19 Şubat 2018 Pazartesi

Karadeniz Bölgesi'nde Çepni Varlığı ve Samsun'sa Bir Çepni Köyü


Ali Çelik - Karadeniz Bölgesi'nde Çepni Varlığı ve Samsun'da Bir Çepni Köyü

Çepnilerden söz eden en eski yazılı kaynak Kaşgarlı Mahmud tarafından 1072-1076 yılları arasında yazılan Divanü Lûgati't Türk'tür.
Çepni adının geçtiği ikinci yazılı kaynak Reşidüddin Fazlullah'ın 1310 tarihinde yazdığı Câmi'üt Tevârih'in ikinci cildinde Târih-i Oğuzân ve Türkân (Oğuzların ve Türklerin Tarihi) adlı eseridir (s. 46).

XIV. yüzyılda Çepni adı, Ebû Hayyân'ın, Kitabul-İdrâk li-Lisanil Etrâk adlı eserinde "Çepni-kabîletün minet-Türk" şeklinde geçer. Eserde, Türk boylarından sadece Kınıklarla Çepnilerden söz edilmektedir. Bu bilgi XIV. yüzyılda Çepnilerin sadece Anadolu'da değil, Mısır'da bile tanındığını göstermesi bakımından çok önemlidir.
İncelediğimiz yazılı kaynaklardan elde ettiğimiz bilgiler bize Çepni boyunun, XII. yüzyıldan bu yana Anadolu, İran, Azerbaycan ve Mısır'ı içine alan çok geniş bir coğrafyada tanındığını göstermektedir.
Anadolu'ya ayak basan ilk Türk boyu veya ilk Türk boylarından birisinin de Çepniler olduğunu ortaya koymaktadır.

Faruk Sümer'e göre (…) 1240'taki Baba İshak Ayaklanmasına katılan Türkmenler arasında onlar da vardı.
İlhanlı hükümdarı Olcaytu'nun On İki İmam Şiîliği'ni kabul etmesinden sonra Anadolu'daki Ulu Yörük, Boz Ok, Yukarı Kelkit ve Canik'te yaşayan göçebe birçok topluluk, Halep Türkmenlerinden bazı oymaklar ile Sivas, Tokat, Amasya, Canik, Malatya, Dersim bölge ve yörelerindeki birçok köy bu mezhebi yani Şiîliği kabul etmişlerdir ve buralarda Şiîliği yayanlar da Barak Baba dervişleri ile diğer şeyh ve dervişlerdir (Sümer, 1992: 25-33). Bu Türkmen topluluklarının içinde Çepni oymakları da vardır.
Safevî tarikatı, XIV. yüzyılda Azerbaycan'ın Erdebil şehrinde Safiyeddin İshak adlı bir şeyh tarafından Sünnî-Şafiî ilkelerine göre kurulmuştur. 1429'da tarikatın başına Şeyh İbrahim, 1447'de onun ölümü üzerine yerine kardeşi Şeyh Cafer geçmiştir. Babasının yerine tarikatın başına geçmek isteyen Şeyh Cüneyd amcası Cafer'le yaptığı mücadeleyi kaybedince Anadolu'ya gitmiş…
Memlûk devletinin baskısı üzerine Şeyh Cüneyd burayı terk ederek Canik yöresine gitmiş…
Aya Fokas manastırına kadar gelen Trabzon imparatoru IV. Yuanis'i burada bozguna uğratan Şeyh Cüneyd 1454'te Trabzon'u kuşatmış ancak askerleri surları aşamamıştır. Fatih tarafından da tehdit edilince üç gün sonra kuşatmayı kaldırarak Kelkit vadisine geri dönmüştür.
(Uzun Hasan) kız kardeşi Hatice Begüm'ü de onunla evlendirmiştir. İşte bu evlilikten Şah İsmail'in babası Şeyh Haydar dünyaya gelmiştir.
Şeyh Cüneyd'in 1460'ta Şirvanşah Halilullah'la yaptığı savaşta ölümü üzerine Oğlu Haydar Safevi şeyhliği postuna oturmuş, kabiliyetli müridlerini Erdebil'de yetiştirdikten sonra onları "Halife' unvanı ile Anadolu'ya göndererek orada tarikatını yaymış ve mürid sayısını çoğaltmıştır.
Şeyh Haydar'ın Ak Koyunlu hükümdarı Yakup Bey'le yaptığı savaşta (1488) ölmesinden sonra da Safevî müridleri Haydarın büyük oğlu Sultan Ali'nin etrafında toplandılar. Ak Koyunlularla yapılan ikinci savaşta Sultan Ali de öldü. Bütün aramalara rağmen küçük kardeşi İsmail bulunamadı. İsmail, müritler tarafından kaçırılarak götürüldüğü Gilan ülkesinde altı yıl kaldıktan sonra 1500'de Erzincan'a geldi ve Türkiye'nin her tarafına haber göndererek müridlerini yanına çağırdı. Erzincan'da başına topladığı Türkiyeli göçebe ve köylü müridlerle İran'a döndü ve Ak Koyunlular'ı yenerek Safevî Devletini kurdu.
Bundan sonra Anadolu'dan İran'a doğru on yedinci yüzyılın ortalarına kadar devam eden bir göç başladı.
İran'daki Çepnilerle ilgili son bilgi Şah Abbas devrine (1590-1628) aittir (s. 47).

Tarihi kayıtlardan Karadeniz Çepnilerinin bu bölgeye ne zaman geldiklerini tam olarak öğrenememekle birlikte XIII. yüzyılda bu bölgeye hâkim olduklarını ve Trabzon Rum Devleti'nin hükümdarı Giorgi'yi mağlup edebilecek kadar da güçlü olduklarını biliyoruz (s. 49).

Trabzon Rum imparatorluğunun saray tarihçisi Panaretos'a göre (…) Bayram Bey'in bir pazarı ele geçirdiği bildiriliyor. Bu, Ordu vilayetini fetheden ve orada bir beylik kuran (Bayramlu Beyliği) Bayram Bey'e dair ilk haberdir. Bu esnada batı ucundaki Türkmenler de geniş çapta fetihlere girişmişlerdi. Bayram Bey 1332 yılında da çok sayıda asker ile Hamsi Köy'e kadar gelmiş ise de ağır kayıplar vererek geri dönmüştür.

(1357’de) Bayram Beğ'in oğlu Hacı Emir Beğ kalabalık bir asker ile Maçka yöresine kadar gelerek orayı yağma ve talan ettikten sonra geri dönmüştür.

İmparator III. Aleksios, 1380'de Tirebolu yöresine gelerek (…) Çepniler'in kışlağına kadar gitmiş ve onların çadırlarını yıkmış, yakmış öldürmüş ve Çepniler'in elindeki tutsakları kurtardıktan sonra geri dönmüştür.
Bayram Beyin torunu ve Hacı Emir Bey'in oğlu Süleyman Bey de 1397'lerde Giresun'u fethetmiştir.
Çepniler XIV. yüzyıldan itibaren bu yöreye gelip orayı yurt edinmişlerdir. Bu yurtları kuzey Karadeniz'e kadar ulaşmıştır. Çepniler, Kürtün'den hareket ederek Harşit vadisi yolu ile Karadeniz'e erişmişler ve bu vadinin iki yanındaki toprakları yurt edinmişlerdir (s. 50).


1405 tarihinde Çepni nüfuz bölgesi Gümüşhane'ye kadar uzanmaktadır.

XV. yüzyılın ikinci yansında tamamen yerleşik hayata geçen Çepniler köylerde oturmaktadırlar.
Çepnilerin darı ektikleri, bal istihsal ettikleri, meyve yetiştirdikleri; köylerin çoğunda doğan, şahin, atmaca yuvalarının bulunduğu, palazlanan yavruların satılması suretiyle gelir elde edildiği ve bu gelirlerden devlete vergi ödendiği; ilk zamanlarda köylerde fazla oyun bulunmadığı, ancak sonraları birçok köyün koyun vergisi de ödediği otuz yıl kadar sonra buğday ekilmeğe başlandığı verilen bilgiler arasındadır (s. 51).

Yavuz Selim devrinde yazılmış Trabzon Sancağı Tahrir defterinde "1515-1516" Çepnilerin yoğun bir şekilde yaşadığı yer, "Vilâyet-i Çepni" (Çepni yöresi-Çepni yurdu) olarak gösterilmiştir. Faruk Sümer defterdeki yer adlarından hareket ederek bu bölgenin Giresun-Torul ve Görele arasındaki saha olduğunu ve bilhassa Kürtün'ün tamamen Çepniler'le meskûn olduğunu, Trabzon-Torul ve Şalpazarı, Vakfıkebir bölgesinde de Çepnilerin yaşadığını belirtmektedir.

(XVIII. yüzyıl) Tirebolu, Görele ve Vakfıkebir derebeyleri ile Trabzon'un doğu yörelerindeki derebeyleri arasında kesin ve sürekli mücadeleler vuku bulmuştur. Bu mücadeleler sonucu da kalabalık Çepni toplulukları Sürmene, Of ve Rize yörelerine yerleştiler.
Ünlü haydut Çepni Ali Rize Çepnilerinden olup en sonunda başına 300 kişi toplayarak Rus harbine katılmıştır (s. 52).

…Oğuz Çepni boyu tarafından Türkleştirilmiş; Canik bölgesine adını veren Hıristiyan Çan kavmi tedricen kaybolmuştur.
Hâlen Samsun merkezinde hatırı sayılır miktarda Çepni bulunmaktadır. Bunlarla yaptığımız görüşmelerden bu Çepnilerin büyük bir bölümünün Doğu Karadeniz bölgesinden, özellikle de Rize ve Trabzon'dan buraya gelip yerleştiklerini öğrendik.
Yakakent Çepnileri ise muhtemelen Sinop Çepnilerindendir. Zaten bu köy yakın zamana kadar idari yönden de Sinop'a bağlı bir köydür.

Samsun-Yakakent Çepni Köyü Halk Kültürü
Türkiye genelinde olduğu gibi, burada da köyden şehre göç hâlâ devam etmektedir.
…göçenlerin bir kısmı yaz mevsiminde tekrar köye dönmekte ve yaz aylarında köyün nüfusu iki katına kadar çıkmaktadır.
Sürekli göç ve zamanında destek bulamamaları nedeniyle hayvancılık bitme noktasına gelmiş.

Mesire yerlerinden biri Çam gölü…
…köyün epeyce uzağında suyu çok temiz ve lezzetli, ilk içildiğinde ishal yapıp bağırsakları temizleyen şifalı bir su kaynağı varmış (s. 53).

Çepni bir Türk boyudur ve bugün Anadolu'da yaşayan diğer Türk boyları gibi o da bu büyük ve köklü kültürün bir taşıyıcısıdır (s. 56).

Evlilik
Eskiden, eş seçiminde tamamen "görücü usulü" hakimmiş. Önceleri var olan başlık bugün tamamen kalkmış. Başlığın kalkması ve eğitim düzeyinin yükselmesi kaçma-kaçırma işini de sonlandırmış.
Kara sabanla çift sürecek, koyun, keçi güdecek; bahçede tarlada çalışacak insan gücüne ihtiyaç nedeniyle de eskiden evlilik yaşı kızlarda 13'e erkeklerde 15'e kadar iniyormuş.
…nişan töreni yapılmaz, düğün ilkbaharda veya sonbaharda yapılırmış. Düğünler Çarşamba günü başlar, o gece kına yakılır, Perşembe günü gelin alınır, akşam nikah yapılır, damat gerdeğe girer, Cuma günü sabahleyin de "duvak" olurmuş.
Eskiden burada eş seçiminde tamamen görücü usulü hakimmiş. Gelin ve güveyi eğer farklı köylerdense birbirlerini ilk kez gerdek gecesinde görürlermiş (s. 57).

Başlık parası veremeyenler bunun yerine "bir batman, iki batman, şu evleğimi ya da şu tarlamı vereceğim" diyerek bunu malla öderlermiş.

(kına gecesi) Eğer kız halkının arzuları yerine getirilmez, gereken ilgi ve özen gösterilmez ve köyden memnun ayrılmazsa bunun cezasını ertesi gün gelin almaya gittiklerinde kat kat fazlasıyla çekeceklerini hem oğlan evi hem de köylü çok iyi bilirler.
"Gelin almaya giden topluluğa "Gelin almacı" denir. Buna köy halkından kadın-erkek, çoluk-çocuk isteyen herkes ve dışarıdan düğüne gelenler katılır.
Gelinin köyüne yaklaşırken alayın yolu kesilir. Yolu kesenler istedikleri bahşişi almadan gelin almacıların köye girmesine izin vermezler. Bu, tamamen kına gecesinde gördükleri muameleye bağlıdır.
Evden çıkmadan önce gelinin beline, babası veya kardeşi tarafından süslü bir kuşak bağlanır. Gelin çıkarılırken sandığa oturma geleneği burada da vardır. Sandık parasından başka "Kuşak Parası", "Kapı Parası" da alınmaktadır.
Kızı evinden varsa kardeşi, yoksa amcası veya çok yakını olan biri çıkarırdı (s. 58).

Şalpazarı Çepnilerinin "Kapılık" dedikleri uygulama burada da vardır: “Gelin attan hemen inmez. Avukatları var. Kayınpederi çağırırlar. Bu geline "canlı ne verecen, cansız ne verecen?" diye sorarlar. Mesela adam canlıdan, "bir inek verecem, bir buzağı verecem;" cansız da "şu dut veya kiraz ağacını verecem" der. Bu söz alındıktan sonra, eğer adamın adağı varsa kurban kestirir. "Ben gelinimi eve getirirsem kurban kestireceğim" diyen keser.
Gelin attan inmeden eline su dolu bir bakraç verirler, gelin onu atın başından aşağı döker. Gelini attan yine kardeşi indirir, yürütmez, kucağında kapıya kadar taşır eve teslim eder.
…gelinin eline şişe, tabak, bardak cinsinden bir şey verirlerdi. Gelin onu yere atıp kırar. Kardeşi gelini gerdek odasına kadar götürür orada sandığının üzerine oturtup gider.
Sabah çarşaf çıkar. Bu sadece kadınları ilgilendirir. Eğer çarşaf çıkmazsa o zaman soruşturulur. Bağlı mı, görevini yapabildi mi? Eğer bağlı ise hocaya giderler. Bu derin iş, karışık iş.

Düğünden sonra gelin damatla birlikte babasının evine gider. Anadolu'nun birçok yerinde “ayak dönmesi", "Yedilik" gibi adlar alan bu ziyarete burada "üç gecelik" denilmektedir. Gelinle damat bir gece burada kaldıktan sonra kendi evlerine geri dönerler.

On beş gün sonra da gelin yine baba evine gider. Buna "Evilli" denir. Evilliğe giden gelin durumuna göre iki üç gün orada kalır (s. 59).

Halk Mutfağı
Cenazeden sonra yemek verilir. Yemeği komşular verir.

Keşkek
Türkmen boylarının toplu ziyafetlerinin olmazsa olmaz yemeği keşkektir.
…keşkek pişirme, bir erkek işidir.
…kazana daha önce yine erkekler tarafından dibekte dövülerek kabuğu alınmış ve yıkanmış belli ölçüde buğday koyulduktan sonra yeteri kadar su, tuz ve yağ ilave ediliyor; sabaha kadar yanmaktan artık büyük bir kor yığını hâline gelen ocaktan alınan közler büyük bir itina ile kazanların altına koyuluyor ve kaynamaya başlayınca, yine bu iş için özel olarak yapılmış uzun ve kalın sırıklarla karıştırılıyordu. Bu işin asıl sırrı ateşte ve karıştırmada idi. Ateş harlı olmayacak, közler, ısının kazanın tabanın her noktasına eşit miktarda dağılmasını sağlayacak şekilde yerleştirilecek ve buğday pişinceye kadar sürekli karıştırılacak.
Bir yanda buğday pişerken diğer yanda da koyunlar kesiliyor, yüzülüyor, etler parçalanıyor ve onlar da ayrı kazanlarda pişiriliyor. Keşkek piştikten sonra tabaklara konuluyor, üzerine et ilave edilerek ikram ediliyor (s. 60).

…keşkek geleneğini en iyi sürdüren Çepnilerdir…
Özellikle bayramlarda yapılan keşkek, sadece bir köyün yediden yetmişe bütün fertlerini bir araya getirmekle kalmaz, komşu köylerin de davet edilmesiyle tüm çevre köylülerinin buluşmalarını da sağlar. Böylece bayram yemekleri sıradan bir yemek olmaktan çıkar, sosyal dayanışmanın güçlendiği, birlikte yaşama arzusunun geliştiği, ortak zevklerin paylaşıldığı ve yeni arkadaşlıkların, dostlukların tesis edildiği bir şölenlere dönüşür.

Tirit
Önce tavuk haşlanıyor. Sonra, "yapacak" adı verilen tahtadan yapılmış yer sofrasında açılıp sacda kızartılan yufkalar tepsiye sığacak şekilde kesilip tavuk suyuna batırılarak ıslatılıyor ve tepsiye seriliyor. Tepsiye serilen her yufkanın üzerine dağlanmış tereyağı ve dövülmüş ceviz serpiliyor. Bütün yufkalar bu şekilde üst üste tepsiye dizildikten sonra üzerine didilmiş tavuk eti koyuluyor ve börek gibi bıçakla kesilerek ikram ediliyor (s. 61).

Halk Hekimliği
"Kocakarı ilaçları" diye horlanması, tu-kaka edilmesi; uygulayanların gericilik ve cahillikle suçlanması gibi nedenlerle (…) zamanında ilgi gösterilmediği için birçok doğal ilaç ve tedavi yöntemi ne yazık ki bu yörede de önemli ölçüde unutulmuştur.

Adale ağrıları: Ağrıyan yere yapağı-yün sarılır.
Arı sokması: Arının iğnesi çıkarılır ve soktuğu yere buz konur.
Bağlama/Bağlanma: Adam burgu ile ağaç köprüyü, kara burgu ile delmişti, çözülmesi için.
Basıklık: "Çocuklar yürüyemez, basamazsa (…) "Basukluk Taşı" diye bir şey vardı. Çocuğu ona bastırırlardı.
Baş ağrısı: "Ağrısı olan başına pancar yaprağı sarardı. Bir de yoğurt sarımsaklanıp başa sürülür, üzerine de lahana yaprağı sarılırdı."
Ezilme veya burkulma: Zedelenmiş yere et veya yeni yüzülmüş deri sarılır.
Göbek Düşmesi: Bardakla çektirmek suretiyle tedavi edilir. Boş bir bardağın içine yanan bir kibrit veya ispirtolu pamuk yakılarak koyulur ve bardak göbeğin üzerine kapatılır. Bardaktaki hava yanınca göbek bardağın içine doğru çekilir. Bir süre bekletildikten sonra bardak koparılır.
Güneş çarpması: Güneş çarpanları köyün ortasında bir çamur vardı, o çamura yatırırlardı.
Kaburga eğilmesi:yumurtanın beyazı alınır, su görmemiş (kullanılmamış) bir sabun kazınır, fitil gibi ince ince kıyılmış soğanla karıştırılır ve elde edilen karışım ağrıyan yere sürülüp sarılır. Ağrıdan soluk alamayan insan bile sabahleyin kalktığında ağrının tamamen geçtiğini görür.
Kan oturması, kara kan toplanması: Kan toplanan yer bıçakla çırtılırak veya delinerek biriken kanın (çürük kanın) dışarı akması sağlanır.
Kesiklerde ve kanamalar: Kanı durdurmak için kesilen yere ya tütün, şeker basılır veya bir parça paçavra yakılıp külü kesiğe basılır.
Temrevi: Yer elması (sarı boncuk) kesilip temrevi olan yere sürülür.
Uyuz: Uyuz olanlar "Uyuz suyu"na götürülüp orada yıkanır (s. 62).

Koyunlar hasta oldukları zaman öteye beriye yıkılırlardı. Yama bir yerde toprağı kazar, eşer, küçük bir tünel yapar onun içinden koyunları geçirirdik. Bu yana geçince koyunlar iyi olurlar, o sağa sola yıkılarak yürümeleri geçerdi.

Ad verme ile ilgili inanç ve uygulamalar
Köyde, erkeklere en çok Mehmet, Muhammed, Ali, Hasan, daha çok Hüseyin adları verilmektedir. Satılmış, Ömer yok.
Kadınlar arasında ise Ayşe, Fatma, Hatice isimleri çok yaygın.
Döne, Döndü, Yeter, Dursun gibi isimlerin veriliş sebebi çocuk sayısı ve cinsiyetiyle ilgili. Çocuğu yaşamayanlar; ölmesin, yaşasın diye Dursun adını vermektedirler. Ailenin çok çocuğu olur ve artık çocuk sahibi olmak istenmezse bu kez son çocuğa Yeter adını verilmektedir.

Çeşitli inanç ve uygulamalar
Kına gecesine kız evinden gelenler oğlan evinden, kız almaya oğlan evinden gidenler de kız evinden kaşık, tabak gibi şeyler çalar, bunun uğur ve bereket getireceğine inanırlarmış. Düğünden sonra da çaldıklarını götürüp iade ederlermiş.

Ayın yenisinde ağaç yıkılmaz (kesilmez). Eğer kesilirse kurt sarar tez çürür. Ayın eskisinde yıkılan ağaç se çürümez.
Ayın yenisinde fasulye dikilmez, ekin ekilmez, mısır ekilmez. Mesela eğer mısır ekilirse o mısır olmaz, olanı da pişmez.

Ay tutulmasında tabanca, tüfek atarlardı, teneke çalarlardı. Bu şimdi de yapılıyor. Ay orada tutuluyor, kurtulamıyor. Tabanca, tüfek atandan sonra kurtuluyor.

Yağmur Duası: Burada arkada Çöp Evliyası diye bir yer vardı orada yapılırdı. Şimdi yapılmıyor. Yağmur duasına giderken hocalar "Yağmur Duası" adı verilen bir duayı yüksek sesle okur vatandaş yüksek sesle Amin der (s. 63).

Taşlar toplanıyor okunuyor bir çuvala konduktan sonra bu çuval çaya bırakılıyor. Yağmur yağınca da afet olmasın diye çuval çaydan çıkarılıyor.

Yağmur, dolu yağarken kızgın sacayağını dışarı atarlar. Ayakları yukarı doğru düşerse devam edecek, ayaklarının üstüne düşerse kesilecek demektir.


13 Ocak eski hesaba göre yılbaşıdır. Bugün kimsenin evine gidilmez. Eğer gidilirse ve o yıl işler iyi gitmezse, o gün eve ilk giden kişi ayağı uğursuz geldi diye suçlanır.

Hamilenin yemek istediği şeylere bakarak, doğacak çocuğun cinsiyeti tahmin edilebilir. "Ye ekşiyi doğur Ayşe'yi, ye tatlıyı doğur Hakkı'yı" sözünden de anlaşıldığı gibi, hamilelik döneminde "ekşi" yemek isteyenin kız, "tatlı" yemek isteyenin erkek doğuracağına inanılmaktadır.

Hamile kadın eğer kuşağının arasına, para, yüksük, ceviz gibi şeyler koyar ve bunlar orada uzun süre kalırsa, bunlar çocukta "ben" olarak çıkabilir.

Loğusa kadının yanına et götürülürse çocukta basıklık olur diye et götürülmez.
Kırklı iki kadın karşılaşamaz. Birbirinin evine gidemez. Karşılaşırsa biri diğerini basar. Çocuklardan biri normal diğeri zayıf, cansız olur, ayaklarını basamaz, geç yürür.

Baykuş öter, çığırır, köpek ulursa biri ölecek demektir.
Çepni bölgelerinde kutsal sayılan bir orman, koru veya yaşlı, görkemli bir ağaç mutlaka vardır. "Yüksekte "Uzun Kız" diye bir yer vardı. Sarıgöl'de. Buradan değil ağaç, bir dal bile kesilmezmiş. Birisi, inancı noksan birisi ne olacak diyip kesmiş ve eve gelince de ölmüş.

"Yatır Ziyareti" burada da vardır (s. 64).

Giyim-Kuşam
Burada kadınlar tesettürlüdür. Kara çarşaf yoktur. Yaşmak, çember, tülbent vardır. Kadınların başı her zaman örtülüdür. Burada eskiden dokuma yaparlardı.
Keten kendir ekilir ve ketenden dokuma yapılırdı. İç çamaşırı dokurlardı. Üzerine işleme yaparlardı. Burada şal ve kuşak da dokunurdu. Kilim, kolan hâlâ dokunuyor (s. 65).

---
Çelik, Ali. (2011), Karadeniz Bölgesi'nde Çepni Varlığı ve Samsun'da Bir Çepni Köyü, Samsun Sempozyumu 13-16 Ekim Samsun, Bildiriler Kitabı, Cilt: 2, s. 46 -66, Samsun 2013


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder