30 Mayıs 2015 Cumartesi

Rönesans Döneminde Felsefe

RÖNESANS DÖNEMİNDE BAŞLICA FELSEFİ AKIMLAR
Rönesans Döneminde Platoncu Düşünce
Yunan ve Latin düşüncesine ait eserlere yönelik çeviri etkinlikleri 15. yüzyılda yoğunlaştı. Dikkat çeken ilk eserler Planton’unkilerdi. Cosimo de Medici’nin desteğiyle Floransa’da Platon Akademisi kuruldu (1440). Okul daha ziyade Yeni Platoncuların çizgisinde isimler yetiştirdi. Burada yetişen Yeni Platoncu isimlerin öncüleri Pico Della Mirandola ve Marsilius Ficinus idi.
Ficinus’a göre Platonculuk Katolik öğretisiyle uyumlu kılınabilirse bu öğretiyi gençleştirebilir, onu daha tinsel nitelikli bir öğreti haline getirebilirdi.
Yeni Platonculuk etkisindeki en özgün düşünür Nicolaus Cusanus’tur. Ona göre us, Tanrı bilgisini elde etmekte yetersiz kalır. Ancak us bize bir dünya bilgisi verebilir. Tasarımlar ya da kavramlar üzerinde işleyen aklımız, bunlar arasındaki ilişkileri keşfederek bunları birleştirir ve böylece bilgilerimiz oluşur. Düşünme yetimiz bu kez de mutlak bir birlik oluşturmaya yönelir ama bu yolda tıkanır. Çünkü akıl çokluklar ve farklılıklar olmadan iş göremez. Bu nedenle Cusanus, mutlak birliği temsil eden Tanrı bilgisine bu yolla, yani düşünme yetisi ile ulaşamayacağını anlar. Bu duruma Cusanus öğrenilmiş bilgisizlik (docta ignorantia) adını vermektedir. Bunun anlamı düşünüm yetisinin sınırlarını bilmesidir ve Tanrı bu sınırın ötesinde kalmaktadır. Cusanus’a göre Tanrıya ulaşmanın yolu, bir tür sezgi başka bir ifadeyle mistik aydınlanmadır. Tanrı tüm karşıtların kendisinde birliğe ulaştığı mutlak varlıktır; şeylerin içindeki sonsuz tözdür. Dünya Tanrının bir açılımıdır. Birlik olan varlık çokluğa dönüşmüştür; çokluk da Tanrı’da birlik olmaktadır. Tanrı her şeyin gizil özüdür, böylece her gerçek şey de bütün şeylerin özüdür. Buna tüm-tanrıcılık denmektir.
Cusanus bilim konusunda Aristotelesçi evren anlayışını yadsımıştır. Ona göre evrende yetkin bir daire yoktur. Bu görüş Kepler’e giden yolu açmıştır. Evrenin bir sınırı olduğu görüşünü de kabul etmemiştir. Keyfi olarak dünyayı merkeze yerleştirdiğimizi söylemiştir.

Rönesans Döneminde Aristotelesçi Düşünce
Aristoteles’in eserleri, hümanizma ruhuna uygun olarak, Yunanca orijinallerinden okunup incelendiğinde, Skolastik dünyanın Aristoteles yorumu ile gerçek Aristoteles arasında ciddi ayrılıklar olduğu ortaya çıktı. Bu okumalar sonrasında özgürlük taraftarı bir Aristoteles okulu ortaya çıktı. Dönemin en ünlü Aristotelesçisi Pietro Pomponazzi’dir (Petrus Pomponatius). Pomponatius, Rönesans dönemine uygun hümanist ve yenilikçi bir ruhla, Skolastiğin mantık dışı dogmalarını Aristoteles’in özgün felsefesiyle bağdaşmazlıkları yönünde çürütme yoluna gitmiştir. 1516 tarihli Ruhun Ölmezliği Üzerine (Tractatus de immortalitate animae) adlı yapıtında bireysel ruhların ölmezliği inancının Aristoteles’in ilkeleri ile bağdaşmadığını savundu. Pomponatius’a göre mutlak yetkinlik mutlak varlığa has olsa da işinin gerektirdiği ödevleri yapan her insan ahlaksal yetkinliğe erişebilir. Cennet vaadi ve cehennem tehdidiyle erdemli insan olunamayacağını savunur. Çünkü erdemlilik çıkar ya da karşılık beklenerek gerçekleştirilemez. Aristoteles’in kesin bir dille ifade ettiği gibi ruh bedenin bir fonksiyonu ise, beden olmadan ruhun olamayacağı açıktır. Bundan, ruhun ölümsüz olmadığı sonucu çıkar. Eğer ruh ölmez değilse, bütün dinler yanılıyorlar ve baştan aşağı insanlık kendi kendini aldatıyor.
Büyüler Üzerine adlı yapıtında eşyanın doğal bir düzeni olması nedeniyle her türlü mucizeyi yadsıma yoluna gitmiştir.
Kader Üzerine adlı yapıtındaysa Tanrı’nın önceden her şeyi bilmesiyle, ahlaksal özgürlük öğretilerinin birbirleriyle çelişik olduğunu göstermeye çalışmıştır.

Bu dönemde Aristoteles yorumları iki kola ayrılmıştır. Bunlardan ilki İbn Rüşd’ü izleyen Averroistler, ötekiyse Afrodisias’lı Aleksandros’un yorumlarını izleyen Aleksandristler’dir. Her iki gurupta bireysel ruhların ölümsüz olduğu görüşünü kabul etmiyorlardı. Bu problem üzerine Aristotelesçilik ile Platonculuğu uzlaştırmaya çalışan bir görüş de belirdi. Mirandola bu girişimin Platoncu kesiminin, Caesalpinus ise Aristotelesçi kesiminin başını çektiler. Çabaları bir sonuç vermedi.

Rönesans Döneminde Stoacılık
Stoacılık Rönesans’ta ilk defa Petrarca’nın şiirlerinde öne çıkmaya başlar. Ahlaklılığın temelini doğaya uygun yaşamada arayan stoacı düşünce en çok toplumun üst düzey çevrelerinde rağbet gördü.

Rönesans Döneminde Epikürosçuluk
Hazzı biricik mutluluk kaynağı olarak gören Epiküros, Ortaçağ boyunca yanlış anlaşılmıştır. Ortaçağ’da Epiküros’ün düşünceleri putperest, pagan olarak yaftalanmıştı. Hâlbuki Epiküros, bedensel hazzı değil tinsel hazzı savunuyordu.

Rönesans Döneminde Kuşkuculuk
Montaigne ile birlikte kuşkucu düşünce yeniden taraftar toplamıştır.

---

Modern Felsefe I
Prof. Dr. Sara Çelik
Anadolu Üniversitesi Yayınları, Yayın No: 2588
Haziran 2012, Eskişehir


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder