14 Temmuz 2010 Çarşamba

W.T. Stace - Hegel Üstüne

Yunan İdealizmi ve Hegel
Platon ve Hegel
Aristoteles ve Hegel

Aristoteles için gelişme potansiyel varlıktan erdemli varlığa geçiştir. Hegel için gelişme örtükten belirtiğe geçiştir. (s. 51-52)

Tanrı kendi bilincinde olmaktır. Hegel'in Mutlak'ı aynı zamanda kendi bilincinde olmak, düşüncenin düşüncesidir.
Evrensel gerçek mutlaktır. Demek ki gerçek, mutlak, düşüncedir. Düşünce zihnin "özü" olduğuna göre, mutlak zihindir de diyebiliriz. (s. 54)

Hegel'in temel ilkeleri:
1) Gerçek, tamamen bağımsız bir varlığa sahip olan, yalnız kendine bağımlı olan varlıktır.
2) Görünüş, varlığı için bir başka varlığa bağımlı olandır. Bu öteki varlık, gerçektir.
3) Varoluş, bilincin dolaysızca karşısında olandır. Maddi veya psişik bir şey olabilir.
4) Gerçek, evrenseldir.
5) Gerçek, bir varoluş değildir. Varlığı mantıki varlıktır.
6) Varoluş, görünüştür.
7) Gerçek, yani evrensel, aynı zamanda, zihin, akıldır; ama bu düşünce, zihin ya da akıl varolan, bireysel, öznel bir zihin değil, soyut, evrensel, nesnel bir zihindir. Varlığı olgusal değil, mantıkidir.
8) Gerçek, yani evrensel düşünce, ilk ilke ya da nihai varlıktır, her şeyin kaynağı olan, evrenin ancak onunla açıklanabileceği mutlaktır.
9) İlk ilke, şeylere göre mantıken öncel olması bakımından ilktir. Bu, zaman içinde ilk olmak anlamına gelmez. (s. 59-60)

Hegel son derece özgündür,
onun bu özgünlüğü, yeni olması demek değildir.
Yeni, ama aynı zamanda eskidir.
Geçmişteki doğruyu tanır, kendi içinde özümler ve ilerler. Dolayısıyla eski felsefelere karşı tavrı kıskançça, düşmanca ya da yıkıcı değildir. Bütün felsefelerde kabul edilmesi ve kendi içinde özümlenmesi gereken bir doğru yan ya da evre görür. Bu nedenle gerçekten evrensel bir felsefedir.

Aristoteles'in ölümünden sonra idealizmin klasik biçimi neredeyse ortadan kalktı.
İdealizmin canlanması Kant ve eserleriyle gerçekleşti. (s.65)

Töz - Tin
Spinoza ve Hegel

Spinoza son derece önemli bir formülasyon yaparak bütün belirlemenin olumsuzlama olduğunu söyledi. (negatif)

Bir şeyin belli sınırlar içinde olduğunu olumlamak onun bu sınırların dışında olduğunu yoksamaktır.

Olumlama olumsuzlamayı içerir. Bir şey için söylenen herşey başka bir şeyi yoksar. Bütün belirleme olumsuzlamadır.

Bu ilke Hegel'de de temel ilkelerdendir, yalnız onda tersine döner ve bütün olumsuzlama belirlemedir şekline girer. (s. 66)

Olumlu ve olumsuz birbirlerini karşılıklı olarak içeren bağlılaşıklardır. Olumlamak, olumsuzlamaktır; bu Spinoza'nın ilkesi olumsuzlamak, olumlamaktır; bu da Hegel'inki.

Dolayısıyla olumsuzlama, olumlu bir varlığın özünün ta kendisidir. Ve dünyanın var olabilmesi için her şeyden önce olumsuzlama gücü, "olumsuzlamanın olağanüstü gücü" gereklidir. (s. 67)

Hegelci bitimsizlik öğretisi de Spinoza'ya çok şey borçludur. Bitimsiz olmak, sınırsız olmak demektir. Belirlenmiş olmak ise sınırlanmış olmaktır. Çünkü belirleme sınırlamadır. Bu bizi bitimsizin, belirlenmemiş olduğu vargısına götürür. (s. 68)

İlk ilkenin kendisini açıklaması gerektiğini Spinoza görmüştü. Spinoza'nın ilk ilkesi "töz"dür ve tözü "kendinde olan ve kendi yoluyla kavranan; kavranması, oluştuğu başka bir şeyin kavranmasına bağımlı olmayan" diye tanımlar. Tözü ayrıca causa sui, kendi kendinin nedeni olarak tanımlar.
Spinoza'nın söylemek istediği tözün kendini belirlediği ve kendini açıkladığıdır. Kendinden başka bir şey tarafından belirlenen, bu başka şeye başvurmadan anlaşılamaz ve açıklanamaz. (s. 106)
Bir açıklama ilkesi arayan Hegel, Platon gibi, ilk ilkenin nesnel evrensellerden meydana geldiği inancını benimsedi. Ama Kant'dan duyusal ve duyusal olmayan evrenseller ayrımı düşüncesini aldı.
Dünyanın ilk ilkesi, şeylerin ilk sebebi, Hegel'e göre, Platon'a göre olduğu gibi bütün evrenseller değil, katıksız, duyusal olmayan evrenseller sistemidir. (s. 110)

Hegel'i anlamak istiyorsak soyut düşünmeyi, katıksız düşünceler arasında serbestçe hareket etmeyi, duyusal imgeleri zihnimizden uzak tutmayı, ya da en azından bunları katıksız düşüncelerle karıştırmamayı öğrenmeliyiz. (s. 121)

Bütün bilgi kavramsaldır.
Bir nesne hakkında, ona uygulanan kavramlar yoluyla bildiklerimiz dışında bir şey bilemeyiz. Dilde her kelime bir kavramı temsil eder. Kavramı olmayan bir düşünce mümkün değildir. (s. 125)
Bilme ile varlığın özdeşliği aslında bütün idealizmin temel ilkesidir.
Bilme ve varlığın hem özdeş hem ayrı olması da, aslında Hegel'in ünlü karşıtların özdeşliği ilkesinin bir örneğidir.

Hegel, düşüncenin kendisi ile nesnesi arasındaki uçurumun ötesine vardığını, ya da düşünce ile şey arasındaki ayrılığın düşüncenin kendi içinde olduğunu söylerken işte bunu dile getirir. Şey, düşüncenin birliğinden tamamen kopabilse, bilinemez bir kendinde şey olurdu. Ve bu da mümkün değildir. (s. 127-128)

Hegel Mutlak'ı düşünce olarak görür. Spinoza onu düşünceden çok farklı bir şey, yani töz olarak görür.
Hem Spinoza tözün düşünce olmadığını açıkça belirtmiştir, çünkü düşüncenin, tözün yüklemlerinden sadece birisi olduğunu söylemiştir.

Monizm
Spinoza evrenin ilk ilkesinin tek bir ilke olması ve bu ilkenin bir birlik olması gerektiğini gördü.
Çünkü nihai gerçeklik, kendi dışında hiçbir şeye bağımlı olmaması sayesinde gerçektir. Böylece kendine bağımlı olmak, kendini belirleyen olmaktır. Kendini belirleyen de bir birlik olmalıdır. (s. 134)
Spinoza'nın felsefesi ise, mutlak ve soyut bir monizmi yerleştirmeye çalıştığı için, mutlak bir düalizmde son bulan bir sisteme örnektir.
Spinoza'nın tözü, bütün çoğulluğu kesinlikle dışta bırakan bir birliktir. Dolayısıyla tözün bir çok yüklemlerine, yani düşünceye, yayılmaya, vb. nasıl yol açtığını anlamak mümkün değildir. (s. 135)
Hegel'in Mantık'ta çözmeye çalıştığı mesele bu çelişkilerden arınmış halde ilk ilkenin ne olduğu sorusunun mantıki cevabını vermektir.
Hegel bir kavramın kendi karşıtını gizli şekilde kendi içinde bulundurabileceğini, bu karşıtın oradan çıkarılarak ya da çıkarsanarak ayırt görevini yapacağını, yani cinsi türe dönüştüreceğini buldu. (s. 150)

Varlık, Yokluk, Oluş

Katıksıca "olmak", başka herhangi bir belirlemeye uğramaksızın "olmak", "olmamakla" eşittir. Varlık, yok-varlıkla ya da yoklukla özdeştir.

Özdeş olduklarına göre birbirlerine dönerler. Varlık yokluğa döner. Ve tersine, yokluk da gene varlığa döner; çünkü yokluk fikri boşluk fikridir ve bu boşluk katıksız varlıktır.
Varlıkla başlamıştık. Bundan yokluğu çıkarsadık. Bu ikisi arasındaki ilişkilerden de oluş çıkarsadık. Bunlar,Hegelci mantığın ilk üç kategorisidir. (s. 152)

Dünyanın çeşitliliğini bir birliğe indirgeyen felsefelerin hepsi karşıtların birliğine inanmak zorundadır.
Bütün panteist sistemlere özgü olan çok'un bir'den çıktığı iddiası, Hegel'in yok-varlığın varlıktan çıktığını söylemesine paraleldir (ama bu Hegel'in panteist olduğu anlamına gelmez). Yine bu felsefelerde, bir bitimsiz, çok ise bitimlidir. Bitimsiz bitimliyi kendinden çıkarır, bitimli olur, dolayısıyla bitimli'dir. Bitimsiz, karşıtı olan bitimli ile özdeştir. (s. 157)

Felsefe sistem olmalı, zorunluluk olmalıdır. Hiçbir şey varsayılmamalı, herşey çıkarsanmalıdır.
Yöntem, sistem, zorunluk ve kesinlik olmalıdır. Hegel, diyalektik yöntemin bunları sağladığını iddia ediyor. (s. 161)

Anlama kelimesiyle Hegel zihnin karşıtları birbirlerini karşılıklı olarak dışarıda bırakır ve birbirinden ayrı olarak gördüğü gelişme aşamasını kastediyor.
Akıl anlama'dan ayrıdır. Zihnin, karşıtlarının özdeşliği ilkesine eriştiği aşamasıdır. Anlama karşısında her kategori yalıtılmış (izole), başka her şeyden kopuk, kendi başına varolan bir varlıktır. (s. 165)
Akıl anlamayı içerir ve aşar, çünkü anlamanın iddia ettiği gibi farklılık ile özdeşliğin birbiriyle uzlaşmaz olmadıklarını da görür. (s. 167)

Bu üçlünün sentezi, tez ve antitez farklılıklarını hem ortadan kaldırır hem de muhafaza eder. Sentezin bu ikili etkinliğini Hegel, bazen "aşma" diye çevrilen "aufheben" kelimesiyle anlatır. Almanca kelimenin iki anlamı vardır. Hem yok etmeyi hem de muhafaza etmeyi anlatır. (s. 172)

Oluş, varlık ile yokluğun birliğidir ve farklılıkları onun içinde özümlenir. Ama varlık ile yokluk hala oradadırlar, oluş içinde vardırlar ve analiz yoluyla oradan çıkarılabilirler. (s. 173)
Oluş, varlığı içerir ama varlık da oluşu içerir. Bu oluşun varlıktan çıkarsanması olgusundan anlaşılır.
Varlık önce yokluğu doğurdu.
Oluş ise varlık ve yokluktan doğar ki her ikisi de varlığın içinde olmalıdır. Dolayısıyla oluş, varlığın içindedir. Oluş varlığın içinde gizlidir, örtüktür. Ama varlık oluşun içinde belli, açık, belirtiktir. Oluşun bir çeşit varlık olduğu apaçıktır. (s. 174/175)

Oluş varlığa önceldir. Oluş gerçekte varlığın önkoşulu ve temelidir. (s. 177)

Varlık oluşu öngerektirir, oluş ise bir sonraki sentezi öngerektirir ve böylece, son kategorinin, Mutlak İdea'nın öngerekmesine kadar bütün kategorilerden geçeriz.
Oluş, varlığın temelidir, varlığa mantıken önceldir.
Bundan sonraki sentez, mantıken oluşa önceldir, oluşun temelidir. Dolayısıyla son kategori, mutlak idea, mutlak ilktir, varlığın ve başka bütün kategorilerin temeli ve öngereğidir.
Böylece son aynı zamanda ilk oldu.
Sonunda herşey başlangıca döner.
Herşey öncesini ve sonrasını içerir.
Diyalektik hiçbir zaman kendi dışındakini içermez, çünkü her şey ona içseldir.

Aristoteles'in varlık zincirinin birinci halkası şekilsiz maddedir. Sonuncusu, son halka mutlak biçim, maddesiz biçimdir.

Aristoteles için de mutlak biçim ilktir, biçimsiz maddeye önceldir. Son, başlangıca önceldir, bu da Hegel'in kavramına uygundur.
İdealist felsefe her zaman yapısı gereği, tümevarım ilkesine bağlı kalmıştır. (s. 183)

Hegel'in sistemi üç bölüme ayrılır:
1) Mantık
2) Doğa felsefesi
3) Ruh felsefesi

Bu üçü, yani Mantıki İdea, doğa ve ruh bir üçlü meydana getirirler. Mantık, ideayı kandinde olduğu haliyle ele alır. Bu tezdir.
Doğa, başkalığı halinde İdea'dır.Kendinde İdea'nın karşıtıdır. Bu antitezdir.
Ruh, İdea ile doğanın birliğidir. Bu sentezdir. (s. 184/185)
Doğa, idea'dır - bu özdeşliklerini dile getirir.
Ama başkalığı içindedir - bu karşıtlıklarını dile getirir.
Hegel'de sık sık rastlanan, doğanın kendi dışına çıkmış idea, kendine yabancılaşmış idea olduğu gibi sözler, aynı düşünceyi dile getirir.
Ruh, bu başkalıktan ve kendine yabancılaşmaktan, kendine dönen ideadır.

TEZ
1) Kendi için idea (Tin)
2) Mantıki İdea
3) Mantık
4) Varlık -> Düşünce -> Ruh
5) Olumsuz (Öznel ruh)
6) Özdeşlik
7) Sanat -> Geist
8) İçsel(lik) dünya
9) Sonlu
10) Sonsuz
wirklichkeit

ANTİTEZ
1.1) Kendi dışında İdea (Tin)
2.1) Doğa (İdea değil)
3.1) Yok - İdea
4.1)Yokluk -> Akıl
5.1) Olumsuzun olumsuzu -> Nesnel ruh
6.1) Ayrım (fark)
7.1) Yabancılaşmış (Din)
8.1) Tin (idea) -> (Dışsal(lık) dünya) Başkalık içinde
9.1) Sonsuz
10.1) Sonlu
realitat

SENTEZ
1.2) Kendinde ve kendi için İdea (Tin)
2.2) Kendine başkalıktan ve yabancılaşmadan dönen idea (tin-ruh)
3.2) Mutlak -> Geist -> Mutlak Ruh
4.2) Varlık = Yokluk'tur = Oluş -> Olumlu'dur
Varlık ile yokluğun birliğidir
Olumsuz'un Olumsuz'u Olumlu'dur.
Mutlak'tır.
Hakikattir.
wahrheit

Varlık yokluktur
Özdeşlik ayrımdır
Doğa ideadır
Ayrım özdeşliktir
İdea doğadır.
Yaokluk varlıktır.
Varlık düşüncedir.
Düşünce varlıktır.

Ruh, doğa ile idea'nın birliği, dolayısıyla kendine dönmüş ideadır.
Çünkü idea akıldır. Varolan akıldır.
Akıl olarak ideadır. Varolduğu için de doğanın parçasıdır. (s. 188)

Mutlak idea
insan ruhunun en yüksek aşamasına uygulanabilecek olan kategoridir. Ruhun düşüncesidir.

Mutlak idea kategorisi mutlak ruhla özdeştir, dolayısıyla birinin ya da ötekinin mutlak olduğunu söylememiz fark etmez.
Mutlak ruh, kusursuz ruhtur. (s. 190)

Mutlak ruhun Tanrı'nın ruhundan başka bir şey olmadığı söylenebilir. Yani bütünüyle akılcı, her şeyi bilen, her şeye kadir, kusursuz ruh. Ve mutlak ruhun insan ruhunun son ve her insanda tanrısallık potansiyelinin bulunduğunu söylemekle aynı şeydir.
Bu da Hegel'in panteizminin bir kanıtı. Ama Hegel ve Hegelciler panteizmi açıkça kabullenmekten kaçınırlar.
Tanrı'nın çeşitli kişiler arasında bir tikel olarak görülmesi anlamında gündelik ve bayağı bir şekilde, kişisel bir tanrı'ya şüphesiz inanmıyordu Hegel. Mutlak, kişiliktir -Mutlak idea kategorisinin başka bir adı- ya da ruhtur, ama tikel bir kişi ya da tikel bir ruh değildir. Çünkü öylesi ancak bitimli bir ruh olabilirdi. (s. 191)

Hegel'in diyalektiğinin tümü, Hıristiyan teolojisinin temel görünüşünün felsefi bir haklı gösterilmesidir.
İlk neden, kendinde idea, her şeyin başlangıcı ve en soyut ilke olarak Baba'dır.
Onun doğaya geçişi, yani doğayı meydana getirişi ile İsa doğmuş olu. Bu ilkenin sentezi ise Kutsal Ruh'tur.

Hegel felsefesinin akılcı özü/konusu -> Karşıtların birliği...

Hegel felsefesinin asıl önemli yanı Hıristiyanlık gibi akılcı olmayan bir özü felsefeyle akılcılaştırmasıdır.
Temelinde dini olan bir düşünceyi akılcılaştırmak güçtür.

Hegel'in sistemini işleten çelişki ilkesi, son derece basit bir mekanizmayla hareket ediyor. Herşey karşıtını içinde barındırıyor ve zorunlu olarak karşıtına dönüyor.
Sonra bir şey, karşıtı olarak kalamayacağı için gene kendine dönüyor. Ama bu daha üst düzeyde bir sentezle sonuçlanıyor.
Bir şeyin kendi karşıtı olarak kalamayacağı için kendine dönmesi, Hegelci çelişkide bir antagonizm olamayacağını gösterir. Antagonizm yoktur çünkü çelişki kendi içinden belirlenmektedir. (s. 220)

Çeviren: Murat Belge
Birikim Yayıncılık
Mart, 1976

6 Temmuz 2010 Salı

Ian Fraser - Hegel ve Marks - İhtiyaç Kavramı

Hegel'e göre zorunluluğun üstesinden gelmek insanların manevi ihtiyaçlarını gidermelerine imkan verir.
Manevi ihtiyaçlar zorunluluk ve esaret alanında bir an olarak var olur ancak ve uygun bir şekilde giderilmeleri sadece bu alanın ötesinde mümkündür. Bu nedenle, makinelerin yaşama girişi, insanların manevi ihtiyaçlarını ifade etmeleri bakımından çok önemlidir.
Özgürlük alanında, üretim sürecinde makineler insanların yerini alır ve bu da zorunlu emeğin azalması ve sonunda ortadan kalkmasıyla sonuçlanır. (s. 15)
Hegel ve Marks'a göre, ancak doğal zorunluluğu aşarak insanlar manevi özgürlüğü tam olarak gerçekleştirebilirler. (s. 22)
Hegel diyalektiğini 'spekülatif mantık' olarak adlandırdığı mantıkla açıklar.
Spekülatif mantık, kavramlarını devralarak ve bunları titiz bir eleştiriye tabi kılarak önceki felsefe üzerine oturtulur. Hegel bu gelişmeyi üç anı(moment) ile özetler: Kavrayış, diyalektik ve spekülatif. (s. 36)

Kant'ın Saf Aklın Eleştirisi'nin amacı, gayesi 'aklımızı genişletmek değil, sadece aydınlatmak ve hatasız kılmak' olduğundan 'sadece olumsuzdur'.
Spekülatif felsefe şeylerin 'esas doğasını', olumlunun olumsuz içindeki ve dışındaki varlığını idrak ederek bilebileceğimizi iddia edip Kant'ın ötesine geçer.

Kavrayış perspektifinden bakıldığında hiçlikten farklı görünen varlık, aslında hiçliği içinde barındırır. (s. 38)

İdea'nın tanımı kavram ve gerçekleşmedir. Örneğin mülkiyet... Mülkiyetin nesnel gerçekliği evrensel mülkiyet kavramıyla örtüştüğünde, o zaman, mülkiyet ideası mantık ve gerçeklik kazanır. Örtüşme halinde olmadıklarında, o zaman sonuç y a l a n veya sadece görünümdür. (s. 40)

Kant öncesi metafizik, soyutu somuttan ayırarak sadece düşünce alanında kalmıştır. Hegel ise böyle bir ikiliği açıkça reddeder ve bunun yerine, soyut ve somut olanı çelişkili bir birlik içinde birleştirerek çözümlemesini gerçek insanların somut eylemlerine oturtur. (s. 43)

Öz, görünümün 'ötesinde' veya 'arkasında' bir şey ve bu nedenle -Kant'ın ileri sürdüğü üzere- bilinemez değil, görünümün kendisidir.
Spekülatif felsefenin görevi (görünümün) 'en içteki niteliklerini (...) ve zorunlu bağlantılarını bulmak için bu biçimleri çözümlemektir.

Düşünce kendi kendine gelişmez, ancak gerçek insanların 'eylem ve emekleri' olarak irade'nin diyalektik hareketinde ifadesini bulur. (s. 51)
Hegel'e göre 'gerçeği' değiştiren, Marks'ın belirttiği gibi düşüncedeki değişimler değil, kendini dünyada gerçekleştiren irade'dir. (s. 53)

Hegel gerçekte kavramları bir 'oluş' sürecine, bir hareket sürecine dahil olarak kavrar, kavram ve gerçekleştirilmesi, evrensel ve tikel anları içinde ve arasında irade'nin hareketi vasıtasıyla kavramın hareketi, Hegel'e göre incelemeye tabi tutulması gereken biçimlerdir.

Genel soyutlama evrensel kavramdır; belirli soyutlama tikel kavramdır; Hegel'in diyalektiği Marks'ın diyalektiğidir. (s. 57)

Çalışma, ertelenmiş haz
Sahip olmayı arzu etmek -> Çalışmak
Birey bir nesneyi arzu eder, buna sahip olmak ister. Bu ideal bir (an) veya hareketsizlik anıdır. İkinci an çalışmaktır 'gerçeklik veya hareket'. Birey ya da özne, fiilen üzerinde çalışarak nesnenin gerçekliğini kapsar. Üçüncü an, Hegel'in deyişiyle 'sentez' nesnenin mülkiyeti, korunması ve saklanmasıdır. Bu bir sentezdir çünkü üçüncü an birinci anı -arzu edilen ideal- içerir ama artık fiili gerçeklik olarak; ikinci an olan çalışmakla artık bireyin aslında istediği biçimi almıştır. Mülkiyet ya ürünün tüketilmesi biçimin alabilir (yemekten haz almak) ya da insan emeğiyle nesne, hemen olmaktan ziyade ertelenmiş hazza sebep olabilecek yeni bir biçim alabilir. (s. 63)

Dürtüler ihtiyaçlara dönüşür, ihtiyaçlar ise... -> Arzu çağı

Toplum insanları sadece paralarıyla ölçmektedir. (s. 78)

Emek ve ihtiyaç faaliyetinin, yaşayan ölünün hareketine dönüştüğünü düşünür. İlk başlangıç noktası olan, bir birey içindeki bir ayrılma duygusu olarak ihtiyaçtan varılan sonuç, çalışma, makine ve paranın aracılık ettiği devasa, zorba bir ihtiyaç-giderme sistemidir.
Hegel, ihtiyaçların ve bunların giderilmelerinin aldığı biçimleri, evrensel ve tikel anları arsındaki diyalektik yoluyla izler.(...) Sonuç olarak, yönetimin malın 'mülkiyetini' almasına ve herkes için evrensel ihtiyaçların sağlanmasını temin etmesine izin verecektir. (s. 82)

Etik yaşam sisteminde insanlar kendi ihtiyaçlarının ve onları giderme biçimlerinin 'kölesi' olurlar.

Hegel'e göre, fenomenleri doğru bir şekilde anlamak için, soyutun somutla birleştirilmesi gerekir.(ve bu 'artık' mümkün değildir) (s. 85)

Öznel iyi ve nesnel iyi yalnızca ayrı olamamlı, bir birlik içinde olmalıdır. Böyle bir uzlaşmanın meydana gelebileceği yer, etik yaşam alanıdır.

Mein -> Benim
Meinung -> Fikir
Tatmin edilmekte olanın ihtiyaçlar değil 'fikirler' olduğu sonucuna varması nedeniyle Hegel'in ihtiyaçlar kuramı açısından oldukça çarpıcıdır.

Hegel özgürlüğü 'basit türde doğal ihtiyaçlarla' ilişkilendirmeye çalışan Rousseaucu bir doğa durumunu şiddetle eleştirmektedir. Bu alanda 'doğal ihtiyaçları' derhal gidermek, 'yabanilik ve özgür olmama halinden' başka bir şey değildir, çünkü maneviyat 'doğaya gömülüdür'. Bunun aksine, gerçek özgürlük, yalnızca manevi olanın kendine yansımasına (ve) doğal olandan ayrılmasına dayanır. Bu nedenle 'evrensellik', bireylerin insan olarak kendilerini ifade etmekte gerçekten özgür oldukları daha yüksek bir üretim seviyesinde kendini gösterir. Ancak bu seviyede 'manevi ihtiyaçlar', doğal zorunluluğun tahakkümü dışında tümüyle giderilebilir. O halde açıkça, insanlar manevi ihtiyaçlarını gidermek ve böylece özgür olmak için farklı bir alan yaratmak zorundadır. (s. 101)

İnsanlar ancak zorunluluk alanını aştıklarında gerçekten özgür olabilirler.

'Manevi ihtiyaçlar' tam da onların varlığını inkar ediyor görünen bir alan içinde bir an olarak bulunur.

Sanata saygı artık olmadığından, bir sanat felsefesi ivedi bir ihtiyaç haline gelir.
Ruh, yani tüm deneyimlerimizin daimi evrensel merkezi olan ego sadece eyleminin tüm ürünlerini düşünceyle harmanladığında ... ve gerçekten kendine ait... kılığında tatmin olur. Bu nedenle sanat eserleri, düşüncenin, ruhun esas doğasının bir ifadesi olarak dünyada kendini göstermesinin kanıtıdır. Ancak sadece felsefi düşünme yoluyla sanat gerçek anlamıyla onaylanabilir. (s. 121)

Dolayısıyla sanat, dışsal kendini gerçekleştirme ihtiyacının alabileceği tikel biçimlerden biridir. Bu önemlidir çünkü Hegel'in yorumlarıyla kastettiği, içsel benliğimizi somutlaştırmanın pek çok farklı yolunun, 'manevi ihtiyaçlarımızı' gidermenin örnekleri olduğudur.

Bir sanat eseri üretmek insanın kendini gerçekleştirme ihtiyacının bir başka ifadesidir.

Fenomenler arasındaki içsel bağlantının izini sürerken, Hegel, sanat üretiminin nasıl insanların çok temel ihtiyaçlarıyla ilgili olduğuna işaret etmektedir. (s. 123)

Sanat, din ve felsefe
Bunların her biri bilince mutlağı getirir.
Sanat bunu duyumsal bilme yoluyla yapar.
Din, 'resimli düşünme' yoluyla mutlağın bilgisini getirir.
Felsefe, mutlak ruhun özgür düşünmesidir.

Felsefe, sanatın nesnelliğini dinin öznelliğiyle birleştirir. Sanatın nesnelliğini 'dışsal duyumsallığını', 'düşünce biçimi' ile takas eder.

Sembolik, Klasik ve Romantik Sanat Biçimleri

Sembolik sanat biçimi ve özel olarak sembol 'sanatın başlangıcını oluşturur.'
Sembolik sanat biçimi (...) evrensel kavramın ilk tezahürüdür.
Sembolik biçimin başlıca eksikliği anlam ve görünüşün ya birbirinden ayrı olması ya da sadece sembolik olarak birbirleriyle birleşmesidir. (s. 135)

Klasik sanat biçimi tam olarak sanatın mükemmelliğinin doruk noktasına ulaştığı bir dönemdir. Çünkü doğal olanı idealleştirmiş ve ruhun kendi hakiki bireyselliğinin yeterli bir ifadesine dönüştürmüştür. (s. 137)

Romantik sanat biçimi, ruh artık varoluşunun dışsal biçiminde tatmin bulamadığı için ortaya çıkar. Bunun yerine uzlaşmayı kendi içinde bulur.
Romantik sanatın gerçek içeriği mutlak içselliktir ve biçimi, bağımsızlığını ve özgürlüğünü kavramış manevi öznelliktir.
Romantik sanat, içsel akıl ve duygu lehine dışsal görünümü reddeder. (s. 138)

Müziğin görevi, insanların, duygularının notalarda (...) yankılanmasını sağlamaktır. Hegel'e göre, özellikle Rossini bu görevi yerine getirmekte ustadır.
Ancak, bireysel bir sanat olarak müziğin sınırlı niteliğini gösteren, tam da duyguya yapılan bu vurgudur. (s. 142)

İnsanlar birbirleriyle insan olarak değil, sadece 'bencil ihtiyaçlarını' giderme amacının aracı olarak ilişki kurarlar. Kendilerini tam da, 'kişinin işinin ve varlığının yabancılaştırılmış özü' olan 'yabancı madde' paraya tabi kılarlar. Para ihtiyaçla nesne, yaşamla kişinin yaşam aracı arasında 'pezevenk' işlevi görür. İhtiyaç duyulan nesne, öncelikli para ihtiyacı karşısında ikincil kalır. Sonuç olarak, özel mülkiyetin yoz alanında, nesne değil para, tüm bireylerin 'hakiki ihtiyacı' haline gelir. (s. 171)

Bu yabancılaşmanın üstesinden tam anlamıyla gelmek ve tam olarak 'hakiki bir toplum' kurmak için, insani ihtiyaç tamamen bencil ihtiyacın yerini almalıdır. (s. 172)

Özel mülkiyet alanındaki yabancılaşma son bulduğunda, 'öteki', sadece bir nesne olmaktan ziyade, insan olarak kabul edilir. (s. 173)

Hegel'e göre birey eğer özgür olacaksa bu dürtüleri bastırmak ve yenmek zorundadır.

Hem Hegel hem de Marks, özgürlüğe erişimin, gelişmiş teknolojik ilerlemelerin artmasıyla önemli ölçüde arttığının tam olarak farkındaydı. Bu teknolojik yenilikler, insanlara, Premetheusvari doğal zorunluluk seviyesini aşma şansı verebilir. Doğal zorunluluk alanını terk etme ve insanların 'tinsel ihtiyaçlarını' tatmin etme kapasiteleri artık hakiki olasılık halini alır. (s. 199)

Üretkenliğin artması insanları özgür kılmak için değil, onları hapsetmek için kullanılmaktadır. İşçiler, tinsel ihtiyaçlarının gelişimini ve tatminini sağlamak için değil, sancılı işsizlik ve yoksulluk ihtimaliyle yüzleşmek için ya makineye bağlıdır ya da 'kenara çekilmek' zorundadır. (s. 200)

Zorunluluğun tiranlığının ve sisteme özgü çelişkilerin üstesinden gelmek, insanların 'tinsel ihtiyaçlarını' tam anlamıyla gidermelerine imkan verecektir.

SSCB'nin tarihi (...) iş gücüne hakim olma çabasının tarihidir. (s. 212)

Yirminci yüzyılın sonunda, kapitalizm, tüm dünya çapında milyonlarca insanın yoksulluğuyla sonuçlanan bir sömürü sistemi olmaya devam etmektedir. Meta-formuyla dayatılan çalışma tiranlığı, emek gücünü satacak kadar 'şanslı' olanların günlük cefalarını özetlemektedir. Ancak bu enkazın ortasında Hegelci-Marksizm, görünüşte hakim bu sistem içinde ve karşısında bir kırılma potansiyeli olarak 'radikal ihtiyaçlarını' ileri süren insanların antagonistik mevcudiyetine odaklanır.
"Bir kez bireylerin (...) kafasına soyut tam özgürlük kavramı, girdi mi, kontrol edilemez gücü açısından onun gibisi yoktur."
Hegel (s. 222)

Çeviren: Beyza Sumer Aydaş
Dost, Mart 2008, Ankara

Hüseyin Portakal - Hegel ve Aydınlanma Yüzyılı

Vitaly Kutnetsov: Hegel ve Voltaire'de Tarih Felsefesi
Aklın Fenomenolojisi'nin yazıldığı tarih olan 1807'den itibaren Hegel, 'Aydınlanma'nın karşıtı olan bir tarih felsefesi geliştirir.
Hegel felsefesinin anahtar kavramları olan ide, akıl, zihin ile tanrı ve tanrısal kayranın dinsel temelleri arasındaki yakınlıkları arttırmıştır. (s. 38)
Tarih 'mutluluk ülkesi' olamaz. Acılar, mutsuzluklar, insanların umutlarının boşa çıkması tarihsel olaylara çarpıp parçalanan tasarılar, dünyanın gidişinin evrelerini vurgular. (s. 40)
İnsan sadece tarihin bir kuklası olmaya indirgenmiş ve yerini imgesel bir konu olan akıl almıştır.

Marie-Jeanne Königson: Hegel, Adam Smith ve Diderot
"Şimdi kendi kendime soruyorum, ben bununla uğraşırken, insanın yaşamı üzerine bir eyleme dönüş olanağını nasıl bulabilirim."
Hegel
Hegel, modern ekonomi politika görüşünü Fenomenoloji'ye yerleştirirken, emeğin yalnızca olumlu yanını görür... Birey ekonomik düzeyde vatandaşlık ve devletin bir üyesi bilincini kazanarak kendi bireysellik düzeyinde olacaktır.
Endüstri toplumunun atılımı ile kavgalı olan bilincin bu anlatımı, dil düzeyinde ve dil aracılığıyla kendi anlatımının ayrıcalığı düzeyinde ortaya çıkıyor: Diğer bir deyişle edebiyat yapıtı düzeyinde. La bildung (oluşum), bilincin oluşumu olarak kültür, bilinç kendi yabancılığını dile getirdiği zaman, en uç noktaya varır ve yine bununla orada dönüşü olmayan noktaya varır. Ya da devrim terörü içinde yok olur; ya da soyut ahlakın çelişkilerinden kaçmak için bir buhar gibi uçar, ya da aynı zamanda "özgürşüğün zorbalığını" ve güzel ruhun saf aldatıcılığını reddederek, kendisiyle Fenomenoloji'deki salt bilgiyi temsil edecek olan zor uzlaşmayı kabul eder. (s. 60/61)
"Diderot'nun diyaloğu, kendi dönemini aşılmaz bir biçimde nitelendiren yalnızca bir başyapıt değil, ayrıca içinde diyalektiğin bilinçli olarak bulunduğu Aydınlanma'nın şu özel dışavurumu var." (G. Lukacs)
Hegel'in kendi diyalektiği ile Fİchte ve Schelling'e karşı çıktığı bir sırada Diderot'nun gerçek bir öncü olduğunu kabul eder.
Remau'nun Yeğeni'nin diyaloğunda diyalektik, soyut felsefe düşünüşlerine indirgenmemiştir -Diderot'nun zamanının ahlaksal sorunlarını inceleyen tam bir canlı biçiminden doğmuştur. Örneğin yapıtın kendisinin de gösterdiği gibi, öznel özelliği olarak diyalektik, aynı zamanda toplumsal yaşamın da bir ürünüdür. (s. 62/63)
Diyalektik düşünce, soyut düşünce özenle ayrı kalsın diye uçları yaklaştırıyor, donmuş anlamları yaşamın arkasında bulur, yasaklanmış anlamları bilince taşır. Özgür olmayan bireyin özgür sözüdür, sanatın gerçekliği, olayların ortadan kaldırıldıklarını göstermeye, olayları hazırlayan bir dil olmayan dil içinde gerçekliği açıklamaya, her zaman bu olaylardan yararlanmaya ve onlara başvurmaya dayanır. Böylece diyalektik düşünce zorunlu olarak yıkıcıdır. Bununla birlikte, diyalektik düşüncenin olumsuzluğu nihilizme (yadsınmacılığa) hiç benzemez, hatta tersidir denilebilir.
Büyük sanat yapıtı, insanlık dışı durumun dayanılabilir sınırlarını, dünyanın yabancılaşmasını ve ezilmiş, parçalanmış bilinci dile getiriyor; böylece yabancılaşmanın gizli köklerinin ortaya çıkışı oluyor. Diderot'nun diyaloğunda söz konusu olan, kapitalist endüstriyel toplumun gelişimidir. (s. 65)

Cem, Mayıs, 2002

1 Temmuz 2010 Perşembe

Anrzej Warminski - Hegel - Marx: Bilinç ve Yaşam

"Yaşamı belirleyenin bilinç olmadığı, tam tersine, bilinci belirleyenin yaşam olduğu..."
Marx

Feuerbach üretim tarihinin ürünü olarak insanın açıklamasını veremeyen soyut bir maddecilikle son bulur ve böylece "şu an var olan yaşamın eleştirisini" de veremez.
Böyle bir maddecilik, diyalektik olmadığından ötürü, Hegel'in mutlak idealizminin eleştirisi olmaktan çok, ön-eleştirel, saf bir idealizm olur. (s. 168/169)
Gerçek yaşam dili kendisine yabancılaşırsa -ancak ve ancak gerçek maddi bireylerin tinine ilaveten, ayrı bir tin icat edilirse, ancak ve ancak (gerçek) pratikte var olan bilinçten başka bir bilinç kurgulanırsa- bilinç kendisini dünyadan bağımsızlaştırır ve saf kuramın, teolojinin, felsefenin ve ahlakın, yani ideolojilerin oluşumunun ötesine geçer.
Bilinç = aşılmış yaşam (s. 169)

Bilincin hakikati öz-bilinç ise, yani kendini bilmeyi bilmenin hakikati ise, o zaman öz-bilincin yani öz-bilmenin hakikati öz-bilincin öz-bilinci yani öz-bilmenin öz-bilmesi olmak durumundadır. Diğer bir ifadeyle, öz-bilincin tekrarlanması zorunlu ve öz-bilincin öz-bilinç olarak varlığının tek yeterli koşulu olacaktır.
Bilmenin doğru nesnesi düşüncenin bu'su ve şu'sudur -bilincin mutlak bilince doğru yolundaki deneyiminin kendisi mutlak bilmedir.
Öz-bilinç, bilincin yeni nesnesi, yeni doğrusu, yeni kendinde şeyi olarak ortaya çıktığı zaman, arzu olarak görünür: Öz-bilinç ilk başta arzudur.
Bilincin hakikati öz-bilince dönüştüğü zaman, ötekini bilmeyi bilmek, kendini bilmek olur.
Bilincin deneyiminin bu diyalektik hareketinde bilincin hakikatte bildiğini iddia ettiği ötekisi kaybolacaktır -ötekini bilmek kendini bilmek olur. Ancak aynı zamanda ötekinin (bilmesinin) anları korunur, onların kendinde, özünde varlığını sürdürür- bu öz onların kaybolan özlerini kendi varlığında (hakikatte, kendinde) barındırır.
Çünkü öz-bilinç [HAREKET] demektir.
Bu diyalektik (hareket) esasında arzu olan öz-bilincin diyalektiğidir. Yani, öz-bilinç burada arzudur çünkü o ikili bir yoksunluğun işareti olarak görünür. (s. 170/171)
(öz-bilinç) kendisi için gerekli olan bir öbür varlık yaratmak zorundadır.
Nasıl yaşamın içinden meydana geldiğini ve nasıl öz-bilinç olan öz-bilincin, arzu olan öz-bilincin (nesnesi yaşam olan) içinden doğduğunu göstermek zorundadır. İşte bu Görüngübilim'in kendisine (diyalektik zorunluluk gereği) yüklediği bir görevdir.
Öz-bilincin yaşamdan arzu olarak değil de öz-bilinç olarak meydana gelebilmesinin tek yolu arzu olarak kendisini yadsıması(dır).
Yaşamın diyalektiği arzunun diyalektiği tarafındaki ayna yansıması ile aynıdır. Yiyerek ve üreyerek yaşayan biray kendi bireyselliğini yok ederek türün sonsuz alışkanlığına karışır gider ve aynı zamanda üretme eyleminin sonucunda kendisini torunlarında yaşayan bir birey olarak yeniden meydana getirir.
Konuşmak görünmektir.
Görünenin (phenomena) söylemi (logos) ancak ve ancak söylemin görünmesidir. (s. 174)
Yaşam kendisinden başka bir ötekini gösterir, bu öteki zorunlu olarak yaşamın olumsuzu bilinçtir. Sonuçta bilinç yaşamı kendisinin nesnesi yapar, yaşam bilinç için olur. Hegel'in savının en son yapmak istediği şey, yaşamın bilinç (yaşamın kendi olumsuzu) olmayan bir ötekini göstermesidir. (s. 176)
Hegel'de bilinç üretildiği maddi emeğin tarihinin üretimi olduğu sürece, Marx'taki yaşam ile aynı şeydir.
Ama eğer bilinç, yaşam kadar maddi üretim tarihinin bir ürünü ise tarihsel maddeci bir şekilde konuşursak, bilinç ve yaşam arasında bir fark yoktur. (s. 177)
...tarihte olan şey, olanın tarih olarak gelecek olması. (s. 178)

Çeviren: Sibel Kibar
Monokl
Hegel Özel Sayısı
(s. 168-178)

Brent Adkins - Korku Siyaseti

Hegel'in Hobbes'a Tinin Görüngübilimi'nden Yanıtı

Hobbes'un siyaset kuramı... en büyük zayıflığımız (olan) korkudan türetilir.
İnsanın özgürlüğü verili bir durum değil, elde edilen bir şeydir. Hegel'in bunu ifade edebilmesinin tek yolu, Hobbes'un kendi anlayışı için belirleyici gördüğü ölüm korkusunu kısıtlamaktır.
Öz-bilinç kendi kimliğini devam ettirmenin bir yoluna ihtiyaç duyar, ama aynı zamanda yaşamın düzenine ondan bağımsızmış gibi yaklaşır.
Öz-bilinç başka bir bilincin kendisini tanımasını ister. Bu tanıma için tek bir yol vardır; her iki öz-bilincin de kendilerini yaşamın düzeninden tamamen bağımsız olarak ortaya koymaları. (s. 161)
Ne efendi ne de köle ölümü kendi işi için kullanabilir, ama ölüm korkusu efendi ve köle arasındaki ilişkiyi düzenler ve kölenin doğa üzerindeki emeği için gereklidir.
Ölüm korkusu... Hegel'in köle efendi diyalektiği için en büyük güdüdür. (s. 163)
Terör
Terör, tinin dolaysız ve soyut evrensel irade olarak ifadesinin doğrudan sonucudur. Evrensel iradenin bu özel görünümünün teröre yol açmasının altında yatan neden dolaysızlık ve soyutluktur. Terörün evrensel iradesi ancak bireylerin iradelerinin farklılıklarının üstesinden geldiği zaman evrensel olur.
Fransız Devrimi aydınlanmanın bir meyvesidir. Nasıl olur da özgürlük, eşitlik ve kardeşliği ilke edinen bir hareket terörün akıldışılığına dönüşebilir? Hegel'in yanıtı Fransız Devrimi'nin tasarladığı özgürlüğün soyut bir özgürlük olduğudur. Diğer bir deyişle, kendini dolaysız özgür olarak kabul eder. Bu bağlamda Fransız Devrimi'nin toplumu kendini totaliter bir arzu olarak ortaya koyan özbilinç gibi değildir.
Terör topluma karşı olabilecek toplumun bazı üyelerinin bireysel iradelerinin, vahşi bir şekilde yadsınmasıdır. Hegel'e göre, kendini bu şekilde kavramanın sonucu, sürekli bir yadsıma işidir. Buraya kadar, bireysel irade terör toplumuna evrensel irade ile açık ve yok edilmesi gereken bir şey gibi görünür.
Terör durumunda, ölüm dışarıdan gelmez, aslında, ölüm öz-bilincin kendisinin bu olumsuzlama olduğunun anlaşılmasıdır.
Ölüm mutlak efendi olarak kaldığı sürece, bilincin gelişimi tamamlanamaz.
Açığa Çıkan Din
Ölüm, emeğin ve toplumun bir parçası olarak görülür. (s. 165)
Açığa çıkan din ölümüz ve Tanrı-insanın dirilişi aracılığıyla kendisini doğayla uzlaşmış olarak resmeder. Sonuç olarak, bireyin ölümü artık doğanın topluma tecavüzde bulunması olarak açıklanamaz. İlk önce bilince vahyedilen yaşamın ve ölümün döngüsü nihayetinde toplumun içerisinde tamamen kapsanır. Yaşam ve ölüm şimdi toplumun deviniminin parçalarıdır.
Ölüm 'bireyin yokluğundan' tinin evrenselliğine geçer. (s. 166)
Ölüm artık yalnızca tekil değil, evrenseldir de. Bunun yanında, ölüm artık doğal değil, tinseldir.
Mutlak Bilme
Hegel'in Mutlak Bilme'de istediği şey, uzlaşan bir toplum, ama bu uzlaşmanın şimdi meydana gelmesi ve bu uzlaşmanın toplumun kendisiyle uzlaşması olmasıdır. Şimdi toplum ölümü, ölüm onun tek işi olmadan kapsayabilecek kadar karmaşık hale gelmiştir. Böylece ölüm tarafından değil, akıl tarafından düzenlenmiş olur.
Tinin Görüngübilimi bilincin ve aynı doğrultuda giden ölümün tarihidir.
Köle ölümün olumsuzluğuna emek ile katlandı.
Aile ölümün olumsuzluğunu cenaze törenleriyle kapsadı.
Sadece terörde toplum ölümü kendi işi olarak gördü.
Ölüm artık dışsal değil içsel hale geldi.
Yalnızca açığa çıkan din ve mutlak bilme bölümlerinde toplum kendisini ölümden başka bir ilke etrafında örgütleyebilir. Ancak açığa çıkan din bu girişimi kısmen başarabilir.
Öte yandan mutlak bilme, ölümü şu anda kapsayarak ve ölümün üstesinden gelerek, nihai olarak ölümle ilişkisinde kendisini düzenleyebilir. Mutlak bilmenin toplumu ölüm ya da gelecekteki bir umut tarafından yönetilmez, ama toplumun bütün üyelerinin tadını çıkardığı aklın özgürlüğü tarafından yönetilir. (s. 167)


Çeviren: Sibel Kibar
Monokl
Hegel Özel Sayısı
(s. 160-167)