3 Temmuz 2019 Çarşamba

Türk Basınına Göre Atatürk'ün İstanbul'daki Faaliyetleri (01 Temmuz 1927-10 Kasım 1938)


Türk Basınına Göre Atatürk'ün İstanbul'daki Faaliyetleri (01 Temmuz 1927-10 Kasım 1938) - Doktora tezi 
Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, 2011

T.B.M.M’nin Seçim Kararı Alması
Mustafa Kemal Paşa, 4 Şubat 1923’te Lozan görüşmelerinin kesilmesi üzerine Ankara’ya geri dönmekte olan İsmet Paşa ile 18 Şubat’ta Eskişehir’de buluşarak, onunla birlikte Ankara’ya döner. İsmet Paşa’nın Meclis’e bilgi vermeden önce Mustafa Kemal Paşa ile buluşarak bilgi vermesi Ankara’daki siyasi ortamı germiştir. Meclis’te 27 Şubat 1923’te Lozan görüşmeleri üzerine başlayan oturumlar, 6 Mart 1923’e kadar şiddetli bir şekilde devam eder (s. 4).

1 Nisan 1923’te Aydın Milletvekili Esat Bey ve 120 arkadaşı tarafından önerge verilerek, B.M.M’nin vatan savunması amacıyla toplanarak bunu gerçekleştirdiği vurgulanarak, “Şimdi memleket mesail-i sulhiyeyi terakkiyat-ı iktisadiyeye istihdaf ettiği için, ara-yı millete, yeniden müracaata ihtiyaç hasıl olmuştur” denmiş ve derhal seçim çalışmalarına başlanması istenmiştir (s. 5).

İngiltere’de yaşayan, ‘sözde’ Hint Müslümanları liderlerinden Ağa Han ve Emin Ali’nin 24 Kasım’da Başbakan İsmet Paşaya gönderdiği ve Hilafetin güçlendirilmesini isteyen mektup, daha Başbakanın eline geçmeden, 5 Aralıkta Tanin ve İkdam, 6 Aralıkta Tevhid-i efkar gazetelerinde yayınlanınca, tüm dikkatler bir kez daha muhalif İstanbul basını üstüne toplanır (s. 34-35).

İsmet paşa, Meclis gizli oturumunda yaptığı konuşmada (…) İstiklal Mahkemesi’nin kurulmasını teklif eder.

Tanin, Tevhid-i Efkar ve İkdam gazetelerinin sahipleri ve sorumlu müdürleri, Hüseyin Cahid, Velid Ebuzziya ve Ahmet Cevdet Bey ile Hayri Muhiddin ve Ömer İzzettin Bey’in Hıyanet-i Vataniye ve devletin iç ve dış güvenliğini ihlal ve hükümet şeklini değiştirmek istedikleri gerekçesiyle İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmak üzere göz altına alınmalarına karar verir.

İstanbul gazetecileri, İzmir’de bulunan Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal’i ziyaret eder.
2 Şubat 1924’te İzmir’e hareket ederler ve 4-5 Şubat günleri Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa ile bir araya gelirler. Ancak, Tevhid-i Efkar gazetesi Başyazarı Velid Ebuzziya, 1 Şubat 1924 günü yayınlanan bir yazısında, söz konusu ziyaretin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine gerçekleşeceğini yazmış olmasından dolayı, Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmez (s. 41).

Gazi Hz. ‘Lozan Sulhu’nun Türk tarihinde bir devrim noktası olduğunu ve Türk milleti için siyasi bir zafer teşkil eden bu antlaşmanın Osmanlı tarihinde emsali bulunmadığını ve milletimizin bununla çok iftihar edebileceğini ve Türk milletinin yüksek bir eseri bulundukları bu antlaşmanın büyük kıymetini takdir etmesi lazım gelen gençliğin bunu mazide imzalanmış antlaşmalarla mukayese etmesi icap ettiğini’ söyledi… /  Cumhuriyet Gazetesi, 28.07.1927, s.1 ve 2 (s. 80)

1935
Musollini’nin ölçüsüz ve saldırgan tavırlarına karşı hükumet, muhtemel bir Anadolu çıkartması seçeneğini göz ardı etmemektedir. Ayrıca konuya ilişkin Atatürk’ün değerlendirmesi şu şekildedir: ‘ Bizim için sulh esastır; tarafımızdan harbe girişmek, hatta harbi temenni etmek katiyen varit değildir. Fakat Musollini bize taaruz etmek cinnetine kapılırsa, sahillerimize bir çıkarma yaparak gelmelerini temenni ederim. Sahillerimiz açıktır; arazi itibariyle müsait gördükleri herhangi bir bölgeye her zaman çıkarma yapabilirler, buna mani olmayız. Yalnız asıl çıkarma yeri belli olduktan sonra bütün kuvvetlerimizi toplayıp üzerlerine gider, gelenleri behemahal denize dökeriz. Bu suretle yurt korumadaki eşsiz azim ve kudretimizi, cihana bir kere daha göstermiş oluruz. Fakat böyle bir şey yapamazlar çocuk! Türkiye’ye karşı bir harekete karar verirlerse, ilkin Arnavutluk’a asker çıkarmak ve orayı işgal etmekle işe başlayacaklardır. Bunu kolayca yapabilecekleri aşikardır. Ondan sonrada Bulgarlarla işbirliği teminine ve Bulgarlarla beraber Boğazlara inmeye, diğer Balkan devletleriyle irtibatimizi kesmeye gayret edeceklerdir. Bence taaruzu oradan beklemek ve tedbirlerimizi ona göre alıp mütemadiyen uyanık bulunmamız gerekir.’ Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, 4.Baskı, İstanbul, Y. K. Yayınları, 2008, s.504. / s. 386

İstanbul Belediyesi tarafından iki ayda bir çıkarılan İstanbul belediye mecmuasının son çıkan sayısındaki yazılar arasında, “Yabancı göz ile İstanbul” adile İngilizce bir kitap tefrika edilmeğe başlandı.
Georges Yung isimli bir İngiliz’in eseri olan bu kitap, Fransızcaya tercüme edilmiş ve Fransızcadan da değerli yazıcı arkadaşımız Kemal Ragıp tarafından Türkçeye çevrilmiştir
Georges Yung diplomattır ve mesleki hayatının bir kısmını İstanbul’da geçirmiştir. Türkleri de Türkiye’yi de pekiyi tanımıştır.
Eserin Fransızca müterciminin yazdığı
başlangıçtan şu satırları lütfen okuyunuz:
“Büyük bir düşünce kitaba hakim olmaktadır: Bir Hristiyan beldesi olan İstanbul, günün birinde Hristiyan olacaktır. Başkalarının bir gerileme diye gösterdikleri hadiseler, Yung için ulusal bir rönesans alametidir. Türklerden nefret ettiği için değil, fakat Georges Yunga göre Türkler, İstanbul’da hiçbir zaman kendi yerlerini bulamamışlardır. Türkiye Cumhuriyetinin merkezini Ankara’ya götüren Mustafa Kemal (Atatürk) de bunu pekiyi anlamıştır (s. 407).

1934 te Türkiye hükümeti, İngiltere ve Fransa ve İtalya ya yaptığı müracaatta Almanya’nın silahlanmasına müsaade edildiği takdirde, Çanakkale Boğazının tahkimi hakkını isteyeceğini bildirmişti. Sonradan Almanya ile Avusturya sulh muahedelerinin menettiği orduları vücuda getirdiler. Almanya Rendeki gayri resmi mıntıkayı işgal etti.
Neticede, Türkiye, İngiltere ye Milletler Cemiyetinin zayıfladığını ve boğazların emniyet ve selametini koruyamayacağını haber verdi (s. 419).

Türk Boğazları olarak da bilinen Çanakkale Boğazı, İstanbul Boğazı ve bunun ikisi arasında kalan deniz yolu sürekli olarak büyük güçlerin dikkatini çekmiştir. Bölge dışı ülkeler bu deniz yollarının uluslar arası ticari ve diğer tüm gemi ticaretine açık olmasını, tek bir devlet ya da devletler topluluğunun bu yoldaki geçişleri sınırlayamamasını savunurken, özellikle Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler ya boğazlara sahip olmak istemişlerdir, ya da boğazlardan geçişin Karadeniz’e saldırı ve müdahalelere yol açmayacak düzeyde olmasını tercih etmişlerdir. Bu güçlerin başını Rusya çekmiştir. Önce Osmanlı Devleti, ardından da Türkiye ise boğazların kendi egemenliğinde topraklar ve sular olduğunu savunmuş ve buralarda tam egemenliğini muhafaza etmeye gayret göstermiştir. Ne var ki 1. Dünya Savaşı ve sonrasında Lozan düzenlemeleri Türk yaklaşımının tam tersi bir sonuç doğurmuş, Türkiye Cumhuriyeti Mondros ve Sevr’e göre çok daha arzu edilir bir belgeye ulaşsa da boğazlar bölgesindeki egemenliğine sınırlamalar getirildiğini düşünmüştür. Lozan Barış Antlaşması’na ek Boğazlar Sözleşmesi üç temel ilke üzerine oturmaktaydı: Boğazlar evvela askersiz hale gelecekti. Boğazlar’dan geçiş Türkiye’ye bırakılmıyor, bunun için Boğazlar Komisyonu kuruluyordu ve bu komisyon geçiş düzenlemeleri ve diğer konularda Milletler Cemiyeti’ni bilgilendirecekti. Bu dönemde henüz Türkiye Milletler Cemiyeti’nin üyesi dahi değildir. Türkiye’nin bu bölgedeki güvenliğini ise Milletler Cemiyeti, özellikle de İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya garanti edecekti. Görüleceği üzere Türkiye bu dönemde güvenliğini bu ülkelere teslim edemezdi. Özellikle İngiltere, Fransa ve İtalya Türkiye’yi işgal etmiş ülkelerdi ve İngiltere ile sorunlar hala devam etmekteydi. Güvenliğin ötesindeki mesele ise egemenlikti. Türkiye, kendi topraklarının bir bölümünde asker bulundurup bulunduramayacağı konusunda başka devletlerden izin almış oluyor, bu da asker bulundurmamakla sonuçlanıyordu. Böyle bir durum milli egemenliğine önem veren hiçbir devlet için kabul edilemezdi (s. 434-435).

1930’larda siyasi-askeri dengeler değişmeye başlamıştır ve Türkiye de haklı olarak mevcut gelişmeleri gerekçe göstererek daha 23 Mayıs 1933 Londra Silahsızlanma Konferansı’ndan itibaren Sözleşme’nin değiştirilmesini talep etmeye başlamıştır. Türkiye’nin argümanı eski düzenlemelerin kendi güvenliğini tehdit edecek boyutta olduğu şeklindedir. Bu döneme kadar Milletler Cemiyeti’nin çeşitli alanlardaki garantilerinin de işlemediğinin görülmesi, bizzat Milletler Cemiyeti’nin garantör olması beklenen üyelerinin ihlallerde bulunması Türkiye’nin gerekçelerini güçlendirmiştir.
Türkiye’nin talepleri konusunda izlediği yol ilgili devletlere başvurmak ve onları yeni bir konferans için ikna etmek şeklinde olmuştur. Bu taleplerin ardından 22 Haziran 1936’da Montrö’de bir konferans toplandı. Montrö Boğazlar Sözleşmesi de 20 Temmuz 1936’da imzalanmıştır (s. 435).

Mustafa Kemal; “…Lozan Montrö'de tedviç olunmuştur. Lozan tamdır. Ve tamamiyetini daima tarihte okutacaktır. Fakat onu mustarip eden ufak bir şey, Boğazlar vardı.... İşte o Montrö'de hallolunmuştur. Eğer Türk yüksek hassasiyeti bununla alâkadarsa mutlak sevinmektedir. Seviniyor ve sevinmelidir.” / s. 439

Resmi Tebliğ: Çanakkale ve İstanbul Boğazları mıntıkasında şimdiye kadar mevcut olan gayri askeri mıntıka kaldırılmış ve bu mıntıka Türk ordusu tarafından 21 Temmuz 1936 Salı günü öğleye kadar fiilen işgal olunmuştur (s. 443).

Nyon Konferansı
Nyon’daki görüşmeler esnasında su yüzüne çıkan görüş ayrılığı, davette, Orman Çiftliği ve bira fabrikasının işletilmesi bahsinin açılması ile geri dönüşü olmayan bir yola girecektir. İkinci Tarih Kurultayı nedeniyle İstanbul’daki programda bulunması gereken Atatürk ve İnönü, 18 Eylül 1937’de trendeki görüşmeyi müteakip, Atatürk’ün isteğiyle, mesai arkadaşlığına son vereceklerdir.

1936 yılının Temmuz ayında, İspanya’da sağcılar ile solcular arasında çıkan iç harbi, bir buçuk seneye yakın bir zamandan beri devam edip duruyordu. Evvelce de söylediğim gibi bu harbi alttan alta hazırlayıp körükleyen ve destekleyenler, iki ayrı ideolojiye sahip yabancı devletlerdi.
Gemilere taarruz hadiseleri bizim kıyılarımıza, hatta kara sularımıza da sirayet etmiş 1937 senesi Ağustos ayında biri Çanakkale Boğazı açıklarında, diğeri de yine o havalide kara sularımızın içinde iki İspanyol gemisi torpillenmişti (s. 601).


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder