Monografi
- Ahmed Yesevi
Yesevî Hazretleri, dönemin din ve kültür
dili olan Arapça ve Farsça yerine, ana dili Türkçeyi kullanmış, Türkçeyi bir
ilim, aşk ve irfan dili hâline getirmiştir. Sohbetlerinde ve nutk etmiş olduğu
hikmetlerinde ana dili Türkçeyi kullanarak geniş kitleleri etkileyen ilk Türk
mutasavvıfı olmuştur. Bugün geniş bir coğrafyada konuşulup yazılan edebî bir
Türkçeden söz ediliyorsa bunu sağlayan Ulu Pîr Ahmed Yesevî’dir (s. 8).
Hakkında dilden dile aktarılan menkıbeler
ve kendisine nispet edilen birkaç risâle hâricinde onun görüşlerini ve duygu
dünyasını günümüze aktaran en önemli eserler, şiirlerinin toplandığı Dîvân-ı Hikmet ile talebesi ve müridi Sûfî Muhammed
Dânişmend’in kaleme aldığı Mir’âtü’l-kulûb
isimli eserdir.
…Çağatay Türkçesiyle kaleme alındığı için
günümüzde rahatça anlaşılamamaktadır.
…
Hicrî II. (M.VIII.) asırdan itibaren bölgede
zahid ve sûfîler de görülmeye başlamıştır. Bugünkü Türkmenistan sınırları
içinde bulunan Merv şehrinde dünyaya gelen Abdullah b. Mübârek (M. 181/797) hem
hadis âlimi hem de zahid ve sûfî idi.
Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr (ö. 440/1049), bugün
Türkmenistan’da bulunan Meyhene’de yaşamış ve orada vefat etmiştir.
“Yine gel, yine gel, ne olursan ol, yine
gel” diye başlayan meş-hur rubâî de aslında Mevlânâ’dan iki asır önce yaşayan
Ebû Sa‘îd-i Ebü’l-Hayr’ın şiirleri arasında yer almaktadır.
Orta Asya genelde fütüvvet ve melâmet
vasfıyla öne çıkan Horasan tasavvuf kültürünün etkisi altındaydı.
Semerkand ve Buhara Horasan’ın kalenderî
meşrep sûfîlerinin yayılması için pek müsait bir zemin değildi. Orada ancak
dinî kurallara sıkıca bağlı bir tasavvuf anlayışı gelişip yayılabilirdi ve
neticede öyle oldu.
Yûsuf Hemedânî’nin (ö. 535/1140) iki önemli
müridi Hoca Ahmed Yesevî ve Abdülhâlik Gucdüvânî sonraları Orta Asya’nın en
yaygın tarikatları olan Yeseviyye ve Hâcegân (sonraki adıyla Nakşbendiyye)
isimli tasavvuf ekollerinin kurucusu olmuşlardır.
Hayatı
Ahmed Yesevî bugün Kazakistan’ın Çimkent
şehri yakınlarında yer alan Sayram kasabasında dünyaya gelmiş…
Babası İbrahim Şeyh, Sayram ve civarında müridleri
olan tanınmış bir sûfî idi.
Buhara’ya giden Ahmed Yesevî burada Yûsuf
Hemedânî’ye intisap edip müridi oldu.
Eğitimini bitirdikten sonra Yesi’de dergâh
kurup insanları dinî ve ahlâkî yönden yetiştiren Hoca Ahmed Yesevî, tasavvufî
düşüncelerini Türkçe ve sade şiirler ile anlatmış, hikmet adı verilen bu
şiirler zamanla toplanarak Dîvân-ı Hikmet mecmuaları meydana gelmiştir.
Emir Timur, Ahmed Yesevî’nin kabrini
ziyaret edip kabrin üstüne bir türbe yapılmasını emretmiş, birkaç yıl içinde
türbe, cami ve dergâhıyla birlikte bir külliye oluşturmuştur.
Ahmed Yesevî’nin sözlerini ihtivâ eden en
eski eserlerden biri Sûfî Muhammed Dânişmend’in Mir’âtü’l kulûb isimli Çağatay
Türkçesi ile yazılmış olan eseridir. Yesevî’nin menkıbelerini ihtivâ eden en
eski eser de Hüsameddin Sığnâkî’ye (ö. 711/1311-1312) nisbet edilen Farsça
menâkıb risâlesidir.
Eserleri
1.Dîvân-ı Hikmet
Yesevî’nin Türkçe şiirlerini içine alan derlemenin
adıdır.
Hikmetler, Türkler arasında bir düşünce
birliğinin teşekkül etmesi bakımından çok önemlidir.
2.Fakr-nâme
Dîvân-ı Hikmet’in Taşkent ve bazı Kazan baskılarında
yer alır.
3.Risâle der Âdâb-ı Tarîkat
…bu küçük Farsça eser, tarikat âdâbı ve makamları,
mürid mürşid ilişkileri, dervişlik, Allah’ı tanımak ve ilâhî aşk gibi konular hakkındadır.
4.Risâle der Makâmât-ı Erba’în
…küçük bir eser olup, şeriat, tarikat,
marifet ve hakikattan her biri hakkında onar makam olmak üzere toplam kırk
makam ve kaideyi ihtiva etmektedir (s. 24).
Menkıbeleri
O, Türk Dünyası’nda, gerçek hayatından
ziyade menkıbeleri ile tanınmıştır.
Arslan Bâb,
Hz. Peygamber’in gazâlarından birinde
ashâb-ı kirâm (…) peygamberin huzuruna geldiler ve biraz yiyecek istirham ettiler.
Hz. Peygamber’in duâsı üzerine Cebrâil (as) Cennetten bir tabak hurma getirdi.
Fakat o hurmalardan bir tanesi yere düştü. Cebrâil (as.) dedi ki: “Bu hurma
sizin ümmetinizden Ahmed Yesevî adlı birinin kısmetidir.” Her emanetin sâhibine
verilmesi tabiî olduğu için Hz. Peygamber, ashâbından birini bu iş ile
vazifelendirmek istedi. Neticede Aslan Bâb bu vazifeyi üstüne aldı. Dört yüz
küsür yıl yaşayan Arslan Bâb, Sayram’a yahut Yesi’ye geldi ve vazifesini yerine
getirdi.
Ahmed Yesevî geçimini sağlamak üzere tahta
kaşık ve kepçe yaparak bunları satardı. …rivayete göre, onun hâlden anlar bir
öküzü vardı (s. 28).
Hârezm’in Urgenc şehrinde İmâm Mervezî
(bazı kaynaklarda Mergazî veya Merâgî) nâmında bir âlim vardı. Yesevi’yi
imtihan etmek istedi.
Mervezî, kürsü üstünde bir şeyler konuşmak
istedi. Fakat hâfızasında hiçbir meselenin bulunmadığını anladı.
Ahmed Yesevî, çok sevdiği Hz. Peygamber’in
63 yaşında vefat ettiğini düşünerek kendisi de bu yaşa geldikten sonra
yeryüzünde fazla dolaşmak istemedi. Vaktinin çoğunu dergâhında bir yeraltı
odası şeklinde oluşturduğu çilehanesinde geçiriyordu.
Türbesi
Hoca Ahmed Yesevî, miladî 1166 yılında
vefat ettiğinde, içinde çilehanesinin de bulunduğu dergâhın 100 metre kadar uzağına
defnedilmiş ve basit bir kabir - türbe yapılmıştı.
Timur’un rüyasında Ahmed Yesevî’yi gördüğü,
kendisini zaferle müjdeleyen Yesevî’ye bir şükrâne olmak üzere, onun küçük
türbesinin yerine büyük bir külliye inşa edilmesini emrettiği kaydedilir (s.
37).
İki kubbeli dikdörtgen bir yapı olan
külliyede merkezî bölümün ortasında büyük bir kazan yer alır.
Bu kazan 1934’te Stalin’in emriyle
götürüldüğü bir sergiden geri getirilmeyerek St. Petersburg’daki Leningrad
Hermitage müzesine konmuş, sonraları Kazakistan makamlarının gayreti ile 1989
yılında yeniden türbedeki yerini almıştır.
Yesevîlik
…cehrî zikir yapmaları sebebiyle Cehriyye
ve mensuplarından çoğunun Türk olması sebebiyle Silsile-i Meşâyıh-ı Türk de
denilmiştir. Ahmed Yesevî’nin en meşhur halifeleri Mansûr Ata, Saîd Ata, Sûfî
Muhammed Dânişmend ve Hakîm Ata’dır.
Hakîm Ata’nın bazı şiirleri Bakırgan Kitabı
isimli mecmua içinde günümüze ulaşmıştır.
Yesevîlikte
Tasavvufî Eğitim
Yesevîlikte tasavvufî eğitim intisapla
başlar.
Yesevîlikte toplu ve sesli olarak icra edilen
zikre, zikr-i erre adı verilirdi. Zikr-i erre, Farsça’da
“testere zikri” demektir.
Yesevîlikte tasavvufî eğitimin önemli unsurlarından
biri de halvettir.
“Namazın kazâsı olur ama sohbetin kazâsı
olmaz.”
Tasavvufî eğitimini tamamlayan derviş,
halkı irşad etme yetkisi yani hilâfet (icâzet) alır ve halife olurdu. Yesevîlikte
icâzet ve hilâfetin sembolü olarak bu kişiye şeyh tarafından bir asâ hediye
edilirdi.
Divan-ı
Hikmet
Aşkıŋ
kıldı şeydâ meni cümle âlem bildi meni
Kaygum
sensen tüni küni menge sen ok kereksen
Uçmah
kirem cevlân kılam ne hûrlarga nazar kılam
Anı
munı men ne kılam menge sen ok kereksen
Aşkın beni deli etti, bana seni gerek seni.
Kaygım sensin gece gündüz bana seni gerek
seni.
Ne cennete gireyim, ne huriler göreyim,
Onları ben nideyim, bana seni gerek seni
(s. 64).
…
Her
kim ümmetmen dise Rasûl işin koymasa
Şefâat
küni bolsa mahrûm koymas Muhammed
Teŋri
Teâlâ sözin Rasûlullah sünnetin
İnanmagan
ümmetin ümmet dimes Muhammed
Her kim ümmetiyim der, yolunu terk etmezse,
Ol şefaat gününde mahrum komaz Muhammed!
Allah’ın kelamına, Resul’ün sünnetine
İnanmayan kişiye; “Ümmet” demez Muhammed
(s. 67)!
…
Körgen
zaman inangan Ebâbekr-i Sıddîk’dur
Üstün
bolup tayangan Ebâbekr-i Sıddîk’dur
İkkinçisi
yâr bolgan adâletlig Ömer’dür
Mü’minligde
yâr bolgan adâletlig Ömer’dür
Ebu Bekr-i Sıddık’tır gördüğü an inanan
Ebu Bekr-i Sıddık’tır üstün olup dayanan,
Adaletli Ömer’dir ikinci dostu olan
Adaletli Ömer’dir mü’minlikte dost olan (s.
69).
…
Üçünçi
dostı yâr bolgan Osmân-ı bâ hayâdur
Her
nefesde yâr bolgan Osman-ı bâ hayâdur
Törtünçisi
yâr bolgan şîr-i Hudâ Ali’dür
Hem
mi‘râcda yâr bolgan şîr-i Hudâ Ali’dür
Haya sahibi Osman, üçüncü dostu olan,
Haya sahibi Osman, her nefeste yâr olan.
Allah aslanı Ali, dördüncü dostu olan,
Allah aslanı Ali, hem miraçta dost olan (s.
70).
…
Kayda
körseŋ köŋli sınuk merhem bolgıl
Andag
mazlum yolda kalsa hemdem bolgıl
Ruz-i
mahşer dergâhıga mahrem bolgıl
Mâ vü
menlik halayıkdın kaçtım mena
Nerde görsen gönlü kırık, koş da ona merhem
ol.
Şöyle mazlum yolda kalsa, yalnız koma,
yoldaş ol.
Mahşer günü ol İlahın dergâhına yakın ol,
“Ben, ben!” deyip, benlik güden kişilerden
kaçtım ben (s. 71).
…
Bîşek
biliŋ bu dünyâ barça halkdın öter a
İnanmagıl
malıŋga bir kün koldın keter a
Ata
ana karındaş kayan ketti fikir kıl
Tört
ayaglıg çûbîn at bir kün senge yeter a
Bilin ki şüphesiz dünya, bütün halktan
geçer ha!
Güvenme asla malına, bir gün elden gider
ha!
Bir düşün, nereye gitti baban, annen,
kardeşlerin,
Dört ayaklı tahtadan at, bir gün sana da
yeter ha (s. 78)!
…
Günâhım
bara bara hadden aştı
Kıyâmet
kün meni şermende kılma
Başım
yastukda ve canım kiterde
Tenim
barıp lahid içre yatarda
Sırât
atlık güzergâhdın öterde
Kıyâmet
kün meni şermende kılma
Günahım çok, sınırsız, çoğaldı, haddi aştı.
Kıyamet günü beni, mahcup etme Allah’ım!
Mücrim başım yastıkta, can bedenden
çıkarken,
Cesedim mezar içre, sana teslim yatarken,
Sırat denen köprüden, kereminle geçerken,
Kıyamet günü beni, mahcup etme Allah’ım (s.
83)!
…
Aşk
derdini bî-derdlerge aytıp bolmas
Bu
yollarnı akbesi köp ötüp bolmas
Aşk
gevherin her nâmerdge satıp bolmas
Bî-haberler
aşk kadrini bilgeni yok
Aşk derdini, dert anlamaz dertsizlere
söyleme.
Bu yolların engeli çok, boşa heves eyleme.
Aşk cevheri, her nâmerde satılmaz hiç
söyleme.
Gafillerden aşk kıymetin anlayan yok, bilen
yok (s. 88).
…
Muhammed
aydılar her kim yetîmdür
Biliŋler
ol meni hâs ümmetimdür
Yetîmni
körseŋiz ağrıtmaŋızlar
Garîbni
körseŋiz dağ etmeŋizler
Resûl-i Kibriyâ der; “Her kim yetimse,
Bilin ki o benim, has ümmetimdir.
İncitmesin onu asla hiç kimse,
Garibi ağlatmaz gerçeği bilse (s. 94).”
…
Ba‘zı
kişi namâz kadrin kaçan bilür
Her
namâzda îmân başdan tâze bolur
Salât
dise gâfil başın burkâb uyur
Gâfillikdin
ömrin yilge satar bolgay
Gafil insan nerden bilsin, namazın
kıymetini?
Halbuki her namazında imanı tazelenir.
“Haydi namaza!” denince, atmaz nevm ü
gafletini
Esir olur uykusuna, ömrünü yele verir (s.
99).
…
Dünya
üçün gam yime hakdın özgeni dime
Kişi
malını yime Sırât üzre tutar a
Ehl ü
ıyâl karındaş hiçkim bolmaydur yoldaş
Merdâne
bol garîb bâş ömrüŋ yel dek öter a
Dünya için üzülme, doğru sözden başka deme.
Sıratta tutar yakanı, asla kul hakkını
yeme.
Ne ailen, ne kardeşin, hiç kimse olmaz sana
yâr,
Dürüst, garip bir mü’min ol, ömrün yel gibi
geçer ha (s. 117)!
…
Aşk
sırrını beyân kılsam bu âlemde
Bî-haberler
işitip kulak tutkanı yok
Hak
yâdını kimge aytay heme gâfil
Mü’min
men dep bu dünyâdın ötkeni yok
Aşkın sırrın açıklasam, bu âlemde inanan
yok.
Gafillerden dinleyecek, Hakk’a bağlı
insanlar yok.
Hak zikrini kime desem, ne yazık ki, herkes
gafil,
“Mü’minim” deyip dünyadan vaz geçen yok,
bilen de yok (s. 166).
…
---
Editör: Necdet Tosun, Ahmet Yesevi
Üniversitesi, Mart 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder