7 Nisan 2019 Pazar

Monografi - Ahmed Yesevi


Monografi - Ahmed Yesevi

Yesevî Hazretleri, dönemin din ve kültür dili olan Arapça ve Farsça yerine, ana dili Türkçeyi kullanmış, Türkçeyi bir ilim, aşk ve irfan dili hâline getirmiştir. Sohbetlerinde ve nutk etmiş olduğu hikmetlerinde ana dili Türkçeyi kullanarak geniş kitleleri etkileyen ilk Türk mutasavvıfı olmuştur. Bugün geniş bir coğrafyada konuşulup yazılan edebî bir Türkçeden söz ediliyorsa bunu sağlayan Ulu Pîr Ahmed Yesevî’dir (s. 8).

Hakkında dilden dile aktarılan menkıbeler ve kendisine nispet edilen birkaç risâle hâricinde onun görüşlerini ve duygu dünyasını günümüze aktaran en önemli eserler, şiirlerinin toplandığı Dîvân-ı Hikmet ile talebesi ve müridi Sûfî Muhammed Dânişmend’in kaleme aldığı Mir’âtü’l-kulûb isimli eserdir.

…Çağatay Türkçesiyle kaleme alındığı için günümüzde rahatça anlaşılamamaktadır.

Hicrî II. (M.VIII.) asırdan itibaren bölgede zahid ve sûfîler de görülmeye başlamıştır. Bugünkü Türkmenistan sınırları içinde bulunan Merv şehrinde dünyaya gelen Abdullah b. Mübârek (M. 181/797) hem hadis âlimi hem de zahid ve sûfî idi.

Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr (ö. 440/1049), bugün Türkmenistan’da bulunan Meyhene’de yaşamış ve orada vefat etmiştir.
“Yine gel, yine gel, ne olursan ol, yine gel” diye başlayan meş-hur rubâî de aslında Mevlânâ’dan iki asır önce yaşayan Ebû Sa‘îd-i Ebü’l-Hayr’ın şiirleri arasında yer almaktadır.

Orta Asya genelde fütüvvet ve melâmet vasfıyla öne çıkan Horasan tasavvuf kültürünün etkisi altındaydı.
Semerkand ve Buhara Horasan’ın kalenderî meşrep sûfîlerinin yayılması için pek müsait bir zemin değildi. Orada ancak dinî kurallara sıkıca bağlı bir tasavvuf anlayışı gelişip yayılabilirdi ve neticede öyle oldu.
Yûsuf Hemedânî’nin (ö. 535/1140) iki önemli müridi Hoca Ahmed Yesevî ve Abdülhâlik Gucdüvânî sonraları Orta Asya’nın en yaygın tarikatları olan Yeseviyye ve Hâcegân (sonraki adıyla Nakşbendiyye) isimli tasavvuf ekollerinin kurucusu olmuşlardır.

Hayatı
Ahmed Yesevî bugün Kazakistan’ın Çimkent şehri yakınlarında yer alan Sayram kasabasında dünyaya gelmiş…

Babası İbrahim Şeyh, Sayram ve civarında müridleri olan tanınmış bir sûfî idi.
Buhara’ya giden Ahmed Yesevî burada Yûsuf Hemedânî’ye intisap edip müridi oldu.

Eğitimini bitirdikten sonra Yesi’de dergâh kurup insanları dinî ve ahlâkî yönden yetiştiren Hoca Ahmed Yesevî, tasavvufî düşüncelerini Türkçe ve sade şiirler ile anlatmış, hikmet adı verilen bu şiirler zamanla toplanarak Dîvân-ı Hikmet mecmuaları meydana gelmiştir.

Emir Timur, Ahmed Yesevî’nin kabrini ziyaret edip kabrin üstüne bir türbe yapılmasını emretmiş, birkaç yıl içinde türbe, cami ve dergâhıyla birlikte bir külliye oluşturmuştur.

Ahmed Yesevî’nin sözlerini ihtivâ eden en eski eserlerden biri Sûfî Muhammed Dânişmend’in Mir’âtü’l kulûb isimli Çağatay Türkçesi ile yazılmış olan eseridir. Yesevî’nin menkıbelerini ihtivâ eden en eski eser de Hüsameddin Sığnâkî’ye (ö. 711/1311-1312) nisbet edilen Farsça menâkıb risâlesidir.

Eserleri
1.Dîvân-ı Hikmet
Yesevî’nin Türkçe şiirlerini içine alan derlemenin adıdır.
Hikmetler, Türkler arasında bir düşünce birliğinin teşekkül etmesi bakımından çok önemlidir.

2.Fakr-nâme
Dîvân-ı Hikmet’in Taşkent ve bazı Kazan baskılarında yer alır.

3.Risâle der Âdâb-ı Tarîkat
…bu küçük Farsça eser, tarikat âdâbı ve makamları, mürid mürşid ilişkileri, dervişlik, Allah’ı tanımak ve ilâhî aşk gibi konular hakkındadır.

4.Risâle der Makâmât-ı Erba’în
…küçük bir eser olup, şeriat, tarikat, marifet ve hakikattan her biri hakkında onar makam olmak üzere toplam kırk makam ve kaideyi ihtiva etmektedir (s. 24).

Menkıbeleri
O, Türk Dünyası’nda, gerçek hayatından ziyade menkıbeleri ile tanınmıştır.

Arslan Bâb,
Hz. Peygamber’in gazâlarından birinde ashâb-ı kirâm (…) peygamberin huzuruna geldiler ve biraz yiyecek istirham ettiler. Hz. Peygamber’in duâsı üzerine Cebrâil (as) Cennetten bir tabak hurma getirdi. Fakat o hurmalardan bir tanesi yere düştü. Cebrâil (as.) dedi ki: “Bu hurma sizin ümmetinizden Ahmed Yesevî adlı birinin kısmetidir.” Her emanetin sâhibine verilmesi tabiî olduğu için Hz. Peygamber, ashâbından birini bu iş ile vazifelendirmek istedi. Neticede Aslan Bâb bu vazifeyi üstüne aldı. Dört yüz küsür yıl yaşayan Arslan Bâb, Sayram’a yahut Yesi’ye geldi ve vazifesini yerine getirdi.

Ahmed Yesevî geçimini sağlamak üzere tahta kaşık ve kepçe yaparak bunları satardı. …rivayete göre, onun hâlden anlar bir öküzü vardı (s. 28).

Hârezm’in Urgenc şehrinde İmâm Mervezî (bazı kaynaklarda Mergazî veya Merâgî) nâmında bir âlim vardı. Yesevi’yi imtihan etmek istedi.
Mervezî, kürsü üstünde bir şeyler konuşmak istedi. Fakat hâfızasında hiçbir meselenin bulunmadığını anladı.

Ahmed Yesevî, çok sevdiği Hz. Peygamber’in 63 yaşında vefat ettiğini düşünerek kendisi de bu yaşa geldikten sonra yeryüzünde fazla dolaşmak istemedi. Vaktinin çoğunu dergâhında bir yeraltı odası şeklinde oluşturduğu çilehanesinde geçiriyordu.

Türbesi
Hoca Ahmed Yesevî, miladî 1166 yılında vefat ettiğinde, içinde çilehanesinin de bulunduğu dergâhın 100 metre kadar uzağına defnedilmiş ve basit bir kabir - türbe yapılmıştı.
Timur’un rüyasında Ahmed Yesevî’yi gördüğü, kendisini zaferle müjdeleyen Yesevî’ye bir şükrâne olmak üzere, onun küçük türbesinin yerine büyük bir külliye inşa edilmesini emrettiği kaydedilir (s. 37).

İki kubbeli dikdörtgen bir yapı olan külliyede merkezî bölümün ortasında büyük bir kazan yer alır.
Bu kazan 1934’te Stalin’in emriyle götürüldüğü bir sergiden geri getirilmeyerek St. Petersburg’daki Leningrad Hermitage müzesine konmuş, sonraları Kazakistan makamlarının gayreti ile 1989 yılında yeniden türbedeki yerini almıştır.

Yesevîlik
…cehrî zikir yapmaları sebebiyle Cehriyye ve mensuplarından çoğunun Türk olması sebebiyle Silsile-i Meşâyıh-ı Türk de denilmiştir. Ahmed Yesevî’nin en meşhur halifeleri Mansûr Ata, Saîd Ata, Sûfî Muhammed Dânişmend ve Hakîm Ata’dır.

Hakîm Ata’nın bazı şiirleri Bakırgan Kitabı isimli mecmua içinde günümüze ulaşmıştır.

Yesevîlikte Tasavvufî Eğitim
Yesevîlikte tasavvufî eğitim intisapla başlar.
Yesevîlikte toplu ve sesli olarak icra edilen zikre, zikr-i erre adı verilirdi. Zikr-i erre, Farsça’da “testere zikri” demektir.
Yesevîlikte tasavvufî eğitimin önemli unsurlarından biri de halvettir.

“Namazın kazâsı olur ama sohbetin kazâsı olmaz.”
Tasavvufî eğitimini tamamlayan derviş, halkı irşad etme yetkisi yani hilâfet (icâzet) alır ve halife olurdu. Yesevîlikte icâzet ve hilâfetin sembolü olarak bu kişiye şeyh tarafından bir asâ hediye edilirdi.

Divan-ı Hikmet
Aşkıŋ kıldı şeydâ meni cümle âlem bildi meni
Kaygum sensen tüni küni menge sen ok kereksen
Uçmah kirem cevlân kılam ne hûrlarga nazar kılam
Anı munı men ne kılam menge sen ok kereksen

Aşkın beni deli etti, bana seni gerek seni.
Kaygım sensin gece gündüz bana seni gerek seni.
Ne cennete gireyim, ne huriler göreyim,
Onları ben nideyim, bana seni gerek seni (s. 64).

Her kim ümmetmen dise Rasûl işin koymasa
Şefâat küni bolsa mahrûm koymas Muhammed
Teŋri Teâlâ sözin Rasûlullah sünnetin
İnanmagan ümmetin ümmet dimes Muhammed

Her kim ümmetiyim der, yolunu terk etmezse,
Ol şefaat gününde mahrum komaz Muhammed!
Allah’ın kelamına, Resul’ün sünnetine
İnanmayan kişiye; “Ümmet” demez Muhammed (s. 67)!

Körgen zaman inangan Ebâbekr-i Sıddîk’dur
Üstün bolup tayangan Ebâbekr-i Sıddîk’dur
İkkinçisi yâr bolgan adâletlig Ömer’dür
Mü’minligde yâr bolgan adâletlig Ömer’dür

Ebu Bekr-i Sıddık’tır gördüğü an inanan
Ebu Bekr-i Sıddık’tır üstün olup dayanan,
Adaletli Ömer’dir ikinci dostu olan
Adaletli Ömer’dir mü’minlikte dost olan (s. 69).
Üçünçi dostı yâr bolgan Osmân-ı bâ hayâdur
Her nefesde yâr bolgan Osman-ı bâ hayâdur
Törtünçisi yâr bolgan şîr-i Hudâ Ali’dür
Hem mi‘râcda yâr bolgan şîr-i Hudâ Ali’dür

Haya sahibi Osman, üçüncü dostu olan,
Haya sahibi Osman, her nefeste yâr olan.
Allah aslanı Ali, dördüncü dostu olan,
Allah aslanı Ali, hem miraçta dost olan (s. 70).

Kayda körseŋ köŋli sınuk merhem bolgıl
Andag mazlum yolda kalsa hemdem bolgıl
Ruz-i mahşer dergâhıga mahrem bolgıl
Mâ vü menlik halayıkdın kaçtım mena

Nerde görsen gönlü kırık, koş da ona merhem ol.
Şöyle mazlum yolda kalsa, yalnız koma, yoldaş ol.
Mahşer günü ol İlahın dergâhına yakın ol,
“Ben, ben!” deyip, benlik güden kişilerden kaçtım ben (s. 71).
Bîşek biliŋ bu dünyâ barça halkdın öter a
İnanmagıl malıŋga bir kün koldın keter a
Ata ana karındaş kayan ketti fikir kıl
Tört ayaglıg çûbîn at bir kün senge yeter a

Bilin ki şüphesiz dünya, bütün halktan geçer ha!
Güvenme asla malına, bir gün elden gider ha!
Bir düşün, nereye gitti baban, annen, kardeşlerin,
Dört ayaklı tahtadan at, bir gün sana da yeter ha (s. 78)!

Günâhım bara bara hadden aştı
Kıyâmet kün meni şermende kılma
Başım yastukda ve canım kiterde
Tenim barıp lahid içre yatarda
Sırât atlık güzergâhdın öterde
Kıyâmet kün meni şermende kılma

Günahım çok, sınırsız, çoğaldı, haddi aştı.
Kıyamet günü beni, mahcup etme Allah’ım!
Mücrim başım yastıkta, can bedenden çıkarken,
Cesedim mezar içre, sana teslim yatarken,
Sırat denen köprüden, kereminle geçerken,
Kıyamet günü beni, mahcup etme Allah’ım (s. 83)!

Aşk derdini bî-derdlerge aytıp bolmas
Bu yollarnı akbesi köp ötüp bolmas
Aşk gevherin her nâmerdge satıp bolmas
Bî-haberler aşk kadrini bilgeni yok

Aşk derdini, dert anlamaz dertsizlere söyleme.
Bu yolların engeli çok, boşa heves eyleme.
Aşk cevheri, her nâmerde satılmaz hiç söyleme.
Gafillerden aşk kıymetin anlayan yok, bilen yok (s. 88).

Muhammed aydılar her kim yetîmdür
Biliŋler ol meni hâs ümmetimdür
Yetîmni körseŋiz ağrıtmaŋızlar
Garîbni körseŋiz dağ etmeŋizler

Resûl-i Kibriyâ der; “Her kim yetimse,
Bilin ki o benim, has ümmetimdir.
İncitmesin onu asla hiç kimse,
Garibi ağlatmaz gerçeği bilse (s. 94).”

Ba‘zı kişi namâz kadrin kaçan bilür
Her namâzda îmân başdan tâze bolur
Salât dise gâfil başın burkâb uyur
Gâfillikdin ömrin yilge satar bolgay

Gafil insan nerden bilsin, namazın kıymetini?
Halbuki her namazında imanı tazelenir.
“Haydi namaza!” denince, atmaz nevm ü gafletini
Esir olur uykusuna, ömrünü yele verir (s. 99).

Dünya üçün gam yime hakdın özgeni dime
Kişi malını yime Sırât üzre tutar a
Ehl ü ıyâl karındaş hiçkim bolmaydur yoldaş
Merdâne bol garîb bâş ömrüŋ yel dek öter a

Dünya için üzülme, doğru sözden başka deme.
Sıratta tutar yakanı, asla kul hakkını yeme.
Ne ailen, ne kardeşin, hiç kimse olmaz sana yâr,
Dürüst, garip bir mü’min ol, ömrün yel gibi geçer ha (s. 117)!

Aşk sırrını beyân kılsam bu âlemde
Bî-haberler işitip kulak tutkanı yok
Hak yâdını kimge aytay heme gâfil
Mü’min men dep bu dünyâdın ötkeni yok

Aşkın sırrın açıklasam, bu âlemde inanan yok.
Gafillerden dinleyecek, Hakk’a bağlı insanlar yok.
Hak zikrini kime desem, ne yazık ki, herkes gafil,
“Mü’minim” deyip dünyadan vaz geçen yok, bilen de yok (s. 166).
---
Editör: Necdet Tosun, Ahmet Yesevi Üniversitesi, Mart 2017



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder