6 Mayıs 2015 Çarşamba

Knut Hamsun - Pan

Knut Hamsun - Pan
Teğmen Thomas Glah’ın Notlarından


Teğmen Thomas Glahn, eski bir askerdir, ormanda doğa ile bir başına, köpeği Aisopos ile birlikte yaşamaktadır.
Anlatının ilk bölümleri baharı müjdeleyen mevsime gönderme yaparak başlar. Baharlar açarken Teğmen’in kalbinde de kıpırtılar olur. Teğmen, yakın çevrede yaşayan kadınlara karşı kayıtsız değildir; Edvarda’yı görür, beğenir. İlgisini belli etse de aralarında sürekli bir ilişki, birliktelik oluşmaz.
Eva adlı bir başka hatun kişiye karşı da ilgisiz kalamaz, ancak ondaki bu sevgi pıtırcığı halleri bahar ve tabiatın uyanışına paralel bir sembolizmdir. Kurguda bir aşk ilişkisi yok, anlatının merkezi tamamen doğa. Aşka konu olan da esasında Teğmen’in doğaya olan bağlılığıdır (Teğmen = Pan). Edvarda ve Eva gibi tipler, teğmen gibi doğayla uyumlu tipler değildir, onlar kasabada yaşayan sosyal ve kültürel yapılar içerisinde konumlanmış insanlardır. Bu durum Teğmen’le aralarında bir tezat oluşturur (farklı dünyaların insanlarıdırlar yani). Teğmen, baharla paralel ruhundaki coşkunun etkisiyle seviyor ve yine mevsimler gibi bu duyguları da değişiyor. Yaz ayları geride kaldıktan sonra ismi geçen bu kadınlardan büsbütün uzaklaşıyor.

Romanın son bölümü bir başkasının tanıklığından aktarılıyor.
Teğmen Glahn, Norveç’i terk edip Hindistan’a gitmiş. Orada tanıştığı kıskanç mizaçlı yaşıtı bir gençle avlanmaya devam etmektedir. Diğer gencin hoşlandığı Maggie isimli hafifmeşrep bir hatun her iki avcıya karşı da ilgilidir. Kadın, avcıların arasını bozar ve nihayetinde teğmen Glahn, diğer avcının silahından çıkan mermiye hedef olur.

Knut Hamsun Hakkında
Norveç’in kuzeyinde doğdu (4 Ağustos 1859). Asıl ismi Knud Pedersen’dir.
Terzi olan babası karısı, kayın pederi ve altı çocuğunun geçiminden sorumluydu.
Hamsun sekiz yaşındayken sert mizaçlı bir adam olan dayısının teklifiyle eğitim için dayısının yanına gönderilir. Bu rahibin yanında geçirdiği dört-beş yıl onun için tam bir kâbus olmuştur.
On dört yaşında, doğduğu kasabada tezgâhtarlık yapmaya başladı.
Tüccar iflas edince bulduğu kafa dengi bir elemanla birlikte çerçilik yapmaya başladı.
On sekizinci yaşında küçük bir aşk romanı yazdı (Esrarengiz Adam).
Bir yıl sonra Bir Karşılaşma adlı romanını yazdı.
Çokça okuyordu, belki de bu nedenle göz sağlığı kaybetti, hayatının geri kalanında baktığıyla gözleri arasında cam çerçeve bulundurmak zorunda kaldı.
Yine bir aşk romanı yazdı: Björger.
Bir köy hikâyesi (Frida) ve şiirler yazdı.
Norveç’in en büyük yazarı olan Björnson’un karşısına çıktı, ondan övgü alamadı.
Kristiania’da (bugünkü Oslo) yazdıklarını satmaya çalışarak yaşamaya çalıştı. Parası bitti, açlıkla tanıştı (bir kez daha).
1882’de Amerika’ya gitti.
1884’te vereme yakalandı. Ülkesinde ölmek istediği için Norveç’e geri döndü. Yoldayken sağlığı düzeldi.
1885’te yayınlanan bir yazısında imzası dizgi hatası sonucunda Knut Hamsun olarak basıldı. Bu yanlışı düzeltmedi.
1886’da Amerika’ya gitti.
Tramvaylarda bekçilik, tarlalarda ırgatlık yaptı.
Serserilik Günleri, Zachaeus, Bozkırda bu dönemin ürünleridir.
1888’de dönüş yolunda vapurdan inmedi ve sonraki durak olan Kopenhag’a doğru yol almaya başladı. Vapurda yazmaya başladı. Kopenhag’a varınca bir çatı katı kiralayıp yazmaya devam etti. Bu sürecin sonunda Açlık çıktı ortaya.
Yazdığı bölümleri Politiken gazetesinin editörüne götürdü: “…gözlerindeki ifadeyi gördüm. Geri çeviremezdim, hiçbir şey diyemedim…” Edvard Brandes
Brandes, kitabı gözde dergilerden Ny Jord’a verdi. Açlık romanı ilk defa bu dergide yayınlandı.
19 Şubat 1952’de öldü.

Pan; güçlü bir aşk romanı, zengin bir tabiat övgüsüdür.
Victoria; zengin hayalleriyle yazarın sanatının zirvesidir.
Dünya Nimeti; alın terlerinin kıt kanaat olan, fakat giderek cömertleşen hasadını anlatır.
Hamsun, ilerlemelere inanan uygarlığı küçümser, köylülerin basit fakat sağlam hayatlarını yüceltir.

Notlar
…zamanı kısaltmak için yazmaya koyuluyorum. (s. 21)

Sevincin de kederin de kaynağı insanın kendi içidir.

Kulübemin önünde, az ileride bir taş… iyi bir dost.

Demircinin kızı Eva’yı görüyorum.

Bahar besbelli bana gelmişti.

Edvarda bana baktı, ben ona baktım. O anda kalbime bir şeyin dokunduğunu hissettim.

Dal çürümüş, kabuğun zavallılığı bana çok dokunuyor, kalbimden bir merhamet dalgası geçiyor.

…bütün insanların içlerini okuyabildiğim kanısındayım. Yanılıyorum belki de…

Birkaç günüm, tam gönlüme göre geçti; tek dostum ormandı ve büyük yalnızlık. (s. 53)

Bir çoban kızı geliyordu.
“Nereden geliyorsun?” diye sordum.
“Değirmenden!” dedi.
 “Sevgilin var mı Henriette, seni hiç kucakladı mı?” (…) “Nasıl yaptı? Böyle mi?”
Titreyerek: “Evet!” diye fısıldadı.

“O topal adam, nasıl olur da bastonunu unutur, anlayamıyorum.”

Doktor: “Bu yaptıklarınızın sebebi ne?” dedi.

Odanın ortasında durdum, tüfeğimin horozunu kaldırdım, namluyu sol ayağıma dayadım, tetiği çektim.

Sonraları (…) pişman oldum.

İnkâra kalkmayın doktor, aranızda bir şeyler vardı.

Üşüyor musunuz? Kadın, üşüyorum, dedi.
Niçin kamaraya girmiyorsunuz, diye sordu.
Kadın, biletim güverte diye cevap verdi.
Yapacak ne var ki, (s. 106)

Orman, yurdum benim,

Edvarda: sizden utanıyorum, çekilmez birisiniz anladınız mı?
“…insaf edin; beni anlamıyorsunuz, ben ormanda oturmaktan hoşlanırım, budur benim zevkim.”

Sen bilir misin Eva, ümit etmek ne demektir?
İnsan bir sabah vakti bir yol boyunca yürüyüp sevdiği kimseye o yolda rastlayacağını ümit edebilir. Ona rastlar mı? Hayır. Neden rastlamaz? Çünkü sevilen kimse o sabah ya bir işle meşguldür yahut da başka bir yerdedir… (s. 149)

Kulübem tutuşmuş yanıyor.

Yangın. Mack’ın marifetiydi bu.

Mack kayanın dibindeki kayıkhanede bir kayığı baş aşağı çevirtmiş, Eva’ya da onu katranlamasını emretmişti.

Eva, Eva, sevgilim, seni bir cariye yaptıkları halde sen şikâyet bile etmiyorsun.

Dağa gittim, açtığım lağıma barut doldurdum.
…fitili ateşleyip derhal geri çekildim.
…dağ sarsıldı, kaya gümbürdeyerek boşluğa yuvarlandı.

Yerde yuvarlanan kayanın darmadağın ettiği bir kayık, kayığın yanında Eva…
Eva öldü.

Edvarda: Madem gidiyorsunuz, bende bir hatıranız olsun isterdim.
Aisopos’u bana bırakır mısınız?

…namluyu Aisopos’un ensesine dayadım, tetiği çektim.
Aisopos’un ölüsünü götürüp Edvarda’ya vermesi için bir adam tuttum.

Ben bunları zamanı kısaltmak için yazdım. Nordland’da geçen o yaz günlerini düşünmek beni oyalıyor.

Şerefim var benim. Birisi tutup da, bir derdin mi var senin, diye sorunca hemen, hayır, diyorum, yoo, ne derdim olsun…

Glahn’ın Ölümü 1861 Yılına Ait Bir Belge
İlk defa karşılaştığımızda 1859 sonbaharında Glahn, otuz iki yaşında bir adamdı.

…mermi sol kulağımın yanından vızlayarak geçti.
Tutturamadınız, dedim.
…beni kışkırtmak istemişti.
Alçak, diye bağırdı bana.
Tüfeğimi yanağıma dayadım, tam yüzüne nişan alıp tetiği çektim.
Thomas Glahn, bir kaza sonunda, kör bir kurşun yüzünden Hindistan’da avda öldü.
---

Türkçeleştiren: Behçet Necatigil
Timaş Yayınları
Şubat 2011, İstanbul


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder