14 Haziran 2022 Salı

Orlando

Virginia Woolf - Orlando




Oğlan -günün modası cinsiyetini bir parça gizlese de erkek olduğu besbelliydi- bir Mağribi'nin çatı kirişlerinden sallanan kafasını doğramakla meşguldü.

…ancak on altı yaşındaydı

 

Orlando derin uykudayken, Kraliçe parşömeni imzalayıp mührünü koydu, önce

Başpiskopos'a, sonra da Kral'a ait olan o büyük manastır binasını resmen Orlando'nun babasına verdi.

 

(Kraliçe) delikanlıyı kendisine Haznedar ve Vekilharç olarak atadı; Orlando'nun boynuna görevini simgeleyen zincirler takt

 

Elizabeth dönemiydi; o dönemin ahlak anlayışı bizimkinden farklıydı; şairleri de; iklimi de; hatta sebzeleri de.

 

Tarihçilerin anlatıldığına göre bu adalarda Büyük Don kadar şiddetlisi görülmemişti. Kuşlar havada donuyor, yere taş gibi düşüyorlardı (s. 29).

 

Az bulunur güzellikte bir akşamdı. Güneş batarken Londra'nın bütün kubbeleri, irili ufaklı kuleleri ve sivrilikleri, ateş almış gibi kızıllaşan bulutların önünde kapkara yükseliyorlardı.

 

İnsanlar büyük dondan, paten kaymadan ya da karnavaldan söz ederken onları dinliyordu, ama bir lekeyi silmek ister gibi elini alnına sürmek dışında, bütün bunlara kendisinin de tanık olduğunu gösteren bir tavrı yoktu.

 

Orlando tamamen münzevi bir hayat sürdürmeye başladı. Bunun nedeni kısmen sarayda gözden düşmesi ve kapıldığı derin kederdi…

 

Okuma hastalığı bir kez insanın vücuduna girince onu öyle güçsüz düşürür ki, vücut mürekkep hokkasında yaşayan ve tüy kalemde cerahatlenen öbür belaya kolayca yem olur. Talihsiz kişi yazmaya başlar.

 

Ben Jonson onun arkadaşıydı ve o da arkadaşları hakkında kötü söz söylemezdi.

Hayır, diye tamamladı sözünü, edebiyatın altın çağı geride kaldı; edebiyatın altın çağı Yunandaydı; Elizabeth dönemi her bakımdan Yunanın aşağısındaydı (s. 72).

 

Neden sadece demek istediğimizi söylemekle yetinmeyiz ki?

 

Sözlerinin özü şuydu: Şöhret insana köstek olur, daraltır, tanınmamışlıksa insanı pus gibi kuşatır…

 

Arşidüşes Harriet Griselda ayakkabısının tokasını sıkılaştırmak üzere eğildiğinde Orlando, ansızın ve anlatılmaz bir şekilde, çok uzaklarda Aşk'ın kanat çırpışlarını duydu (s. 95).

 

3. Bölüm

(Orlando İstanbul’da)

10 Mayıs Perşembe

Türkler Sultan'a başkaldırdılar, şehri ateşe verdiler, ellerine geçirdikleri bütün yabancıları ya kılıçla kestiler ya da falakaya yatırdılar.

 

(Bayılıp uzunca bir süre baygın yatan Orlando, uyandığında artık erkek değil kadındır)

Dünya kurulalı beri hiçbir insan ondan daha baş döndürücü görünmemiştir. Erkeğin gücüyle kadının zarafeti bir bedende birleşmişti.

 

İngiltere'nin Osmanlı devletindeki büyükelçisi sıska bir köpeğin eşliğinde, eşek sırtında, yanında bir Çingene'yle İstanbul'dan ayrıldı.

 

Bir hafta içinde Bursa'nın dışındaki tepelik bölgeye ulaştılar,

 

Bir akşam, kamp ateşinin etrafına toplanmış otururlarken, Tesalya dağlarının arkasında güneş kızıl ışıltılarla battığı sırada Orlando, "Yemesi iyi!" diye bağırdı. (Çingenelerde "güzel" sözcüğü yoktur. En yakını budur.)

 

Doğa güzel mi yoksa acımasız mı diye düşünmeye başladı; sonra bu güzellik nasıl bir şey diye sordu kendine; nesnelerin içinde miydi yoksa sadece kendi içinde mi; böylece gerçekliğin doğasına geçti, o da onu hakikate götürdü, hakikat de Aşk'a, Arkadaşlık'a, Şiir'e… / s. 116

 

Yavaş yavaş Orlando kendisiyle Çingeneler arasında bir fark olduğunu hissetmeye başladı,

 

İnsanın en büyük tutkusu, başkalarını kendi inandığı şeye inandırmaktır. Kendisinin değer verdiği bir şeye başkalarının hiç değer vermemesi kadar mutluluğunu kökünden sarsan, içini öfkeyle dolduran bir şey olamaz.

 

Orlando ne yapması gerektiğini bilemiyordu. Çingenelerden ayrılıp yeniden büyükelçi olmayı dayanılmaz buluyordu.

(Orlando İngiltere’ye dönüyor)

 

4. Bölüm

…önce karşı koyup sonra teslim olmaktan daha muhteşem bir şey yoktur…

 

evine döner dönmez, / kendisine karşı üç büyük dava açılmış olduğunu öğrendi;

(1) Ölmüştü ve bu nedenle mal-mülk sahibi olamazdı; (2) Bir kadındı, ki bu da birincisiyle aynı anlama gelirdi; (3) Rosina Pepita adında bir dansçıyla evlenen bir İngiliz düküydü; o kadından üç oğlu olmuştu, bu çocuklar şimdi babalarının ölmüş olduğunu, bütün malvarlığının da kendilerine miras kaldığını iddia ediyorlardı (s. 134).

 

Shakespeare'in saçma sapan bir şarkısının yoksullara ve kötülere, dünyanın bütün vaizlerinden ve hayırseverlerinden daha çok yararı dokunmuştur.

Düşüncelerimizi kaplayan incecik bir zar olana kadar biçimlendirmeliyiz kelimelerimizi. Düşünceler kutsaldır filan.

…Orlando inananda hızla bağnazlaşıyordu (s. 138).

 

Arşidük, ateşli bir evlenme teklifi yaptı.

…yanıtını almak üzere ertesi gün geri gelecekti.

 

"Yemin ederim ki Leydi Orlando bu!" diye haykırdı.

Onun davası sıradan insanların çok ilgisini çekiyordu. Kalabalığın arasında gerçekten sıkışıp kalacaktı –

 

…sosyeteden sonsuza dek uzak duracağına yemin ederek yatağına gitti. Ama kararlarında acele ettiği ortaya çıktı.

 

İnsan belki de ancak göremediği bir şeye tümüyle inanabilir.

…yanılsama yaratabilen kadının dünyaya çok büyük yardımı dokunur

 

Hava dünya için neyse hayaller de insan ruhu için odur. O yumuşak havayı dürüp kaldırın, bitkiler ölür, renkler solar.

Gerçek, bizi öldürür. Hayat bir düştür. Uyanmak bizi öldürür. Düşlerimizi çalan hayatımızı da çalmış olur - (isterseniz altı sayfa daha böylece sürebilir ama üslup yorucu, iyisi mi vazgeçelim). / s. 160-161

 

Her yer kapkaranlıktı; her yerde kuşku; her yerde karmaşa vardı. On sekizinci yüzyıl sona ermişti; on dokuzuncu yüzyıl başlamıştı.

 

5. Bölüm

(19. asrın nemli havaları ve evlilik furyası… Orlando evlenmeye karar veriyor)

(Karga tüyü elinde, kırda koşarken düştü ve bileğini kırdı)

…at sırtında bir adam gördü,

"Madam," diye bağırdı adam, yere atlarken, "yaralanmışsınız!"

"Ben ölmüşüm, beyefendi!" diye yanıt verdi Orlando.

Birkaç dakika sonra nişanlandılar.

 

(Evlendiği kişi de Orlando gibi; erkek görünümlü ama erkek değil.)

…iki saat daha konuştular, belki Horn Burnu hakkında belki değil, konuştuklarını yazıya dökmenin gerçekten bir yararı yok, çünkü birbirlerini o kadar iyi tanıyorlardı ki, hiçbir şey söylemeseler de (…) hiç fark etmezdi.

 

6. Bölüm

(Birkaç asır önce yazdıklarıyla eğlenen Greene ile karşılaşıyor. Greene bu defa nazik biri.)

 

…dürüstçe söylenebilecekten daha fazlasını düşlemek ve sigara tabakasından bir sigara, hatta puro almak…

 

Orlando (…) bir oğlan çocuğu dünyaya getirdi.

 

…şimdiki zamanda bulunulmasından daha korkunç bir aydınlanma olabilir mi?

 

Ulusal Biyografi Sözlüğü ne derse desin, bir insan hayatının gerçek uzunluğu hep tartışma konusu olmuştur.

 

Özet

Olaylar 17. asırda başlıyor. Hayat hikâyesi konu edilen eleman Kraliçe Elizabeth döneminde asilzade olarak dünyaya geliyor. Yazıya meraklıdır; çocukken şiir yazmaya başlar. Çocukluğunda sarayda Kraliçeye hizmet ediyor. Çapkınlıklarıyla dikkat çekiyor. Yetişkin zamanlarında Rusya elçiliğinde görevliyken prenses Sasha’ya âşık oluyor. Aşkına karşılık göremiyor ve yazıya dönüyor. Yazılarını ünlü bir şair olan Greene'e gösteriyor. Greene, yazılarıyla eğleniyor. 

2. Charles döneminde Türk topraklarına gönderiliyor. Uyuyor ve uyurken ülkede isyan çıkıyor. İsyancılar bütün yabancılar öldürüyor, Orlando’yu uyurken gördükleri için nasılsa ölmüş deyip sağ bırakıyorlar. Orlando bu uzun uykudan kadın olarak uyanıyor. Çingene Rüstem’in yardımıyla şehirden ayrılıyor. Bursa’da çingenelerle zaman geçiriyor fakat onlara uyum sağlayamıyor. İngiltere’ye dönüyor. Kılık değiştirerek cinsiyetlerin avantajlarını kullanmaya çalışıyor.

Evlilik tekliflerine sıkça maruz kalan Orlando, ünlü şairlerle ve sonra hikâye yazan fahişelerle zaman geçiriyor. Nihayet bir gemi kaptanıyla evleniyor. 

17. asırda başlayan roman, 11 Ekim 1928 Perşembe günü (Orlando’nun yayınlandığı gün) sona eriyor. Orlando’nun hayatının yaklaşık 300 yılı konu ediliyor ve bu 300 yıl boyunca Orlando çoğunlukla 30’lu yaşlarında.


Türkçeleştiren: İlknur Özdemir

Kırmızı Kedi Yayınları, 2. Basım 2015