İsmail
Hakkı Uzunçarşılı - Osmanlı Tarihi 1. Cilt
Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan İstanbul’un fethine kadar
Birinci
Bölüm
XIII. YÜZYILDA ANADOLU’YA BİR BAKIŞ
1071’deki Malazgird meydan muharebesinden
sonra (…)Alp Arslan’ın kumandanlarından Emir Danişmend, Mengûçek, Saltuk Pont
ve Kapadokya taraflarına ve Selçuk Kutulmış’un oğlu Mansur da Likaonya, Firikya
havalisine yerleşmeğe başlamışlardı.
Kutulmış’un
oğlu Süleyman, 1074’de Büyük Selçukilerin yüksek
hâkimiyetini tanımak suretiyle Orta Anadolu hükümdarı olup Konya’yı kendisine
merkez yaptı.
Süleyman, (…) İznik’i zabt ile merkezini
oraya nakletti; İstanbul’u almak istedi; bir taraftan fütuhatı Marmara ve Ege
denizlerine kadar dayandı (1080).
Süleyman 477 H./1084 M. de vefat ettikten
sonra Anadolu’da onun emri altındaki kumandanlar başıboş kaldılar.
Emir Çaka (…) 1095’de Foça, Urla ile
Midilli, Sakız, Sisam adalarım zabt ederek bu havaliye hâkim olmuştu.
Berkyaruk tarafından Süleyman’ın oğlu Birinci Kılıç Arslan Anadolu valiliğine
gönderildi (1094).
Haçlı seferleri vukua geldi (1095). Anadolu’dan
geçen Haçlılar Suriye ve Kudüs'e kadar indiler ve 1099’da Kudüs Krallığı’nı
kurdular. Bu seferler Kılıç Arslan’dan sonra oğlu Mesud ve torunu İkinci Kılıç
Arslan’lar zamanında da Anadolu’dan geçmek suretiyle devam etti; bu
vaziyetlerden istifade eden Bizans İmparatoru İznik ve havalisiyle Marmara ve
Ege taraflarını geri almağa muvaffak oldu.
İkinci Kılıç Arslan, ölümünden evvel
memleketini oğulları arasında taksim etmek hatasında bulundu ve Konya’yı Giyasüddin Keyhusrev adındaki oğluna
vererek onu hükümdar yaptı.
1190 senesinde Alman İmparatoru Fredrik
Barbaros bir haçlı ordusivle Anadolu'ya girerek Selçuk arazisinden geçip Kilikya'ya
gitti.
Tokat Meliki Rükneddin Süleyman 1196’da
kardeşlerine galebe ederek bu devleti tekrar bir idare altında toplamağa
muvaffak olduğu gibi 1201 senesinde de Erzurum taraflarını Saltuklu ailesinden
alarak hududunu genişletti.
Rükneddin Süleyman’ın 601 H./1204 M. de
vefatı üzerine yerine onbir yaşındaki oğlu Üçüncü Kılıç Arslan geçtiyse de biraderi
Süleyman’a karşı mukavemet edemiyerek Bizans’a kaçan Birinci Giyasüddin
Keyhusrev, bir kısım Selçuk beylerinin daveti üzerine Anadolu' ya geldi ve
hükümdar ilan edildi.
Süleyman’ın saltanatının son senesinde (…)
İznik ve Trabzon olmak üzere Anadolu’da iki Rum imparatorluğu kurulmuştu.
Birinci Giyasüddin, İznik imparatoru
Laskaris ile yapmış olduğu Antiyoh muharebesinde (Antiyoh, Menderes nehri kenarında ve Denizli ile Nazilli kasabaları arasında ve Alaşehir'in, altmış üç kilometre güneyindedir.) Rum ordusunu bozdu ise de ihtiyatsız hareket (ettiği için) Selçuk ordusu
bozuldu.
Giyasüddin yerine (…) Birinci İzzeddin Keykâvüs hükümdar ilân edildi.
1214’te Sinop alındı. Genç yaşında vefat
etti, yerine kardeşi Alaüddin Keykubad geçti.
Alâiye (Alanya) bunun zamanında elde
edilerek Selçuk donanmasının tersanesi oldu.
Moğollar bu dönemde Harezm şahlığını yıkıp
batıya doğru ilerlemeye devam ettiler. Bunun neticesidir ki Anadolu’ya o
dönemde İran’dan muhaceret başladı.
Kırım yarımadasındaki Sodak alınarak vergiye
bağlandı (1228).
Antalya etrafındaki bazı kaleler de alınarak
Frenklerin o sahillerden elleri kesildi.
Mengüceklerden Erzincan, Kemah ve Şarkî Karahisar’ı
alarak Selçuk devletinin yüksek hâkimiyetini tanımış olan bu hükümete son
verdi.
Yassıçemen’de Erzurum Meliki mağlup edildi.
Anadolu Selçukîleri hududu Gürcistan’a dayandı.
Celâlüddin Harezmşah’ın 1231’de ölümünden
sonra artık Moğollara karşı hiçbir mania kalmadı; bir kısım Harezm beyleri
Alâüddin Keykubad’a müracaat ederek Doğu Anadolu hudutlarına yerleştirildiler.
1231’de Çermagon Noyan kumandasında bir Moğol akıncı kuvveti Erzurum’u zabt ve
Sivas’a kadar geçtiği yerleri tahrip ettikten sonra döndü; Bunların Anadolu’ya
taarruzlarının Gürcü kraliçesi Rosodan’ın teşvikiyle olduğundan dolayı Alâüddin
Keykubad o tarafa sefer yaparak kraliçeyi sulhe mecbur etti; kraliçenin kızı
prenses Tamar, Alâüddin ’in büyük oğlu Gıyasüddin Keyhusrev’e nikâhlandı. (s.
7)
Bu dönemde Alâüddin Keykubad ile Eyyubiler
arasında çekişmeler yaşandı. Moğol tehdidi kapıda dururken bu iki devletin
çekişmelerine Abbasi halifesi Müstansırbillâh engel oldu. İki devletin arasını
bularak barışıklığı temin için mütareke yaptırdı (634 Muharrem/1236 Eylül).
Alâüddin Keykubad’ın vefatından az evvel
Moğol Kaanı Ogöday Moğolların yüksek hâkimiyetini tanımasını teklif etti; Keykubad
bu teklifi kabul etti.
Alâüddin Keykubad’ın yerine oğlu İkinci Gıyasüddin Keyhusrev hükümdar oldu. Amcası zamanında başlayan ve değerli
devlet adamlarının katledilmelerini mucip olan fena âdet, babasının ve daha
sonra bunun zamanında da devam etti.
1241’de korkulu bir hal alan Baba İshak adındaki Batınî isyanı, Maraş,
Kefersud ve sonra Sivas, Tokad, Amasya'ya doğru yayılmıştı; nihayet zorlukla
bastırıldı.
1242 senesi içinde Moğol kumandanı Baycu Noyin
kumandasındaki otuz bin kişilik bir Moğol ordusu Erzurum’u kuşattı. …bütün
erkekleri süt emen çocuklara varıncaya kadar öldürüp kadınlarını esir etmişler
ve şehri harabeye çevirmişlerdir.
Elli bin kişilik bir süvari kuvvetiyle
bizzat Giyasüddin Sivas'a geldi. 11
Muharrem 641/1 Temmuz 1243’de Sivas'ın Zara kasabası şimalindeki Kösedağı
tarafında vukua gelen muharebede Moğollar evvelâ mağlup vaziyete düşmüşlerse de
sonradan kendilerini toplayarak galip geldiler. Selçuk ordusu dağıldı.
Bundan sonra onbeş gün muhasaradan sonra
Kayseri düştü; Erzurum'daki gibi bütün erkekler katledilip kadınlar esir
alındı; bu mamur şehir de tahrip edildi.
Kösedağı bozgunluğu üzerine Selçuk veziri
(…) Baycu Noyin’in yanına gidip uzlaşma teklifine karar verdiler. …anlaşma
gereğince, Moğollara senelik bir vergi ve hayvan verilecekti.
Selçuk Devletinin istiklâlini kaybetmesi
üzerine bu devlete her sene vergi veren Kilikya Ermeni kıralı Hetum vergiyi
kestiği gibi fırsatı kaçırmayarak Selçukilere ait bazı kaleleri de işgal ile katliâm
yapmış ve bundan başka Kayseri felâketini müteakip kendisine iltica etmiş olan
Giyasüddin’in valdesi Mahperi hatun ile zevcesini ve kızını Moğol kumandanına
teslim ederek onlarla birleşmişti.
Bu sırada Selçuk hükümdarı İkinci
Giyasüddin Keyhusrev vefat etti (644 H./1246 M).
II.
İzzeddin Keykâvüs, Selçuk ümerasının
karariyle hükümdar ilân edildi. 1249’dan sonra 1257 yılına kadar hükümdarlığı
üç kardeş (İzzeddin Keykâvüs, Rüknüddin Kılıç Arslan, Alâüddin Keykubad)
birlikte yürüttü.
Bu sıralarda Moğol kumandanı Bayçu Noyin,
Selçuk Devletinin taahhüd ettiği vergi ve hediyeleri zamanında vermediğinden
dolayı Anadolu'ya girdi. Muharebeyi kaybeden II. İzzeddin Keykâvüs evvelâ
Antalya'ya ve oradan da Rum İmparatorluğu’na sığındı.
Hulagû Han, Selçuk memleketlerinin iki
kardeş arasında taksimini emretti. Sivas
ırmağı hudut kesilerek bunun doğusundaki yerler Dördüncü Rükneddin Kılıç
Arslan’a ve batısındaki vilâyetler de İkinci İzzeddin Keykâvüs’e verildi.
(Bu dönemde Anadolu tamamen Moğolların
tahakkümü altına girdi. Sözde hükümdarlar Moğollara yaranmak suretiyle
koltuklarını koruyabiliyorlardı. Sınır beyleri Moğollara karşı kendi başlarının
çaresine bakmağa başladılar) (s. 13-14)
Moğol kuvvetleri, Selçuk kuvvetleriyle
birlikte Baybars’a karşı yürüdüler; Moğollar, Selçuk askerine itimad edemediklerinden
yalnız başlarına harbe karar verdiler. Elbistan ovasında yapılan muharebede
Moğollar bozuldular, çok telefat verdiler, kumandanlarından çoğu öldü (1277
Nisan/675 Zilkade).
Bu mağlubiyet üzerine Selçuk kuvvetleri ve
Muînüddin Süleyman Pervane kaçtılar; bir kısım Selçuk beyleri esir düştü. Harbi
kazanan Baybars Kayseri ye gelerek bir hafta kadar kaldı; namına para bastırdı.
Abaka Han, büyük bir ordu ile Anadolu'ya
geldi. …harpte ölen Moğolların intikamını almak için Kayseri'den Erzurum'a
kadar olan sahada katliâm yaptırarak en aşağı iki yüz bin kişiyi öldürttü.
1283
den sonraki durum
Selçuk hükümdarı İkinci Mesud’un bir Moğol
valisi kadar bile ehemmiyeti yoktu.
…halk Moğollara verilen vergilerin altından
kalkamayarak eziliyordu
Tebriz’de İlhan bulunan Keyhatu’ya karşı vuku
bulan ayaklanma üzerine Hulagû’nün torunlarından Baydo, İlhan oldu ise de aynı
sene içinde Argun Han’ın oğlu Gazan Han, Baydo’yı
bertaraf ederek İlhanlığı ele geçirmişti (694 H. 1295 M.).
Gazan Han bu idare tarzının fenalığını ve
halkın Selçuk ailesine rabıtasını görerek Sultanlığı iade etti. İkinci İzzeddin
Keykâvus’un torunu ve Feramerz’in oğlu olup o tarihte yanında bulunan Alâüddin
Keykubad’ı Selçuk hükümdarı ilân etti (1296).
Alâüddin Keykubad, Gazan Han’ın biraderinin
kızını almış olduğundan İlhan ailesine rabıtasından dolayı Gazan’ın teveccühüne
güvenerek şımarık hareket etti.
…yerine de ikinci defa Giyasüddin Mesud
Selçuk sultanı oldu (1302).
…kendisine tahsis edilen bir miktar
tahsisata kanaat ederek Kayseri 'de oturuyordu. Yalnız adı sultandı. Son
zamanlarında bir sene kadar felçten yattıktan sonra 1308 de vefat etti ve artık
yerine o aileden kimse hükümdar tayin edilmedi ve Anadolu’nun idaresi umumî
valilikle Moğol beylerinden birisine verildi.
XII.
ve XIII. Yüzyıllarda Anadolu’daki Kültür ve İmar Hareketlerine Bir Bakış
XII. yüzyılın ikinci yarısında (…) Anadolu
Selçuk devletinin ilmî ve içtimai bakımlardan kalkınmakta olduğu görülüyor.
İlme ve âlime gösterilen itibar, yakın
coğrafyalardan âlim, mütefekkir, edip ve sanatkârların Selçuk memleketlerine gelip
yerleşmelerine sebep olmuş.
Şahabeddin Sühreverdî Anadolu’ya geldiği
zaman (…) işrakiyun felsefesini Anadolu’da yaymasına ses çıkarılmadı.
XIII. yüzyıl, fikir hareketleri ve iktisadî
durum itibariyle Anadolu’nun en mesud bir devridir. Alâüddin Keykubad, şair,
ressam ve mahir bir oymacı idi.
Mevlâna Celâlüddin Rumî, Necmeddin Dâye,
Seyyid Burhanüddin Muhakkik-i Tirmizî gibi yüksek mutasavvıflar bunun devrinde
büyük hürmete mazhar olmuşlardı.
Urmiye’li Kadı Siracüddin (Ebü’s Sena
Mahmud bin Ebi Bekir) kelâm ile tasavvuf arasındaki fark dolayısıyla mutasavvıflara
daimî surette târizde bulunmuş ve garip tesadüf eseri olarak Mevlâna Celâlüddin
Rumî’nin cenaze namazını kıldırmıştır.
Eski Türk hükümetlerinde olduğu gibi
Selçukîlerde de devlet, hükümdar ailesinin müşterek malı idi
İkinci Kılıç Arslan’ın memleketi on bir
oğlu arasında taksim etmesi o zamanki hududu dahilinde Selçuk hükümetinin on
bir eyalete ayrılmış olduğunu göstermektedir.
Selçukilerde maaşlı ve ikta yani timarlı
olmak üzere başlıca iki nevi asker vardı. Bundan başka aşiret kuvvetleri,
yardımcı halk gönüllü kuvvetleri ve fazla askere lüzum olduğu zamanlarda
toplanan Cerehur yani ücretli asker kuvvetleri de vardı.
Bütün askerî işler merkezdeki “ divan-ı
ârız” denilen divanda görülürdü.
İkinci
Bölüm
XIII. YÜZYILDA RUM İMPARATORLUĞUNUN ANADOLU’DAKİ SON DURUMU
Haçlı seferlerinden sonra Bizanslılarla
Türkler arasında hudut, onüçüncü asır ortalarında Bolu, Eskişehir, Kütahya,
Afyon Karahisar, İsparta ve Denizli'nin batısından itibaren tesbit edilmişti.
İstanbul'da imparator Üçüncü Aleksi J. Lanj
1195 senesinde kardeşi imparator Izak’ı saltanattan indirip oğluyla beraber
hapsettikten sonra kendisi imparator olmuştu.
Hapitan kaçan Izak ve oğlu Aleksi Venedik’e
gidip toplanmakta olan Haçlı ordusunu İstanbul’a karşı kışkırttı.
İstanbul’a gelen haçlı kuvvetleri 1203 Temmuzunda
imparator Aleksi Lanj’ı tehdit ile saltanattan indirip Izak ve sonra oğlu IV.
Aleksi’yi imparator ilân etmişlerdir.
12 Nisan 1204’de Haliç'teki surlardan
içeriye girmek suretiyle şehrin tamamını işgal ederek bir Lâtin İmparatorluğu
kurdular.
İstanbul’un Lâtinler tarafından işgali
üzerine Teodor Laskaris Anadolu’ya kaçmış ve İznik şehrini elde edip İznik
İmparatorluğu’nu kurmuştu.
Bundan başka Trabzon’da Komnen ailesinden
Aleksi Komnen ve Menderes taraflarında Morozomos da birer hükümet kurmuşlardı.
İkinci Laskaris 1258 senesinde ölünce
yerine 7-8 yaşlarındaki oğlu Jan getirildi. Muktedir bir kumandan olan Mihail Paleolog
1259’da küçük imparatora vasi oldu.
Paleolog 1261 ’de İstanbul'u işgal edip
merkezini buraya taşıyarak kendi hanedanını kurdu. Asıl İmparator olan Jan’ın
gözlerine mil çektirdi. Bizans’ın merkezi yeniden İstanbul’a taşındıktan sonra
sınır boylarında Türk akınları tekrar başladı.
Üçüncü
Bölüm
XIV. YÜZYILDAN İTİBAREN ANADOLU BEYLİKLERİNİN SİYASÎ DURUMLARI
Moğol tehdidinden sonra Anadolu’nun
doğusundaki bazı beylikler batı hududuna taşındı. Bunlar, Bizans’a karşı
giriştikleri muharebelerde başarılı oluyorlardı. Batıda başarı elde eden
Türkmenler, buralarda beylikler oluştururken, doğu cenahındaki Moğollarla
çatışmamak için onlara vergi ödüyorlardı. (s. 40)
XIV. yüzyıl başlarında Anadolu’da artık bir
Selçuk devleti yoktu. Anadolu idaresi İlhanı
hükümdarı tarafından umumî valilere verilmişti.
Anadolu umumî valileri içinde en kudretlisi
İlhanilerin beylerbeğisi yâni umum ordular kumandanı olan Emir Çoban’ın oğlu
Demirtaş’tı. Demirtaş bir ara Anadolu’da bağımsızlık hevesine kapıldıysa da
babası tarafından zapt edildi. Bir süre sonra affedilip tekrar aynı görevle
Anadolu’ya döndü. Batıdaki beylikleri ortan kaldırmaya giriştiği bir dönemde
hırsının göze batacağından endişeyle Mısır’a kaçtı (1327). Bu tarihten sona
Anadolu valiliği Eredna Bey’e kaldı.
Karaman
Oğulları Beyliği
Karaman aşiretinin, Oğuzların Salur veya
Afşar boylarından birisine mensup oldukları hakkında iki rivayet vardır.
Birinci Alâüddin Keykubad (…) 1228 senesinde de Kilikya Ermenilerinden aldığı
Ermenâk taraflarına da Karaman aşiretini yerleştirmişti.
Bu tarihte Karaman aşiretinin beyi Sadeddin
oğlu Nûre Sofi adında Babalîlerden birisi idi.
Şemseddin Mehmed Bey (Nûre Sofi’nin
torunudur), Konya’yı zabt ederek Selçuk hanedanından olduğunu iddia ettiği
Giyasüddin Siyavüş adında birisini — ki Selçuknâmelerde tezyif yollu Cimri
denilmektedir— Selçuk hükümdarı ilân ederek Siyavüş adına para bastırıp kendisi
de onun vezir ve kumandanı olmuştur (1277). 1 yıl sonra Moğol ve Selçuklulara
karşı çarpışırken ölmüştür.
Anadolu bu dönemde doğudan gelen
Moğol-İlhanlı ve güneyden gelen Memluk baskısı altındadır. Karamanoğulları bu
kargaşa döneminde belli dönemlerde otoritelerini kaybetmişse de bölgede
varlıklarını korumayı başarmışlardır.
1361’de Karaman hükümdarı olan Alâüddin Ali
Bey, Osmanlılarla ilk münasebatta bulunan zattır.
Alâüddin Ali Bey, 1370’den evvel Osmanlı
hükümdarı Murad Hüdavendigâr’ın kızı Melek hatunu almış ve bu suretle iki
devlet arasında akrabalık teessüs etmişse de bu iki beylik birbirleriyle
savaşmaktan geri kalmamışlardır.
Osmanlı beyliğinin Anadolu’ya akınları
Yıldırım Bayezid zamanında iyice artmıştır.
Yıldırım Bayezid, Akçaçay muharebesinde
Karaman ordusunu bozmuş ve Konya'ya kapanan Alâüddin Bey’i orada yakalayarak
öldürtmüş ve bunu müteakip beyliği ortadan kaldırmıştır (1389).
Alâüddin Bey’in katlinden sonra iki oğlu ve
karısı Melek hanımı Bursa’ya göndermiştir. Timur 1402’de beyliği tekrar ihya ettikten
sonra beyliğin başına Alâüddin Bey’in büyük oğlu Mehmed’i geçirmiştir.
Eşref
Oğulları Beyliği
Merkezleri Beyşehir olan bu beyliği kuran
Selçuk emirlerinden Eşref oğlu Seyfüddin Süleyman Beydir.
Süleyman Beyden sonra yerine büyük oğlu Mübarizüddin
Mehmed Bey geçmiş ve Akşehir ve Bolvadin şehirlerini de elde etmiştir.
Anadolu beylerini ortadan kaldırmak isteyen
Anadolu valisi Demirtaş, bu beyliğe son vermiştir.
Hamid
Oğulları Beyliği
Borlu, Isparta, Eğirdir, Yalvaç taraflarına
yerleştirilmiş olan Hamid Bey idaresindeki Türkmen aşiretinin [muhtemelen Teke]
kurmuş olduğu beyliktir.
Hamid beyliğine Eğirdir gölünün güneyindeki
eski adı Prostana olan Eğirdir kasabası merkez olmuş ve Feleküddin Dündar Bey
(Hamid Bey’in torunu) burada bazı tesisler vücuda getirerek şehre Felekâbâd adı
verilmiştir.
Demirtaş, Anadolu beyliklerinin üzerine
yürüdüğü dönemde Dündar Bey’i de yakalayarak katlettirmiştir (1324). Demirtaş
tehdidi ortadan kalktıktan sonra Dündar Bey’in oğulları, bölgede hükümranlığa
devam etmişlerdir. Murat Hüdavendigar ve Yıldırım Bayezid dönemlerinde bu
beylik, Osmanlı beyliğine biat edip tarihe karışmıştır.
Menteşe
Oğulları Beyliği
13. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
bugünkü Muğla ve çevresinde görülen Menteşe Oğullarının bu bölgeye nereden gelip
yerleştikleri bilinmemektedir.
Menteşe Bey’in babasının adı Eblistan ve
onun babasının ismi de Kuri Bey’dir.
Menteşe Bey’in oğlu Mesud Bey, donanmasıyla
1300’de Rodos adasına taarruz ederek adayı Rumlardan almıştır. Papa V. Kleman ile Fransa kıralı Güzel Filip’in yardımlarıyla
Sen Jan şövalyeleri Rodos’a hücum ederek 15 Ağustos 1310’da adayı tekrar
aldılar.
Yıldırım Bayezid döneminde Osmanlılar
tarafından ilhak edilen beylik Timur tarafından yeniden ihya edilmiştir. Çelebi
Mehmet döneminde bu beylik Osmanlılara biat etmiştir.
Germiyan
Oğulları Beyliği (İslam Ansiklopedisi)
1239’da Baba İshak isyanı sırasında Selçuklu
Devleti hizmetinde Malatya civarında bulunan Germiyanlılar, Hârizm Hükümdarı
Celâleddin Mengübertî ile bu bölgeye gelmiş olmalıdırlar.
…aşiretin ilk tarihî şahsiyeti olarak Baba
İshak isyanı sırasında Malatya’da faaliyet gösteren Alişîr oğlu Muzafferüddin’in
adına rastlanır.
Alişîr’in, 1264 yıllarında Moğollar tarafından
öldürüldüğü bilinmektedir.
Beyliğin ilk müstakil idarecisi olan Yâkub
Bey devri (1300- 1340) Germiyanoğullarının en güçlü dönemini oluşturur.
Yakup Bey’den sonra yerine Çağşadan lâkablı
oğlu Mehmed Bey geçmiştir. Babası zamanında Katalanların eline geçmiş olan Kula
ile Simav gölünü Rumlardan almıştır.
Beylik, Yıldırım Bayezid tarafından ilhak
edildi. Ankara Savaşı’ndan sonra yeniden ihya oldu ve başına Yakup Bey geçti.
Erkek evladı olmayan Yakup Bey, beyliğini Osmanlılara vasiyet etmiş ve Yakup
Bey’in ölümüyle birlikte de bu beylik tarihe karışmıştır.
Sahip
Ata Oğulları
Afyon Karahisar’da kurulmuş olan küçük
beyliğe Cami-üd-Düvel’de Karahisar valileri denilmektedir.
Karahisar-ı Sahib beyleri, Sahib Ata’nın
Tacüddin Hüseyin ve Nusratüddin Hasan adlarındaki iki oğlundan Hasan’ın oğlu
ile torunlarıdır. Beylik, 1324’ten sonra Germiyan beyliğine ilhak olunmuştur.
Ladik
yahut Denizli Beyliği
Laodisa veya Ladik bir kaç defa Türk
istilâsına uğramış ve nihayet onüçüncü asır başlarında Birinci Giyasüddin Keyhusrev
tarafından zabt edilmiştir.
Ladik yahut Denizli, Selçukîlerin hudut vilâyetlerinden
olup bir zamanlar Sahib Ata oğulları idaresinde bulunmuş ve daha sonra
Germiyanlılarm işgaline uğrayarak onlar tarafından Ali Bey adında bir emir
burada uç beyi olarak bulunmuştur. Germiyan
beyliği tahakkümü altında uç beyliği olarak yönetilmiştir.
Aydın
Oğulları Beyliği
İyoniya bölgesinde bir beylik kurmuş olan
Aydın oğlu Mehmed Bey, ilk zamanlarda Germiyan ordusu subaşısı idi.
1310’da Mübarizüddin lâkabını alan Mehmed
Bey, Müslüman İzmir'ini ve 1326 senesinde de Sahil (Kâfir) İzmir'ini aldı ve
Birgi'yi kendisine merkez yaptı ve beyliği mıntıkalara ayırarak oğullarını
oralara tâyin etti.
Mehmed Bey’in ölümünden sonra yerine oğlu
Umur geçti.
Bizans İmparatoru Üçüncü Andronikos’un
Midilli ve Foça’daki âsi Cenevizliler üzerine donanma ile yaptığı harekâtta,
Umur Bey, Bizans İmparatoruna yardım etti.
Bizanslılara karşı olan Arnavutluk isyanı
Umur’un yardımıyla bastırıldı.
1341’de İmparator Andronikos’un vefatı
üzerine büyük Domestik henüz küçük yaşta olan yeni imparatora vasi oldu.
Dimetoka’ ya giden Domestik Kantagüzen
orada imparatorluğunu ilân etti. Umur Bey bu süreçte Kantagüzen’e yardım etti.
Papa’nın donanmasıyla Venedik, Ceneviz, Rodos
şövalyeleri ve Kıbrıs kırallığı donanmaları birleşerek İzmir'e hücum ettiler.
Umur bu saldırılarda donanmasını kaybetti. Sahil İzmir’i kaybeden Umur Bey,
kaybettiği sahili geri almaya çalışırken muharebe alanında öldü (1348).
Yıldırım Bayezid Anadolu beyliklerini ilhak
ettiği dönemde Aydın Beyi İsa, Yıldırım Bayezid’e direnmemiştir. Yıldırım
Bayezid ayrıca İsa Bey’in kızı Hafsa ile nikâhlanmıştır. Ankara Savaşından
sonra Aydın Beyliği bir süre daha bölgede varlığını sürdürdü.
Saruhan
Oğulları Beyliği
Türk aşireti reisi Saruhan Bey tarafından
on dördüncü asır başlarında Lidya’da Hermon (Gediz) nehri vadisinde kurulmuştur.
Saruhan Bey’in dedesinin Harezm emirlerinden olması muhtemeldir.
Saruhan Bey Manisa’yı zapt ettikten sonra
donanma kurup korsanlık yapmıştır. Cenevizlilere karşı verdiği mücadelelerde
bir ara Bizans ile ittifak yapmıştır.
Saruhan
Bey’den sonra yerine oğlu Fahreddin İlyas Bey geçmiştir. İlyas Bey, kendisini
sık sık ziyaret eden Bizans İmparatoru Yuannis’i rehin alarak fidye istemeyi
planlamış, bu planı bilen bir yakını İmparatoru haberdar etmiş ve İmparatorun
davetine icabet ettiği bir sırada kendi kurduğu tuzağa düşmüştür. Fidye ve
çocuklarını rehin bırakarak esaretten kurtulmuştur. 1364’te vefatından sonra yerine
oğlu Muzafferüddin İshak Bey geçmiştir. Bu bey 1388’de vefat etti. Yıldırım
Bayezid’in 1390’daki Anadolu seferinde beylik dağılmıştır. 1402’de Timur bu
beyliği yeniden ihya etti. İshak Bey’in oğlu Orhan beyliğin başına geçti. Hemen
sonra kardeşi Hızırşah’la mücadeleye düştü. Çelebi Mehmet zamanında ilhak
edilen beylik Osmanlılara katıldı.
Karasi
Beyliği
Karesi ailesinin büyük ceddi on birinci
asrın ikinci yarısı içinde Orta Anadolu'da bir devlet kurmuş olan Melik Dânişmend
Gazi’dir.
1302’den sonra Bergama ve Balıkesir'i
alarak Balıkesir’i yeni kurulan Beyliğine merkez yapmışlardır.
Karesi bey Moğollardan kaçarak kendisine iltica
eden halkı ve Ece Halil kumandasıyla Dobruca'dan gelen Sarı Saltuk Türkmenlerini
kendi arazisine yerleştirmek suretiyle işgal ettiği mıntıkada Türk nüfusunu
arttırdı.
Karesi Bey’in 1328’den evvel öldüğü
anlaşılıyor.
Oğullarından Demirhan Balıkesir emîri olmuş
ve kardeşi Yahşi han da Bergama beyliğinde
bulunmuş ve Dursun Bey ise Osmanlı hükümdarı Orhan Gazi’nin yanına kaçmıştı.
İbn-i Batuta, Demirhan’ın halk tarafından
sevilmediğini ve hayırsız bir adam olduğunu söylüyor. Muhtemelen Demirhan’ın
oğlu olan Süleyman Bey, Bizans kaynaklarında Truva taraflarının sahibi olarak
gösterilir. Süleyman Bey Bizans kumandanlarından Vatas’ın (Vatatzes) damadı
idi. Bu beylik, on dördüncü yüzyıl sonlarında Osmanlılara ilhak oldu.
Candar
Oğulları Beyliği
Kastamonu ve Sinop’ da kurulmuş olan beyliğe
adı verilen Şemseddin Yaman Candar, Anadolu Selçukîleri ümerasındandır. Osmanlı
tarihlerinde bu beyliğe İsfendiyar oğulları beyliği denilirdi.
Şemseddin Yaman Candar’ın vefatından sonra
yerine oğlu Süleyman Paşa geçti. Süleyman Paşa 1308’de Kastamonu’yu zapt etti. İlhanlıların
hakimiyetini tanımak suretiyle beyliğini koruyan Süleyman Paşa, 1322’de Sinop’u
ele geçirmiştir. 1339’da oğlu İbrahim, babasına isyan ederek Kastamonu’yu zapt
etmiştir. Murat Hüdavendigar zamanında beylik toprakları ikiye bölünmüştür.
Candar Oğulları Beyliğinin Kastamonu havalisi Yıldırım Bayezid zamanında ilhak
edildi. Sinop Hükümdarı İzzeddin İsfendiyar Bey; validesi tarafından Osmanlılara
mensuptur. Ankara Savaşından sonra Candar Beyliğinin tamamı İsfendiyar Bey’e
verilmiştir.
İsfendiyar’ın yerine oğlu İbrahim Bey
geçmiştir. İbrahim Bey, kızı Hatice Hatun’u vermek suretiyle II. Murad’ın kayın
pederi olduğu gibi daha sonra Çelebi Mehmed’in kızı Selçuk Hatun’u da almak
suretiyle eniştesi de olmuştur.
Kayı
Boyu - Ertuğrul - Gazi Osman Bey
Oğuz Han’ın Günhan, Ayhan, Yıldızhan, Gökhan,
Dağhan, Denizhan adlarında altı oğlu vardı. Bu altı Oğuz boyunun Gün, Ay ve
Yıldız hanlarından gelen kollarına Bozoklu ve diğer Gök, Dağ ve Deniz kollarına
da Üçoklu denilirdi.
Oğuz hanın altı oğlundan her birinin dört
boyu olup hepsi yirmi dört boydu.
Oğuz Han’ın kardeşleri ve amcaoğullarından
Oğuzlara düşman olarak Uygur, Kankli, Korluk, Kıpçak, Kalaç, Ağaçeri ve Ayferi
boyları da vardı.
Gün Han’ın derece sırasıyla Kayı, Bayat,
Elkaevli, Karaevli denilen dört boyu ve Ayhan’ın yine derece sırasıyla Yazır,
Düger, Dodurga, Yaperli ve Yıldızhan’ın Avşar, Kızık, Beğdili, Kargın boyları
vardı.
Gökhan’ın Bayındır, Biçne, Çavundur, Çepni
ve Dağhan’ın Solur, Eymür, Alayundlu, Üreğir ve Denizhan’ın ise İğdür, Bunduz,
Yıva, Kızık isimlerinde boyları vardı.
Kayı’nın mânası, muhkem, kuvvet, kudret sahibi demektir.
Bayat’ın manası nimetli demektir.
Elkaevli, her yere yarar, muvafakat eder demektir.
Karaevli, kara çadırlı oldukları için bu adla anılırlar.
Yazır veya Yazar, çok vilayet sahibi, iller ağası demektir.
Düger, dirilmek için toplanılan yere gelenler demektir. Başka bir
kayda göre, def eden, kovan demektir.
Dodurga, mülk, yasa sahibi demektir.
Yaperli, zora rağmen işini beceren kimselere denilir.
Avşar, çevik, ava hevesli manasındadır.
Kızık, kuvvetli, dirençli, iradeli demektir.
Beğdili, sözü değerli manasındadır.
Kargın, doyurucu manasındadır.
Bayındır, bay ve nimetli manasındadır.
Biçene, cengâver, gayretli manasındadır.
Çavundur, namuslu demektir.
Çepni, düşmanı gördüğü yerde savaşan kişilere denir.
Salur, saldırır demektir.
Eymür, ulu zengin manasındadır.
Alayundlu, kısrakları iyi ve ala atlı demektir.
Üreğir veya Yüreğir, daima iyilik
ve ihsan edici manasındadır.
İğdir, iyilik ve ululuk manasındadır.
Yıva veya Yuva, hepsinden üstün
demektir.
Bunduz, mütevazı ve hizmet edici demektir.
Kınık, herkesten aziz ve muhterem demektir.
Kayı
Boyu ve Osmanlı Ailesi
Osmanlıların ilk aşiret devirleri hattâ
beylik kurdukları zamanların tarihi pek karışık olup eldeki malûmatın mühim bir
kısmı sonradan yazılmış eserlere dayanmaktadır,
Tarihî ananelere göre Kayı boyunun bir
kısmı I. Alâüddin Keykubad (1219 - 1236) zamanında Ankara'nın batısındaki
Karacadağ taraflarına yerleştirilmişlerdir.
Geleneğe göre bu bölgeye iskân edilen
Kayılar dört yüz çadır balkı olup XIV. yüzyılın ikinci yansında reisleri
Ertuğrul Bey’di.
Osmanlı hanedanına ait meçhul noktalardan
birini de Ertuğrul Bey’in babası ve nesebi meselesi teşkil etmektedir; Ertuğrul
Bey’in babasının şimdiye kadar tarihlerimizin kaydettikleri gibi Süleyman Şah
olduğu şüpheli olup yeni araştırmalar neticesinde bunun Gündüzalp olması
ihtimal dahilinde görülüyor.
Ertuğrul Bey’in validesi Hayme anadır.
Merkezi İznik’te bulunan Rum İmparatoru
Selçuklu hududuna saldırınca (1231), Alâüddin Keykubad’ın yaptığı sefer
esnasında Ertuğrul Bey’de onun yanındadır. Bu çarpışmalarda Rum ordusu
yenilmiş, Ertuğrul Bey zaferden sonra Karacahisar’ı daha sonra Söğüt’ü zapt
etmiştir.
Kayı aşireti Ertuğrul’un hayatında kışlak
olarak Söğüt'de ve yaylak olarak da Domaniç'de yerleşmişlerdir.
Kayı aşireti Ertuğrul’un küçük oğlu Osman
Bey’i intihap etti. Osman veya Otman Bey babasının son demlerinde de ona
vekâlet ediyormuş; fakat Ertuğrul’un kardeşi Dündar Bey de birliğe reis olmak
istediğinden aralarında ihtilâf hasıl oldu. Osman, Kayılara baş olduktan sonra
Dündar Bey’in itilafı devam etti ve neticede katledildi.
Osman Bey 1258’de Söğüt'de doğmuştu.
Buna göre aşiret beyi olduğu zaman yirmi üç
yaşında idi.
İznik İmparatorluğu’nun 1261’de İstanbul’a
nakliyle Paleolog hanedanı kurulduktan sonra hudutta idare zayıflamış, bu
durumdan istifade eden Osman Bey hudut boylarını almağa başlamıştır.
Osman Bey’in faaliyeti esnasında Anadolu’da
Ahilik ve Babaîlik olarak iki mühim tarikat vardı. Ahi reislerinden olup
Eskişehir civarında İtburnu mevkiinde tekkesi bulunan Şeyh Edebalı, o havalinin
en itibarlı ve sözü geçen ulularındandı; tahsilini Mısır’da yapmış olan
Edebalı’nın kızı Malhon hatunu (Malhon ismi başka kayıtlarda Rabia ve Bâla diye
geçer) Gazi Osman Bey almış ve bu suretle Ahilerin nüfuzundan istifade
etmiştir.
Osman Bey’in komşuları olan Rum beylerinin
en kuvvetlisi İnegöl beyi idi. Osman Bey ilk olarak bu
kuvvetli hasmı ile çarpıştı ise de muvaffak olamadı ve biraderi Sarubatı’nın
oğlu Bay Hoca’yı şehid verdi.
Karacahisar beyi ile Domaniç civarında
muharebe eden Osman Bey bu defa da harpte kardeşlerinden Sarubatı veya
Gündüzalp’i kaybetti ise de harbi kazandı.
Osman Gazi’nin muvaffakiyetleri komşu Rum
beylerini korkuttuğundan bunlar Osman Bey’i Yarhisar Rum beyinin düğününe davet
ederek o vesile ile kendisini öldürmek istemişlerdi. Keyfiyetten haberdar
edilen Osman Bey aldığı tertibat üzerine Yarhisar ile Bilecik'i zapt etmiş ve
gelin olarak Bilecik (Belekoma) beyinin oğluna verilecek olan Yarhisar beyinin
kızını esir alarak oğlu Orhan’a nikâhlamıştır (1299).
İpekçilik ve dokuma ve demir madenleriyle meşhur
olan Bilecik'in alınması mühim bir başarı olduğundan faaliyetine devam etmek
üzere Osman Bey uç beyliği merkezini buraya nakletti.
İznik'in zaptına doğru bir adım olmak üzere
Yenişehir tarafı alınarak orayı Yenişehir adiyle bir Türk şehri kurulmuş ve
harb sahasına yakın olmak üzere burası karargâh yapılmıştır (1301).
Rum beyleri ve Bizans İmparatoru birleşerek
Osman Bey’e karşı ordu kurdular. Osman Bey, bu müttefik kuvvetlerini Koyunhisar
(Baphaon) muharebesinde bozguna uğrattı. Harpte Osman Bey’in yeğeni Aydoğdu şehit
oldu (27 Temmuz 1302).
Osman Bey 1308’de Karahisar denilen Trikokiya’yı
(Karahisar) alıp İznik’i sıkıştırmaya başladı.
Osman Gazi’yi 1320 senesinden itibaren
faaliyette görmüyoruz. Tarihler nikris hastalığı sebebiyle oğlu Orhan Bey’i vekil
yaptığını yazarlar. Orhan Bey, Mal Hatun’un oğludur.
Risale-i Felekiyye (Ayasofya kitapları
numara 2756); bu kitapta Memalik-i Rum-ül-mahrusa başlığıyla uç beylerinden (…)
Osmanoğlu Orhan Bey ile diğerlerinin İlhanilerin hâzinesine verdikleri vergi
miktarı gösterilmiştir. Dolayısıyla, on dördüncü yüzyılın başlarında Osmanlı
Beyliği, Anadolu’ya hâkim olan İlhanlıların tahakkümü altındadır.
Osman Gazi’nin vefatı 1326’da Bursa’nın
alınmasından sonradır.
Osman Bey adına ne bir kitabe ve ne de bir sikke
(para) vardır.
Osman Gazi’nin Orhan Bey’den başka Alâüddin
Ali, Pazarlu, Çoban, Melik, Hamid isimlerinde altı oğlu ile Fatma adında bir kızı
vardır.
Şeyh Edebalı ile kızı olan Osman Bey’in
zevcesi Osman Gazi’den evvel vefat ederek Bilecik'teki tekkenin yanındaki
türbeye defnedilmişlerdir. Bu türbe Yunan işgalinde Bilecik kasabasıyla beraber
yakılmıştır.
Beşinci
Bölüm
OSMANLI BEYLİĞİNİN KURULUŞU
1326’da mühim bir kuvvetle Bursa üzerine
yürüyen Orhan Bey, Atranos (Orhaneli) kalesini alıp yıktıktan sonra Bursa önüne
gelerek Pınarbaşı mevkiinde karargâhını kurmuş ve kaleyi sarmıştır.
6 Nisan 1326 tarihinde Bursa Türklere
teslim edilmiştir. Kale muhafızı Evrenuz
Müslüman olarak Osmanlı hizmetine girmiştir.
Bursa’nın zabtından sonra beylik merkezi
buraya nakledilmiş şehir yeni binalarla süslenmiştir.
Türklerin Kocaeli yarımadasındaki kaleleri
alarak Boğaz'a inmeleri Bizans İmparatorluğunu telâşa düşürdü. Birliklerini
toplayarak 1329 Mayısında Orhan’ın üzerine yürüyüp kendisine Anadolu yakasında sahilde
karargâh kurdu. Bu sırada İznik kuşatmasıyla meşgul olan Orhan Bey,
kuvvetlerinin başında Bizans ordularının üzerine yürüdü. Çarpışmalar sonucunda
Bizans ordusu perişan oldu. Yaralanan İmparator deniz yoluyla İstanbul'a kaçtı.
Aynı yıl İznik, Orhan Bey’e teslim oldu. İznik halkının kendi tebaasından olmak
ve yalnız cizye vermek şartıyla âdet ve ananelerini muhafaza edebileceklerini
ilân etti.
Bundan dört sene sonra da Bitinya'nın
zahire ambarı olan Gemlik alındı (1334).
1337’de şiddetli muhasaranın ardından İzmit
teslim oldu.
1345 yılında, Karesi beyliğini kardeşin
Demirhan’dan almak isteyen Dursun Bey, Balıkesir ve çevresini vaat ederek Orhan
Bey’den yardım istedi. Orhan Bey, Balıkesir üzerine yürüdü. Çatışmalarda Dursun
Bey öldü. Demirhan yakalanıp Bursa’ya getirildi. Karesi Beyliği bu suretle
ilhak olundu.
Sivas’ı kendisine merkez edinmiş olan
Alaüddin Eredna’nın 1352’deki vefatından sonra oğulları arasında çekişmeler
yaşandı. Bu kargaşadan istifade eden Orhan Bey, kumandanlarından Süleyman
Paşa’yı Ankara üzerine gönderdi. 1354’te Ankara ele geçirildi.
Bursa ve İznik’in alınması, Osmanlı Beyliği
için dönüm noktasıdır. Beylik, bu fetihlerden sonra aşiret usulünden devlet
teşkilatına geçme ihtiyacı hissetmiştir. İlk defa 1337’de Bursa’da akçe, yani
gümüş sikke kestirildi.
Anadolu Selçukluları ve İlhanlılarda olduğu
gibi bir hükumet tesis edildi. Bunun da esası oluşturulan divandı. İlk Osmanlı
veziri, Hacı Kemaleddin oğlu Alâüddin Paşa’dır. Daha sonra vezir olanlar, yani
Osmanlı divanı reisliği, on dördüncü asrın sonlarına kadar ulemadan olanlara
verilmiştir. Fakat bunlar askeri işlere karışmazlardı.
Divan, bütün memleket işlerinde birinci
derecede en yüksek merci idi; hükümler hep buradan verilirdi. I. Murad zamanında askeri işler de vezirlere verildi.
Bu ilk devirde en yüksek ilmiye makamı
Bursa kadılığı olup bütün kadıların tâyin ve azilleri Bursa kadılığına aitti;
bu usul I. Murad zamanında kazasker makamının ihdasına kadar böyle devam etti.
İlk fütuhatı yapanlar aşiret kuvvetleri
olup hepsi atlı idiler. Düzenli ordunun bir adımı olarak atlı ve yaya askeri
birlikler teşkil edildi. Bu fikri ilk olarak ortaya koyan ve tatbik eden Bursa
kadısı Cendereli Kara Halil idi. Alınacak atsız askere yaya ve atlı askere de
müsellem, denildi. Bunlar muharebem zamanlarında evvelâ birer ve daha sonra ikişer
akçe gündelik ile hizmet edecekler ve muharebe olmadığı zamanlarda ise
kendilerine gösterilen topraklan işleyip vergilerden muaf olacaklardı.
Altıncı
Bölüm
XIV. YÜZYIL BAŞINDAN XV. YÜZYIL ORTALARINA KADAR OSMANLI - BÎZANS
MÜNASEBETLERİ
1261’de Lâtinlerin elinden alınan
İstanbul'da Paleologos hanedanı tarafından Bizans imparatorluğu tekrar
kurulmuşsa da Anadolu ve Rumeli 'deki yerlerin çoğu elden çıkmıştı. İstanbul'un
yanı başındaki Galata ve Beyoğlu, Cenevizlilerin ellerinde bulunuyordu.
1282’de tahta çıkan II. Andronikos, askeri
zayıflığını gidermek için kardeşi Prenses Marya’yı İlhanlı sarayın gelin olarak
gönderdi. Ancak umduğu desteği alamadı. Bunun üzerine Roger de Flor adlı
kumandana tâbi sekiz bin Katalan’ı ülkesine getirtti. Bunlar ilk önce Cenevizlilerle kapıştılar.
Ardından Rumları soymağa başladılar. Asayiş bozulunca İmparator, bunları Anadolu’ya
sevk etti. Bir süre Karesi Türkmenleriyle çarpıştılar. Filadelfiya’yı
(Alaşehir) Germiyan işgalinden kurtardılar ve Kilikya’ya kadar ilerlediler.
Ancak bunlar çapulcu ve yağmacı idiler. İmparatorun maksadı hasıl olmuyordu. Katalanlar
geri dönerken geçtikleri her yeri yakıp yıkmağa başladılar. İmparator bunlara
Trakya’ya geçmelerini emretti. Roger de Flor, birliklerini Gelibolu’da bırakıp
az bir kuvvetle Edirne’de saray erkânıyla görüştü. Bu görüşme sırasında
maiyetiyle birlikte öldürüldü. Geride kalan askerleri intikam almak üzere
ortalığı yakıp yıkmağa başladılar. Yaklaşık iki yıl boyunca İmparatorun
topraklarına saldırılar düzenlediler. Aynaroz’u yakıp yıktıktan sonra 1311’de
Livadya ve Moro’daki Frenklerin on beş bin kişilik kuvvetlerini de imha edip
Atina’da bir askeri yönetim kurdular.
1320’de babasıyla birlikte hükümdarlık
yapan Mihail öldü. Yerine kalan oğullarından Andronikos, büyük babasından tahtı
ele geçirmek için girişimlere başladı. Saray nazırı Kantakuzen de ona destek
verdi. 1328’de yaşlı Andronikos halledildi. Genç torunu bütün idareyi ele
geçirdi. İmparatorluğunun ilk yıllarında doğuda Osmanlı Beyliğinin devam eden
fetihleriyle güçsüz düştü. Asıl tehdidi 1340’ta batı tarafında hissetti; Sırp
kralı İstefan Duşan Makedonya’yı işgale giriştiği sırada İstanbul’u almak için
Orhan Bey’e heyet gönderdi.
Genç Andronikos 1341’de vefat etti.
Vasiyeti üzerine oğlu Yuannis’in vesayeti Kantakuzen’e verildi. Kantakuzen,
çocuk krala vasi olmak üzere taç giydi. Bizans sarayında entrika eksik olmaz; vekâleti
İstanbul ve Edirne’de kabul görmedi. Sinirlenen Kantakuzen, Dimetoka’ya geçip
kendini İmparator ilan etti (1341). Edirneliler, Kantakuzen’e karşı Bulgar
kralından yardım istediler. Bulgar kralı Aleksandr Edirne’ye gelip bölgeyi
yağmaladı, daha sonra da Kantakuzen’le anlaştı. Kantakuzen bu sırada Aydın Oğlu
Umur Bey’den yardım istedi. Kantakuzen, Umur Bey’in gönderdiği kuvvetlerle
Bulgarları Dimetoka’dan çıkardı. Latinler Umur Bey’in donanmasını yakınca
Kantakuzen bu defa yardım almak üzer Orhan Bey’e müracaat etti. Orhan Bey, 1346’da
Kantakuzen’in kızı olan Teodora’yı nikâhladı. Kantakuzen, Orhan Bey’in verdiği
destekle İstanbul’u kuşattı. Kuşatma bir yıl sürdü. Bir yılın sonunda Kantakuzen
imparatorluğa kabul edildi. Sarayına dönüp muradına hasıl olduktan sonra Orhan
Bey’e yüz çevirdi.
1349’da Sırplar tarafından zapt edilmek
üzere olan Selanik, Orhan Bey’in oğlu Süleyman Paşa ve Kantakuzen’in oğlu
Matyos kumandalarındaki kuvvetlerce kurtarıldı. Orhan Bey’in yardımları
karşılıksız değildi; Gelibolu yarım adasında iki kale alan Osmanlılar bu
suretle Rumeli’ye adım atmış oldular.
Kantakuzen, kral Yuannis’i 1353’te
Bozcaada’ya sürgün etti. 1354’te Türk akıncıları Bolayır ve Tekirdağ’ı aldılar.
Kız kardeşi Marika’yı vermek suretiyle
Cenevizlilerden yardım alan Yuannis, Bozcaada’dan kurtulup İstanbul’a döndü
(1354). Kantakuzen’den bıkmış olan halk isyan etti. Yuannis tahtını geri aldı.
Kantakuzen şehirden ayrılarak rahip olmaya karar verdi. Hayatının son otuz
senesini Aynaroz ve Mora’daki Mizistra kasabalarında manastırlarda geçirdi ve
meşhur tarihini yazdı.
Osmanlıların Rumeli’deki ilerlemelerine
karşı ittifak arayışında olan Yuannis, ülke ülke Avrupa’yı dolaştı. Aradığı
desteği Latinlerde buldu. Savua Kontu Amadee (Yuannis’in dayısıdır), topladığı
kuvvetlere Osmanlı’yı Rumeli’nden çıkarmak üzere yola koyuldu. Temmuz 1366’daki
bu harbe Mukaddes Savaş dediler. Ciddi anlamda donanması olmayan Osmanlılar bu
saldırıyı engelleyemedi ve Gelibolu düştü.
Yuannis, yardım gezisinden dönerken
Bulgarlarca tevkif edilip Niğbolu’da hapsedildi. Amadee, yeğenini kurtarmak
üzere Bulgar kıyılarına saldırdı. Korkuya kapılan Bulgar kralı, Yuannis’i
serbest bıraktı. Amadee, yaptığı yardımlara karşılık olarak İmparatordan para ve
Katolik olmasını istedi. Yuannis, kiliselerin birleşmeleri için tekrar
Avrupa’ya gitti. Roma’ya giden imparator, dört kardinalin huzurunda Katolik
oldu (1369). Papa, Rum papazlarının da kralı takip etmesini istedi ancak bu
tavsiyeye uyan olmadı. Yuannis, geri dönüş yolunda Venediklilere olan
borçlarından dolayı tevkif edildi. Oğlu Manuel’in gönderdiği para karşılığında
serbest bırakıldı.
Barıdan aradığı yardımı alamayacağını
anlayan Yuannis, Murad Hüdavendigâr’la anlaşma yoluna gitti. Babasının yapıp
ettiklerinden razı olmayan Andronikos, babası Anadolu’da bulunduğu sırada isyan
çıkardı. Derhal Rumeli’ye geçen Murad Hüdavendigâr, isyancı prensi ve
işbirlikçilerini dağıttı. İsyancıların gözlerine mil çektirdi (1385). Aynı
dönemde Yuannis’in Selanik’te bulunan diğer oğlu Manuel, Osmanlıların elinde
olan Serez’i baskın yaparak ele geçirmeyi planlıyordu. Bundan haberdar olan
Murad Hüdavendigâr, kuvvetleriyle Selanik’i işgal etti. Manuel, deniz yoluyla
İstanbul’a kaçtı.
Yıldırım Bayezid, Anadolu seferine çıktığında
Yuannis’in oğlu Manuel de orduya katılmıştı. 1391’de babasının ölüm haberini
alan Manuel, kimseye haber vermeden İstanbul’a döndü. Bunun üzerine Osmanlı
Devleti ilk defa olarak İstanbul’u kuşattı.
Kuşatma devam ederken Manuel, yardım aramak
üzere 1399’da Avrupa’ya gitti. Bu sırada Timur, Anadolu’da belirdi. Kuşatma bir
kenara bırakıldı, taraflar arasında anlaşma yapıldı. Anlaşmaya göre Sirkeci’de
bir kadı ile İslam mahkemesi kuruldu. Taraklı ve Göynük’ten gelecek olan
Türkler için yedi yüz ev ve iki cami yaptırılması karara bağlandı.
Ankara Savaşı sonunda Yıldırım Bayezid esir
düştü. Manuel derhal İstanbul’a döndü. Bayezid’in İstanbul’a gönderdiği
Türkleri kovdu, mahkemeyi dağıttı.
Osmanlı devletinin parçalanması ve
şehzadelerin birbirleriyle mücadeleye girişmeleri Bizans’a nefes alma imkânı
sağladı.
II. Murad, 1422’de İstanbul’u muhasara
etti. Bizans imparatoru, II. Murat’ın kardeşini kışkırtarak muhasaranın
başarısız olmasını sağladı.
Bizans hâlâ, Avrupa’dan yardım almak
ümidindeydi. İmparator, Papa ile görüşerek kiliselerin birleşmesi konusunda
anlaşma yaptı ancak halkı, bu kararı beğenmedi. İmparator Yuannis 1448’de öldü.
Oğlu yoktu, yerine Mora Despotu Konstantin Dragezes imparator oldu. Konstantin
12 Mart’ta İstanbul’a geldi.
Yedinci
Bölüm
OSMANLILARIN BALKAN YARIM ADASINDAKİ FÜTUHÂTI
Bir kısım Osmanlı kuvvetleri daha evvelden,
yani 1321’de Mudanya'yı aldıktan sonra çapul maksadıyla Marmara’dan Doğu Trakya
sahiline geçerek oralarda on sekiz ay kadar dolaşarak tekrar Anadolu tarafına
dönmüşlerdi.
Kantakuzen, Orhan Bey’den istediği yardım
mukabilinde üs olarak Osmanlılara Gelibolu yarımadasındaki Çimpe’yi (Tzympe)
vermişti.
Burgaz ile Çorlu 1357’de Murad Bey
tarafından zapt edilmişti.
Orhan Gazi’nin ölümü üzerine Bizanslılar,
Burgaz'ı ve Çorlu ile Malkara’yı geri aldıkları gibi sahil şehirlerini de elde
etmeğe çalıştılar.
Orhan Gazi’nin Süleyman Paşa, Sultan,
Murad, İbrahim, Halil ve Kasım isimlerinde altı oğlu olmuştu; vefat ettiği
zaman Murad, İbrahim ve Halil, hayatta idiler. Halil, Kantakuzen’in kızı
Teodora’nın oğlu idi. İbrahim de İmparator III. Andronikos’un kızı Asporçe’nin
oğlu idi. Süleyman Paşa ile Sultan Murad ise Yarhisar beyinin kızı Nilüfer
Hatun’dan doğmuşlardır.
Orhan’ın vefatı üzerine Ankara'da büyük
nüfuzları olan Ahiler, Karamanoğlu’nun teşvikiyle Osmanlı kuvvetlerini Ankara’dan
çıkararak burasım idareleri altına almışlardı. Kardeşlerini bertaraf eden
Sultan Murad Ankara üzerine yürüdü. Ahiler, Ankara'yı teslim ettiler (1362).
Sultan Murad bundan sonra vakit kaybetmeden Rumeli’ye geçti. Arkadiopolis
denilen Lüleburgaz elde edilerek derhal surları yıktırıldı ve Anadolu’dan
buralara göçmenler nakledilerek yerleştirildi. 1363 yılında Edirne zapt edildi.
Çandarlı Kara Halil’in tavsiyesiyle
muharebede esir edilen Hıristiyan gençlerinden istifade edilmek üzere yeni bir
asker ocağı kuruldu. Yeni kanun mucibince Acemi ocağında yetiştirilen esirler
yeniçeri ocağına kaydedileceklerdi.
Sırp Sındığı / Meriç Muharebesi
Edirne ile Filibe’nin geri alınması için
Sırp ve Bulgarlar da faaliyette bulunuyorlar ve papa vasıtasıyla Avrupa’yı harekete
getirmek istiyorlardı. Makedonya’da Sırplarla
birleşmiş olan müttefikler süratle Edirne üzerine yürüdüler.
Hacı İlbeyi Meriç nehrini geçen düşmanı,
ani bir baskın yaparak dağıttı. Bazı Osmanlı tarihlerine göre Hacı İlbeyi’nin
bir avuç askerle kazanmış olduğu bu büyük muvaffakiyeti beylerbeyi Lala Şahin
Paşa çekemeyerek kendisini zehirletmek suretiyle ölümüne sebep olmuştur.
Muharebe icabı olarak Sultan Murad
merkezini Bursa’dan Edirne'ye naklettirdi (1365).
Bulgar kıralı Yuvan Şişman, Türklerle başa
çıkamayacağını anlayarak sulh yaptı ve bu suretle Osmanlı himayesini ve vergiyi
kabul etti ve kız kardeşi prenses Marya’yı da Sultan Murad’a verdi.
Osmanlıların Makedonya’yı işgal ederek
Köstendil’e gelmeleri Yukarı Sırbistan despotu Lazar Grebliyanoviç’i Sultan Murad’la
anlaşmaya mecbur etti.
Murad’ın büyük oğlu Yıldırım Bayezid ile
Germiyan hükümdarı Süleyman Şah’ın kızı Devlet Hatun’la evlendi.
1385’te uzun süren muhasaradan sonra Sofya,
1386’da Niş alındı.
Sekizinci
Bölüm
GÜNEY DOĞU AVRUPA KITASINA GÖÇMEN NAKLÎ
Osmanlılar yeni zaman içinde milliyetlerini
tesis ederken dinî hürriyet umdesini temel taşı olmak üzere vazetmiş ilk
millettir.
…bu sayededir ki Türkler Rumeli’de işgal
ettikleri geniş ülkeleri bir avuç kuvvetle elde tutmuşlardır ve yine bu sayede
Timur’un sademesiyle Osmanlı devleti Anadolu’da parçalandığı halde Rumeli’de
dimdik durmuştur.
Dokuzuncu
Bölüm
OSMANLILARIN BALKAN DEVLETLERİ VE PRENSLİKLERİ İLE MÜNASEBETLERİ
Türklerle aynı kökten olup İslâv kültürünü
kabul etmiş olan Bulgarlar beşinci asırda Ural havzasından Tuna kenarına gelerek
bir devlet kurmuşlar ve Asparuh adındaki kral zamanında Mizya’ya kadar
hudutlarım genişletmişler ve İslavlaşarak Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir. Bulgarlar
Mete (Mo-tun) devrinde (M. ö. 210-174) Hun devletine tâbi Ting-ling’ler ile
alâkalı olup bu sonuncular da Onogurlardandır.
1392 senesinde Macar kıralı Sigismund, Bulgarların
hâmisi sıfatıyla ve kral Şişman’la gizli muhaberesi üzerine (…)Yıldırım Bayezid
taarruza geçip Bulgaristan’ın başkenti Tırnova’yı ele geçirdi (1393). Fetihten
sonra Kral Şişman’ın oğlu Âleksandr Müslüman olmuştur. Bu Aleksandr daha sonra
Börklüce Mustafa’nın isyanını bastırırken maktul düşmüştür.
Sırplar, Bizans arazisine tecavüz eden A varlara
karşı imparatorluk tarafından yedinci asırda hududa yerleştirilmişler ve sonra
orada bir devlet kurmuşlardır.
İstefan Duşan (1331 - 1355) zamanında
Balkanlarda nüfuzu artan Sırplar, imparatorluk kurma hülyasıyla İstanbul’u
almak hevesine kapıldılar. Bu amaçla Orhan Bey’le ittifak yapmak üzere bir
heyet gönderdi. Teklif kabul edilmedi. Türkler Rumeli’ye geçmeye başladıktan
sonra Papa, Sırp kralını Türkler üzerine yapılacak mücadelenin önderi ilân etti.
Duşan’ın ölümünden sonra Sırp birliği parçalandı.
Kral Uroş 1367’de evlat bırakmadan ölünce,
despot ve prens unvanıyla bir kısım beyleri
etrafına toplamış olan Lazar, tahta çıktı. Lazar, Osmanlı fetihlerine engel
olmaya çalışıp Kosova’daki muharebede maktul düştü (1389). Yıldırı Bayezid,
Lazar’ın oğlu Lazareviç’le iyi ilişkiler kurdu. Lazareviç, Yıldırım Bayezid’in saltanatı
müddetince ona sadık kalmış, Niğebolu ve Ankara muharebelerinde Türk askerinin
yanında bizzat kendisi ile kardeşi Vulk kumandalarında Sırp askeri bulunmuştur.
XI. yüzyıldan itibaren Arnavutluk feodal Avrupa
ile Bizans arasında bir köprübaşı olmuştu.
Sicilya kralı Şarl Danju 1272’de
Arnavutluk’ta nüfuz kurdu ancak bu durum Bizanslılar ile Anjüvenler arasında
mücadeleye sebep oldu.
Osmanlıların Arnavutlukta ilk faaliyetleri
1383’de başladı. 1389’da Kroya ile İskenderiye (İşkodra) Türklerin eline geçti.
1403 ile 1404 seneleri arasında doğmuş olan
Jorj, İskender adiyle Osmanlı sarayına alındığı zaman on sekiz, on dokuz
yaşlarında idi. Kabiliyetli bir genç olup silâhşor olarak yetişmişti.
Osmanlıların Anadolu ve Rumeli seferlerine iştirak ederek cesaretiyle tanındı.
İskender Bey, Osmanlı ordusunda sancak
beyliğine kadar çıkmıştı; 1443’de Jan Hunyad’la yapılan Morava muharebesinde ve
henüz savaşın başlarında mevziini terk ederek memleketine kaçmış ve bunun
böylece çekilişi Osmanlı ordusunun bozulmasının sebeplerinden birini teşkil
etmişti.
Kroya sancak beyliğine tâyin edildiğine
dair elde ettiği sahte bir fermanla hemen o tarafa gitti. 1443’den itibaren meşhur mücadelesine başladı.
Osmanlıların Avrupa’ya ayak bastıkları ve
Rumeli’de fütuhat yaptıkları sırada Tuna nehrinin mansabına yakın yerlerin kuzeyinde
Moldavya (Boğdan) ile Ulahya (Eflâk)’da iki Rumen prensliği bulunuyordu.
Eflak beyi Mircea - Mirçâ (1386 - 1418), 1391’de
Firuz Bey kumandasındaki Türk akıncıları ilk defa Tuna’yı geçmişler ve Mirçâ’nın
ülkesini yağmalamalardır. Yıldırım Bayezid Anadolu seferindeyken bu Mirça,
Silistre’yi almak için Türk kuvvetlerine baskın yaptı. Bunu haber alan Yıldırım
derhal Mirça üzerine sefere çıktı (1392).
Osmanlı ordusu Rovine’de yapılan ilk müsademede
yenilmiş, fakat bu küçük çarpışmadan sonra geri çekilen Mirçâ takip edilerek
kat'î bir hezimete uğratıldı.
Mirçâ, Ankara muharebesinden sonra Osmanlı
şehzadeleri arasındaki mücadelede Rumeli’ye geçmiş olan Musa Çelebi’ye yardım
etmiş ve Sımavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin vak’asında da rol oynamıştır.
1435’de Vlad Drakul, yani Şeytan Vlad Eflâk
beyi olmuştur.
1456’da Eflâk Beyi olan Vlad Çepeş Osmanlı
tarihlerinde Kazıklı Voyvoda denilen şahıs olup yukarıda adı geçen Vlad
Drakul’un (Şeytan Vlad) oğlu ve Mirçâ’nın torunudur.
Buğdan (doğrusu Boğdan) veyahut Moldavya
prensliği, şimalî Transilvanya’da Maramureş şehrinde oturan küçük bir Ulah
asılzâde ailesinin, Macar kralı birinci Layoş’a karşı isyan ederek bu mıntıkaya
yerleşmesinden sonra kurulmuştur.
Bosna, X. yüzyılda Hırvatistan kır allığına
tâbi olup muhtariyet halinde (ban) denilen yerli beyler tarafından idare
ediliyordu; bunlar Bogomil mezhebinde olduklarından Papa’nın emriyle Macarlarla
birinci haçlı ordusuna çiğnettirilmişler; fakat buna rağmen Macarların
himayesinden yine ayrılmayıp sıkı surette o krallığa bağlanmışlardı.
Bosna halkının kütle halinde Müslüman
oluşlarında halkın Bogomil olmasının birinci derecede tesiri vardır; çünkü İsa’yı,
Allah’ın kulu ve peygamberi olarak tanıyan Müslümanlık, Bogomil mezhebindeki
Bosnalılara yumuşak ve uygun gelmişti.
Hersek dukalığı veya Hersegoven on üçüncü
asırda Sırp krallığına ait iken XIV. yüzyılın ikinci yarısında (1366) Bosna krallığına
tâbi olmuştu.
X V. yüzyıl ortalarında Hersek dukası olan
Istefan Koşariç, büyük oğlu Vladislas ile bozuşmuş ve oğlu Vladislas idareyi
ele almış (1466), babası da II. Mehmed’den yardım istemiş. Osmanlı kuvvetleri
Hersek'e geldiği zaman 1467), Kosariç ölmüştü. Koşariç’in
küçük oğlu, Türk terbiyesi üzere yetiştirilmiş beylerbeyi, vezir ve beş defa
vezir-i âzam olmuştur (Hersekzâde Ahmed Paşa, vesikalarda “Ahmed Hersegoviç”).
Onuncu
Bölüm
OSMANLILARIN AKDENİZ VE AVRUPA DEVLETLERİYLE MÜNASEBETLERİ
Akdeniz ve Karadeniz’’ de hâkim rol oynayan
ve bir hayli müstemlekeleri bulunan Venedik ve Ceneviz Cumhuriyetleri ile dinî
otoritesi cihetiyle mütehakkim rolü olan Papalık ve bunlardan başka İtalya
yarımadasındaki Piza, Floransa, Napoli gibi devletlerin de Osmanlılarla münasebetleri
vardı.
Adriyatik denizinin nihayetinde bulunup
bugün İtalya devletine ait olan Venedik Cumhuriyeti denizci bir devlet idi; bu cumhuriyet
donanması ve ticaret gemileri sayesinde Akdeniz'i bir örümcek ağı gibi
kuşatmıştı. Venedik Cumhurreisine doç deniliyordu.
Venedik Cumhuriyeti on dördüncü asırda
birtakım desiselerle Kıbrıs adasını ele geçirdiği gibi bilhassa Arnavut beyi
İskender’in vefatından sonra da Arnavutluk sahillerinde mühim limanlara sahip
olmuştur.
Osmanlı Devleti, henüz kuvvetli bir
donanması bulunmadığı dönemlerde Venediklilere karşı temkinli politikalar
izledi.
Venedikliler, on beşinci asrın son
yarısından itibaren (Osmanlı Devleti donanmasını güçlendirdikten sonra) Osmanlılar
aleyhine yapılan her ittifaka açıkça girmekte tereddüt etmemişlerdir.
Cenova veya Ceneviz diye meşhur olan
Cenevizliler, Batı Akdeniz kenarında ve kendi adındaki körfezde mühim bir
ticaret şehri idi; bu şehir halkı olan Cenevizliler de başta gelen meşgaleleri
Venedikliler gibi deniz vasıtasıyla ticaret idi.
1190’dan itibaren duka denilen bir reisle
idare usulü kabul edildi, daha sonraları reis olmak, birbirine rakip Dorie ve Spinoles
isimlerinde iki âileye inhisar eylemişti.
…bunlar bir iki defa kendi idarelerinden
âciz kalıp 1396 ve 1468’de Fransa’nın himayesine girmişlerdi.
Cenevizliler, İmparator Mihail
Paleologos’la 1261 tarihli bir ticaret muahedesiyle geniş imtiyazlara nâil
olmuşlar 1303’te Galata ve Beyoğlu taraflarına yerleşmişlerdi.
Cenevizlilerle Venediklilerin menfaat
çatışmaları bu ikisini birbirine düşürdü. Bu yüzden biri 1350’den 1355 senesine
ve diğeri 1378’den 1381 (Choggia savaşı) yılına kadar süren iki büyük
muharebeye sebep olmuşlardır.
Ceneviz Cumhuriyetinin güney Karadeniz ile kuzey
Karadeniz’in Kırım sahillerinde ve Tuna nehri deltasında ve Akdeniz'de Ege
sahillerinde ve oralardaki adalarda mühim ticaret iskeleleri ve sömürgeleri vardı.
Ceneviz Cumhuriyeti on dördüncü asır
sonlarında Fransa’nın nüfuzu altına düşmüş…
Papalar, büyük Haçlı seferlerinden sonra
Anadolu ve Rumeli’yi istilâ etmekte olan Türklere karşı Avrupa milletlerini ayaklandırmak
için büyük teşkilatıyla harekete geçmişlerdi.
XII. ve XIII. yüzyıllarda nüfuz ve
tahakkümleri son haddine varmış olan Papalar, XIV. yüzyıldan itibaren eski nüfuz
ve itibarlarını kaybetmeğe başlamışlardı.
Roma’da Papalık 1309’da V. Kleman zamanına
kadar bulunup o tarihte Avinyon'a nakledilmiş ve 1377 de XI. Greguvar zamanında
tekrar Roma’ya dönmüş ise de onun 1378 senesinde vefatı üzerine bu defa biri
Roma’da ve diğeri Avinyon’da olmak üzere iki Papa meydana çıkmış ve nihayet
1449’da V. Nikola zamanından itibaren Roma’da bir Papalık kalmıştır.
Bu ikiye ayrılış yüzünden Avrupa’da dinî
ihtilâflar devam etmiştir.
Papaların mükemmel donanmaları vardı ve bu
donanma ile diğer Lâtin devletlerinin donanmaları birleştirilmek suretiyle Türklere
karşı müteaddid muharebeler yapılmıştır.
Osmanlı Devleti kurulup Rumeli’ye geçildiği
sırada Macaristan, Arpad sülâlesinden Anju hanedanının eline geçmiş bulunuyordu.
Büyük Layoş (Ludvig - Lui, 1342 - 1382) Balkanları
nüfuzu altına almak ve buralarda Katolikliği yaymak için çok çalışmıştı.
Layoş’un erkek evlâdı yoktu. Büyük kızı
Marya Macaristan kraliçesi olarak Lüksemburg kralı dördüncü Şarl’ın ikinci oğlu
Sigismund’la evlenince, Sigismund, Macaristan kralı oldu.
Sigismund 1410’da Alman İmparatorluğu’na
intihap edilmiş ve bu suretle Macaristan, imparatorluk nüfuzu altına girmiştir.
İlerleyen dönemde Macaristan kraliyeti üzerinde Alman nüfuzu, ülkede
çalkantılara neden oldu. Bu çekişmelerden Osmanlı Devleti istifade etmiştir.
Osmanlı Devleti kurulup yayılırken Fransa
ile İngiltere arasında yüz sene muharebesi devam etmekte idi; bu harb fasıla ve
mütarekelerle 1337’den 1452 senesine kadar sürmüş ve Fransa kıralı VII. Şarl
zamanında bitmiştir. Muharebenin sonunda Fransa kıt'ası tamamen Fransızların
ellerine geçmiş ve burada bir Fransız birliği vücut bularak feodaliteye son
verilmiştir.
Fransız birlikleriyle Osmanlı birlikleri
ilk olarak Niğbolu Savaşı’nda karşılaşmışlardır. Bu savaşta İngilizler de
Osmanlı’nın karşısında yer almışlardır.
On
Birinci Bölüm
ANKARA SAVAŞI SONUNA KADAR ANADOLU VE RUMELİ’DEKİ OSMANLI VEKAYÎÎ
Evvelâ Ermenak ve Mut taraflarında kurulup
sonra Karaman ve Konya ve havalisine sahip olduktan sonra kendilerini Anadolu Selçuklularının
vârisi sayan Karaman oğulları, evvelce küçük bir uç beyliği olan ve pek kısa
zamanda fütuhatla geniş toprak sahibi ve hatırı sayılır bir devlet haline gelen
Osman oğullarının üstünlüğünü çekememekte idi.
Karamanoğullarından Alâüddin Ali Bey, Osmanlı
hükümdarı I. Murad’ın kızı Nefise Sultan denilen Melek Hatun ile evlenmiş ve bu
suretle Osmanlı hanedanıyla akraba olmuştu. Osmanlıların Ankara’yı alması,
Karamanoğullarını doğu ve batı cihetinden Osmanlılara komşu yapmıştı. Durumdan
rahatsız olan Alâüddin Ali Bey, Ankara havalisinde nüfuzu kuvvetli olan Ahileri
kışkırtarak Osmanlıların Ankara’yı kaybedilmesine sebep oldu. Osmanlılar Rumeli
tarafında fütuhatla meşgulken de Beyşehri ile bazı yerleri işgal etti (1386). Bunun
üzerine Sultan Murat, ordusunun başında Anadolu seferine çıktı. 1387’de Osmanlı
ordusu Karaman hududunu aştı.
Konya önlerinde vukua gelen şiddetli
muharebede Karamanoğullarının ordusu bozguna uğradı. Sultan Murat’ın oğlu
Bayezid, bu muharebedeki faydalarından sonra “Yıldırım” unvanını aldı. Alâüddin
Ali Bey el öpüp af diledi. Sultan Murad, Beyşehrini alıp Bursa’ya döndü.
1389,
Birinci Kosova Savaşı
Sultan Murad, bu sefere çıkmazdan evvel
Anadolu’daki topraklarının muhafazası için Timurtaş Paşa, Firuz Bey gibi pek
değerli beş kumandanını görevlendirdi. Balkan seferine çıkan Sultan Murad’a
Anadolu Beyliklerinin pek çoğu destek birlikleri gönderdiler. Bu muharebeden
evvel hacca gitmiş olan Gazi Evrenuz Bey de Sultan Murad’ın yanındadır. Ordu,
Sırp despotu Lazar’ın merkezi olan Priştine’ye doğru yola çıktı. Kosova ovasına
gelindiği zaman müttefik düşman kuvvetleriyle karşılaştılar; bunların kuvvetleri
Osmanlılardan çoktu. Muharebe, düşmanın attığı top ateşiyle başladı. İlk
saldırılarda Osmanlı ordusunun sol kanadı sarsıldı. Bu durum, Yıldırım
Bayezid’in düşman hatlarını yarmasıyla düzeltildi. Sekiz saat süren muharebe,
kalabalık düşman ordusunun bozgunu ile neticelendi. Harbin sonunda savaş
alanını gezen Sulta Murad, Sırp asillerinden Miloş Obiliç tarafından
hançerlendi. Sırp despotu Lazar ile oğlu, maiyetleriyle birlikte esir edildi.
Öleceğini anlayan Sultan Murad hükümdarlığı,
devlet erkânının ittifakıyla oğlu Yıldırım Bayezid’e bıraktı ve az sonra da
vefat etti. Diğer kardeşi Yakup Çelebi, hemen orada boğduruldu.
Sultan Murad’ın ortanca oğlu Savcı Bey,
hükümdarlığa geçmeğe haris olup babasının Anadolu’da bir seferde bulunduğunu
fırsat bilerek 1385’de imparatorun büyük oğlu Andronikos ile beraber babalarının
aleyhlerine isyan ettiklerinden Dimetoka’da yakalanarak evvelâ gözlerine mil
çekilmiş ve sonra öldürülmüştür.
Yıldırım
Bayezid’in hükümdarlığı ve Anadolu harekâtı
Yıldırım Bayezid, Lazar’ın kızı Marya’yı
(veya Olivera, Gibbons’a göre Despina) nikâhladı ve bu suretle Balkanlarda
sükûn sağlamaya çalıştı. Aynı dönemde Anadolu’da Bayezid’e karşı muhalefet
artmıştı.
Bayezid ilk önce Germiyan Beyliğinin
üzerine gitti. Kayın biraderi Yakup Bey’i yakalayıp hapsettirdi. Germiyanlılara
ait Denizli'yi aldıktan sonra Aydın beyliği üzerine yürüdü. Bunların ardından
Menteşe ve Saruhan Oğullarını zapt etti.
Ege tarafları zapt edildikten sonra Bayezid
evvelâ Hamidiline geçti; orada Hamidoğullarına ait yerleri aldıktan sonra,
Antalya’yı aldı.
Yıldırım Bayezid bundan sonraki seferini
Karamanoğlu üzerine yaptı. Osmanlı ordusu da
Karamanoğulları’nın başkenti olan Konya’yı kuşattı. Karamanoğlu Alaüddin Bey
sulh istedi.
Yıldırım Bayezid, Karaman seferinde iken onun
Anadolu’da meşguliyetini fırsat bilen Eflâk prensi Mirça, bazı yerlere taarruz
etmişti. Sultan Bayezid hemen Rumeli’ye
geçmeğe mecbur olmuştu (1391). Mirça, Arkuş ovasında mağlup edilerek teslim
alındı. Eflak seferinden hemen sonra, İstanbul’u kuşatmış olan Osmanlı
kuvvetleri Frenk gemileri tarafından saldırıya uğradı. Saldıran filo Selanik
limanına çekildiği için Yıldırım Bayezid, Selanik’i kuşattı ve aldı (1394). Yıldırım
bundan sonra Yunan yarımadasında bir dizi fetih gerçekleştirdi.
Yıldırım Bayezid, Balkan seferinden sonra
tekrar Anadolu’ya yöneldi. Bu dönemde önemli rakibi Kadı Burhanettin idi. 1392’de
Çoruh sahasında Kırkdilim mevkiinde Kadı Burhaneddin ile Yıldırım’ın Şehzade
Ertuğrul’un kumanda ettiği Osmanlı kuvvetleri arasında üç gün süren muharebede
Osmanlı kuvvetleri mağlup ve Ertuğrul maktul olmuş ve Burhaneddin’in müsaadesiyle
İskilip, Ankara, Kalecik ve Sivrihisar tarafları Moğollar tarafından
yağmalanmıştır. Kadı Burhanettin, Amasya’yı almak istediyse de üzerine gelmekte
olan Osmanlı ordusundan mütevellit Sivas taraflarına çekilmiş bu noktada kuvvetini
tahkim etmiştir.
Haçlı
Seferi ve Niğebolu Zaferi
Türklerin Rumeli’deki ilerlemeleri
karşısında telaşa kapılan Macar kralı Sigismund, diğer Avrupa devletlerini
Türklere karşı ittifak yapmağa davet etti (1395-1396). O sırada devam eden
İstanbul muhasarası, bu davetin karşılık bulmasını kolaylaştırdı.
Türklere karşı Sigismund’un kumandası
altında sevk edilecek kuvvetler, Macarlardan başka Fransız, Alman, Belçika, Felemenk,
İsviçre şövalyeleriyle, İngiltere haçlıları, İskoçya, Savua, Lombardiya ve
Rodos şövalyeleri ve Ulahlardan (Eflâk) mürekkep olup mecmuı son tetkiklere
göre yüz bin ile yüz yirmi bin arasında idi.
Haçlılar geçtikleri yerlerdeki Ortodoks
mezhebine mensup Hıristiyanlar arasında yağma ve katiller yaptılar. Orsovo’daki
Türkler mukavemet ettiler ise de yerli Hıristiyanlar onları zorla şehirden
çıkardıklarından burası işgal edildi. Vidin
kalesinde muafız Türk kuvvetleri şehit edildiler. Rahova'daki Türk muhafız kuvvetleri de aynı akıbete uğradılar.
İki koldan ilerleyen Haçlı ordusu 1396 Eylülünde Niğebolu önlerinde birleşti. 16
gün boyunca kaleyi muhasara ettiler. Niğebolu muhafızı Doğan Bey mukavemet ederek
teslim olmadı.
Yıldırım Bayezid İstanbul muhasarasını kısmen
kaldırarak kuvvetlerini Edirne'de topladı ve hemen buradan düşman üzerine
yürüdü.
İki ordu Niğebolu kalesi yakınında
karşılaştılar.
Fransız süvarileri ibtida Bayezid’in
merkezde Yeniçerilerin önündeki ilk kademede bulunan Azap denilen hafif yaya kuvvetleri
üzerine yüklendiler ve onları mağlup ve imhaya başlayıp teslim olanları bile
katlettiler. Plân mûcibince Osmanlı merkez
kuvveti bir miktar geri alındı. Fransızlar
tepeyi işgal ettikleri ve muharebenin Türklerin mağlûbiyeti ile neticelendiğini
zannettikleri sırada (…) kısmen imha ve kısmen esir edildiler. Türk kuvvetleri budan sonra derhal ve şiddetle Sigismund’un
kısm-ı küllisine hücum ettiler. Niğebolu
muharebesinde Haçlı ordusuyla gelen prens ve asilzadelerden bazıları telef olup
bir kısmı da esir edilmişlerdir.
Muharebeden sonra, Bayezid, İmparatora elçi
göndererek İstanbul’un teslimini istedi. Manuel buna cevap bile vermedi. Osmanlılar
muhasarayı şiddetlendirdiler. Rumeli Hisarı bu dönemde inşa edildi. Kuşatma
boyunca Avrupa’dan sadece Fransızlar, Bizans’a yardım gönderdiler. Bundaki
maksatları da Galata ve Pera’daki menfaatlerini korumaktı. Fransızların
gayretiyle kavgalı olan kardeşler barıştı ve Yuannis, İmparator Manuel’in
şeriki olarak İstanbul’a döndü. Busiko’nun emrindeki Fransızların faaliyetleri
kuşatmayı gevşetmemişti. Muhasara, Bayezid’le Timur arasında başgösteren
gerilim nedeniyle devam etmedi. Bizans’la bir antlaşma yapılarak muhasara
kaldırıldı.
1397 senesinde Yıldırım Bayezid
Yunanistan'a bir sefer yaptı. Tesalya Yenişehri’ni ve
Farsala'yı aldıktan sonra hiç bir mukavemetle karşılaşmadan Termopil’i geçti ve
Orta Yunanistan’a inerek Salona ve Atine ile diğer bazı dukalıkları işgal etti;
sonra geri döndü.
Karaman
Seferi
Niğebolu muharebesi sırasında (…) karaman
oğlu Ankara’yı basarak Anadolu
Beylerbeğisi bulunan Sarı Timurtaş Paşa’yı
esir etti. Savaşı Yıldırım Bayezid kazanınca, Sarı Timurtaş Paşa’yı serbest
bırakıp arayı bulmaya çalıştı. Muharebe kaçınılmazdı, iki ordu Konya’da
karşılaştı. Konya kalesine kaçan Karamanoğlu burada muhasara edildi. Pâdişâh,
eniştesi olan Alâüddin Bey’i yakalatıp katletti. Kesilmiş başı bir mızrağa
takılarak şehir içinde dolaştırıldı (1397).
Karaman Devletini ortadan kaldırılması,
Sivas hükümdarı Kadı Burhanettin’i telaşa soktu ve Memluk Sultanı’nın tahakkümü
altına girdi.
Yıldırım Bayezid 1398 ilkbaharında
Karadeniz tarafına bir sefer düzenledi. Müslüman Samsun alındı. Samsun ve
havalisi bir sancak teşkil edilerek Bulgar kralı Şişman’ın Müslüman olan oğlu
Aleksandr’a verildi. Osmanlı’nın bölgede görülmesi, Karadeniz kıyılarındaki
diğer beyliklerin de Osmanlı’ya katılması neticesini verdi.
Karadeniz seferinin ardından Yıldırım
Bayezid, güneye doğru geçip Sivas üzerine yürüdü. Sivas’ta Kadı Burhanettin
ölmüş, yerine oğlu Alâüddin Ali Bey (Zeynelâbidin) hükümdar olmuştu. Sivas’ı
alan Yıldırım Bayezid, Zeynelâbidin’i Dulkadiroğlu Nasırüddin’in yanına
gönderdi (1399).
Memluk tahakkümü altındaki Kadı Burhanettin
memleketinden geriye sadece Malatya kalmıştı. Memlûk Sultanı Berkuk ölünce
yerine oğlu Ferec geçti. Ferec’in yaşı küçüktü. Yıldırım Bayezid, yaşı küçük
olan Ferec’in ümerasıyla arasının iyi olmadığını öğrenip Malatya’nın kendisine
terk edilmesini istedi. Malatya ancak kuşatılıp, çevresine hendekler
kazıldıktan sonra teslim oldu. Osmanlı’nın doğu hududu Fırat’a kadar dayandı.
Timur
ve Bayezid
Aksak Timur denilen Timur, 1335’de
Semerkand’ın güneyindeki Keş şehrinde doğmuştur. 1368’de Belh Emiri oldu ve hududunu genişletmeğe başladı. Bir süre Altınordu
devleti ile mücadele edip gücünü ve topraklarını genişletti. 1378’de İran’ı
nüfuzu altına aldı. Bağdad’taki Celâyiriyye hükümdarı Sultan Ahmed’i memleketi
terke ve Mısır’a Memlûk sultanı Melik Zahir Berkuk’a iltica’ya mecbur etti
(1393). Timur, Hindistan seferin çıkıp bütün kuzey Hindistan’ı zap ederek
1399’da geri dönüp Bağdad’ı zapt etti. Bunun üzerine Celâyiriyye hükümdarı
Sultan Ahmed ve ona tabi bulunan Karakoyunlu Türkmen reisi Kara Yusuf, Yıldırım
Bayezid’e sığındı. Timur’un hasımlarına kucak açtığı için Yıldırım Bayezid ile
Timur arasında nâmeler teati edilmeye başladı. Timur, Sultan Ahmed’le, Kara
Yusuf’un kendisine teslim edilmesini, aksi halde Osmanlı’yla muharebe edeceğini
belirtti. Yıldırım Bayezid, gelen tehdit dolu nâmelere hiddetlendi. Akıbetinden
endişelenen Kara Yusuf aşiretini alarak kaçtı. Geçtiği yerleri yağma ve talan
ederek Şam’la Bağdad arasındaki Hit sahrasına indi. Bunun ardından Sultan Ahmet
de kaçıp Bağdat’a gitti.
Bu sırada Timur, Kadı Burhanettin
memleketinden arda kalan Moğol kökenli göçebeleri Osmanlı’ya karşı kışkırttı.
Timur 1400 senesinde Azerbaycan’da Berdaa’da
kışladığı sırada Erzincan emiri Mutahharten oraya giderek Timur’a itaatini arz etti.
Bayezid, ödemesi gereken vergiyi istediğinde Mutahharten oralı olmayıp durumu
Timur’a bildirdi. Timur bu münasebetle Bayezid’e hem tehdid ve hem nasihati
havi nâme yolladı. Harb kaçınılmaz oldu. Timur, birliklerini toplayıp Sivas’a
doğru yola çıktı. Sivas valisi şehzade Süleyman, kalenin müdafaasını Malkoç
oğlu Mustafa Bey’e bırakarak geri çekildi. 18 günlük kuşatmanın sonunda Timur,
kaleyi ele geçirdi. Kale muhafızlarını diri diri hendeklere atıp üzerlerini
toprakla kapattı. Mamur bir şehir olan Sivas yerle bir edildi. Timur daha sonra
Malatya’yı alıp Suriye üzerine yürüdü. Bölgedeki şehirleri alıp Karabağ’da
kışladı. Bu sırada Orta Asya’daki güzide kuvvetlerini Anadolu’ya çağırdı.
Daha önce Bayezid’in işgal edip aldığı
Anadolu beylikleri de Timur’a destek veriyorlardı. Timur’un maksadı kat’i
olarak Osmanlı devletini parçalamaktı. Yıldırım Bayezid, durumun nezaketinin
farkındaydı. Beklediği takviye kuvvetler Anadolu’ya ulaştıktan sonra, Timur bir
kez daha Yıldırım Bayezid’e isteklerde bulundu; Yıldırım’ın Anadolu beylerinden
aldığı yerleri mutlak surette iadesinde özellikle ısrar etmiştir.
Osmanlı ordusu Ankara önüne geldi. Timur da
hemen harekete geçti.
Timur Ankara önüne gelir gelmez kaleyi
kuşattı.
Bayezid kuvvetleri Timur’un hiç beklemediği
bir yoldan meydana çıkıverdi. Baskına uğrayan Timur telaşa kapılmadı, ordusunun
cephesini yeniden düzene sokmağa çalıştı. Bu sırada Bayezid, taarruz yapması
gerektiği halde beklemeyi tercih etti. Temmuz 1402’de bir Cuma günü çarpışma
gerçekleşti.
Timur’un ordusunun mevcudu yüz altmış bin
ve Osmanlı kuvvetleri ise Timur’un Fetihnâmesindeki kayda göre yetmiş bindi.
Timur’un ordusunda süvarilerin oranı da bir hayli fazla idi ve de üstelik
orduya 32 adet fil dahil edilmişti.
Osmanlıların sol koluna yüklenen Timur
kuvvetleri ilk zamanlarda bir şey yapamadılar. Fakat sol cenahın gerisindeki Kara
Tatarların ki Timur tarafından gizlice elde edilmişlerdi, geriden Rumeli
askerleri üzerine ok atarak bu cenahı iki ateş arasında bırakmaları ve buna mukabil
ihtiyat kuvvetlerin vaziyeti düzeltmek için yaptıkları gayretin boşa gitmesi
üzerine Osmanlı sol kolu bu ihanetin kurbanı olarak geri çekilmeğe mecbur
olmuştu.
Sağ koldaki muharebede de bu kol yine
hıyanetle karşılaşmıştı. Anadolu beylerine tâbi
timarlı sipahiler Timur tarafına geçiverince bu cenah da geri çekilmeğe mecbur
oldu.
Harbin kaybedildiğini gören vezir-i âzam
Ali Paşa ile Murad Paşa, Yeniçeri ağası
Hasan Ağa ve Karasi subaşısı İnebey büyük
şehzade Süleyman Çelebi’yi alıp kaçtıkları gibi ihtiyat kumandanı olan Çelebi
Mehmed de bin kadar maiyyeti kuvvetleriyle sancak merkezi olan Amasya'ya doğru
kaçmıştı. Bundan başka Sırp despotu ile kardeşinin kumandası altındaki
kuvvetler de kaçmışlardı; Yıldırım Bayezid ise yerinde duruyordu. Çataltepe'ye
çekildi, Bayezid, orada elinde balta ile hücum edenleri düşürüyordu.
Bayezid’i, Timur’un yanma getirdikleri
zaman, Timur kendisini karşıladı ve hakkında hürmet gösterdi.
Timur, Fransa kıralı VI. Şarl ile İngiltere
kıralı IV. Hanri’ye nâme yollamış ve
Niğebolu muharebesinde yenemedikleri
Osmanlı hükümdarına galebe ettiğini bildirmiştir.
Timur Ankara önünde sekiz gün kaldıktan
sonra Kütahya'ya gelmiş ve buradan hoşlanarak bir ay kadar oturmuştur.
Zafernâme'nin kaydına göre Bayezid’in bir
kızı Timur’un torunu Ebu Bekir Mirza’ya nikâhlandı.
Şehzade Süleyman Çelebi’yi yakalamak için
Bursa’ya giden Timur’a bağlı kuvvetler şehzadeyi bulamadı fakat şehri
yağmalayıp ateşe verdi.
Timur Kütahya'da bulunduğu müddet zarfında,
Yıldırım Bayezid’in memleketlerini almış olduğu Karaman, Germiyan, Aydın,
Saruhan, Menteşe ve Hamidoğulları’nın beyliklerini iade etti.
Timur daha sonra İzmir üzerine giderek o
dönem Rodos şövalyelerinin elinde olan sahil İzmi’in teslim edilmesini istedi.
Red cevabı alınca 15 günlük muhasaranın ardından İzmir’i aldı. Bundan sonra
Foça ile Sakız adasındaki Lâtinler de Timur’a vergiyi kabul etti.
Timur Bayezid’in oğlu Emir Süleyman
Çelebi’ye de nâme yazarak kendisine tâbi olmasını bildirmiş ve o da elçisi
vasıtasıyla bu teklifi kabul etmiştir.
Yıldırım’ın diğer oğlu İsa Çelebi de itaatini
arz etti.
Çelebi Mehmed’in, Meskükât kataloglarında
Timur namına sikkesi olduğu malûm olduğundan onun da Timur’un yüksek
hâkimiyetini kabul etmiş olduğu görülüyor.
Timur sekiz ay Anadolu’da kalmış ve
Rumeli’yi, Adaları ve Bizans İmparatoru ile Memlûk sultanını nüfuzu altına alıp
Anadolu’da parça parça eski beylikleri tekrar kurarak Osmanlı İmparatorluğu’nu
dağıtıp karışıklık içinde bıraktıktan sonra memleketine dönmüştür.
Yıldırım Bayezid gibi cevval, izzet-i nefis
sahibi mağrur ve zaferden zafere koşmuş olan bir hükümdar, mağlubiyet ve esarete
tahammül edemedi; Timur musahabe esnasında kendisini yine hükümdarlıkta
bırakacağım söylüyorsa da o bu vaatlere inanmıyordu. Nihayet Timur’un kendisini
Semerkand’a götüreceğini anlamış ve İzmir seferinden döndükten sonra parmağındaki
yüzük taşının altında sakladığı zehri alarak hastalanmış ve Akşehir’e geldikten
sonra 9 Mart 1403 Perşembe günü vefat etmiştir.
On
İkinci Bölüm
OSMANLI DEVLETİNİN PARÇALANMASI
Ankara savaşında Osmanlı kuvvetleri mağlup olmuş,
Anadolu beyleri ellerinden çıkan yerleri ziyadesiyle geri almışlar ve Osmanlı
şehzadeleri arasında saltanat mücadelesi başlamıştı. Bununla beraber,
Osmanlılar aleyhine Güney - doğu Avrupa’da yani Balkanlarda hiçbir hareket vuku
bulmamıştır. Ankara’da mağlup kuvvetten kırk bin kişilik Osmanlı kuvvetlerinin
Rumeli2ye geçmesine Bizans İmparatoru Manuel’in mâni olmak istemesine karşı
Ceneviz ve Venedik gemileri yardımda bulundu.
Timur Mustafa Çelebi’yi de beraberinde
Semerkand'a götürmüştür. Süleyman Çelebi’ye
Rumeli’deki yerleri vermiş, İsa Çelebi Balıkesir ve Bursa’da Mehmed Çelebi
Amasya'da ve Musa Çelebi de İsa’yı Bursa’dan çekilmeğe mecbur ederek Bursa’da
Timur’un al damgasıyla hükümdar olmuşlardır.
Yıldırım Bayezid’in mağlûbiyetini duymuş olan
Bizans imparatoru Manuel, Süleyman Çelebi ile Gelibolu muahedesini yaptı
(1403). Gelibolu muahedesi mucibince
İstanbul çevresindeki bir kısım arazi Bizans’a terk edildi. Ayrıca şehzade
Kasım ile kız kardeşi Fatma İstanbul’da rehin bırakıldı.
Edirne’ye geçip hükümdarlığını ilan eden Emir
Süleyman, sefahate düşkün olup rahatı severdi.
Musa Çelebi Bursa'ya gelerek kardeşi İsa’yı
kaçırttı ve Burada hükümdarlığını ilân etti. İsa Bey daha sonra Bursa’yı geri
aldı. Musa Çelebi, dayısı Germiyanoğullarının yanına gitti.
Amasya’da bulunan Şehzade Mehmed,
Amasya-Sivas hattını kontrol altına aldı. Bursa’daki kardeşi İsa’ya haber salıp
Anadolu’yu kendi aralarında taksim etmeyi teklif etti. İsa Bey teklifi kabul
etmeyince kardeşler arasında çarpışmalar başladı. Muharebeleri kaybeden İsa Bey
İstanbul’a, ardından da Edirne’ye, Emir Süleyman’ın yanına kaçtı.
Çelebi Mehmet, Bursa’yı aldıktan sonra
kendini padişah ilan etti. Germiyanoğlu Yakub Bey’e haber gönderip babasının
tabutuyla beraber kardeşi Musa Çelebi’yi istedi. İstediklerini aldı.
Emir Süleyman, İsa Çelebi’yi Bursa üzerine
yolladı. Şehir halkı kaleye kapanıp müdafaa tertibi alınca İsa Çelebi Bursa’yı
ateşe verdi. Çelebi Mehmed süratle Bursa’ya döndü, muharebeyi kaybeden İsa
Çelebi, İsfendiyaroğullarının yanına kaçtı. Çelebi Mehmed Tokat'a döndü ve
Dulkadiroğlu Nâsırüddin Mehmed Bey’in kızıyla nişanlandı.
İsa Çelebi, Aydınoğlu Cüneyd’in yanına
gidip, Saruhan ve Menteşe beyleriyle ittifak ederek bir kez daha Çelebi Mehmed’e
saldırdı ve yine kaybetti. Bu mağlubiyetten sonra Cüneyd af diledi. Saruhan
Bey’i Hızırşah, bu kalkışmanın diyeti olarak katledildi. Karamanoğlu’nun yanına
giden İsa Çelebi bir defa daha saldırıya geçti. Bu sefer yakalandı ve
boğduruldu.
Çelebi Mehmed’in Anadolu’daki kudretini
gören Emir Süleyman, Anadolu’ya geçti. Bursa’yı aldı. Çelebi Mehmed, Amasya’ya
çekildi. Emir Süleyman, Ankara’yı alıp Bursa’ya geri döndü. Çelebi Mehmed, baskın yapmak üzere Bursa’ya gitti. İki
kardeş karşı karşıya geldilerse de muharebe etmediler. Çelebi Mehmed tekrar
Amasya’ya döndü. Emir Süleyman’ın Karamanoğluna ait olan Sivrihisar’ı alması
üzerine Karamanoğullarıyla arası açıldı. Emir Süleyman’ın birlikleri Karaman
illerini vurdu. Karamanoğlu bu gelişmeler üzerine Çelebi Mehmed’le görüştü ve
ittifak kurdular. Karamanoğlunun yanında bulunan Musa Çelebi, Çelebi Mehmed’e
sadık kalmak kaydıyla Emir Süleyman’ın dikkatini o tarafa çekmesi için
Rumeli’ne gönderildi. Musa Çelebi’nin Rumeli’deki faaliyetleri sonuç verdi ve
Emir Süleyman Anadolu’dan çekildi. Musa Çelebi, Rumeli’de bir dizi hamleden
sonra kendini beylerbeyi ilan etti. Emir Süleyman’ın yolladığı kuvvetleri alt
ettikten sonra Edirne üzerine yürüdü. Sefih bir hayat yaşayan Emir Süleyman
İstanbul istikametine kaçarken köylüler tarafından yakalandı. Musa Çelebi’nin
adamları Emir Süleyman’ı yakalayıp boğdu (1410).
Musa Çelebi bu başarılarının ardından kardeşiyle
yaptığı anlaşmayı bozarak kendini hükümdar ilan etti.
Musa Çelebi, cesur, gözü pek, faal hükümdar
olmakla beraber çok sert ve haşindi. Timur hâdisesinde babasının başına belâ
olmasına imparatorun sebep olduğunu söylüyordu. Biraderi Süleyman’ın, Bizanslılara
terk etmiş olduğu Karadeniz sahilindeki şehirleri ve Tesalya'yı aldıktan sonra İstanbul’u
abluka etti.
İmparator Manuel, Çelebi Mehmet’ten yardım
istedi. İstanbul’a gelen Çelebi Mehmet, Musa Çelebi’yle olan ilk
karşılaşmasında bozguna uğradı. İstanbul’a kaçarak canını zor kurtardı. İkinci
muharebe Trakya tarafında yapıldı ve Çelebi Mehmet yine mağlup oldu. Rumeli
beyleri, çok sert ve acımasız olduğu için Musa Çelebi’den razı değildiler. Bu
durum Çelebi Mehmet için bir avantaj yarattı. Evrenuz Bey, Anadolu’dan temin
ettiği bir ordu ile Rumeli’ye geçti. Musa Çelebi’nin ileri kuvvetleri bertaraf
edildi. Yalnızlaştığının farkına varan Musa Çelebi, Edirne’den çıkıp Tuna
nehrine doğru geri çekildi. Taraflar Sofya’nın güneyinde harb ettiler. Neticede
Musa Çelebi yakalanıp boğduruldu (1413).
On
Üçüncü Bölüm
OSMANLI DEVLETÎ’NÎN BÎR İDARE ALTINDA TOPLANMASI
Karamanoğlu Mehmed Bey, Çelebi Mehmed’in Rumeli’de
Musa Çelebi ile olan mücadelesini fırsat bilerek Germiyanoğlu Yakub Bey’in memleketini
işgal ettikten sonra Bursa’ya saldırmış, dayısı olan Yıldırım Bayezid’in
mezarına hakaret etmiş, daha sonra da şehri ateşe vermiştir.
Anadolu’ya geçen Çelebi Mehmet, Ege
kıyılarını düzene soktuktan sonra Karamanoğlu’nun üzerine yürüdü. Konya işgal
edildiyse de kuşatmaya devam edilmeyip ordu kuzeye çekildi.
Eflak prensi Mirça’ya akrabası Dan, rakip
çıktı. Dan, Osmanlılardan destek gördü. Buna karşın Macarlar da Mirça’ya destek
verdiler. Taraflar arasındaki muharebede Dan galip geldi (1416). Bu muharebeden
sonra uzun süre Macarlarla hudut kavgaları yapıldı.
Candar Oğullarının aile içi meselesinden
istifade eden Osmanlı, bu beyliği ikiye bölerek tahakkümü altına almağa
muvaffak oldu.
Şeyh
Bedreddin Vak’ası
Şeyh Bedreddin Mahmud’un torunu hafız Halil’in
yazmış olduğu manzum (Menakıb-ı Şeyh Bedreddin) metne göre Bedreddin, Anadolu Selçukluları
hükümdarı Alâüddin Keykubad’ın neslindendir. Bedreddin’in ceddi olan Âbdülaziz,
Osmanlıların Rumeli istilâsına başladıkları sırada onlarla beraber bulunmuş ve
Dimetoka muharebesinde şehid olmuştur.
Âbdülaziz’in İsrail adındaki oğlu Dimetoka
kalesi Rum beyinin kızım almış ve bu izdivaçtan Şeyh Bedreddin doğmuştur. Doğum
yeri Edirne yakınlarındaki Samona kalesidir.
Tahsil için Bursa kadısı Koca Mahmud efendiden
ve daha sonra da Konya'da Allâme Feyzullah’tan ders görmüş ve oradan da Suriye
ve ardından da Kahire’ye gitmiştir. Mübarekşah
Mantıkî’den yüksek tahsilini ikmal etmiş, Hüseyin Ahlatî’den tasavvuf
okumuştur. Tebriz’e gitmiş, bu seyahatinde Kazvin’e de giderek batınî ilmi de
öğrendi. Hüseyn-i Ahlatî’nin tavsiyesiyle Memluk sultanının oğlu Ferec’in
hocalığına tâyin edilmiştir. 1397’de şeyhinin vefatı üzerine bir müddet Kahire’de
onun yerine şeyh olmuş ve sonra Anadolu’ya dönmüştür. Anadolu’yu dolaştığı
dönemde tasavvuf ve batınî akidesini yaymağa çalışmış ve daha sonra Edirne’ye
dönmüştür. Musa Çelebi, Şeyh Bedreddin’i kazasker tâyin etmek suretiyle bilmeyerek
onun nüfuzunun yayılmasına yardım etmiştir. Çelebi Mehmet hükümdar olduktan
sonra görevinden azledilen Şeyh Bedreddin, İznik’e ikamete mecbur edilmiş,
faaliyetlerine burada devam etmiştir.
Şeyh Bedreddin Karaburun taraflarında halifesi
Börklüce Mustafa’nın faaliyetini ilerlettiğini haber alınca bir gün hacca
gitmek bahanesiyle çocuklarını İznik'te bırakarak Kastamonu'ya kaçmış ve oradan
da Sinop'a giderek bir gemi ile Kefe'ye ve sonra Eflâk voyvodasının yanma
gitmiştir.
Börklüce Mustafa, müridi Yahudi dönmesi
Torlak Kemal’le birlikte kızılbaşların meşkûn olduğu mahallerde bir isyan
hazırlığı içindeydi. Şeyh Bedreddin, Alevilerle meskûn Deliorman’a geçerek
ayaklanma hazırlıklarına iştirak etti.
İsyan ilk olarak Karaburun’da baş gösterdi.
İzmir sancak beyi Aleksandr isyanı bastırmaya çalışırken mağlup ve maktul oldu.
Saruhan sancak beyi Timurtaş Paşazade Ali de isyanı bastıramayıp Manisa’ya geri
çekildi. Çelebi Mehmet muhkem bir kuvvet ile harekete geçti. Veziriazam ve
beylerbeyi olan Bayezid Paşa, şehzade Murad ile birlikte asilerin elebaşlarını
teslim aldı. Asiler, taraftarlarının “Dede Sultan” dedikleri Börklüce’nin gözü
önünde boğazlandı. Börklüce elleri tahtaya mıhlanmış bir surette deve üzerine
konulup şehirde teşhir edildikten sonra katledildi. Bayezid Paşa ve şehzade
Murad, Manisa’ya geçerek Torlak Kemal ve avanelerini etkisiz hale getirip
asileri astırmak suretiyle isyanı bastırdı.
Bu tarihlerde hükümdarlık iddiasıyla ortaya
çıkan Yıldırım Bayezid’in oğlu Mustafa Çelebi’nin (Düzme Mustafa) Selanik
taraflarındaki isyanını bastırmak üzere bölgeye giden Çelebi Mehmed,
Deliorman’dan geçerken Şeyh Bedreddin’in faaliyetlerini haber aldı. Bayezid
Paşa, Anadolu’dan dönünce Deliorman’a geçti. Şeyh Bedreddin’i ele geçirilip
Serez’e gönderildi.
Şeyh Bedreddin, Rumeli fatihleri evlâdından
ve yüksek âlim ve mütefekkir bir şahsiyet olduğundan derhal öldürülmedi. Ulemadan
Heratlı Mevlâna Haydar, bu mesele üzerinde Bedreddin ile ilmi münakaşa yaptı ve
nihayet cemiyet nizamını bozmağa çalışan Bedreddin’i ilzam etti ve vermiş olduğu
fetva üzerine ki rivayete göre Bedreddin’in kendisi de bunu kabul etmişti,
Bedreddin Serez pazarında bir dükkânın önüne asıldı ve malları varislerine
verildi (1420).
Şeyh Bedreddin, İslâm hukuki olan fıkıhta
zamanının imamı gibi idi. Kitab-üt Teshil adiyle kaleme aldığı eseri Letaif-ül
İşarât’ın şerhidir. Varidat adlı eseri, tasavvufî görüşlerini anlatır.
Şeyh Bedreddin hareketi dikkate şayan bir
hâdisedir; bu ayaklanma tıpkı XII. yüzyılın ortalarına doğru tertip edilmiş olan
Baba İshak ihtilâline benzemektedir; Baba İshak, nasıl Babâi ve Alevîlere
istinaden propaganda yaparak muhitini hazırlayıp Selçuklu kuvvetlerinin Suriye
ve Elcesire taraflarındaki meşguliyetinden istifade ile Malatya, Maraş, Sivas,
Çorum, Tokat,
Amasya ve etrafındaki taraftarlarını
ayaklandırdı ise, Şeyh Bedreddin de halifeleri vasıtasıyla hem Anadolu ve hem
Rumeli’de hazırlamış olduğu Alevî muhitlerinde aynı suretle hareket etmiştir
(s. 534).
Düzme
Mustafa Çelebi Vak’ası
Timur’la beraber Semerkand'a kadar
götürülmüş olan Mustafa Çelebi, Timur’un ölümünden sonra serbest kalıp
Anadolu’ya gelmiştir. Bir süre Karamanoğlu memleketinde kaldıktan sonra Eflak
prensinin yanına giderek Çelebi Mehmet’e karşı yardım istedi. Bu sırada
Niğebolu sancak beyi Aydınoğlu Cüneyd Bey hemen Eflâk’a giderek kendisine
iltihak etmiştir. Bunlar, Selanik tarafında kargaşa çıkardı. Çelebi Mehmed
bölgeyi zapt ettiyse de Selanik kalesine ve dolayısıyla da Bizans İmparatoru
Manuel’e sığınan Mustafa Çelebi’yi teslim alamadı. Mustafa Çelebi’yi teslim
etmeyen İmparator Manuel, onu hayatının sonuna dek mahpus tutacağını vaat etti.
Çelebi Mehmed nüzul nedeniyle hasta düşünce
şehzade Murad Amasya’dan gelinceye dek hastalığının ve dahi vefatının gizli
tutulmasını istedi. Söylediği gibi de yapıldı. Padişahla görüşmek isteyen
Bizans elçisi bir yolunu bulup Bizans sarayına durumu haber verdi. Şehzade
Murad, Bursa’dayken babasının vefat haberi duyuruldu. Çelebi Mehmed’in naaşı
Bursa’ya getirilerek babasının türbesine defnedildi. Bizans imparatoru Mustafa
Çelebi’yi Gelibolu’ya getirtti. Amacı Osmanlı ülkesini bölmek ve kendi
topraklarını genişletmekti. Gelibolu halkı ve civardakiler Mustafa Çelebi’ye
biat ettilerse de kale muhafızları teslim olmadılar. Mustafa Çelebi, Bayezid
Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetlerini mağlup edip Edirne’ye gitti ve
padişahlığını ilan etti. Bu muharebede Bayezid Paşa’nın emrindeki ordu kademeli
olarak Mustafa Çelebi’nin safhına geçmiş ve Paşa’yı teslim olmağa mecbur
etmişlerdir. Teslim olan Bayezid Paşa katledilmiştir. Bu hadiseden sonra bütün
Rumeli’ne hâkim olan Mustafa Çelebi, Edirne’de zevkusefaya daldı.
Sultan Murad’ın Anadolu’da kuvvetlerini
tahkim ettiğini haber alan Mustafa Çelebi, ordusunun başında, Gelibolu
üzerinden Anadolu’ya geçti. Bursa üzerine yürüdü. İki taraf, Bursa yakınlarında
Ulubad’ta karşılaştılar. Bu yakın temas devam ederken Mustafa Çelebi’nin
yandaşlarının birçoğu Sultan Murad tarafına geçtiler. Yakınlarına itimadı
kalmayan Mustafa Çelebi Rumeli’ye kaçmak istedi. Sultan Murad işi daha fazla
uzatmak istemedi ve peşine düştü. Mustafa Çelebi Gelibolu’ya geçti. Sultan
Murad da Foça Podestası Jan Adorno’nun temin ettiği kadırgalarla karşı kıyıya
çıktı. Kovalamaca devam etti. Mustafa Çelebi, Edirne’deki saraydan kaçırdığı
hazineyle beraber Eflak tarafına gitti. Tunca nehri yakınlarında yakalanarak
Edirne’ye getirildi. Mustafa Çelebi, alelade bir suçlu gibi meydanda asılarak
idam edildi. Çürüyünceye dek de asıldığı yerde tutuldu.
Mustafa Çelebi olayının müsebbibi Bizans
sarayı, Sultan Murad’la bozuk olan ilişkilerini iyileştirmek için elçiler
gönderdi. Elçiler, Osmanlı’nın şimdiki hedefinin İstanbul olduğu cevabını
alarak geri döndüler.
İstanbul’un
Muhasarası
1422’de İstanbul kuşatıldı. Surlar toplarla
dövülmeğe başlandı. Bizans imparatoru (Manuel bu sıralarda yaşlı ve hasta idi,
idare işleri oğlu Yuannis’teydi), Sultan Murad’ın kardeşi Mustafa’yı Murad’a
karşı kullanmak istedi. Sultan Murad padişah olunca öldürülmekten korkup
Karamanoğlu memleketine sığınan şehzade Mustafa, Bizans imparatorunun
emellerine alet oldu. Karaman ve Germiyan beylerinin de desteğiyle Anadolu’da
faaliyete girişti. Kardeşinin faaliyetlerini bastırması gereken Sultan Murad,
muhasarayı kaldırdı.
Şehzade Mustafa İznik kalesini kırk gün
muhasara etti. Sultan Murat bu sırada İznik’e yetişti. Yakalanan şehzade bir
incir ağacının dibinde boğduruldu (1423). Sultan Murad bundan sonra Tokat kalesinde
mahbus tuttuğu Mahmud ve Yusuf isimlerindeki iki kardeşinin gözlerine mil
çektirdi.
Sultan Murad, hükümdarlığına muhalif olan
unsurları tasfiye ettikten sonra Rumeli tarafına geçip sükûnu sağladı. Rumeli’de
istikrarı sağlayan Sultan, Anadolu’ya geçip iptida, Menteşe beyliğini tasfiye
etti (1425).
Sultan Murad Karamanoğlu memleketiyle aradaki
akrabalığı kuvvetlendirmek istediğinden İbrahim Bey’le kardeşleri Ali ve İsa
Beylere birer kız kardeşini verdi.
Eski Türk beyleri ailesinden Taceddin
oğullarından Alparslan oğlu Hasan Bey Ordu ve Çarşamba taraflarında hüküm
sürüyordu. Osmanlı, bu bölgeyi almak istedi.
Hasan Bey’in ceddi Tacüddin Bey Niksar, İskefsir
ve Canik taraflarının emiri olup merkezi Niksar idi. Sivas hükümdarı Kadı
Burhaneddin’le bazan dost olmuş ve bazan mücadele etmiş ve Ordu vilâyeti
dahilindeki Türkmen beyi Hacı Emir Zade Süleyman Bey’in memleketine yapmış olduğu
bir akında maktul düşmüş ve yerine oğlu Mahmud Bey Emir olmuştu. Bunun kardeşi
Alparslan, biraderine muhalefet ederek Niksar'ı zabt etmiş ve Kadı Burhaneddin’den
yardım istemişti; fakat Burhaneddin, bunun, kendi hasmı olan Eretna
akrabalarından Feridun ile münasebatını haber aldığından Alparslan’ı
katlettirdi. Bu Alparslan’ın Hüsameddin Hasan ve Mehmed Yavuz isimlerinde iki
oğlu vardı.
Hasan Bey, yakalanıp Bursa hisarında
hapsedildi (1428). Hasan Bey bire süre sonra hapisten kaçtı fakat padişaha biat
ettiği için kendisine Gümülcine sancağı verildi.
Ankara Savaşı’ndan sonra Yakup Bey’in
idaresine verilen Germiyan Beyliği, Şehzade Mustafa’nın kalkışması sırasında
Sultan Murad’a muhalif davranmışa da, vasiyet edecek kimsesi olmadığı için
vefatından sonra mülkünü Osmanlılara vasiyet etti.
Yıldırım Bayezid’in zapt ettiği Selanik,
Ankara Savaşı’ndan sonra Bizans’ın eline geçmiş ve bir süre sonra Venediklilere
satılmıştı. Sultan Murad Selanik’i almak üzere Venedikli yöneticilere haber
gönderdi. Venedikliler Selanik’i bırakmadı ve harp kaçınılmaz oldu. 1430’ta
Selanik zapt edildi. Selanik’i kaybeden Venedikliler, Çanakkale boğazının
Anadolu sahillerini top ateşine tuttular. Bunun üzerine Sultan Murad sulh için Venedik’e
elçi gönderdi.
Karamanoğlu İbrahim Bey, Osmanlılara karşı
mevkiini kuvvetlendirmek için Sırp despotu ve Macarlarla beraber Osmanlılar
aleyhine ittifak etti. Sultan Murad, Karamanoğlu üzerine yürüdü. İsa Bey’i
Karaman beyi yapacağını ilan ederek İbrahim Bey’i sıkıştırdı. İbrahim Bey yüksek
âlimlerden Mevlâna Hamza vasıtasıyla sulhe talip olup özür diledi.
Sultan Murad Karaman seferinde iken Macar
kıralı Alacahisar taraflarını vurdurmuştu. Bu nedenle sıra Macarlardaydı.
Sultan Murad 1437’de sefere çıktı. Sırp despotu ile Eflâk prensi padişaha kılavuzluk
yaptılar. Sefer boyunca Macar kralı bulunamadı. Bu harekâtın hemen ardından
Tuna kıyısındaki Semendire üzerine gidildi. Semendire kuşatmasından sonra Macar
ordusunun baskınıyla karşılaşıldı. Osmanlı ordusu bu baskından zaferle çıktı
(1438).
Belgrad muhasara edildi. Sultan Murad bu
sefer esnasında demir madenleri ile meşhur olan Novoberda tarafına bizzat
giderek orasını zapt etti (1439). Belgrad
muhasarası altı ay kadar devam etti; fakat bir netice alınamayarak muhasara
kaldırıldı.
Mezid Bey kumandasındaki bir akıncı kuvveti
1442’de Transilvanya’da Hermanştad kalesini muhasara etti. Jan Hunyad (Hunyadi
Yanoş) kalenin imdadına koştu. Muhasarayı kaldıran Mezid Bey, Hunyad’ı
karşıladı. Muharebe galibiyete giderken kaleden çıkan düşman kuvvetleri Türk
akıncılarını arkadan kuşattı. İki ateş arasında kalan Türk akıncıları yaklaşık
20 bin maktul verdikten sonra mağlup oldular. Esir ettiği Türkleri, kurduğu
eğlence sofralarında katleden Jan Hunyad’ın bu muvaffakiyeti Avrupa’da
şöhretine sebep oldu. Bundan istifade edilerek Papa IV. Öjen’in teşvikiyle
Türkler aleyhine derhal bir ittifak oluşturuldu. Bu ittifaka Macarlardan başka
Leh, Ulah (Eflâk) ve Sırplarla Alman İmparatorluğu dahilindeki milletler,
Fransa ve Belçika gönülleriyle Anadolu’da Karamanoğlu İbrahim Bey de dahil
olmuştur.
Müttefiklerin başında Polonya ve Macaristan
kıralı Ladislas ile iki büyük muharebenin galibi Jan Hunyad bulunuyorlardı.
Jan Hunyad, Kruşevac (Alacahisar), Şehirköy ve
Niş'i tahrip edip yaktı. Haçlılarla ilk muharebe
3 Kasım 1443’de Morava nehri kenarında ve Niş civarında oldu. Türkler bu
muharebede mağlup oldular. Sultan Murad Balkanların güneyine çekildi. Haçlılar
Sofya’yı aldılar.
Sultan Murad, İzladi derbendi önüne geldi ve
düşmanla karşılaştı. 24 Aralık’ta yapılan
muharebede Osmanlı ordusu mağlûp oldu; düşman derbendi geçerek Filibe ovasına
indi ve Yalvaç kırlarında yapılan üçüncü bir muharebede de Osmanlı kuvvetleri
mağlûp edildiler; fakat kışın şiddeti haçlıları yıpratmış olduğundan geri döndüler;
Türk kuvvetleri takibe başladılar. Hunyad’ın sahte ric’atine aldanıp onu takip
eden Türk kuvvetleri pusuya düşürüldü ve bir kısmı esir edildi.
Balkanlarda harp devam ederken Karamanoğlu
yine Osmanlı hududunu aşarak taarruza geçmiş ve müthiş tahribat yapmıştır.
Sultan Murad, Amasya sancak beyi olan büyük oğlu
Alâüddin Bey’i Karamanoğlu üzerine gönderdiği gibi arkadan da kendisi Kapıkulu
askeriyle o tarafa gitti. Sıkışan Karamanoğlu, eşinin sultanla kardeşliğinden
istifade ederek sulh istedi. Şehzade Alâüddin Karaman seferinden döndükten az
zaman sonra vefat etti.
Haçlılar sert kış şartları nedeniyle geri
çekildiler. Gerek Osmanlı ordusunun gerekse Anadolu’daki asayişin durumu,
Sultan’ı sulhe mecbur etti. 1444’te Edirne’de barış antlaşması yapıldı
(Edirne-Segedin Muahedesi).
Bu muahede gereğince Sırplardan alınan
yerler Brankoviç’e bırakılarak Sırbistan’ın tekrar kurulması ve despotun
Osmanlıların yanında bulunan iki oğlunun iadeleri kabul edildi. Eflâk,
Osmanlılara vergi vermekle beraber Macarların nüfuzu altına bırakıldı.
Bu antlaşmadan sonra Sultan Murad,
Karamanoğlu’nun hakkından gelmek üzere Anadolu’ya geçti. Sultan Murad, ordusuyla
geçtiği yerlerde taş taş üstüne bırakmayacak derecede tahribat yaptı.
Karamanoğlu bir yolunu bulup sulh yaptı. Bundan sonra Sultan Murad Edirne’ye
dönmeyip hükümdarlığı hayatta olan tek oğlu Manisa valisi Mehmed’e bırakarak
kendisi Bursa'ya çekildi.
Sultan Murad gibi tecrübeli bir kumandanın
saltanattan çekilmesi Edirne'de büyük heyecan uyandırdı. Haçlı saldırısından
çekinenler Anadolu’ya göç etmeye başladılar.
Papa, Osmanlılarla yapılan barışı bozmak
için çalışmalar yaptı ve nihayetinde sulh bozuldu.
Bizans sarayında bulunup Osmanlı hanedanına
mensup şehzade Orhan salıverildi ve hemen saltanat iddiasıyla Çatalca
taraflarında dolanmağa başladı. Jan Hunyad’ın Türklerden alınacak Bulgaristan’a
kral olacağı da vaid olunarak onun da harb aleyhindeki evvelki fikri değiştirildi.
Macar, Bohemya, Eflâk, Hırvat, Polonya ve Alman
milletleriyle Papa taraftarları ve gizlice donanma vermek suretiyle
Venedikliler de bu ittifaka dahil oldular.
Muahedenin bozulduğundan haberi olmayan
Osmanlı hükümeti, Sırbistan’da işgal etmiş oldukları yerleri geri verdiler.
Haçlılar, Tuna boyunca ilerleyip Osmanlı
hududunu yakıp yıkmaya başladılar. Bu sırada kiliseleri dahi yağmaladılar.
II. Mehmed babasını başkumandan olarak
ordunun başına davet etti. Bunun üzerine Sultan Murad kırk bin kişilik Anadolu
kuvvetiyle hareket etti. Sultan Murad süratle Edirne'ye
gelip Sultan Mehmed ile veziriazamı orada bırakarak ordu kumandanı sıfatıyla
Varna önüne gelmiş olan Haçlılar üzerine gitti.
Varna
Muharebesi
Varna savaşı 10 Kasım 1444 (28 Receb 848)
salı günü yapılmıştır. O gün Sen Marten yortusu'na tesadüf ettiği için haçlılarca
uğurlu sayılmıştı.
Muharebe başlar başlamaz Jan Hunyad Osmanlı
ordusunun Karaca Bey kumandasındaki sağ koluna bizzat hücum ederek bu kolu geri
sürdü; sol cenaha yüklenen Eflâk kuvvetleri ise bu kolu bozdular. Macaristan
kıralı Ladislas (III. Vladislas) heyecana gelip Jan Hunyad’ın menetmesine
rağmen, Osmanlı ordusu merkezine, padişahın üzerine hücum etti. Merkezden
içeriye giren düşman kuvvetleri çevrildi. Yeniçeri bölüklerinden birisinin
kumandanı Koca Hızır hemen koştu ve derhal kiralın başını kesip mızrağın ucuna
taktı. Bunu gören düşman kuvvetleri bozulmaya, bir kısmı kaçmağa yeltendi ise
de kaçamayıp maktul düştüler. Jan Hunyad Polonyalı
kuvvetlerden kurtulanları alarak kaçmıştır.
Sultan Murad Varna’dan Edirne'ye dönünce,
oğluyla müşterek olarak ikinci defa padişah olmuştur. 1 yıl kadar sonra
Manisa’ya dönen sultan, 1446’da çıkan bir askeri isyandan sonra tekrar
Edirne’ye çağrılmış ve oğlu Mehmed’i Manisa’ya göndermiştir. Şehzade Mehmed’in
iki defa tahttan azline sebep olan Veziriazam Çandarlı Halil Paşa’dır.
Arnavutluk’ta ayaklanma çıkaran İskender
Bey’den dolayı Sultan Murat Kroya’ya (Akçahisar) sefer düzenledi. Tam bu
sırada, Varna mağlubiyetini telafi etmek isteyen Jan Hunyad, Macarlardan başka,
Eflak, Polonya, Erdel ve Almanya’dan topladığı askerlerle Osmanlı hududuna
doğru ilerledi. Padişah, ordusuyla Sofya’ya çekildi. Jan Hunyad, Ekim 1448’de
Kosova’ya girdi. İki ordu burada karşılaştı. Muharebe 3 gün sürdü.
Üçüncü gün, plân mûcibince Osmanlı
cenahları mukavemet edememiş gibi geri çekildi. Düşman merkeze saldırınca da
kanatlar düşmanı kıstırdı. Çandarlı Halil Paşa, Eflak prensini ele almayı
başardı ve Eflak kuvvetleri haçlı ordusundan ayrıldı. Kaybedeceğini anlayan
Hunyad, gizlice ordugâhtan ayrılarak kaçtı.
Sultan Murad, Gülbahar hatun ile evli olan oğlu
Mehmed’e Dülkadiroğlu’nun kızını almak istedi. Evlendiler ve bu hanım (Sitti
hanım) 1466’da vefat etti. Sultan Murad, 1451’de nüzul sebebiyle vefat etti.
Sultan
II. Mehmed’in Hükümdarlığı
Sultan Murad öldüğü zaman Mehmed’den başka İsfendiyar
Bey’in torunu olan hareminden henüz süt emen Ahmed adında bir çocuğu olmuştu. II.
Mehmed bu çocuğu derhal boğdurmuştur.
II. Mehmed, (27-30) Mart 1432’de doğmuştur.
Her fırsatta Osmanlılara karşı hasmâne
hareket eden Karamanoğlu yine hududu aştı ve II. Mehmed’in ilk seferi Anadolu
istikametinde oldu. Zoru gören Karamanoğlu İbrahim Bey sulh istedi. Sefer
dönüşünde Yeniçeri hünkârı padişahı karşılayıp ilk seferi olduğu için âdet
olduğu üzere bahşiş istedi. Bahşişi aldı ve fakat bu cüretten dolayı Yeniçeri
ağasını azledip ordudaki bölük kumandanlarını dövdürdü.
Jan Hunyad ile üç senelik bir sulh yaptı.
Sırp elçileriyle de dostluk muahedesi
yaptı.
Sırp despotunun kızı olan üvey validesini (Despina
/ Mara), babasının yanına gönderip kendisine her türlü ihtiyacı için Sırp hududu
üzerinde bir hayli yerin gelirini tahsis etti.
Eflâk, Midilli, Sakız, Rodos ve diğer
devletlerle de muahedelerini tecdid etti.
Bizans İmparatoru’yla, Çelebi Mehmet’in
oğlu ya da Süleyman Çelebi’nin torunu olan Şehzade Orhan’ı salıvermemesi
konusunda anlaştı.
Karamanoğlu üzerine yapılan sefer, Bizans
sarayının şehzade Orhan’ı salıverme tehdidi nedeniyle tehir edilince II. Mehmed,
Rumeli’ye döndü. Boğaz’ı geçerken Anadoluhisarı’nın karşısına kale yapılmasını
emretti. Bizans sarayı II. Mehmed’e elçiler gönderdiler ancak padişahı
kararından vazgeçiremediler. 3-4 içerisinde Rumelihisarı inşa edildi.
Macar Urban’dan, İstanbul’un surlarını
delecek güçte top dökmesi istendi.
İmparator 8. Yuannis, ölmeden evvel Papa ile
görüşerek kiliselerin birleşmesi konusunda bir mutabakat yapılmış idi. Buna
karşı olan Grandük Notaras, İmparatordan sonraki en yüksek rütbeli kişi idi. Şu
meşhur “İstanbul’un içinde Türk sarığını görmek, Latin serpuşunu görmekten
iyidir” diyen de budur.
1453 senesinin Şubat ayında, surları
dövmesi için döktürülen top, İstanbul yakınlarına getirildi.
Muhasara esnasında Mora tarafından
İstanbul’a yardım gelmemesi için o tarafa akıncılar gönderildi.
Hazırlıklar tamam olunca padişah, Rebiulevvel
857/23 Mart 1453’de Edirne'den hareket etti. Nisan’ın beşinci günü İstanbul
önlerine geldi. 6 Nisan’da muhasara başladı.
Surları dövecek olan toplar Edirnekapı ile
Topkapı arasına yerleştirildi. En büyük top, Eğrikapı karşısına konmuştu.
Padişahın karargâhı Maltepe tarafındaydı.
Bizans surlarının Topkapı mıntıkası
İmparator, Jüstinyani ve Kantakuzen taraflarından müdafaa ediliyordu.
Nisanın on sekizinde Bayrampaşa deresi
taraflarında surlarda gedik açıldı. Ancak surlardan içeriye girmek mümkün
olmadı.
Papa tarafından gönderilen bir donanma
Yedikule açıklarına kadar geldi. Deniz muharebelerinde Osmanlı donanması çok
zayiat verdi ve sahile yanaştı.
Düşmana hem askerle ve hem zahire ve sair
harb levazımı yardımı gelmesi, muhasarayı uzatacağı için tehlike baş gösterdi.
Gemilerin Tophane sırtlarından kızaklar
üzerinde çekilerek Haliç’e indirilmesi bu noktada planlanıp uygulamaya geçildi.
21-22 Nisan gecesi, 70 kadar gemi Haliç’e indirildi.
Derhal Haliç ile Ayvansaray arasında bir
köprü inşa edildi. Köprüye yerleştirilen toplarla bu taraftaki surlar dövülmeye
başlandı.
25, 26 Mayıs’ta bir Macar heyeti Osmanlı
karargâhına geldi. Bu heyet Jan Hunyad döneminde yapılan sulhun artık geçerli
olmadığını bildirdi.
Muhasaranın kaldırılması yahut şiddetinin
artırılması tartışıldı. Nitekim muhasaranın şiddeti artırıldı.
27 Mayıs’ta yapılan ve üç gün süren
bombardımanla surların bir kısmı yıkıldı.
29 Mayıs’ta Padişah, yeniçerilerle birlikte
surlara doğru ilerledi. Surun üzerine ilk olarak çıkan bir elinde kalkanı,
diğerinde palasıyla Ulubatlı Hasan’dır. Türkleri surların üzerinde gören Bizans
savunma birlikleri paniğe kapılıp geri kaçmaya ve bu arada birbirlerini
çiğnemeye başladılar. Rivayete göre İmparator da bu sırada ayaklar altında
çiğnenip ölmüştür.
Topkapı içeriden kırıldı ve Türk kuvvetleri
bu kapıdan içeri şehre girdiler.
Giritli gemicilerin müdafaa ettikleri
Vasileos (Basil) Leon ve Aleksiyüs burçları alınamadı, bunlar kahramanca döğüştüler;
bunların müdafaaları padişaha arzedilerek kendilerinin gemileriyle mallarının
serbest bırakılması şartıyla teslim olarak gittiler.
Elli dört gün süren ve 18 Nisan, 6, 12 ve
29 Mayısta yapılan dört büyük hücumdan sonra Şarkî Roma İmparatorluğu’nun 1125
senelik başşehri olan İstanbul ( Kostantiniyye) 20 Cemaziyelevvel 857 / 29
Mayıs 1453 salı günü zabtedildi.
Çelebi Mehmed’in oğlu Şehzade Orhan, şehrin
işgal edildiğini haber alınca kendisini surdan atarak intihar etmiş ve başı kesilerek
padişaha getirilmiştir.
Fatih, muhteşem bir alay ile Topkapı’dan
şehre girdi.
Ayasofya kilisesine gitti, oraya gelince
atından indi, (Şükrane olarak) yere kapandı ve toprak alıp başının üstüne
götürdü.
On
Dördüncü Bölüm
XV. YÜZYIL ORTALARINA KADAR OSMAN OĞULLARI AİLESİ
Türk devletlerindeki kanun ve töreye göre
memleket ailenin müşterek malı sayılırdı. Bu âdet, I. Murad zamanından itibaren
yalnız hükümdar bulunanın evlâtlarına inhisar etmişti.
Osmanlılarda hükümdarlığa kimin geleceğine
dair bir saltanat kanunu yoktu ve hükümdarlar bir isyan hâdisesinin önüne
geçmek için kardeşlerini öldürürlerdi; bu an’ane daha sonraları Fatih Sultan
Mehmed’in kanunnamesiyle kat’î şeklini almıştı; bu kanunnameye, Osmanlı hanedanından
her kime hükümdarlık nasip olursa nizam-ı âlem için kardeşlerini öldürmesi
hususunda bir madde konmuştu.
Osmanlı padişahı memleketin sahibi olmak
itibarıyla tebaasının canı ve malı üzerinde tasarruf hakkı vardı.
İlk Osmanlı padişahları (XVI. yüzyıl
sonlarına kadar) şehzâdeliklerinde, sancak beyliklerinde hizmet ve
muharebelerde ordunun kollarında kumandanlık ederek tecrübe edinirlerdi.
Osmanlı padişahlarının, en itibarlısı ak
sancak olmak üzere muhtelif saltanat sancakları ile altı adet tuğları vardı.
Osmanlı tarihlerinde birinci padişah
sayılan Osman Gazi, yaşadığı müddetçe Anadolu Selçuklularıyla İlhanlılara tabi
bir uç beyi olarak kalmıştır.
Hakikî olarak ilk Osmanlı hükümdarı Orhan
Bey’di (1324 - 1362).
I. Murad (1362 - 1389) Rumeli ve
Anadolu’daki başarılarıyla devleti bir imparatorluk derecesine çıkarmıştır.
Babası gibi teşkilâtçı olup Kapıkulu ocakları ve diğer askerî teşkilât, zamanın
ihtiyaçlarına göre bunun devrinde yapılmıştır.
Yıldırım Bayezid (1389 - 1402) fütuhatını Rumeli’den
ziyade Anadolu’da yapmış, fakat Bulgaristan’ın doğrudan doğruya ilhakıyla Niğebolu
muzafferiyeti gibi büyük başarı ile Balkanlarda sükûn ve istikrarı temin eylemiştir.
Ankara Savaşı ve Timur hâdisesi, Osmanlı fütuhatını yetmiş sene geriletmiştir.
Çelebi Sultan Mehmed (1413 - 1421) Osmanlı
devletinin ikinci kurucusu olmuştur.
II. Murad (1421 - 1451) Varna
muharebesindeki galebesi kendisinin daha evvel Haçlılara karşı olan mağlûbiyeti
lekesini silmiştir. Bütün devlet işlerini
saltanatının iptidasından sonuna kadar kendilerine tam itimat gösterdiği
Çandarlı zâde İbrahim Paşa ile onun oğlu H alil Paşa âdeta müstakil olarak idare
etmişlerdir.
Osmanlının kuruluşundan itibaren devlet
idaresinde hüküm ve nüfuz Türk vezir ve beylerinin ellerinde iken daha sonra
II. Murad zamanından itibaren Pençik oğlanlarıyla devşirmeden yetişen devlet
adamları meydan almışlardır.
Baştan itibaren 1451 senesine kadar gelen
Osmanlı hükümdarları daimî surette halkla temas ederler, divanda bizzat dava
dinleyip devlet işlerini görürlerdi. Fatih Sultan Mehmed saltanat usulünü kabul
ile divan müzakeresini terk ederek halkla teması kesince milletle kendi arasına
ince bir perde çekilmiş ve zaman geçtikçe, yani halefleri devrinde bu perde
kalınlaşarak tebea ile hükümdar birbirlerini görmez ve tanımaz olmuşlardır.
Şehzâdeler gidecekleri sancağa validelerini
de beraber götürürlerdi. Sancakta bulunan şehzâdelere çelebi sultan denilirdi.
Şehzâdelere Rumeli’de sancak verilmesi
kanun değildi.
X V. yüzyıl ortalarına kadar vaziyetin
icabına göre İzmit, Bursa, Eskişehir, Aydın, Kütahya, Balıkesir, Isparta,
Antalya, Amasya, Manisa, Sivas gibi şehirler başlıca şehzade sancak merkezleri
bulunmuşlardır.
On
Beşinci Bölüm
OSMANLILARIN ÎLK DEVLET TEŞKİLÂTI
Osmanlıların devlet işlerini görüştükleri
en üst makam divandır ve divan tıpkı bakanlar
kurulu gibi çalışır.
Divan her gün sabah erkenden namazdan sonra
toplanırdı.
Osmanlıların ilk devirlerinde divanda ulema
sınıfından gelme yalnız bir vezir vardı. Vezir
adedi artınca birinci vezire vezir-i âzam denildi, ilk vezir-i âzam yani
birinci vezir Cendereli zâde Ali Paşa idi. Vezirlerin,
vezirlik alâmeti olarak üç tuğları vardı.
Fatih’in son zamanlarına yakın devre kadar
padişahlar divana bizzat riyaset ederlerken sonra bu işi vezir-i âzama
bırakarak arz odasını ihdas etmiştir.
Bütün devlet işlerinden vezir-i âzam mes’uldü;
azil, tâyin işleri ve bütün devlet işlerindeki muameleler onun kararı ve
padişahın müsaadesiyle olurdu; bu tarihlerde hiç bir arzları geri dönmezdi.
Beylerbeyi ilk devirlerde Osmanlılarda bir tane olup bütün ordu
işlerinden mes’uldü ve devlette hükümdardan sonra sözü geçen bu idi.
Ülke toprakları büyüdükçe Beylerbeyi adedi
de arttı. Mamafih eyaletlerinin en yüksek askerî kumandanlığını muhafaza
ettiler.
Sancak beyleri, tertip sırasıyla beylerbeyilere tabî olup mıntıkalarındaki
serbest timar yerlerden başka idareleri altındaki sancakların hem İdarî ve hem
askerî ve âsayiş işlerinden mes’ul idiler.
Bir harb vukuunda sancağı dahilindeki timarlı
sipahileri toplayarak beylerbeyinin kumandası altında sefere giderdi.
Osmanlıların idarelerindeki yerler aşağıdan
yukarıya köy, kaza, sancak ve beylerbeyilik şeklinde İdarî, askerî, bir
taksimata tabi tutulmuştu.
Reâya denilen köyler halkı dirlik, vakıf,
mülk reâyası olarak başlıca üç sınıfa ayrılmıştı. Reâya veya köylünün askerî
olmavan şer’î ve hukukî dâvalarına mahallî kadılar (Yargıç) bakarlardı.
Kazaların inzibatı, subaşılara aitti.
Rumeli beylerbeyisinin merkezi Manastır ve
Anadolu’nun ise Kütahya ve muvakkat bir zaman (Kütahya şehzâde sancağı olunca)
Ankara ve sonra daimî olarak Kütahya olmuştur.
Osmanlılar fethettikleri memleketlerde kendilerinden
evvel teşekkül etmiş olan Anadolu beylikleri gibi toprağı taksim ve idare
etmişlerdir. Anadolu beyliklerinden
aldıkları yerleri eski şekilleriyle aynen kabul edip Rumeli’de elde ettikleri
yerlerin hepsini emîri yani devlete ait arazi olarak tapulamışlardır.
Devlete ait yerlere arazi-i emîriyye
denilmiştir. Bu araziyi ekip biçen halka da
reâya denilirdi.
Osmanlılarda arazi-i emîriyyeden başka
vakıf ve mülk topraklar da vardı.
Vakıf arazinin öşür ve resmi dinî, İlmî ve
İçtimaî müesseselere tahsis kılınmıştı.
Mülk arazi satılması, hediye edilmesi,
parçalanması caiz olup kimse müdahale edemezdi.
Reâya, toprağı ekip biçmek, mamur etmek şartıyla
onu muhafaza ederdi; aksi takdirde sahib-i arz tarafından tarlası elinden
alınıp başkasına verilirdi. Bütün bu arazi muamelâtı tahrir defterlerinde
gösterilir.
Toprak ne köylünün ve ne de sahib-i arz’ın
malı olmayıp devlete aitti.
On
Altıncı Bölüm
OSMANLILARDA ASKERÎ TEŞKİLÂT
Osmanlı kuvvetleri kapukulu, eyalet ki
bunda hudut kuvvetleri de dahildir ve deniz kuvvetleri olarak üç kısımdı.
Kapıkulu askeri, yaya sınıfından olan
yeniçeri, cebeci, topçu ocaklarıyla yine bir ocak halinde olarak atlı
bölüklerden teşekkül etmişti; bu iki sınıf asker, hükümdarın şahsına mahsus
maaşlı merkez kuvvetleriydi ve padişah nerede bulunursa onunla beraber
bulunurlardı.
Eyalet askerine gelince, bunlar başlıca
topraklı veya tımarlı sipahi denilen süvarilerle yaya, müsellem, azab ve bir de
Rumeli hudutlarında bulunan akıncılardan mürekkepti.
Gazi Orhan Bey zamanında Türk gençlerinden
mürekkep ayrı ayrı biner kişilik yaya ve müsellem isimleriyle muvazzaf iki sınıf
piyade ve süvari kuvveti vücuda getirildi.
Acemi ocağı ile yeniçeri ocağı teşkilâtları
I. Sultan Murad zamanında Kazasker Cendereli Kara Halil ile Konyalı Molla
Rüstem’in tavsiyeleriyle ortaya konmuştur. Yeniçeri ocağına asker yetiştirmek
için acemi ocağı ilk defa Gelibolu’da kurulmuştur.
Fakat esirler fırsat buldukça kaçtıkları
için bu usul değiştirilmiştir. Yeni usule göre savaşlarda tutsak olan küçük
yaştaki Hıristiyanlar, evvelâ Anadolu’daki Türk köylüsünün yanına verilerek az
bir ücretle hizmet ettirilir. Burada Türk ve İslâm âdet ve an’anelerini öğrenip
o hayata intibak ettikten sonra bir akçe gündelikle acemi ocağına kayıt
olunurlar ve burada da bir müddet hizmetten sonra günde iki akçe ile yeniçeri
ocağına alınırlardı.
Esirlerden alınan bu çocuklara pençik
oğlanı ismi verilmişti
Yeniçeri ocağı, 1363’de teşkil edilmiştir. Sefere
gidişlerde ve konaklarda yeniçeriler padişahın etrafında bulunup onu muhafaza
ederlerdi.
Yeniçeri ocağının en büyük kumandanı
yeniçeri ağası olup bundan sonra sekbanbaşı gelirdi.
Yeniçeriler maaşlarını üç ayda bir
alırlardı.
Muharrem, safer, rebiulevvel denilen ilk üç
aya bu ayların baş harflerinin toplanmasıyla masar denilirdi. Rebîulâhir,
cemaziyelevvel, cemaziyelâhir aylarına recec ve receb, şaban, ramazan aylarına
reşen ve şevval, zilkade, zilhicce aylarını temsil eden remze de lezez ismi
verilmişti.
Yeniçeriler başlarına gazi serpuşu olan ve
Türkler uç bölgelerinde iken kendilerini halktan ayırt etmek için başlarına giydikleri
börk adı verilen beyaz keçeden başlık giyerlerdi.
Yeniçeriler börklerini eğri ve zabitleri
düz giyerlerdi; zabitlerin börklerinin başa giyilecek yeri sırma işlemeli olup
buna üsküf derlerdi.
Ocak kendisini, XIII. yüz yılın ikinci
yarısında yaşamış olan Babaîler’den Hacı Bektaş-ı Velî ye mensup sayarak onu,
ocağın piri olarak tanımıştı. Buna sebep ocağın teessüsünde Alperenlerin,
Babaîlerin müessir olmalarıdır.
Yeniçerilerin ok, yay, kalkan gibi
ihtiyaçları olan âlet ve eşyayı yapan veya tedarik eden ocağa cebeci ocağı denilirdi.
Osmanlı ordusunda ilk defa 1389’daki birinci
Kosova muharebesinde top kullanılmıştır.
Timarlı sipahi veya süvarinin hizmet
mukabili reâyadan almış olduğu öşür ve resme dirlik ve sipahinin kendisine de
Sahib-i arz denilirdi.
Azab (Azeb) bekâr demektir. Bunlar,
Anadolu’dan toplanmış muharebeye yarar, dinç, kuvvetli, bekâr Türk gençleridir.
Akıncılar, Türklerden teşkil edilmiş hafif
süvari kuvvetleridir. Akıncıların başlıca
vazifeleri ordunun keşif hizmetini görmek, düşman topraklarındaki araziyi
keşfederek orduya yol açmak, bu suretle düşmanın pusu kurmasına mâni olmaktır.
Düşman ülkesine karşı yapılan bir akının,
akın adını alabilmesi için o taarruzun mutlak surette akıncı kumandanlarının emrinde
olması lâzımdı. Akına gönderdiği kuvvet yüz ve yüzden fazla olursa o akına haramilik
ve yüz kişiden aşağı olursa ona da çete denilirdi.
On
Yedinci Bölüm
OSMANLILARDA FÎKİR HAYATI VE ÎLMÎ-ÎÇTÎMAÎ MÜESSESELER
Sadeddin-i Teftâzânî (vefatı 1390) ve
Seyyid Şerif-i Cürcânî (vefatı 1413), bu iki simin eserleri ve talebeleriyle
tesis ettikleri mektep asırlarca Türk ve bilhassa Osmanlı medreselerinde devamlı
tesirini göstermiştir.
Edebalı Şam’da, Davud-ı Kayseri Kahire'de,
Muhsin-i Kayseri Şam’da, Kara Hoca Alâüddin İran'da, Kadı zâde-i Rumî Musa
Horasan ve Maveraünnehir'de, Molla Fenarî (Muhammed b. Hamza) ve Samavnalı
Bedreddin Kahire'de, Alâaddin-i Rumî Semerkand'da, Germiyanlı Ahmedî Mısır'da
ihtisas yapmışlardı.
Osmanlı memleketlerine hicret eden âlimler
sayesinde Türkiye’deki ilim cereyanları birdenbire yükselmiştir: Şeyh Mehmed-i
Gezeri ile Şeyh Ahmed-i Cezerî, îbn-i Ârabşah, hey’etci Abdülvacid, Fahreddin-i
Acemi, Haydar-ı Herevî, Alâaddin-i Tusî, Seyyid Ali Acemi, riyaziyeci Fethullah
XV. yüzyılın ilk yarısı içinde Türkiye’ye gelmişlerdi. Bunlardan sonra Ali
Kuşçu, Musannifek Alâaddin, Tebrizli Tabip Kemaleddin, tabip Hekimşah-ı Kazvinî,
tabip Şirvanlı Şükrullah, tabip ve riyaziyeci Abdullah, Hekim Lârî, hey’et ve
riyaziyeci Şirazlı Muzafferüddin Ali, İdris-i Bitlisi Anadolu’ya gelmişlerdir.
İznik’te cami imaretiyle beraber bir de
medrese yapılmıştır (1331). Davud-ı Kayseri buraya müderris tayin edilmiştir. Yüzyılın
sonlarına doğru Bursa medreseleri başı çekmeye başlamış, İznik medresesi
Bursa’dakilere kıyasla önemini yitirmiştir. Edirne, başkent olduktan sonra aynı
zamanda ilim merkezi de olmuştur. Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’da yaptırmış
olduğu Sahn-ı seman medreselerinin açılmasına kadar bu önemli konumunu muhafaza
eylemiştir.
Osmanlı medreseleri, yüksek tahsil yani
fakülte kısmı hariç olarak Telvih, Miftah ve Hâşiye-i tecrid medreseleri diye
üç kısma ayrılıp bunlardan aşağı, bir de kavaid yani sarf ve nahiv (gramer)
derslerini öğreten medreseler vardı.
Okutulan dersler gramer, mantık, ferâiz,
kelâm, belâgat, usûl-i fıkıh, fıkıh, usûl-i hadîs ve hadîs ile tefsirden
mürekkep olup bunlardan her birinin izahını hâvi muhtasar ve mufassal müteaddit
şerh ve haşiyeleri vardı ve bunların medrese derecelerine göre aşağı
medreselerde evvelâ muhtasarı ve yüksek medreselerde mufassalı okutulurdu.
XIV. yüzyılda, diğer Anadolu beyleri gibi
Osmanlı hükümdarları da millî lisana ehemmiyet vermişler ve bilhassa Türkçenin
inkişafına ve resmî lisan olmasına hizmet etmişlerdir.
Dursun Fakih’in Yemen ilindeki Mukaffa
kalesi manzumesi ile Nakib oğlu’nun Selâsil (Ankara) kalesi manzumesi ve
Beypazarlı Maanoğlu Hasan’ın Cenadil kalesi manzumesi bu kabil Türkçe ilk eserlerdendir.
Kütahyalı
Şeyhoğlu Mustafa, Hurşid ve Ferahşad: Şeyhoğlu
Mustafa takriben 1334’de doğmuş ve XV. yüzyıl başlarında (1413) vefat etmiştir.
Farsça şiirleri büyük bir muvaffakiyetle Türkçeye
çevirmiştir; şiirleri lirik olmamakla beraber üslûp ve teknik itibariyle kusursuzdur.
Germiyan oğlu Süleyman Şah adına tercüme edilen Merzubannâme ve Kabusnâme de
bunundur.
Lâkabı Tacüddin ve adı İbrahim olan Ahmedî’nin aslen Uşak kazasının Sivaslı
nahiyesinden olduğu tahmin ediliyor. 1335’de
doğmuş ve 1412’de ölmüştür; 8251 beyitli İskendernâme'sini 1390’da bitirmiştir.
Bu eser meşhur İskender’in hayatı ve
muharebeleri hakkındaki malûmatla beraber İslâm hikemiyatını, tıb ve felsefeye
ait mutalaları da ihtiva edip sonunda da Dâsitan-i Tevârih-i Mülûk-i Al-i Osman
adiyle Ertuğrul Gazi’den, Emir Süleyman Çelebi zamanına kadar Osmanlı tarihine
ait bir kısım vardır. Ahmedî’nin beş bin
beyitli Cemşid-ü-Hurşid isimli manzumesi, Çin pâdişâhı’nın oğlu Cemşid ile Rum
kayserinin kızı Hurşid arasındaki âşikane mâcerayı tasvir etmektedir. Ahmedî’nin
bir de divanı vardır.
Emir Süleyman Çelebi ile II. Murad,
memleketteki fikir hayatına ehemmiyet vererek, âlim ve şairleri himaye etmişler
ve millî cereyana ehemmiyetli bir hız vermişlerdir ki Ahmedî, Şeyhî Sinan,
Ahmed Dâî, Atayî, Cem ali ve saire gibi şahsiyetler, bu himayeye mazhar olan
şair ve âlimlerden idiler.
Bursa'da Ulucami imamı Süleyman Çelebi’nin kaleme
aldığı sehl-i mümteni şiirlerin şaheseri olan mevlûd kitabı, Âşık Paşa’nın manzumelerinden
mülhem olmuştur.
Ahmedî’nin yetiştirdiği Şeyhî, II. Murad’ın
emriyle Genceli Nizâmî’nin Hüsrev ve Şirin manzumesini Türkçeye çevirmiştir.
Rakiplerini hivic yollu kaleme aldığı Harnâme'si
ince nükteleri ve lisanındaki nezahet itibariyle okunmağa değer bir manzumedir.
Şeyhî’nin yeğeni Cemâli ile Hümâmî, Hüsâmî,
şair ve ressam Sâfî, Hassan, Şemsî, Seyfî gibi şairler Osmanlı sarayının mümtaz
şahsiyetlerindendi.
Osmanlı devleti kurulurken Anadolu’daki Ahî
ve Babâî ve Mevlevi tarikatları en faal devirlerini yaşıyorlardı. Tasavvufi eserler manzum ve mensur olarak yazılmaktaydı.
Ahî tarikatı reisliğinin Şeyh Edebalı’dan
sonra kime geçtiğini bilmemekle beraber bunun daha sonra I. Sultan Murad’a
intikal eylediğini biliyoruz.
Orhan Bey’in maiyetinde muhtelif savaşlara
iştirak etmiş olan Geyikli Baba, Abdal Musa, Abdal Murad ve Duğlu Baba ve
emsali babalar, sonradan adım Bektaşiliğe çeviren Babâî tarikatına mensup Alperenlerden
idiler.
Babâîlik daha sonraları yeniçeri ocağına
girmiş ve halifeleri vasıtasıyla Babâîlerden olup XIII. yüzyılın ikinci
yarısında vefat etmiş olan Hacı Bektaş-ı Veli’ye nisbet edilmiştir.
Babâîler en çok Sivas, Çorum, Yozgat,
Aydın, İzmir, Balıkesir, Kuzey Anadolu (Giresun’dan Sinop’a kadar olan saha) ve
Konya, Antalya ve havalisinde akidelerini yaymışlardı.
Yıldırım Bayezid’in Emir Buharî’ye kızını
vermiş olması Osmanlı hükümdarlarının tarikat erbabına göstermiş oldukları
hürmet ve riayetin canlı bir delilidir.
XIV. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı memleketlerinde
Ekberiyye, Bistamiyye, Zeyniyye isimlerindeki tarikatleri görmekteyiz. Molla Fenarî, Osmanlı memleketlerinde medrese kolunun reisi
olduğu gibi aynı zamanda bu üç tarikatın (Ekberiyye, Bistamiyye, Zeyniyye)
yayılmasında da birinci derecede âmil olmuştur.
Osmanlılarda
Yazılan İlk Eserler
Kayserili Davud bin Mahmud’un Matla-ı husûs-ul-hilem
fi şerh-i Fusûs-il hikem isimli vâkıfâne şerhi, 14. yüzyılda yazılmıştır.
Ankaralı Mustafa bin Mehmed, Sure-i Mülk
tefsiri
Kara Hoca Alâüddin Ali (Alaeddin Esved), Künûz-ü
l-envar isimli şerh, Mecma-ul-Fuad adındaki
muhtasar miftah şerhi, Şerh-i müskilât-i Kur an
ve şerh-i müşkilât-i ahâdis adındaki telifler,
Ali bin Hibetullah, Fütuvvet âdâbına dair
Fütuvvetnâme,
İbn Melek oğlu Mehmed’in Bedr-ül-vâızin ve
zahr-ül-âbidin,
Mebmed bin Şeyh Mustafa tarafından Arapçadan
tercüme edilmiş olan Kavisnâme (Ok talim kitabı),
Zekeriya bin Mehmed Kazvinî’nin Acaib-ül mahlûkat
adlı eseri Rükneddin Ahmed tarafından Türkçeye çevrilmiştir.
II. Murad saltanatı zamanında Osmanlı
ülkelerinde İlmî cereyan artmış, şiir ve musiki zevki yükselmiştir.
İlk defa Orhan Gazi, İznik medresesiyle
beraber imaretini de yaptırmıştır.
İlk hastaneyi Bursa’da şehrin doğusunda ve
Uludağ eteğinde camimin hemen yanında olarak Yıldırım Bayezid yaptırmıştır (1399).
On
Yedinci Bölüm
XV. YÜZYIL ORTALARINA KADAR OSMANLI SİKKE YANİ PARALARI
İlhanilerin Anadolu valisi Timurtaş’ın 727
senesi sonlarında (1327 Kasım) Mısır'a kaçması üzerine aynı senede Osman
Gazî’nin oğlu Orhan Gazi Bursa’da ilk sikkesini kestirmek suretiyle istiklâle
doğru bir adım atmıştır.
Orhan Gazî’nin kestirdiği sikkenin adı Moğolcadan
alınan akçedir; ilk akçe beş kırat üç habbe vezninde kesilmiştir.
Sultan Murad Hüdavendigâr (Birinci Murad)
hem akçe yani gümüş sikke ve hem de ilk defa bakır sikke kestirmiştir.
Paralara tuğra şekliyle isim yazılması
birinci olarak I. Murad ve Emir Süleyman’ın sikkelerinde görülüp sonradan
Çelebi Sultan Mehmed ve II. Murad da bazı sikkelerinde isimlerini tuğralı
yazdırmışlardır.
Çelebi Sultan Mehmed, sikkelerinde babasını
Han olarak vasıflandırmıştır ki bu tâbir Timur’un yüksek hâkimiyetini tanıdığı
müşterek sikkesinden itibaren bütün sikkelerinde görülüyor.
Osmanlı altını ilk defa Fatih Sultan Mehmed
tarafından kesilmiştir.
On
Sekizinci Bölüm
OSMANLI DEVLETİNİN KURULUŞUNDA BÜYÜK HİZMETLERİ GÖRÜLEN BAZI AİLE VE
ŞAHSİYETLER
Akça
Koca
Osman Gazi’nin silâh arkadaşlarından idi.
Sakarya mıntıkasına ve İzmit taraflarına yaptığı
akınlarla buralarda bazı kaleleri elde etmiş Ayan gölü (Sabanca gölü)
tarafındaki palangayı alarak kendisine karargâh yapmış ve daha sonra Ermeni
pazarı ve Kandıra'yı zabtetmiş ve aşiret beylerinden Konuralp ile Aydos ve Samandıra'yı
almışlardır. Samandıra kalesi Akçakoca’ya mülk olarak verilmiştir. İzmit ile Üsküdar
arasındaki bütün Türk muvaffakiyetleri bu Akça Koca ile Gazi Abdurrahman’ın faaliyetleri
sayesinde temin edilmiştir.
Akça Koca’nın vefatı 1326 (726 H.)’dan
sonra olup kabri Kandıra’da bir tepe üstündedir. Bunun adına nisbetle İzmit vilâyetine
Kocaeli denilmiştir.
Şeceresi şöyledir:
Akça Koca > Hacı İlyas > Efdal veya
Fazlullah Paşa > Mevlana Kutbüddin > Seydi Çelebi
Bayezid
Paşa
Amasyalı olup babasının adı Yahşi’dir.
Çelebi Mehmed’e sadakatle hizmet etmiş olan Bayezid Paşa, onun hükümdarlığı
zamanında hem birinci vezir ve Karamanoğlu üzerine yapılan bir seferde mühim
hizmetine mebni ilâve olarak Rumeli beylerbeği olarak bu iki vazifeyi ölümüne
kadar muhafaza etmiştir.
II. Murad’ın padişahlığına karşı çıkan
Mustafa Çelebi’nin isyanını bastırmak üzere Rumeli’de çarpışırken
katledilmiştir. Kabri Sazlıdere’dedir
Çandarlı
Vezir Ailesi
Bu aile bir buçuk asır en yüksek ilmiye makamı
olan kazaskerlikle hükümet reisliğini yani vezir-i âzamlığı ellerinde
tutmuşlardır.
Bu öz Türk ailesi Ankara vilâyetine bağlı
Nallıhan ilçesinin Cendere köyündendir.
Bu ailede ilk tanıdığımız şahsiyet Halil
Hayreddin Paşa’dır. Şeyh Edebalı’nın akrabasındandı.
Orhan Gazi zamanında Bilecik ve İznik’te kadılık yapan Paşa, Bursa kadısıyken
Osmanlı ordu teşkilatına düzen getirmiştir. Murad Hüdavendigâr zamanında
Osmanlılarda ilk defa ihdas olunan Kazaskerliğe
getirilmiştir. Büyük oğlu Ali paşa babasının vefatı üzerine vezir olmuştur. Ali
Paşa 1387’den 1406 senesine kadar I. Murad, Yıldırım Bayezid ve Emîr Süleyman
zamanlarında on dokuz sene vezir-i âzamlıkta bulunmuştur.
Tarihler değerini ve hizmetini takdir
etmekle beraber Sultan Bayezid’i içkiye alıştırmasından dolayı kendisini
kusurlu görürler.
Ali Paşa kardeşlerinden İbrahim Paşa,
II. Murad’ın vezir-i âzamı olarak vazife
yapmıştır. Oğlu Halil Paşa babasından sonra vezir-i âzam olmuştur. Halil Paşa, II.
Murad döneminde çok güçlüydü. Aldığı bazı kararlar Şehzade Mehmed’i
gücendirmişti. Sultan Mehmed “Fatih” unvanını alınca Halil Paşa’yı Bizans’tan
rüşvet aldı propagandasıyla katlettirmek suretiyle intikam aldı.
Şeyh
Edebalı
Gazı Osman Bey Söğüd ve havalisinde
bulunduğu sırada bu mıntıkanın en nüfuzlu Ahi reisi Şeyh Edebalı’ydı. Çukurhisar’ın güney doğusundaki İtburnu mevkiinde oturuyordu.
Aslen Karaman (Konya ve Sivrihisar) taraflarındandır.
Gazi Osman Bey bunun nüfuzundan istifade etmiş,
kızıyla evlenerek Edebalı’ya damat olmuştur.
Gazi
Evrenuz Bey
İsa Bey ile oğlu Evrenuz Bey, Karesi
beyliği ümerasından iken o havalinin kısmen Orhan Gazi tarafından işgali
üzerine Osmanlı devleti hizmetine girmişlerdir. Sultan Murad Rumeli’ye geçtiği
vakit Evrenuz Bey Keşan ile İpsala'yı zapt etmiştir. 1417 Kasım’da vefat ederek Yenice-i Vardar'daki türbesine
defnedilmiştir.
Evrenuz Bey’den sonra Osmanlı devletinin
Rumeli'de akıncı kumandanı olarak Evrenuz’un oğulları Ali ve İsa Bey’leri görüyoruz.
Hacı
İvaz Paşa
Künyesi İmadeddin’dir. Tokat ahilerinden
Ahi Bayezid bin İvaz’ın oğludur. Ankara
muharebesinden sonra Çelebi’nin hükümdarlığını temin için çalışmıştır.
Karamanoğlu’nun otuz beş kırk gün Bursa
kalesini muhasarasına karşı koymuş, Bursa’yı korumuştur. Çelebi Mehmed bütün
devlete hükümdar olduktan sonra Hacı İvaz da vezir olmuştur. II. Murad
döneminde İbrahim Paşa vezir-i âzam ve Hacı İvaz Paşa ikinci vezir olmuştur. Bu
ikisinin arası iyi değildi. Padişaha suikast yapacağı ihbarı üzerine düştüğü
cendere neticesinde vezirlikten azledilip gözlerine mil çekildi. Bursa’da
Pınarbaşı Kuzgunluk mevkii kurbindeki hazireye defnedilmiştir.
Hacı
İlbeği
Bu kahraman Türk kumandanı Karesi beyliği
ümerasından iken Orhan Gazi tarafından Karesi beyliğinin kısmen işgali
esnasında Evrenuz, Ece Yakub ve Gazi Fazıl Beylerle beraber Osmanlı beyliği
hizmetine girmiş ve Karesi beyi tâyin edilen şehzade Süleyman Paşa’nın
maiyetine verilerek onunla birlikte Rumeli fütuhatına iştirak etmiştir.
Edirne üzerine yapılan harekâtta Lala Şahin
Paşa maiyyetinde olarak buranın fethinde daha sonra yine Lala Şahin Paşa ile
Zagre ve Filibe’nin zabtında bulundu. Bu Türk istilâsına karşı Macar kiralının
kumandası altında Sırp, Bulgar ve Bosna kralları kuvvetleri ittifak edip büyük
bir ordu ile Meriç nehri yanında Çirmen mevkiine gelip nehri geçtiler; ilk
hedefleri Edirne’yi kurtarmaktı.
Hacı İlbeyi, az bir kuvvetle düşmanı tetkik
etti. Gece karanlığından istifade ederek şiddetli bir baskın yaptı, asıl büyük Türk
ordusunun kendilerini bastığını zanneden haçlılar bozguna uğradılar, bir kısmı
kırıldı ve bir kısmı Meriç’te boğuldu (Sırp Sındığı Savaşı, 1364).
Beylerbeyi olan Lala Şahin Paşa, on bin kişi
ile altmış bin tahmin edilen kuvveti bozguna uğratması sebebi ile Hacı İlbeyi’nin
başarısını çekemedi ve bir yolunu bulup bu değerli kumandanı zehirletti.
Köse
Mihal Bey
Rivayetlerine göre Eskişehir Türk beyiyle
Osman Gazi arasındaki bir çarpışmada karşı tarafta bulunan Mihal Bey, esir
düşmüş, Osman Bey bunun yiğitliğine mebni kendisini serbest bırakmış ve dost
olmuştur. Orhan Gazi zamanında Bursa’nın
zaptında bulunmuştur.
Osmanlı tarihlerinde XVI. yüzyıl sonlarına
kadar faaliyetlerini gördüğümüz Mihallı akıncıları, Köse Mihal'in oğul ve torunlarıdır.
Akıncı Mihaloğulları ahfadı İhtimanlı ve
Pilevneli olarak iki koldan zamanımıza kadar gelmişlerdir.
Lala
Şahin Paşa
Babasının adının Abdülmuin olması, Hıristiyan
iken Müslüman olduğunu veya küçük iken elde edilip Müslüman terbiyesi üzere
yetiştirilmiş olduğunu gösterir.
I. Sultan Murad’a lalalık ettiğinden dolayı
Lala Şahin Paşa diye şöhret bulmuştur. Edirne'yi
ve daha sonra Filibe ile Zağra'yı almıştır. Sırp
Sındığı zaferinden dolayı Hacı İlbeği’ye hased ederek büyük hizmetine karşı bu
değerli kumandanı zehirletmiştir.
Timurtaş
Paşa ve Oğulları
Gazi Osman Bey’in silâh arkadaşlarından Aygud
Alp, Osmanlı tarihlerine göre Kara Timurtaş Paşa’nın ceddidir.
Kara Timurtaş Paşa, Lala Şahin Paşa’dan
sonra beylerbeyi olmuştur. 784 H/1382’de birinci defa Manastırı, Pirlepe ve İştip
kalelerini zapt etti.
1404 Martta Bursa'da vefat ederek kendi
namına mensup semtte yaptırdığı camii yanına defnedilmiştir.
Timurtaş Paşa’nın Yahşi, Oruç, Ali ve Umur
isimlerinde dört oğlu vardı. Bunlardan en büyükleri olan Yahşi Bey, Niş
fatihidir; Ankara muharebesinde maktul düşmüştür.
Turahan
Bey Ailesi
Mora akıncılarının kumandanı olan Turahan Bey’in
adı yanlış olarak Turhan diye zikredilir. Babası,
Yıldırım Bayezid zamanında Üsküp beyi olan Paşa Yiğit’tir.
1443’de Macar kıralı Ladislas’m kumandası
altındaki Haçlı ordusuna karşı ne yolda hareket edilmesi lâzım geldiği hakkında
Turahan Bey’in yaptığı ikazlara kulak verilmemiş ve Osmanlı ordusu bozguna
uğramıştır. Bu mağlubiyete rağmen Turahan Bey günah keçisi ilan edilip Tokat'ta
Bedevi Çardak denilen kale burcuna hapsetmiştir. Varna Muharebesindeki
muvaffakiyetten sonra akıncılarının ricası üzerine afvedilip kendisine Mora
akıncı beyliği verilmiştir.
On
Sekizinci Bölüm
OSMANLI DEVLETİNİN KURULUŞUNDAN İSTAMBUL’UN FETHİNE KADAR
BAŞVEZİRLİKTE BULUNMUŞ OLANLAR
Alaüddin Paşa: Orhan Gazi’nin ilk
veziridir. Vefatı 1340 tarihinden
evveldir.
Nizamüddin Ahmed Paşa: 1340’ta vezir oldu.
Hacı Paşa: Ahmed Paşa’dan sonra vezir oldu.
Sinanüddin Yusuf Paşa: Orhan Gazi’nin son
veziridir. Ahi reislerinden biridir.
Çandarlı Halil Hayreddin Paşa: Kazaskerken
vezir olup, kumandanlığı da uhdesinde toplamıştır.
Çandarlı Ali Paşa: Halil Paşa’nın oğludur. Veziriazam
rütbesini ilk defa bu almıştır.
Şeyh Ramazan: Çandarlı Ali’den sonra vezir
olan kişi kuvvetle muhtemel budur. Emir Süleyman’a vezirlik yapmıştır.
Şah Melik: Musa Çelebi’nin veziridir. Musa
Çelebi’nin yanından kaçtıktan sonra Çelebi Sultan Mehmed’in yanına davet edilmiştir.
Bayezid Paşa: Çelebi Mehmed devleti bir
idare altında toplayınca ona vezirlik yapmıştır.
Çandarlı İbrahim Paşa: Bayezid Paşa’nın
katli üzerine vezir olmuştur.
Çandarlı Halil Paşa: İbrahim Paşa’nın
oğludur. Fatih’in isteği üzerine katledildi.
---
Türk Tarih Kurumu
5. Baskı, 1988
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder