3 Temmuz 2019 Çarşamba

Musul'un İngilizler Tarafından İşgalinin Türk Basınına Yansımaları


Musul'un İngilizler Tarafından İşgalinin Türk Basınına Yansımaları - YLT 
Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006

Bu araştırmanın amacı, Mondros Ateşkes Antlaşması’yla başlayan Musul’un işgal sürecinin 10 Ağustos 1920 Sevr Antlaşması’nın imzalanmasına kadar geçen sürede, basına yansıyan haberlerle birlikte ele almaktır.

Osmanlı’nın İngiltere karşısında yer yer başarılar elde etmesi İngiltere’nin beşeri bir öç alma isteğinin ötesinde, incinmiş olan sömürgeci duygularının tatmini ve imparatorluğunda estirdiği etkili göz dağı havasının yeniden kurulabilmesi için Türkiye’nin örnek yani ezici bir biçimde yeniden cezalandırılması gerekiyordu
İngiltere'nin çoktan tesis etmiş olduğu sömürge imparatorluğunun, Osmanlılar kanalıyla parçalandırılmak isteğinin mevcudiyeti, İngiliz Hükümetlerini daima, iki taraflı politika oyunlarına sevk etmiştir. Bu oyunun amacı şu idi: İstanbul Boğazlarına ve Ortadoğu'ya doğrudan doğruya sahip olmasına imkan bulunmadığına göre, dünyanın bu bölgesini bir barut fıçısı üzerinde yaşamaya mahkum etmek (s. 41).

1878’de, İngiltere Osmanlı Devleti’nin parçalanması sürecinde kendi payını toplamaya başlıyordu. Bundan sonra İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne karşı politikası, bu devletin parçalanma ve yıkılmasını kaçınılmaz sayarak, stratejik değeri olan Osmanlı topraklarını ya kendisi ele geçirmek, ya da bu topraklar üzerinde kendisine bağlı devletlerin kurulmasını destekleyip kışkırtmak olacaktır.

1900’lerin başından itibaren İngiltere’nin Osmanlı toprakları üzerindeki politikasının temel taşı (…) Asya Türkiye’si üzerindedir.

İngiliz Kralı Edward VII. ile Rus Çarı Nikola II’nin, Reval'de ve bir Rus zırhlısında buluşmalarının görünen nedeni, Makedonya işini bir yola koymaktı. Oysa, bu mülakatın gerçek nedeninin, İngiliz'ler ile Rusların Osmanlı Devleti üzerinde nihai bir anlaşmaya varmak istemeleri olduğu anlaşılmaktadır.
“İstanbul şehri, İstanbul ve Çanakkale Boğaz'ları ile Marmara Denizi’nin Batı kıyıları ve Midye Enez çizgisine kadar Güney Trakya ile, İstanbul Boğazı'nın doğu kıyısı, Sakarya Nehri ve İzmit Körfezi'nin sonradan tespit edilecek bir noktası arasında kalan topraklar, Marmara Denizi’ndeki adalar Rusya'ya ilhak edilecek; ve Rusya da, İngiltere ile Fransa'nın Asya Türkiye'sindeki özel haklarını ve ayrıca Osmanlı egemenliğinden ayrılacak Arap ülkelerini bağımsız bir varlık kabul edeceğine” / s. 43

I. Dünya Savaşı başladığı zaman Osmanlı ülkesi ile ilgilenen bütün sömürgeci Devletler (Almanya, İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya, İtalya) bu ülkelerdeki nüfuz bölgeleri üzerinde anlaşmış bulunuyorlardı. Her devletin nüfuz bölgesinin nereleri olduğu, gerek kendi aralarında gerekse Osmanlı Devleti ile yaptıkları birçok ikili anlaşmaya bağlanmıştı. Böylece Osmanlı Devleti kendi topraklarında yapılan bu paylaşımların bazılarından habersiz, bazılarını da kendi yaptığı ikili anlaşmalarla bu devletlere vermişti (s. 44).

9 Mayıs 1916 da imzalanan Sykes-Picot antlaşmasıyla; “ Fransa bütün Suriye’ye, Musul’a, Kilikya, Adana ile Orta Anadolu’nun Sivas’a kadar uzanan bölgeye, İngiltere; Musul ve Fransa’ya ayrılan alanlar dışındaki topraklarla birlikte bütün Irak’ı, Hicaz, Necit ve İran sınırından Kızıldeniz’den Akabe’ye kadar olan bölgeleri ve Filistin’in güneyine düşen sınır bölgelerini alıyordu. Filistin uluslararası bir bölge olacaktı. Fransız ve İngiliz bölgelerinin her biri, iki ayrı alana bölünüyordu. Bunlardan biri ilgili devletin doğrudan doğruya denetimine alınarak, öbürü ise ilgili devletin kanatları altında kurulacak bir Arap Devleti yönetimine bırakılıyordu.”

İngiltere, Yunanistan’ı Türkiye’ye karşı kullanınca, Fransa, bu durumun kendisi için yeni güçlükler doğuracağını görmüştü. İngiltere’ye bağlanacak bir Yunanistan’ın İngiltere’nin Yakın Doğu’daki üstünlüğünü perçinleyeceği açıktı.

Fransa bu etkenlerle Anadolu milliyetçilerine yanaşır. Böylece, Kurtuluş Savaşı’nda İngiltere, Yunanistan’ı desteklerken, Fransa’da Anadolu Hareketinin arkasında yer alıyordu.

İtilaf Devletleri, İtalya’yı müttefik olarak yanlarında savaşa sokmak amacıyla, 26 Nisan 1915’te Londra’da yapılan antlaşmalarla Türkiye’den bir pay verdiler. İtalya’ya Antalya ve çevresi verilirken, İzmir hinterlandı ve Konya çevresi de veriliyordu. Aldıklarına karşılık İtalya, bir ay içinde savaşa katılacaktı, gerçekten İtalya 20 Mayıs 1915’te Avusturya’ya savaş ilan etmiştir (s. 73).

Osmanlı Devleti Almanya’dan bir gün sonra, 6 Ekim’de Wilson’a mütareke için başvuruda bulunmuş ancak bir cevap alamamıştır.
Kutü’l-Amare savaşında tutsak edilen İngiliz Generali Townshend aracılığı ile İngilizlerle temas sağlanarak teklif kabul edilmiştir. İngiliz Amirali Carltrope, 23 Ekim’de sadrazama çektiği telgrafta mütareke görüşmelerinde bulunmak üzere Mondros’a derhal bir heyet gönderilmesini istemiştir.
Görüşmeler 30 Ekim 1918’de 25 maddelik antlaşmanın imzalanmasıyla sona ermiştir (s. 84).

Mondros Mütarekesinin resmi metni bütünüyle yayınlanarak, kamuoyu itidale, huzur ve sükûnu bozmaya yönelik davranışlara girişmemeye davet edilmiştir.

Türkiye’nin bir idam fermanı olan Mondros Mütarekesi kamuoyuna bir başarı olarak sunulmuştur. Mütarekeyi imzalayan Erzurum ve Sivas Kongreleri’nin “ikinci adamı” Rauf Orbay’ın aydınlattığı İstanbul basını, mütarekeyi övgü dolu sözlerle karşılamıştır.

Mütareke imzalandığı tarihlerde 400 bin olan Ordu mevcudu 50.000’e indirildi. Elindeki ağır silahlar alındı ve alınmasına devam edildi.

3 Kasımda İngilizler Musul’a, 6 Kasımda Çanakkale ve aynı tarihlerde Fransızlar İskenderun limanına geldiler.

İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan gemilerinden meydana gelen 61 parçalık gemi ve 3500 askeri karaya ve boğaz istihkamlarına çıkmayı beklemektedir. Bu arada Beyoğlu Hıristiyanları sevgi gösterileri yapıyor “Zito Venizelos” diye bağırıyorlardı. 13 Kasım da büyük bir filo, İstanbul limanına demir attı.

İtilaf Devletleri, Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak maksadıyla önceden hazırladıkları gizli planlarını açıkça uygulamaya koyuluyorlardı.
İtilaf Devletleri, işgalleri altındaki bölgeleri genişletmek amacıyla birbirleriyle adeta yarışa çıkmışlardı (s. 91).

İngilizlerin her an bir ileri harekata girişeceklerini 6. Ordu Komutanı ikaz etmesine rağmen, İstanbul’dan Başkomutanlık karargahından gelen şifre telgraflarda; “ Musul’un elimizde kalması zaruri olmakla beraber, İngilizler ileri hareketlerinde ısrar ederlerse fiilen taarruz edinceye kadar ateş açılmaması ve onlar taarruz ettikleri takdirde protesto edilmesi ” emredilmişti (s. 94).

Cephedeki 6. Ordu birlikleri, ordu emriyle her türlü askeri harekata son vermişler ve aldıkları yerlerde durmuşlardı. Fakat buna rağmen, özellikle Arap aşiretleri, İngilizlerin tertip ve tesirleriyle harekete geçtiler. Bu çapulcular Musul’un doğusundaki ve batısındaki yollar üzerinde tecavüzlerde bulundukları gibi, Musul’un batısındaki Telafir erzak ambarlarını da yağma etmek istediler. Orduca bunlara karşı gerekli tedbirler alındığı sırada, İngilizler ahaliye zulüm yapıldığı iddiasıyla müdahaleye başladılar.

3 Kasım 1918 günü sabahı İngiliz kıtaları Musul şehrini kuşatmak maksadıyla ordugâhlarından hareket ettiler.

General Marshall, Musul’u zorla işgal etmeye kalkıştığında 6. Ordunun ne yapacağını bilmek istiyordu.
Ali İhsan Paşa şu cevabı verdi: “ ben son zamanda yekdiğeri ile ebedi dost olmaları gereken iki millet arasında tekrar harbin başlamasına sebep olmayı arzu etmem. Protesto ederek askerimi geri çekerim. Tabi her şeyimi beraber alıp götüreceğim ve Musul’un 10 km kuzey ve kuzeybatısına çekerim”
8 Kasım da Musul Hükümet konağına İngiliz bayrağı çekmişler ve hükümet aynı gün İngilizlerin gösterdiği çizgiye kadar çekilme emri vermiştir. 30 Kasım’a kadar milyonlarca liralık askeri malzeme İngilizlere bırakılarak Musul toprakları terk edilmiş ve askerler terhis edilmeye başlanmıştır (s. 103-104).

Misak-ı Milli Kararlarına Göre Musul Vilayeti’nin Durumu
Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarının hangi prensiplere dayanılarak belirlendiği konusu gündeme geldiğinde, hiç düşünmeden “ Misak-ı Milli Beyannamesi’ne göre ” cevabı verilir. Çünkü Misak-ı Milli ile milli ve bölünmez bir Türk vatanının sınırları, Milli Mücadelenin ana ruhu, Türk dış politikasının hedefleri, devletin bağımsızlığı, milletin geleceği ve devamlı bir barışın sağlanması için yapılabilecek en son fedakarlıklar tespit edilmiştir (s. 108-109).

30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandığında Musul 6. Ordu Kumandanı Ali İhsan Paşa’nın elinde bulunuyordu.

17 Kasım 1918’de Şeyh Mahmut ismindeki bir şahıs İngiliz himayesinde bir “Kürt Hakimliği” kurmuştu. İngilizlerin muvafakat ve teşvikiyle kurulan bu idarenin nüfuz sahası, ilk zamanlarda büyük çoğunluğu Türk olan, Süleymaniye, Kerkük, Tuzhurmato, Kıfri, Zohap, Sina, Bane, Revandiz, Dohuk, Nebiyunus, Erbil ve Altınköprü dolaylarına kadar uzanıyordu. İngilizler buralarda Türkçe konuşmayı yasaklayacak kadar bu şeyhi destekliyorlardı (s. 120-121).

6. Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa, diğer ordu komutanları gibi kurtuluş için bazı tedbirlere başvurmuş bulunuyordu. Kendi dediğine göre fazla silah ve cephaneleri Elazığ, Malatya ve Sivas taraflarına göndermişti (s. 124).

6. Ordunun 13. Kolorduya tahvil üzerine eski ordu komutanı Ali İhsan Paşa’nın İstanbul’a gelmesi emri verilmişti. Ali İhsan Paşa’nın Haydarpaşa’ya gelmesini müteakip İngilizler tarafından alınarak İngiliz sefarethanesine tutuklu olarak götürüldüğünü haber verdiler (s. 128).

Osmanlı padişahı Vahdettin, tahtını ve hanedanını kurtarmaktan başka bir şey düşünmüyordu. Bilhassa İngilizlere yaranmak için ne mümkünse yapıyordu.

Bunun için, Tevfik Paşa Kabinesi 11 Kasım 1918’de işbaşına gelir gelmez harp suçlularını cezalandırmak yoluna gitti. Tevfik Paşa’nın 11 Kasım 1918 ile 4 Mart 1919 tarihleri arasında kısa süren sadaretinde, yalnız görevinden izinsiz uzaklaşmak ve yurt dışına kaçmak suçlarından Enver, Cemal ve İsmail Hakkı Paşalar, askerlikten terk, birer yıl hapis ve medeni haklardan düşürülmekle cezalandırıldılar.

Kilikya’da gerginliğin artması üzerine İstanbul’daki İtilaf diplomatik temsilcileri, merkezi hükümet üzerinde daha çok baskı yapmaya başladılar. İşgal Kuvvetleri Başkomutanı General Milne, İstanbul Hükümetine verdiği notada Anadolu’daki Yunan Ordusunun karşısında mevzi alan ulusal kuvvetlerin İtilaf Yüksek Konseyinin onayladığı hattan 3000 metre geri çekilmesini istiyordu (s. 134).

İtilaf Kuvvetleri 16 Mart 1920’de İstanbul’u resmen işgale başladılar.
Aynı gün, İngilizler Şehzadebaşı Karakolu’nu basarak Türk askerlerini şehit etmişler, Meclis-i Mebusan’ın akşam oturumunda da meclisi basarak Rauf ve Vasıf Beyleri tutuklamışlardır (s. 135).

İşgal Kuvvetleri yayınladıkları beyanname ile işgalin geçici olduğunu, saltanatın nüfuzunu kuvvetlendirmek istediklerini, taşrada isyan çıktığı takdirde İstanbul’un Türklerden alınacağını ve herkesin İstanbul’un emrine girmesi gerektiğini duyurmuşlardır (s. 136).

Güneydoğu Anadolu’da durumun kendi aleyhine döndüğünü anlayan İngilizler gelişmeleri kendi lehlerine çevirmek için Türk-Kürt ayrılığını yaratarak halkı birbirine düşürmeye çalışıyorlardı. Bu amaçla 1919 yılında Binbaşı Edward Noel’i bölgeye gönderdiler.
Binbaşı Noel’in görüştüğü aşiret reisleri kanlarının son damlasına kadar işgalcilere karşı savaşacaklarını söylemişlerdi.

Sevr Antlaşması
İngiltere’de basının tepkisi temelde olumluydu.
Manchester Guardian barış koşullarının olanaksız olduğunu söylüyor Westminster Gazette, Müttefiklerin çözmeye muvaffak olamadığı sorunları maskelemek amacıyla kaleme alınmış hatipçe bir metin yorumunu yapıyordu (s. 150).

Musul, yüzyıllardır Büyük Devletlerin mücadelelerine tanıklık etmiştir. Bunun nedenleri arasında; Birincisi; bölgenin sahip olduğu zengin petrol yataklarıdır.

Lozan Barış Konferansı’nda halledilemeyen bir sorun olarak, dokuz ay içinde görüşmek üzere ertelenmiş ve 5 Haziran 1926’da Türkiye ile İngiltere arasında yapılan Ankara Antlaşması ile Irak’taki İngiliz manda idaresine terk edilmiştir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder