Ali Bilir - Geçmişten Günümüze
Görele
“Her insan varlığı, insanlık ağacının bir
yaprağından başka bir şey değildir. Onu besleyen kökler halk gelenekleridir.
Yurttaş soylarını birbirine bağlayan, bizi aynı yurdun çocukları yapan bu
zincir, bir altın zincirdir.” P. Saintyves
Görele üstüne yapılan alan araştırmaları:
Haşan Kaçar’ın Görele Ağzı, Hayrettin Günay’ın
Görele Manileri, Mehmet Yılmaz’ın derleme çalışmaları, Ayla Demir’in, Görele
Ataköy Köyü Halk Kültürü...
Görele Ortaokulu Dergisi (1945-1946)
Mustafa Arslan, “Görele” (1973)
Görele
Coğrafyası ve Tarihi
Sis Dağı üzerindeki Kayasis Tepesi 2182
metre yükseltisiyle ilçenin en yüksek noktasıdır.
En önemli akarsuları ilçenin hemen
batısında denize dökülen 80 km uzunluğunda Elevi deresi, 23 km uzunluğunda Çömlekçi
dere si, doğu yönünde denize dökülen 25 km uzunluğunda Çavuşlu deresi ve
Eynesil ile sınır teşkil eden Dizgine çayıdır (s. 27).
Şâkir Şevket, Görele adının Korala adındaki
eski bir kaleden geldiğini yazar.
P. Kurumahmutoğlu, “Görele’nin eski isminin Kuralı-Kurale-Kuralla” olduğunu,
mercan anlamına geldiğini sözel ve yazılı kaynaklardan nakleder.
Bilge Umar, “Coralla”nın Luwi dili
ardıllarından Kappadokia dili “Kor-uwa-la” olduğundan bahisle “çıkın-tı-lık/küçük
çıkıntı” şeklinde tarif eder.
Görele adı antik çağda bugünkü Eynesil
kasabası çıkısında “Görele Burnu” diye anılan, harabe halinde kalıntılarına
rastlanılan “Coralla/Koralla” şehrinden gelmektedir (s. 30).
Yapılan araştırmalara göre bölgeye ilk
olarak MÖ. 3000 ile MÖ. 2000 yılları arasında Gas/Kas ve Gud/Gutiler,
Kafkasya’dan Mosklar, Tıbarenler, Marlar, MÖ. 675 yılından itibaren Anadolu ve
Azerbaycan’da ilk Bozkır-Kültürü’nü yaşayan Kimmerler yerleşmişlerdir. Sinop,
Samsun, Giresun, Trabzon, Ordu ve Tirebolu bu yüzyılda MÖ. 656’de kurulmuştur.
MS. 394-1204 yılları arasında Bizanslıların
yönetimine girmiştir. Bu dönemdeki önemli hadiselerden birisi 530 yılında
Bizanslılar tarafından bozguna uğratılan Bulgar Türklerinin bir bölümünün
Trabzon yöresine yerleştirilmeleridir. Diğer bir hadise ise XII. yüzyılda
40.000 Kuman ailesinin Gürcistan’a inerek Hıristiyan olmaları ve buradan Doğu
Karadeniz’e ve Doğu Anadolu’ya gelmeleridir (s. 32).
Fatih, Trabzon seferine çıktığında Görele,
Tirebolu ve Giresun kaleleri büyük bir ihtimalle imparatorun elinde idi. Buna
karşılık Kürtün-Dereli-Giresun-Eynesil arasındaki kırlık kesim de Çepni
beylerinin elinde bulunuyordu.
Çepniler’den bir kısmının Uzun Hasan
zamanında Akkoyunlular’ın hizmetine girdiği bilinmektedir (s. 33).
Görele yöresine yerleşen Çepniler’in cenaze
törenlerinde davul-zuma çalmak, silah atmak ve topluca yemek yemek âdeti yakın
zamanlara kadar gelmiştir
1486’da Görele kasabası 9 nefer Müslüman
kale görevlisi, 60 hane, 6 bîve (dul) Hıristiyan nüfusu sahipti. Bu rakamlara
göre Görele kalesinde 33’ü Müslüman, 324’ü Hıristiyan olmak üzere 357 kişinin
yaşadığı tahmin edilebilir (s. 34).
Kazaklar’ın 1624’te yaptıkları baskınlarda
Görele, bilhassa Tirebolu büyük zarar gördü.
XVIII. yüzyılın ikinci yarısına doğru
Tirebolu ve Görele çevresindeki Çepni derebeyleri ile Rize yöresinde Lâz
denilen derebeyleri arasında mücadeleler yaşandı.
Görele’nin yakınlarında etrafa kötü koku
yayan göl ve hendekler 19. yüzyılın sonlarında ıslah edilebilmiş… (s. 42)
19. yüzyılın sonlarında Görele’de görülen
adlî olayları arasında hemen bütün doğu Karadeniz’de olduğu gibi eşkıyalık
olayları ilk sırada gelir.
Görele’nin
İktisadi Yapısı
Ormanlarındaki çam ağaçlarından zift ve
katran imal olunurdu ve tulumlarla İstanbul'a sevk olunurdu.
1900'lü yıllarda da kasaba halkı geçimini
yine rençperlikle, balıkçılıkla, bakırcılıkla, marangozlukla, demircilikle,
taşçılıkla sağladıkları gibi, birçokları da Batum'a ve Rusya'nın diğer
şehirlerine giderek orada da bu gibi işlerde çalışırlardı. Üzümlerinden
ekseriyetle şarap yapılırdı. Sanayi mamulleri arasında bakırdan kap-kacak,
çapula gibi ufak tefek şeylerdi. Görele'den dışarıya başta fındık olmak üzere
yetiştirilen mahsullerin dışında az da olsa bal mumu, balık yağı, tuzlu
bağırsak, yumurta, ceviz, koyun ve keçi gibi şeyler satılırdı.
Görele'nin merkezi Eleğü kasabasının Kürtün
ve Ardasa (Torul) yolunun başlangıcı olması mevkiinin önemini artırmaktaydı.
Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar hemen her
evde keten veya şal dokuma tezgâhı bulunur, bu tezgaha ait çıkrık, öreke,
tarak, eğercek, ağırşak, kirmen yöredeki ustalar tarafından imal edilirdi. Yünden
şal denilen şayak cinsi bir kumaş, çul, dastar, çenti ve camadan dokunur, başlık,
kazak, sade ve alacalı çoraplar örülürdü. Kar ve buz tutmayan bir cins keçe de yapılırdı.
Yorgan yerine yünden yapılan gevgene denen bir cins kaba battaniye ile çarık
bağlan, keçi kılından çul, çekmen, tozluk ve çorap yapılırdı (s. 148).
1973'te 5 ayakkabı ustası, 15 ayakkabı satıcısı,
37 bakkal, 7 bakırcı, 11 berber, 1 çömlekçi, 12 kasap, 9 karesör atölyesi, 3
kitap-kırtasiyeci, 21 marangoz, 20 manav, 9 seyyar esnaf, 6 radyocu, 2 saatçi,
2 hazır elbiseci, 1 tavukçu, 14 lokantacı, 1 kuyumcu, 4 sobacı, 10 demirci, 2
sinema, 164 şoför esnafı bulunmaktaydı (s. 149).
Görele yöresinde ziraata açık topraklarda temel
gıda maddelerini oluşturan tahıllar da yetiştirilmekte idi. Tarım ürünleri
denilince temel maddeler buğday, arpadır. Bunlara darı da eklenebilir.
Kâşgarlı Mahmud, Dîvânü Lügati't-Türk adlı
ünlü eserinde Orta Asya Türklerinin fındığa “kosık/kosuk” dediklerini söylüyor.
Tıbb-ı Nebevî'ye göre fındık kalp çarpıntılarına, böbrek hastalıklarına etkilidir.
Cinsel gücü artırır, insanı güçlendirir. Fındıkla bal, tarçın, sakız
karıştırılır, elile edilen macundan günde birer yemek kaşığı yenilir. Buna
“fındık macunu” denilirdi.
Fındık, yüksek oranda doymamış yağ içerdiğinden,
kalp ve damar sistemini olumlu yönde etkilemekte, kandaki kötü kolesterolün
yükselmesini önleyerek kalp ve damar hastalıklarına karşı koruyucu bir rol
üstlenmektedir.
Görele'deki fındık bahçeleri ağırlıklı
olarak tombul fındık ocakları ihtiva eder (s. 151).
Ülkemizde çay
üretimi girişimlerinin tarihi 1892'ye kadar uzanır. Ali Rıza Erten'in raporu
(1917) doğrultusunda Zihni Derin öncülüğünde 1924 yılında başlatılan ve 1937
yılına kadar yapılan çalışmaların olumlu sonuç vermesi ile 1937 yılında 40 ton
çay tohumu ithal edilerek Rize ve civarında çay bahçesi kurulması çalışmalarına
başlanmıştır.
Görele'de 1953 yılında deneme üretimi
yapılmış, 1956'da yetiştirilmesine izin verilmiştir (s. 153).
Görele yöresinde sanayi ürünü olarak
nitelendirilebilecek tek ürün kendirdir. Kendirden daha çok ip imali
yapılmaktaydı. 1930’lu yıllarda Görele de en çok üretilen bitkilerdendi.
Lifleri tokmaklarla dövülüp, taranıp, çıkrıklarda ip haline getirilerek keten
denen bir cins kumaş elde edilmekteydi (s. 154).
Tahrir kayıtlarında “gendûm” veya “hınta”
şeklinde belirtilen buğdayın, Görele’de ekimi
yapılmaktaydı. İki cins buğday türü ekilirdi. Biri kışlık ve “geç” olan cins, diğeri
de İtalyan buğdayı olup, 1940-1952 yılları arasında ekilen, çok iyi randıman veren
“er” buğday cinsiydi. Buğday, Kasım, Ekim, Şubat aylarında ekilir, Haziran - Temmuz
aylarında biçilirdi
Tahrir kayıtlarında “şaîr” ve “cev”
adlarıyla geçen arpa Görele'de yetiştirilmekteydi
(s. 156).
Çavdar ve yulaf da Görele’de yetiştirilen
ürünler arasındaydı.
Elma, armut, hatta ceviz, kestane, incir,
üzüm gibi ürünler bol miktarda yetiştirilmekteydi.
Eynesil-Ören'deki ekşi üzüm meşhurdu.
Köylerde üzümden pekmez kaynatılılırdı.
Görele'de önceleri ipek böcekçiliği için de
dut yetiştirilmekteydi. Günümüzde sadece meyvesi için yetiştirilmektedir (s.
159).
Görele'de hemen her köyde koyun
yetiştirildiği görülür. 1867 yılındaki ağnam rüsumu 45.500 kuruştu. 1901 'de
kazada 30 merkep, 100 katır, 350 beygir, 6226 keçi, 11.771 koyun, 4000 inek
vardı.
Tirebolulu Alparslan Beğ, yayla göçünü (ot
göçü) en büyük Türk bayramlarından biri olarak saymaktadır.
(Yaylacılık,
hayvanları otlatmak amacıyla köylülerin yaz aylarını yüksek rakımlardaki
düzlüklerde geçirmeleridir. Bugün olduğu gibi, tatil maksadıyla gidilen
yaylalarda yaylacılık yapıl(a)mamaktadır.)
Yayla
Konutları
Kelif: Bu ad yörede yayla konutlarının hemen hepsi için
kullanılır. Kelif çarçabuk kurulabilen barınak anlamındadır.
Sayvan: Hem yayla, hem de Cenik’te kullanılan bir çadır türüdür.
Obalardaki genellikle çokgen yapılı keçe ya da hartama örtülüdür.
Tuyluk/Turluk: Etrafı ağaç ya da taşla örtülen daire biçimindeki
yerin tam ortasına dikilen uzunca bir ağaç üzerinden keçe geçirilerek yapılan
tek bölmeli mekândır (s. 213).
Hayvan Konutları
Ağıl: Etrafı firaklı tabir edilen ağ ya da
fındık çubuklarıyla çevrilen hayvan barınaklarıdır. Köylerde bunlara köm denir.
Bere: Sürülerin topluca sağıldığı sağım
yeridir.
Kuzubadı: Sürüdeki oğlak ve kuzuları
barındırmak için ağaç ya da taştan yapılmış ağıldır.
Tuzlak: Her sabah obadan otlatmaya
götürülen sürülere tuz vermek için obanın belli bir yerinde sini şeklinde düz
taşlardan oluşan sıralar halinde yapılır.
Yayla
Törenleri
Kırkma imecesi: Obada sürüler imece usulü ile kırkılır. İmecenin yeme, içme, vb. hizmetleri imece sahibi tarafından
karşılanır.
Ot Göçleri: Mısırlar 20-25 cm’e kadar boylanınca tarladaki yabani
otlar temizlenir ve mısırların dipleri çapalanır. Buna “ot kazma” denir.
Birinci ot Mayıs sonlarında, ikinci ot Haziran
sonlarında kazılır. İkinci ot kazıldıktan sonra
Temmuzu ayının ilk haftasından sonuna kadar
yaylalara çıkılır. Bu geçlere “otçu göçü” ya da “otçu haftası” denir. Bu göç
yörede özellikle Eynesil, Görele, Şalpazarı ve Tirebolu’da yaygındır.
Doğum zamanı gelen kadın, sancısı
başlayınca hemen komşularına haber salınmazdı. “Kötelek sancısı”, yani arka
arkaya gelen sancının gelmesini bekler, sancı sıkıştırıncaya kadar kimseye
haber vermezdi (s. 214).
Sis Dağı’nın yüksekliği 2182 m’dir. Sis
Dağı üzerinde 20’yi aşkın oba vardır.
Temmuz ayında “Sis Dağı Şenlikleri”
yapılır.
Haç Dağı/Haş Dağı
Zirvenin güneyinde “Evliya” denilen yerde şehitlerin
yattığı söylenilir. Zirvenin hemen altında içine taş atıldığında “dong, dong”
diye ses çıkardığından “Dongirik” denilen bir mağara vardır. Dongirik’in yan tarafından
dibeğe benzer bir taş vardır. İçi oyuk taşta biriken suların şifalı olduğuna ve
siğilleri ve sivilcelere iyi geldiğine inanılır. Bunun için bu suyun adına
“Siğil Suyu” denilir.
Dokuzgöz, halk tarafından mesire yeri
olarak kullanılır (s. 215).
Mutfak
Kültürü
Geçmişte hamsi başta olmak üzere balık
yemekleri önemli bir yer tutuyor, karalahana, bezelye, taze fasulye, kiraz tuzlaması,
sırgan ile yöreye has yemekler yapılıyordu. Dible yörede sevilen bit yemek çeşidi
idi.
Mutfaklarda kullanılan kap-kacaklar
bakırdan idi. Toprak kaplardan güveçler pişirmede, küpler yiyecek saklamada
kullanılırdı.
Fındık toplama mevsiminde, kış gelmeden ve
de Ramazandan önce yufka açılırdı. Bu yufkalar “tahtabaşı” denilen, iplerle
tavana bağlanmış tahta üzerine üst üste dizilip üzeri örtülerek serin bir yere
konulurdu.
Taflan ve kiraz tuzlanır, üzümden pekmez
kaynatılırdı. Fasulyenin içi taze iken kurutulurdu. Güneşte tekrar kurutulur vakuru
fasulye haline getirilirdi. Fırında kurutulan fasulyeler ise fırın fasulyesi
olarak adlandırılırdı.
Öğünler ezan vaktine göre ayarlanmıştı. Hane
halkı sabah namazı ile birlikte ayağa kalkar, ekseriyetle reçel, tereyağı,
peynir, zeytin, yufka, bazlamadan oluşan kahvaltısını yapar, bahçeye inerdi.
Günümüzde olduğu gibi, çarşıdan ekmek gelmezdi. Öğle ezanı ile öğlen yemeğinin
vakti gelmiş olurdu. Bu öğünde kuvvetli yenirdi. Çorba, tatlı, salata vb. her
şey sofrada bulunurdu. Baş içecek ayrandı.
Fındık zamanında hazırlanan yemekler
şelekler içinde bahçede çalışanlara götürülürdü. Yemek sırasında tekrar eve
gelinmezdi. Akşam ezanından önce fındık toplamayı bırakırlar, herkes evine
gider, ilk iş çay demlemek olurdu. Ardından da hafif yemekler atıştırıldı. Bu
yemekler öğle yemeğinden artanlar ile yeni yapılanlardır. Sofrada yoğurt
mutlaka bulunurdu (s. 217).
Pide, Görele’de 35-40 yıllık bir geçmişe sahiptir. Pidenin lezzetli olabilmesi için, fırının ısısından, pidenin
servise sunulmasına kadar geçen sürede verilen emeğe bağlıdır.
Koz helvasının özü çöven (döven) diye bilinen adî meyan köküdür. Düğün
Helvası adıyla da bilinir.
Suda kaynatılan çöven kökü suya ıhlamur
çayı rengini verir. Bu su ayrı bir kaba alınarak fındık çubuğuyla karıştırılır.
Su çırpıldıkça köpürür ve rengi açılır. Bu suya şeker ve limon tuzu eklenir. Bu
karışım istenen kıvama gelinceye kadar ateşin üzerinde karıştırılır. İsteğe
bağlı olarak helvaya ceviz de katılabilir (s. 219).
Kiraz Kavurması
Kirazlar toplanır ve sapları alınarak
kavanoz ve küplere bir kat tuz, bir kat kiraz olmak üzere salamura yapılır. Bir
gün sonra üzeri su ile doldurulur ve üzerine ağır bir baskı konur. Kışlık
yiyecek olarak saklanır.
Yapılışı: Kirazların çekirdekleri
çıkartılır ve suya bırakılarak tuzu alınır. Ayrı bir yerde soğan incecik
doğranır. Yağ ile birlikte pembeleşinceye kadar kavrulur. Kirazlar avuç içinde
sıkılarak ilave edilir. Bir müddet daha kavrularak servis tabağına alınır (s.
225).
Armut Haşlama
Sert armutlar tencereye konur. Üstünü
kapatacak kadar da su konur. Haşlanır. Haşlandıktan sonra suyu süzülür.
Armutların kabukları soyularak hazır hale getirilir (s. 229).
Giyim
- Kuşam
1900’lü yıllarda kasabalılarla köylüler
ekseriyetle Görele’de dokunan bir nevi dokuma ile mayi bezden yapılmış elbise
giyerlerdi
Geçmişte kasaba kadınları altta bir şalvar,
bunun üstüne üç etekli kenarları ve etekleri ipek ibrişim işlemeleri ile
süslenmiş ağır kumaştan yapılmış entari, başta fes, fesin üstünde oyalı yazma,
gerdanda dizi halinde beşibirlik, inciler, kulaklarda elmaslı küpeler,
ayaklarda ajurlu çorap ve işlemeli terlikler giyerlerdi. 1940’lı yıllarda
giyinmek üzere yünden dastar denilen pantolon, gömlek, ceket yapılırdı.
Kadınlar ekseriyetle başlarına eşarp
örterlerdi. Erkekler ise eskiden gayet dar, dikiş yerleri siyah ibrişimle
işlenmiş siyah veya lacivert çuhadan yapılmış bir zıpka, arkasında yine dikiş
yerleri ibrişimle işlenmiş, aynı kumaştan bir yelek, bunun üstünde işlenmiş bir
aba, başta aynı kumaştan bir başlık, ayaklarda bacaklara yapışık alt tarafları
yemeni biçimli çizmeler giyerlerdi. Belde zarif bir kuşak, bu kuşak içine sokulmuş
fildişi saplı bir bıçak olurdu (s. 231).
Görele
Köy Düğünleri
Görele’de düğünler genelde fındık hasadından
sonra yapılırdı. Geçmişte iki gün iki gece süren
Görele düğünleri, bugün salonlarda bir-iki saate sığdırılabilmektedir.
…gelin namzedinin “hem elinde, hem de
dilinde olması” istenirdi. Oğullarını evlendirmek isteyen aileler, mal-mülk
bölünmesin diye önce akrabalarından, komşularından, yakın çevrelerinden başlayarak
kız aramaya çıkarlardı.
Söz kesme işi bitince kız, “söz
kahvesi" ikram ederdi. Eğer, kahve şekerli ise bu kızın da delikanlıda
gönlü olduğu anlamına gelirdi.
Nişan düğünü kız tarafında yapılırdı.
…bundan sonra kaç-göz başlar ve evlenene
kadar gençler birbirine daha görmezlerdi.
Düğüne çağırma, çağrılacak kişinin sosyal
statüsüne göre para, tavuk, horoz, koyun, koç, peştamal, çember göndermek
suretiyle olurdu. Maddi durumu iyi olmayan, takı borcu olmayanlar selamla
çağrılırdı. Para ile çağrılan kışı, verilen paraya en az bir katı ilave ederek,
ortada takı okuyucu aracılığı ile damada takardı. Buna “damada para atmak”
denirdi.
…düğün yemekleri ekseriyetle burmalı,
sütlaç, bal lokması, ballı yufka, suböreği, yahni, hoşmak, guymak, lahana
dolması, bulgur pilavı, yahni, hoşaf, yoğurttu (s. 233).
…düğün, damat evinde başlardı. Damada, biri
evli, biri bekâr iki sağdıç belirlenirdi. Gelinin de evli, “yenge” kadın bir
kılavuzu olurdu. Ev sahibi adına düğünü yönetecek “düğün âmiri” denilen kişi de
belirlenirdi.
“Kına gecesi”, Çarşamba günü öğleden sonra,
ikindide komşuların, köylülerin ve civar köylerden gelenlerin katılımı ile
başlardı. Kına gecesinde görkemli düğün olurdu.
Orta âdetinde gelin kendisi için hazırlanan
iskemleye oturtulurdu. Yanında yengeler bulunurdu. Önce, kaynana ve kaynata
davet edilir ve geline alkışlar arasında takılarını takarlardı. Bu takı
ekseriyetle beşibiryerde, küçük altın (tekli kırmızı), küpe gibi ziynetlerdi.
Bu takı sırasında ayrıca geline annesi, babası, kardeşleri, akrabaları ve
komşuları altın, para, sahan, tabak, ibrik, havlu gibi değişik hediyeleri takı
olarak verirlerdi. Buna “takı atmak” denirdi.
Takıdan sonra gelinle yakınları “atalık
horonuna” kalkardı. Akşama “kına gecesi” yapılır.
Gelinin kız evinden getirdiği çeyizler
arasında sedir örtüsü, yatak örtüsü, oyalı yastık kılıfı, seccade, yaşmak,
havlu, şilte, yaygı; eşyalar arasında bir yün yatak, iki yün yorgan, iki
yastık, bir çul, dastar, cecim (beşik örtüsü), sedir dayaması, hasır gibi
şeyler bulunurdu (s. 234).
Gelin yeni evine geldiğinde uğuruna
inanılan bazı âdetler yapılırdı. Bunlar da gelinle birlikte eve bolluk,
bereket, mutluluk ve huzur gelsin diye gelin evin eşiğine adımını atarken başına
fındık, buğday ve bozuk para saçılır; itaatkâr olsun diye kaynana ayağını
kapıya dayar, gelin bacağının altından içeriye girer, eşiğe konulan su dolu
tası attığı tekme ile devirirdi. Soba küreği ya da evşünle taşlığa köz dökülür,
gelin ateş gibi olsun diye köze bastırılırdı (s. 238).
Düğün den üç gün sonra gelinin annesi, kız
kardeşi/leri yengesi, halası, teyzesi ve yakın akrabaları, damat evine ziyarete
gelirlerdi.
Yediye gitme, üçe gelenlere bir karşılık
vermedir. Bu kez damat, gelin ve akrabaları, yakınları, komşuları gelinin eski
evine giderlerdi. Bu güne “yumurta yemeye gitme” denirdi (s. 239).
Görele
Halk Müziği / Halk Oyunları
Göreleli, “tarla kazarken, sık sökerken,
tarla biçerken, darı soyarken, fındık toplarken, gazel sıyırırken, odun
ederken, odun taşırken” türkü terennüm etmekten geri kalmaz.
Görele’de yaygın olarak kullanılan çalgı kemençedir.
Görele kemençesinin boyu 55 cm, tekne boyu
41 cm, tutma yeri (boyun) 8,5 cm ve yayı da kemençe boyundadır (s. 240)
Ardıç, erik, dut, kiraz ağacından yapılır.
Kapağı ladin ağacındandır. Kapak kalınsa ince ses, kapak inceyse kalın ses
verir Perdesizdir. Çet denilen kemence yayı erik ağacından yapılır. Yay telleri
atkuyruğundandır. Yay tellerine reçine sürüldükten sonra çalınır. Görele’de
kemençeci halk ozanların yerini tutar.
Durkaya, 1913 yılında Ardıç köyünde doğmuştur. Cenaze çağırma “Hasan Dayı” türküsü olaylı-hikâyeli türkülerine
örnektir. Durkaya, 19 Ağustos 1989’da vefat etmiştir.
“Güneş vurdu eritti
Güneylerin karını
Bekâr kızlar çok sever
Entarinin darını”
“Yayla çiçeği menden
Suyu gelir çimenden
Yer yağmura kanamaz
Kanamıyurum senden” (s. 241)
Karaman, 1878 yılında Karadere köyünde doğdu. Rus işgali sırasında
kurduğu çete ve çeşitli cephelerde savaştığı için Karaman/Kahraman namıyla
önlenmiştir. Asıl adı Halil Kodalak’tır. Ustaları Kandahor köyünden Kuyucuoğlu
ile Tuzcuoğlu’dur.
…arkadaşı Hasbal Keskin için “Hasbal” havasını
düzmüştür. “Şırıp şırıp şıpbaliya” da onundur (s. 242).
Tuzcuoğlu, Çavuşlu köyündendir. Asıl adı Mehmet Ali’dir. Karaman’ın
ustasıdır. Kendisine ait “Tuzcuoğlu Oyun Havası” ile ünlüdür
Piçoğlu Osman, 1901 yılında Daylı köyünde doğdu. Asıl adı Osman
Gökçe’dir. “Piçoğlu” lakabını, Ustası Karaman’m kimseye öğretmek istemediği
Tuzcuoğlu bir havasını gizlice kaparak çalmada maharet göstermesi üzerine
Karaman’ın kızgınlıkla kendisine “Piç-Piçoğlu”
diyerek hitap etmesi üzerine aldığı anlatılır. Kemençe çalmada ve atma türküdeki
ustalığı hâlâ unutulmamıştır.
Kemençe çalmadaki ustalığı nedeniyle
“gelmiş geçmiş en büyük kemençe sanatçılarından” birisi olduğu kabul edilir.
Katip Şadi, 1938 yılında Derekuşçulu köyünde doğdu. Ustası Durkaya’dır. Türkülerinde Çepni ağzının karakteristik
özellikleri görülür.
…kendisinden “Sıksaray horon havası
(sözsüz), Torut geliş yeni horon havası (yağ koydum yağdanıma), Torut geliş
havası (Bahçenin kenarına) gibi çok sayıda ezgi derlenmiştir.
Mehmet Sırrı Öztürk, 1938 yılında Kemikli köyünde (Hürriyet Mahallesi) doğdu.
Ustası, halası ile evli olan Piçoğlu Osman’dır.
…kendisinden “Trabzon horon havası, Görele horon
havası, Sıksaray oyun havası, Ören oyun havası gibi ezgiler derlenmiştir.
Görele, özellikle kemençe ve horon
bölgesidir ve horonun en güzel, en kıvrak oynandığı yerdir.
Karma horonu: Kadın-erkek birlikte oynar.
Çok kıvrak, sert oynanmaz, alaşağı yapılmaz.
Atalık horonu: Düğünde, kadın-erkek,
genç-ihtiyar, çoluk-çocuk, akraba ve yakınlarının birlikte oynadığı horondur.
Bıçak horonu: Erkekler tarafından oynanır.
Sıksara ritmiyle oynanan ikili bu oyundur. İki kişi ellerinde bıçaklarla,
vuruşma figürleriyle oynarlar.
Hasbal horonu: Hasbal horonu, Karaman’ın
yarattığı ezgi ile oynanan oyundur.
Tuzcuoğlu: Tuzcuoğlu’nun düzdüğü oyunun ve
ezginin adıdır. Olağanüstü, farklı, özgün, çok sesli bir ezgi olup çalınması
ustalık ister.
Sıksara: Çok hareketli bir oyundur. Oyuna,
“güzelliğinden ötürü ‘köşklere, saraylara özgü anlamına gelen Sıksaray (Şık
Saray)” denildiği ileri sürülür (s. 247-248).
Karşılama: Giresun karşılaması olarak
bilinir, ikişer ikişer karşılıklı öbek biçiminde yer tutularak oynanır. El, kol
hareketleri, omuz titremeleri, kıvrak dönüşler, el çırpmalar, çöküşler,
dönmeler, yer değiştirmeler oyunun en belirgin figürleridir. Usul, Giresun’da
9/8, Görele’de 5/8’dir.
Tarlalalar Salkım Saçak: Giresun’da,
Ordu’da Lazutlar Salkım Saçak adıyla oynanır. Karşılama türü bir oyundur. Kadın
oyunudur. Bir el bele konulur, diğer el serbest kalır, hafifçe eğilerek ve
dönerek oynanırdı. Usul, 4/4’dür.
İnce Oyun (Görele Çiftetellisi): İstanbul
çiftetellisinin Görele’de oynanan şeklidir.
Konyalı: Karşılama türü kadın oyunlarından
biridir.
Görele
Türkleri
Yaylanın soğuk suyu da
Deldi bağrımı deldi
Uç günlük gelin iken de
Bana selamı geldi
Seni gavurun kızı
Hayırsızın gelini
Gelsek omuz omuza da
Sarsam ince belini
Haburadan görünür
Görele ışıkları
Adamı öldürüyu da
Kibar konuşukları
Al aşağı vur dizi
Baban görmesin bizi
Baban görürse bizi
Öldürür ikimizi.
Ay işe diye diye
Fadime diyemedim.
Fadime diye diye
Emine diyemedim.
Atmacayı vurdular
Bir avuç darı için
Gel edelim sevdalık
Babanın canı için.
Sis dağının başında
Kar mısın, boran mısın?
Alacağım kız seni,
Onaltıda var mısın?
Oy dereler dereler de
Neler bilirim neler
Aldı gitti yarimi de
Denizdeki gemiler.
Püsküllüdür püsküllü
Ala gürgenin dalı
Kız babadan mı kaldı
Yalan dünyanın malı.
Görele’den ötesi
Eynesil’dir Eynesil
Vermiyu yari bana
Kör olası nenesi.
Belimde bıçağım
Saldırmadır saldırma
Benim yarimi alana
Allah murad aldırma
Hey Asiye Asiye
Tütün koydum keseye
Sana yazma alayım
Fındıkta veresiye.
---
İmeceler
İmeceler “bel, ekin, ot, mısır toplama,
mısır soyma, fındık soyma, odun etme, elma toplama" vb. konusuna göre
adlandırılırdı.
İmece sahibi, imeceye gelecekleri akşamdan
çağırır, imeceye yalnız öğle yemeği verilirdi. İmecelerde, yalnız olanlara ve
hatırlı kişilere karşılıksız yardım edilir, yani “hamiyyet” verilirdi.
Mısır soyma imecesi ekseriya geceleri
yapılır. Bu imecelerde ihtiyar kadın ve erkekler uzan hikâyeler anlatır.
Mimari
Görele’de 1945’li yıllarda eski köy evleri
genellikle fındık bahçeleri arasında kaybolmuştu. Yüksek köylerde meskenler çok
basitleşip bir mutfak ve bir odadan iki ibaretti. Zemin toprak olup, duvarlar
yuvarlak taşlardan örülmüştü ve çamurla sıvanmıştı. Bu gibi evlerde tavan
yoktu, dam hartama ile örtülü idi.
Kabine/hela, evin önünde bir çukurun etrafı
çubuklarla kapatılmış şekilde idi.
Kasabada hakim olan tip taş ve çatma
binalardı.
İki katlı evlerin birinci katı sofa, kiler
ve mutfaktan ibaretti. Sofadan ikinci kata merdivenle çıkılırdı. İkinci kat,
bir sofa, bir kabine/hela ve iki odayı ihtiva ederdi (s. 259).
Evin temel elemanı sayılan mutfak
“aşhane/aşgana” olarak adlandırılır. Aşkananın
bir bölümünde ocak yer alır.
…ocaklık hem yemeklerin, hem de günlük
işlerin konuşulduğu uzun kış gecelerinde ısınma yeridir.
Pencere önüne yerleştirilen sedirlerde kişi
dışarıyı rahatça seyredebilmektedir. Yemek yeme ahşaptan yapılan “yer sofrası”
ve bakır sinilerde yapılmakta ve aynı kaptan tahta kaşıklarla yenilmektedir (s.
260).
Hemen her evde bulunan kiler, yiyeceklerin
depolandığı yerdir. Kiler içinde “ekmek dolabı” ile birlikte “yayık”, yağ ve
yoğurt kapları da bulunmaktadır.
Evin dışında mağaza, çöten, fırın ve hela
mevcuttur. Mağazalarda, genelde dört ağaç direk üzerine farelerin çıkmasını
önleyen engele “kabalak” denir. Mağazalar, kışlık yiyeceklerin yanında hasır
dokuma tezgâhlarının bulunduğu, yarma değirmeninin konulduğu yerdir. Tohumluk
olarak ayrılan mısır çadarları genellikle bu mağazaların güneş gören yerine
asılmak suretiyle kurutulurdu (s. 262).
El
Sanatları
El sanatlarının çok az türünde küçük
bitkisel veya geometrik motiflerle süslemeler bulunur. Bu durumun genel nedenleri,
yumuşak iklim koşullarından dolayı Karadeniz İnsanının her mevsim toprak ve
Hayvancılıkla yoğun şekilde uğraşmak zorunda olması, boş vakit bulamaması, tezgâh
ve gereçlerin elverişsizliğidir denebilir.
Görele’de en çok üretimi yapılan el
sanatların da ağaç işleri ilk sırayı almaktadır.
…şimşir ve kayın ağacından kaşık, kepçe;
ladin ve çamdan çeşitli kaplar, sağılır hayvanlar için yem kapları, yayık, yer
sofraları, sofra ayakları, ahşap tırmıklar, sepetler, sepet örgüsü iskemleler,
el tornasında çekilmiş veya düz tahta beşikler, fındık çubuğundan sepetler vs.
Ağaç kapları oluşturan tahtalar en çok, çam
türleri olarak bilinen ladin ve göknar ağacından elde edilir.
Dokumacılık
…yöre kadınları “ip” dokurlar.
Daha çok yük taşımak için kullanılan ipler
bugün süs amaçlıdır.
Kenevir bitkisinden dokuma işleri
yapılırdı.
Kenevirden keten bezi; pamuk ipliğinden
Peştamal, Keşan, Çarşaf, Yazma, Peşkir ve Kaput bezi; yün ipliğinden çorap ve
atkı üretilirdi.
Ağaç
İşçiliği
“şelek” yapımı önemlidir.
Bu sepete bir ip bağlayarak bele bağlanır
ve fındık toplanır. Büyükleriyle de kadınlar sırtlarında yük taşır.
Şimşir kaşık, külek, kot, kufa, tekne,
tırmık, gelberi, yayık, oklava, merdane, sandalye, havan, hedik, tarak ve alet
saplıkları ağaç işçiliğinin yakın geçmişe kadar üretimine devam edilen
ürünleridir.
Görele’nin Şahinyuva köyünde de tamamen el
sanatı olarak beşik yapılmaktadır.
Sepetler en çok fındık çubuğundan yapılmaktadır.
Yaklaşık 1 m. boyunda kesilen dallar ve
sürgünler önce 2-3 gün bekletilir, ardından bir süre ılık suda bırakılan
çubukların nemliliği artarak suya doyar.
…yarılan dallardan çıkarılan yassı
kuşaklara "zon” ya da "öz” denir. Zonlar, bıçakla düzeltilerek
yaklaşık 2 mm. kalınlığa kadar inceltilip örgüde kullanılacak hale getirilir
(s. 267).
Maden
İşçiliği
Görele’de faaliyet gösteren demirci
ustaları daha çok pencere, kapı, balkon ve korkuluk demirleri yapmaktadırlar.
Deri
İşçiliği
Yöremizde eski yıllarda, sığır ya da öküz
derilerinden "çarık” üretilirdi. Günümüzde
ise üretilmeyen çarıklar, eskiden kalma şekliyle süs ve antika olarak mekânları
süslemektedir.
İnanışlar
Olağanüstü birtakım olaylar cinlerle
ilişkilendirilerek anlatılır. Bu anlatıların hemen tümünde mekân ıssız ve
karanlıktır, yine pek çok cin anlatısında olay, değirmenlerin etrafında geçer.
Bundan dolayı da cinlerin su kaynaklarına yakın ıssız yerlerde görülebileceği
inanışı yaygındır.
Adamın biri mısır öğütmek için değirmene
gider. Değirmenin taşını döndürecek olan su oluğunun kapağını açar, değirmen
taşı dönmeye başlar. Öğütülecek mısırın büyüklüğünü ayarlamaya çalıştığı sırada
biri oluğun kapağını kapatır ve taş dönmeyi durdurur. Adam çıkıp bakar, etrafta
kimse yok. Oluğu yeniden açar ve değirmene döner. Taşı ayarlarken su yine
kesilir. Öfkeyle çıkar dışarıya. Yine kimseyi göremez. Birkaç defa bu olay
tekrar edince suya müdahale edenin insan değil cin olduğunu anlar ve değirmeni
terk edip evine döner (s. 284).
Halk
Takvimi
İnsanlar işlerini saate göre değil namaz
vakitlerine göre ayarlar. Bundan dolayı da güneşin konumuna göre günü çeşitli
bölümlere ayırabilirler:
Seher: Sabahın açılmağa haşladığı zaman,
tan vaktidir.
Sabah: Gündüzün başlangıcı, güneş çıkrıktan
sonra öğleye kadara olan vakittir.
Kuşluk: Sabah ile öğle arasındaki vakit.
Öğle: Gün ortası
Öğleüstü: Öğle vaktine yakın.
Öğleyin: Öğle vakti
İkindi: Öğlen ile akşam arasındaki namaz
vakti.
İkindiüstü. İkindiye yakın.
Akşam: Güneşin batış zamanı. Akşam vaktine “dar
vakit” de denilir.
Akşam günü: Günün öğleden sonraki kısmıdır.
Akşamüstü: Akşam vaktine yakın.
Yatsı: Güneş battıktan iki saat sonraki
vakit.
Gece: Yirmi dört saatlik günün karanlık
kısmı.
Gece yarısı: Gecenin ortası. Alafranga
saatle 00.00.
Görele’de
ay adları
Resmî
|
Yerel İsmi
|
Ocak
|
Zemheri
|
Şubat
|
Gücük
|
Mart
|
Mart
|
Nisan
|
Abrul
|
Mayıs
|
Mayıs
|
Haziran
|
Kiraz
ayı
|
Temmuz
|
Orak
ayı
|
Ağustos
|
Ağustos
|
Eylül
|
İstavrit
|
Ekim
|
Darı
|
Kasım
|
Üzüm
ayı
|
Aralık
|
Karakış
|
(s. 286)
Yerel takvimde Mart ayının ilk 12 gününün
hava durumu, yılın 12 ayının hava durumunu tahmin etmek üzere denenir. Buna
“Tekerleme” veya “Çoban Sayımı” denir. Bu sayım Darı ayından başlar, yerel
takvimde Mart ayının ilk günü Darı ayına işaret kabul edilir. O gün hava açık
ise Darı ayında da hava açık olur. Diğer ayların hava durumu da bu sıraya göre
sayılır.
14 Mart (yerel takvimle Mart’ın ilk günü) eskilerin
yılbaşıdır. Buna “Mart bozumu” da denir.
Mart’ın birinci günü yılbaşı olduğu için
kimse kimseye misafir gitmez. Yılın ilk günü sabah erkenden, eve yakın bir su
kaynağından su alınır evin köşelerine serpilir. Gün boyunca evin kapısı açık
tutulur. Eve sadece ayağının uğurlu olduğuna inanılan kadın ve çocukların
girmesine müsaade edilir.
Yılın ilk gününde evlerde sırgan çorbası
pişirilir ve çorbaya bir tane mavi boncuk atılır. Mavi boncuk kimin kaşığına
gelirse ekin zamanı tarlaya ilk ekini o kişi atar.
Görele halkının inanışlarından birisi de
her yıl Mayıs’ın 7, 17 ve 27’sinde köylülerin “Derekulağı” denilen yerde
kayıklı yedi defa dönmeleri ve yıkanmalarıdır.
O gün köylerden çoluk-çocuk, yeni
elbiselerini giyerek Derekulağı denilen yere giderler. Kayıklara binerek Derekulağını
yedi defa dönerler. Geri gelince yerden yedi çift ve bir tek taş alarak denize
atarlar. Böylece dertlerini denize atmış olduklarını kabul ederler.
Kiraz ayının 7, 17 ve 27’sinde çocuğu
olmayanlar, dertli olanlar şifalı olduklarına inandıkları Tirebolu-Bada
köyündeki “Acısu’ya gider, bu suda yıkanırlar, etrafında bulunan dallara,
bitkilere, otlar üzerine çaput bağlarlardı (s. 287).
Batıl
İnançlar
Evden çıkarken kedi veya köpek görmek,
baykuş sesini ve köpek ulumasını duymak, elde ele sabun veya makas vermek, Salı
günü iş yapmamak veya yolculuğa çıkmak, Cuma günü çalışmak, iki bayram arasında
nikâh kıymak, Cumartesi günü yorgan kaplamak, insan üzerinde iken elbisenin
söküğünü dikmek uğursuzluk sayılmış; buna karşılık at nalı, kurt dişi, leylek
kemiği, inek veya koç boynuzunu taşımak yahut evin dış kısmına asmak uğurlu
kabul edilmiştir (s. 288).
Alnındaki saçları dik, yukarı olanların
aksi olacağına inanılır.
Ara sıra güz dalarsa uzaktan konuk
geleceğine inanılır.
Ay, hilal halinde iken toplanan elmaların
çürüyeceğine inanılır.
Ayağın altı kaşınırsa uzak bir yere
gidileceğine inanılır.
Ayakkabıların üst üste durmasıyla o eve
misafir geleceğine inanılır.
Bacak arasından geçen çocuğun boyunun kısa
olacağına inanılır.
Bebekler elbisesini ters giyerlerse
büyüyünce yüzsüz olacaklarına inanılır.
Bebeklerin tükürmesi yağmur yağacağına
işarettir.
Cenazeden gelirken eve girmeden önce el ve
yüz çeşmede iyice yıkanır.
Cuhar, ishal olanlara solucan
suyu içirilir.
Çocuğu olmayan kadına çocuğu olan kırk
hamile kadından para toplanarak elbise yaptırılır.
Derelerdeki göllere taş atılırsa yağmur
yağacağına inanılır.
Dökülen saçın yeniden çıkması
için başa barut sürülür.
Ellerde çıkan siğillerin içi
oyularak barut konulursa iyileşeceğine inanılır.
Erkek çocuklar yaşları tek iken sünnet edilir.
Aksi durumda, çocukları olmayacağına inanılır.
Eve gelen örümceğin cadı olduğuna inanılır.
Evin çok yakınında kuş öterse haber
geleceğine inanılır.
Hıdrellezde gelberi, meğel ele alınmaz.
Kulak ağrıdığı zaman bir ibrikte
su kaynatılarak ağzına bez bağlanır. Kulak sıcak su buharına tutulur.
Mart ayında görülen yılan öldürülürse, o
yılın hayırlı olacağına inanılır.
Ocak başında yalanan kedinin havaya bakarsa
yağmur yağacağına, ateşe bakarsa güneş açacağına inanılır.
Solucanlar yerden çok çıkarsa yağmur yağacağına
inanılır.
Nazara uğramaya en elverişli kimseler
çocuklarla, güzellikleri, becerileri herkesin hayranlığını uyandırmış
kişilerdir.
Eve gelen kişinin ardından kırılan ya da
çatlayan eşyanın nazar yüzünden kırıldığına ve kırılmasının iyi olduğuna,
evdeki nazarın gittiğine inanılır. Nazara insanların yanında mal, mülk, at,
inek gibi büyükbaş hayvanlar, evler de nazara uğrayabilir.
Nazardan korunmak için çeşitli yollara
başvurulur. Bunların başında nazarlık gelir. Bir başka koruma yöntemi de
“kurşun döktürmektir.” Kötü huylu ve kıskanç
kişilere kurşun döktürülmez.
Ocağın üstüne bir tencere su konulur. Bu
suyun içine soğan, ekmek parçası ve toplu iğne konulur. Isınan suyun içine ağzı
yuvarlık ve derin kurşun dökme kepçesiyle ısınan kurşun dökülür. Çıkan sesler
ve kurşunun aldığı şekiller yorumlanır. Bu işlem üç kez yapılır. En sonuncusu
kapının eşiğine dökülür. Böylece ev ve içindekiler de nazardan korunmuş olur.
Eşiğe dökülen kurşun kapının üstüne asılarak korunur (s. 291).
Yerel
Sözlük
Abrul: Yerel takvimde Nisan ayı
Ağıltı: Sulu ayran
Akuru (aykırı): Yamaca paralel
Alaf: Ot, yeşillik
Alamuk: Havada güneşin görünmeyip sıcağın
hissedilmesi
Alavuz: İki yüzlü, fesat
Andal: Küçük göl, sazlık
Annak: Meydan, aydınlık yer
Anuk: Nane
Ardaf: Görgüsüz
Aruk: Zayıf
Atlamak: Fındık ağaçlarının budanması
Avu, Ağu: Ormangülü
Avuz: Doğurduktan sonra ineğin verdiği ilk
süt
Ayam: Hava durumu
Ayama: Lakap
Bağlak: Taştan örülmüş bahçe duvarı
Başşak: Fındık sonu toplanan artık
Bayak: Biraz önce
Bazlama: Sac üzerinde yapılan mısır ekmeği
Bezenne: Bezelye
Bıldır: Geçen yıl
Bosamak: İneğim çiftleşmek istemesi
Bucaklık: Mutfak
Bun: Sıkıntı
Bük: Dere kenarlarındaki tarla, bahçe
Bürüncek: İnce, beyaz renkli başörtüsü
Calpama: Yoğurdun çırpılması
Camadan: Yün veya kıldan dokunmuş sırt çantası
Canak/Caranak: Sağanak yağmur
Caplama: Bir yüzünde ağacın dış kabuğu olan
tahta
Caydak: Çıplak, açık
Cemek: Ucuna madeni çatal takılmış balık
oltası
Cenik: Sahile yakın köyler
Cıdık: Kuş yakalamak için kullanılan tuzak
Cındık: Küçük
Cıpban: Alkış
Cicik: Küçük meme
Cilim: Su geçirmeyen çamur
Cöbre: Posa, üzüm posası
Çakıldak: Ham, olmamış
Çangal: Sırık
Çarpı: Yüksek dallardaki meyveleri
toplamaya yarayan uzun sopa veya dal parçası
Çavun: İz
Çebiş: Bir yaşındaki keçi
Çeç: Bozuk para, ayıklamış fındık
Çeküm: Ökse otu
Çellemek: Donmak üzere, üşümüş
Çenti: Küçük bez çanta
Çırnık: Küçük tekne, filika
Çimmek: Yıkanmak
Çort: Dikenlik
Çöğör: Kesildikten sonra mısır bitkisinin
toprak üstünde kalan kısmı ve kökleri
Çöğür: Mısır bitkisinin kurumuş gövdesi
Çömen: Otluk
Çöör: Mısırın köke yakın dip kısmı
Çöte: Fındık toplama sepeti
Dalamak: Köpek ısırığı
Davun: Veba
Debertmek: Karıştırmak
Depük: Depük, kuru ıslak olmayan yer
Dıbıç/Dobuç: Kötü anlamımda kullanılır
Dıgıllama: Bilyenin yer eğilimine uygun şekilde
yavaşça atılması
Dırmaç: İp
Dıvıldak: Hareketli
Dim: Bilyenin yüksekten atılması
Dobuç: Ucu sivri olmayan
Domal: Barbunya
Dombak: Kestane
Dübek/Düdek: Çiçek açtıktan sonra
olgunlaşmayan meyve
Eğen: Üst-baş, çamaşır
Eğin: Elbise
Emen: Kale, üs
Emlek: Tutam
Eşün(eyşün) / Evşün: Mangal için kullanılan
düz kürek
Evsi: Ucu yanmış odun
Evza: Kibrit
Faşırtı: Parazit
Ferik: Tavuğun yeni yetişeni
Foltak: Gevşek, bol, geniş
Fösük: Telaffuz bozukluğu olan kimse
Gabalak: Dere kenarlarında yetişen, geniş
yapraklı bir ot
Gabartlak: Çok iri
Galaş: Denizde, rüzgârdan oluşan köpük
Galemlik: Baca
Galuk: Evlilik çağına gelmiş kız
Gambak: Kel
Gandak: Özentisiz dikiş atmak
Garabazar: Aşağı yukarı
Garamuk: Hastalıklı, bozuk fındık
Garduf: Patates
Gatık: Ayran
Gavsul: Çotanak, fındığın yeşil kabuğu
Gayda: Türkünün güftesi
Gelek: Yaprak, sayfa
Gendeme: Kalın çekilmiş mısır
Gevgene: Yünden yapılmış, kalın örgülü
battaniye
Gıçmuk: Kalça vurmak
Gıdık: Çok küçük sepet
Gışmık: Hayvan tekmesi
Girebi: Ağzı düz küçük balta
Girinti: Ağzı orak biçimli küçük balta
Gobuzlanmak: Övünmek
Got: Ölçü birimi, 5-6 kiloluk ahşap kap
Gozak: Olmamış meyve
Guvak: Saçtaki kepek
Guytak: Çukur
Guz: Güneş almayan gölgelik
Gübür: Toz ve pislik parçaları
Güdüne: Taneleri üzerinde olan mısır koçanı
Güvenek: İri sinek
Halaput: Fena, kötü durum
Harar: Büyük sırt sepeti
Hasıramak: Hızlıca nefes almak
Haşa: Külle çamaşır pişirip temizleme
Hennük: Yağmurdan
sonraki ıslak toprak
Hışır: Eski, çirkin
Ho: Su
Hozan: Nadasa bırakılan yer
Hölümek: Islanmak
Höşül: Pis bulanık yer
Işga: Fındık üğümlerinin (ağaçlarının)
dibinde çıkan sürgün
Işkın: Taze fındık dalı
İlistir: Süzgeç
İlki: Fındık ağacı
Kakmuk: Yumruk
Kamit: Kupkuru
Karamuk: Bir fındık hastalığı
Keçemen: Kertenkele
Kelem: Lahananın gövde kısmı
Kelif: Eğreti baraka
Kemçük: Elma - armut artığı
Keme: Farenin büyüğü
Kemre: Hayvan gürbesi
Keş: Yağı alınmış ve kurutulmuş süzme
Keşik: Sıra
Kitlik: Küçük sabun parçası
Kösmük: Sigaranın izmariti
Köstüre: Çevirmeli bileği taşı
Kufa: Tahtadan su kabı, kova
Külek: Ahşap, süt, yoğurt kabı
Küpü: Baltanın sırtı
Kürül: İri taneli bezelye
Lem: Nem
Lenger: Madeni büyük ve derin tepsi
Lığ: Derenin getirdiği çamur
Löngöz: Derelerde derin ve anafoz yerler
Mada: İştah
Mahna: Sebep
Mazı: 4 direk üzerindeki kiler
Meel: Küçük geniş çapa
Meğel: Bel, Kazma
Meh: Al
Miras: Bilye
Mızgıç: Cimri
Mudara: Sağlam olmayan
Nardek: Üzüm pekmezlerinden yapılan içecek
Nehri: Kötü anlamda erkek çocuk
Nifi: Kötü anlamda kız çocuğu
Obuz: Küçük dere
Öğürsemek: İneklerin boğa istemesi
Öse (Ösevi): Küçük dere
Öveç: İki yaşında erkek koyun
Paaç: Mısır hamurunun kor halinde ateş
içine taflan yaprakları sarılarak konulması suretiyle pişirilen somun görünümlü
mısır ekmeği
Pahal: Kıskanç, çekememezlik
Paldır: Yüksek boylu yeşillik
Pasa: Devamlı
Pe: Taştan tarla seti duvarı
Pelit: Meşe ağacı
Peşko: Soba
Pıddak: Patlamış mısır
Pool/Poğul: Suda ya da ateşte pişmiş taze
mısır
Pur: Sertkumlu toprak
Sabliye: Madeni kepçe
Samaksa: Üzüm ve mısır unuyla yapılan bir
tatlı türü
Sasuk: Tatsız, tadı olmayan
Say: Kayalık
Sef: Yanlış
Sekmen: Tahta iskemle
Serenti: Dört direk üzerinde kurulan kiler
Sıbıç: Sap
Sıpartlamak: Gömleğin kollarını yukarı
kıvırmak
Sırtarmak: Alaylı gülmek
Sıypuk: Kafayı yemiş
Sifdiye/siftin: Birinci, ilk
Sinenmek: Saklanmak
Sökütmek: Çıkarmak, soyunmak
Sun: Uzat
Susak: Su kabağı
Şalak: Aşırı olgunlaşmış, tohumluk
salatalık
Şelek: Sırtta taşınan sepet
Şennik: Evin önündeki sebze bahçesi
Şişek: Bir yaşında dişi koyun
Taflan: Karayemiş. Karadeniz’de çok yaygın
olan kiraza benzer boyutta ve renkte meyveleri olan bitki ve meyvesine verilen
ad
Tam: Küçük sundurma veya kapalı oda
Taran: Derelerde kaya altlarındaki oyuk
Tenteş: Eş, akran
Terçimek: Eriyip sulu hale gelmek
Tevek: Asma dalı
Tike: Küçük parça
Tili: Seçici seçen
Tıngildemek: Kımıldamak
Tirki: Hamur teknesi
Tirmit: Bir çeşit mantar
Tivsi: Balık yavrusu
Tohtamak: Durmak, dinmek
Tokalak: Yuvarlak
Toklu: Erkek kuzu
Topur: Çoklu fındık çotanağı
Torsuma: Küflenmek
Tösbermek: Ekmeğin yeteri kadar sıcak
olmadığı için kabarmaması
Tufal: Kırıntı
Uslu: İleri gelen büyükler
Uyra: Rüya
Üğüm: Fındık ağacı
Vekle: Parça
Yafıratmak: Koymak
Yağlaş: Bir hamur işi
Yal: Hayvan yemeği
Yalavu: Alevin ısısı
Yangabiz: Eğri, hileli
Yavuk: İçi boş
Yavuncumak: Heveslenmek
Yaykın / Yeykin: Kızılağaç
Yehetmek: Koymak
Yuka: Sığ su
Yülemek: Ucunu sivritmek
Zat: Hiç
Zavırtlak: Sonuçsuzluk
Zeğele: Akşam
Zıbarmak: Ölmek
Zıbçık / Zıbıç: Sap
Zırtaboz: Kavgacı
---
Bilir, Ali. (2007), Geçmişten Günümüze Görele, Kitabevi Yayınları, İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder