Bir İttihatçı Eğitimci Ahmet Şükrü Bey - Doktora tezi
Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2012
Osmanlı Devleti’nin son dönem Maarif Nazırlarından Ahmet
Şükrü Bey 1875 (1291) senesinde Kastamonu’da doğmuştur.
…iptidai ve rüştiye tahsilini Kastamonu’da, ortaöğrenimini
ise Trabzon İdadisinde tamamlamıştır. Darülmualliminden de aliyyülâlâ derece
ile 22 Ocak 1895’te mezun olmuştur.
…öğretmenlik mesleğine intisap eden Ahmet Şükrü Bey’in ilk görev
yeri, Selanik İdadisidir.
…öğretmenlik görevlerinden istifa ederek 9 Haziran 1901 ile
28 Şubat 1902 tarihleri arasında İşkodra Valisi Müşir Kazım Paşa’nın hususi
kâtipliğinde istihdam edilmiştir. 28 Şubat 1902’de Hicaz Demiryolu Nezareti
Kâtip ve Muakkipliğine tayin olunmuştur. 1 Eylül 1903’te İstanbul’da Darülhayr
Muhasebe Memuriyeti refakatine görevlendirilmiştir.
Ekim 1909’da Selanik Maarif Müdürlüğüne tayin edildi.
Ağustos 1910’da Siroz Mutasarrıflığına görevlendirilmiştir.
…itilafçılar iktidara gelince onu İstanbul’dan uzaklaştırmak
istemişler ve Ağustos 1912’de Saruhan Mutasarrıflığına göndermişlerdir.
Babıali Baskını ile ittihatçıların yönetimi ele alması
sonucu kurulan Mahmut Şevket Paşa kabinesinde Ahmet Şükrü Bey Maarif Nazırlığı
görevine getirilmiştir.
1914 seçimlerine katılarak memleketi Kastamonu’dan mebus
seçilmiştir.
Ahmet Şükrü Bey bakanlık görevlerinden ayrıldıktan sonra
mebusluk görevini sürdürmüş (…) Bu esnada ticari faaliyetler içerisinde yer
almıştır.
…yurt içinde ve yurt dışında sigorta işleri yapmak üzere 99
seneli ve 150 bin lira sermayeli “İttihad-ı Millî Osmanlı Sigorta Şirketi” adı
altında bir şirket kurmuştur.
…merkezi İstanbul’da olmak üzere 50 sene süreli ve 300 bin
lira sermayeli “Trakya Tütün Ticaret ve Ziraatı Osmanlı Anonim Şirketi” adıyla bir
şirket daha kurmuştur.
Mütareke Dönemi’ndeki Zaman gazetesinin sahibi olmuştur.
Aralık 1918’de Meclis-i Mebusanın feshi ile Ahmet Şükrü
Bey’in mebusluk vazifesi de sona ermiştir.
Mart 1919’da tutuklanarak önce Bekirağa Bölüğüne hapsedilmiş
ardından mayıs sonlarında İngilizler tarafından Malta’ya sürülmüştür. Esaretten
kurtulduktan sonra İstanbul’dan uzak kalan Ahmet Şükrü Bey İzmit’e yerleşmiş ve
İzmit livası il daimî heyetinde bulunmuştur.
Mayıs 1923’te Trabzon’a vali olarak atanmıştır.
İkinci Meclis için yapılan seçimlerde yine Mustafa Kemal
Paşa tarafından Kocaeli (İzmit) mebusu seçtirilmiştir.
1924 Kasımında kurulan ilk muhalefet partisinin içinde yer alan
Ahmet Şükrü Bey (…) İzmir Suikastı teşebbüsüyle ilgili görülmüş, sorgu ve muhakemeler
sonucunda birinci derecede suçlu olduğu sabit bulunarak 13/14 Temmuz 1926’da
idam edilmiştir.
Bir muhalif fırkanın teşekkülü ve böylece ülkede çok partili
yaşama geçiş, hayli girift hadiseler üzerine vuku bulmuştur.
Bu cümleden olarak ilk ihtilaf Rauf Bey ile İsmet Paşa
arasında Lozan Konferansı görüşmeleri esnasında ortaya çıktı. Mustafa Kemal
Paşa, bu hadisede İsmet Paşa’nın yanında yer aldı. Rauf Bey, İsmet Paşa ile
aralarında oluşan vaziyet ve kendisine yapılan tarizler üzerine artık beraber
çalışamayacaklarını ve yüz yüze gelemeyeceklerini, sulhu imzalayan İsmet
Paşa’nın tatbikini de kendisinin yapmasına fırsat vermek düşünceleri ile
hükûmetten çekilme kararı aldı (s. 311).
İzmir Suikastı
Suikast tertibinin elebaşlarından olduğuna inanılan Ahmet
Şükrü Bey’in (…) olayda önemli parmağı olduğu tespit edilmişti. Ahmet Şükrü Bey
o esnada İstanbul’daydı.
TBMM Başkanı Kazım(Özalp) Paşa’nın kendisini davet ettiği
söylenmiş ve bu suretle zabıtaca evinden alınmaya çalışılmıştır.
Ahmet Şükrü Bey ilk sorgulamasında mebusluk dokunulmazlığını
öne sürerek susma yolunu tercih etti.
Meclis başkanı Kazım Paşa’dan geldi. O, tutuklu vekillerle
ilgili çok tartışılacak şu düşünceleri ileri sürerek meclisi toplantıya
çağırmaya lüzum görmedi: Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun 17. Maddesine göre
kendisine cürüm isnat edilen bir mebus zanlı olarak sorgulanamaz, muhakeme
edilemez ve tutuklanamaz ise de “cinayi cürmümeşhut” istisnadır. Anlaşıldığına
göre suikastçılar görüşmüşler, düşünmüşler, tertibat yapmışlar ve her türlü
vasıtayı hazırlayarak tatbike geçmişlerdir (s. 367).
İstiklal Mahkemesi Başkanı Ali Bey’in Vakit gazetesine
verdiği demeçte, suikast teşebbüsüne nasıl gelindiğinin kısa bir öyküsü yer
alıyordu.
Mahkeme Başkanına göre, Lozan Konferansı’nın sonlarında
“mücadele-i milliye rüesası” arasında çekişme ve yanlış anlaşılma
belirtileri baş gösteriyor. Cumhuriyet’in ilanını müteakip Rauf Bey’in durumu
ortaya çıkıyor. Öte yandan o ana kadar gözlemleyen ve sâkıt bir hâlde bekleyen Cavit,
Hüseyin Cahit ve Kara Kemal Beyler gibi eski İttihat ve Terakki reisleri bu vaziyet
karşısında kendileri için bir şeyler düşünüyorlar. CHF’ye dönüşen Müdafaa-i Hukuk
içine Ahmet Şükrü ile İsmail Canbolat Beyleri özel bir surette sokuyorlar ve 1924
senesi ortasında bir fırka kurmayı düşünüyorlar. Böylece bu iki şahıs ile diğer
bazı arkadaşları yeni fırka teşkilini tasviple ilk TBMM’de ortaya çıkan İkinci
Grubu da yanlarına alıyorlar. Böylece İkinci Grubun önde gelenleri ile Ahmet
Şükrü ve Kara Kemal Beyler pek çok kez Terakkiperverin teşkiline beraber
çalışıyorlar. Mahkeme Başkanına göre Kazım Karabekir, Refet ve Ali Fuat Paşalar
o gün bu durumu görebilselerdi böyle bir hâle düşmeyebilirlerdi. Takdir
kabiliyeti gösteremiyorlar. Ayrıca bir taraftan eski İttihat ve Terakki ile
İkinci Grubun tesiri altında bir entrika çemberi içine dâhil oluyorlar,
doğrudan doğruya bir fırka kurmaya cesaret edemeyen adamların önüne geçip
Terakkiperver Fırkasını meydana getiriyorlar. Bu şekilde bir tarafta Gazi ve
İsmet Paşa’dan meydana gelen inkılâp Cumhuriyet Fırkası, diğer taraftan içinde
komitecilik, yağmacılık ruhu taşıyan ve ne olursa olsun iktidara geçmeğe arzulu
zümreler ile bazı sebeplerden çoğunluk partisinden ayrılmış şahıslardan oluşan Terakkiperver
Fırka karşı karşıya geliyorlar. Bu iki fırka siyaset sahnesinde bazı mücadele
ve münakaşaya giriyorlar. Fakat Terakkiperverler hiçbir zaman muvaffak olamıyorlar.
Bu nedenle, Terakkiperverler, içyüzlerinde etken olan şahsi maksatlarına erişmek
için gayrimeşru yollar aramaya başlıyorlar. Nitekim Şeyh Sait İsyanı ile bunu takip
eden şapka isyanlarını, çoğunluk fırkasına karşı azınlık fırkası ve içindeki
tahripçi unsurların için oynadıkları rollerin doğal bir neticesi olarak görmek
zorunludur. Şimdi aynı unsurlar iktidar mevkini elde etmek için herhangi bir
karışıklık ve değişiklikle iktidara gelemeyeceklerini düşündüklerinden suikaste
karar veriyorlar.
Ocak 1925’te suikast teşebbüsünün fiilen neticelendirilme
zamanı, Anadolu’da ortaya çıkarılan şapka isyanlarına günü gününe tesadüf
ediyor. Bu noktada Ali Bey, vaktiyle memleketi hırs ve keyiflerine göre
istedikleri gibi tasarruf etmiş olan eski iaşeciler içerisine mücadele-i
millîye rüesasından bazılarının bilerek bilmeyerek karışmış olması, vatanın
uygunsuz kaderi için çok elimdir, diyerek şunu söylemiştir: “facianın iç safhası
olan bu ciheti de ariz ve amik tetkik ve tahlil ederek bu gibi anasır-ı muzırrayı
bir daha memlekette mazarrat ikana muktedir olamayacak bir şekilde tasfiye
etmeğe çalışacağız”. Mahkeme Başkanı son olarak muhakemelerini yaptıkları
kişilerin dahi bu hususta ne derecede ilgileri bulunduğunu derinlemesine
sorguladıklarını, bunların da alakalarına göre vaziyetlerinin tespit edilerek
ellerinden geldiği kadar bütün safahatın içyüzünü millete tüm açıklığı ile
göstermeğe çalışacaklarını söylüyordu (Vakit, no. 3051, 1 Temmuz 1926, s. 1-2.).
İdamı istenilenler arasında yer alan Ahmet Şükrü Bey,
iddianameye karşı son müdafaasını yaptı.
İdamı hükümleri 14 Temmuz 1926 sabaha karşı saat ikide infaz
edilmiştir. Ahmet Şükrü Bey’in asılması sırasında bir aksilik yaşanmış ve
darağacının ipi vücudunun ağırlığına dayanamayarak kopmuştur. Bunun üzerine
diğer bir darağacına taşınarak orada asılmıştır
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder