29 Ağustos 2020 Cumartesi

Yaşar Özüçetin - H. Mehmet Dağıstan - Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nun Müzakereleri ve Kabulü

Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nun Müzakereleri ve Kabulü

 

TBMM Hükümeti, olağanüstü şartlar altında (…) 29 Nisan 1920’de 2 nolu kararla Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nu kabul etmiştir.

…kanun doğrultusunda ve içerisinde milletin yüksek çıkarları aleyhine yapılan haksız eylemlerin bertaraf edilme yolu tutulmuştur.

23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılması

…isyanlar bastırılmadan, asker firarları önlenip düzenli ordu kurulmadan otoritenin tesis edilip, işgalci güçlere karşı konulması ve başarı elde edebilmesi mümkün gözükmemekte idi.

29 Nisan 1920’de Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nu çıkarıldı.

TBMM, 2 Mayıs 1920’de ilk İcra Vekilleri’ni seçip Hükümet’i kurdu.

20 Ocak 1921’de Teşkilât-ı Esasiye Kanunu kabul edildi.

…öncelikle asker kaçaklarının önüne geçilmesi gerekmekte idi.

…diğer bir tehlike ise, Şeyhülislâm Dürrîzade Mehmet Efendi’ye işgalci güçlerin etkisi ile hazırlatılan “fetvalar” idi.

Padişah-Halifenin de imzasını taşıyan Şeyhülislâm Dürrizâde Abdullah Efendi’nin 11 Nisan 1920 tarihli fetvasında “Asi (bagi) olarak tanımlanan Mustafa Kemal ile Millî Kuvvetler mensuplarının katlinin vacip olduğu” belirtilmekteydi.

Anadolu müftülerinin tamamının imzaları alınarak İstanbul fetvalarına karşı beş ayrı fetva yayımlandı.

Rifat (Börekçi) Efendi ve 153 müftü tarafından imzalanan diğer fetvalarda ise; Millî Mücadele’ye katılanların asî ve şakî (bagi) değil, gazi ve ölenlerin şehit olacakları, Millî Mücadele’ye karşı çıkanların da mahkûm edileceği belirtiliyordu.

25 Nisan 1920’de iki maddelik bir kanun teklifi hazırlayan Karahisarısahip Mebusu Mehmet Şükrü Bey, Meclis’in otoritesine ve kararlarına uymayanların “vatan haini” olduklarını ifade ettiği teklifi Meclise sunmuştu.

(iki madde) “Halifemiz ve Padişahımız Efendimiz Hazretleriyle memaliki Osmaniyeyi yed-i ecanibden tahlis maksadına matuf bulunan Millet Meclisi mukarreratına itaat eylemiyenler ihaneti vataniye ile ittiham olunurlar.”, “Hiyaneti vataniye hakkındaki kanunu mahsus bu gibiler hakkında tatbik olunur.”

“Makamı muallâyı hilafeti ve memaliki mahrusai şahanei yedi ecanipten tahlise ve taaarruzatı defi maksadına mâtuf olarak teşekkül eden Büyük Millet Meclisinin meşruiyetine isyanı mutazammın kavlen ve fiilen muhalefet veya ifsadatta bulunan kesan haini vatan addolunur”

Saruhan Mebusu Refik Şevket Bey, “Kanunun adının “Hıyanet-i Vataniye” olmasını istemiş

Bilfiil hiyaneti vataniyede bulunanlar salben idam olunur.

Sivas Mebusu Mustafa Taki Efendi, silahsız olarak fiili muhalefette bulunanlara idam cezasının ağır olacağını söyleyince bir mebus, “Etmesinler memleketi tehlikeye koymasınlar” cevabını verdi. Buna karşılık Lâyiha Encümeni’nden Abdülkadir Kemali Bey ise, bir kişinin silahsız olarak da vatana ihanet edebileceğinin izahına çalıştı

“Bilfiil hiyaneti vataniyede bulunanlar salben idam olunurlar. Fer’an zimethal olanlar ile mütesebbisler kanunu cezanın 45 ve 46 ncu maddeleri mucibince tecziye olunurlar” şeklinde kabul edildi.

28 Nisan tarihli toplantıda Hıyanet-i Vataniye Kanunu müzakeresine “Kavli veya tahriri surette muhalefet ve ifsadatta bulunanlar muvakaten kürege konulur” şeklindeki üçüncü madde ile devam edildi.

Karahisarısahip Mebusu İsmail Şükrü Bey, Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na taraftar olmakla birlikte, Kanun’la “Meclis’in meşruiyetine sözle karşı çıkanları vatan haini olarak değerlendirilmesini” isteyen maddesini doğru bulmamıştı

Netice olarak Sivas Mebusu Mustafa Taki Bey’in önergesinin kabulü ile bu madde kaldırıldı

29 Nisan’da kabul edilen Hıyanet-i Vataniye Kanunu, Meclis’te baştan itibaren madde madde yeniden okunarak ve gerekli ek düzenlemeler yapılarak 14 madde halinde gerçekleşti ve kabul edildi

Madde 1. Makamı muallâyi hilâfet ve saltanatı ve memaliki mahrusai şahaneyi yedi ecanipden tahlis ve taarruzatı defi maksadına matuf olarak teşekkül eden Büyük Millet Meclisinin meşruiyetine isyanı mutazammın kavlen veya fiilen veya tahriren muhalefet veya ifsadatta bulunan kesan haini vatan addolunur.

Madde 2. Bilfiil hiyaneti vataniyede bulunanlar salben idam olunur. Feran zimethal olanlar ile müteşebbisleri kanunu cezanın kırk beşinci ve kırk altıncı maddesi mucibince teczive edilirler.

Madde 3. Vaiz ve hitabet suretiyle alenen veya ezminci muhtelifede eşhası muhtclifeyi sırran ve kavlen hıyaneti vataniye cürmüne tahrik ve teşvik edenlerle işbu tahrik ve teşviki suver ve vesaiti muhtelife ile tahriren ve tersimen irtikâbeyliyenler muvakkat küreğe konulur. Tahrikât ve teşvikat sebebivle maddei fesat meydana çıkarsa muharrik ve müşevvikler idam olunurlar.

Madde 4. Hiyaneti vataniye maznunlarının mercii muhakemesi ikarı cürmedilen mahaldeki bidayet ceza mahkemesidir. Ahvali müstacele ve fevkalâdede maznunun derdest edildiği mahal mahkemesi de icrayı muhakeme ve itayı karara salâhiyettardır.

Madde 5. Hiyaneti vatanive maznunlarının muhakemesi bidayet ceza mahkemelerinden verilecek gayrimuvakkat tevkif müzekkeresi üzerine her halde mevkufen icra edilir.

Madde 6. Zabıtai adliye memurlarının tanzim edecekleri tahkikatı iptidaiye evrakı dairei istintaka tevdi olunmaksızın mahallin en büyük mülkiye memuruna ita olunur ve onun tarafından dahi müddei umumiler vasıtasiyle yirmi dört saat zarfında mahkemeye verilir.

Madde 7. Hiyaneti vataniye maznunlarına ait muhakemat bir sebebi mücbire olmadıkça âzami yirmi günde hükme raptolunacaktır. Bu müddeti bilâsebep mücbir tecavüz ettiren mahallî zabıtası ile mahkeme heyeti kanunu cezanın yüz ikinci maddesi zeyli mucibince cürmünün derecesine göre tecziye edilmek üzere mafevkı mahkemesince muhakemesi bilicra âzami yirmi gün zarfında hükme raptedilecektir.

Madde 8. İşbu kanuna tevfikan mahakimden sâdır olacak mukarrerat katî olup Büyük Millet Meclisince badettâsdik mahallerinde infaz olunur. Tasdik edilmediği takdirde Meclisçe ittihaz edilecek karara tevfiki muamele olunur.

Madde 9. İşbu ceraimin emrü muhakemesi için mahkemelerce istenilen şahsa celp ve davete hacet kalmaksızın bilâhüküm ihzar müzekkeresi tastir kılınır.

Madde 10. İsyana iştirak etmiyen eşhas hakkında ligarazin isnadatta bulunanlar isnadettikleri cürmün cezasiyle mücazaat olunurlar.

Madde 11. Haklarında gıyaben hüküm sâdır olan eşhas derdestlerinde işbu kanuna tevfikan yeniden ve vicahen muhakemeleri icra olunur.

Madde 12. İşbu kanun her mahallin idare âmiri tarafından nahiye ve kaza liva ve vilâyet merkezlerine ve köy heyeti ihtiyariyeleri müçtemian celbedilerek ifham ve sureti tebliği mutazammının heyeti mezkûre âzalarının imzalarını havi zabıt varakaları tutularak idare meclislerince hıfzedilmekle beraber kavaninin neşir ve ilânı hakkındaki kanuna tevfikan ayrıca neşir muamelesi dahi yapılacaktır.

Madde 13. İşbu kanunun icrayi ahkâmına Büyük Millet Meclisi memurdur.

Madde 14. İşbu kanun her mahalde tarihi tebliğ ve ilânından kırk sekiz saat sonra mer’i olacaktır

Yasa’nın ilk maddesinde kimlerin “vatan haini” sayılacağı belirtilmiş olup, buna göre; Büyük Millet Meclisi’nin yasallığına karşı ayaklanmaya yönelik sözle, yazıyla ya da doğrudan doğruya bilerek karşı çıkan, ya da fesat hareketlerine girişen veya yayında bulunan kişiler, bu suçla nitelendirileceklerdi.

Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun ikinci maddesi gereğince isyana katılanlara idam cezası verileceği gibi, isyanı teşvik edenlere de Ceza Kanunu’nun 45 ve 46. maddeleri gereğince ceza verilecekti

Hıyanet-i Vataniye Kanunu gereğince 200’e yakın Kuvay-ı İnzibatiye mensubu ve asî, Meclis’in onayı olmadan harp divanları tarafından yargılandı ve bunlardan on üçü ve Düzce ayaklanmasında rolü olan altı kişi idam edildi. Ancak, Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun 8. maddesi gereğince idam kararlarının, Meclis’in onayı bulunmadan infaz edilmesi, TBMM otoritesini olumsuz yönde etkiliyordu.

Ayaklanmaların bastırılmasında önemli rol oynayan Ethem, elebaşlarından Sefer Beyi suçluları Hükümet adına asmayacağına söz vermesine rağmen, Hükümet’in otoritesini çiğneyerek idam etti

Mahkemeler Hıyanet-i Vataniye gereğince verdikleri kararları TBMM’ye gönderiyor, Meclis ise konuyu Adliye Encümeni’ne iletiyor ve onun bilgisine dayanarak karar veriyordu. Bu gibi işlemler uzun zaman kaybına sebep olduğu için de görülüp karara bağlanması gereken davalar birikiyor, aynı zamanda cezadan ibret olması yönünde beklenen sonuç alınamıyordu.

TBMM’nin 7 Haziran 1920’de 5 numaralı kanun olarak çıkarttığı “Seyyar Jandarma Müfrezeleri” Kanunu’nu kabul edilip uygulanmaya başlamasından sonra yaklaşık dört ay gibi bir zaman geçmesine rağmen, istenilen sonuca ulaşılamadı.

Hıyanet-i Vataniye Kanunu’ndan beklenen sonucun alınabilmesi ve Kanun’un eksikliklerinin yok edilebilmesi ise çabuk ve sert kararlar alan ve bu kararı aynı çabuklukla uygulayan mahkemelerin kurulmasına bağlıydı.

11 Eylül 1920’de “Firariler Hakkında Kanun” adıyla TBMM’nin 21 nolu kanunu olarak yürürlüğe girdi.

Kanun’un 1. Maddesi Saltanatın kaldırılmasını müteakip 15 Nisan 1923 tarih ve 334 sayılı Kanun’la değiştirilerek, söz konusu karara aykırı olarak veya Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin meşruluğuna ayaklanmayı içeren sözle, yazı ile veya eylemli olarak karşı gelmek, karışıklık yaratmak veya yayında bulunmak vatan hainliği sayılmıştı

Böylece 334 sayılı sayılı Kanun’la Hıyanet-i Vataniye suçu kapsamına saltanat savunucuları da alınarak rejime geri dönüş riski ortadan kaldırılmıştı

Tarihin Peşinde, -Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi- Yıl: 2011, Sayı: 5, (s. 251-281)

 

İstiklal Mahkemelerinin Yargılama Usulü

 İbrahim Ülker - İstiklal Mahkemelerinin Yargılama Usulü

İstiklal Mahkemeleri olağanüstü dönemin ve şartların ortaya çıkardığı 1920-1927 yılları arasında görev yapan bir kurumdur. Üyeleri milletvekilleri arasından seçilmiştir. Kararlarına karşı başvurulacak bir temyiz mercii yoktur. Kararları hemen infaz edilmiştir. Herhangi bir kanun maddesi ile de bağlı değillerdir.

İstiklal Mahkemeleri ilk olarak Kurtuluş Savaşı yıllarında özellikle asker kaçakları sorununa çözüm bulmak amacıyla Büyük Millet Meclisi tarafından kurulmuş özel mahkemelerdir.

İstiklal Mahkemeleri / Savaş sona erdikten sonra halk üzerinde otoritenin kurulmasında etkili olmuştur.

TBMM Başkanlığının 11 Mart 2010 tarih ve 3967 sayılı oluru ile bir proje çerçevesinde arşiv evraklarının tasnif edilerek günümüz alfabesine çevrilmesine başlanmıştır.

Meclisin açılmasından yaklaşık beş ay sonra 11 Eylül 1920 tarihinde kurulan İstiklal Mahkemeleri…

…mahkemeler kurulduğunda meclis henüz anayasa yapmamıştı.

…mahkemelere seçilen hakim ve savcıların TBMM üyesi olması yasal bir zorunluluk idi.

İstiklal Mahkemelerinde görev yapan 67 üyenin 26 tanesinin hukukçu olduğu, 12 tanesinin asker kökenli olduğu, 10 tanesinin mülkiye mezunu olduğu, kalanların mebus seçilmeden önce doktor, gazeteci, çiftçi, müftü, tüccar gibi çok farklı meslekler icra ettikleri anlaşılmaktadır.

İstiklal Mahkemeleri üyelerinin çoğu, hukuk eğitimi almamışlardır.

Kılıç Ali hatıralarında: “Mahkeme üyelerinin hemen hemen hepsi genç ve ihtilalci karaktere sahip insanlardı. (…) Bu Genç, dinamik ve korkusuz Kuva-yı Milliyeciler, Mustafa Kemal Paşa’ ya içten bağlı idiler.”

İstiklal Mahkemelerinin ilk kuruluşunda savcılık kurumuna yer verilmemiştir. 31 Temmuz 1922 tarihli İstiklal Mehakimi Kanunu ile (…) birde savcı görev yapmış ve sanıklar hakkında iddianame hazırlamıştır.

İstiklal Mahkemelerini kuran Firariler Hakkında Kanun’da bu mahkemelerin yalnızca asker kaçaklarını, buna sebep olanları, teşvik edenleri yargılayacağına ilişkin hüküm bulunmaktadır.(m.l)

26 Eylül 1920 tarihli oturumda, mahkemelerin görev alanı genişletilmiş…

Bu düzenleme ile (…) 29 Nisan 1920 tarihli Hiyanet-i Vataniye Kanunu’nun ihlali nedeniyle yapılan yargılamalar, düşman yararına çalışanlar, milletin maddi ve manevi kuvvetini azaltmaya çalışanlar, casusluk yapanlar bu mahkeme tarafından yargılanacaktır.

İstiklal Mahkemelerinin görev alanına ilişkin son düzenleme 31 Temmuz 1922 tarihli İstiklal Mehakimi Kanunu ile yapılmıştır.

Bu düzenlemeye göre: Askerden firar edenler ve bunlara yardım edenler, Hıyanet-i Vataniye Kanununda düzenlenen suçlardan ötürü yapılacak yargılamalar, Devletin emniyet-i hariciye ve dâhiliyesini ihlal edenler hakkında ceza kanununun birinci ve ikinci fasıllarında düzenlenen suçlara ilişkin yargılamalar, Askeri ve siyasi casusluk ve siyasi suikastlar ile asker ailelerine taarruz ve tecavüz suçları nedeniyle yapılacak yargılamalar, seferberlik ve nakliye araçlarının tedariki komisyonlarının uygulamalarına ilişkin çıkan uyuşmazlıklar ve cezalara ilişkin yargılamalar, rüşvet ve ihtilaslara ilişkin davalar, halka zulüm ve işkence eden memur ve askerler hakkında yapılacak yargılamalar İstiklal Mahkemelerince yapılacaktır.

Kurtuluş Savaşı devam ederken meclisin aldığı 17.02.1921 tarihli karar ile İstiklal Mahkemeleri kaldırılmış bu mahkemelerde görev yapan mebuslar Ankara’ya çağrılmışlardı. Ancak Ankara İstiklal Mahkemesi görevine devam etmiştir.

M. Kemal başkomutanlık yetkisi ile 23 Temmuz 1921 tarihinde bazı merkezlerde yeniden İstiklal Mahkemelerinin kurulması kararı aldı. Ankara’da devam eden mahkemenin yanı sıra Konya, Kastamonu, Samsun, Yozgat merkezli İstiklal Mahkemeleri kurulmuş ve savaş sonuna kadar görev yapmışlardır.

Cumhuriyet dönemi kurulan İstiklal Mahkemeleri ise üç tane idi bunlardan birincisi; gazetecilerin yargılanması için kurulan İstanbul İstiklal Mahkemesidir. Bu mahkeme 10 Aralık 1923 - 5 Şubat 1924 tarihleri arası faaliyet göstermiş ve yalnızca İstanbul’da yargılamalarda bulunmuştur.

Şeyh Sait isyanı üzerine birlikte kurulan Şark ve Ankara İstiklal mahkemeleri 4 Mart 1925 - 7 Mart 1927 tarihleri arasında faaliyet göstermişlerdir.

Şeyh Sait ve arkadaşlarının yargılandığı davada sanıkların bazı gazete haberlerinden etkilendiklerini söylemeleri üzere savcının mütalaası olmaksızın mahkeme üyeleri, ara karar ile İstanbul’da gazete sahibi olan on kişinin tutuklanarak yargılanmak üzere mahkemeye intikaline karar vermişti.

Ankara İstiklal Mahkemesi yönetimin merkezinde olması sebebiyle rejimin yargı gücü olmuş, Ankara’da yapılan yargılamaların yanı sıra hükümetin yönlendirmesi ile ihtiyaç duyulan bölgelere giderek yargılamalar yapmış ve kararlar vermiştir.

İstiklal Mahkemesi çalışma yöntemi hakkında Kılıç Ali’nin hatıraları: “Hükümet istiklal Mahkemelerince yargılama yapılmasını istediği olaylara ilişkin tahkikatı tamamlar, sonra düzenli bir dosya halinde mahkemeye gönderirdi. Konu, mahkeme heyeti tarafından ayrıca incelenir ve varsa eksiklikleri tamamlandıktan sonra olayla ilgili olanların açık yargılamasına geçilirdi. Suçlular mahkemeye getirildikten sonra, soruşturma memuru tarafından davalı hakkında ileri sürülen suç okunurdu. Davalı bu suçlamalara cevap verir, kendini savunmasına fırsat verilirdi. Deliller karşılıklı olarak ortaya konur, varsa tanıklar dinlenirdi. Mahkemeler kesin olarak açık yapılırdı. Gizli yapılmış tek bir duruşma yoktur. Verilen karar da açık olarak okunurdu. Asker, sivil bütün devlet memurları mahkemelerin verdikleri kararları derhal infaz etmekle yükümlüydü. Gazeteler bir gün önceden, yapılacak duruşmalar hakkında bilgi verir, halkın ilgisini artırırdı. Halk, duruşmaları ilgiyle izlerdi. Suçlular kısa sürede yargılanır ve halk önünde cezalandırılırlardı. Bu, açık bir ibret oluyordu.”

Önemli davalar gazeteciler tarafından takip edilerek mahkemede yaşananlar ertesi gün gazetelerde haber yapılıyordu. Özellikle Cumhuriyet dönemi İstiklal Mahkemesi yargılamalarına ilişkin haberlere o zamana ait gazetelerde sıkça rastlanmaktadır.

Mustafa Kemal’in zaman zaman İstiklal Mahkemelerinin yargılamalarına müdahale ettiği kayıtlardan anlaşılmaktadır.

Mahkemelerin sanıkları gıyaplarında yargılayarak hüküm verdikleri sıkça rastlanan bir durum olmuştur.

Sevr Antlaşmasını imzalayan Damat Ferit Paşa ve diğer imza sahipleri Hadi, Rıza Tevfik, Reşat Halis hakkında gıyabi yargılama yaparak idam kararı vermiştir.

İstiklal Mahkemeleri çeşitli gıyabi yargılamalar yapmış (…) tespit edilebilen 243 adet gıyabi idam kararı vermişler…

Cumhuriyet Dönemi İstiklal Mahkemelerinde de gıyabi yargılamalar devam etmiştir.

1926 yılında Erzincan’a gelen İstiklal Mahkemesi, İbrahim Hakkı Efendiyi mahkemeye getirilmesini beklemeden, tek celsede gıyabında yargılayarak idamına karar vermiştir.

Onu idama mahkûm olmaya iten sebep şapka aleyhine sarf ettiği sözleriydi.

İbrahim Hakkı Efendi vefat eder. …mezardan cesedi çıkarırlar ve kurulan darağacına asarlar. Böylece mahkeme kararı infaz edilmiş olur.

…asker kaçaklarının davaları toplu şekilde karara bağlanıyordu. Örneğin Konya İstiklal Mahkemesi 806 eri bir celsede toplu olarak yargılamıştı.

İzmir’de suikast girişimi üzerine İstiklal Mahkemesi tarafından yürütülen yargılamalarda sanık olarak yargılanan İzmit Mebusu Şükrü Bey aleyhine yöneltilen suçlamalara karşı mahkeme heyetine bir Avukat tutmak istediğini söylemiş, Mahkeme başkanı Ali Bey “istiklal Mahkemeleri, dava vekillerinin cambazlığına gelmez. Mahkememizin derecatı yoktur. Ulus karar bekliyor. Ne diyeceğiniz varsa açıkça söyleyiniz. Avukatla falan geçirecek vaktimiz yok. ” diyerek bu talebi reddetmiştir.

İstiklal Mahkemeleri’nin idam kararları 31 Temmuz 1922 yılında çıkarılan kanunun kabulünden sonra Büyük Millet Meclisinin onayına bağlanmıştır.

Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2015, Cilt: 23, Sayı: 2, (s. 21 – 48)

 

İstiklal Mahkemelerinin Kuruluşu ve Çalışmaları

İbrahim Ülker - İstiklal Mahkemelerinin Kuruluşu ve Çalışmaları

İstiklal Mahkemeleri, Büyük Millet Meclisi kararıyla kurulan özel mahkemelerdir.

TBMM arşivinde bu mahkemelere ait yaklaşık 914.000 sayfa evrak bulunmaktadır.

Milli mücadele (döneminde) Büyük Millet Meclisinin kurulması ile Anadolu da bir otorite karmaşası yaşandı.

Meclis, bu ortamda kendi otoritesini tesis etmek için mevcut mahkemelerden farklı bir yargı organı kurmayı uygun gördü.

İstiklal Mahkemelerini incelerken mahkemelerin tarihsel seyrini iki döneme ayırarak incelemek uygun olacaktır. Bu iki dönem 1920-1923 yıllarını kapsayan Savaş dönemi İstiklal Mahkemeleri (birinci dönem); 1923-1927 yıllarını kapsayan Cumhuriyet dönemi İstiklal Mahkemeleri (ikinci dönem) şeklinde ayrılabilir.

Birinci dönemin sonunda mahkemeler kapatılmış, altı aylık bir sürenin ardından görülen lüzum üzerine yeniden kurulmuşlardır.

Birinci dönem İstiklal Mahkemelerinin en yoğun baktığı konu asker kaçakları idi.

İkinci dönem İstiklal Mahkemeleri ise Cumhuriyetin ilanı ile başlayan Atatürk devrimlerinin gerçekleşmesi ve kökleşmesi için karşı devrimcileri, isyancıları, muhalif basın kuruluşlarını, Osmanlıdan kalma ittihatçıları yargılamıştır.

Her mahkemenin kapısında büyük bir levha ile mahkemenin adı, mahkeme heyetinin oturduğu yerin arkasında ise yine büyük bir levha ile “İstiklal Mahkemesi Mücadelesinde Yalnız Allahtan Korkar” yazılı olurdu.

29 Nisan 1920 tarihinde Hıyanet-i Vataniye Kanunu kabul edildi.

Bu kanunun 1. maddesinde: “Makamı Mualla-yı Hilafet ve Saltanatı ve Memalik-i Mahruse-yi Şahaneyi yedi ecanipten tahlis ve taarruzatı defi maksadına matuf olarak teşekkül eden Büyük Millet Meclisi'nin meşruiyetine isyanı mutazammım kavlen veya fiilen veya tahriren muhalefet ve ifsadatta bulunan, hain-i vatan addolunur. ” (Yüce hilafet makamı ve saltanatı ve ülkeyi yedi yabancı devlet güçlerinden kurtarmak ve saldırıları önlemek amacına yönelik olarak kurulan Büyük Millet Meclisi'ne karşı düşünce veya uygulamalarıyla veya yazdıkları yazılarla muhalefet ve bozgunculuk edenler vatan haini olarak addedilir.)

Kanunun devamı maddelerinde birinci maddede düzenlenen vatana ihanet suçunun cezasının idam olduğu(m.2), suçun işlendiği yerde bulunan ceza mahkemelerinin yargılamaya yetkili olduğu(m.4), yargılamanın azami yirmi gün içinde bitirilmesi gerektiği(m.7), düzenlenmiştir.

…kanunun kabul edilmesinden sonra geçen dört aylık sürede, (…) mevcut yapının yetersiz olduğu anlaşıldı. Asker kaçaklarına bir çözüm bulunamaması sebebiyle meclis yeni bir kanunla İstiklal Mahkemelerinin kuruluşuna karar verdi.

11 Eylül 1920 tarihinde kabul edilen Firariler Hakkında Kanun ile kurulan ve şimdilik asker kaçaklarını yargılama ile görevli olan mahkemenin üyeleri de meclisin kendi üyeleri arasından oylama ile seçilecekti. Böylece meclis yasama, yürütme yetkilerinin yanı sıra “olağan üstü yargı yetkisini ” de bünyesinde barındıran bir yapıya sahip oluyordu.

26 Eylül’de mahkemenin yetkisi genişletildi.

…sekiz adet İstiklal Mahkemesinin kurulmasına karar verilmiştir

8 Ocak 1921 tarihli oturumu bizzat yöneten Mustafa Kemal’in önerisi ile Trabzon ve Elazığ’da16 da birer İstiklal Mahkemesi kurulması kabul edilmiş

7 Ekim 1920 - 31 Temmuz 1922 tarihleri arası aralıksız çalışan tek mahkeme Ankara İstiklal Mahkemesi olmuştur.

Bir nolu kararıyla Sevr Anlaşması’nı imzaladıkları gerekçesiyle Damat Ferit Paşa ve ayanlardan Hadi, Rıza Tevfik, Reşat Halis hakkında gıyabi idam kararı vermiştir.

İstiklal Mahkemeleri, çalışmalarına ilişkin olarak on beş günde bir Meclise rapor göndermeleri gerekiyordu.

17 Şubat 1921 tarihinde Meclisin aldığı bir kararla Ankara dışındaki İstiklal Mahkemeleri kaldırılmıştır.

5 Ağustos 1921 tarihinde M. Kemal Paşa’ya meclisin sahip olduğu yetkileri şahsında toplamak ve Meclis adına yürütmek üzere üç ay süre ile başkumandanlık yetkisi verildi. Bu yetki daha sonra üç kez uzatıldı. Meclis tarafından verilen bu yetki ile M. Kemal’e tek başına kanun çıkarma yetkisi tanınmış oldu.

Tekalif-i Milliye Emirlerini yayınlayan M. Kemal, Konya, Kastamonu, Samsun,

Yozgat illerinde yeniden İstiklal Mahkemelerinin kurulması emrini vermiştir.

29.11.1921 tarihinde İstiklal Mahkemelerinin kaldırılması için bir önerge verilmiş,

31 Temmuz 1922 tarihinde İstiklal Mehakimi Kanunu kabul edilmiştir.

Kurtuluş Savaşı’nın sona ermesi ve asker kaçağı sorununun ortadan kalkması nedeniyle İstiklal Mahkemelerinin görevlerine son verilmiştir.

3 Nisan 1923 tarihinde birinci meclisin feshine ve seçimlerin yenilenmesine karar verildi.

Yapılan seçimlerde (…) bir iki bağımsız aday dışında tamamen Mustafa Kemal’in gösterdiği adaylar mebus olarak seçilmişti.

Ağa Han ve Emir Ali’nin İsmet İnönü hükümetine yönelik yazmış olduğu mektupların (…) yayınlanması üzerine, 8 Aralık 1923 tarihinde dönemin Başbakanı İsmet Paşa (…) İstanbul’da bir İstiklal Mahkemesi kurulmasını istedi.

16 Aralık 1923 tarihinde gazetecilerin yargılamasına başlandı.

…davada gazeteciler hakkında beraat kararı verdi.

Hilafetin ve milli egemenliğin meşrutiyetle de olabileceği yönünde görüşler beyan ettiğinden dolayı, İstanbul Baro Başkanı Lütfi Fikri Bey’in yakalanmasına karar verdi.

Lütfi Bey (…) yıkıcı beyanlarda bulunduğu için beş yıl küreğe mahkumiyetine karar verildi.

5 Şubat 1924 tarihinde İstanbul İstiklal Mahkemesi görevine son verildi.

Hilafet yanlılarına verilen gözdağından sonra (…) Mecliste yapılan görüşmeler neticesinde 3 Mart 1924 tarihinde Hilafet Kaldırıldı…

Hilafetin kaldırılması ve Türkiye Cumhuriyeti devrimlerinin halkın bir bölümü tarafından din dışı olarak telakki edilmesi, tepkileri de beraberinde getirmekteydi.

1925 yılının Şubat ayında Şeyh Sait ayaklanması patladı.

Fethi Bey başkanlığındaki hükümet istifa ederek İsmet Paşa başkanlığında yeni bir hükümet kuruldu.

4 Mart 1925 yılında Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarıldı.

…meclis aynı tarihte idam kararını uygulama yetkisi ile Şark İstiklal Mahkemesi, idam kararını Meclisin onayı ile kullanmak üzere Ankara İstiklal Mahkemesi’nin kurulmasına karar vermiştir.

Ankara İstiklal Mahkemesi

T.B.M.M.’nin 117 nolu kararı ile (…) 12 Mart 1925 tarihinde görevine başladı.

Şapka Olayları

24 Ağustos 1925 yılında Kastamonu’ya ziyarete giden Mustafa Kemal’in elinde bir “Panama Şapkası” bulunmaktaydı.

Bakanlar Kurulu uygulamayı yaygınlaştırmak için 2 Eylül 1925 tarih ve 2413 sayılı kararıyla memurların şapka giyilmesi konusunda bir karar almıştır.

16 Ekim de Meclis başkanlığına “Şapka İktisası” hakkında bir kanun teklifi verilmiştir.

…kanun teklifi 25.11.1925 tarihinde kabul edilmiştir.

Kanun metnine göre memurlara zorunlu kılınan şapka, uygulamacılar tarafından tüm erkeklerin giymesi mecburi bir kıyafet olarak algılanmış ve insanlar başında şapka olmadan sokağa çıkamaz hale gelmişlerdi.

Şapka fiyatının yüksekliği nedeniyle şapka alamayan memurlar için hükümet maaşlarından peyder pey kesilmek üzere isteyenlere kredi verilmesi konusunda karar almıştı.

Sivas’ta, Kayseri’de, Erzurum’da, Rize’de, Maraş’ta, Giresun’da başta olmak üzere birçok yerde şapka giyilmesi konusunda yapılan baskılara karşı protesto gösterileri ve çeşitli eylemler yapılmaya başlamıştı.

Ankara İstiklal Mahkemesi 24 Kasım da Kayseri’ye vardı. 25 Kasımda İsmet Paşa tarafından meclise verilen bir önerge ile İstiklal Mahkemesi’nin vermiş olduğu idam kararlarının meclis onayı ile infaz edileceğine ilişkin zorunluluk kaldırıldı.

7 Mart 1927 yılına kadar çeşitli faaliyetlerine devam eden Ankara İstiklal Mahkemesi İsmet Paşa başkanlığındaki hükümetin aldığı bir karar ile süresinin dolması üzerine görev süresi uzatılmayınca kendiliğinden sona ermiş oldu. Mahkemeye durum bildirildi. Mahkeme elindeki dosyaları mevcut mahkemelere devretti. Ancak İstiklal Mehakimi Kanunu 4 Mayıs 1949 tarihine kadar yürürlükte kaldı.

Kurtuluş savaşının kazanılmasının ardından görevine son verilen İstiklal Mahkemeleri’nin açılması, hükümetin icraatlarına itirazların yükselmeye başladığı dönemde ilk akla gelen tedbir olmuştur.

Atatürk ve arkadaşlarının getirmeye çalıştığı devrimler aynı zamanda bu devrimlere karşı muhalefeti de doğurmuştur.

…tepkilerin bastırılması için İstiklal Mahkemesi olağanüstü bir çaba göstermiştir.

Olağanüstü dönemler olağanüstü tedbirleri de beraberinde getirir.

Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2015, Cilt: 23, Sayı: 1, (s. 177 – 200)

Cengizhan Halaçlı - Cumhuriyet rejiminin tesisi ve devamlılığında İstiklal Mahkemelerinin rolü

Cumhuriyet rejiminin tesisi ve devamlılığında İstiklal Mahkemelerinin rolü (1923-1927) 

İstiklal Mahkemeleri / suiistimale açık bir konu

11 Eylül 1920’de kabul edilen Firariler Hakkında Kanun’un birinci maddesine nazaran asker kaçakları sorunu çözmeye yönelik kurulan İstiklal Mahkemeleri, 26 Eylül günü Firariler Hakkında Kanun’un birinci maddesine yapılan ek düzenlemeyle kapsamı genişleyerek Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun suçları ekseninde de yargılama yapma yetkisine sahip oldu.

…cumhuriyetin ilanından sonra / devrim mahkemeleri hüviyetine bürünen İstiklal Mahkemeleri…

İstiklal Mahkemeleri görevini cumhuriyetle birlikte kurulacak hukuk mahkemelerine bırakabilirdi.

(Konuyla ilgili bazı kaynaklar)

Kılıç Ali’nin “İstiklal Mahkemesi Hatıraları”

Ergün Aybars’ın “İstiklal Mahkemeleri 1920-1923” başlıklı doktora tezi ve “Cumhuriyet Dönemi İstiklal Mahkemeleri 1923-1927” başlıklı doçentlik tezlerinden oluşan “İstiklal Mahkemeleri” eseri…

Bu hususta İstiklal Mahkemeleri arşivine neden yalnızca Ergün Aybars’ın girmesine izin verildi iddiası…

Ergün Aybars’ın İstiklal Mahkemeleri arşivine girmesi konusunda suiistimal edilecek herhangi bir nokta bulunmamaktadır (s. 3).

Mete Tunçay “Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetimi’nin Kurulması” adlı çalışması tek parti yönetiminin kurulmasında İstiklal Mahkemeleri’nin güdümlü çalıştığına vurgu yapıyor…

 

Osman Selim Kocahanoğlu’nun “Atatürk’e Kurulan Pusu” ve “İzmir Suikasti ve İttihatçılar Davası” adlı eserleri…

Feridun Kandemir’in “İzmir Suikastinin İç Yüzü”

Murat Çulcu “Hilafetin Kaldırılması Sürecince Cumhuriyet’in İlanı ve Lütfi Fikri Bey Davası” ve “İstiklal Mahkemesi’nde Gazeteciler Davası (Hilafetin Sonu)”

Ahmet Turan Alkan’ın “İstiklal Mahkemeleri ve Sivas’ta Şapka İnkılabı Duruşmaları” eseri Sivas’ta yapılan İstiklal Mahkemeleri duruşmalarını temel almaktadır.

2015 yılında Atatürk Araştırma Merkezi 10-11 Aralık 2015’te Adıyaman’da İstiklal Mahkemeleri Sempozyumu düzenledi. Böylelikle ilk defa İstiklal Mahkemeleri sempozyum düzeyinde ele alınmış oldu.

İstiklal Mahkemeleri hakkında bilgiler aktaran eserler:

Atatürk’ün “Nutuk”,

İsmet İnönü’nün “Hatıralar”,

Kazım Karabekir’in “Paşaların Kavgası”,

Rauf Orbay’ın “Cehennem Değirmeni”,

Şevket Süreyya Aydemir’in “Suyu Arayan Adam”,

Hüseyin Cahit Yalçın’ın “Siyasi Anılar”,

Halikarnas Balıkçısı’nın (Cevat Şakir Kabaağaçlı) “Mavi Sürgün”,

Tahir Olgun’un “Matbuat Âlemindeki Hayatım İstiklal Mahkemesi Hatıraları”, Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya”

Kemal Tahir’in “Kurt Kanunu”…

Gülten Savaşal Salvan, “1926 İzmir Suikastı ve İstiklal Mahkemeleri”

Ahmet Hilmi Balcı, “İzmir İstiklal Mahkemesi ve İzmir Basını (1906-1926 Cumhuriyetin de facto Kuruluşu: Ahenk Gazetesinde Söylem/İktidar)”

 

BİRİNCİ BÖLÜM

MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ İSTİKLAL MAHKEMELERİ VE CUMHURİYET REJİMİNİN TESİSİNDEKİ ROLLERİ

1840-1845 yılları arasındaki “havadis jurnalleri” adı verilen belgelerden anlaşılacağı üzere sultan Abdülmecit devrinde de hafiye teşkilatı toplumu kontrol etme noktasında önemli bir yere sahipti.

Gazeteci Hasan Fehmi’nin 6 Nisan 1909’da Galata Köprüsü’nde öldürülmesi bir bakıma İttihat ve Terakki’nin kendisine karşı olan muhalif basına gözdağı vermesinden başka bir şey değildi.

Demokrasi ve özgürlük vaadiyle toplumda kendisine yer edinen İttihat ve Terakki kesin iktidarda olduğu 1913-1918 arası dönemde (…) istibdattan aşağı kalmayan bir yönetim sergiledi

BMM, 11 Eylül 1920’de Firariler Hakkında Kanun’a dayanarak İstiklal Mahkemeleri’ni kurdu.

1923 Gazeteciler Davası sonucunda hilafet taraftarı basın

1925 Şeyh Sait İsyanı Davası ile siyasi muhalefet

1926 İzmir Suikast Girişimi Davası sonrası Millî Mücadele Dönemi paşalarının saf dışı bırakılması sonucunda da askeri muhalefetin kontrol altına alındığı yorumları yapılabilir.

İstiklal Mahkemeleri Rusya’daki Çeka Mahkemeleri’ne benzetilmiştir.

Çeka Mahkemeleri’nin yargılamaları gizli bir şekilde yapılır, halk bilgilendirilmez

İstiklal Mahkemeleri’nin yargılamaları halka açık şekilde yapılır, sanığın suçu ve aleyhinde hangi delillerin olduğu halkla paylaşılırdı.

Osmanlı Ceza Mahkemeleri / s. 17 vd.

1918 itibariyle Birinci Dünya Savaşı’na girişin sorumlularını ve savaş esnasında icra edilen Ermeni Tehciri’nin araştırılması için sıkıyönetim mahkemesi olarak Divan-ı Harb-i Örfi kurulmuştur.

16 Aralık 1918’de kaldırıldı.

8 Mart 1919’da yayınlanan kararname ile yeni Divan-ı Harb-i Örfi kuruldu.

18 Eylül 1919’da Divan-ı Harp’lerin yapısını düzenleyen yeni bir kararname kabul edildi.

7 ay sonra 23 Nisan 1920’de İstanbul Hükümeti tarafından çıkartılan Divan-ı Harb- i Örfilerin Teşkilat ve Vezaifi Hakkında Kararname ile bir önceki düzenleme geri alındı.

Divan-ı Harb-i Örfi Kuvay-ı Milliye Hareketi mensuplarına yönelik verdiği idam cezalarıyla hatırlanmaktadır.

Ankara Hükümeti, 29 Nisan 1920’de kabul edilen Hıyanet-i Vataniye Kanunu gereğince yapılacak yargılamaların Bidayet Mahkemeleri tarafından yapılmasını karara bağlıyordu…

Osmanlı Ceza Mahkemeleri’nin yetersizlikleri BMM tarafından görüldüğünden 11 Eylül 1920’de kabul edilen Firariler Hakkında Kanun’a binaen İstiklal Mahkemeleri kuruldu.

Hıyanet-i Vataniye Kanunu ile meclis varlığını tanıtma ve isyanları bastırma yolunda ilerleme kaydetti ve kanun çıktıktan sonra meclis otoritesi bir nebze de olsa sağlamlaştı.

Düzenli ordu olmadan Meclis ne hâkimiyetini tam olarak tesis edebilirdi ne de düşmana karşı silahlı mücadeleye girişebilirdi.

…asker kaçaklarının önüne geçebilmek, düzenli ordu kurulmasını sağlamak ve asayişi tesis etmek amacıyla 11 Eylül 1920’de Firariler Hakkında Kanun çıkartıldı.

İstiklal Mahkemeleri’nin kuruluşuna yasal dayanak sağlayan Firariler Hakkında Kanun

…kanun teklifi 8 Eylül 1920’de meclise verildi yargılamaların hızlı ve etkili bir şekilde yapılabilmesi için meclis içerisinden seçilecek üç kişiden oluşacak olan yeni fevkalade mahkemelerin kurulması teklif edilmiştir. Bu surette beşinci maddede firar suçunu işleyenlerin meclis tarafından seçilen üçer kişiden oluşan İstiklal Mahkemeleri tarafından cezalandırılacağı, altıncı maddede ise İstiklal Mahkemeleri’nin vereceği hükümlerin kesin olduğu ve her makamın hükmü yerine getirmekte mecbur olduğu ifade edildi. Yedinci maddede ise bu kanunun uygulanmasından Müdafaai Milliye (Milli Savunma), Adliye, Dahiliye (İçişleri), Maliye ve İstiklal Mahkemeleri sorumlu tutuldu (s. 31).

11 Eylül günü Firariler Hakkında Kanun meclis tarafından kabul edildi.

Firariler Hakkında Kanun

1) Muvazzaf ve gönlü ile hizmeti askeriyeye dahil olupta firar edenler veya her ne suretle olursa olsun firara sebebiyet verenler ve firari derdest ve sevkinde tekâsül gösterenler ve firarileri ihfa ve iaşe ve ilbas edenler hakkında mülki ve askerî kavaninde mevcut ahkâm ve indelicap diğer gûna mukarreratı cezaiyeyi bağımsızlen hüküm ve tenzif etmek üzere Büyük Millet Meclisi azalarından mürekkep (İstiklâl mahkemeleri) teşkil olunmuştur.

2) Bu mahkemeler azasının adedi (üç) olup Büyük Millet Meclisinin ekseriyeti ârasiyle intihap ve içlerinden birisi kendileri tarafından reis addolunur.

3) İşbu mahkemelerin adedini ve mıntakalarını Heyeti Vekilenin teklifi üzerine Büyük Millet Meclisi tâyin eder.

4) İstiklâl mahkemelerinin kararları katî olup infazına bilûmum kuvayi müsellâha ve gayri müsellâhai Devlet memurdur.

5) İstiklâl mahkemelerinin evamir ve mukarreratını infaz etmiyenler veya infazda taallül gösterenler işbu mahkemeler tarafından tahtı muhakemeye alınır.

6) Her istiklâl mahkemesi ketebe ve müstahdemin maaşatı şehrî yüz lirayı geçmiyecektir.

7) Her istiklâl mahkemesi vazifeye mübadereti anında firari ve bakaya efradının bir müddeti muayyene zarfında icabetini teminen her türlü vesaiti tebliğiyeye müracaat eder.

8) İşbu kanun tarihi neşrinden muteberdir.

9) Kanunun icrasına Büyük Millet Meclisi memurdur.

11 Eylül 1336 ve 28 zilhicce 1338 /  TBMM, Kanunlar Dergisi, Cilt: 1, s. 22.

18 Eylül’de İsmet Bey tarafından meclise sunulan tezkereye göre; İstiklal Mahkemeleri tüm yurt coğrafyasını kapsayacak şekilde toplam 14 ayrı bölgede kurulmasına karar verildi.

26 Eylül günü Firariler Hakkında Kanun’un birinci maddesine yapılan ek düzenlemeyle kapsamı genişleyerek asker kaçakları haricinde Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun suçları ekseninde de yargılamaya yapma yetkisine sahip oldu.

İstiklal Mahkemeleri içerisinde görece en önemli mahkeme 1920-1927 arası kesintisiz faaliyetini sürdüren Ankara İstiklal Mahkemesi olmuştur.

İstanbul Ferit Paşa Kabinesi, Kuvay-ı Seyyare, Kuvay-ı İnzibatiye, Mustafa Sagir ve Komünizm davalarına bakmıştır.

Ferit Paşa Kabinesi davasında Sevr Barış Anlaşması’nı imzalamaları ve ülkeyi düşman işgaline sürüklemelerinden dolayı Ferit Paşa ile birlikte Hadi, Rıza Tevfik, Reşat Halis gıyaben idam cezasına çaptırıldı.

Kuvay-ı Seyyare / Çerkez Ethem ve yakınları gıyaben yargılanmış ve idama mahkûm olmuşlardır.

İngilizlerin desteği ile kurulmuş olan Süleyman Paşa kumandasındaki Kuvay-ı İnzibatiye mensupları yargılandı.

İngiltere adına casusluk yapan Mustafa Sagir adındaki Hintli casus yakalanmış ve Ankara İstiklal Mahkemesi’nce yargılanmıştır. Yargılama sırasında casus olduğunu kabul eden ve faaliyetlerini itiraf eden Mustafa Sagir 24 Mayıs 1921’de idam edildi.

Komünizm davalarının ekseriyetini ise Yeşil Ordu ve Komünist Parti yargılamaları oluşturmaktaydı.

Yargılama sonucunda Tokat mebusu Nazım 15 sene kürek, Yeni Dünya gazetesi başyazarı Arif Oruç ise zorunlu ikamet cezasına çarptırıldı.

Eskişehir İstiklal Mahkemesi’nin baktığı davalar genellikle asker kaçakları, casusluk veya bozgunculuk davalarıydı.

Yozgat bölgesinde halk üzerinde bir takım olumsuz uygulamalarda bulunduğu için Çerkez Ethem tarafından Eskişehir İstiklal Mahkemesi’ne şikâyet edilen Refet Bey, Mustafa Kemal ile İsmet Paşa’nın araya girmesi sonucu yargılanmaktan kurtuldu.

İstiklal Mahkemesi’nin (Kastamonu’da) yayınladığı ikinci beyannamesinin ikinci maddesinde “asker kaçaklarına on gün zaman tanınıyor, eğer bu süre içerisinde teslim olmazlarsa kaçak yerine sırasıyla babası, erkek kardeşleri, amcası gibi ailenin erkek üyelerinin silahaltına alınacağı” ve dördüncü maddesinde “kaçağın teslim olmaması durumunda köy veya mahallesinden iki yüz lira ceza alınacağı, kaçağa ait mal ve mülkün yakılacağı veya müsadere edileceği” ifade ediliyordu.

Ankara İstiklal Mahkemesi hariç diğer mahkemelerin faaliyetlerine 17 Şubat 1921 tarihinde ara verildi.

İkinci Dönem İstiklal Mahkemeleri’nin amacı ve gayesi çoğunlukla 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet rejimini korumak ve kollamak olmuştur (s. 46).

Kütahya-Eskişehir Savaşı’nda alınan yenilginin üzerine firar olayları ve bozgunculuk olayları yurtta etkisini yeniden göstermeye başladı. Kütahya-Eskişehir Savaşı’ndan sonra asker kaçakları sayısı 39.809, Sakarya Meydan Savaşı’ndan sonra ise sayı artarak 48.335’e çıktı.

BMM sayıca giderek artan asker kaçaklarına önlem almak amacıyla 23 Temmuz 1921’de Samsun, Konya ve Kastamonu olmak üzere üç yerde İstiklal Mahkemesi kurulması kararı aldı.

Bu sırada meclis içerisinden yükselen muhalif seslerin de etkisiyle 5 Ağustos 1921’de Mustafa Kemal Paşa tek yetkili sayılarak ordunun başına başkomutan olarak seçildi ve hemen akabinde meclisin yetkilerini 3 ay üzerine aldı.

İlk olarak Tekalif-i Milliye Emirlerini yayınladı. Kurulan İstiklal Mahkemeleri’ni de yayınlanan emirlerin tatbik edilmesini sağlamakla görevlendirdi.

İstiklal Mahkemeleri’nin kendisine ait kanununun olması ve yetkilerin daha açık belirlenmesi amacıyla 1 Ağustos 1922’de mecliste kabul edilen İstiklal Mehakimi Kanunu ile gelen en büyük değişiklik İstiklal Mahkemeleri tarafından verilen idam cezalarının meclisçe onayladıktan sonra uygulanmasın karara bağlanması oldu.

İstiklal Mehakimi Kanunu

1) İcra Vekilleri Heyetince gösterilecek lüzum ve Büyük Millet Meclisince ekseriyeti mutlaka ile verilecek karar üzerine icabeden mahallerde İstiklâl mahkemeleri teşkil olunur.

2) Bu mahkemeler Büyük Millet Meclisinin ekseriyeti mutlakası ve reyi hafi ile kendi âzası meyanından müntahap bir reis ve iki âza ve bir müddeiumumiden teşekkül eder. Ancak heyeti mahkemeye tari olacak noksanın ikmalini teminen ayrıca bir âza daha intihap olunur.

3) İstiklâl mahkemelerinin vezaifi berveçhi âtidir:

A) Muvazzaf ve gönlü ile hizmeti askeriyeye dahil olupta firar edenler ve firara sebebiyet verenler ve firari derdest ve şevkinde tekâsül gösterenler ve firarileri bilihtiyar ihfa ve iaşe ve ilbas edenler hakkında Ceza kanunnamesiyle askerî kavanininde muayyen cezayi hüküm ve esbabı muhaffefe ve müşeddede mevcut olduğu takdirde yalnız bu fıkradaki ceraime münhasır olmak üzere tensip edeceği diğer güna mukarreratı ittihaz eylemek;

B) 29 nisan sene 1336 tarihli Hiyaneti vataniye kanununun muhtevi olduğu ceraimi;

C) Devletin emniyeti hariciye ve dahiliyesini ihlâl edenler hakkınla Ceza kanununun birinci babının birinci ve ikinci fasıllarında muharrer ceraimi;

D) Askerî ve siyasi casusluk ve suikast siyasi ve asker ailelerine taarruz ve tecavüz ceraimi;

H) Seferberlikte tedariki vesaiti nakliye komisyonlarının suiistimalât ve müsamahatı hakkında Askerî ceza kanununa müzeyyel 12 şevval 1332 ve 21 ağustos 1330 tarihli kanunu muvakkatin birinci maddesini muaddil 28 rebiyülâhır 1332 ve 2 Mart 1331 tarihli kanunda musarrah ceraimi rüyet etmek;

K) İhtilasta bulunan, rüşvet alan bilûmum memurini mülkiye ve askeriyeyi ve bunlara hangi sınıftan olursa olsun iştirak ve vesatet eyliyenleri;

S) Nüfuzu memuriyetinden istifade ederek halka zülüm ve işkencede bulunan memurini mülkiye ve askeriyeyi muhakeme etmek.

4) Büyük Millet Meclisi lüzum gördüğü istiklâl mahkemeleri için üçüncü maddede muharrer vezaiften bir kısmının istisnasına karar verebilir.

5) İstiklâl mahkemelerinin idamdan gayri hükümleri katî olup infazına, bilûmum kuvayi müselleha ve gayri müsellehai devlet memurdur. İdam hükümleri Büyük Millet Meclisince bilûmum mesaile tercihan tetkik ve tasdik olunduktan sonra infaz olunur. Şu kadar ki müstacel ve müstesna hal ve zamanda idam hükümlerinin dahi Meclisçe tasdik edilmeksizin infazına Meclis karariyle mezuniyet verilebilir.

6) İstiklâl mahkemeleri kararlarına bu mahkeme müddei-umumisinin hakkı itirazı vardır. Müddeti itiraz yevmi tefhimin ferdasından itibaren üç gündür ve itirazı vâkı Büyük Millet Meclisince katiyen hallolunur.

7) İstiklâl mahkemesi heyetleri her altı ayda bir intihap olunur ve bu müddetin hitamından evvel heyet tamamen veya kısmen meclis karariyle tebdil edilebileceği gibi esbabı teşkilin zevaliyle faaliyeti dahi tatil olunur.

8) Müddeiumumiler işbu kanun ahkâmına tevfikan muttali olacakları ceraim hakkında takibatı kanuniyede bulunurlar. Tevkif ve tahliye kararlarında müddeiumumilerin mütalâası alınmadıkça tevkif ve tahliye yapılamaz. İstiklâl mahkemelerinin vasıtai muhabere ve tebliğ ve tebellüğü müddeiumumileridir. İstiklâl mahkemelerinin mukarreratının infazı hususunda kuvvei müselleha ve gayri müsellehaya müddeiumumiler âmirdir.

9) İstiklâl mahkemelerinin evamir ve mukarreratını infaz etmiyenler veya infazda taallül gösterenler müddeiumumilerinin talep ve sevki üzerine aynı mahkemeler tarafından tahtı muhakemeye alınırlar.

10) İstiklâl mahkemeleri Askerî ceza kanununun yedinci faslındaki hukuku emiriyeden maada hukuku şahsiyeye hükmedemezler.

11) İstiklâl mehakimi ile mehakimi sair arasında tahaddüs edecek ihtilâfı merci Türkiye Büyük Millet Meclisi Adliye encümenince bilcümle umuru

takdimen hallolunur.

12) Her istiklâl mahkemesi ketebe ve müstahdemin maaşatı asliyesi şehrî yüz lirayı geçmiyecektir.

13) Her istiklâl mahkemesi ayda bir defa Heyeti Umumiyeye hulâsai hüküm ve mesai cetveli göndermeğe mecburdur.

14) Firariler hakkındaki 11 Eylül 1336 tarihli kanun ile İstiklâl mahkemeleri kanununun birinci maddesine müzeyyel 26 Eylül 1336 tarihli kanun ve firariler hakkındaki 11 Eylül 1336 tarihli kanunun 2’nci maddesini muaddil 6 rebiyülevvel 1339 ve 28 Teşrînisânî 1336 tarihli kanun mülgadır.

15) İşbu kanun tarihi neşrinin ferdasından itibaren mer'idir.

16) İşbu kanun Büyük Millet Meclisi tarafından icra olunur.

31 Temmuz 1338 ve 4 zilhicce 1340 / TBMM, Kanunlar Dergisi, Cilt: 1, s. 295-296

İstiklal Mahkemeleri yaptıkları çalışmalardan sonra asayişi yeniden tesis etmelerinden dolayı 31 Temmuz 1922’de Ankara İstiklal Mahkemesi hariç geri kalanı kapatıldı.

Yeşil Ordu Cemiyeti, THİF, Halk Zümresi, Resmi Türkiye Komünist Partisi, Bakü’deki Komünist Parti vb. cemiyet ve fırkalar 1920 yılı itibariyle Anadolu’da faaliyetlerini sürdüren önemli başlıca Komünist kesimlerdi.

Çerkez Ethem kuvvetlerinin BMM ordusu tarafından yenilgiye uğratılmasıyla birlikte Yeşil Ordu Cemiyeti’nin askeri kuvvetten yoksun kalması sonucu cemiyet 18 Ekim 1920’de kapatıldı.

 

İKİNCİ BÖLÜM

CUMHURİYET DÖNEMİ İSTİKLAL MAHKEMELERİ VE CUMHURİYET REJİMİNİN DEVAMLILIĞINDAKİ ROLLERİ

9 Eylül 1922’de Türk ordusunun İzmir’e girmesine müteakip Millî Mücadele Hareketi’nin askeri safhası sona ermiş oldu.

14 Ekim’de yürürlüğe giren mütareke ile birlikte Doğu Trakya, Yunan işgalinden kurtarılmış oldu.

Yunan ordusu 10 Temmuz 1921 tarihinde taarruza kalktı. Türk ordusu Eskişehir, Kütahya, Afyon gibi önemli şehirlerini kaybetti.

Mustafa Kemal Paşa başkumandan seçildi.

Başkumandanlık Kanunu 20 Temmuz 1922 tarihinde süresiz olarak Mustafa Kemal Paşa’ya verildi.

23 Nisan 1920’deki kuruluşundan bu yana yegâne vazifesini saltanat ve hilafet makamını İtilaf devletlerinin esaretinden kurtarmak olarak ifade eden BMM mebusları geçen iki senenin ardından saltanat makamının kaldırılmasının artık bir lüzum olduğu görüşü üzerinde mutabık kaldı (30 Ekim 1922’de).

Padişah ve aynı zamanda halife olan VI. Mehmet’in Millî Mücadele Hareketi süresince İtilaf Devletleri temsilcileri ile iş birliği yapması, 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Barış Anlaşması’nın onaylanması, İngilizlerin desteğiyle BMM’ye karşı tertiplediği ve destek verdiği ayaklanmalar…

Doktor Rıza Nur Bey ve 78 mebus arkadaşı BMM’ye, 30 Ekim 1922’de Hilâfetin esaretten kurtulacağına dair takrir sundular.

…meclis içerisindeki İkinci Gruba bağlı olan muhalif görüşlü mebuslar / teklifin altıncı maddesinde hilafet makamının mukadderatının ne olacağının açıkça belirtilmediğini ifade ettiler ve meclisteki oylama iştirak etmediler / böylece teklif meclisten geçemedi.

Saltanat makamının kaldırılmasından beş ay sonra ise 15 Nisan 1923 tarihinde Büyük Millet Meclis’i Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun birinci maddesini değiştirdi. / Saltanatın Kaldırılması kararına muhalefet edenlerin de vatan haini olarak adlandırılacağı hükmü getirildi.

13 Ekim 1923 tarihinde Ankara yeni devletin başkenti olarak resmen ilan edildi.

Cumhuriyetin ilanına kadar ki süreçte benimsenen Meclis Hükümeti Sistemi’nde meclis reisi aynı zamanda devlet başkanı olarak da kabul ediliyordu.

 

Millî Mücadele Dönemi’nin başında saltanat ve hilafete bağlılık mücadelenin temel ilkesiydi.

3 Mart 1924’te Urfa mebusu Şeyh Saffet Efendi ve 53 arkadaşının meclise sunduğu kanun teklifi ile birlikte Hilafet kaldırıldı.

Cumhuriyetin ilanında sonra İstanbul İstiklal Mahkemesi 8 Aralık 1923’te kuruldu.

Ankara İstiklal Mahkemesi 4 Mart 1925’te kuruldu.

Karahisar-ı Sahip mebusu Ali Bey (Çetinkaya) 124 oy ile mahkeme başkanlığına, İzmir mebusu Necati Bey 124 oy ile savcılığa 215, Gaziantep mebusu Kılıç Ali Bey 124 oy ile üyeliğe, Aydın mebusu Reşit Galip Bey 124 oy ile üyeliğe, Rize mebusu Ali Bey 124 oy ile üyeliğe seçilerek mahkeme heyetinin seçimi tamamlandı. / TBMM, Zabıt Ceridesi, Devre: 2, Cilt: 15, ss. 149-226.

İsyan Bölgesi İstiklal Mahkemesi (Askeri Harekât Bölgesi İstiklal Mahkemesi) 4 Mart 1925’te kuruldu.

Cumhuriyetin ilanında sonra kurulan üç İstiklal Mahkemesi içerisinde baktığı askeri ve siyasi davalar açısından en önemli misyonu üstlenen mahkeme Ankara İstiklal Mahkemesi oldu.

Duruşma salonuna kurulan mahkeme kürsüsünün arkasındaki duvara Mustafa Kemal’in portresi asılmıştı. / Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, Remzi Kitabevi, 35. Baskı, İstanbul, 2018, ss. 310-317.

Cumhuriyet Rejiminin Devamlılığındaki Rolleri

1) Basının kontrol altına alınması,

2) Muhalefet hareketinin dizginlenmesi,

3) Çete ve Komünistlerin bertaraf edilmesi,

4) Dini ve siyasi nitelikli isyanların bastırılması,

5) Rejim, hükümet ve inkılaplara yönelik nümayişlere müdahale edilmesi.

İstanbul basını 3 Mart 1924’te hilafetin kaldırılmasıyla da yayınlarında hükümeti ve rejimi şiddetle eleştirmeye devam ettiler.

Ağa Han ve Emir Ali adında iki Hint Müslümanının Başvekil İsmet Paşa’ya yazmış olduğu / Mektubun kendi eline geçmeden hilafet taraftarı İstanbul gazetelerinde yayınlanması üzerine 8 Aralık 1923’te Başvekil İsmet Paşa olayı meclise getirdi.

İsmet Paşa / mektubu yayınlayan gazetelerin / Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun birinci maddesi uyarınca tutuklanmalarının ve yargılanmalarının gerektiğini ifade etti.

İsmet Paşa konuşmasının devamında mektubu yazanlardan Ağa Han ve Emir Ali’nin İngilizler lehine çalışan iki casus olduğunu, mektubun belirli bir amaç doğrultusunda kendisi haricinde bir nüshasının da hilafet taraftarı İstanbul basınına gönderildiğini ve bu yolla hilafet makamına siyasi nüfus verilmesinin amaçlandığını belirtti.

11 Aralık’ta biten sorgulamaların ardından tutuklamalar yapıldı.

15 Aralık günü Matbuat Davası da resmen başlamış oldu.

…tevkif edilen gazetecilerin tamamına beraat kararı verildi

Dava sonuçlandıktan bir ay sonra Mustafa Kemal ile yargılanan gazeteciler 4 Şubat’ta İzmir’de görüşme yaptılar. Yapılan görüşme sonrası İstanbul basınının cumhuriyet rejimine ve yönetime karşı takındıkları muhalif tutumda kesin bir yumuşama görüldü (Velid Ebuzziya hariç).

…cumhuriyetin ilan edilmesi TCF’nin kuruluşuna zemin hazırlayan en önemli gelişme oldu.

17 Kasım 1924 tarihinde de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası resmen Kazım Karabekir’in genel başkanlığında kuruldu.

TCF’nin mecliste muhalefet yapmasının önündeki en büyük engel ise kuruluşundan dört ay sonra 4 Mart 1925’te kabul edilen Takrir-i Sükûn Kanunu ve Ankara İstiklal Mahkemesi oldu.

7 Mart 1925’te Ankara İstiklal Mahkemesi, TCF Beykoz Şubesi üyelerini hükümet aleyhine propaganda yapmak ve dini siyasi amaçlar doğrultusunda kullanarak siyasete malzeme etmek suçlarıyla yargılamaya başladı.

TCF, 3 Haziran 1925 tarihinde dini siyasete alet ettiği gerekçesiyle Bakanlar Kurulu kararnamesiyle kapatıldı.

Şeyh Sait İsyanı, 13 Şubat 1925’te Diyarbakır’ın Piran köyünde başladı. 391 Kısa sürede yayılarak genişledi.

20 Şubat günü Heybeliada’da dinlenen İsmet Paşa isyanın giderek büyümesi üzerine Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal tarafından acele Ankara’ya çağrıldı.

…isyan hareketi genişleyerek büyürken / sabık padişah VI. Mehmet (Vahdettin), yerleştiği San Remo’da Fransız gazetecilere beyanatta bulunuyor ve isyan hadisesi hakkında duyduğu memnuniyeti belirtiyor hatta isyan hareketine başarılar diliyordu. / Yalman, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, Cilt: 2, Pera Turizm Yayınları, İstanbul., s. 994.

Şeyh Sait 15 Nisan’da ele geçirildi.

Davada 48 kişi idama mahkûm edildi.

2 Eylül 1925’te Heyet-i Vekile kılık kıyafet ile ilgili ilk düzenlemesini yaparak kararname ile resmiyet kazandırdı. “Tekâyâ ve Zevâyânın Seddine ve İlmiyye Sınıfı Kisvesine ve Bi'l-umûm Devlet Me'mûrlarının Kıyâfetlerine Dâir” 2413 sayılı Heyet-i Vekile kararnamesi ile devlet memurlarına şapka giyilmesi zorunluluğu getirildi.

25 Kasım günü kanun teklifi encümenlerden meclise geldi.

Bu kanun ile birlikte yine görülmektedir ki günümüzde dahi çok defa kasıtlı ve yanlış bir şekilde zikredilmesinin aksine şapka giyilmesi zorunluluğu halkı kapsamamaktadır. Halkı kapsayan zorunluluk şapka harici başka bir başlığın giyilmemesi hususundadır. Bunun haricinde kanunda bahsedilen memurların şapka giyme zorunluluğunun imam, müftü, müezzin gibi din âlimleri sınıfını kapsamadığı 29 Aralık 1925 tarihli yazı ile ilan edildi (s. 157).

Şapka inkılabına yönelik ilk nümayiş Erzurum’da oldu (s. 157).

Şapka İnkılabına yönelik ilk ve ciddi tepki hareketi Sivas’ta yaşandı (s. 159).

11 Aralık günü Rize isyanını incelemek için Rize’de çalışmalara başlayan İstiklal

Mahkemesi’nde 12-13 Aralık günü toplamda 143 sanığın duruşması yapıldı. Köylerde imamların halkı isyana teşvik ettiği ve bunun için İskilipli Atıf’ın “Frenk Mukallitliği ve Şapka” eserinin kışkırtma aracı olarak kullanıldığı tespit edildi. 2 gün içerisinde yargılamalarını tamamlayan mahkeme kararını 14 Aralık’ta açıkladı.

…kararda mahkeme 8 kişinin idamına,

İdam hükümleri 14 Aralık saat ikide infaz edildi. / Hakimiyet-i Milliye, 16 Kânunuevvel 1925 (16 Aralık 1925).

İstiklal Mahkemeleri’nin görevi 7 Mart 1927 tarihi itibariyle sona ermiş oldu

Sonuç

11 Eylül 1920 - 7 Mart 1927 tarihleri arasında faaliyet gösteren İstiklal Mahkemelerinin / kuruluş amacı asker kaçakları sorununu engellemekti.

26 Eylül 1920’de Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun suçları ekseninde de yargılama yapma yetkisine sahip oldu.

…ilk aşamada 8 bölgede 30 üye ile kurulan / Bu mahkemeler kuruldukları bölgelerde yoğun ve etkili bir yargılama faaliyetine başlayarak ülkede huzur ve sükûnun tesisinde kısa zamanda büyük katkılar sağladı.

Mahkemelerin verdiği kararlarının kesin olması ve temyiz edilememesi / caydırıcılığını artırıyordu.

İstiklal Mahkemeleri; Hıyaneti Vataniye Kanunu, Firariler Hakkında Kanun ve İstiklal Mehakimi Kanunu’nu yasal dayanak alarak yargılama yapardı…

Cumhuriyet Dönemi İstiklal Mahkemeleri / meclis içerisinde ve dışarısında oluşan muhalefet hareketini ve cumhuriyet rejiminin devamlılığına tehlike gösteren her türlü unsurun bertaraf edilmesinde etkin bir rol oynamıştır.

…muhalif basın üç kez İstiklal Mahkemesi yargılaması yoluyla (İstanbul, Ankara ve İsyan Bölgesi) ikaz edilerek cumhuriyet rejimine karşı takındıkları muhalif tutumdan vazgeçmeleri istenmiş…

TCF ve Millî Mücadele Dönemi askeri lider kadrosuyla mücadele amaç edilmiştir.

Dini ve siyasi nitelikli isyanlar / Şeyh Sait İsyanı / şapka inkılabına tepki

 

Yüksek Lisans Tezi, Pamukkale Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019 Denizli

21 Ağustos 2020 Cuma

Şiir: Yıkılma Sakın

...yaşamak bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki.

Yıkılma Sakın

Sana durlanmış kelimeler getireceğim

pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler

kelimeler, bazısı tüyden bazısı demir

seni çünkü dik tutacak bilirim

kabzenin, çekicin ve divitin

tutulduğu yerden parlayan şiir.


Zorlu bir kış geçirdim, seninki gibi neftî

acıktım, bitlendim, bir yerlerim sancıdı

sökmedi ama hoyrat kuralları faşizmin

çünkü kalbim aşktan çatlayıp yarılırdı.

Her sabah çarpışarak çekilirdi karanlık alnacımdan

acılar bile duymadım kof yürekler önünde

beynim her sabah devrimcinin beyniydi

ayaklarım donukladı gelgelelim

sağlığın yerinde mi?


Yaraların kabuğu kolayca kaldırılıyor

halkın doğurgan dünyasına dalmakla

onların güneşe çarpan sesini anlamayan

dört duvarın, tel örgünün, meşhur yasakların sahipleri

seyir bile edemezken içimizdeki şenliği

yılgı yanımıza yanaşmazken

bizi kıvıl kıvıl bekliyorken hayat

yıkılmak elinde mi?

Boşuna mı sokuldu bankalara

petrol borularına kundak

kurşun işçinin böğrünü boşuna mı örseledi

varsın zındanların uğultusu vursun kulaklarımıza

yaşamak

bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki.

Bu yürek gökle barışkın yaşamaya alışmış bir kere

ve inatla çevrilmiş toprağın çılgarına

yazık ki uzaktır kuşları, sokaklarıyla bizim olan şehir

ama ancak laneti hırsla tırpanlayamamak koyuyor insana

öpüşler, yatağa birden yuvarlanışlar

sevgiyle hatırlansa bile hatta.


Köpüren, köpürtücü bir hayatın nadasıdır kardeşim

bütün devrimcilerin çektikleri

biliriz dünyadaki yorgunluk habire mızraklanır

dağlarda gürbüz bir ölümdür bizim arkadaşlarınki

pusmuş bir şahanız şimdilik, ne kadar şahan olsak

ama budandıkça fışkıran da bizleriz

ölüyoruz, demek ki yaşanılacak...


20 Ağustos 2020 Perşembe

Müzik: Kosame No Oka (from Drunken Angel) / R


Müzik şu filmde duyulabilir: Yoidore tenshi (1948),

Filme dair tafsilat şu linkte: https://www.imdb.com/title/tt0040979/

...


Gençken ölümden söz etmek ne de kolay

Ona yaklaştığını hissettiğin zaman, durum farklılaşır,

Hazır olmadığını bilecek yaşa ulaştığında, ölüm düşüncesi ağırlaşır,

Hâlbuki gençken ne de hafiftir…


11 Ağustos 2020 Salı

Müzik: Blue Foundation - Sweep

 Bir Massive Attack değil fakat aşırı güzel



Türk Boğazları

 Ali Kandilli - Türk Boğazları - YLT

 

Boğazlar gerek coğrafi ve gerekse siyasi konumları sebebiyle birtakım ayırımlara tabi tutulmuşlardır;

…"bir içdeniz ile açıkdenizi birleştiren Boğazlar" ve "iki açıkdenizi birleştiren Boğazlar" olmak üzere ikiye ayrılırlar. Devletler hukuku bakımından önemli olan

Boğazlar, iki açıkdenizi birleştiren Boğazlardır.

 

Boğazların genişliği, karasularının iki katından çoksa, Boğazın arasında açıkdeniz kalacağından bu tür Boğazlarda "açıkdeniz rejimi" uygulanır.

Boğazların genişliği, karasularından azsa Boğazın suları "Karasuları rejimi"ne tabiidir.

 

1982 tarihli "Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi / "Karasuları genişliğinin en çok 12 deniz mili olabileceği" hükmü karşısında (bu kapsamdaki boğazlar) "Uluslararası ulaşıma açık Boğazlar" (olarak nitelenmiş) geçiş rejimi de "Transit geçiş" hakkı ve "Zararsız geçiş" hakkı olarak düzenlenmiştir.

(Geçiş rejimi özel antlaşmalarla belirlenmiş boğazlar, bu hükümlerin dışındadır)

 

Cebelitarık Boğazı

…en geniş yeri 24 mil, en dar olduğu yerdeki genişliği 10 mil kadardır. Cebelitarık Boğazı gerek ticaret ve gerekse savaş gemilerinin geçişine tamamen açıktır.

8 Nisan 1904 tarihinde İngiltere ile Fransa arasında imzalanan "Londra Bildirisi" ile iki akit taraf, Cebelitarık Boğazı’ndan serbest geçişi sağlamak üzere gerekli önlemleri almayı yükümlenmişlerdir.

 

Magellan Boğazı

…genişliği, en geniş yerinde 22 mil, en dar yerinde 11 mildir.

1881 tarihli Buenos Aires Andlaşması ile Boğazın daimi olarak tarafsız halde bulundurulması, bütün Devletlerin gemilerinin Boğazdan serbest olarak geçebilmesi, Boğaza kıyıdaş Devletlerin kıyılarda tahkimat yapmayacağı kabul edilmiştir.

 

Kuzey Denizi ile Baltık Denizi’ni birleştiren Danimarka Boğazları

14 Mart 1857 tarihli Sözleşme ile Danimarka, boğazdan geçen gemilerden vergi almaya son verdi.

 

Stratejik ve ekonomik açılardan çok önemli iki Boğazın arasında yer alan Marmara denizi tümüyle bir "İçdeniz" olup, gerek tarihi ve gerekse coğrafi nedenlerle "İçsular rejim ine tabidir.

 

Boğazların siyasi ve hukuki iki yönü vardır. Boğazların hukuki yönü ile, Boğazların milletlerarası ulaşıma açık veya kapalı oluşunu, açık ise hangi şartlarda açık olduğunu, kapalı ise hangi nedenler ve koşullar altında kapalı olduğunu anlamak gerekir. Boğazların siyasi yönü ile de, genel ve yaygın anlamı ile Balkanlar’ı ve Karadeniz’i çevreleyen Devletlerin güvenliğini, özel ve daha belirgin anlamı ile, Türkiye’nin hayat ve candamarı olması bakımından Boğazlar üzerindeki hayati haklarını anlamak gerekir (s. 7).

 

BİRİNCİ BÖLÜM

OSMANLI İMPARATORLUĞU DÖNEMİNDE BOĞAZLAR

İstanbul’un 1453 yılında fethedilmesi ile birlikte, Boğazların hakimiyeti de Osmanlı İmparatorluğunun eline geçmiştir.

Kapitülasyon andlaşmaları ile verilen ticari imtiyazların dışında, Boğazların ve Karadeniz’in bütün Devletlerin gemilerine kapalılığı "İmparatorluğun Kadim Kaidesi" olarak 1774 Küçük Kaynarca Andlaşması’na kadar devam etmiştir.

Küçük Kaynarca Andlaşması ile Rus ticaret gemilerine Boğazlarda serbest geçiş hakkı verilirken / Boğazların kapalılığı, "İmparatorluğun Kadim Kaidesi" olarak devam etmektedir.

Rusya, 23 Aralık 1798 tarihli İstanbul Andlaşması ile, bir savaş sırasında Osmanlı İmparatorluğu’na yapacağı yardıma karşılık savaş gemilerini Boğazlardan geçirme hakkını elde etmiştir. Yine Rusya ile yapılan 24 Eylül 1805 tarihli İttifak Andlaşması ile bu hak teyit edildiği gibi, Osmanlı İmparatorluğu, yabancı Devletlerin savaş gemilerini Boğazlardan geçirmeme yükümlülüğü altına sokulmuştur.

 

Kale-i Sultaniye Andlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu’nun Boğazlardaki mutlak hâkimiyet dönemi sona erdi.

Fransa ile Rusya arasında, 12 Ekim 1808 tarihinde Erfurt’ta yapılan görüşmeler sırasında İstanbul ve Boğazlar üzerindeki Rus istekleri ve bu konunun iki taraf arasında pazarlık konusu yapıldığının duyulması üzerine, Osmanlı İmparatorluğu ve İngiltere arasında 5 Ocak 1809 tarihinde "Kale-i Sultaniye Andlaşması" imzalanmıştır (s. 11).

 

Kale-i Sultaniye Andlaşmasına gelinceye kadar, "Boğazların bütün yabancı Devletlerin savaş gemilerine kapalılığı", İmparatorluğun bir "iç hukuk" kaidesi olarak uygulanırken, bu andlaşmanın imzalanması ile birlikte bu kaide milletlerarası bir yükümlülük haline getirilmiştir.

 

İngiltere, Fransa ve Rusya arasında 6 Temmuz 1827 tarihli Londra Andlaşması ile, Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı özerk bir Yunanistan kurulmasına karar verilmiştir. Osmanlı, bu oldu-bittiye ayak direyince Rusların saldırısına uğradı ve işin sonunda 14 Eylül 1829 tarihinde Edirne Andlaşması imzalandı.

Edirne Andlaşması’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu ile barış halinde bulunan bütün Devletlerin ticaret gemileri Boğazlardan serbestçe geçebilme imkânını elde etti.

 

8 Temmuz 1833 tarihinde Rusya ile yapılan Hünkâr İskelesi Andlaşmasıyla Rusya, dolaylı bir yoldan kendi savaş gemilerini Boğazlardan geçirme hakkını elde etmiştir.

 

Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın isyanı sonrasında Mısır’da yaşanan gelişmeler Boğazlar meselesinin alevlenmesine neden oldu.

…gelişmeler sonucunda, Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere, Fransa, Avusturya, Prusya ve Rusya arasında 15 Temmuz 1840 tarihinde "Mısır Meselesi Hakkında Londra Andlaşması" imzalanmıştır. Andlaşmaya göre Boğazlardan savaş gemilerinin geçemeyeceği karara bağlandı.

Avrupa Devletleri için asıl önemli konu, Boğazlar rejiminin Osmanlı-Rus ikili anlaşmalarından kurtarmak ve bu rejimi milletlerarası bir statüye bağlamaktı. Bu amaçla 13 Temmuz 1841 tarihli Akdeniz ve Karadeniz Boğazları Hakkında Londra Andlaşması imzalandı.

…bu Sözleşme ile, Osmanlı İmparatorluğu barış zamanında Boğazları hiçbir yabancı Devletin savaş gemisine açmamayı kabul etmiştir.

Londra Boğazlar Sözleşmesi ile kabul edilen "Türk Boğazlarının barış zamanında bütün Devletlerin ticaret gemilerine açık, savaş gemilerine kapalı olması" durumu 1. Dünya Savaşı’na kadar devam etmiştir.

Kırım Savaşı sonunda imzalanan Paris Boğazlar Sözleşmesi ile Karadeniz tarafsız bir deniz haline geldi.

Paris Andlaşmasından zararlı çıkan Ruslar 13 Mart 1871’de imzalanan Karadeniz Hakkında Londra Andlaşması ile Karadeniz’in tarafsızlığını iptal ettirmiştir.

93 Harbi’ndan sonra Boğazlara sokulmaya çalışan Ruslara karşı yeniden bir konferans toplandı. 13 Temmuz 1878 tarihinde Berlin Andlaşması imzalandı. Andlaşmayla Boğazların barış zamanında bütün yabancı Devletlerin savaş gemilerine kapalı olması ilkesi bir kere daha tekrarlandı.

 

İKİNCİ BÖLÜM

TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİNDE BOĞAZLAR

Lozan Boğazlar Sözleşmesi, 1841 yılından beri devam eden Boğazlar rejimi için çok taraflı andlaşmalardan biridir.

 

İngiltere, bu görüşmeler sırasında, daha önce savunduğu, "Boğazların savaş gemilerine kapalı tutulması" görüşünü terk ederek, Boğazlar Bölgesi olarak tanımlanan İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı’ndan barış ve savaş zamanında geçerli olmak üzere "bütün devletlerin ticaret ve savaş gemilerine tam serbestlik" görüşünü ısrarla savunmuştur.

İngiltere tarafından savunulan görüşler, daha sonra önce Sevr ile getirilmek istenen düzenden pek farklı değildir.

Sovyetler Birliği, bu görüşmeler sırasında; Boğazların, Türkiye’nin "mutlak hakimiyeti altına" sokulması yönünde bir görüş savunmuştur.

 

1 Şubat 1923 tarihli oturumda Lord Curzon Boğazlar rejimine ilişkin sözleşmeyi taraflara sundu.

22 Ocak 1923 tarihli bu tasarı metni, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Sözleşmenin henüz onaylanmamış şeklidir.

 

Bu rejim; Türk Boğazları olarak tanımlanan İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı üzerinde barış ve savaş zamanında geçerli olmak üzere, bütün Devletlerin ticaret ve savaş gemilerine tam serbestlik tanıyordu. Bu serbestlik adı geçen bölgedeki hava sahasına da geçerlidir.

 

MONTREUX BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ

9 Kasım 1936 günü yürürlüğe girmiştir.

Türkiye onay işleminden önce Sözleşmeye Ek Protokol’ün 2. maddesi uyarınca 15 Ağustos 1936’dan itibaren Boğazlardan yeni geçiş rejimini uygulamaya başlamıştı.

…bu yeni Sözleşme, 1923 tarihli "Lozan Boğazlar Sözleşmesi"nin yerine geçmiştir.

Sözleşmenin 20. ve 21. maddeleri ile ortaya konmuş "Yakın bir tehlike" olasılığına ilişkin getirilmiş bulunan hükümler ile Türkiye’ye ek bir güvence sağlanmıştır.

 

Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin 1. maddesi ile Boğazlardan geçiş ve ulaşım serbestisi yalnız deniz yolu için tanınmıştır. Boğazlar Bölgesi hava sahasından geçecek uçaklar ile ilgili düzenleme Sözleşmenin III. Kesiminde ve 23. madde ile sadece sivil uçaklar için düzenlenmiştir. Ayrıca Boğazlardan transit olarak geçiş yapan savaş gemilerinin de taşımakta oldukları uçakları -bu bölge içinde- kullanamayacakları Sözleşmenin 15. maddesi ile hükme bağlanmıştır.

 

Potsdam Konferansı 17 Temmuz - 2 Ağustos 1945 tarihinde toplanmıştır.

Sovyet gemilerinin Boğazlardan geçişi konusunda Konferansta geniş görüş ayrılığı çıkmadığı halde, Sovyetler Birliği’nin Boğazlar konusunda olaya yalnız kendisi ile Türkiye arasında bir sorun olarak bakması ve Boğazlardan deniz ve kara üssü istemesi geniş tartışmalara yol açmıştır.

 

Potsdam Konferansı’nın ertesinde, Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin değiştirilmesi yolundaki ilk nota 2 Kasım 1945 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri tarafından verilmiştir.

Bundan sonra Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Sovyetler Birliği arasında karşılıklı notalar gönderilmek suretiyle bir diplomatik yazışma ve tartışma dönemi başlamıştır.

 

Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nde geçiş serbestisi ilkesini güçlendirmek için ortaya konulan; "Bayrak ve yükü ne olursa olsun", "Gündüz ve gece", "Sağlık denetimi ile ilgili 3. maddenin dışında hiçbir işleme tabii olmadan", "Kılavuz ve remorkajın isteğe bağlı olması" koşulları Boğazlar üzerindeki uygulamada Türkiye aleyhine zaman zaman çok büyük problemler yaratmaktadır.

 

1977 yılındaki olayda "Vasaula" adlı Kıbrıs Rum Bandıralı bir gemi Bulgaristan’ın Burgaz Limanı’ndan yüklediği çok sayıda silahla İstanbul Boğazı’nda yakalanmıştı. / gemideki bu silahlara Etiyopya Hükümeti sahip çıkmış ve Montreux Sözleşmesi’ne göre: Türkiye’nin ticaret gemileri içindeki yüke karışamayacağını ileri sürerek söz konusu geminin serbest bırakılması gerektiğini savunmuştu.

Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin bu hükümleri bu haliyle kaldığı sürece, Türk Devleti şu anda kendisine karşı silahlı mücadele açmış yasadışı bir terör örgütüne aynı yoldan gidebilecek olan silahlara bile hiçbir hukuki önlem uygulayamaz. Çünkü önlem uygulama hakkı Türkiye’nin "Savaşan Devlet" olması halinde doğmaktadır (s. 94-95).

 

SONUÇ

1453 yılında İstanbul’un fethi ve / 1809 yılına kadarki süre içinde Osmanlı Devleti, Boğazlar hakkındaki tüm kararları tek taraflı iradesi ile almıştır.

1809-1841 yılına kadar Boğazların rejimi, Osmanlı Devleti’nin taraf olduğu ikili andlaşmalar ile düzenlenmeye başlamıştır.

13 Temmuz 1841 tarihli "Akdeniz ve Karadeniz Boğazları Hakkında Londra Andlaşması" ile birlikte Boğazlar rejiminin belirlenmesinde çok taraflı andlaşmalar dönemi başlamıştır.

(Türk Boğazları, Sevr’de olduğu gibi) "Lozan Boğazlar Sözleşmesi" de, Birinci Dünya Savaşı sırasında ortaya atılan ve yaygın anlamı ile "serbest geçiş prensibi ve milletlerarası kontrol"ün etkisinden kurtulamamıştır.

 

(Beynelmilel sözleşmeleri imzalandıkları dönemdeki koşullara göre değerlendirmek gerekir)

 

Uluslararası andlaşmaların hiçe sayıldığı bir dönemde,. Türkiye’nin uluslararası hukuk kurallarına uygun isteği / olumlu karşılanınca, yeni Boğazlar rejimini düzenlemek üzere İsviçre’nin Montreux kentinde dokuz Devletin katılımı ile yeni bir Konferans toplandı.

 

Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul - 1992

Montrö Sözleşmesi Hükümleri Çerçevesinde Altın Frank Uygulamasına İlişkin Tartışmaların Değerlendirilmesi

 Cihat Yaycı - Montrö Sözleşmesi Hükümleri Çerçevesinde Altın Frank Uygulamasına İlişkin Tartışmaların Değerlendirilmesi

Boğazlardan yararlanacak olan gemiler ile Boğazların sahibi olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin birbirlerine karşı hak ve yükümlülükleri vardır. Türk Boğazları’ndan geçen gemilerin Montrö ile belirlenmiş özlük hakkı geçiş ve seyir serbestisi iken, Türkiye Cumhuriyeti’nin de gemilerin fener, tahlisiye ve patente ücretini ödemelerini sıkı bir denetime tutmak ve yaptırtmak, ödeme yapmayan gemilerle ilgili işlemler yapmak, gerektiğinde ödeme yapılana kadar gemiyi Boğazlar’dan geçirmemek gibi hakları olduğu değerlendirilmektedir.

Montrö Sözleşmesi’nin 1. Lahikası, ticaret gemilerinin geçişi sırasında alınacak ücretleri netton başına ve hizmet türü itibariyle Altın Frank üzerinden belirlemiştir.

 

İstanbul Boğazı’ndan 2012 yılında 27.345 uğraksız gemi geçiş yapmıştır.

 

…belirtilen “Altın Frank” değerlerinin Boğazlar’dan iki defa geçiş için olduğu (…) Boğazlar’a girdiği tarihten itibaren altı aydan fazla bir zaman sonra vaziyete göre, Ege Denizi’ne veya Karadeniz’e dönmek üzere Boğazlardan tekrar geçerse bu gemiden sancak farkı gözetilmeksizin yukarıda belirtilen “Altın Frank” değerindeki verginin ikinci defa alınabileceği,

 

Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü tarafından 27 Temmuz 1990 tarihinde yayınlanan “Fenerler ve Tahlisiye Ücretleri Tarifesi” uyarınca; (Boğaz geçişleri) tarife hükümlerine tabidir.

100 tona kadar Türk Bayraklı gemiler, 300 tona kadar Türk Bayraklı balıkçı ve sünger gemileri ile tüm harp gemileri ve bilimsel araştırma ve okul gemileri fener ve tahlisiye ücretinden muaftır.

 

KEGM Fener ve Tahlisiye Ücret Tarifesi

Transit seferler (Gidiş-Dönüş)    800 N.Tona kadar: 0,338646 dolar

                                                           800 N.Tondan fazlası: 0,169323 dolar

 

Tarifeye göre, Montrö anlayışında uğraksız geçiş yapan gemiler Türk Boğazlarından birine ilk giriş tarihini izleyen günden itibaren 8 takvim günü içinde geçiş ücret(ler)ini ödemektedir.

Uygulamada ücretlerin gemi acentesinden tahsili öngörülmüş…

Oysa Montrö’nün kuralı açık olup, Boğaz geçişi yapan gemilerin ancak geçiş ücretlerini ödeyerek geçiş yapabileceklerini hükme bağlamıştır.

 

Türk Boğazlarından uğraksız geçiş yapan gemilerin yükümlülükleri Montrö Sözleşmesi’ne ve 8 Ekim 1998 tarihli Türk Boğazları Deniz Trafik Düzeni Tüzüğü 20 hükümlerine göre şunlardır:

  1. Geçiş yapmadan önce: fener parasını yatırma, tahlisiye parasını yatırma, patente ücretini ödeme…
  2. Geçiş sırasında: geçişin zararsız olması…
  3. Türk Boğazlarında seyir serbestisinden yararlanacak gemiler, Sözleşme ile alınması öngörülmüş vergileri ve harçları ödeyecektir. Bu ücretler fener parası, tahlisiye ücreti ve sağlık resmidir.

1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS)’nin 28’inci maddesi 2’nci fıkrası,

“Kıyı Devleti, yabancı bir geminin karasularından yaptığı yolculuk sırasında (zararsız geçiş (Gündüz, 2003, s.362) sırasında) veya yolculuk amacıyla üstlendiği veya maruz kaldığı yükümlülükler veya sorumluluklar müstesna olmak üzere, herhangi bir hukuki dava amacıyla bu gemiyi haczedemez veya tutuklayamaz” hükmüne amirdir. Dolayısıyla, ücret dâhil yükümlülüklerini yerine getirmeyen gemiler üzerinde tutuklama yetkisi kıyı devletine BMDHS tarafından tanınmıştır.

 

Kıyı Devletinin barışını, güvenliğini, düzenini olumsuz yönde etkileyecek geçişlerde ticaret gemileri tutuklanabilir, savaş gemileri tutuklanamaz.

 

Lahika-1’de Altın Frank ile tayin ve tespit edilmiş olan rüsum ve tekalifin geminin tonajına göre tespit edilecek altın gram miktarının tahakkuk günü bir gram altının serbest piyasadaki fiyatı ile çarpılmasından ibarettir…”

 

Merkez Bankaları Guvernörleri 13 Kasım 1973 tarihinde İsviçre’de yaptıkları toplantıda altının resmi değerini kaldırmış, (…) Böylece uluslararası para sisteminin altınla bütün ilişkileri son bulmuştur.

Türkiye de bu yeni ana sözleşmeyi 21.4.1978 gün 2146 sayılı kanunla onaylanmıştır.

 

…bir altın Frank / 24 ayar 0,5895 gram altına eşittir

 

1982 yılında Boğazlardan uğraksız geçiş yapan gemilerden alınan geçiş ücretleri Altın Frank’ın olması gereken değeri üzerine oturtulmuş ve 10 kat artırılmış, fakat gösterilen tepkiler nedeni ile uygulama geri çekilerek gemi geçişlerinden alınan ücretlerde %75,2 oranında indirime gidilmiştir. Bu indirim ile birlikte, Türkiye Cumhuriyeti’nin Altın Frank kurunun sabitlenmesi ile 30 yılda kaybı 10 milyar doları aşmıştır.

 

Altın Frank tarifesine geçilmesi halinde hâlihazırdaki fener ücretleri 55,5 kat, tahlisiye ücretleri ise 54,5 kat artacaktır. Türkiye’nin mevcut tarife uyarınca Türk Boğazlarından yılda 150 milyon ABD doları geçiş ücreti elde ettiği dikkate alındığında, Altın Frank tarifesine geçilmesi halinde bu rakam yaklaşık olarak 8,1 milyar ABD dolarını aşacaktır.

 

Bilge Strateji Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 8, Bahar 2013, (s. 149-167)

 

Tarihi açıdan Türk Boğazları meselesi (1833-1936)

 Şarika Gedikli Berber - Tarihi açıdan Türk Boğazları meselesi (1833-1936)

 

Fransız tarihçi René Pinon Boğazların zamanın değişen dengelerine rağmen önemini muhafaza etmesini coğrafi mukadderatın değişmezliği prensibine bağlar.

 

GİRİŞ

Osmanlı Devletinin gücünün zirvede olduğu zamanlarda Boğazlar Osmanlı haremiyle eşdeğer tutulmuştur, Osmanlı haricindeki bir kayığın bile Boğazlardan geçişine tahammül gösterilmemiş, devlet mutlak yetki ve otorite ile Boğazlardaki seyrü seferi yönlendirmiştir.

Osmanlı Devleti hiçbir zaman Boğazlardan savaş gemilerinin geçişine izin vermemiştir.

Osmanlı Devletinin Boğazlar üzerindeki mutlak tasarrufu, devletin güç kaybettiği andan itibaren ise kademeli bir şekilde değişmiştir.

(Türkler) Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Boğazlardaki hâkimiyetini kaybetmemiştir.

 

Lozan Görüşmelerinde / İngiltere’nin hassasiyetle üzerinde durduğu ve geri adım atmayı düşünmediği iki meseleden biri Boğazlar Meselesi diğeri ise Musul Meselesidir.

 

BİRİNCİ BÖLÜM

BOĞAZLARDAKİ TÜRK HÂKİMİYETİ DÖNEMİ (1453 - 1918)

Avrupa’da “Uluslararası”\"Enternasyonal" kavramı 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kullanılmaya başlanmıştır.

 

Denizler ve boğazlarla ilgili ilk çağlardan itibaren üzerinde çoğunlukla mutabık olunan hukuki bir metin yoktur; bu konuda daha çok devletlerin kendi güç ve hedefleri doğrultusunda belirlenen doktrinlerden bahsetmek mümkündür.

…ulusal devletlerin ortaya çıktığı ve imparatorlukların yıkıldığı bu dönemde devletlerin dış siyasette tamamen bağımsız olduklarını söylemek güçtür.

 

Uluslararası hukuk açısından önemli olan “Boğazların” kara parçaları arasında kalmış veya denizleri birleştiren su yolları olmalarında ziyade, uluslararası deniz trafiğinin istifadesi ve kullanıma açık olmasıdır.

 

Birleşmiş Milletler Devletler Hukuku Komisyonu uluslararası boğazları “normal olarak uluslararası seyrüseferde kullanılan boğazlar” şeklinde tanımlamıştır.

 

Boğazlar denilince, Çanakkale Boğazı’yla ona yakın olan Tenedos, İmbros, Samotras ve Lemnos adaları arasındaki denizi de anlamak gerekir. Boğazlar’ın sevkülceyşi önemi şuradadır ki; onları elinde tutan devlet, önemli bir donanma kullanmak zorunda olmadan yalnız gözetlemesiyle savaş gemilerinin Akdeniz’le Karadeniz arasında gidip gelmesini yasak edebilir (s. 14).

 

Uluslararası deniz ulaşımında boğazlara uygulanmak üzere getirilecek hukuki rejimin sağlıklı ve uzun ömürlü olması isteniyor ise, uluslararası toplumun, deniz ulaştırması ile sağlayacağı ticari çıkarların yanı sıra, bu boğaza kıyısı olan devlet veya devletlerin güvenliklerinin ve deniz çevrelerinin korunmasının da öngörülmesi gereklidir (s. 17).

 

Tarih boyunca Boğazlar'ın hukukî rejimi, siyasî durumlara bağlı kalmıştır.

Osmanlı Devleti, Karadeniz’in bütün kıyılarına sahip olduğu zamanlarda Boğazlar’dan gemi geçişini keyfine göre düzenleme hakkını kullanmış, Rusya’nın bu kapalı denizin kuzey kıyılarını zaptetmesinin ardından Karadeniz, açık bir deniz statüsüne bürünmüştür. Böylece İstanbul ve Çanakkale’den gemi geçme serbestliği Rusya için bir hayati mesele ve açık denizlerin serbestliğini tanıyan bütün milletler için mutlak bir hukukî hak oldu.

 

Boğazları kontrol altında tutan her devlet, sonunda Karadeniz üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışmıştır. Gerçekten de Boğazların iki tarafındaki ana topraklara hükmeden devletler, Bizans ve Osmanlı devletleri örneklerinde olduğu gibi bunu başarmıştır.

 

Dünyanın üçte ikisini denizler, üçte birini ise karalar oluşturmaktadır. Kapladığı alan itibariyle, denizlerin karalara üstünlüğü fazladır. Türkiye, üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkedir.

 

Alfred Thayer Mahan (1840-1914) / Deniz Hâkimiyeti Teorisi

Ona göre; açık denizler kıtaları birbirine bağlayan engin ovalardır ve buralarda da ulaşım istikametleri seyrüseferi etkileyen hususlar (akıntı, derinlikler, en kısa yol vb.) nedeniyle bir ölçüde sabitleşmiş durumdadır, bu yolları kontrol etmek dünya ulaşımının kontrolü anlamını taşır. Kara kuvvetleri ile dünyada ancak belirli ölçüde yer işgal edilebilir, hâlbuki dünya egemenliği- veya büyük imparatorluklar kurmak için denizaşırı nokta ve bölgelerin ele geçirilmesi ve bunlarla anavatan arasındaki irtibatı sürdürmek için denizlerde egemen olmak gereklidir.

 

Boğazlar’daki hâkimiyet coğrafi bir hâkimiyetten çok, siyasi bir anlam taşımaktadır.

 

Rusya ile Osmanlı Devleti arasındaki ilk ilişki 1492 yılında III. İvan'ın, Kırım Hanı Mengili Giray aracılığıyla, II. Bayezid'a gönderdiği Mikhail Pleşçeyev başkanlığında bir sefaret heyeti ile kurulmuştur.

 

Rusya, 17. Yüzyılın sonuna kadar kuzeydeki denizden başka bir denize sahip olmayan küçük bir devlettir.

Bu durum Çar I. Petro’nun tahta çıkışına kadar devam etmiş, genç Çar’ın güneyi hedef almasıyla, Rusya’nın çehresi değişmeye başlamıştır.

 

Ruslar ile Osmanlılar arasındaki ilk önemli çatışma bugünkü Ukrayna'daki Cehrin Kalesi yüzünden 11 Nisan l678'de ilân edilen savaşla başlamıştır

Bunun üzerine Padişah bizzat sefere çıkar

Rusya'nın Kırım Hanı Murat Giray aracılığı ile barış istemesi üzerine 13 Şubat l681'de Bahçesaray'da 20 yıl geçerli olmak üzere 12 maddelik ilk Türk-Rus Anlaşması imzalanmıştır

 

Ruslar, l683'te Osmanlı'nın Viyana surlarının önünde yenilmesinin ardından

l688'de Kırım ve Azak Kalesi üstüne yürümüştür. 26 Temmuz l697'de Karadeniz’in kilidi sayılan bu mühim Türk kalesi, Rusların eline geçmiştir

Azak Kalesi’nin zaptından hemen sonra, bu kaleden 60 km. mesafedeki Taygan mevkiinde deniz üssü kurma çalışmalarını başlatmıştır. Çok geçmeden donanma inşa eden Ruslar, üç-dört yıl içinde birçok savaş gemisini denize indirmişlerdir.

 

Rusya’nın Balkan Hıristiyanlarının hâmiliğini üstlenmesi, Bizans varisliği iddiasıyla ortaya çıkışı ve İstanbul’a sahip olma arzusu, “Boğazlar Meselesi”ni başlatmıştır.

Osmanlı Devleti 1710 yılında Rusya’ya karşı savaş ilân etmiş, 1711 yılında ise Prut Seferi gerçekleştirilmiştir

Çar I. Petro’nun ordusu 1711’de Prut Nehri boyunda Türk ve Tatar kuvvetleri tarafından kuşatıldı

Çar I. Petro, Prut boyunda Baltacı Mehmet Paşa’dan barış istemek zorunda kalmış ve teklifi hemen kabul edilmişti. 21 Temmuz 1711’da imzalanan Prut Mütarekesi ile Rusya Azak bölgesinden ve denizinden vazgeçmiş, Taganrog Kalesi’ni ve Denpr boyundaki kaleleri de yıkma sözü vermişti.

 

Osmanlı 18 Eylül 1739'da imzaladığı Belgrad Antlaşması ile Azak Kalesi’nin yıkılmasını ve burasının iki devlet arasında tarafsız bir saha olarak bırakılmasını kabul etti. Azak Kalesi böylece elden çıkmış oldu

 

Çar I. Petro’dan sonra Çar III. Petro’nun karısı olan Çariçe II. Katerina, Rus zabitleri tarafından eşinin öldürülmesi ile Rusya’nın Çariçesi olarak tahta çıkmıştı.

Çariçe II. Katerina Osmanlı Devleti’ne yönelik “Grek Projesi”ni planladı. II. Katerina’nın son yıllarında Taurida-Kırım valisi olan Gregory Potemkin tarafından dikte edilen proje, Boğazlar ile İstanbul ve Ege Denizi’ni ele geçirerek, bir Grek (Yunan) Devleti kurmak suretiyle, Türklerin Avrupa’dan çıkarılmasını ve Osmanlı Devleti’ne son vermeyi öngören esaslardan oluşmaktaydı.

 

1770'te Rusya ve Osmanlı Devleti arasında başlayan savaş, 1771'de Çeşme'deki Osmanlı donanmasının yakılması, 1772’de Bender, Akkerman, Kili ve Bükreş kalelerinin düşmesine yol açmıştır. 1773'te Ruslar Kırım'ı işgal etmiş, 21 Temmuz 1774 tarihli Küçük Kaynarca Antlaşması’nın imzalanmasını sağlamıştır.

Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kerç, Yenikale ve Azak Denizi Ruslara bırakılmış (ve böylece) “Boğazlar Meselesi” sorunu ortaya çıkmıştır.

 

II. Katerina’naya göre, Osmanlı Devleti parçalanmalı; Türkler Avrupa’dan çıkarılmalı ve Rusya, İstanbul’a yerleşmeli idi.

 

Rusya’nın Özbek ve Keşmir yolunu ele geçirmesi, İngiltere’nin sömürgesi Hindistan’ın güvenliğinin tehlike altına girmesine neden olmuştu. (İngilizler ancak bundan sonra Rusya’yı fark edebildiler.)

 

II. Katerina, Kırım’ı ilhak ettikten sonra 1787’de Avusturya İmparatoru II. Joseph ile anlaşarak, Osmanlı Devletini savaşa tahrik etmiştir.

 

15 Ağustos 1787 tarihinde başlayan savaş sonunda 29 Aralık 1791 yılında Yaş Antlaşması imzalandı. Rusya, bu antlaşmadan sonra Rus Karadeniz donanmasının inşasına girişecek ve tamamen Boğazlar ve İstanbul üzerine yönelecektir

 

Napoleon Bonaparte’ın sahneye çıkması, dünya siyasetinde önemli değişikliklere neden oldu.

Malta’yı alan Bonaparte 1 Temmuz 1798’de Mısır toprağına çıkartma yapmıştı

Napolyon Bonapart’ın 1798-1801’de Mısır’ı işgalinin ardından İngiltere ve Rusya hemen Osmanlı Devleti’nin yardımına koşmuş

Osmanlı Devleti, Mısır meselesinden dolayı kendisine yardım etmek bahanesiyle gelip Büyükdere koyuna demirleyen Amiral Uchakow komutasındaki 11 parça gemiden oluşan Rus filosunun geçişine ilk kez 19 Eylül 1798'de izin vermek zorunda kalmıştır.

İngiltere’nin teşviki ve baskısı altında Rusya ile ittifak yapılarak 23 Aralık 1798 tarihinde Osmanlı ile Rusya arasında İstanbul Antlaşması imzalanmıştır

Osmanlı Devleti yaptığı bu ittifak antlaşmasıyla ilk defa olarak Rus savaş gemilerinin Boğazlar’dan geçmesine izin vermiştir.

Fransızlar, Osmanlı-Rus-İngiliz ittifakına karşı uzun süreli mukavemet gösterememişler; 1801 yılında Mısır’ı tahliye etmek zorunda kalmışlardır.

 

İstanbul Antlaşması, Rusya’nın, Boğazlar’ı savaş gemilerine yeniden açmak için 16 Ekim 1806’da Osmanlı Devleti’ne savaş ilân etmesiyle geçersiz sayılmış, bunu İngiltere kendi lehine değerlendirmekte gecikmemiştir.

(Rusya’ya destek olmak maksadıyla) donanmasını İstanbul önlerine kadar göndermiştir. Donanma, bir bayram sabahı Çanakkale Boğazı’nı zorla geçerek 24 Şubat 1807’de İstanbul önlerine demirlemiştir

 

Bu esnada Fransa İmparatoru Napoleon ve Rusya İmparatoru Aleksander Tilsit’te Osmanlı Devleti’nin paylaşımı hususunda görüşmelere başladılar.

Napolyon, Rusya ile yaptığı müzakerelerde İstanbul, Mısır ve Suriye’nin Fransa’ya verilmesinde ısrar ediyor; Çar ise buna şiddetle karşı çıkıyor,

Napoleon, Rusların Balkan Dağları’nı geçmesini istemiyor hele İstanbul’un onlara verilmesine kesinlikle yanaşmıyordu.

…iki imparator, İstanbul ve Boğazlar üzerinde anlaşamayınca 8 Temmuz 1807’de Tilsit Antlaşması’nı imzalamışlardır

 

Rus Çarı Napolyon ile uzlaşmaya gidince, İngiltere de Osmanlı ile anlaşma gereğini duymuş ve bunun sonucu olarak 5 Ocak 1809'da 12 maddelik Osmanlı-İngiliz Kale-i Sultaniye (Çanakkale) Antlaşması ile Boğazlar’ın barış zamanında savaş gemilerine kapalılığı geleneği, bir uluslararası ilke olarak ortaya çıkmıştır.

Söz konusu antlaşma ile I. Dünya Savaşı sonrasına kadar yüzyılı aşkın bir müddet sürecek olan Boğazlar’ın savaş gemilerine kapalılığı biçimindeki İngiliz politikası da başlamış ve Osmanlı Devleti’nin Boğazlar üzerindeki mutlak hâkimiyeti sona ermiştir.

 

Osmanlı Devleti, artık Boğazlar’ın müdafaasında kendi gücüne güvenememiş, Rus tehlikesine karşılık Boğazlar’ın emniyetini ikili antlaşma ile sağlama çaresine başvurmuştur. Boğazlar artık uluslararası bir mesele haline dönüşmüştür.

 

Rusya 1812 Bükreş Antlaşması’nı müteakip Boğazlar üzerindeki emellerini gerçekleştirmek için Yunan Mesele’sini ortaya atmıştı.

Rusya, Ortodoks cemaatlerini ihya etme bahanesiyle Filiki Eteria -Dostluk Cemiyeti- kurdurmuştu

Etnik-i Eterya(Milli Cemiyet)’yı da gizlice destekliyordu

Etnik-i Eterya, 1821’de isyan başlattı.

Yunan isyanı büyüdükçe (…) Rusya ve İngiltere anlaştı. İki devlet arasında 1826’da Petersburg’da Yunan istiklâlini hedef alan bir antlaşma imzalandı.

27 Ekim 1827’de Boğazlar’ı geçerek İngiliz ve Fransız deniz kuvvetleriyle birleşen Rus donanması, Yunanlılar’ın lehine bir gösteri yapmak için Mora açıklarına gelmişler, Navarin limanına demirleyen Osmanlı-Mısır donanmasını Navarin’de tahrip etmişlerdir.

 

Rusya 1828 Nisan’ında Osmanlı Devleti’ne savaş ilân etti.

Ruslar Edirne’ye kadar gelmişler ancak daha fazla ilerlememiş ve 2-14 Eylül 1829’da Edirne Barış Antlaşması’nı imzalamışlardır.

Bu antlaşma Yunanistan’ın bağımsızlığı anlamına geliyordu.

 

Mısır Meselesi, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın 1831 tarihinde Suriye’ye taarruzu ile başlamıştır.

(Osmanlının) Rus elçisinden resmen yardım talep etmesinin ardından, Çar I. Nikola’nın emriyle, 8 Şubat'ta Visamiral Lazaref komutasında dokuz savaş gemisi Büyükdere açıklarına demirledi, 5 Nisan'da ise beş bin kişilik bir Rus birliği Beykoz'da karaya çıkarak kamp kurdu

Çar I. Nikola Mehmed Ali Paşa mesesinden faydalanmayı bilmiş, Babıâli ile meşhur Hünkâr İskelesi Antlaşması’nı imzalamadan İstanbul’dan ayrılmayı reddetmiştir.

Rus donanması ve birlikleri ancak, 8 Temmuz'da imzalanan ve Boğazlar’ın kendi savaş gemilerine açık, diğer devletlerin gemilerine kapalı olması kuralını getiren Hünkâr İskelesi Antlaşması’ndan sonra çekildi

Osmanlı Devleti bu şartlar altında Rusya’nın himayesine girmiş oluyordu. Hünkâr İskelesi Antlaşması’na Fransa ve İngiltere aşırı tepki gösterdiler ve Osmanlı Devleti ile Rusya’yı protesto ettiler. Antlaşmayı tanımadıklarını bildirerek donanmalarını Çanakkale önlerine kadar gönderdiler

 

1839’da Osmanlı Devleti ile Mehmet Ali Paşa ikinci defa savaşa tutuştu.

Mısır ordusu ile 24 Haziran 1839 günü Nizip’te karşılaşan İbrahim Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu büyük bir yenilgiye uğradı.

İngiltere Mısır Sorunu’nu bir fırsat bilerek, Fransa ile karşı karşıya gelmek pahasına da olsa Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldı / Osmanlı Devleti’nin de fırkasının katıldığı bir donanmayla Lübnan’a asker çıkardı

 

…ikinci Mısır Sorunu, Boğazlar Meselesi’nin bir Avrupa konferansında incelenmesi için Batılı devletlere bir fırsat daha vermiştir.

Konferansın toplanması için yapılan çağrıya Osmanlı Devleti olumlu cevap vermiş ve 13 Temmuz 1841 günü Londra Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştır.

Bu sözleşme, Boğazlar’ın hukuki rejimini düzenleyen ilk çok taraflı antlaşma (Avusturya, Fransa, İngiltere, Rusya, Prusya) olması yönüyle ayrı bir önem arz etmektedir.

Sözleşmeye göre; Osmanlı barış halindeyken, hangi bayrağı taşırsa taşısın bütün ticaret gemilerinin Karadeniz'e girip çıkması serbest bırakılmış ve Osmanlı Sultanı’na Boğazları yabancı bayraklı savaş gemilerine kapatma hakkı ve zorunluluğu da tanımıştır

…beş büyük devlet (Avusturya, Fransa, İngiltere, Prusya ve Rusya) antlaşma şartlarına yalnız Sultan’a karşı değil, birbirlerine karşı da uyacaklarını taahhüt etmişlerdir. Böylece Boğazlar, hem Sultan’ın iradesi, hem de beş büyük devletin garantisi altında tarafsız hale getirilmiştir.

Londra Sözleşmesi, 1809 Anlaşması’ndan sonra Boğazlar’ın kapalılığı ilkesini bu kez kesin olarak idari tasarruf olmaktan çıkartıp uluslararası kural haline getiriyor, Türk Boğazları’nın statüsünün çoklu antlaşmalarla belirlendiği bir devri başlatıyordu.

 

Ruslar 23 Haziran 1853’te Prut Nehri’ni aşmış ve Osmanlı topraklarına girmiştir. Bu saldırı sonrasında Kırım Harbi patlak verdi. Kırım Harbi’nin esas sebebi, Rusları Boğazlar’dan uzaklaştırmaktır.

Osmanlı Devleti bu savaşta Balkanlarda ve Kafkaslarda olmak üzere iki cephede savaşmak zorunda kalmıştır.

Osmanlı filosu savaşın ilerleyen günlerinde Batum’a savaş ve gıda maddesi götürürken fırtına sebebiyle Sinop Limanı’na sığınmış, Rus Amirali Nahimof Osmanlı filosuna baskın düzenleyerek 30 Kasım 1853 günü şehri topa tutmuş ve gemileri ateşe vermiştir.

Rusların Osmanlı donanmasına vurduğu darbe Boğazlar’ın emniyetini de tehlikeye düşürmüştü.

Rusya’ya karşı 12 Mart 1854’te İngiltere, Fransa ve Osmanlı arasında bir ittifak antlaşması yapıldı.

Babıâli de Rus tehlikesini bertaraf etmek için İngiltere, Fransa ve Sardunya donanmalarına Boğazlar’ı açmıştır

Müttefikler ile savaş Kırım ve Baltık Cephesi’nde de başladı.

1854 yılının Mayıs ayında İngilizler ve Fransızlar Gelibolu’ya büyük kuvvetler çıkardılar. Eflak ve Boğdan’ı boşaltmayı başaran Osmanlı askerleri Rusları geri püskürttü. Burası geçici olarak Avusturya’nın himayesine bırakıldı. Rusya’yı barışa mecbur etmek için müttefik orduları 13 Eylül 1854’te Kırım’a asker çıkardılar ve Ruslar da Kafkas Cephesi’nde Doğu Beyazıt’ı ele geçirdiler.

Sivastopol Kalesi’nin 1855’te müttefikler tarafından ele geçirilmesi, barış müzakerelerinin açılmasına yol açmıştır.

…müzakerelerin ardından barış, Paris’te 30 Mart 1856’da imza edildi.

 

1856 Boğazlar Sözleşmesi 1841 Londra Sözleşmesi’nin aynen tekrarı idi. 1856 Boğazlar Sözleşmesi’nde kararlaştırılan asıl manalı değişiklik, Karadeniz’in tarafsızlaştırılması ve tüm savaş gemilerine kapanması prensibi idi

Bu antlaşma, her ne kadar Rusya'nın yeniden Osmanlı Devleti'ni denizden tehdit etmesini önlemesine yardımcı olacaksa da, asıl amacı İngiltere'nin Akdeniz'deki çıkarlarını korumaktı

 

1870 yılındaki Fransa-Prusya Savaşı’nın yarattığı siyasi boşluktan yararlanan Rusya, 31 Ekim 1870'te Paris Antlaşması'nın imzacılarına birer nota göndererek çıkarlarına aykırı olduğuna inandığı Karadeniz'in tarafsızlığı ilkesine artık riayet edemeyeceğini bildirdi.

Böyle bir oldubitti önünde eğilmekten başka çare bulamayan Osmanlı, uzun diplomatik müzakerelerin ardından 13 Mart 1871'de tarihe “Londra Boğazlar Sözleşmesi” olarak geçen, dokuz maddelik belgeyi imzalamıştır.

Sözleşme ile Karadeniz'in tarafsızlığı ortadan kaldırılırken Boğazlar’ın kapalılığı prensibi teyit edilmiş, ama Babıâli'nin müttefiklerinin barış zamanında da Sultan'ın izni ile Boğazlar’dan savaş gemisi geçirebilecekleri kabul edilmiştir.

 

19. yüzyılda Fransa, İngiltere ve Rusya / Özellikle İstanbul’a bir diğerinin hâkim olması fikrine hiçbiri yanaşmıyordu. Bu yüzyılda bu üç büyük devlet, Süveyş Kanalı’nın açılmasına kadar kuvvetler dengesi ilkesi içinde Osmanlı Devleti’nin yaşamasına razı olmuşlardı.

 

Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla Akdeniz’deki İngiliz çıkarları için artık Boğazlar’da değil; güçlü bir donanma ile Malta ve Kıbrıs suları arasında savunma ihtiyacı doğmuştu.

 

93 Harbi

Rusya, Akdeniz’in bekçisi İngiltere’yi tarafsız kalmaya mecbur kılan sebeplerden faydalanmış, Balkanlardaki amansız rakibi Avusturya-Macaristan ile de gizli bir antlaşma yaparak Bulgaristan üzerinden İstanbul’a yürümeye kalkışmıştır.

Rus ordularının ilerlemeyi sürdürerek İstanbul ve Boğazlar’ı tehdit etmesinin ardından Osmanlı Devleti, 8 Ocak 1878’de ateşkes akdi için Rus Başkomutanlığı’na müracaatta bulundu.

31 Ocak 1878 tarihinde akdedilen ateşkes hükümleriyle bir miktar Rus kuvveti Yeşilköy’e gönderildi.

Ayastefanos’un şartlarını öğrenen İngiltere, dehşete kapılmıştı. İngiltere Rusya’yı Boğazlar’dan uzaklaştırmak için hemen harekete başladı ve bunun için Rusya’ya 1 Nisan’da verdiği notada Ayastefanos Barışı’nı tanımadığını bildirdi.

Bunun üzerine Berlin Kongresi toplandı.

…antlaşmanın 63. maddesi ile 1856 ve 1871 tarihli sözleşmelerin değiştirilmeyen maddelerinin yürürlükte olduğunu teyit ederek, barış zamanında Boğazlar’ın savaş gemilerine kapalı kalması ile Sultan’ın Boğazlar’ın bekçiliğini sürdürmesinde görüş birliğine varmışlardır.

 

Berlin Antlaşması’ndan sonra İngiltere’nin Osmanlı topraklarına ilgisi kalmadı. Osmanlı devleti bu dönemde koruyucu olarak Almanlara sığındı.

İngiltere 1878'de Kıbrıs'ı, 1882'de Mısır'ı kontrolü aldı.

 

İKİNCİ BÖLÜM

I. DÜNYA SAVAŞI ve MİLLÎ MÜCADELE DÖNEMİNDE TÜRK BOĞAZLARI (1914-1922)

İngiltere, zengin petrol yataklarının bulunduğu Ortadoğu’da hâkimiyet kurmak ve bu coğrafyadaki etkisini artırmak istemekteydi. Bu politika 19. yüzyıl boyunca İngiliz politikasının ana stratejisini oluşturmuştur.

 

93 Harbi sırasında Rusların İskenderun Körfezi’ne kadar inmelerini önlemek gerekçesiyle çaresiz devlet erkânını zoraki de olsa iknâ ederek Kıbrıs’a yerleşen İngiltere’yi buradan çıkarmak ise mümkün olamamıştır.

İngiltere benzer bir şekilde 1882 yılında geçici olarak işgal ettiği Mısır’dan da çıkmamıştır.

 

Çar I. Petro (1682-1725)’dan itibaren İstanbul’u ele geçirmek ve sıcak denizlere inmek, Rus dış siyasetinin ana prensibi haline gelmişti.

 

1911–1912 yılları Osmanlı Devleti’nin dış politikada tamamen tecrit edildiği bir dönemdir.

 

1912’de Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan ve Karadağ bir araya gelerek Balkan birliğini oluşturmuş, 9 Ekim 1912’de Karadağ Türkiye’ye savaş ilân etmiş, bundan 5 gün sonra, yani 13 Ekim 1912’de diğer Balkan devletleri verdikleri notalarla savaşı başlatmışlardır.

Türk ordusu ilk taarruz karşısında Bulgarlara yenilerek Çatalca’ya çekilmek zorunda kaldı. Balkan ülkeleri toprak paylaşımında birbirine girince ikinci Balkan Savaşı çıktı.  …bu savaşta Osmanlı Devleti’nin galibiyeti üzerine Yunanistan’ın eline geçmiş olan adaların geri alınma imkânı ve hakkı doğmuş iken Avrupalı devletler devreye girdi ve adalara el koydular.

 

Mondros Mütarekesi’nden sonra 21 Kasım tarihinde artık bütün Karadeniz sahilleri İngiltere’nin kontrolü altına girmişti

 

(Mondros’tan sonra batılıların Osmanlı ve Rus topraklarına yönelik saldırıları, ileriki dönemde iki ülkeyi işbirliğine teşvik edecektir. )

 

Paris Barış Konferansı’nda “Boğazlar Pazarlığı”

1919 yılının Ocak ayında bozulan güçler dengesini yeniden tesis etmek üzere toplanan ve 32 devletin katılımıyla başlayan Konferans, ateşkes altındaki beş ülke ile taraflar arasındaki ilişkileri yeniden kurma görevini üstlendi.

Konferans’ta işlemler 12 Ocak 1919’da başladı ve geniş anlamda 10 Ağustos 1920 Sevr Anlaşması’nın imzalanmasıyla neticelendi.

 

İngiltere Hükümeti I. Dünya Savaşı sonunda biri 1918 yılının son ayları, diğeri 1919 senesinin ilk aylarında olmak üzere iki defa Boğazlar ve İstanbul mandasının kabulünü Kuzey Amerika Birleşik Devletleri’ne teklif etmiştir

Konferans’ta Türkiye’nin Avrupa’dan çıkarılması, gelecek barış programının hedefi olarak isteniyordu ve parola da şu idi: “Boğazlar’ın serbestisi”. Gerçekleşme yolu da bu geçitlerin uluslararası bir duruma getirilmesinde görülüyordu.

 

Meclis-i Mebusan’a intikal eden metin, 22 Ocak 1920’de Felah-ı Vatan Grubu’nun gizli toplantısında Hüsrev Bey tarafından okunmuş; 28 Ocak 1920’de de resmî olmayan gizli toplantıda oylanarak mevcut bütün üyelerin ittifakı ile kabul edilmiştir

Misak-ı Milli’de kesin çizilen bir hat, sınır yoktur

 

Birinci İnönü Zaferi’nden biraz sonra Fransa ve İtalya Sèvres Projesi’nde biraz değişiklik yapmak kaydıyla Türkiye ile barış yapılmasında ısrar etmekteydiler.

…üzerinde durulan ve tartışılan en önemli konu; Boğazlar Sorunu, İstanbul’un geleceği ve Halife-Sultan’ın durumuydu

Londra Konferansı 12 Şubat 1920 tarihinde toplandı

 

16 Mart 1921’de Moskova’da “Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması” imzalandı.

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

LOZAN BARIŞ KONFERANSI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ BOĞAZLAR

18 Temmuz 1932’de Türkiye Milletler Cemiyeti’ne dahil oldu.

 

Lozan ve Montreux değerlendirmeleri…

 

1998 / yeni Boğazlar Tüzüğü

Yeni Tüzükte, belki de en önemli değişiklik, Türk Boğazları tanımının Marmara Denizi ile birlikte coğrafi bir bütünlük olarak tanımlanmasıdır.

 

SONUÇ

İstanbul’un fethi ile “Türk Boğazları” adı ile anılan Boğazlar, / Rusya’nın siyasi bir güç olarak temayüz etmesi ve ardından sıcak denizlere inmek için Boğazları hedef haline getirmesiyle / “mesele” halini almıştır.

18. yüzyılda özellikle İngiltere’nin sömürgelerine giden yolun güvenliğinin Türk Boğazlarına bağlı oluşu, üçüncü bir devletin Boğazlar siyasetiyle yakından ilgilenmeye başlamasını neticelendirmiştir.

 

Lozan Barış Antlaşması’nda Boğazların Uluslararası Komisyon’a devri ve silahsızlandırılmasına karar verilmiştir.

1936 yılında yapılan Montreux Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazlar, tekrar Türk hâkimiyetine geçmiştir.

 

Amerika’nın donanmasının giremediği tek deniz Karadeniz’dir

 

Boğazlar Meselesi’nin çözümünde ne yapılıp ne yapılmamasını belirleyecek tek faktör “güç” olacaktır.

 

Amerika ve Rusya Boğazlarda Türkiye’nin hâkimiyetini öncelikli olarak tercih etmek mecburiyetindedirler. Çünkü başta Amerika ve gelişmiş devletler güçlerini ve savaş kabiliyetlerini teknoloji faktörüne ve teknik kabiliyete sahiptirler. Türkiye ise gücünü ve savaş kabiliyetini teknolojiyle değil insan faktörüne endeksleyerek geliştirmiştir.

Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara - 2008