Andre
Bonnard - Antik
Yunan Uygarlığı 2
Antigone’den
Sokrates’e
Bölüm
1
Antigone’nin Verdiği Söz
Tragedya planında, şairin özgün görevi
insanların eğitmeni olmaktır. Tragedya genel olarak didaktik bir türdür.
Tragedya yazarı mesajını, temsil ettiği
olay aracılığıyla aktarmaya çalışır.
Çoğu tragedya korku ve umut arasında
kararsız düşüncenin salınımıyla biter. Biter mi? Hiçbir büyük tragedya asla
tamamıyla sona ermemiştir.
Antigone
(Antigone) O, bir zamanların dili ile bize
en güncel dersleri veren tragedyadır.
Olaylar başlamadan önce, Kral Oidipus’un
yasal varisleri olan iki kardeş Eteokles ve Polyneikes, Thebai Savaş’ında
surların dibinde birbirlerini öldürüler.
Polyneikes bu savaşta yabancılardan yardım
aldığı için hain durumundadır.
Kardeşlerin ölümü üzerine taht, (amca)
Kreon’a kalır. Kreon kuralcı biridir. İlk sayfalarda iyi biri gibi görünür. Tahta
çıktıktan sonra kötü yüzünü ortaya koyar. Eteokles’in cenazesi için hazırlık
yapılmasını, Polyneikes’in cenazesinin ise hayvanlara atılmasını emreder.
Antigone, kardeşinin onurunu geri kazanmaya
karar verir. Polyneikes’i, emre rağmen gömmeye karar verir. Kardeşi Ismene’den
yardım ister ancak Ismene “bu delilik” diyerek yardım etmez.
Antigone, askerler tarafından alıkonulup
Kreon’un karşısına çıkarılır. Kralın buyruğuna karşı vicdanının sesini
dinlediğini, kralın yasasına karşı vicdanın yasasına kulak verdiğini söyleyerek
kendini savunur. Antigone’nin savunması kralı öfkelendirir. Onu da ölüme mahkûm
eder. Hızını alamayıp İsmene için de aynı hükmü verir. Daha önce Antigone’ye
yardım etmediği için vicdan azabı çeken İsmene bu kararı mutlulukla karşılar.
Ancak Antigone onu hâlâ daha affetmez.
Kreon’un oğlu Haimon, kralın huzuruna çıkıp
genç kızın bağışlanmasını ister. Haimon Antigone’ye âşıktır ancak sırf bu aşk
yüzünden babasının karşısına çıkmamıştır; Haimon adalete, sadece adalete vurgu
yaparak babasıyla konuşur. Kreon daha da hiddetlenir. Antigone’nin diri diri
mağaraya gömülmesi talimatını verir. İsmene’yi ise serbest bırakır.
Haimon, Antigone’nin serbest bırakılması
için çabaladıysa da bir sonuç alamaz. Antigone, kaçınılmaz yazgısını
kabullenerek terkedildiği kayalıklarda intihar eder.
Antigone’nin ölümü üzerine Haimon da
intihar eder. Kralın karısı Eurydike, yaşananlara katlanamaz ve intihar eder.
Kreon nihayet verdiği yanlış kararların acısıyla yüzleşir. Ölümü dilenir ancak
ölüm ona cevap vermez.
“Ben kini değil sevgiyi paylaşmak için
geldim dünyaya”
Antigone, kendini kuşatan kölelik güçleri
üzerinde özgür ruhun üstünlüğünün güvencesidir.
Bölüm
II
Taşı
Yontmak, Bronzu Dökmek
Yunanlılar şair oldukları kadar
heykelcidirler de.
Arkaik dönemin heykelleri ve
silik-kabartmaları, rölyefleri onları tasarlayan kişiden daha cesur ve çok
acemi bir el tarafından yontulmuşlardır. Ama klasik dönemin sanatında (I.Ö. V.
ve IV. yüzyıl) -alınlıklarında ve tavan pervazlarındaki heykel ve kabartmalar
dışında- yaratıcısının elinden çıkma, bir ustanın bir tek özgün yapıtı olarak,
eşsiz Praksiteles’in (Praksitelis) Hermes’inden söz edebiliriz.
Klasik çağın en büyük sanatçılarından üçü: Myron,
Polykleitos ve Lysippos.
Onların ellerinden çıkma hiçbir bronz bize
ulaşmış değildir.
Yunan uygarlığı çağını izleyen yüzyıllar
boyunca, bronz başyapıtları saklamak yerine, çanlar ya da paralar, daha sonra
toplar yapmak üzere bunları eritmeyi yeğlemişlerdir. (s. 44)
Michelangelo’nun dediği gibi, “insan el ile değil, beyin ile resim yapar-,
özgür beyni olmayan kişi utanca sığınır.” Sanatçı bu engellerle savaşarak
yapıtını yaratır.
Xoana / işlenmiş parçalar (ahşaptan yapılan
ilk el işi ürünler)
Yunanistan’dan elimizde kalan ilk
heykellerden biri olan Samos Herası: Aşağı yukarı 560 tarihinden kalmadır. Bu
yapıt elbette bir xoanon değildir. Bugüne hiç xoanon kalmamıştır. Ama bu heykel
ahşap gövde üslubunu apaçık yansıtmaktadır. Bütünüyle yuvarlaktır.
Arkaik Yunan sanatı hemen yalnızca iki
temel tipe sarılır.
Biri çıplak delikanlı (kuros), öteki
giyinik genç kız (kore).
Kuros heykellerinde bel ne kadar inceyse
omuzlar da o kadar güçlü; kalçalar fırlak olacak kadar sıkıdır. Karın düzdür.
…bacaklardan biri öbürüne göre biraz
öndedir. Genellikle sol bacak. Burada Yunan heykelciliği üzerinde Mısır
heykelciliğinin etkisinin bir göstergesi vardır. Mısır sanatında sol bacak ayin
usulü gereği öndedir. Yunan ülkesinde bu duruşu haklı gösterecek böyle
gerekçeler görülmez.
Birbirine benzer iki Kore bulamazsınız. Her
sanatçı bu tipe başka hoş uyumsuzluklar sokar. Giysi modelleri birbirine
karışır.
Erkek ve kadın bedeni gerçekten de
tanrıların en iyi tasviri, en doğru görüntüsüdür. Yunan sanatçısı bu tür
görüntüler yontarak halkının tanrılarını canlandırır.
Myron Disk Atan Atlet ile bizleri,
hareketin birden her şeye egemen olduğu, insanın, dengenin içerdiği bir güç
sarhoşluğu ile karşı karşıya kaldığı bir eylem dünyasına götürür. Bu bakımdan,
çağdaşı Aiskhylos nasıl dramatik olayın yaratıcısı ise, Myron da heykel
sanatının kurucusudur, ikisi de insan gücünün sınırlarını keşfederler.
Harekete hâkim olan, zamana da hâkim olur.
Polykleitos Kargı Taşıyan Adam (Goriforos)
ile başka heykellerde kişisini yürütmemekle birlikte, bizde yürüyüşün sürekli
olduğu izlenimi bırakır.
Heykel sanatının zirvesi; Pheidias…
Bölüm
3
Bilim
Doğdu, Dünya Açıklanıyor Artık
Thales ve Demokritos
İnsana doğal çevresine egemen olma olanağı
veren şey bilimin kendisidir.
Böyle bir bilim anlayışı -son derece cesur
bir anlayıştır- Yunanlılarda bütün açıklığıyla İ.Ö. 600 yılına doğru, Thales
döneminde görülür.
“Bilgisizlik, ağır yük.”
Thales bir Yunanlı tüccarlar kentinde
yaşar. Araştırmalarında faydacılık ilkesine uyar.
Demek oluyor ki bilimin kökeninde
pratikten, uygulamadan başka bir şey yoktur.
Miletli Thales büyük bir gezgindir.
Mısır’ı, Ön Asya’yı, Kalde’yi dolaştı, bu ülkelerde eski bilgi kalıntıları,
özellikle de gök ve yerle ilgili çok sayıda olgu derledi ve bunları özgün bir
biçimde bir araya getirmeyi düşündü.
Yolculukları döneminde Kroisos’un (Krisos)
hizmetinde askeri mühendis oldu, tamamen pratik problemler çözmekle uğraşır.
(s. 79)
…yıldızları tanrı saymak yerine (…) Thales
onları doğal nesneler olarak görmektedir. Ona göre bunlar topraksı yapıda veya
ateş halindedirler. Ayın düz bir çizgi üzerinde dünya ile güneş arasına girerek
güneşin tutulmasına neden olduğunu ilkin Thales söylemiştir.
Thales ve İonialı ilk bilginler, dünyanın
hangi maddeden yapıldığını keşfetmeye çalışırlar.
Thales’e göre, ilk başta su vardı ve temel
madde olan sudan, onun tortusu konumundaki toprak ve de suyun buharları,
buğuları olan hava ve ateş doğmuştur. Her şey sudan doğar ve her şey suya
döner.
Öncelikle, ne olursa olsun, doğaya, “physis”e sıkı sıkıya bağlı bir fizikçidir. Her şeyi
doğadan bulur, onun dışında bir şey aramaz. Maddenin terimleriyle düşünür: Bir
maddecidir o.
Onlar için (Thales ve izleyicileri) her
madde canlıdır.
…onlar için maddi ile maddi olmayan
arasında fark yoktu.
Daha sonra, Yunanlılar, bu eski İonialılara,
hylozoistler adını takıyorlardı; yani maddenin canlı olduğunu düşünenler ya da
yaşamın -ya da ruhun- dünyaya maddeden başka şeyle gelmediğini, maddenin içinde
olduğunu, hatta maddenin davranışı olduğunu düşünenler...
Anaksimandros, zekâsının bir yönüyle çok dikkatli bir teknisyendir: ilk
coğrafya haritalarını o hazırlamıştır; bir güneş saati yapmak üzere
Babillilerin icat ettiği mili ilk o kullanır. (…) bununla bir polos yaptı ki, bu ilk saatti.
Thales ardıllarının çabaları I.Ö. V.
yüzyılın iki büyük keşfine yardım etti:
Birincisi, içinde güneşin bir günde
hareketini tamamladığı ya da tamamlamış gibi göründüğü plana oranla eğik olan
bir plana göre, gökküre üzerinde güneşin yıllık hareketinin kesin bilgisidir.
İkincisi ise, V. yüzyıl sonlarında yaşamış kimi bilginin zaten bildiği, müzik
aralıklarının matematik değerle belirlenmesidir. (s. 88)
Demokritos sonradan kendisinin geliştirdiği duyumcu materyalizmin hemen
hemen tanınmayan babası Leukippos’un Abdera’da derslerine katıldı.
Bütün büyük Yunan düşünürleri gibi
Demokritos da büyük bir gezgindi.
Einstein, 1905 yılında, birinin bir atomu
parçalayıp maddeyi yok etmeyi başarmasından yıllar önce, yalnız kâğıt, kalem ve
beyni ile maddenin yok edilebileceğini ve bu olurken korkunç enerji
miktarlarını açığa çıkaracağını önceden haber veriyordu.
Demek ki Demokritos, sisteminde, bir yanda
atomlar, öte yanda boşluk olmak üzere yalnızca iki temel gerçeklikten yola
çıkmaktadır.
Demokritos tarafından atomlar şöyle
tanımlanır: Bölünmez (atom bölünemez demektir: Demokritos atomun parçalanması
olanağını kabul etmiyordu), çözülmez sağlam cisimcikler. Sayıları sonsuz ve
kalıcıdırlar. Boşlukta devinirler. Bu hareket onların dışında gelişmez. Hareket
madde ile birlikte vardır: Madde gibi, asildir. Atomların birbirinden farklı,
belli bir biçim ve boyutlarına bağlı bir ağırlıktan başka özellikleri yoktur.
Demokritos’un öğretisi aslında, İonialı
eski maddecilerden sonra, Yunan ilkçağının gerçekten tanrıtanımaz ilk öğretisidir.
Hemşehrileri “O bir deli” diyorlardı. Her
zaman okumakta ve yazmaktadır. “Onu okuma mahvetti!”
Bölüm
4
Sophokles ve Oidipus
Yazgıya
Yanıt
Sophokles (…) kaderin belirsizliği ve
ahlakın boşlukları karşısında inançlıdır.
I.Ö. 420 yılında Kral Oidipus'u yazar: Bu
sırada yetmiş beş yaşındadır. 405’te, doksan yaşında, Oidipus Kolonos’ta’yı,
yazar.
Efsanenin konusu: biliniyor. Bir adam,
babası olduğunu bilmeden, onu öldürür; istemeden annesiyle evlenir. Tanrılar
onu bu suçlardan ötürü cezalandırırlar; oysa tanrılar daha o doğmadan yazgısını
bu suçlara yöneltmişlerdir. Oidipus, bizim sorumlu tutmadığımız bu hatalarla
suçlanır; tanrılardan bağış diler…
İlk sahne: Kral Oidipus sarayının
basamaklarındadır.
Thebai’nin üstüne bir felaket, yaşam
tohumlarını yok eden bir salgın çökmüştür. Oidipus vaktiyle siteyi Sfenksden
kurtarmıştı. Bugün de ülkeyi kurtarmak yine ona düşer.
Oidipus, Kreon’u salgının nedenini
öğrenmesi için Apollon tapınağına gönderir. Kâhinlerin yanıtı bu beladan
kurtulmak için eski Kral Laios’un katilinin bulunması ve cezalandırılması
gerektiğidir.
Oidipus soruşturmaya başlar. Kör kâhin
Teiresias’la konuşur. Teiresias muğlak sözlerle Oidipus’u kuşkuya düşürür.
Katille ilgili bilgiler kendisini işaret etmektedir. Bu sırada babası bildiği
Korinthos Kralı Polibos’un ölüm haberi gelir. Oidipus bu haber üzerine
Teiresias’a inanmaz. Haberci Oidipus’a gerçek babasının Polibos olmadığını
anlatır. Oidipus karısı (annesi) İokaste’ye eski kralı (Laios) sorar.
İokaste’nin tarifine göre eski kral, Oidipus’un yıllar önce üç yol ağzında
öldürdüğü adamdır. Bu haberi kimden aldığını sorar. Öğrenir ki Laios’u
öldürdüğü gün yanından kaçan askerdir haberi İokaste’ye getiren. Bu asker aynı
zamanda doğduğu zaman Oidipus’u dağda bir çobana bırakan askerdir.
Gerçekleri öğrenen İokaste intihar eder.
Oidipus’te İokaste’nin yakasından aldığı iğneleri gözlerine saplayarak kendini
cezalandırır.
Ölümlülerin hiçbir suçu, hiçbir
ihtiyatsızlığı tanrısal gazabı haklı göstermez. Laios ile İokaste adım adım
ilerleyen olası suçu önlemek için ellerinden gelen her şeyi yaparlar: Tek
çocuklarını ölümle karşı karşıya bırakırlar. Oidipus da aynı şeyi yapar: ikinci
kehaneti duyunca anne ve babasını terk eder. Drama boyunca Oidipus’un iyi
niyeti de, inancı da hiçbir durumda bocalamaz. Yalnızca bir arzusu vardır,
ülkesini kurtarmak.
Peki suçlu kimdir? Tanrı. Cinayete yol açan
olaylar dizisini, bir akıl belirtisi olmaksızın, yalnızca o başlatmıştır.
Bilgimiz her zaman cehaletle karışık olsa
da, var olmak için çalışmak zorunda olduğumuz dünya, gizli işleyişiyle, her ne
kadar bizim için henüz hemen bütünüyle karanlıkta olsa da evren tarafından
sanki her şeyi biliyormuşuz gibi görülmek her yazgının sessiz tehdididir.
Sophokles bizi uyarır. Aralarındaki dengenin, dünyada yaşamı oluşturan güçlerin
tümünü birden bilemez insan. Demek ki, doğal körlüğünün tutsağı olan
insanoğlunun iyi niyeti, onu felaketten korumak için yetersiz kalabiliyor. (s.
114-115)
Oidipus kendi gözlerini deşerken, insanın
cahilliğini görünür kılar.
(Teiresias) Gözü gören karanlıklar içinde
kalmışken kör olan, Görünmezin gözleriyle görüyordu.
Oidipus Kolonos’ta Oidipus ile tanrılar
arasındaki tartışmanın bir devamıdır.
Sophokles, bu tragedyada insani durum ile
tanrısal durum arasına bir köprü, hakça bir iskele kurmaya kalkışır, insanı
tanrıdan -yaşamı ölümden- ayıran uçurumu Yunan tragedyası, yalnız Oidipus
Kolonos’ta adlı oyunda aşar.
Çıplak ayaklı kör ihtiyar ve genç kız taşlı
yollarda yürümektedirler.
İhtiyar yorgundur, oturmak ister. Nerede
olduğunu sorar
Antigone körün yerine görür.
Oidipus kızına, yıkımında kendini korumak
için şu üç şeyin yettiğini söyler: “sevmek” anlamına da gelen bir sözcükle
adlandırdığı sabır, tevekkül, varlık ve nesnelere karşı aşkla karışan o
tevekkül. En sonu üçüncü ve en etkili olan şey felaketin bozamadığı doğasının
bir soyluluğu, bir yücegönüllülüğü olan “ruhun sarsılmazlığı”dır.
Yolda ayak sesleri duyulur.
Uzun süre gizlenecek gibi biri olmayan
Oidipus birden ortaya çıkar. Ölümünü savunmaya gelir.
“Git buradan, bu ülkeden git.” Oidipus
lekeli bir kişidir: Onu kovacaklardır.
Oidipus (…) kendini savunur.
Köylüler geri çekilirler.
Oğlu Polyneikes gelir ve babasının
vasiyetinden nemalanmak ister ancak Oidipus onu dinlemez (kardeşi Eteokles’le
taht kavgasına girmiştir).
Oğullarına beddua eder. Birbirlerini
öldürmelerini diler.
Bir gökgürültüsü yankılanır. Oidipus
kendisini çağıran Zeus’un sesini tanır.
Kral Theseus’la konuşmak, ona öleceği yeri
göstermek üzere yürümeye başlar. Kalabalığın arasına karışıp gözden kaybolur.
“Acılı doğdum ben.”
Yaşamak acıyı göze almaktır.
Bölüm
5
Pindaros
Şairler
Prensi ve Prenslerin Şairi
Bu göz kamaştıran şair Aiskhylos ve
Aristophanes ile birlikte, üç ustadan biridir.
Sportif başarıları koro şarkılarıyla öven
bu şair döneminin önde gelen politikacıları ve krallarıyla dostluklar kurdu,
bazılarına danışmanlık yaptı.
İnsanın özgürlüğü, saygınlığı her şeyden
önce bedenine sahip olmasındadır. Ona göre “Gençlerin güzel kolları ve
bacakları” insan yaşamının temel kazanmalarından biridir.
Bölüm
6
Herodotos
Eski
Kıtayı Keşfediyor
Herodotos’a tarihin babası derler.
Coğrafyanın babası da denseydi yanlış olmazdı.
Herodotos’un asıl tasarısı ilkin Med
savaşlarının büyük kahramanlıklarını anlatmaktı.
Med savaşları genç Yunanistan için tam bir
yıkım oldu. Özgürlük mücadeleleri, sonunda zaferle sonuçlandı.
Yapıtının adı açıkça Araştırmalar’dır;
Yunancada Historial o dönemde araştırmalardan başka anlamı olmayan bir
sözcüktür.
Herodotos dürüstçe doğruyu arar ve dünyanın
öbür ucu peşinde koşmak için kendini büyük sıkıntılara sokar.
O çok namuslu, çok da hayalci, ama
tamamıyla doğru sözlü bir insandır.
Nil vadisi boyunca yaklaşık 1000 km yol kat
etti. Daha sonra Babil ülkesine gitti. Kuzeyde Karadeniz kıyısı boyunca
kurulmuş olan Yunan kolonilerini gezdi. Bugünkü Ukrayna topraklarını dolaştı.
Batı’da İtalya’da yeni kurulan bir Yunan kolonisine yardım etti. Sonra güneye
indi, bugünkü Trablus’u gezdi.
Bölüm
7
V.
Yüzyılda Hekimliğin Durumu
Hippokrates
Aiskhylos’un tragedyasında, ilk insanlığın
kendisine borçlu olduğu nimetleri sayan Prometheus ilk sırayı hekimliğe
vermekteydi.
Hippokrates Koleksiyonu içinde üç büyük
hekimler ailesini ayırt etmek mümkündür:
a) Kuramcı hekimler
b) Knidos okulu (olgulara bağlıdırlar,
felsefi kuramcı hekimlere karşıdırlar).
c) Kos okulu (Hippokrates ve öğrencilerinin
ekolüdür. Gözleme dayalı deneysel yöntemleri savunurlar).
Bu üç grup yazar da tapınak hekimliğine
karşıdırlar. Ama bir bilim olarak tıbbı, yalnız bu sonuncu grup kurar.
Yeller kitabı: hastalıkların nedeni olarak
havanın ve esintinin rolü hakkında süslü bir bilimsel yazıdır.
Rejim Üstüne adlı kitapta, hayretle
Yenilebilir Otlar ve özellikleri hakkında çok iyi düzenlenmiş bir katalog
buluruz.
Yedi ve Sekiz Aylık Ceninler Üstüne: doğumdan
hemen sonra çocuğun karşı karşıya kaldığı tehlikeler hakkında en azından doğru,
hatta dokunaklı bir sayfa içerir.
İç Hastalıkları ve Hastalıklar: Knidos
okulunun hekimliğini temsil eder.
Kalp Üzerine: “İki karıncık insan yaşamının
kaynağıdır. Vücudun içini tamamıyla sulayan (iki) ırmak (Akciğer atardamarı ve
aort) buralardan çıkar: Canın evi bu ırmaklarla sulanır. Bu kaynaklar kuruyacak
olursa insan ölür.”
Hippokrates bu kitapların tamamının yazarı
değildir ancak şüphe yok ki şüpheli olanlar Hippokrates’in öğrencileri
tarafından yazılmıştır.
Hippokrates’in yazdıkları: Havalara Dair, Sulara Dair ve Yerlere Dair, Tanı Hakkında,
Ağır Hastalıklarda Rejim Hakkında, Salgın Hastalıklar I ve III kitaplar,
Özdeyişler (ilk dört bölüm), en sonu, Koleksiyonun başyapıtları olan cerrahlık
kitapları Çıkıklar Hakkında ve Kırıklar Hakkında kaleme aldığı kitaplarıdır.
Hippokrates Kos’da doğdu. Demokritos ve
Thukydides’in çağdaşıdır.
Sağlığında büyük bir üne kavuştu. Çok uzun
bir hayat yaşadı (bazı kaynaklar yüz otuz yıl yaşadığı söyler).
Havalara Dair, Sulara Dair ve Yerlere Dair
adlı kitaplar, yaşanılan ortamın, insanların sağlığı ile ilişkileri üstüne son
derece yararlı araştırmalar sonucu ortaya çıkan çalışmalardır.
Hippokrates her insanın yaşam tarzının
tanınmasının hekim için de sağlık bilimci için de yararlı olduğunu bilir.
Hekim evlere ancak “hastaların iyiliği
için” girer.
Bölüm
8
Aristophanes ve Gülmek
Yergili gülüş ve neşeli gülüş.
Aristophanes’in gülüşü tümüyle ikisi arasında gidip gelir.
Kurbağalar’daki Aiskhylos: Aiskhylos’u çok
seven ve onunla dostça dalga geçen yergici Aristophanes’e göre o savaşçıların
ve yalancı pehlivanların şairidir.
Sokrates’e, ukala hekim maskesini giydirmiş
gibidir.
Aristophanes bir köy çocuğudur.
Aristophanes gerçekten, yalnızca ve
özellikle olağanüstü bir kişilik mucidi değil, her şeyden önce inanılmaz bir
komik olay mucididir. Saçma bir durumdan, mantığa aykırı, toplumsal ya da
ahlaki denge yasalarına meydan okuyan bir durumdan yola çıkmayan bir komedisi
yok gibidir.
Lysistrata
Bütün kadınlar barış aşkıyla erkekleri
nefis egemenliğine zorlasalardı ne olurdu dersiniz?
Barış
Trygaios adını (yeni şarap tadan demektir)
taşıyan ve hep yapılacağı söylenen ama hiç yapılmayan barış konusunda,
politikacı lakırdılarından bıkıp, kendi başına Barışı gökte, Olympos’ta aramaya
karar veren bir bağcının öyküsüdür bu.
Barış göktedir: Trygaios gidip onu orada
bulacak ve yeryüzüne getirecektir.
Kuşlar
Bir gün iki iyi yurttaş (Evelpides ile
Piseteres) Atina’dan bıktıklarını saptarlar.
Neden kuşların ülkesine gitmeyelim ki,
derler birbirlerine.
Kuş olmadan önce, vaktiyle bir insan gibi
yaşamış olan çavuşkuşu ile konuşur, ondan dünyanın bütün kuşlarını kendilerine
çağırmasını isterler.
Piseteres (…) dünya egemenliğinin eskiden
kuşlara ait olduğunu saptayan, birçok örnekle desteklenen güzel bir nutuk
çeker.
…onları krallıklarını yeniden ele geçirmeye
davet eder.
Nephelococcygie adında bir site kurulur.
İnsanlar, yeni siteye hizmet etmek
bahanesiyle oraya sızmak isterler. Ve Evelpides ile arkadaşının, tam da kaçmak,
uzaklaşmak istedikleri kişilerin yeniden ortaya çıktıkları görülür.
Bölüm
9
Gün
Batıyor
Yunan uygarlığının altın çağı: Bu altın çağ
İ.Ö. V. yüzyılın ikinci yarısı olan elli yıllık bir döneme yayılır, daha fazla
değildir.
Yirmi yedi yıl süren uzun bir savaş, V.
yüzyılın son çeyreği boyunca, başta Atina olmak üzere, Yunan sitelerinin diri
güçlerini tüketir. Buna yanlış olarak Peloponesos savaşı da deniyor: Gerçekte
ise antik dünyanın ilk dünya savaşıdır.
Peloponesos savaşından önce de, genişlemek
ve imparatorluğunu sağlamlaştırmak, müttefiklerini kendine bağlamak amacıyla
Atina tarafından on iki yıl süren bir başka savaş yürütülmüştür.
“Savaş şiddeti öğretir ve halk yığınlarının
tutkularını, olayların hoyratlığı ile uyuma sokar.” Thukydides
Peloponesos savaşı Atina’sında hafiyelik
ortalığı kasıp kavurur.
Atina bu korkunç yara yüzünden tamamen
çürür gider.
Yunanistan’ın ufkunda Hellen çağının sonuna
egemen olacak sefalet görüntüsü belirir.
Aristophanes, Plutos adlı komedyasında bu
manzarayı ortaya koyar.
Öykü şöyledir: …namuslu bir köylü olan
Khremylos oğlu konusunda ne yapması gerektiğini düşünmektedir. …onu azıcık
toprağını eşelemek ve hiçbir kazanç elde edememek üzere köyde mi bırakmalı,
yoksa namussuzlarla birlikte semirmek ve namussuzluğunun ödülünü Plutos’dan
(Servet Tanrısı) beklemek üzere kente mi yollamalıdır. Delphoi kâhinine
danışmaya gider. Pythia sorusuna karşılık vermez, ama tapınaktan çıkınca
rastlayacağı ilk kişiyi izlemesini salık verir. Bu kişi pasaklı ve hırpani,
ayrıca kör bir dilencidir. Plutos’un ta kendisidir.
Plutos yalnız doğruları ödüllendirdiği için
Zeus tarafından körlükle cezalandırılmıştır. Khremylos, onu körlükten
kurtarmaya karar verir.
Plutos iyileşince cumhuriyeti sağmal inek
gibi kullanan muhbir ve haydutların işleri bozulmaya başlar.
Khremylos Zenginlik tanrısının körlüğünü
iyileştirmeyi kafaya koyunca önüne umulmadık bir örnek kişi dikilir: Yoksulluk.
Onu dünyadan kovmak, der, insanların gerçek velinimetini kovmak demektir.
Güçleri yalnız yoksulluk harekete geçirir, gönenci ve mutluluğu sağlar.
Bölüm
10
Sokrates Bilmecesi
Sokrates niçin öldü? Hangi doğru ona
yaşamdan daha değerli görünür?
İ.Ö. 423: Aristophanes Bulutlar’ı yazar.
Sokrates o zaman 46 yaşındadır.
Aristophanes, bu komedyada Sokrates’i
renkli bir karikatür haline getirir.
Aristophanes’in Sokrates’i, yağmuru ve
fırtınaları Zeus’un işi olarak değil de bulutların işi olarak açıklar; bu
bakımdan o, sözcüğün kökensel anlamında, bir tanrıtanımazdır.
Öte yandan Bulutlar’ın Sokrates’i, gençlere
suçlarının, örneğin zinanın, cezai sonuçlarından kolay bir kurtulma yolu
sunarak, onların ahlakını bozar.
Platon yapıtlarında Sokrates’i Platoncu
idealizmin yaratıcısı olarak gösterir.
Ksenophon, Sokrates’in imgesini
çarpıtmıştır.
Burnet ile Taylor’a göre, Platon’un Diyalogları
uydurma ve şiir olmaktan çok uzak…
…tanıklıklar arasında birtakım uygunluklar
var…
Sokrates gençleri çok sevdi.
Ebe olan anası mesleklerin en eskisinde
uzmandır. Babası Parthenon’da kullanılan taş blokları yontan, yerleştiren ve
perdahlayan şu yontuculardan biridir.
Yaşamı boyunca marangoz ve duvarcı, arabacı
ve çömlekçi söyleşilerinde bulunacak ve onun ağzından politikacılara ve
safsatacılara cevabı yapıştıracaklardır.
Sokrates bir eşya üretmeye olanak veren
kuralların sıkılığına hayranlıkla bakar.
İnsanın içinde olan ve insanla ilgili olan
gerçeği ondan elde etmeye olanak veren bir yöntem arar, insan yaşamına ilişkin
bir bilim arar.
Sokrates şarabı severdi; ama bu yılmaz
içkiciyi kimse asla sarhoş görmemiştir. Sokrates genç bedenleri severdi; ama
davasında kimse onun bunu utanılacak bir alışkanlığa dönüştürdüğünü öne sürmeye
cesaret etmedi. (s. 275)
Çocukluk arkadaşlarından biri bu dünyada
Sokrates’den daha bilge bir adam olup olmadığını Apollon’un bilicisine sormayı
düşünür. “Ondan bilgesi hiç yoktur” karşılığını verir tanrı. Sokrates şaşıp
kalır.
Biliciyi doğrulamak için, yerleşik her
türlü bilgeliği incelemekten başka yol yoktur...
Otuz yıl boyunca, soru sorar, iddiaları
çürütür, “hava boşaltır”. Otuz yıl herkesle ve kendisi ile alay eder.
…herhangi bir gün, pazar meydanında, sabah
saatin onudur.
Sokrates meydanda tanınmış bir kişiyle karşılaştı.
Adaletin ne olduğunu sordu. Karşısındaki adam kendince makul bir cevap verir.
Sokrates, adamın söylediklerinin ne olduğunu bilmeden konuşan biri olduğuna
çevrede toplananları ikna ederek bu konuşmayı sonlandırır. Böylece düşman
kazanır.
Sokrates bilgelik ticaretinin orospuluk
olarak adlandırılmayı güzellik ticaretinden daha fazla hak ettiğini söyleyerek,
bilgi satmayı utanç verici buluyordu.
Sokrates’e göre, sofistlerin davet
ettikleri kuşku, bireyin yüz yanlış arasından ona çıkar sağlayan yanlışı
seçmesine olanak veren istediği gibi yararlandığı bir kuşkuculuktan başka bir
şey değildi.
İ.Ö. 399 yılının Şubat ayında (Sokrates
yetmiş yaşındaydı) Meletos adlı Atinalı bir genç şair arkhonun revakına
Sokrates’e karşı bir dava dilekçesi astı.
Meletos tarafından verilen dava
dilekçesinin yanına Anytos ile birlikte, Lykon adlı bir söylevci daha imza
atmıştı.
“Sokrates devletin kabul ettiği tanrılara
inanmamak ve siteye yeni tanrılar sokmaktan suçludur. O, gençlerin ahlakını
bozmaktan da suçludur: Önerilen ceza ölümdür. ”
…filozoflara karşı açılan Sokrates’inkinden
başka davalar olmuştur; ama yalnız Sokrates’in ölüm cezası mahkûmiyetinin
sonuca götürüldüğünü belirtmek çok önemlidir.
“Eğer beni ölüme mahkûm ederseniz bana değil,
kendinize haksızlık edersiniz... Şu anda kendimi savunmuyorum ben: Tam tersine.
Savunduğum sizsiniz.”
Sokrates iki yüz yirmiye karşı iki yüz
seksen bir oyla suçlu bulunur. Halk kaybetmiştir.
Sokrates otuz gün bekledi.
“Ama bilmen gerekir, Kriton, yanlış
konuşmak ruhlara yapılan bir kötülüktür. ”
---
Civilisation
Grecque
Türkçeleştiren: Kerem Kurtgözü
Evrensel Basım Yayın
Ekim 2004
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder