Lenin Döneminde Türk-Rus İlişkileri - YLT
Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2010
Lozan Konferansı’nın Toplanması
Konferansın önce 13 Kasım’da toplanacağı bildirilmişti.
İngiliz Baş Murahhası Lord Curzon’un gecikmesi dolayısıyla
konferans geç açıldı.
Türk Heyeti’ne Lozan’a gitmeden önce hükümet tarafından 14
maddelik şu talimat verildi.
“Doğu Trakya sınırı 1913 sınırı olmalıdır.
Batı Trakya’da halk oylamasına başvurulmalıdır.
Anadolu’ya yakın Ege adaları Türkiye’ye verilmelidir.
Boğazlar ve Gelibolu da yabancı askerlerin varlığı kabul
edilmemelidir.
Güneyde Suriye sınırı daha güneye alınmalı, Irak sınırı ise,
Kerkük, Musul ve Süleymaniye’yi Türkiye’ye bırakacak şekilde çizilmelidir.
Kapitülâsyonlar ve Türk topraklarında bir Ermeni yurdu
kurulması teklifleri reddedilmelidir. Bu konuda ısrarlar olursa tartışmalar
kesilmelidir.
Azınlıklar meselesi mübadele ile çözülmelidir.
Osmanlı borçları, Osmanlı İmparatorluğundan ayrılan ülkeler
arasında hakça bölünmelidir.
Osmanlı hissesi Yunanistan’dan alınacak tazminata karşılık
tutulmalı, bu mümkün olmazsa, borcun 20 yıl süre içinde ödenmesi sağlanmalıdır.
Duyun-u Umumiye idaresi kaldırılmalıdır.
Ayrılacak ülkeler için Misak-ı Millî’nin ilgili maddesi
geçerli olacaktır”. / s. 113
Başlangıçta İtilaf devletleri, bu konferansın Sovyetler’i
ilgilendirmediğini söyleyerek, konferansa Ruslar’ı çağırmadılar. Bunun üzerine
3 Ekim 1922’de, Moskova Antlaşması hükümlerine aykırı olarak Sovyet Rusya’ya
haber vermeden, Türk Hükümeti’nin Trakya’yı İtilaf Devletleri’nin işgaline
bıraktığını vurgulayan Sovyet yetkilileri, Yakındoğu meseleleri ve özellikle
Boğazlar ile ilgili konularda alınacak olan kararlarda önceden karşılıklı
görüşerek, uzlaşarak, ortak bir dış politika uygulamaları gerektiğini Ankara
Hükümeti’ne hatırlatmıştır. Sovyetler Birliği Lozan’da, Türkiye ile bir
taraftan işbirliği içerisinde olmak isterken, diğer taraftan da Lozan’a
çağrılmayışlarından dolayı Türkiye’yi suçlamıştır. Sovyet elçisi Aralov, Türk
Hükümeti’nin izlediği dış politika ile ilgili olarak Sovyet Hükümeti’nin
rahatsız olduğu hususları şu şekilde ifade etmiştir:
“Hükümetim, Türkiye Hükümeti’nin Sovyet notasını
desteklemeyişine ve Mudanya Konferansı’na katılmayı kabul ettiğini, Trakya'nın
ve Boğazlarla İstanbul’un işgaline razı olduğunu haber vermeyişine fevkalade
şaşmış bulunuyor. Böylece dış politika uyuşumu yürütülmemiş, bunun sonucu
olarak da İtilaf Devletleri, özellikle de İngiltere için uygun bir durum ortaya
çıkmış bulunuyor. İtilaf Devletleri bu yoldan yürüyerek, Türkiye’yi olduğu
kadar Rusya’yı da zayıflatmaya çalışmaktadır. Özellikle bu önemli anlardaki
hareket uyuşmazlığına şaşmış bulunmaktayız. Hükümetim, Türk Ordusu’nun
kazandığı büyük zaferin istenilen sonuca vardırılamayacağından korkmaktadır.”
Sovyetler Birliği yalnız Boğazlar sorununun görüşülmesine
katılmaya çağrılmıştı.
Lozan Konferansı’nda “Boğazlar konusu”, üzerinde en çok
tartışılan konulardan biri olmuştur.
Boğazlar, Avrupalı devletler için büyük önem taşıyordu.
Çünkü Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin Boğazları kapaması, İtilaf
devletlerinin Rusya’yı kaybetmelerine ve savaşın iki yıla yakın uzamasına sebep
olmuştu.
Çiçerin, Türk boğazları meselesiyle ilgili olarak
“Karadeniz’e sahildar devletlerin katıldığı bir konferansta ele alınması”
hakkındaki eski Sovyet iddiasını yenilemekteydi.
Bolşevik Rusya’da yönetim değişmiştir, fakat hala Çarlık
Rusyasının zihniyeti devam etmektedir (s. 51).
İsmet İnönü’ye göre, Ruslar kendi güvenliklerini sağlamak ve
kendilerini İngilizlerden korumak için boğazların tam anlamıyla bir Türk
hakimiyetine girmesini istiyordu.
4 Aralık’ta, Lozan Konferansı’nda Boğazlar Meselesi’nin ilk
görüşmeleri başladı. Konferansta boğazlar konusunda üç temel görüş çatışmıştır;
İngilizlerin yönlendirdiği müttefikler, geçiş serbestliği, boğazları
askerlerden arındırma ve uluslararası kontrol önermiştir. Buna karşılık Ruslar,
kesin Türk egemenliği, savaş gemilerine ve askeri uçaklara kapalılık formülünde
ısrar etmiştir. Türk heyeti ise, boğazları askerden arındırma ve kontrolden
vazgeçmeyi kabul etmekle beraber İstanbul ve Marmara’nın güvenliğini şart
koşmuştur (s. 116).
Curzon Rusların teklifini: “Karadeniz’i Türkiye’nin sadık
bekçiliği altında bir Rus gölü haline koymak” diye nitelendirerek reddetti.
Çiçerin: “Şu anda Rusya, Ukrayna ve Gürcistan’la hiçbir
anlaşmaya varılmamış, Rusya, Ukrayna ve Gürcistan’la görüşmelerde bulunulmamış,
görüşme girişimleri bile olmamıştır. Bu koşullar altında Boğazlar sorununa
ilişkin bir kararın varlığı söz konusu olamaz. Rusya, Ukrayna ve Gürcistan’sız
böyle bir karar yoktur ve var olmayacaktır. Eğer sözleşme, Rusya, Ukrayna ve
Gürcistan’sız imzalanacak olursa, bu devletler tam serbestliklerini ve davranış
özgürlüklerini ellerinde tutacaklardır. Eğer birtakım devletler bu sözleşmeyi
Rusya, Ukrayna ve Gürcistan’sız imza ederlerse, boğazlar sorunu açık kalır ve
açık kalacaktır.” / s. 117
Konferansta, Türk tezinden çok Sovyet ve İngiliz tezleri
çatışmıştı.
Konferansta Türk Heyeti, Sovyet Rusya’dan ziyade
İngilizlerin tezini desteklemiştir. Türk Heyeti’nin İngilizlerin çözüm
koşullarını desteklemesindeki en önemli etken, hızla artan Rus gücüdür.
İngilizler, Karadeniz’de Türklerin, Sovyet gücü karşısında güvenliğini sağlama
garantisi vermiştir.
Sovyet Hükümeti, Türkleri, İngiliz emperyalizminin
boyunduruğu altına sokacak bir teslimiyetçilikle suçladı.
Türk tarafı başlangıçta Boğazlar meselesiyle ilgili olarak,
kendi tarafında yer alan ve menfaatlerini savunan Sovyetler Birliği’yle ortak
hareket etmiştir. Fakat daha sonra Rusların Boğazlarla ilgili düşüncelerini
anlayınca, İngiliz tarafına yakınlaşmıştır.
Konferansta, Türk-Rus ilişkilerini etkileyen en önemli olay,
Rusların Türklerden Ermenilerin lehine toprak talepleridir.
Türk heyeti, Lord Curzon’un tehditleri üzerine tekrar bir
savaşı göze alamadığı için de mecburen İngilizlerin tezini kabul etmiştir.
Lenin, iktidara geldiğinde Çarlık Rusyasının diğer
devletlerle yaptığı gizli anlaşmaları açıklayarak, onları geçersiz saydığını
ilan etti. Bu olaydan sonra da Türk-Sovyet ilişkilerinde yeni bir sayfa açılmış
oldu ve iki devlet arasındaki karşılıklı iyi ilişkiler bu olaydan sonra
gelişmeye başlamıştır. Daha sonra da Türk-Sovyet ilişkileri, Moskova
Antlaşması’yla dostluğa dönüşmüştür.
Lenin, 14 Ocak 1918’de Sosyalist Devrimci Parti üyesi Fanya
Kaplan isminde bir kadının saldırısına uğramış ve silahla yaralanmıştı.
Suikastçilerden korkan Lenin, hastaneye gitmemiş ve vücuduna isabet eden
kurşunlar çıkarılamamıştır.
1923 yılından başlayarak, SSCB’de Stalin adım adım kendi
yönetimini kurdu. Partiyi ele geçirdi ve devleti gizli haberalma örgütü
yardımıyla yönetmeye başladı.
1925’te Fransa ve Almanya arasında imzalanan Lokarno
Anlaşması’yla Almanlar, Sovyetleri siyasi arenada yalnız bırakmıştı. Hem
Sovyetler Birliği’nin hem de Türkiye’nin bu anlaşmayı tehdit olarak algılaması
doğal olarak bu iki devletin birbirine yakınlaşmasını ve 1925 yılında
Türk-Sovyet Saldırmazlık ve Tarafsızlık Anlaşması’nın imzalanma sürecini
hızlandırmıştı.
1936 yılında Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin imzalanması
sırasında Sovyetler Birliği’nin gösterdiği tutum sebebiyle Türk-Sovyet
ilişkileri bozulmuştur.
Rusların ve Osmanlı Devleti’nin emperyalizmle mücadele
sebebi aynı değildi.
Rusya’da Bolşeviklerin başa gelmesiyle yerleşen komünist
idare, kendisine düşman olarak kapitalist Batı’yı görüyordu ve sürekli olarak
Batı’yla bir rekabet içindeydi. Anadolu’daki Milli Mücadele Yönetimi ise
sömürge durumuna düşmemek için Batı’yla karşı karşıya gelmişti.
…her iki ülke de, ortak düşmanlarla savaştıklarından dolayı
birbirlerini doğal müttefik olarak kabul ediyorlardı. Milli Mücadele, Sovyetler
Birliği açısından çok önemliydi.
İngiltere, Batı Anadolu'yu isteklerini rahatlıkla
yaptırabileceği bir devlet olan Yunanistan'a vererek, Ege Denizi'ne hakim olmak
ve Doğu Anadolu'da da kendi hâkimiyetinde bir Ermenistan ve Kürdistan
kurdurarak, Sovyetleri sıkıştırmak istiyordu.
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder