Eğitim Psikoloji
İnsanlar anne babaları veya soyuna uygun
bir genetik yapı ile doğarlar. Bireyin kalıtsal özeliklerini oluşturan bu yapı
zaman içinde bireyin içinde bulunduğu çevre ile etkileşerek bireyin gelişimsel
özelliklerini ortaya çıkarır.
Bireyin kendi potansiyellerini geliştirmesinde
en uygun ortamı sağlayacak toplumsal kurumlar aile ve okuldur.
Eğitimin, bireyin her yönden gelişimini sağlayacak
davranış değişlikleri oluşturmaya çalışması gerekir.
EĞİTİM
VE PSİKOLOJİ
Her bireyin gelişimi kalıtımsal ve çevresel
faktörler nedeniyle birbirinden farklıdır. Bu nedenle, eğitim sürecinde bireyler
arasında bireysel farklılıklar vardır. Eğitim sürecinde öğrencilerin davranışlarını
ve altında yatan nedenleri anlayabilmek için psikolojinin ortaya koyduğu bilgileri
dikkate almak gerekir.
Eğitim psikolojisi, öğrenme-öğretme
sürecini inceleyen bir bilimsel çalışma alanıdır. Eğitim psikolojisinin kullanımı, çocukların benzerliklerinin
ve farklılıklarının bireysel olarak değerlendirilmesini ve onlar için daha
etkili öğrenme ortamları oluşturulmasını sağlar.
W. James,
çocuklara eğitim vermede psikolojinin uygulamalarını tartıştı ve eğitimi geliştirmek
için sınıfta öğrenme ve öğretmede gözlemin önemini vurguladı. J. Dewey, çocukların aktif öğrenen olarak görüldüğünde
daha iyi öğrenebildiğini ortaya attı. E. L.
Thorndike ise öğrenmenin bilimsel
temelini geliştirdi ve ölçme ve değerlendirme üzerine yoğunlaştı. Skinner, öğrencinin pekiştirilmesini içeren programlanmış öğrenme
kavramını geliştirdi. Daha sonra, 1950’lerde B. Bloom öğretmenlerin, öğrencilerinin kullanmasına ve geliştirmesine
yardım ettiği hatırlama, kavrama, analiz, sentezleme ve değerlendirmeyi içeren
bilişsel beceriler taksonomisini ileri sürdü.
Eğitim psikolojisi, öğrenmenin, gelişimin,
güdülenmenin, farklılıkların ve değerlendirmenin doğasını, özellikle sınıf
uygulamaları ile ilişkili bir biçimde kapsar. Bu
kapsamda, eğitim psikolojisinin temel boyutlarını eğitim sürecinde ve özellikle
öğrenme öğretme sürecinin gerçekleştiği sınıfta öğrencilerin gelişimsel özelliklerini
dikkate alma ve öğrenme sürecinde öğrenmenin temel ilkelerini kullanma oluşturur.
Piaget’in Bilişsel Gelişim Kuramı, çocukların
bilişsel gelişime veya düşüncenin gelişimine ilişkin bilgiler ortaya koyar. Bu
bilgileri bilen veya dikkate alan bir eğitimci, ilköğretimin ilk yıllarında
çocukların soyut düşünemeyeceğini dikkate alarak öğrenme öğretme sürecini somutlaştırarak
ve somut materyaller ile destekleyerek gerçekleştirir.
Öğretimsel süreç; amaçları seçme, öğrenci
özelliklerini anlama, öğrenme sürecinin doğasına ilişkin fikirleri anlama ve
kullanma, öğretim yöntemleri seçme ve kullanma ve öğrenci öğrenmesini değerlendirme
olmak üzere beş temel görev içerir. Bu görevlerin her biri hem öğretmenlerde
hem öğrencilerde problemler yaratabilir. Eğitim psikolojisi, öğretmenler bu
problemleri çözmeye çabalarken onların daha bilgili, deneyimli bir biçimde
kararlar vermesine yardım edebilir.
Eğitim psikolojisini dikkate alan öğretmenler,
konuya hâkim olurlar, sağlam temel öğretim becerilerine sahiptirler, öğrencileri
nasıl güdüleyeceğini, onlarla nasıl iletişim kuracağını ve etkili olarak nasıl
çalışacağını bilirler.
Gelişim Temelleri
Gelişim psikologları, sahip olduğumuz
genetik mirasın davranışlarımızı nasıl etkilediği, potansiyelimizin kalıtımla sınırlanıp
sınırlanmadığı; aynı şekilde, yaşadığımız çevrenin genetik mirasımızı nasıl
etkilediği, potansiyellerimizi ortaya çıkarmak için nasıl bir çevreye ihtiyacımız
olduğu konularında çalışırlar.
Gelişim: Bireylerde, yaşamın başlangıcından sonuna kadar ortaya çıkan
sistematik ve ardışık özelliğe sahip niteliksel ve niceliksel değişmelerdir.
Gelişim; fiziksel, bilişsel ve psikososyal
gelişim alanlarında gerçekleşmektedir.
Fiziksel gelişim; bir kişinin bedeninde ve anatomik özelliklerinde meydana gelen
değişmeleri kapsamaktadır.
Bilişsel gelişim; zihinsel aktivitelerde ortaya çıkan değişmeleri
kapsamaktadır.
Psikososyal gelişim; bir kişinin duygu, motivasyon, değer yargıları, kişilik ve
diğer insanlarla ilişkileri ile ilgili olan değişmeleri kapsamaktadır.
Psikolojinin Darwin’in evrim teorisinin etkisi altında olduğu zamanlarda, gelişimde
temel faktörün kalıtım olduğu inancı hâkim olmuştur. Daha sonraları Watson’un öncülüğünde, bir çocuğun
uygun eğitim ile herhangi bir yetişkin tipine dönüştürülebileceğine inanılmıştır.
Sonuçta, hem kalıtımın hem de çevrenin önemli olduğu kabul edildi. Ne kadar da
eşşekçe bir tartışma; insan gelişimini üç ayrı kategoride ele alan elemanlar
kalıtımın ancak ve sadece fiziksel gelişim başlığı altında veri sağlayacağını
diğer gelişim aşamalarının kalıtımla değil çevreyle ilgili olduğunu bilmiyorlar
mı sanki?
Kalıtım
Genlerde yaşamın temel genetik maddesi olan
DNA (deoxiribonucleic acid) ve RNA (ribonucleic acid) molekülleri bulunmaktadır.
DNA hücre çekirdeği içerisinde kodlanmış bilgiyi içerir. RNA ise bu genetik
bilgiyi hücrelere taşır. Genler hücre çekirdeklerinde yer alan kromozomlarda
bulunmaktadır. Tüm insan hücrelerinde 23 çift kromozom bulunmaktadır. Bunlardan
22 çifti “otozom kromozomları” olarak adlandırılır. 23 ’üncü çiftse “cinsiyet
kromozomu” dur. Bu kromozom çifti kadın veya erkek olmayı belirlemektedir.
Erkeklerde XY, kadınlarda ise XX kromozomları bulunmaktadır.
Bireyler sahip oldukları 23 çift kromozomun
yarısını anneden diğer yarısını da babadan aldıkları için kendilerine özgü bir
genetik yapıları vardır. Bu durumun oluşmasında genlerin baskın (dominant) veya
çekinik (resesif) olmaları önemli bir rol oynamaktadır. Baskın genler, gen
çiftinin diğer ögesinin taşıdığı özelliği dikkate almaksızın, denetlediği
özelliğin bireyde bulunmasını sağlar. Çekinik genler ise denetlediği özelliğin
bireyde bulunması için aynı özelliği taşıyan gen çiftine ihtiyaç duymaktadır.
Anne ve baba akraba ise onların aynı hastalığı
taşıyan çekinik gene sahip olma olasılıkları da o kadar artmaktadır.
Genotip, organizmanın sahip olduğu genetik özelliklerdir. Fenotip ise organizmanın gözlenebilen özellikleridir.
Organizmanın sahip olduğu genotip ile fenotip hiç bir zaman birbirine eşit değildir.
Örneğin; bireyin boy uzunluğu (fenotip); genetik
özelliklerinin (genotip), beslenme, geçirilen hastalıklar ve egzersiz gibi
çevresel etkenlerle etkileşimine bağlıdır.
Çevresel
Faktörler
Çevresel belirleyiciler; doğum öncesi, doğum
sırası ve doğum sonrası gelişimde farklılıklar göstermektedir.
Cinsiyet, kuvvetli bir kalıtımsal temele
sahip olmakla birlikte cinsel kimlik, çevresel faktörler tarafından etkilenebilmektedir.
Doğum öncesi dönemde anneye fazladan verilecek olan östrojen, gelişen erkek
embriyo/fetüsün kadınsı özellikler geliştirmesine yol açabilmektedir.
Büyüme kavramı, bireyin bedeninde meydana gelen fiziksel ve
fizyolojik değişiklikleri ifade etmektedir.
Olgunlaşma; düzenli bir sıra içerisinde birbirini izleyen biyolojik
temelli değişikliklere karşılık gelmektedir. Olgunlaşma;
genetik olarak programlanmış olan ve zamanla kendiliğinden ortaya çıkan davranış
örüntüleridir
Öğrenme; bireyin çevresi içerisindeki yaşantıları yoluyla meydana
gelen, oldukça kalıcı olan davranış değişiklikleridir.
Kritik dönem görüşü, embriyolojik gelişimden hareketle ortaya konulmuştur.
Embriyonun geliştiği ilk 12 hafta içerisinde organ dokuları farklılaşmaktadır
ve birçok organın temel yapıları ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle bu zaman
diliminde geçirilen hastalıklar, alınan ilaçlar ve kimyasal maddeler, organların
uygun bir şekilde gelişmesini engeller ve organ bozuklukları kaçınılmaz olur.
Gelişim psikologlarının çoğunluğu kritik
dönem geçirildiğinde, kazanılamayan birtakım gelişimsel özelliklerin asla kazanılamayacağı
görüşünü kabul etmezler. Bu nedenle “kritik dönem” yerine “duyarlı zaman aralıkları” ifadesi kullanmayı tercih
ederler.
GELİŞİMİN
TEMEL İLKELERİ
1. Gelişim süreklidir.
2. Gelişim birikimlidir.
3. Gelişimin her bir döneminde; çeşitli
gelişim özellikleri farklı oran ve hızlarda gerçekleşmektedir.
4. Gelişim düzenli ve birbirini izleyen
ilerlemelerdir.
5. Gelişimin belirli yönelimleri
bulunmaktadır.
• Gelişim, baştan ayağa doğru oluşur. Doğum
öncesi gelişim boyunca ilk olarak beyin ve merkezi sinir sistemi gelişir
• Gelişim; içten dışa, merkezden uzağa doğru
oluşur.
• Gelişim; genelden özele doğru oluşur.
6. Gelişim bir bütündür. Gelişimin her bir
alanı (fiziksel, bilişsel, psikososyal) diğer alanlara bağlıdır.
7. Gelişimde bireyler arasında farklılıklar
vardır.
GELİŞİM
DÖNEMLERİ
Doğum
Öncesi Dönem: Döllenmeden doğuma kadar olan
zaman aralığıdır.
Bebeklik
Dönemi: Doğumla başlar ve yaklaşık 2
yaşına kadar sürer.
• Doğumdan sonraki çevresel değişikliklere
uyum sağlanır.
İlk
Çocukluk Dönemi: 2 yaş civarında başlayan
ve 5-6 yaşlarına kadar süren bu dönem “okulöncesi” yıllar olarak da
isimlendirilmektedir.
• Yürümeyi ve konuşmayı öğrenme
• Toplumun doğru ve yanlış olarak kabul
ettiği kuralları öğrenme bu dönemde başlar.
İkinci
Çocukluk Dönemi: 6 yaş civarında başlar
ve yaklaşık 11 yaşlarına kadar devam eder. Bu dönem ilköğretim birinci kademeye
karşılık geldiğinden, okuma, yazma, matematik gibi temel becerilerin kazanılması
ön plana çıkmaktadır.
• Bedenini tanıma, kabullenme ve olumlu
tutumlar geliştirme
• Vicdan ve değerler sistemi oluşturma bu
dönemde kendini gösterir.
Ergenlik
Dönemi: 11-13 yaşlarında başlayıp
18-20 yaşlarında son bulan dönemdir.
• Aileden duygusal bağımsızlığını kazanma
• Toplumsal sorumlulukları isteme ve
gerçekleştirme bu dönemde gerçekleşir.
Genç
Yetişkinlik Dönemi: 20’li yaşların başlarından
30’lu yılların ortalarına kadar sürer. Bu dönem; ekonomik ve kişisel özgürlüğün
kazanıldığı dönemdir.
• Toplumsal sorumluluklar edinilir (ev, iş,
kariyer vs.)
Orta
Yetişkinlik Dönemi: Yaşamın bu dönemi
yaklaşık olarak 30’lu yılların ortalarından 60’lı yılların ortalarına kadar
sürmektedir.
İleri
Yetişkinlik Dönemi: 60’lı veya 70’li yıllarda
başlar ve ölümle son bulur.
Fiziksel Gelişim
Fiziksel gelişim, bireylerin vücudunun
fiziksel yapısındaki değişmeler ile motor (hareketle ilgili) becerilerdeki
ilerlemeleri ifade eder.
Doğum öncesi gelişim insan yaşamında önemli
bir zaman dilimidir. Bu zaman diliminde çok hızlı bir fiziksel gelişim gerçekleşmektedir.
Doğum öncesi dönem, döllenme ile başlamakta, normal koşullarda ortalama 38
haftalık bir süre sonucunda bebeğin doğmasıyla son bulmaktadır. Bu gelişim
dönemi ise dölüt, embriyo ve fetüs olmak üzere üç evreye ayrılarak açıklanabilir.
Dölüt
Evresi: Döllenme sırasında yumurtadan
gelen 23 kromozom ile spermden gelen 23 kromozomun birleşmesi sonucunda oluşan
döllenmiş yumurta hücresine “zigot” adı verilir. Bu
sırada, hücre bölünmesiyle çoğalan hücreler bir top haline gelir. “Blastosist”
adı verilen bu hücre kümesindeki hücreler gerçekleştirecekleri fonksiyonlara
göre gruplaşarak farklılaşmaya başlarlar. Dölüt evresi, ikinci haftanın sonunda
Blastosist’in rahime aşılanması ile sona erer.
Embriyo
Evresi: İkinci haftadan sonra zigot
artık embriyo olarak adlandırılır. Embriyo, plasenta ve göbek kordonu yoluyla
anneye bağlanır ve çok hızlı bir gelişim süreci başlar. Bu çerçevede; saç, tırnak,
deri ve sinir sistemi gibi yapıların oluşmasını sağlayan dış doku (ektoderm); kaslar, kemikler, dolaşım ve
boşaltım sistemlerinin oluşmasını sağlayan
orta doku (mezoderm); ve akciğer, karaciğer ve
sindirim sistemi gibi iç organların oluşmasını sağlayan iç doku (endoderm) tabakaları gelişir. Embriyo evresi, yaklaşık sekizinci haftanın sonuna kadar
devam eder.
Fetüs
Evresi: Bu evre gebeliğin yaklaşık
sekizinci haftasının sonundan bebeğin doğumuna kadar geçen zaman dilimini
içerir. Üçüncü ayda kaslar gelişmeye başlar
ve dış üreme organları şekillenir. Dördüncü
ayda anne, fetüsün hareketini hissetmeye başlar. Yedinci
ayda, fetüs tam olgunlaşmamış olmakla birlikte bağımsız yaşama yeteneğine
sahiptir ve doğarsa hayatta kalması olasıdır. Normal
koşullarda dokuzuncu ayın sonundan veya 38. Haftadan itibaren gelişimini
tamamlar ve doğum gerçekleşir.
Ağırlık: Yeni doğan bebekler, normal koşullarda ortalama 3.2
kilogram ağırlığa sahip olarak doğarlar. Dördüncü
ayın sonunda bebeğin ağırlığı doğum ağırlığının yaklaşık iki katı olmaktadır.
Boy
Uzunluğu: Yeni doğan bebeğin boyu,
normal koşullarda ortalama 50 cm’dir. İlk yılın sonunda bebeğin doğumdaki boyu
%50 artar.
Yeni doğan bebeklerin bedenlerinin baş ve
gövde gibi üst kısımları ayak ve bacak gibi alt kısımlarına oranla daha büyük
ve yapılıdır.
Vücut
Sistemleri: Yeni doğan bebeklerin sinir sistemi yeterince olgunlaşmamıştır.
Beyin kabukları yeterli olgunlukta olmadığı için, bedensel fonksiyonlarının ve
tepkilerinin çoğunluğunu refleksleriyle gerçekleştirirler.
Yeni doğan bebeklerin kalp atışları daha hızlıdır.
Solunum, derin olmayan bir biçimde
düzensiz, dikkati çekebilecek biçimde hırıltılı ve gürültülüdür.
Kemikler incelendiğinde, yeterince olgunlaşmadığı
ve çoğunlukla kıkırdaktan meydana geldiği görülür. Zamanla kıkırdaklar olgunlaşarak
kemiğe dönüşürler.
Duyusal
Gelişim
Bebekler, duyu organlarına ve duyusal
özelliklere sahip olarak doğarlar. Bu duyusal özellikleri zaman içerisinde
gittikçe gelişir. Görme duyuları, en gelişmiş duyularından biri olmakla
birlikte, yetişkinlerin düzeyinde değildir.
İlk birkaç gün kulakları sıvı dolu olup bu
sıvı işitmesini güçleştirebilir. Ancak birkaç gün içerisinde bu sıvı yok olur
ve sesi keşfetme ve sesi ayırt etme kapasiteleri artar.
Bebekler, yetişkinler kadar olmasa da doğdukları
zaman çeşitli kokuları ayırt edebilmektedirler.
Bebekler, tatlı (şekerli), ekşi, acı, tuzlu
gibi temel tatları ayırt edebilmektedirler.
Bebekler; kendilerine dokunulduğu zaman
tepki olarak bazı refleks eylemler (tutma, yakalama ve emme refleksleri gibi)
sergilerler.
Motor gelişim, hareketlerin gelişimini ifade eder. Motor gelişim bebeğin,
gelişen hareket becerisine bağlı olarak, bedenini gittikçe artan bir biçimde
kontrol altına alması demektir.
Yürüme: Bebekler, yürüme becerisini
gerçekleştirirken, evrensel bir nitelik taşıyan benzer motor gelişim aşamalarından
geçerler (İlk Hareketler, Oturma, Emekleme, Destekle Yürüme ve Bağımsız Yürüme).
11. aydan itibaren tek başlarına ayakta
durabilir, 12. aydan itibaren ise bağımsız bir biçimde yürümeye başlayabilirler.
Elle
Tutma (Kavrama): Yeni doğan bebekler,
ancak görüş alanındaki objelere bakabilirler. Yaklaşık ikinci aydan itibaren
gördüğü objelere uzanma çabaları sergiler; üçüncü aydan itibaren gözleriyle
hareket eden objeleri izleyerek, görsel olarak ona ulaşmaya çalışır; sekizinci
aydan itibaren ise objeleri tutmada oldukça yeterli biçimde ellerini kullanmaya
başlayabilir.
Tuvalet
Alışkanlığı: Tuvalet alışkanlığının kazanılması
çocukların büzücü kaslarının olgunlaşmasına, bağırsak ve sidik kesesi
üzerindeki kontrolü sağlayabilmelerine bağlıdır. Bebeklerin genellikle boşaltım
sistemiyle ilgili kasları, onların yürümeye başlamasını izleyen yaklaşık 12. -
20. aylar arasında olgunlaşmaktadır.
İLK
ÇOCUKLUK DÖNEMİNDE FİZİKSEL GELİŞİM
İlk çocukluk dönemi içerisinde bedensel
gelişimin hızı ya da büyüme değeri, bebeklik dönemine oranla azalırken, hem
kaba hem ince motor becerilerin gelişimi hızlı bir biçimde gerçekleşir.
Ağırlık: Bebeklik sonunda, çocuğun ağırlığı doğumdaki ağırlığının
yaklaşık dört katına ulaşarak ortalama 12 kilogram olur. Ağırlıktaki bu artış
oranı, ilk çocukluk süresince gittikçe yavaşlar.
Boy
Uzunluğu: Bebeklik sonunda çocuğun boy
uzunluğu ortalama 85 cm’dir. Altıncı yaşında çocuğun boy uzunluğu yaklaşık
105-115 cm arasında olur.
Beden
Oranı: Okulöncesi yıllar süresince
çocukların bedenleri incelir, bacakları başlarından daha hızlı büyür.
Vücut
Sistemleri: Okulöncesi yıllarında, kemikler yeterince sertleşmediği
için, yanlış uygulamalar ve duruşlar sonucunda, kemiklerin biçimi bozulabilir. İlk
çocukluk döneminde çocukların bedensel büyüme örüntülerinde çok büyük bireysel
farklılıklar gözlenebilir.
Kaba motor beceriler, genel kuvvet ve dayanıklılık gösterecek biçimde bacaklarda
ve kollarda büyük kasların kullanımını gerektiren becerilerdir. Koşma, atlama,
atma, tırmanma gibi.
İnce Motor Becerilerin Gelişimi: İnce motor gelişim; kollar, eller ve parmaklardaki daha
küçük kasları koordine etme yeterliliğini ifade eder.
Kızlar ince motor becerileri gerektiren
etkinliklerde erkeklerden daha çok yeterlilik gösterirler.
İKİNCİ
ÇOCUKLUK DÖNEMİNDE FİZİKSEL GELİŞİM
İkinci çocukluk dönemi, genellikle 6-12 yaşlar
arasındaki zaman dilimini kapsar.
Ağırlık artışında bir yavaşlama eğilimi
görülür. Boy uzunluğundaki büyüme de yavaştır. Yaklaşık
12 yaşlarına geldikleri zaman çocuğun beden oranı büyüklüğü, yetişkinlerde
gözlenen beden oranına ulaşır
Bu dönemde, kas yapısı ve gücü gittikçe
artar. Bunun sonucunda, ince motor becerilerdeki gelişim de iyice artar.
İkinci çocukluk döneminde çocukların motor
gelişimi ilk çocukluk dönemindekinden daha düzgün ve daha koordineli hale
gelir. Bu dönemde, cinsiyet açısından kızların ince motor kaslarının gelişiminde
erkeklerden biraz daha ileri oldukları görülebilir.
ERGENLİK
DÖNEMİNDE FİZİKSEL GELİŞİM
Ergenlik döneminin ilk yıllarında çok hızlı
bir biçimde bedensel özelliklerde artış ve değişim oluşur ve cinsiyete özgü
özellikler ortaya çıkarak cinsel olgunlaşma gerçekleşir. Genellikle kızların 10-11 yaşlarından ve erkeklerin 12-13 yaşlarından
itibaren erinliğe girdikleri kabul edilir.
Erinlik yıllarında, ergenlerin çok hızlı
bir biçimde ağırlıkları artar.
Ergenlerin boy uzunlukları da çok hızlı bir
biçimde artar.
Erinlik süresince büyüme, bedenin tüm
organlarında aynı hızda gerçekleşmez. Bunun sonucunda gençler, beden
koordinasyonlarını sağlamakta güçlük çekerler, hareketlerinde geçici sakarlıklar
ve becerisizlikler gözlenebilir.
Erinlikte iç salgı bezlerinin işleyişindeki
artışla fiziksel gelişim hızlanır. İç salgı bezlerinin salgıladıkları
hormonlar, erinlikte ortaya çıkan fiziksel değişmelere doğrudan yol açarlar ve
yaklaşık birkaç yıl içerisinde çocukların bedenini bir yetişkin bedenine dönüştürürler.
Cinsel
Olgunlaşma
Birincil cinsiyet özellikleri, üreme işlevinden
sorumlu üreme organlarını içerir. Bunlar, erkekler için testisler ve penis, kızlar
içinse yumurtalıklar, rahim, vagina ve klitoris’tir. Bu organlar erinlikte
fiziksel değişmeler sonucunda olgunlaşarak üretici duruma gelirler.
İkincil cinsiyet özellikler, koltuk altları
ve kasık bölgelerinde kılların oluşması, erkeklerde belirgin biçimlerde yüzde kılların
oluşması, sesin kalınlaşması ve kızlarda göğüslerin büyümesi ve yağlarda artış
gibi fiziksel değişmeleri içerir.
Kızlarda ilk ay halini görmeyi izleyen
olgunlaşmış yumurtanın üretilmesiyle cinsel olgunlaşma gerçekleştirilmiş olur. Erkeklerin
erinlik döneminde olgun sperm hücreleri üretmeye başlamasıyla cinsel olgunlaşma
gerçekleşmiş olur.
Ergenlerin aynı yaşta olmalarına rağmen, yaşıtlarından
bedensel olarak farklılaştıklarını görmeleri, onların kendilerine ilişkin
olumsuz duygular geliştirmelerine yol açabilir. Geç olgunlaşan erkeklerle erken
olgunlaşan kızlar uyum güçlüklerini daha çok yaşarlar. Bu güçlüklerin yaşanmasında,
kültürün beklentileri, ana babaların, öğretmenlerin ve akran grubunun sergilediği
tutum önemli belirleyiciler olabilmektedir.
Ergenlerin bir kısmı genellikle yüzlerinin
ve bedenlerinin biçimine ilişkin sıkıntılar yaşarlar. Çoğunlukla dış görünüşlerini toplumda popüler olan kişilerin,
televizyon ve dergilerde gördükleri modellerin tarzlarına benzetmeye çalışırlar.
Bu algıyı içeren ben merkezci düşünce ergenliğe
özgü bir düşünce tarzı olup, ergenlik sonundan itibaren etkisini kaybeder ve
ergen, bedensel özelliklerini olduğu gibi benimser duruma gelir.
Bilişsel Gelişim
Bilişsel gelişim, insanoğlunun bilgiyi
edinme, bellekte işleme ve tutma, akıl yürütme, gerektiğinde bilgiyi bellekten
bulup kullanma, kısaca düşünme eylemlerini ve bu eylemlerin gelişim sürecini
irdelemektedir.
PİAGET’NİN BİLİŞSEL GELİŞİM KURAMI
Piaget, incelemeleri sonucu çocuklar arasında
gözlenen performans farklılığın, sahip oldukları bilgi birikiminden çok,
durumu, olayı, problemi daha kapsamlı olarak ele almalarından ve daha karmaşık
zihinsel işlemlerde bulunmalarından kaynaklandığını saptamıştır.
Piaget bilişsel gelişimin birbiriyle ilişkili
dört faktörden etkilendiğini öne sürmüştür: olgunlaşma, deneyim, sosyal etkileşim
ve dengeleme.
Temel
Kavramlar
Biliş; hem bilme işlemi, hem de bilme eylemidir. Duyarlılık, algı,
imgeleme, akılda tutma, anımsama, problem çözme, anlam çıkarma ve düşünme gibi
ögeleri içerir. Biliş hem bir süreç, hem de süreçte oluşan bir yapıdır.
Olgunlaşma; Belli becerileri kazanmaya hazır olunan andır.
Bilişsel
yapılar; bireyin, bilgi dağarcığına
yeni malzemeleri katma işlemi sırasında kullandığı temel ögelerdir.
Şema; anlam oluşturma sürecinde zihnin ortaya koyduğu örgütlü
düşünce kalıplarıdır.
Korunum; Nesnelerin örneğin sayı, uzunluk veya miktarın, pozisyon, şekil
veya gruplamada değiştiği halde, özde aynı olduğunun bilinmesidir.
Dengelenim: Bir denge durumu veya yeni bir duruma uyum sağlama becerisidir.
Özümleme: Yeni bilgiyi ve fikirleri almaya ve bunları varolan
bilgilere veya şemalara uygun hale getirme işlemidir.
Uyma: Var olan bilgiyi ayarlamayı veya şemaları yeni bilgilere
ve fikirlere uydurmayı içeren işlemdir. Özümleme; yeni deneyimleri eskilerine uydurma,
uyma ise eski deneyimleri yenilerine uydurma sürecidir.
Örgütleme: Elde edilen bilgilerin, daha sonra kullanılmak üzere,
benzerlik ve farklılıklara göre sınıflanarak, gruplandırılması işlemidir.
BİLİfiSEL
GELİŞİM DÖNEMLERİ
Piaget’nin bilişsel gelişim dönemlerini açıklayan
kuramı insanoğlunun biyolojik büyümeye paralel olarak gelişen bilişsel gelişimini
açıklamaktadır.
Gelişim Dönemi (Kapsadığı
yaş grubu)
Duyusal-Motor
Dönem (Bebeklik-İki yaş)
İşlem
Öncesi Dönem (İki Yaş-Yedi Yaş)
Somut
İşlemler Dönemi (Yedi-On ikiYaş)
Soyut İşlemler Dönemi (On iki Yaş-Yetişkinlik)
Duyusal-Motor
Dönem (Bebeklik-İki Yaş)
Dönemin temel zihinsel etkinliği, çevreyle duyular
arasındaki etkileşimdir.
Bebekler altı aylık olduklarında, nesneleri
gözleri ile izlemeyi başarırlar. Bu süreçle birlikte bebek, nesne (nesnenin
sürekliliği) veya kişinin (kişinin sürekliliği) gözlem alanının dışında çıkması
halinde varlığını sürdürmekte olduğunun ayırdına varır. Böylece bebekler, kayıp
nesnelerin görüntülerini akıllarında tutmaya başlarlar. Bu süreç bellek
gelişiminin başlangıcıdır.
İşlem
Öncesi Dönem (İki Yaş-Yedi Yaş)
Bu dönemin baskın olan öğrenme biçimi,
deneme yanılma yöntemidir.
İşlem öncesi dönemde, dikkat çeken bir
özellik ben merkezliliktir. Ben merkezlilik, çocuğun bilişsel yapılarının
yeterince gelişmemesi nedeniyle dünyaya ve diğer insanlara sadece kendi açısından
bakabilmesi anlamını taşır. Çocuk başkalarının bakış açısı ile bakamadığı için,
diğer insanların kendisinden farklı olabileceğini, gereksinimlerinin ve
önceliklerinin olabileceğini dikkate alamaz.
Sezgisel düşünme, mantık dışı açıklamalar
bu dönemin dikkat çeken bir diğer özelliğidir.
Bu dönemdeki çocuklar şu konularda çok zayıftırlar:
• Olayların sırasını açıklama
• İşlevleri-özellikle sebep-sonuç ilişkisini
açıklama
• Sayıları ve ilişkilerini anlama
Bu dönemin başlarında çocuklar gerçekle
hayali, canlıyla cansızı (animizm) karıştırırlar.
Somut
İşlemler Dönemi (Yedi-On iki Yaş)
Çocuk ben merkezlilikten bu dönemde büyük
ölçüde çıkar. Korunum kavramının işaret ettiği anlam içeriği bu dönemde
kazanılır. Bu dönemdeki bilişsel gelişimde ezberleme tekniğiyle yeni bilgileri
edinme önemli yer tutmaktadır. Bununla birlikte ezberci eğitimde ısrarcı olmak
bir üst bilişsel gelişim basamağına ulaşmaya engel teşkil eder. Bu dönemdeki çocuklara
yaşayarak, gözleyerek öğrenme fırsatları verilmesi, onların “düşünmeyi”
sevmelerini sağlayabilecektir.
Soyut
İşlemler Dönemi (On iki Yaş-Yetişkinlik)
Bu dönemde en üst düzeyde zihinsel işlemler
yapılır. Ergenlerin, bu düzeye çıkarılabilmeleri, bu düzeyde zihinsel etkinlik
yapabilecek becerilere kavuşabilmeleri için, deneyim zenginliğine ve modellere
ihtiyaçları vardır. Düşünce ve hatta ifade özgürlüğünün dahi sınırlandığı
ortamlarda insanların soyut işlem yapması/yapabilmesi beklenemez. Daha üst gelişim
düzeylerine çıkarabilmek için çocuklara, içinde bulundukları gelişim dönemini
dikkate alan uyarıcıların yanı sıra bir üst döneme hazırlayıcı uyarıcılar verilmelidir.
Ergen benmerkezciliği de bilişsel gelişim
olumsuz eder. Soyut işlemler döneminde gözlenen ben merkezlilik, ergenin, hızlı
bedensel değişime ayak uydurabilmek için, kendisiyle çok meşgul olurken, diğer
insanlarla kendisi arasında ayırımı yapamaması sonucu ortaya çıkar.
Elkind, hayali seyirci kavramıyla,
ergenin kendisiyle aşırı ilgili olmasını, sanki çevresindeki bütün insanların
da, kendisiyle aynı derecede ilgili olduğuna inanmasını anlatmaktadır. Yaşadığı
duygular, düşünceler açısından evrende biricik olduğuna inanır. Elkind tarafından
kişisel efsane kavramıyla tanımlanır.
Ergenlik döneminde çocukların ebeveyni
tarafından kimi zaman yetişkin kimi zamansa çocukça davrandıkları yönünde ileti
almaları (çifte mesaj) bilişsel gelişime engel olan bir diğer durumdur.
BİLİŞSEL
GELİŞİMİ DESTEKLEME YOLLARI
Parçaların
Bütüne İlave İşlemleri
Bu testin amacı çocuğun, bütünün parçalarındaki
düzenlemeler nasıl olursa olsun, bütünün özünden bir şey kaybetmeden kaldığını
anlayıp anlayamadığına karar vermektir (toplama – çıkarma gibi işlemleri henüz
yapamayan çocuğun sayılarla tanışması için uygun bir yöntemdir).
Kişilik Gelişimi
Kişilik sorusuna verilen cevapların
çeşitliği, kişilik kavramana yönelik yapılan açıklamaların çeşitliliği
nispetindedir. Kişilik, bireylerin, inançlarının, tutumlarının, değerlerinin,
güdülerinin, mizaçsal özelliklerinin, davranış örüntülerinin bir bileşimini
kapsadığından tanımlamakta zorlaşmaktadır.
Kişilik, ayırt
edici özelliklere odaklı olarak tanımlanabilir. Belirlenen bu özellikler
sürekli tekrar eder / tutarlı olmalıdır. Kişilik özellikleri bireyin davranışlarında
belirleyicidir bu nedenle tespit edilen özelliklerin o kişinin davranışlarıyla uyumlu olması gerekir.
Karakter: Kişiliğin ahlaki yönüdür. Bireyin
tutum ve davranışlarında tutarlı ve kalıcı olması “karakterli”, değişken ve
çelişkili olması ise “karektersiz” olarak nitelenmektedir.
Mizaç: Kişiliğin duygusal boyutudur.
Kişilik, bireyleri, diğer bireylerden ayırt eden, bireyin kendisine
özgü olan, oldukça kararlılık gösteren ve bireyin uyum tarzını içeren duygu, düşünce
ve davranış örüntüleridir.
KİŞİLİK
GELİŞİMİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER
Kalıtımsal
Faktörler
Kişilik özelliklerinin oluşumunda kalıtımın
rolünü araştıran çalışma alanna davranışsal genetik
adı verilir. Davranışsal genetikçiler kişilik
özelliklerimizin %40’ının anne babamızdan aldığımız genler tarafından
belirlendiğini öne sürmektedirler.
Kalıtım, belirli kişilik özelliklerinin oluşumunu
etkileme potansiyeline sahiptir (utangaçlık gibi).
Çevresel
Faktörler: öğrenme yaşantıları, aile ve
ailenin özellikleriyle içinde yaşanılan kültürün özellikleri şeklinde
sıralanabilir.
Demokratik olan anne babalar, aile ve toplumun olduğu kadar, çocukların ihtiyaçlarını da
dikkate alarak, birtakım davranışsal kurallar koyarlar. Bu tür anne babaların
çocuklarının bağımsız, kendine güvenen, öz denetimi olan, girişken, yaratıcı,
araştırıcı olma özellikleri taşıdıkları belirlenmiştir. Bu çocuklar
kendilerinden hoşnutturlar.
Otoriter anne babalarsa çocukların ihtiyaçlarını dikkate almaksızın ve
gerekçelerini açıklamaksızın katı davranışsal kurallar koyarlar. Böyle anne babaların çocukları çekingen, hoşnutsuz ve endişeli
olmaktadır.
İzin verici olan anne babalar ise çocuklarını çok az kontrol etme eğilimindedirler ve
onlardan çok fazla olgun davranışlar beklemezler. Çocuklarına bazı kurallar koyarlar
ama çocuklar bu kurallara uymak istemediklerinde, hemen sözlerinden dönerler ve
çocuklarının isteklerini kabul ederler. Bu anne babaların çocukları endişeli, bağımlı,
olgunlaşmamış, kendilerine güvenleri ve özdenetimleri çok az olan çocuklardır.
Anne baba tutumlarının iki temel ögesini
oluşturan sevgi ve disiplinin (kontrol) nitelik ve nicelik açısından sağlıklı
verilmemesi sonucunda bazı olumsuz tutumlar da görülmektedir.
Bir kişinin ailedeki doğuş sırası, onun kişiliğinin şekillenmesinde etkili
olmaktadır. Adler’e göre en büyük çocuklar liderlik özelliği geliştirmekte, ikinci
ya da ortanca çocuklar, en büyük çocuğun otoritesine karşı ya asi bir tavır
geliştirerek, tepkici ve başkaldırıcı özellikler sergilerler ya da yenilgiyi
kabul ederler, en küçük çocuklarsa şımarık olmaya meylederek, benmerkezci
tutumlar ve kendisinden büyük ve güçlü olan kardeşleri nedeniyle yetersizlik
duyguları geliştirebilirler.
Toplumların sahip olduğu kültürel ve sosyal normlar, yaşamımızdaki birçok davranışımızı
belirleme potansiyeline sahiptir.
KİŞİLİK
KURAMLARI
Psikoanalitik
Kuramlar
Psikoanalistler, kişiliği oluşturan davranışların
büyük ölçüde bireyin içindeki bilinç dışı güçler tarafından başlatıldığını savunurlar.
Bu görüşleri savunan en önemli kuramcı Sigmund Freud’dur.
Freud’dan farklı düşünceleri olan Modern
Psikoanalitik kuramcılar, egonun fonksiyonlarının ve bireylerin sosyal etkileşimlerinin
kişiliğin önemli belirleyicileri olduğu kanısında ortak görüşleri paylaşmaktadırlar.
Freud; kişiliğin yapısını ve gelişimini
topografik, yapısal ve psikoseksüel gelişim kuramlarıyla açıklamıştır.
Topografik
Kuram
Freud’un Topografik Kuramı, ruhsal yapıyı
bilinç, bilinç öncesi ve bilinç dışı gibi belirli bilinçlilik düzeylerine ayırmıştır.
Kurama göre bireyin zihinsel etkinlikleri
bilinç, bilinç öncesi ve bilinç dışı (bilinç öncesi) olmak üzere üç biçimde gerçekleşmektedir.
Bilinç, bireyin farkında olduğu yaşantıları içeren düzeydir.
Bilinç öncesi, şu anda bilincinde olunmayan ancak, biraz düşünüldüğünde
ve dikkat gösterildiğinde hatırlanarak bilinç düzeyine getirilebilen, zihinsel
olayları ve yaşantıları içeren düzeydir.
Bilinç dışı, bireyin farkında olmadığı arzuları, istekleri, dürtüleri,
düşünceleri, duyguları ve yaşantıları içeren düzeydir.
Bilinç, bilinç öncesi ve bilinç dışı
sürekli bir etkileşim içerisindedir.
Freud’a göre, bireyin kişiliğini tamamen
anlamak için, onun bilinç dışında ne olduğunun açığa çıkarılmasına ve ipuçlarının
(rüyalar, fanteziler ve dil sürçmeleri) yorumlanmasına ihtiyaç vardır.
Yapısal
Kuram
Freud’un yapısal kişilik kuramı, kişiliğin
birbirinden farklı ama etkileşim içerisinde bulunan id, ego ve süperego olmak
üzere üç farklı yapıdan meydana geldiğini savunmaktadır. Bu yapılar, Freud’un deyimiyle psişik enerji olan libido tarafından
oluşturulmuşlardır.
İd,
kalıtımla gelen, doğuştan var olan ve ruhsal enerjinin kaynağını oluşturan kişiliğin
ilkel bileşenidir. İd, yeme, içme, cinsellik, saldırganlık gibi biyolojik
özellikle dürtüsel davranış kalıplarını içerir. İd,
haz alma ilkesi çerçevesinde hareket eder.
Çocuklar; doğumdan itibaren,
çevresindekilerin istekleri ve kısıtlamaları doğrultusunda yeni davranış kalıpları
sergilemeye başlarlar. Böylece, kişilikte diğer
bir bileşen olan ego gelişir. Ego, haz alma ilkesi
yerine, gerçeklik ilkesine göre hareket eder ve kişiliğin merkezidir. Ego; id’in isteklerine doyum bulma çabasını kontrol etmeye
ve denetim altında tutmaya çalışır.
Ego, id’in isteklerine gerçekçi bir biçimde
doyum bulmaya çalışmakla birlikte, aynı zamanda dış dünyadaki koşulları ve
durumları algılar ve kişiliğin diğer bileşeni olan süperego’nun isteklerini de
dikkate alır. Süperego kişiliğin ahlaki (törel)
yönüdür. Süperego ideal ve kusursuz olma ilkesine göre çalışır.
Freud’un yapısal kuramına göre, sağlıklı
bir kişilik gelişimi için ego’nun gerçeklik ilkesi çerçevesinde hareket ederek
yönetim görevini üstlenmesi, id’in ve süperego’nun istekleri arasındaki uzlaşmayı
sağlayarak bireyin gereksinimlerine akılcı biçimde doyum yolları bulması
gerekir. Kişilik yapıları arasında gerekli uzlaşmanın sağlanamaması nedeniyle
bilinç dışında yaşanan ve farkında olunmayan içsel çatışmalar, kaygıya yol
açar. Kendisini tehdit altında algılayan ego, yaşanılan şiddetli kaygıyı
azaltmak, bu kaygıdan kurtulabilmek ve kendisini korumak amacıyla savunma
mekanizmaları kullanır. Savunma mekanizmalarının
başlıcaları bastırma, yansıtma, neden bulma, karşıt tepki geliştirme, özdeşleşme,
yön değiştirme, inkâr etme, yüceltme, ödünleme olarak adlandırılır.
Psikoseksüel
Gelişim Kuramı
Freud; yaşamın ilk beş yılında geçirilen yaşantıların,
yetişkinlik yıllarındaki kişilik özelliklerinin temelini oluşturduğunu ifade
etmiştir. Freud, kişiliğin doğumdan itibaren Oral, Anal, Fallik, Latent (Gizil)
ve Genital olarak adlandırılan beş psikoseksüel gelişim dönemi içerisinde geliştiğini
belirtmiş ve gelişim dönemlerini, bireye haz veren ve doyum sağlayan haz
bölgelerine bağlı olarak açıklamıştır.
Oral Dönem, psikoseksüel gelişimin ilk dönemi olup, doğumdan 18. aya
kadar olan zaman dilimini kapsar. Bu dönemde bebeğin haz merkezi, ağız bölgesidir.
Anal Dönem, 18. aydan 3 yaşına kadar olan zaman dilimini kapsar. Anal
dönemde, temel haz merkezi ağızdan (oral) anüs (anal) bölgesine doğru değişir.
Fallik Dönem, Üç ile beş yaş arasını kapsar. Fallik dönemde haz merkezi,
cinsel organlardır. Çocuklar, karşıt cinsiyetten ana babasına karşı bilinçli
olmayan duygusal, cinsel bir yakınlık duyarlar ve kendi cinsiyetindeki ana
babasının yerini almak isterler. Freud, erkek çocukların yaşadığı bu çatışmayı
“Oedipus karmaşası” ve kız çocukların yaşadığı
bu çatışmayıysa “Electra karmaşası” olarak
adlandırmıştır.
Latent (gizil) dönem, 5 yaşından 12-13 yaşa kadar olan zaman dilimini kapsar. Bu
dönem süresince çocuğun cinsel ilgisi ve arzuları, bilinç dışında var olmaya devam
etmekle birlikte, gizildir, örtülüdür. Bu nedenle, çocuklar cinsellikle ilgili konulardan
hoşlanmazlar ve ilgilerini daha çoğunlukla sosyal becerilere ve oyunlara
yöneltirler.
Genital Dönem, ergenlikle başlayan ve ergenlik sonrası yılları kapsayan
son gelişim dönemidir. Genital dönemde, çocuğun cinsel duyguları yeniden ortaya
çıkar ve gencin ilgisi yetişkin cinselliğine yönelir.
Erikson’un
Psikososyal Gelişim Kuramı
Erikson, kişilik gelişiminde cinsellik
yerine psikososyal gelişimi temel almıştır. Kişiliğin psikososyal temellere
göre doğumdan ölüme kadar 8 dönem içerisinde şekillendiğini belirtmektedir.
Her bir dönemi, insan yaşamında dönüm noktaları
olan bir gelişim krizi ya da gelişim karmaşasıyla tanımlamıştır.
Temel Güvene Karşı Güvensizlik: Doğumdan bir buçuk yaşına kadar süren dönemdir. Güvenin
gelişebilmesi için bebeklerin dünyayı güvenli ve mutlu bir yer olmaktan daha
çok, düzenli ve tahmin edilebilir bir yer olarak görmeleri gerekmektedir.
Özerkliğe Karşı Utanç ve Kuşku: Çocuklarda bir buçuk ila üç yaş arasında gözlenen bir
dönemdir. Çocuğun kendi bedenini kontrol edebilmesi (yürüme, koşma, tuvalet
ihtiyacını giderebilme gibi), özerklik duygularının gelişmesini sağlamaktadır.
Çocukların kendi davranışlarını kontrol etme
çabaları anne baba tarafından engellenir, kısıtlanır ya da cezalandırılırsa;
yapabilecekleri konusunda kendilerinden kuşku duymaya başlarlar.
Girişimciliğe Karşı Suçluluk: Üç il altı yaş arasındaki dönemdir. Dil ve sözel
iletişimin geliştiği bu dönemde çocukların merak duygusu üst düzeydedir,
sürekli soru sorarlar. Bu süreçte aldıkları cevaplar ve tepkiler kişilik
gelişiminde belirleyici öneme sahiptir.
Başarılı Olmaya Karşı Aşağılık
Duygusu: Çocuklar okul çağıyla
birlikte başarılı olmaya karşı bir aşağılık duygusu karmaşası yaşarlar. Bunun
nedeni, yapabildiklerinden ziyade yapamadıklarından dolayı tepki almalarıdır. Hâlbuki
bir dönemde çocuklar başarıyla motive edilmeli ve özgüvenlerinin gelişmesi
sağlanmalıdır.
Kimliğe Karşı Kimlik Bocalaması: On iki ve on sekiz yaşlarını
kapsayan beşinci dönemde ergenlerin görevleri, bir kimlik oluşturmayı başarmaktır.
Ergenlikte cinsel, sosyal ve mesleki olmak üzere üç temel kimlik duygusu kazanılmaktadır.
Eleman, örnek aldığı rol modellerin davranışlarını taklit eder, bu
denemelerinde başarılı olduğunda olumlu davranışsal özellikler kazanırken, rol
modelin davranışlarına uyum sağlayamadığı zamanlarda kimlik bocalaması yaşar.
Yakınlığa Karşı Yalıtılmışlık: 18 – 25 yaş aralığındaki dönemdir. Bu dönemde kimlik duygusunu
kazanmış olan genç yetişkinler, diğer insanlarla yakın ilişkiler kurmaya hazırdırlar.
Kimlik endişesi olanlar ise yakın ilişki kurmaktan kaçmakta/korkmaktadırlar.
Üretkenliğe Karşı Durgunluk: 25 – 65 yaş arasındaki dönemdir. Bu dönemdeki yetişkinler, yaratıcı ve üretici olarak gelecek
kuşakları yetiştirme göreviyle karşı karşıyadırlar. Üretken yetişkinler bu
dönemi verimli / olumlu şekilde yaşarlar. Üretemeyen kişilerse pasif ve ben
merkezci bir yaşam geliştirirler.
Benlik Bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk: 65 yaş sonrasıdır. Bireyler bu dönemde geçmiş yaşantılarından
hoşnutlarsa, tüm yönleriyle yaşamlarını kabul ediyorlarsa, benlik bütünlüğüne ulaşmaktadırlar.
Aksi halde ölüm korkusu yaşamaktadırlar.
Carl
Jung
Jung, kişisel bilinç dışının yanısıra ortak bilinç dışının da olduğunu ileri sürmüştür. Ortak
bilinç dışı, tüm insanlar tarafından paylaşılır ve biyolojik katılımımızın bir parçasıdır.
İnsana atalarından aktarılan belirli düşünme, hissetme, algılama, davranış eğilimleri
ve gizil güçler ortak bilinç dışının içeriğini oluşturmaktadır.
Jung kuramında, bireylerin kişiliklerinin
içe dönüklük ya da dışa dönüklük yönelimlerine sahip olarak dünyaya
geldiklerini savunmaktadır.
Alfred
Adler
Adler’in kuramı aşağılık
(eksiklik) duygusu üzerine temellendirilmiştir. İnsanlardaki
bu aşağılık duygusuna tepki olarak üstünlük çabaları ortaya çıkar.
Karen
Horney
Horney, insanlar arasındaki davranış farklılıklarının
aile içi ilişkilerden ve sosyo kültürel etmenlerden kaynaklandığını
belirtmektedir. Bu ilişkiler içerisinde
bireyler çevreyle etkileşim tarzları geliştirirler. Horney, bu ilişki tarzlarından
birini, “insanlara yönelme” olarak tanımlamaktadır. Diğer örüntü “insanlara karşı
olma”dır. Üçüncü örüntü olan “insanlardan
uzaklaşma” bağımsızlık ve mahremiyet için çalışmayı kapsamaktadır. Horney’e göre sağlıklı insan, davranış
örüntülerinden her birini, bulunduğu koşullara göre seçimli olarak kullanabilen
kişidir. Nevrotik kişiyse bu üç davranıştan birini sürekli olarak kullanır.
Öğrenme
Kuramları
Bilimsel yöntemlerle gözlenebilen ve
ölçülebilen davranışları inceleyerek, kişilik gelişiminde öğrenme ve yaşantıların
rolünü vurgulamışlardır.
Davranışçı
Kuramlar
Davranışçı kuramlar John Watson ve BF.
Skinner’in çalışmalarından ortaya çıkmıştır. Davranışçılar kişiliği, klasik ve
edimsel koşullanma yoluyla öğrenme sonucunda, bireyin öğrendiği davranış
örüntülerinin toplamı olarak görürler.
Sosyal
Öğrenme Kuramı
Walter Mischel ve Albert Bandura tarafından
geliştirilmiştir. Sosyal öğrenme kuramına göre kişilik; model almayı içeren öğrenme
ilkeleriyle beklenti ve yorumlama gibi, bilişsel süreçlerin birleşiminin bir
sonucudur.
Bandura; bireylerin sadece diğer bireylerin davranışlarını gözleyerek, yeni
davranışları öğrendiğini öne sürmektedir.
İnsancı
Kuramlar
İnsan doğasına iyimser bir bakış açısı ile
yaklaşan insancı kuramlar, insanların nasıl davranacağını, nasıl bir kişi olacağını,
yani kendi kişiliğini seçme özgürlüğü olduğunu savunurlar. İnsanları, kendi
davranışlarının sorumluluğunu alabilen bireyler olarak görürler.
Carl Rogers ve Abraham Maslow bu ekolün
önde gelen kuramcılarındandır.
Rogers’ın
Benlik Kuramı
Rogers kişiliği ortaya çıkaran faktörlerden
ziyade kişiliğin oluşumu sürecinde neler olduğu üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu
nedenle, Rogers, kişilik gelişimini benliğin gelişimiyle açıklamaktadır.
Benlik, bireyin doğuştan itibaren içinde geliştiği
çevre ile etkileşimleri sonucunda oluşmaktadır. Bireyler
uygun ortamlar olduğu sürece, potansiyellerini sonuna kadar gerçekleştirebilirler.
Rogers, bireylerin koşulsuz olumlu saygının,
empatik anlayış ve içtenliğin olduğu ortamlarda yetiştirilmeleri gerektiğini
vurgular.
Maslow’un
Kişilik Kuramı
Maslow’a göre motivasyonel faktörler kişiliğin
temelini oluşturmaktadır. Kendini gerçekleştirmeyi başarma arzusu ya da bireyin
potansiyellerini ortaya çıkarma isteği kişilik gelişiminde itici bir güçtür.
İnsanlar ancak temel ihtiyaçları karşılandığında
kendilerini gerçekleştirebilirler.
Treyt Kuramları
Treyt kuramlarına göre kişilik, insanların
kalıcı ve tutarlı olarak gösterdikleri özelliklerin bir sentezinden oluşmaktadır.
Treyt kuramcıları, temel özellikleri
belirlemek için faktör analizi kullanmaktadırlar. Faktör analiziyle çok sayıdaki
kişilik özelliği içerisinde gruplaşma özelliği gösterenler belirlenmekte,
böylece temel özellikler elde edilmektedir.
Treyt kuramcılarından biri olan Raymond
Cattell faktör analizi yoluyla kişiliği oluşturan 16 temel özellik belirlerken,
Hans Eysenck iki temel özellik elde etmiştir.
Ahlak Gelişimi
Ahlak; bireylerin sübjektif (öznel) olarak
geliştirdikleri iyi/kötü, doğru/yanlış biçimindeki yargılarından oluşur. Bu
tanım doğru değildir; iyi/kötü, doğru/yanlış gibi yargılar bireylerin
keyfiyetine bağlı değildir, bu kurallar gelenekle oluşturulur ve biliyoruz ki
geleneği bireyler icat etmez, ona uyar ya da uymazlar.
Psikoloji biliminde ahlak gelişimi üç
boyutta ele alınır: bilişsel, davranışsal ve duygusal boyut.
Piaget
ve Ahlak Gelişimi
Piaget çocukların ahlaki yargılamalarının, zekâlarında
ve bilişsel gelişimlerindeki ivmeye paralel olarak biçim ve boyut değiştirdiğini
ileri sürmektedir.
Piaget, insanın bilişsel gelişimini farklı
yapısal özellikler gösteren dört dönemde ele alır:
1. Duyusal-Devinim Dönemi (doğum, iki yaş
arası)
2. İşlem-Öncesi Dönemi (iki-yedi yaş arası)
3. Somut İşlemler Dönemi (yedi-on bir yaş
arası)
4. Soyut İşlemler Dönemi (on bir yaş ve
ötesi)
Ahlaki yargılar bu dönemlere paralel olarak
gelişir.
Çocuklar 2-7 yaş arasındaki ben merkezci
dönemlerinde çeşitli kurallara anlamlarını sorgulamadan uyarlar (kuralları
sorgulamadan oyun oynayabilirler). Ahlaki yargıları kabullenme, onları
gerekçelendirme ancak soyut işlemler döneminde gerçekleşebilmektedir.
Piaget’ye göre ahlak gelişimi iki dönemden
oluşmaktadır. Bu dönemler; “dışa bağlı dönem” ve “Özerk Dönem” olarak adlandırılmıştır.
Yaşamın yaklaşık ilk 10 yılını kaplayan Dışa Bağlı
Dönemde, ahlaki yargılar dışsal fiziki ölçütlere göre yapılır. Özerk dönem’de birey,
bir davranışın doğruluğu/yanlışlığı değerlendirirken, ortaya çıkan fiziksel
niteliği ile değil de, bu sürecin başlangıcındaki niyetle ilgilidir.
Kohlberg
ve Ahlaki Gelişim Kuramı
Kohlberg, kuramında ahlaki gelişimin
düzeyinin kişilerin değerlendirmelerinden yola çıkarak yapılabileceğini öne
sürmektedir. Kişilerden, bir davranışı doğru
veya yanlış olarak değerlendirme sırasında, gerekçelerini belirtmeleri, neden o
davranışı doğru veya yanlış olarak gördükleri konusundaki değerlendirmeler
yapmaları istenmektedir. İşte bu gerekçeler ve açıklamalar, kişilerin hangi
ahlaki dönemde olduğunun işaretleri sayılmaktadır.
Kohlberg’in kuramında da Piaget’nin kuramında
olduğu gibi, zekâ değerlendirilen sosyal davranışların
arka planında yer alan önemli bir kavramdır.
Kohlberg’in kuramında ahlak gelişimi, üç
büyük düzey ve bunların içinde alt evrelerden oluşmaktadır.
1)
Gelenek Öncesi Düzey
Bireyin kendi ihtiyaçları ön plandadır,
benmerkezci bakış açısı baskındır. Ödül veya ceza, otoritenin gücü
belirleyicidir.
1. Evre: Bağımlı Ahlak
(eylemin fiziksel sonuçları önemlidir)
2. Evre: Bireyselcilik
ve Çıkara Dayalı Alışveriş
2)
Geleneksel Düzey
Birey diğer insanların beklentileri ile
tutarlı biçimde davranmakla kalmaz, diğer insanların kuralları ile bütünleşir,
kurallara sahiplenir ve onların yargılarına saygı duyar.
3. Evre: Karşılıklı Kişiler
Arası Beklentiler, Bağlılık ve Kişiler Arası uyma
4. Evre: Toplumsal
Sistem ve Vicdan
3)
Gelenek Sonrası Düzey
Birey yasaların ve işlevlerinin farkındadır
ancak, yasaların akılcı temellere dayanmasını ve değişen sosyal durumlara uyma
özelliğini de arar.
5. Evre: Toplumsal Sözleşme
Yararlılık ve Bireysel Haklar
6. Evre: Evrensel Ahlak İlkeleri
AHLAK
EĞİTİMİ
Korku, suçluluk ve utanma duygularını temel
alarak verilen ahlak eğitimi, çocukların ilerleyen yıllarda yetişkin olduklarında
boyun eğme davranışları geliştirme, edilgen olma özelliklerini beslemektedir.
Alternatif yaklaşım; çocuğa rehberlik eden yetişkinin
çocukta aşırı suçluluk yaratmayacak dozda bilgiler sunmasıdır.
Çocuğa verilen ahlak eğitiminden sadece
geleneklere uygun davranmayı, önceki kuşakların değer ve davranış biçimini
sonraki nesillere aktararak öğretmeyi anlıyorsak, otorite, baskı ve ceza
kavramları öne geçecektir. Bu ifade hatalıdır, şöyle ki; ahlak eğitimi önceki
kuşakların davranışlarının aynen tekrar edilmesi çabası değildir; doğru bir
tanedir, buna uygun olan örneklerle eğitim verilir. Bunun için önceki kuşaklara
ihtiyacımız, onların davranışlarının hangi motivasyonlarla gerçekleştiğini
anlamakla sınırlıdır. Yoksa onları taklit etmek değil (taklit biçimseldir,
ahlak içerikle ilgilidir).
Piaget ahlak eğitiminin özerklik ve karşılıklılık
olmak üzere iki anahtar kavramını vurgulamaktadır. Özerklikle bireyin bağımsızlığı
vurgulanırken, karşılıklılık ile kişinin kendini merkez almaması, başkalarını
da dikkate almasını içermektedir. Piaget’ye
göre bu iki kavram çocuğun otorite baskısını hissetmediği, yaşamı, ilişkileri ve
kendini sorgulayabildiği, irdeleyebildiği ortamlarda insancıl değerlerin kazanılmasını
sağlayabilmektedir.
Kohlberg’in ahlak gelişimi kuramında
önerilen ahlak eğitimi görüşü çağdaş eğitim anlayışı ile örtüşmektedir. Çağdaş eğitim anlayışında çocuğun bilişsel, duygusal ve
davranışsal yönleri ile bütün olduğu gerçeği kabul edilmekte ve öğretim ortamında
görev alan tüm öğretmenlerin çocuğun kişilik ve toplumsal gelişiminden sorumlu
olduğu vurgulanmaktadır. Önemli olan; çocuğa
rehberlik eden yetişkinin çocukta aşırı suçluluk yaratmayacak dozda bilgiler
sunmasıdır.
Öğrenmenin Temelleri
İnsan davranışlarını bilişsel, duyuşsal
ve devinsel (psiko-motor) davranışlar olmak üzere üç temel grupta ele
almak olanaklıdır. Bilişsel davranışlar; algılama, kavrama, düşünme ve hayal
etme gibi alanlarla ilgili zihinsel etkinliklerdir. Duyuşsal davranışlar;
bireyin ilgi, tutum, tavır, kaygı, cesaret, dostluk, dürüstlük vb. kişilik değer
yargılarının ürünü olan davranışlardır. Devinsel davranışlar ise, zihin-kas
koordinasyonunu temel alan davranışlardır.
Davranış öğrenme yoluyla ortaya çıkar.
Davranışların kazanıldığı sürece de öğrenme adı verilir.
Öğrenmeyi açıklamaya çalışan kuramlar davranışçı
ve bilişsel kuramlar olmak üzere ikiye ayrılır.
Davranışçı yaklaşıma göre temelde iki tür öğrenme olmaktadır. Bunlardan ilki
olan klasik koşullanmada nötr bir uyarıcının koşulsuz
bir uyarıcı ile eşleştirilmesi söz konusudur. Edimsel
koşullanma ise, bireyin bir davranışının pekiştirilerek tekrarlanma olasılığının
artırılması durumudur.
Bilişsel öğrenme kuramları, insanın dünyayı anlamlandırmada zihinsel süreçleri incelemektedir.
Bilişsel açıdan öğrenme, bireyin zihinsel yapılarındaki değişme olarak tanımlanmıştır.
Yapılandırmacı kuramı savunan bilim
insanları bilginin öğrenenin sahip olduğu değer yargıları ve yaşantıları tarafından
üretildiği görüşünü savunur. Yapılandırmacılık görüşünü savunanlar, öğrenmeyi,
yeni bilgiyi bulmak ve önceki deneyim ve bilgilere bağlayarak yapılandırmak
olarak açıklarlar.
ÖĞRENMEYİ
ETKİLEYEN ETMENLER
Öğrenmenin gerçekleşebilmesi için bireysel
ve çevresel belli koşulların mevcut olması gerekir.
İnsanlar zekâ ve yetenek bakımından eşit değildirler.
Öyleyse neden herkese eşit ve aynı koşullarda eğitim veriliyor? Bu soru
yüzyıllardır tartışılmaktadır ve bundan sonra da tartışılmaya devam edecektir.
Thorndike zekâyı; soyut zekâ, sosyal zekâ ve mekanik zekâ olarak
gruplandırmıştır.
Piaget, zekâyı, zihnin değişme ve kendini yenileme gücü olarak tanımlamıştır.
Stenberg, zekânın etkileşerek işleyen farklı bileşenlerden oluştuğunu,
bireyin içsel ve dışsal dünyasıyla deneyimlerinin zekâyla ilişkili olduğunu
savunmuştur.
Gardner, bireylerde zekânın farklı türleri bulunduğunu ve her bir
zekâ türünün içinde farklılaşan derecelerde yetenek bulunduğunu savunarak
içerik tanımlaması yapmıştır.
Galton, zekâyı ilk kez ölçmeye çalışan kişidir.
Öğrenmenin ön koşulu talibin ön
hazırlığının olmasıdır (buna ön bilgi diyoruz).
Bilişsel giriş davranışları, belli bir konu ya da ünitenin öğrenilmesi için gerekli
olan ön koşul niteliğinde önceki öğrenmelerle kazanılmış bilgi, beceri ve
yeterliklerdir. Bireyin ön bilgi ve becerileri,
yeni uyarıcıları anlamasına ve yorumlamasına yardımcı olur.
Duyuşsal giriş özellikleri, öğrencilerin öğrenme sürecinde gösterecekleri çabanın
kaynağı olarak düşünülen ilgi ve tutumları ile başarılı olacaklarına inanma
derecesinden oluşan özellikler bütünüdür. Öğrencinin
derslere ve öğrenmeye karşı ilgi, merak, istek ve çabası ile olumlu kişisel özellikleri
onun öğrenmesini kolaylaştırıp başarısını artırırken tersi durumlar öğrenmesini
güçleştirmektedir.
Dolaylı öğrenme kapasitesi bir modelin gözlenmesi ya da yönergeler yoluyla
öğrenme yeteneğini vurgular. Bireylerin dolaylı öğrenme kapasiteleri, içinde bulundukları
çevrenin zenginliği ve bu çevrede geçirdikleri yaşantı zenginliklerinden doğrudan
etkilemektedir.
Öğrenme biçimi konusundaki sınıflamalar içinde en iyi bilinen “alan bağımlı-alan
bağımsız” şeklindeki sınıflamadır. Alan bağımlı
bireyler, bütüne odaklanır ve öncelikle genel tabloyu görürler. Bütüncül
düşünmenin bir sonucu olarak, nesneler, olaylar ve kişiler arasındaki ilişkileri
topluca değerlendirme eğilimindedirler.
Alan bağımsız bireyler ise, bütünden daha çok parçalar üzerinde yoğunlaşırlar.
Onlar için ayrıntılar bütünün kendisinden çok daha dikkat çekicidir. Farklılıkları
ayırt etmede ustaca davranırlar. Bireysel çalışma, bireyci bir anlayışa sahip olma
ve çoğunlukla sayısal alanlarda daha başarılı sonuçlar elde etme bu tür kişilerin
özellikleri arasındadır.
Öğrenme
Stil ve Stratejileri
Öğrenme stillerinin bireyler arasında farklılık
göstermesi nedeniyle, etkili bir öğretim için olabildiğince farklı öğretim
yöntem ve tekniklerinin kullanılması ve bilgilerin sunumunun farklı yaklaşımlarla
gerçekleştirilmesi gerekir.
Öğrenme stratejisi öğrencinin öğrenme sırasında
kullandığı ve bilgiyi kodlama sürecini etkileyen davranış ve düşüncelerdir.
Öz
Düzenleme Kapasitesi
Bu kavram, kişinin duygularını, düşüncelerini
ve eylemlerini amaçlarına ulaşacak şekilde yönlendirmesi için gösterdiği
sistemli çabalar olarak tanımlanabilir.
Öz
Yeterlik Algısı
Bireyin belirli bir amaca ulaşmada
göstereceği davranışları gerçekleştirmek için gerekli becerilere sahip olduğu
konusundaki inancı, kendini algılayışıdır.
Bir işi başarmak için gerekli olan
becerilere sahip olduğuna inanan kişiler, yüksek öz yeterliğe sahiptirler ve bu
kişiler genellikle o işi gerçekleştirmede başarılı olurlar.
Öğrencilerin
öz yeterlik algılarını güçlendirmek için:
• Öğretmen, öğrenciler için iyi bir model
olmalıdır.
• Öğretmen, öğrencilerin öz yeterlik
kazanmalarını destekleyen ve güçlendiren öğretim yöntemlerinin kullanılmalıdır.
• Öğretmen, güdülenme ilkelerinin vurgulandığı
öğrenme ortamları oluşturmalıdır.
• Öğretmen, öğrencilere verilecek
görevlerin çok zor ve kaygı verici olmasından kaçınılmalıdır.
• Öğretmen, performanslarına ilişkin öğrencilerine
sistemli olarak geri bildirim vermeli; uzak hedeflerle bağlantılı gerçekleşebilir
yakın hedefler oluşturmaları konusunda öğrencilere yardımcı olmalıdır.
Güdülenme
Özellikleri
Güdülenme bireyin gereksinimlerini karşılamak
için belli bir amaç doğrultusunda davranışlar üretmesine, amaca ulaşmak için
çaba harcamasına işaret eder.
Hiçbir yaptırım olmaksızın gösterilen
davranışın temelinde içsel güdülenme bulunmaktadır. İçsel güdülenme, öz
yeterlik kavramı ile yakından ilişkilidir.
Dıştan güdülenen birey ise, görevler
üzerinde çalışır çünkü katkısının ödül ya da cezadan kaçınma gibi istenilen bir
sonuca ulaşacağına inanmaktadır.
Okullarda öğrencilerin olumlu benlik algısı
ve olumlu öz yeterlik inancı kazanmalarına önem verilmelidir.
Dikkat
Algılanan uyaranlar içerisinde önem taşıyanların,
detay olarak adlandırılabilecek uyaranlardan ayıklanması sürecindeki başarı, öğrenme
için harcanan zaman ve emeğin miktarına ek olarak öğrenmenin niteliğini de doğrudan
etkilemektedir.
Dikkatin yoğunlaşacağı bilginin seçiminde içsel
özellikler ve dışsal uyarıcılar etkilidir. İçsel özellikler; bireyin kendisi
ile ilgilidir.
Dışsal
uyarıcılar ise dört grupta toplanmaktadır:
Fiziksel uyarıcılar (resim, harita vb.)
Aykırı uyarıcılar (zıt örnekler dikkat
çeker)
Duygusal uyarıcılar (öğrenciye ismiyle
hitap etmek gibi)
Emir verici uyarıcılar
ÖĞRENMEYİ
ETKİLEYEN ÇEVRESEL ETMENLER
Öğrenme mutlaka belli bir çevrede meydana
gelir. Bu çevrenin öğeleri; öğretmen,
sınıf içi iletişim ve grup dinamiği ve eğitim araçları ve öğretim yöntemlerinden
oluşmaktadır.
Öğretmenin öğrencilerin gereksinmelerine karşı duyarlı olması, sınıfta
olumlu duygusal bir ortam yaratabilmesi, öğretimi etkili bir biçimde
sürdürebilmesi, sınıf yönetimini etkili bir biçimde sağlayabilmesi, öğrenmenin
sağlanması bakımından kritik gerekliliklerdir.
Sınıf ortamı, iş birliği, değer verme, verimlilik, uyum, sevecenlik,
anlayış, espri, öz saygı, esneklik ve dikkat toplaşımının sağlandığı nitelikli
bir ortam olmalıdır. Otoriter bir ortam, sınıf etkileşimini en düşük düzeyde
tutmaktadır.
Öğrenme sırasında öğrenci ne kadar çok duyu
organını kullanır ve sürece katılırsa, öğrenmesi o ölçüde artar.
Öğretme işinde kullanılacak yöntemin, öğrencinin
dikkatini sürekli tutma, hatırlamasını sağlama, ipuçlarını kolayca yakalamasını
ve öğrenme işine doğrudan katılmasını sağlama gibi işlevleri olmalıdır.
Öğretim hizmeti, dört temel öğeden oluşmaktadır. Bunlar; ipuçları, katılım,
pekiştirme ve dönüt ve düzeltmedir.
Öğretmenin derste örnek vermesi, soru
olarak öğrenciyi düşündürmesi, renk kullanması, ses tonunu belirli noktalarda
farklılaştırması, ipucu amacıyla yapılan etkinliklerden
kimileridir
Pekiştirme, davranışın tekrar edilme sıklığını artırma işlemidir.
Katılım, öğrencinin öğrenilecek konu ile ilgili daha önce edinmesi
gerekli bilgi ve becerilere sahip olmasına ve onları kullanabilmesine bağlıdır.
Dönüt, yaptığı bir davranışın sonucuyla ilgili olarak kişiye
bilgi sağlama sürecidir. Öğrenci, öğrenmedeki
ilerlemesini bildiğinde güdülenmesi artar ve dönütler aracılığı ile olumlu
ipuçları aldıkça öğrenmeye daha yoğun bir katılım gösterir.
Klasik Koşullama ve Edimsel Koşullama
İki kuram arasındaki en önemli benzerlik,
her ikisinde de öğrenmenin koşullama ile gerçekleşmesidir. Ayrıca, her iki
kuramda da genelleme ve ayırt etme, sönme ve kendiliğinden geri gelme süreçleri
söz konusudur. İki kuramın farklılıkları ise, klasik koşullama da davranış bir
uyarana bağlı olarak pasif bir biçimde gerçekleşirken; edimsel koşullama kuramında
davranış kendiliğinden çoğunlukla sonuçları düşünülerek ortaya çıkması ve
klasik koşullama kuramında uyarantepki ilişkisi söz konusuyken, edimsel koşullama
kuramında uyaran-tepki-uyaran ilişkisi söz konusu olmasıdır.
Öğrenme
Öğrenme, yaşantı yoluyla davranışlarda görülen kalıcı değişiklikler;
öğretme, öğrenmeyi sağlayan sistematiklik
içermeyen çevresel özellikler; öğretim ise, öğrenmeyi
sağlamak üzere sistematik olarak çevresel düzenlemeler sağlamaktır.
Koşullama belirli bir uyaranın varlığında bireyin hemen her zaman aynı
tepkiyi vermesi olarak tanımlanır.
Öğrenme, birey davranışının öğretimden
sonra değişiklik göstermesidir.
Tek basamaklı davranışlar başlangıcı ve sona erişi ayırdedilebilen davranışlar olarak
tanımlanır.
Zincirleme davranışlar ise, birkaç davranışın bir araya gelerek daha karmaşık bir
davranışı oluşturmasına denir.
Öğrenmenin
özellikleri
a) Öğrenme sonucu davranışta gözlenebilir
bir değişiklik gerçekleşir.
b) Öğrenme ile birlikte genellikle davranıştaki
değişiklik belli bir süre devam eder.
c) Öğrenme sonucu gerçekleşen değişiklikler
deneyimlere bağlı olarak kazanılır.
d) Davranıştaki değişiklik bireyin
büyümesi, olgunlaşması, bir ilaç alması sonucunda değil, yalnızca bireyin
edindiği deneyimler sonucunda gerçekleşir.
Klasik koşullama kuramı, belli bir uyaranın
varlığında belli bir tepkinin (davranışın) ortaya çıkması olarak tanımlanmaktadır.
Tepkiye neden olan uyarandır.
Koşulsuz uyarana verilen tepki ise koşulsuz
tepki olarak tanımlanır. Nötr uyaran, bireyde herhangi bir tepkiye neden
olmayan uyarandır.
KLASİK
KOŞULLAMA
Rus fizyolog Ivan Pavlov tarafından incelenen ve öğrenmenin davranışsal yaklaşımda
sistematik olarak ele alındığı ilk öğrenme kuramıdır.
Bir tepkiye yol açan herhangi bir fiziksel
olay ya da duruma uyaran denir.
Klasik koşullama belirli bir uyaranın varlığında belli bir tepkinin (davranışın)
ortaya çıkması olarak tanımlanmaktadır.
Öğrenme yaşantısı gerektirmeksizin tepkiye
yol açan uyarana koşulsuz uyaran; koşulsuz
uyarana sunulan tepkiye ise koşulsuz tepki
denir.
Nötr uyaran herhangi bir tepkiye yol açmayan uyaran olarak tanımlanır.
Nötr bir uyaranla birlikte sunulan ve zaman
içinde istendik tepkiye yol açan uyarana koşullu uyaran
denir. Koşulsuz uyaranla eşlenerek sunulan nötr bir uyaran verilen tepkiye ise koşullu tepki denir.
Klasik
koşullama kuramının ilkeleri;
a) bitişiklik-
koşullu uyaran ile koşulsuz uyaranın birbirine yakın aralıklarla sunulması,
b) habercilik-
koşullu uyaranın, kendisinden sonra koşulsuz uyaranın geleceğini anımsatıcı
özellikte olması,
c) pekiştirme-
öğrenme sürecinde koşulsuz uyaranın meydana getirdiği etkidir.
Koşullu uyaranın tek başına koşullu tepkiye
yol açma özelliğini kaybetmesine sönme denir. Sönme
süreci daha önce koşullamada öğrenilen davranışların tam karşıtı yeni davranışların
öğrenilmesi süreci olarak ele alınmalıdır.
Koşulsuz ve koşullu uyaran tekrar bir arada
sunulmaya başlandığında koşulsuz tepkinin tekrar geri geldiği görülmektedir.
Genelleme, belirli bir uyarana koşullanan tepkinin, bu uyarana benzer
diğer uyaranların sunulmasında da ortaya çıkmasıdır. Genellemenin tersi olan ayırt etmede ise, birey koşullu uyaranı diğer
uyaranlardan ayırt ederek tepkide bulunur.
Edimsel koşullama kuramında uyaran-tepki-uyaran ilişkisi söz konusudur.
EDİMSEL
KOŞULLAMA
Edimsel
koşullama kuramının ilkeleri şunlardır:
a) öğrenme, çevresel değişikliklere bağlı
olarak gerçekleşir.
b) içsel durumlarla değil gözlenebilir,
belli bir yolla ölçülebilir ve tekrarlanabilir davranışlarla ilgilidir.
c) refleks tepkileri dışındaki tüm insan
davranışları öğrenilmiş davranışlardır. d) davranış ve çevre ilişkilerini
bilimsel olarak açıklayabilmek için, davranış ve çevre özelliklerinin fiziksel (gözlenebilir
ve ölçülebilir) terimlerle tanımlanması gerekir.
e) davranış ve çevre ilişkilerini bilimsel
olarak açıklayabilmek için, davranış öncesi ve davranış sonrası uyaranlar ile
davranışın oluşum sıklığını gözlemek ve kaydetmek gerekir.
f) davranış ve çevre ilişkilerine ilişkin
yasalar, tüm insan ve hayvan türleri için geçerlidir.
Şekil verme tekniğinde yeni bir davranış, davranışın ardışık yaklaşıkları
sergiledikçe pekiştirilmesi yoluyla kazandırılır. Öğretimin ilk başlarında
hedef davranışa benzeyen davranış pekiştirilir.
Şekil verme tekniği davranış için basamak
analizi yapma ile başlar. Basamak analizi, hedef
davranışa ulaşılmasını sağlamak için davranışın daha basit ve baş edilebilir
basamaklara bölünmesidir.
Zincirleme, bir davranışın kendisini oluşturan daha basit öğretilebilir
davranışlara bölünerek öğretilmesidir.
Zincirlemede beceri analizi yapılır. Beceri
analizi davranışın kendisini oluşturan davranışlara bölünmesidir. İleriye
zincirleme, geriye zincirleme ve tüm basamakların bir arada öğretimi olmak
üzere üç tür zincirleme vardır. İleriye zincirleme, beceri analizindeki davranışın
oluşum sıralamasında bireyin yapamadığı ilk basamaktan başlanır ve bu basamakta
ölçüt karşılandıktan sonra bir sonraki basamağın öğretimine başlanmasıdır. Geriye
zincirleme, beceri analizindeki davranışın oluşum sıralamasında bireyin yapamadığı
en sonuncu davranışın öğretimine başlanır ve bu basamakta ölçüt karşılandıktan
sonra bir önceki basamağın öğretimine geçilmesidir.
Edimsel koşullama kuramında yer alan önemli
ögeler pekiştirme (olumlu ve olumsuz pekiştirme)
ve cezadır.
Pekiştirme izlediği davranışın oluşum sıklığını ya da süresini artıran
olay ya da durum olarak tanımlanır.
Olumlu pekiştirme, bir davranışı izleyen durumda ortama bir uyaranın
eklenmesiyle o davranışın ileride yapılma olasılığının arttırılmasıdır. Olumsuz pekiştirme ise, davranışı izleyen durumda
ortamdan bir itici uyaranın kaldırılarak davranışın ileride yapılma olasılığının
arttırılmasıdır.
Olumlu pekiştirme sürecinde yer alan
uyarana pekiştireç denir. Birincil ve ikincil pekiştireç olmak üzere iki tür
pekiştireç vardır.
Birincil pekiştireçler; içsel ya da biyolojik gereksinimlerimizi karşılayan pekiştireçlerdir.
Biyolojik gereksinimlerimizi karşılamaya
yönelik olmayan ve bir öğrenme yaşantısına bağlı olarak hoşa gidici özellik
kazanmış olan pekiştireçlere ikincil pekiştireç denir.
Dört
tür ikincil pekiştireç vardır:
• Nesnel pekiştireçler (ödül olarak verilen
eşya, oyuncak vs.),
• Etkinlik pekiştireçleri (şarkı, oyun gibi
aktiviteler),
• Sosyal pekiştireçler (övgü sözleri),
• Sembol pekiştireçler (dönüştürülebilir
hediyeler; kupon, jeton).
Pekiştirme tarifesi pekiştirmenin ne sıklıkla ya da ne süreyle gerçekleşeceğini
belirler.
Beş tür pekiştirme tarifesi vardır:
a) sürekli pekiştirme,
b) sabit oranlı pekiştirme,
c) sabit zaman aralıklı pekiştirme,
d) değişken oranlı pekiştirme ve
e) değişken zaman aralıklı pekiştirme.
CEZA
İzlediği davranışın oluşum sıklığını
azaltan davranış sonrası çevresel olay ya da duruma ceza
denir.
Olumlu ceza istenmeyen davranıştan sonra ortama hoşa gitmeyen bir
uyaran eklenmesi; olumsuz ceza ise istenmeyen
davranıştan sonra ortamda bulunan hoşa giden bir uyaranın çekilmesine denir.
Daha önce pekiştirilen bir davranışın pekiştirilmemeye
başlanmasıyla birlikte azalması ya da tamamen ortadan kalkmasına sönme denir.
Sönme patlaması, pekiştirilmeyen davranışın başlangıçta artması ya da çeşitlenmesidir.
Öğretimde kullanılan uyarana verilen
tepkinin benzer uyaranların varlığında da tekrarlanmasına uyaran genellemesi denir.
Uyaranın sabit kalıp tepkinin çeşitlenmesine
tepki genellemesi denir.
Belirli bir uyaranın varlığında belirli bir
tepkinin verilmesine ayırt etme denir.
Gözleyerek Öğrenme Kuramı
Model olma yoluyla öğrenme, dolaylı öğrenme
ve sosyal öğrenme gibi terimler gözleyerek öğrenme ile eş anlamlı olarak kullanılır.
Gözleyerek öğrenme kuramının öncüleri başta
Albert Bandura olmak üzere Thorndike, Watson, ve Zimmerman’dır.
Gözleyerek öğrenme kuramına göre öğrenme;
(a) gözleyen kişi, diğer bireyler bir davranışı gerçekleştirirken gözlediğinde,
(b) gözleyen kişi, gerçekleştirilen davranışın sonuçlarını gözlediğinde
gerçekleşebilmektedir.
Gözleyerek öğrenme kuramında üç tür
modelden söz edilmektedir:
(a) canlı model
(b) sözel model
(c) sembolik model (kitap, film vs.)
Gözleyerek
öğrenme kuramında:
a) öğrenmenin olabilmesi için bireyin doğrudan
pekiştirilmesi gerekmemektedir.
b) gözleyerek öğrenme kuramıyla birlikte
içsel pekiştirme olarak adlandırılan yeni bir pekiştirme türünden söz edilmeye
başlanmıştır.
c) gözleyerek öğrenme kuramı ile bilişsel-gelişimsel
kuram arasındaki boşluğu öğrenmenin bilişsel boyutu vurgulanarak kapatmak hedeşenmiştir.
d) öğrenme her zaman öğretim ortamında
davranışta bir değişiklik gerçekleşmesi olarak ele alınmamalıdır.
e) biliş öğrenmede önemli bir unsurdur.
Gözleyerek öğrenme kuramına göre, çevre
gözleyerek öğrenmeyi pekiştirir ya da cezalandırır.
MODEL
OLMA
Eğitim ortamlarında öğrencilere ev ortamında
da çocuklara uygun modeller oluşturulursa, bu çocukların uygun davranışlar
kazanmaları kolaylaştırılmış olur.
Modelin gözleyen kişiyle olan benzerliği,
modelin sosyal statüsü, modelin saygınlığı ve modelin sergilediği davranış
konusundaki uzmanlığı gibi özellikler modelin etkililiğini belirleyen
özelliklerdir.
Gözleyerek
öğrenme kuramının süreçleri: dikkati yöneltme,
anımsama, davranışı sergileme ve güdülenme.
Modele bakarak öğrenebilmek için, talibin
dikkati modele yönelmelidir. İkinci koşul, gözlenen davranışın hatırlanmasıdır.
Diğer aşama, gözlenen davranışın uygulanmasıdır. Son aşama ise güdülenmedir
zira öğrenme ancak bilinenin istenerek tekrar edilmesi/uygulanması durumunda
gerçekleşir.
Gözleyerek
öğrenme kuramının ilkeleri
a) gözleyerek öğrenmenin en üst düzeyde
gerçekleşebilmesi model alınan davranışın sembolik olarak organize edilmesi ve
alıştırma yapılması ve sonra da davranış olarak sergilenmesine bağlıdır.
b) bireyler önemsedikleri sonuçlar doğuran
davranışları daha kolay bir biçimde model alırlar.
c) bireyler model aldıkları kişiler
kendilerine benzediğinde, saygı duydukları kişiler olduğunda ve önemsedikleri
bir davranış olduğunda daha kolay bir biçimde model alırlar.
Gözleyerek
öğrenmeyi kolaylaştıran özellikler: dolaylı
pekiştirme, dolaylı ceza, dolaylı duygu, dolaylı güdülenme, modelin özellikleri.
Gözleyerek öğrenme yeni davranışların öğretilmesinde
kullanılan şekil verme tekniğine alternatif olarak önerilmektedir.
Bilgi İşleme Kuramı
İnsan öğrenmesi, bilimsel çalışmalarda iki
temel yaklaşımla açıklanmıştır. Bunlardan birincisi davranışçı yaklaşım,
ötekisi bilişsel yaklaşımdır.
Davranışçı yaklaşımda öğrenme, uyarıcıyla
tepki arasında bağ kurma işidir.
Bilişsel yaklaşımda ise bireyde, birtakım
zihinsel işlemlerden sonra davranış değişikliği oluşmakta, öğrenme gerçekleşmektedir.
• Davranışçı yaklaşıma göre, öğrenilen şey
davranıştır. Bilişsel yaklaşıma göreyse bilgi öğrenilir.
•Pekiştirme, davranışçı yaklaşımda davranışı
güçlendirici özellik taşır ve öğrenme için gereklidir. Bilişsel yaklaşımdaysa,
pekiştirme, davranışın doğruluğuyla ilgili dönüt sağlayan bir kaynaktır ve öğrenmeden
bağımsızdır.
• Davranışçı yaklaşımda öğrenmeyle ilgili
çalışmalar, genellikle laboratuvar ortamlarında yapılmıştır. Bilişsel yaklaşımda
çalışmalar, insanlarla ve doğal çevre içinde yapılmıştır.
Öğrenmeyi bilişsel yaklaşıma göre en sistemli
ve kapsamlı biçimde açıklayan kuram, bilgi işleme kuramıdır.
BİLGİNİN
NİTELİĞİ
Bilgi Türleri:
• Açıklayıcı bilgi (olgusal bilgidir).
• İşlemsel bilgi
• Koşul bilgisi
ÖĞRENMENİN
OLUŞUMU
Bilgi işleme kuramına göre öğrenme zihinsel
bir süreçtir. Bu kuram, bilginin belleğe nasıl girdiğini, orada nasıl depolandığını
ve gerekli olduğunda oradan nasıl geri getirildiğini açıklamaya çalışır.
Bilgi
işleme modeli üç ana bileşenden oluşur:
• Bilgi depoları
• Bilişsel süreçler
• Bilişbilgisi
BİLGİ
DEPOLARI
Bilgi depomuz belleğimizdir. Bellek üç
kategoride incelenir: duyusal, işleyen ve uzun süreli bellek.
Duyusal Bellek: Duyu organları aracılığıyla alınan uyarıcıların işlenmeden
önce (dikkat etmeden önce) çok kısa süreliğine tutulduğu bilgi deposudur. Duyusal
bellek, bilgi işleme sürecinin ilk aşamasıdır. Duyusal bellekte kayıtlı ham
bilgiler, dikkat ve algı süreçleri yardımıyla, işleyen belleğe aktarılırlar.
İşleyen Bellek: Üzerinde zihinsel işlemlerin yapıldığı bilgilerin geçici
olarak tutulduğu bilgi deposudur.
İşleyen bellek, iki önemli sınırlılığa
sahiptir. Bunlardan birisi, bu belleğin kapasitesinin çok dar
olmasıdır. İşleyen belleğin kapasitesini artırmak için kümeleme işleminden
yararlanılabilir (2 b 9 m 7 0 3 6 ibaresi sekiz farklı birim içerdiği için
bellek uzun süre kalması kolay değildir aynı ibare 2b-9m-70-36 biçiminde
kümelenirse birim sayısı dörde düşer ve bellekte tutulması kolaylaşır).
İşleyen belleğin öteki sınırlılığı, süre
açısındandır. Bu bellekte bilgi, 5-20 saniye süreyle kalabilmektedir. Bu süre, ancak, bilgi tekrar edilerek biraz daha uzatılabilmektedir.
Uzun Süreli Bellek: Bilgilerin sürekli ve geri getirilerek kullanılmaya elverişli
biçimde saklandığı depodur. Uzun süreli belleğin
kapasitesi çok geniş, hatta sonsuzdur.
Uzun Süreli Belleğin Üç Bölümü:
• Anlamsal bellek (Bu bellekte bilgiler
önerme, imge ve şema biçiminde anlam kazandırılarak saklanır).
• Anısal bellek (Bu bellekte, genellikle
belirli bir yer ve zamana bağlı bilgiler depolanır).
• İşlemsel bellek (kuralların ve eylemlerin
saklandığı bellektir).
BİLİŞSEL
SÜREÇLER
• Dikkat
• Algı
• Tekrar
• Kodlama
• Geri getirme
Bilişsel Süreçler: Bilgilerin bir bellekten ötekine aktarılmasını sağlayan zihinsel
etkinlikler.
Dikkat
ve algı, bilgilerin duyusal bellekten işleyen belleğe aktarılmasında
yararlanılan süreçlerdir.
Tekrar
ve kodlama, bilgileri işleyen bellekten uzun süreli belleğe aktarmada
yararlanılan süreçlerdir.
Geri getirme, bilgilerin uzun süreli bellekten işleyen belleğe aktarılmasında
yararlanılan süreçtir.
Algı
Duyusal belleğe alınan ham bilgiyi
yorumlama, anlamlandırma sürecidir. Duyusal bellekteki ham bilgilerin değişik
duyu organları aracılığıyla gelmesi, bireyde görsel algı ya da işitsel algı
gibi değişik türde algıların oluşmasına yol açar.
Algılama, en yaygın biçimde Gestalt ilkeleriyle açıklanmaktadır. Figür-fon (şekilzemin)
ilişkisi, yakınlık, benzerlik ve tamamlama ilkeleri bunların başında
gelmektedir.
Figür-fon ilişkisinde, bireyin dikkatini
yönelttiği uyarıcı, figür, öteki de fon durumundadır.
Derste, konuyu anlamak üzere öğretmeni dinleyen
öğrenciler için öğretmenin sesi figür, koridorda bulunanların konuşmalarıysa
fondur. Buna karşılık, öğretmenin sesini değil de koridordaki konuşmaları dinleyen
bir öğrenci için figür koridordaki konuşmalar, fon da öğretmenin sesidir.
Figür-fon ilişkilerini algılama, yalnız
görme duyusuyla değil, tüm duyu organlarıyla alınan uyarıcılar için geçerlidir.
Yakınlık ilkesi, birbirine yakın olan uyarıcıların
birlikte algılandığını açıklar.
Benzerlik ilkesi, birbirine benzeyen uyarıcıların
birlikte algılandığını açıklar.
Tamamlama ilkesi, birbirinden kopuk olan
parçaların bir bütün olarak algılandığını açıklar.
Algılama
konusunda diğer ilkeler
Aşağıdan Yukarıya Doğru İşleme: Ayrı
özellikleri fark edip o özellikleri tanınabilir yapı biçiminde birleştirerek algılamadır.
Yukarıdan Aşağıya Doğru İşleme: Oluşması
beklenen yapıya ve bağlama dayalı algılamadır.
Tekrar
Bilginin işleyen bellekteki kalış süresini
uzatmak için koruyucu tekrar ve genişletici tekrar işlemleri uygulanır.
Koruyucu Tekrar: Bilgiyi işleyen bellekte
daha uzun süre tutmak amacıyla aynen tekrarlamaktır.
Genişletici Tekrar: Bilgiyi işleyen
bellekte daha uzun süre tutmak için önceden kazanılmış başka bir bilgiyle ilişkilendirerek
tekrarlamaktır.
Kodlama
Kodlama: Uzun süreli belleğe kaydedilmesi istenen bilgilerin
zihinsel simgelerinin oluşturulmasıdır.
Örgütleme: Birbiriyle ilgili bilgileri sıraya koyarak ya da aralarında
ilişki kurarak ağ oluşturmadır.
Genişletme: Yeni bilgiyi uzun süreli bellekte var olan bilgilerle ilişkilendirerek
bilginin anlamını çoğaltmadır.
Genişletme için birey benzetimlerden ve hatırlatıcılardan
etkili biçimde yararlanabilir. Benzetim, yeni bilginin eski bilgilerle yapay
benzerlikler kurularak genişletilme aracıdır.
Zincirleme yöntemi, anahtar sözcük yöntemi,
askı sözcük yöntemi, yer yöntemi, genişletmede bellek destekleyicilerden
yararlanmayı sağlayan en yaygın yöntemlerdir.
Etkinlik, öğrenen bireyin bilgiyi algılamaya ve işlemeye dönük
olarak yaptığı işlemlerin her biridir.
Geri
Getirme
Geri Getirme: Uzun süreli bellekteki bir bilginin araştırılıp bulunmasıdır.
Bilginin işleyen bellekten uzun süreli
belleğe aktarılıp depolanabilmesi için yapılan kodlamanın biçimi, bilginin geri
getirilmesine önemli düzeyde etki eder.
Bilgiyi geri getirme, bilginin öğrenildiği
ortam ya da koşul yeniden oluşturularak ya hayal edilerek kolaylaştırılabilir
ya da olanaklı kılınabilir.
Duyusal bellekte, öğrenen birey bilgiye
dikkat etmezse bilgi hemen kaybolur, unutulur. İşleyen bellekte de bilginin
kalabilmesi için tekrar edilmesine gerek vardır. Yoksa bilgi, çok kısa süre
içinde yok olur, yani unutulur. Uzun süreli bellekteyse bilgi, kodlamayla yerleştirilir.
Bu bakımdan bilginin bellekte yok olması pek olanaklı değildir.
BİLİŞBİLGİSİ
Bilişbilgisi: Bireyin kendi düşünme süreçleriyle ilgili bilgisidir.
Bilişbilgisi dikkat, algı, tekrar, kodlama ve
geri getirme gibi bilişsel süreçleri denetler ve yönlendirir. Bilişbilgisi, bireysel bir nitelik taşır, kişiye özeldir.
Bilişbilgisi, bireyin kendi bilişsel yapısıyla
ilgili bilgisidir. Bu bilgi, bireyin öncelikle bilişsel süreçlerle ilgili
bilgisini kapsar. Bilgişbilgisi, aynı zamanda
bireyin bilişsel süreçler üzerindeki denetimini kapsar. İzleme, bireyin öğrenme amacıyla yaptıklarını denetim altında
tutmasıdır. Birey, “Bu anlamlı mı? Çok hızlı mı ilerlemeye çalışıyorum?
Yeterince çalıştım mı?” gibi sorularla izlemeyi sağlayabilir. Değerlendirmeyse,
bireyin öğrenme süreci ve sonuçlarıyla ilgili yargıda bulunmasıdır.
ÖĞRETİME
DÖNÜK UYGULAMALAR
Dikkati
Çekme
Algılamayı
Sağlama
Bilginin işleyen belleğe aktarılması algı
yoluyla sağlanabilir. Bunun için meselenin özü, altı çizilerek anlatılmalı,
gereksiz teferruatla talibin zihnini yormamalı.
Bilginin
Saklanmasına Yardım Etme
• Öğrencilere bilgiler özenli ve düzenli
biçimde örgütlenerek sunulmalıdır.
• Öğrencilerin öğrenmeyi amaçladıkları yeni
bilgiyle daha önce öğrenmiş oldukları bilgiler arasında ilişki kurmalarına yardım
edilmeli.
Geri
Getirme Yeterliğini Geliştirme
Bilişbilgisini
Güçlendirmeye Yardım Etme
• Öğrencilere bilişsel süreçlerin neler
olduğu, bunların öğrenmede nasıl etkili biçimde yönetilebileceği, onların
düzeyine uygun biçimde öğretilmeli.
Beyin Temelli Öğrenme ve Yapılandırmacılık
Beyin temelli öğrenme kuramı, öğrenme
sürecinde, beynin en etkili bir biçimde nasıl işe koşulabileceğinin yol ve
yöntemleri üzerinde duran bir sistemdir. Beyin temelli öğrenme kuramı, öğrenmeyi
biyokimyasal ya da elektrokimyasal bir değişme (beyin hücreleri ile
hücrelerarası bağ kurma) olarak görmekte ve açıklamaktadır.
Beynin her bir bölümünün ustalaştığı işlemler
vardır.
Beyin; beyin
sapı, limbik sistem ve neokorteks olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır.
Beyin sapı olarak adlandırılan bölüm, nefes alıp verme ve kalp atışı gibi vücut
fonksiyonlarını kontrol eder.
Beyin sapının üstünde yer alan Limbik sistem, hafıza, duygu ve güdülenme ile ilgili
olan kısımdır. Hatırlamayla ilgili öğrenmelerin meydana geldiği hipokampüs; duyu organlarından gelen bilgileri
kortekse ileten talamus; cinsel dürtüleri ve diğer
güdüleri kontrol eden hipotalamus; kaygı ve
korkuları kontrol eden amigdala Limbik sistem
içerisinde yer almaktadır.
Neokorteks, iki yarım küreden oluş. Görme, işitme, konuşma, düşünme,
analiz yapma ve olasılıkları planlama gibi üst düzey becerileri yerine getirir.
Beyindeki temel bilgi işleme birimi,
elektriksel hareketleri toplayıp gönderebilen nöronlardır. Nöronlar; hücre gövdesi, dentrit ve aksonlardan oluşur.
Beyin temelli öğrenme kuramcıları öğrenmeyi
elektrokimyasal bir süreç olarak görmektedirler. Bu görüşe göre, duyular tarafından
üretilen elektrik enerjisi beynin orta bölgesindeki talamusa gelir. Hücre
gövdesi, aksonu elektrik enerjisi ile uyardığında, o da diğer kimyasalları
sinaptik boşluğa doğru gönderir. Nöronlar
birbirleri ile iletişim kurduklarında öğrenme meydana gelir.
Beynin bir yarı küresindeki baskınlığın öğrenme
hızını da etkilediği sonucuna ulaşılmıştır. Öğrenme biçimlerinin kişiden kişiye
değişiklik göstermesinin nedeni olarak da yarı küre baskınlığı
gösterilmektedir. Sol yarıkürenin analitik ve mantıksal işlemlere yönelik, sağ
yarıkürenin ise duygusal işlemlere yönelik çalıştığı varsayılır.
Beyin
Temelli Öğrenme ve Öğretme Süreci
Beyin temelli öğrenme kuramı, öğrenci
merkezli eğitim ortamlarını öngörür. Ders materyallerinden öğrenilen bilgilerden
daha çok gerçek yaşamla ilgili öğrenmeler vurgulanır. Öğretme-öğrenme süreci üç önemli aşamadan oluşmaktadır.
Bunlar; almaya hazır olma, uyumlu daldırma ve etkin süreçleme biçiminde sıralanmaktadır.
Almaya Hazır Olma: Bu aşama, öğrencilerin fiziksel, sosyal ve zihinsel olarak
kendilerini öğrenmeye hazır hissetmeleri ile ilgilidir. Almaya hazır olma, temelde öğrenme ortamının kaygı ve
stresten uzak olması gerekliliğini vurgular.
Uyumlu daldırma: Bu aşamada önemli olan; içeriğin özünü oluşturan bilgiyi öğrencilerin
zihninde anlamlı kılmaktır. Öğrenme ortamı keşfetme,
inceleme ve araştırma soruşturma için öğrencilere zengin uyarıcılar sunmalıdır.
Etkin Süreçleme: Bilginin anlamlı olarak içselleştirilmesidir. Etkin işleme
sürecinin üst düzey düşünme, ayrıntılı düşünme, yaratıcı işleme ve birleştirme
olmak üzere dört ögesi vardır.
Beyin
Temelli Öğrenme İlkeleri
•Beyin, paralel bir işlemcidir. İnsan
beyninde birçok işlem birlikte yürütülür.
•Öğrenme, tüm fizyoloji ile ilgilidir.
•Anlam arayışı içsel ve doğuştandır.
•Anlam arayışı, örüntüleme ile oluşur.
Örüntüleme, bilginin anlamlı bir biçimde örgütlenmesine, yapılanmasına işaret
eder.
•Örüntülemede duygular önemlidir.
•Beyin, parça ve bütünü aynı anda işler.
•Öğrenme, çevresel algıyı ve odaklanmış
dikkati gerektirir.
•Öğrenme, bilinç ve bilinç dışı süreçleri
içerir. Öğrendiklerimiz bilinçli olarak anladıklarımızdan daha çoktur.
•Uzamsal bellek sistemi (dikkat
gerektirmez, sürekli çalışır) ve Mekanik öğrenme sistemi (Bilgiyi depolamak
için yapılandırılmış bir sistemdir) olmak üzere en az iki farklı türde bellek
vardır.
•Olgu ve beceriler uzamsal bellekte yapılandırıldığında
daha nitelikli olarak anlaşılır ve hatırlanır.
•Öğrenme zorlama ile zenginleşir, tehditle
engellenir.
•Her beyin kendine özgüdür.
YAPILANDIRMACILIK
İngilizcedeki “constructivism”
sözcüğünün kavramsal karşılığı olarak kullanılmaktadır. Yapılandırmacılıkta
bilginin hiçbir zaman onu öğrenen kişiden bağımsız olmadığı, duruma özgü, bağlamsal
ve bireysel anlamların görünümü olduğu kabul edilmektedir.
Felsefeci Giambatista Vico’nun 18. yüzyılda söylediği “Bir şeyi bilen onu açıklayabilendir”
şeklindeki açıklamaları aslında yapılandırmacılığı vurgulamaktadır. Immanual Kant, bu düşünceyi geliştirerek insanın
bilgiyi almada etkin (aktif) olduğunu, yeni bilgiyi daha önceki bilgileriyle
ilişkilendirdiğini ve onu kendi yorumu ile kendisinin yarattığı görüşünü
savunmuştur.
Bireyin bilgi sahibi olabilmesi, onun
gözlemleri, deneyimleri ya da etkinlikleri sonucunda çevresine ait veriler
toplaması ve o verilere kendi zihninde bir anlam yüklemesi süreci ile gerçekleşir.
Bilgi bireyin kendisi tarafından yapılandırılır.
Bilgi değişken bir yapıya sahiptir.
Bilgi bir birikim sonucu oluşur.
Yapılandırmacılık
ve Öğrenme
Yapılandırmacılık görüşünü savunanlar öğrenmeyi
yeni bilgiyi bulmak ve önceki deneyim ve bilgilere bağlayarak yapısallaştırmak
olarak açıklarlar.
Bu kuramda bireyin bilgiyi oluşturma süreci
iki farklı yaklaşımla açıklanmaktadır. Bunlar; bilişsel
yapılandırmacılık ve sosyal yapılandırmacılıktır.
Kökenleri Piaget’nin kuramına dayanan bilişsel
yapılandırmacılıkta öğrenme, bilginin içsel olarak yapılandırılmasıyla,
deneyimlerin yorumlandığı ve analiz edildiği bilişsel bir süreç olarak açıklanır.
Birey karşılaştığı yeni durumda önceden sahip olduğu bilgi ve deneyimleri kullanarak
kendi bilgisini yapılandırır.
Sosyal yapılandırmacılık, öğrenmeyi,
bireyin yaşadığı toplumsal ve kültürel doku içinde gerçekleştirdiği bilinçli
bir etkinlik olarak değerlendirir. Öğrenmede kültürün ve dilin önemli bir işlevi
vardır. Bilgi sosyal etkileşimle oluşur.
Vygotsky, bilişsel gelişimi üç temel kavramla açıklamaktadır:
1) içselleştirme (edinilen bilgiyi ancak
bilgi sahibi kullanabilir)
2) yakınsal gelişim alanı (bireyin kişisel
sorun çözme kapasitesi ile sorunu çözerken aldığı yardım sonucunda ulaştığı
potansiyel gelişim düzeyi arasında farklılığa işaret eder).
3) destekleyicilik (öğretmen ya da ailenin
bireye sağladığı katkıyı ifade eder).
Yapılandırmacı
Öğretme-Öğrenme İlkeleri
• Öğrenci özerkliği ve girişimleri
desteklenmelidir.
• Öğrencilere onları düşünmeye, konuyu
araştırmaya sevk edecek sorular sorulmalıdır.
• Öğrencilerin doğal merakları beslenmeli,
desteklenmelidir.
• Öğrenme, durumsaldır, sosyaldir ve
çevresel koşullardan etkilenir.
Yapılandırmacılığın
öğretime ilişkin beş temel ögesi
1) Ön Bilginin Harekete Geçirilmesi
2) Yeni Bilgilerin Kazanılması (Öğrencinin
bilgileri anlamalarını sağlamak için, onların “bütünü”, bütünün “ilgili
parçalarını” ve “bu parçalar ile bütün arasındaki ilişkiyi” açıkça görmeleri
gerekmektedir).
3) Bilginin Anlaşılması
4) Bilginin Uygulanması
5) Bilginin Farkında Olunması (Öğrencilerin
kazandıkları yeni bilgiyi gerçek yaşamda nasıl kullanabilecekleri
belirlenmelidir).
Yapılandırmacılıkta
Öğrenci, Öğretmen ve Program
• Yapılandırmacı öğretmenler, dersleri büyük
düşünceler çevresinde yapılandırır. Tümdengelim yaklaşımını benimserler.
Yapılandırmacı program tasarıları; öğrenenlerin
ilgilerine, ön yaşantılarına ve ön bilgilerine öncelik tanımalı, daha esnek ve
öğrenen görüşlerine dayalı olarak öğretmen ve öğrenenlerle birlikte hazırlanmalıdır.
• Öğretmen, bilgiyi sunmak yerine öğrenme
çabalarını desteklemelidir.
Öğrenenlerin sahip olduğu bilgi birikimi
farklılık gösterdiğinden, yapılandırmacılıkta tek doğru yoktur. Bu nedenle hedefler
kesin olarak belirlenemez. Yalnızca öğrenenlerin ulaşmaları beklenen genel hedefler
vardır.
Hedefler en az istenilenden en çok tatmin olunana
doğru bir hiyerarşi içinde düzenlenmektedir.
Yapılandırmacı program tasarımlarında daha
çok mantıklı düşünme, eleştirel düşünme, bilgiyi anlama ve kullanma, öz
düzenleme ve zihinsel yansıtma gibi üst düzey düşünmeye yönelik hedefler ön plana
çıkmakta; öğrenenlerin bilgiyi hatırlamasına değil, daha çok bilimsel araştırmacı,
sorun çözücü, özerk ve öğrenebilen bireyler olmalarına yardımcı olacak hedefler
üzerinde durulmaktadır
Yapılandırmacı değerlendirme, öğrenenleri
birbirleriyle karşılaştırmak yerine, onlara öğrenmelerini paylaşmaları yoluyla
daha fazla öğrenmeleri için fırsat verir.
---
Eğitim Psikoloji
Editör: Prof. Dr. Gürhan Can
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2241
Ocak 2013, Eskişehir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder