerekliliği, Halkevi yöneticilerinin söylemlerinde adeta doğal bir
yer atıyordu (s. 92).
Sıkça tekrarlanan bir diğer tema ise
Anadolu’ya “medeniyet” taşınması ve buna bağlı olarak da “halk terbiyesi” ve
“köylü, eğilimi” idi (s. 94).
Halkevi dergileri yerel araştırmaları
belgelemeleri ve bir anlamda merkeze iletmeleri bakımından önemli bir konuma
sahiptiler (s. 99).
Halkevi dergilerinin ele aldıkları konular
da oldukça geniş bir yelpazeye yayılıyordu. En genel hatlarıyla, bunlar, “milli”
ve “yerel” temalar olarak gruplandırılabilirdi. “Milli” temaların başında yeni
rejimin altı temel ilkesi önemli bir yere sahipti (s. 101).
Halkevi dergileri “milli bayramların” yanı sıra
bir dizi diğer kutlamayı da lanse ediyordu.
Cumhuriyet reformları da Halkevleri dergilerinde
ayrıcalıklı yeri olan konulardan biriydi (s. 104).
Halkevlerinde
Folklor Faaliyetleri ve Halkevi Dergilerinde Folklora Dair Yazı ve Haberler
Halkevi dergileri milli sınırlar içindeki
yerel folklorun yanı sıra, Orta Asya kültürüne dair yazılara da yer vermekteydi
(s. 118).
Folklorun tanımı üzerinde doğrudan duran
bir makale ise Enver Behnan Şapolyo’nun Ün dergisinde çıkan “Etnografya” isimli
makalesidir.
1939 yılında Ülkü’de yayınlanan Pertev
Naili Boratav’ın bir makalesi ise Halkevlerinde folklor araştırmalarının nasıl
yapılması gerektiği konusunu işler (s. 121).
Aksu ve Fikirler'de de doğrudan folklor
teorisi ve metodunu ele alan makalelere rastlanır. Osman Turgut Pamirli’nin
1940 yılında bir seri halinde Aksu’da yayınladığı “Folklor" adlı uzun yazı
dizisi bunlar arasındadır (s. 122).
…sözlü folklor türleri Halkevi dergilerinde
en çok yer verilen folklor yazılarından oldular (s. 127).
Halkevi dergileri, derlemelerin yanı sıra,
Türkiye’de müziğin tarihçesi ve teorik yaklaşımlar konularında da makalelere
yer verirdi (s. 134).
Folkloru
Milliyetçilikten Ayrıştırma Çabası: Pertev Naili Boratav Vakası
…“millilik,” “milliyetçilik” ve “milli kültür”
gibi kavramlar, 1940’lı yıllarda yeni anlamlar yüklenerek belli ideolojik
kutuplaşmaları tanımladılar.
Boratav’ın, Ankara Üniversitesi
doçentlerinden Niyazi Berkes ve Behice Boran ile birlikte yargılandığı bu dava,
esasen, o dönemin Türkçülük-Turancılık davalarına paralel olarak gelişmiştir
(s. 139).
Pertev Naili Boratav 1938 yılında Ankara
Üniversitesi Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesinin (DTCF) Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümüne doçent olarak atanmış ve bu bölümde dört yıllık eğitim içinde 2 yıllık
bir süreyi kapsayan halk edebiyatı derslerini bir program halinde düzenlemişti.
Bu programın bağımsız bir kürsüye dönüştürülmesi yolundaki başvurusu, 1947-48 ders
yılı başında, yani bu davanın başlamasından çok kısa bir süre önce, olumlu bir
cevap almıştı (s. 140).
Uğur Mumcu’nun “40’ların Cadı Kazanı”
olarak adlandırdığı bu dönemde hem CHP’nin yeni kurulan DP ile girdiği rekabet,
hem de savaş ideolojilerinin Türkiye’deki dışavurumları belirleyici olurlar (s.
140).
Gelişen olaylar sonucu, hatta mahkeme henüz
bir karara bağlanmamışken, Boratav’ın kürsüsüne ayrılan fon Meclis kararıyla
kesilir, kadrolar dondurulur ve bu davadan beraat etmiş olmasına rağmen yeniden
herhangi bir devlet hizmetinde görevlendirilmesi yapılmaz (s. 141).
Osmanlı Türkçülüğünün yayılmacı cephesine karşı
Misak-ı Milli sınırlarına bağlı kalmanın dışında, Türklük fikri (…) İkinci
Dünya Savaşı döneminde bu dinamik oldukça önemli bir değişim gösterdi.
Almanya'da yükselen ırkçı milliyetçiliğin
bir yansıması olarak gelişen Türkçü milliyetçilik çeşitli vesilelerle gündeme
geldi (s. 143).
1930’lu yıllar boyunca maceracı olarak
görülen ve pek de önemsenmeyen Türkçü hareket, bu konjonktür içinde yeniden
canlandı (s. 144).
1939 ile 1944 arasındaki yıllarda, Türkçü
hareket Cumhuriyet tarihi içindeki altın çağını yaşadı. Bu durum Türkçü
yayınların hem sayılarının artması, hem de o yıllara kadar gelişen
söylemlerinin militan, bir ton alması şeklinde kendini dışa vurdu.
1940’lı yıllarda yeniden canlanan Türkçü
hareketin iki önemli boyutu vardı. Bunlardan ilki, 40’lann Türkçülüğünün uzun
vadeli bir politik program ya da bir araştırma projesi olmaktan ziyade, daha
çok “duygusal” bir hareket olmasıydı.
Diğer bir boyut ise, Türkçü hareketin
hükümet karşıtı ve savaş yanlısı bir tavır takınmasıydı (s. 145).
Savaşın genel konumu itibariyle, Sovyetler
Birliği ve Almanya arasındaki kutuplaşmada, Almanya’nın ırkçı tutumu karşısında
yer alan her görüşün ‘‘Sovyet yanlısı,” dolayısıyla “komünist” olarak
tanımlanmaya başladığı gözlenebilirdi.
Almanya’nın 1942 Stalingrad hezimeti
sonrasında savaşın içine girdiği yeni konum Türkçülüğe sempatik bakan CHP hükümetinin
de yeni bir tutuma yönelmesini getirdi (s. 146).
1944 yılında Orhun dergisinin Mart ve Nisan
sayılarında çıkan iki açık mektupta Nihal Atsız, hükümeti Türkçülükten ödün
vermek ve komünizm tehlikesine kayıtsız kalmakla suçluyordu. İkinci mektupta,
“kayırılan” komünistlerin bizzat adları veriliyor ve bunların arasında, o
yıllarda Ankara Devlet Konservatuarı’nda görevli Sabahattin Ali ile Ankara
Üniversitesi profesörlerinden Pertev Naili Boratav da gösteriliyordu. Atsız
aynı zamanda dönemin Milli Eğitim Bakanı Haşan Ali Yücel’in de komünistleri
himaye ettiğini ve bunların görevlerini kötüye kullanmalarına göz yumduğunu
ileri sürüyordu (s. 147).
Nihal Atsız’ı mahkemeye veren Sabahattin
Ali oldu.
Nihal Atsız ve arkadaşlarının davası 18
Mayıs 1944 yılından 31 Mart 1947 tarihine kadar sürdü.
17 ay süren mahkeme sonucu mahkum
edildiler.
…ikinci yargılama sonunda 1947 Mart’ında
beraat ettiler.
1944 yılında Atsız’ın ortaya attığı “komünistlik”
suçlamaları 1947 yılma gelindiğinde adeta "geçerlilik” kazanmıştı (s. 149).
Serteller, Görüşler dergisine, Yurt ve
Dünya ve Adımlar dergileri çevresinde oluşmuş olan entelektüellerden de katkı
istemişlerdi. Bu dergilerin editörlüğünü yapan Pertev Naili Boratav’ın yanı
sıra, Behice Boran, Mediha ve Niyazi Berkes gibi akademisyenler de Görüşlere,
yazı sözü vermişlerdi (s. 150).
15 Aralık 1945’de üniversitedeki
görevlerinden Bakanlık emrine alınan Pertev Naili Boratav, Behice Boran ve Niyazi
Berkes, Nisan 1946’da Danıştay kararıyla görevlerine iade edildiler (s. 151).
Yazılı basında “Sol Temayüllü” ya da
“Solcu” Profesörler Davası olarak geçen 3 yıllık mahkeme sürecini başlatan ilk olay
Bayrak dergisinde 67 öğrencinin imzasıyla çıkan bir açık mektuptu.
…yazılı basında başlayan bu atışmalar 5
Mart 1947 günü DTCF’de meydana gelen bir olayla ateşlendi. O gün Fakültenin
halka açık konferans serisinin ilki Pertev Naili Boratav tarafından
gerçekleştirilecekti (s. 152).
(Komünizm
karşıtı sloganlarla belli isimleri hedef gösteren protestolar devam etti)
Göstericiler hakkında herhangi bir ceza
uygulanmadı.
Behice Boran, Niyazi Berkes ve Pertev Naili
Boratav
Ankara Üniversitesi Senatosu bu üç hoca
hakkında Üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezasının uygulanmasına
oybirliğiyle karar verdi.
Ankara Cumhuriyet Savcılığı da basında
çıkan yazılar üzerine 1948 Haziran’ında bir soruşturma başlatır. (Yöneltilen suçlamalar arasında Türkçülük
aleyhinde bulunmak da vardır)
Boran, Berkes ve Boratav Danıştay’a başvururlar
ve başvuruları 30 Ocak 1948 tarihinde kabul edilir (s. 156).
Pertev Naili Boratav, 1950 yılında
mahkemeye üç ana bölümden oluşan bir savunma metni sunar: Müdafaa, Tahliller ve Fiillerin Mahiyeti
Fiillerin Mahiyeti, Türkiye’de folklorun
algılanışı açısından gelinen dönüm noktası üzerine bir değerlendirme niteliği
taşır (s. 159).
Boratav’a yöneltilen suçlamalardan birkaçı
da doğrudan onun folklor üzerine yazdıklarıyla ilgilidir. Bunlardan Yurt ve
Dünya’da yayınlanan iki makalesi suçlamalara özellikle konu olur. “Milli
Sanatın Kaynağı Olarak Folklor” ve “Halk Kahramanları, Sanat Eseri ve Halk
Terbiyesi” isimli bu iki makalede Boratav, Türk folklorunda rastlanan bazı
karakterlerden, milli bir edebiyat vücuda getirilmek için nasıl yararlanılabileceğine
değinir (s. 188).
Boratav’ın Fransa’ya gidişiyle, Türkiye’de
yavaş yavaş gelişen akademik folklor pek de geriye şartlamayacak bir biçimde
“gençlik enerjisini” yitirir (s. 190).
1950’ler
Türkiye’sinde Folklor Çalışmaları
Halkevleri döneminin amatörlüğü akademik
bir yapıda kurumsallaşamamış, bu yöndeki en önemli çabayı sarfeden Pertev Naili
Boratav’ın da önü kesilmişti (s. 193).
1950’ye kadar, Halkevlerinin çatısı altında
derlenen ve sunulan halkoyunları, Halkevleri döneminin kapanmasıyla, resmi
himayeden çıkarak özel kurumların desteğiyle hızla geliştiler.
…diğer folklor türleri, ancak devlet
desteğindeki araştırma kurumları tarafından ele alınır oldular (s. 194).
1932 yılında kapanarak Halkevlerine katılan
Halk Bilgisi Derneği 1946 yılında İstanbul’da yeniden açıldı.
Dernek, Halk Bilgisi Haberleri'nin yayınına
yeniden başlasa da, bu çaba 125. sayıdan öteye gidemedi.
…önemli gelişmelerden biri 1955 yılında
“lstişari Türk Folklor Kongresi” adı altında bir konferans düzenlenmesi oldu.
…kararlardan en önemlisi milli bir Folklor
Enstitüsünün kurulması için Milli Eğitim Bakanlığı ve Üniversite Senatolarına başvurulmasıydı
(s. 195).
İhsan Hınçer
Hmçer, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi
adıyla yeni ve uzun ömürlü bir yayının kurucusu ve yürütücüsü oldu.
1955 yılında oluşan bir diğer kurum da
Ankara’da açılan Türk Halk Sanatlarını ve Ananelerini Tetkik Cemiyeti’ydi (s.
196).
1960’ların en önemli gelişmelerinden biri
olan Devlet Planlama Teşkilatı’nın kuruluşunun folklor çalışmaları üzerinde de
önemli bir etkisi oldu (s. 205).
Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü 1961
Ekim’inde Ankara’da kuruldu.
Milli
Folklor Enstitüsünün Kurulması
“Milli Folklor Enstitüsü” 1966 Nisan’ında
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı bir birim olarak kuruldu (s. 211).
TRT'nin
Folklora Yönelik Çalışmaları
Halk
Oyunlarının Millileşmesi
1940’lardan 1954 yılma kadar, Halkevleriyle
birlikte halk oyunları icrasını içselleştiren bir başka kurumsal ağ da Köy
Enstitüleri olmuştur. Enstitülerde bir tür sabah
ritüeli olarak uygulamaya konulan halk oyunları, bütün öğrenciler tarafından
tekrarlanır ve derslere bu ritüelden sonra başlanırdı (s. 238-239).
…
Türkiye’de
Folklor Araştırmaları İçin Yeni Bir Gündeme Doğru
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder