Türk Basınına Göre Atatürk'ün İstanbul'daki Faaliyetleri (01 Temmuz 1927-10 Kasım 1938) - Doktora tezi
Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, 2011
T.B.M.M’nin Seçim
Kararı Alması
Mustafa Kemal Paşa, 4 Şubat 1923’te Lozan görüşmelerinin
kesilmesi üzerine Ankara’ya geri dönmekte olan İsmet Paşa ile 18 Şubat’ta
Eskişehir’de buluşarak, onunla birlikte Ankara’ya döner. İsmet Paşa’nın
Meclis’e bilgi vermeden önce Mustafa Kemal Paşa ile buluşarak bilgi vermesi
Ankara’daki siyasi ortamı germiştir. Meclis’te 27 Şubat 1923’te Lozan
görüşmeleri üzerine başlayan oturumlar, 6 Mart 1923’e kadar şiddetli bir
şekilde devam eder (s. 4).
1 Nisan 1923’te Aydın Milletvekili Esat Bey ve 120 arkadaşı
tarafından önerge verilerek, B.M.M’nin vatan savunması amacıyla toplanarak bunu
gerçekleştirdiği vurgulanarak, “Şimdi memleket mesail-i sulhiyeyi terakkiyat-ı
iktisadiyeye istihdaf ettiği için, ara-yı millete, yeniden müracaata ihtiyaç
hasıl olmuştur” denmiş ve derhal seçim çalışmalarına başlanması istenmiştir (s.
5).
İngiltere’de yaşayan, ‘sözde’ Hint Müslümanları
liderlerinden Ağa Han ve Emin Ali’nin 24 Kasım’da Başbakan İsmet Paşaya
gönderdiği ve Hilafetin güçlendirilmesini isteyen mektup, daha Başbakanın eline
geçmeden, 5 Aralıkta Tanin ve İkdam, 6 Aralıkta Tevhid-i efkar gazetelerinde
yayınlanınca, tüm dikkatler bir kez daha muhalif İstanbul basını üstüne
toplanır (s. 34-35).
İsmet paşa, Meclis gizli oturumunda yaptığı konuşmada (…) İstiklal
Mahkemesi’nin kurulmasını teklif eder.
Tanin, Tevhid-i Efkar ve İkdam gazetelerinin sahipleri ve
sorumlu müdürleri, Hüseyin Cahid, Velid Ebuzziya ve Ahmet Cevdet Bey ile Hayri
Muhiddin ve Ömer İzzettin Bey’in Hıyanet-i Vataniye ve devletin iç ve dış
güvenliğini ihlal ve hükümet şeklini değiştirmek istedikleri gerekçesiyle
İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmak üzere göz altına alınmalarına karar verir.
İstanbul gazetecileri, İzmir’de bulunan Cumhurbaşkanı Gazi
Mustafa Kemal’i ziyaret eder.
2 Şubat 1924’te İzmir’e hareket ederler ve 4-5 Şubat günleri
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa ile bir araya gelirler. Ancak, Tevhid-i Efkar
gazetesi Başyazarı Velid Ebuzziya, 1 Şubat 1924 günü yayınlanan bir yazısında,
söz konusu ziyaretin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine
gerçekleşeceğini yazmış olmasından dolayı, Cumhurbaşkanı tarafından kabul
edilmez (s. 41).
Gazi Hz. ‘Lozan Sulhu’nun Türk tarihinde bir devrim noktası olduğunu
ve Türk milleti için siyasi bir zafer teşkil eden bu antlaşmanın Osmanlı tarihinde
emsali bulunmadığını ve milletimizin bununla çok iftihar edebileceğini ve Türk
milletinin yüksek bir eseri bulundukları bu antlaşmanın büyük kıymetini takdir etmesi
lazım gelen gençliğin bunu mazide imzalanmış antlaşmalarla mukayese etmesi icap
ettiğini’ söyledi… / Cumhuriyet
Gazetesi, 28.07.1927, s.1 ve 2 (s. 80)
1935
Musollini’nin ölçüsüz ve saldırgan tavırlarına karşı
hükumet, muhtemel bir Anadolu çıkartması seçeneğini göz ardı etmemektedir.
Ayrıca konuya ilişkin Atatürk’ün değerlendirmesi şu şekildedir: ‘ Bizim için
sulh esastır; tarafımızdan harbe girişmek, hatta harbi temenni etmek katiyen
varit değildir. Fakat Musollini bize taaruz etmek cinnetine kapılırsa,
sahillerimize bir çıkarma yaparak gelmelerini temenni ederim. Sahillerimiz
açıktır; arazi itibariyle müsait gördükleri herhangi bir bölgeye her zaman
çıkarma yapabilirler, buna mani olmayız. Yalnız asıl çıkarma yeri belli olduktan
sonra bütün kuvvetlerimizi toplayıp üzerlerine gider, gelenleri behemahal
denize dökeriz. Bu suretle yurt korumadaki eşsiz azim ve kudretimizi, cihana
bir kere daha göstermiş oluruz. Fakat böyle bir şey yapamazlar çocuk!
Türkiye’ye karşı bir harekete karar verirlerse, ilkin Arnavutluk’a asker
çıkarmak ve orayı işgal etmekle işe başlayacaklardır. Bunu kolayca
yapabilecekleri aşikardır. Ondan sonrada Bulgarlarla işbirliği teminine ve
Bulgarlarla beraber Boğazlara inmeye, diğer Balkan devletleriyle irtibatimizi
kesmeye gayret edeceklerdir. Bence taaruzu oradan beklemek ve tedbirlerimizi
ona göre alıp mütemadiyen uyanık bulunmamız gerekir.’ Hasan Rıza Soyak,
Atatürk’ten Hatıralar, 4.Baskı, İstanbul, Y. K. Yayınları, 2008, s.504. / s.
386
…
İstanbul Belediyesi tarafından iki ayda bir çıkarılan
İstanbul belediye mecmuasının son çıkan sayısındaki yazılar arasında, “Yabancı
göz ile İstanbul” adile İngilizce bir kitap tefrika edilmeğe başlandı.
Georges Yung isimli bir İngiliz’in eseri olan bu kitap,
Fransızcaya tercüme edilmiş ve Fransızcadan da değerli yazıcı arkadaşımız Kemal
Ragıp tarafından Türkçeye çevrilmiştir
Georges Yung diplomattır ve mesleki hayatının bir kısmını
İstanbul’da geçirmiştir. Türkleri de Türkiye’yi de pekiyi tanımıştır.
Eserin Fransızca müterciminin yazdığı
başlangıçtan şu satırları lütfen okuyunuz:
“Büyük bir düşünce kitaba hakim olmaktadır: Bir Hristiyan
beldesi olan İstanbul, günün birinde Hristiyan olacaktır. Başkalarının bir
gerileme diye gösterdikleri hadiseler, Yung için ulusal bir rönesans
alametidir. Türklerden nefret ettiği için değil, fakat Georges Yunga göre
Türkler, İstanbul’da hiçbir zaman kendi yerlerini bulamamışlardır. Türkiye
Cumhuriyetinin merkezini Ankara’ya götüren Mustafa Kemal (Atatürk) de bunu pekiyi
anlamıştır (s. 407).
…
1934 te Türkiye hükümeti, İngiltere ve Fransa ve İtalya ya
yaptığı müracaatta Almanya’nın silahlanmasına müsaade edildiği takdirde,
Çanakkale Boğazının tahkimi hakkını isteyeceğini bildirmişti. Sonradan Almanya
ile Avusturya sulh muahedelerinin menettiği orduları vücuda getirdiler. Almanya
Rendeki gayri resmi mıntıkayı işgal etti.
Neticede, Türkiye, İngiltere ye Milletler Cemiyetinin
zayıfladığını ve boğazların emniyet ve selametini koruyamayacağını haber verdi
(s. 419).
…
Türk Boğazları olarak da bilinen Çanakkale Boğazı, İstanbul
Boğazı ve bunun ikisi arasında kalan deniz yolu sürekli olarak büyük güçlerin
dikkatini çekmiştir. Bölge dışı ülkeler bu deniz yollarının uluslar arası
ticari ve diğer tüm gemi ticaretine açık olmasını, tek bir devlet ya da
devletler topluluğunun bu yoldaki geçişleri sınırlayamamasını savunurken,
özellikle Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler ya boğazlara sahip olmak
istemişlerdir, ya da boğazlardan geçişin Karadeniz’e saldırı ve müdahalelere
yol açmayacak düzeyde olmasını tercih etmişlerdir. Bu güçlerin başını Rusya
çekmiştir. Önce Osmanlı Devleti, ardından da Türkiye ise boğazların kendi
egemenliğinde topraklar ve sular olduğunu savunmuş ve buralarda tam
egemenliğini muhafaza etmeye gayret göstermiştir. Ne var ki 1. Dünya Savaşı ve
sonrasında Lozan düzenlemeleri Türk yaklaşımının tam tersi bir sonuç doğurmuş,
Türkiye Cumhuriyeti Mondros ve Sevr’e göre çok daha arzu edilir bir belgeye
ulaşsa da boğazlar bölgesindeki egemenliğine sınırlamalar getirildiğini
düşünmüştür. Lozan Barış Antlaşması’na ek Boğazlar Sözleşmesi üç temel ilke
üzerine oturmaktaydı: Boğazlar evvela askersiz hale gelecekti. Boğazlar’dan
geçiş Türkiye’ye bırakılmıyor, bunun için Boğazlar Komisyonu kuruluyordu ve bu
komisyon geçiş düzenlemeleri ve diğer konularda Milletler Cemiyeti’ni
bilgilendirecekti. Bu dönemde henüz Türkiye Milletler Cemiyeti’nin üyesi dahi
değildir. Türkiye’nin bu bölgedeki güvenliğini ise Milletler Cemiyeti,
özellikle de İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya garanti edecekti. Görüleceği
üzere Türkiye bu dönemde güvenliğini bu ülkelere teslim edemezdi. Özellikle
İngiltere, Fransa ve İtalya Türkiye’yi işgal etmiş ülkelerdi ve İngiltere ile
sorunlar hala devam etmekteydi. Güvenliğin ötesindeki mesele ise egemenlikti.
Türkiye, kendi topraklarının bir bölümünde asker bulundurup bulunduramayacağı
konusunda başka devletlerden izin almış oluyor, bu da asker bulundurmamakla
sonuçlanıyordu. Böyle bir durum milli egemenliğine önem veren hiçbir devlet
için kabul edilemezdi (s. 434-435).
1930’larda siyasi-askeri dengeler değişmeye başlamıştır ve
Türkiye de haklı olarak mevcut gelişmeleri gerekçe göstererek daha 23 Mayıs
1933 Londra Silahsızlanma Konferansı’ndan itibaren Sözleşme’nin
değiştirilmesini talep etmeye başlamıştır. Türkiye’nin argümanı eski düzenlemelerin
kendi güvenliğini tehdit edecek boyutta olduğu şeklindedir. Bu döneme kadar
Milletler Cemiyeti’nin çeşitli alanlardaki garantilerinin de işlemediğinin
görülmesi, bizzat Milletler Cemiyeti’nin garantör olması beklenen üyelerinin
ihlallerde bulunması Türkiye’nin gerekçelerini güçlendirmiştir.
Türkiye’nin talepleri konusunda izlediği yol ilgili
devletlere başvurmak ve onları yeni bir konferans için ikna etmek şeklinde
olmuştur. Bu taleplerin ardından 22 Haziran 1936’da Montrö’de bir konferans
toplandı. Montrö Boğazlar Sözleşmesi de 20 Temmuz 1936’da imzalanmıştır (s.
435).
…
Mustafa Kemal; “…Lozan Montrö'de tedviç olunmuştur. Lozan
tamdır. Ve tamamiyetini daima tarihte okutacaktır. Fakat onu mustarip eden ufak
bir şey, Boğazlar vardı.... İşte o Montrö'de hallolunmuştur. Eğer Türk yüksek
hassasiyeti bununla alâkadarsa mutlak sevinmektedir. Seviniyor ve
sevinmelidir.” / s. 439
…
Resmi Tebliğ: Çanakkale ve İstanbul Boğazları mıntıkasında
şimdiye kadar mevcut olan gayri askeri mıntıka kaldırılmış ve bu mıntıka Türk
ordusu tarafından 21 Temmuz 1936 Salı günü öğleye kadar fiilen işgal olunmuştur
(s. 443).
…
Nyon Konferansı
Nyon’daki görüşmeler esnasında su yüzüne çıkan görüş
ayrılığı, davette, Orman Çiftliği ve bira fabrikasının işletilmesi bahsinin
açılması ile geri dönüşü olmayan bir yola girecektir. İkinci Tarih Kurultayı
nedeniyle İstanbul’daki programda bulunması gereken Atatürk ve İnönü, 18 Eylül
1937’de trendeki görüşmeyi müteakip, Atatürk’ün isteğiyle, mesai arkadaşlığına
son vereceklerdir.
…
1936 yılının Temmuz ayında, İspanya’da sağcılar ile solcular
arasında çıkan iç harbi, bir buçuk seneye yakın bir zamandan beri devam edip
duruyordu. Evvelce de söylediğim gibi bu harbi alttan alta hazırlayıp
körükleyen ve destekleyenler, iki ayrı ideolojiye sahip yabancı devletlerdi.
Gemilere taarruz hadiseleri bizim kıyılarımıza, hatta kara
sularımıza da sirayet etmiş 1937 senesi Ağustos ayında biri Çanakkale Boğazı
açıklarında, diğeri de yine o havalide kara sularımızın içinde iki İspanyol
gemisi torpillenmişti (s. 601).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder