30 Ağustos 2010 Pazartesi

Alexandre Kojeve – Hegel, Marx ve Hıristiyanlık

Dolayım = Diyalektik

Hegel’de diyalektik, bir düşünce yönteminden ibarettir; felsefi açımlamanın bir hüneri değildir.

Diyalektik, bizzat somut gerçekliğin hakiki yapısıdır. (s. 51)

Hegel felsefesi ya da daha doğru bir ifadeyle, mutlak bilgi somut gerçekliği içinde varlıkla ilgilenir.
Mutlak bilginin nesnesi => bütünlük (mutlak bilginin kendisi)
Tamda bu nedenle somut varlık bütünlüktür.
Bütünlük, özdeşlik (tez) ile olumsuzluğun (=antitez) sentezidir.
Varlığın zamansallaştırılması -> varlığı varlıktan çıkarıyor (uzaklaştırıyor).
Gerçek somut varlık, nesnel gerçekliktir.

Nesnel gerçeklik, tanımı gereği bütünlüktür. Nesnel anlamda gerçek olan bu bütünlük,Hegel’de “tin” (geist) diye adlandırılır. (s. 55)
Tin, dünyadaki insan olmasının yanı sıra, “logos” haline gelmiş “beden”dir. (s. 56)

Hegel, “tanrı” denilen şeyin, gerçekte tarihsel evriminin tamamlanmış bütünlüğü içinde ele alınan insanlık olduğunu anlar ve ilan eder. (s. 57)

Tin, tanrı değil, sadece nesnel doğal gerçekliğin ve insani gerçekliğin ya da dünyadaki insanın uzaysal-zamansal bütünlüğüdür.
Tinsel olan her şey doğal-olmayandır, fakat doğal-olmayan her şey sadece ve sadece insanidir. (s. 58)

Sevgi diyalektiktir, çünkü saf ve yalın özdeşlik değil, bütünlüktür. Sevgililer birleşik ve tektir. Ama onların mutlak birliği, “ayrı” esasen özerk ya da farklı (fark=olumsuzlama; olumsuzluk) olan iki varlığın bir birleşimidir. (s. 60)
Sevgi, sevgilinin eylemine değil, verili varlığına mutlak bir değer atfettiği için özünde sınırlıdır. Kişi birini “hiç sebepsiz” bir başka deyişle sadece “o olduğu” için sever, yaptığı şeyler için değil.
(s. 61)

Evrensel tarih, son tahlilde, öz-bilincin tarihidir.
İnsan tam olarak kendinin bilincine vardığı anda tarih duracaktır.
Ancak insan kendi gerçek varoluşundan tam anlamıyla tatmin olduğu anda öz-bilincin tamlığına ulaşabilir.
Bilincin tamlığına bilgelik denir ve öz-bilincin kademeli olarak artışı aracılığıyla bu bilgeliğe yönelik devinim de felsefedir.
Dünya tarihi, dünya mahkemesidir.
Bu yargı meciinde bulunan insandır ve aklanan kişiyle aynı kişidir.
Kendi kendini aklamakta bütünüyle başarılı olan insan, olduğu şeyden tam anlamıyla tatmin(razı) olur.
Tarihin sonundan sonra insan, tamamlanmış ve bilge insan tarafından “anlaşılmış” olan tarihsel süreci sürekli yeniden düşünmekten başka bir şey yapamaz.
Zamanın dışında olan şey olsa olsa uzaydır. Eş deyişle, salt doğal dünya ya da statik varlıktır (Sein). (S. 69)

Çeviren: Jale Özata-Dirlikyapan
Baykuş
Felsefe Yazıları Dergisi
Sayı: 2, Mayıs 2008, İstanbul

20 Ağustos 2010 Cuma

Walter Kaufmann – İnsanı Anlamak I

Walter Kaufmann – İnsanı Anlamak I.
Goethe, Kant ve Hegel

Hegel’in Üç Görüngübilim Anlayışı
Onun Kant ve Goethe’yi uzlaştırma girişimine bağlı olduğunu göetermeyi amaçlıyorum.
Temel çatışma Kant ve Goethe arasındadır.
Bu çatışma Hegel’in anlığında sürdü ve kafa yapısını ondan ayrı olarak anlamaya başlamalıyız. (s. 170-171)
Doğa ve sanat yapıtları bitirildikleri zaman bilinmez; onları belli bir düzeye dek anlayabilmek için doğuşlarında yakalamak gerekir.” Goethe (s. 171)

Hegel, felsefeye dinden geldi ve tüm yaşamı boyunca dinin yerine geçecek bir şey, ya da kendisinin diyebileceği gibi, dini aşan, daha da yüksek olan ve ondan sonra gelen bir şey aradı.

Schiller gibi Hegel’de Kant’ın din üzerine kitabından doyum bulamamıştı. Bu onu dinin usa karşı duran birşeyler kapsıyor olması gerektiğine inandırmıştı. (s. 173)

En erken çalışmalarında Hıristiyanlığın yerini alabilecek bir halk dini geliştirmeye çalıştı. Olgun çalışmasında sıradan halka ulaşma yönündeki tüm umutlardan vaz geçmesine karşın, kendisine dinin yerine hizmet edebilecek bir felsefe geliştirmeye çalışmayı hiçbir zaman bırakmadı.

Hegel’in Görüngübilimi bilimsel olmanın dışında herşeydir ve Husserl’in kafasında olana hiç de yakın değildir. (s. 177)

Görüngübilim ruhun yaşamının görüngülerinin betimleyici bir tablosu, ruhbilim ise çözümleyici bir açıklamasıdır. Lazarus’a göre görüngübilim olguları arar, ruhbilim ise neden ve koşullarını. Husserl’in geç kullanımı Hegel’e olmaktan çok daha fazla Lazarus’a yakındır. (s. 179)
Eğer Husserl Hegel’in Görüngübilimini tanımış olsaydı, kendi felsefesi için bu terimi seçmeyebilirdi.

Tinin Görüngübilimi tinin görünüşlerinin ya da belirişlerinin incelenmesidir ve böylece Kant’ın Arı Usun Eleştirisi’ne olmaktan çok Goethe’nin Faust’una yakındır.
Hegel’in felsefede ve Görüngübilimde aradığı şey, bir görüş, bir tanıtlama idi ki çekilen tüm acıların boşuna olmadığını göstererek onu insanlığın sefilliği ile barıştıracaktı. (s. 195)


Luther, İncil’i Almanca konuşturdu; sen Homer için, bir ulusa verilebilecek en büyük armağan için aynı şeyi yaptın; bense felsefeye Almanca konuşmayı öğretmeye çalışma özlemimi dile getirmek istiyorum.Hegel – Mayıs, 1805

… her evrede özneyi ve nesneyi, düşüneni ve düşünceyi içeren bir bütünü görmeye çalıştı. (s. 215)

Hegel her konumun bir gelişimindeki –anlığın ya da tinin gelişimindeki- bir evre olarak görülmesi gerektiğini öne sürdü. (s. 216)
Hegel’den bu yana düşünce tarihinin çoğunu ona karşı ayaklanmaların bir dizisi olarak görmek verimlidir. (s. 217)

Hatalı olan bile hiç olmazsa şairin tininin gelişiminde bir aşamayı işaret eder.” Schiller

Çeviren: Aziz Yardımlı
İdea, 2. Baskı, 1997

10 Ağustos 2010 Salı

Peter Singer – Hegel

Kültürel açıdan Hegel, Alman edebiyatının altın çağında yaşamıştır. Alman romantik hareketi önderlerinin çağdaşıdır. (s. 15)

Antik Yunan’da akıl ile tutku arasında uyumlu bir birlik vardır. İnsan doğasının, uzun zaman önce yitirilmiş bu uyumunun restore edilmesi için bir temel olsun diye Schiller, estetik duygusunun, yaşamın her veçhesinde yeniden canlandırılmasını teşvik etmektedir. (s. 17)

Hegel, Yunan dünyasını, özgür bireysellik İdea’sının canlanması olarak görmüştür. Yunan özgürlük ideası sınırlı bir özgürlüktür ve bunun iki nedeni vardır: Açık seçik olan neden, köleliğe izin vermesidir. Yunan usulü demokrasinin işleyebilmesi için kölelik kaçınılmazdır. Hegel, Sokrates’in emsal teşkil ettiği ilkeyi, Atina Devleti’ne karşı çıkan devrimci bir kuvvet olarak görür. Ne ki bağımsız düşünce ilkesi, Atina’da, bir tek bireyin ölümüyle kazınmayacak kadar sıkı kök salmıştır ve zaman içinde lanetlenenler Sokrates’i suçlayanlar olmuş ve Sokrates ölümünden sonra temize çıkarılmıştır. (s. 31)

Devletin arkası gelmez talepleri karşısında özgürlük, yalnızca kişinin kendi içine ricat etmesiyle, Stoacılık, Epikürcülük ya da Kuşkuculuk gibi felsefelerin içine iltica etmekte bulunabilir olmuştur. (s. 32)

Hegel’e göre bu felsefe okullarının yayılması, kendisini özgür bir varlık olarak gören bireyin, etkileyemediği başat bir güç karşısında hissediyor olduğu çaresizliğin bir sonucudur. Mamafih, felsefeye ricat bu duruma olumsuz bir yanıt; düşman bir dünyadan ümitsizce bir kaçıştır. Dolayısıyla bundan daha olumlu yeni bir çözüme ihtiyaç duyulmuştur. Bu çözüm de Hıristiyanlık tarafından sağlanmıştır.
Gerçek yuvamızın doğal dünya değil de ruhsal dünya olduğunun tanınması. Bu farkındalığa ulaşmak için insan, doğal arzuların, hatta onlar üstünde egemenlik sağlayan doğal var oluşun tamamının peşinden gitmeyi bırakmalıdır. (s. 33)

Kant (Özgürlük)
Özgürlük, kişinin vicdanının sesini dinlemesidir. Doğuştan var olan ya da toplumsal olarak koşullanmış arzularla etkinlik gösterdiğimizde özellikle özgür olmadığımız; nedenin esas itibariyle evrensel olduğu; özgürlüğün evrensel olması gerektiği yönündeki fikirleri Hegel, Kant’dan almıştır.
Reform’u da özgürlüğün yeni çağının şafağı olarak görmüştür; zira Reform, bireysel vicdanın haklarını ortaya çıkarır. Dolayısıyla Hegel, tıpkı Kant gibi, özgürlük ile bireysel vicdanın gelişmesi arasında bir bağıntı görmektedir. (s. 50)
Özgür düşünen varlıklar, yalnızca, akılcı ilkelere uyum sağladıklarını anladıkları kurumlara sadakat gösterebilirler. Dolayısıyla modern topluluklar, kadim topluluklardan farklı olarak, akıl ilkeleri üstüne oturmalıdır. (s. 55) Hegel, akılcı toplumun anayasal bir monarşi olduğunu söyler. (s. 58)

Geist İdea’sı.
Bu idea o kadar yaşamsaldır ki, Hegel, felsefe tarihinin bütün amacının, bilfiil, Geist ile tarihteki yönlendirici rolü çerçevesinde tanışmak olduğunu söyler.

Geist
Bedenimizden ayrı olarak zihnimiz anlamında ‘zihin’ için kullanılan standart sözcüktür. Örneğin zihin rahatsızlığı, Geisteskrankheit’dır; kelime anlamıyla “zihin hastalığı” (akıl hastalığı). (s. 67)

Fenomenoloji, şeylerin bize göründüğü biçime yönelik incelemedir.
Zihnin fenomenolojisi, zihnin bize göründüğü biçime yönelik bir inceleme olacaktır.
Zihnin fenomenolojisi, gerçekte, zihnin kendisine nasıl göründüğünün incelenmesidir.
Hegel kendi projesini, ‘bilginin bir fenomen olarak ifadesi’ biçiminde tanımlar, çünkü bilinçliliğin gelişimini, gerçekliği tümüyle kavrayan, “mutlak bilgi” içinde doruğuna eren bilinçlilik biçimlerine doğru bir gelişme olarak görür. (s. 71)
Hegel’in emeli, bilinçliliğin gelişmesi sürecini, kaçınılmaz bir süreç olarak sergilemektir.
Bu demektir ki, hiç durmadan gerçek bilgiyi araştırırken, bir bilinçlilik biçiminden bir sonrakine hareket etmeye zorlanacağız. (s. 75)
Fenomenoloji, dünya tarihinin özgürlük ideası, bilinçliliğinin gelişimidir.
Fenomenoloji’de izlenmesi gereken sürecin hedefi, doğru bilgi ya da “mutlak olan”dır. (s. 76)
Fikir, bilgi değildir. Bilgi haline ancak açığa vurulmak suretiyle getirilebilir. (s. 79)

Öz-bilinçliliğin Zuhuru
Algılama aşamasında bilinçlilik, evrensellik özelliklerine uygun olarak nesneleri sınıflandırır; bunun yetersiz olduğu kanıtlanır ve böylece anlama düzeyinde bilinçlilik, kendi yasalarını gerçekliğe empoze eder.
Anlama düzeyinde bilinçlilik, bu oluşumları ne iseler öyle görmez de anlaşılacak nesneler olarak ele alır. Bilinçliliğin gelişimi sürecini izleyen bizler, bilinçliliğin, asılında, kendi yaratılarını anlama çabasında olduğunu görebiliriz. Nesnesi, kendi kendisidir. Bu bilinçliliğin kendisi üstüne düşünebildiği noktaya gelmiş olduğunu gösterir. Bu, kuvvetten fiile geçmemiş öz-bilinçliliktir.
Öz-bilinçlilik başlığı altında, kuvvetten fiile geçmemiş öz-bilinçliliğin tamamen açık hale gelmiş öz-bilinçliliğe doğru gelişimine yoğunlaştırarak, ilk bölümün odak noktasını oluşturmuş olan doğrudan bilgiye yönelik araştırmasını bir kenara bırakmıştır. (s. 81/82)

Arzulayan Zihin
Kendimin farkına ancak, kendim olmayan bir şeyin de farkındaysam varabilirim. Öz-bilinçlilik, kendi merkezi üstüne tefekküre dalmış bir bilinçlilikten ibaret değildir.
Öz-bilinçlilik kendisi dışında bir nesneye ihtiyaç duymakla birlikte bu dışsal nesne aynı zamanda ona yabancı ve onun zıt bir biçimi olmalıdır. Dolayısıyla öz-bilinçlilik ile dışsal nesne arasında özel bir tür sevgi-nefret ilişkisi vardır. Sevgi-nefret ilişkisinin en gerilimlisi olan bu ilişki, yüzeye arzu biçiminde çıkar. Bir şeyi arzulamak, yalnızca ona sahiplenmeyi değil, aynı zamanda, onu sizin olan bir şeye dönüştürmeyi ve böylelikle onu yabancılığından soyundurarak eğitmeyi istemektir (yani onu tamamen yok etmeyi istemek değildir). (s. 82)

Hegel’in merkez noktası, öz-bilinçliliğin yalnızca herhangi bir dışsal nesneyi değil ve fakat bir başka öz-bilinçliliği talep ettiğidir. Bunu izah etmenin bir yolu, kişinin, kendi kendisini görmek için bir aynaya ihtiyaç duyduğunu hatırlamaktır. Kişi, kendi kendisinin öz-bilinçli bir olgu olarak farkına varmak için bir başka öz-bilinçliliğin neye benzediğini görebilmeye ihtiyaç duyar. (s. 83)

Hegel’den kırk yıl kadar sonra Karl Marx, kendi yabancılaşmış emek kavramını geliştirmiştir. Emekçi kendi kendisini nesneleştirmekte ya da dışsallaştırmaktadır.
Emekçinin nesneleşmiş özü kendisi açısından yalnızca yitirilmiş değil ve fakat aktüel olarak kendisini baskı altında tutan düşmancıl bir kuvvete dönüşmüştür. (s. 87)

Mutsuz bilinçlilik belli ki Hıristiyanlık altında var olmuş bir bilinçliliktir. Hegel buna ayrıca yabancılaşmış ruh olarak da değinir ve bu dışavurum, Hegel’in zihninde ne olduğuna dair daha iyi bir ipucu vermektedir. Yabancılaşmış ruhta, efendi ve köle ikiliği tek bir bilinçliliğe yoğunlaşmıştır ama, iki unsur birleşmiş de değildir. Mutusuz bilinçlilik maddesel dünyadan bağımsız olma, Allah’a benzeme ve sonsuz olma ve tamamen ruhsal olarak yaşama gibi yüksek gayelere dikmiştir gözünü; ne ki aynı zamanda, maddesel dünyanın bir parçası olduğunu da, fiziksel arzularını da acılar ile zevklerin gerçek ve kaçınılmaz olduğunu da bilir. Sonuç olarak mutsuz bilinçlilik, kendine karşı bölünmüştür.
Hegel’in hedefi, insan doğasını kendisine rağmen bölen herhangi bir dindir ve insanı Allah’tan ayıran, Allah’ı insan dünyasının dışında bir ‘öteye’ yerleştiren her dinin sonuçta bunu yapacağını iddia etmektedir. Allah’ın böyle kavramsallaştırılması, gerçekten de insan doğasının bir veçhesinin yansımasıdır. Mutsuz bilinçliğin anlamadığı, tıpkı Allah’ın ruhsal niteliklerinin gerçekte bizzat kendi nitelikleri olduğudur. İşte bu anlamdadır ki mutsuz bilinçlilik, yabancılaşmış bir ruhtur. Kendi özsel doğasını, sonsuza kadar ulaşamayacağı bir yere yansıtmıştır ve bunun tersine, içinde yaşadığı gerçek dünyada kendisine sefil ve önemsiz görünmektedir. (s. 89)

Hegel için mutlak bilgi ve gerçek özgürlük ayrılmazdır. Bizim nihai görevimiz, fenomenoloji çerçevesinde, onun, mutlak bilgiyle ne kastettiğini anlamaktır. (s. 93)

Hegel için özgürlük, canımızın istediğini yapma özgürlüğü değildir; özgür bir zihne sahip olmanın kapsamı içindedir. Zihin her şeyin denetimini elinde tutmalı ve denetimin elinde olduğunu bilmelidir. (s. 94)

Dünyanın akılcı düzenlenmesine en büyük engel, yalnızca bireylerin kendi zihinlerinin bu evrensel zihnin bir parçası olduğunu kavrayamamalarıdır. Zihin, özgürlüğe doğru bu engeli yara yara ilerler. (s. 95)

Mutlak bilgi = Her şeyin bilgisidir.

Mutlak bilgi, dünyanın göründüğü halinin değil de gerçek halinin bilgisidir. (s. 96)

İdeal-izm yerine -> İdea-izm

Hegel, nihai gerçekliğin madde değil zihin olduğuna inanmaktadır. Fenomenolojinin bu nihai hükme yol açtığına inanır. Duyu kesinliği aşamasından itibaren, nesnel bir gerçeklik hakkında, zihinden bağımsız her tür bilgi edinme çabası başarısız olmuştur. (s. 97)

Zihin, bilmek için aradığının kendisi olduğunu realize ettiği zaman, mutlak bilgiye ulaşmıştır.

Gerçeklik, zihin tarafından oluşturulur.
Zihin, ilk başta bunu realize etmez.
Gerçekliği kendisinden bağımsız, hatta kendisine düşman ya da yabancı bir şey olarak görür.
Bu dönemde zihin kendi yaratılışına yabancılaşmış durumdadır.
Gerçeklik bilgisini elde etmeye uğraşır ama, gerçekliği olduğu gibi tanımadığı ve dolayısıyla kendi kavrayışının ötesinde gizemli bir şey olarak kabul ettiği için bu bilgisi, gerçek bilgi değildir. Zihin ancak, gerçekliğin kendi yaratısı olduğu olgusuna uyandığı zamandır ki söz konusu ‘öte’ye ulaşma çabasından vazgeçer. Sonra kendisinin ötesinde hiçbir şey olmadığını anlar. Sonra da gerçekliği, kendisini bildiği kadar doğrudan ve anında bilir. Onunla birdir. Hegel’in Fenomenoloji’nin nihai hüküm bölümünde dediği gibi, mutlak bilgi, “zihnin kendisini, zihin biçiminde bilmesi”dir (formlardan ve sembollerden arınmış bilgi). (s. 98/99)

Zihnin Fenomenolojisi’nin kapanış sayfaları, yalnızca bütün insanlık tarihinin şahikasının tasviri değildir; onlar bizatihi söz konusu şahikalardır. (s. 99)

Mantık = Düşüncenin incelenmesidir.

Düşünce = Nesnel gerçekliktir.

Mantık düşünceyi incelediğinde, aynı zamanda gerçekliği de incelemektedir. (s. 104)

Allah’ı dünyadan ayrı bir şey olarak kabullenmek, insanı ruha yabancılaştırmaktadır. Allah ve ise dünyada olmalıdır ve insan onun doğasını paylaşmalıdır.
Din Felsefesi Üstüne Dersler’de “her şey Allah’tır” diyen herkesi reddederek bunu açıkça inkar etmektedir.

Hegel felsefesi radikal biçimde dinsizdir.
Fakat bu felsefe, dini, kendi içinde parçalarına ayırmakta ve kendisini onun yerine ikame etmektedir.
(Benedetto Croce)

Hegel Allah’ı yalnızca sonsuz ve değişmez olan değil ve fakat, kendisini dünyaya beyan etmek ihtiyacında olan ve beyan ederek kendi kendisini kusursuz hale getirmek üzere dünyayı kusursuz hale getirmekte olan bir öz şeklinde görür. Bu, ağırlığı, ilerleme ihtiyacı üzerine veren bir görüştür. (s. 112)

Çeviren: Bahar Öcal Düzgören
Altın Kitaplar, 2003

C. A. Emge - Hegel Mantığı ve Çağımız

Hegel mantığının konusu ilk etapta mantıksal olan ve ontolojik oladır. (s. 9)
Hegel mantığı… yargı önermelerinin değişik çeşitlerini ve bu çeşitlerin kendi aralarındaki ilişkilerini, taleplerini ve gerçekleşme koşullarını ele alıyor. (s. 10)
Akıl (verstand) ve bilinci kullanan akıl (vernunft) arasındaki ayrım Kant’a aittir.
“Akıl (verstand) karar verir ve verdiği karardan vazgeçmez; bilinci kullanan akıl (vernunft) aklın kararlarını yok etmediği için negatif ve diyalektiktir; genel olanı ortaya koyduğu ve onun içindeki özeli kavradığı için de pozitiftir.”
Yani akıl “nicel” hareket eder. Mantıksal açıdan nicelikten önce niteliği dikkate almaz. O, tekliğin mutlak yalnızlığını ve teklikten başka şeylere yapılan sıçrayışı el çabukluğuyla değiştiren hissi takip eder. Aklın bu yöntemi haklı olarak aşılmış bir nasyonalizm olarak görünür. Hegel onu bilinci kullanan akıl yönteminin karşısına koyuyor. Yani bilinci kullanan akıl kendini önce bu dar parçalanmış aklın karşısına koyuyor. O bir anlamda, “negatif diyalektiktir”. (s. 14-15)
Formlar, somut yaşanan içeriğin kavranması ve değiştirilmesi onların genel olmalarından dolayı öz olarak hizmet eder. Ama bununla birlikte bu formlar sonuçta koşullu bir şey için “araç” değildir. (s. 20)
Her ilişki kısmii bir özdeşliği şart koşar. Özdeşlik kısmiidir, çünkü özdeşlik düşüncesi farklılık olmadan hiçbir anlama sahip olamaz.
O halde mantıksal ve ontolojik özdeşlik formülünün bütün varlıkların ifadesi özdeşlik ve farklılık olarak sonuçta yeniden çözülebilir bir özdeşlik anlamına gelmez. (s. 25)
Kendisiyle çelişen şeyin yokluk içinde, soyut bir hiçlik içinde yok olmaması, aksine önemli ölçüde ve yalnız kendi özel içeriğinin inkarında olmasının anlamı; Mutlak biçimde kendi özelliğini belirlemiş gibi görünen yargı görünüşünün objektifliğiyle çelişmek zorunda olmasıdır. Bu çelişkinin çözümü, sistem içindeki anlamı gerçek töz olarak tanımakla mümkündür. Hegel her çelişkinin kendisiyle çelişen bir yargı olduğunu, örneğin bir daire için aynı zamanda kare de denilebileceğini düşünmüyor. O, tek tek belirlemelerde, örneğin özdeşlik ilişkisinden dolayı dairenin kare gibi başka şekillerle birlikte kavranılması gerektiğine dikkar çekmeyi hedefliyor. (s. 29)
Önce aracısız olandan ve aracılı olandan, nesneden ve mantık içinde hareket eden düşünceden özdeşlik edinilmek zorunda.
Ontolojik olanın ve mantıksal olanın temeli olarak düşünülen salt bilgi her ikisinin de ontolojik temelini hemen “salt varlık”a götürür. (s. 39-40)
Düşünce asla kendi kılıfından sıyrılamaz. O halde anlam talebinin gerçekten de bir anlama ulaşıp ulaşamayaağının denenmesi, yükselen başka anlam talepleriyle ilişkisi içinde içkin olması dışında asla başarıya ulaşamaz.
Anlam talebi gerçek tözüne uygun biçimde etki ederse kendi anlamına ulaşabilir. Gerçek mantıksal içerik tıpkı bunun gibi en başından beri karşısında duran ve bu yüzden ilişkili olarak ortaya çıkan aşkın olana ulaşır. (s. 43-44)
Hegel’den bahsetmemiz için tasarımları kavramlara dönüştürmemiz gerekir. (s. 46)
Mantıksal olan ve ontolojik olan farklıdır ve farklı kalacaktır ama bu nedenden dolayı da özdeştirler, çünkü özdeşliğin ve farklılığın mantıksal olarak birbirine ihtiyacı vardır.
“Canlı nesneler cansız nesnelere göre acıyı tanıma önceliğine sahiptirler.” (s. 83)



Çeviren: Kemal Bahadır
İlya Yayınevi, 2. Baskı, 2003, İzmir