Abanoz
Küçük - Giresun Çepni Folkloru
Bu çalışma, Giresun yöresinde yaşayan
Çepnilerin popüler kültürün etkisiyle yok olmaya başlayan sözlü kültür
ürünlerini kayıt altına almayı ana amaç edinmiştir.
Günümüzde özellikle Anadolu’nun Batısında
yaşayan Çepnilerin Alevi-Bektaşi geleneğine mensup oldukları görülmektedir. Karadeniz
Bölgesi’ndeki Çepnilerin ise geçmişte Alevi oldukları
bazı kaynak kişilerimiz tarafından ifade edilmektedir.
Yaptığımız çalışmalar sonucu bölgede yaşayan
Çepnilerin büyük çoğunluğun Sünni inanış yapısına sahip olduğu tespit edilmiştir.
Şu an Giresun ilinde Alevi-Bektaşi
geleneğine mensup Çepni yerleşim birimleri 3 köy ve 2 mahalle olarak karşımıza
çıkmaktadır (s. 3).
Türkiye coğrafyasında özellikle Batıdaki
Balıkesir, İzmir, Aydın vb. vilayetlerde bulunan Çepniler tamamıyla Alevi
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Karadeniz Bölgesi’ndeki Çepnilerin ise
geçmişte Alevi olduğu söylense de bugün bölgede yaşayan Çepnilerin büyük
çoğunluğunun Sünni olarak karşımıza çıkmaktadır.
…bazı yörelerde Alevi Çepniler de
bulunmaktadır. Bunlardan en önemlileri bugün Ordu Gürgentepe Köyü, Kürtün
Taşlıca Köyü, Trabzon Eskiköy ve Giresun’a bağlı Dereli ilçesinin Bahçeli
Köyü’nde yaşayan Çepnilerdir (s. 21).
Şebinkarahisar ilçesine bağlı Ovacık
köyünün Aşağı Armutlu mahallesinde Abdullah Yılmaz / Sözlü edebiyat derlemesi
İl merkezine bağlı köylerde yaşayan
Çepniler Doğu’da Aksu Batı’da Batlama derelerinin vadileri boyunca
yerleşmişlerdir. Bunların ana geçim kaynağı fındık tarımıdır
Keşap’ta bulunan Çepni Köylerinden Düzköy
deniz kenarında yer almaktadır. Diğer köyler Karabulduk deresi vadisinde yer
alır. Espiye ilçesinde yer alanlar Özlüce Deresi (Gelevera) vadisi ile
Yağlıdere vadisinde, Tirebolu’dakiler Harşit çayı boyunca, Görele’dekiler
Çanakçı deresi (Elevi) vadisinde, Eynesil’dekiler ilçe merkezine yakın köylerde
ve sis dağına giden yol boyunda Ağasar Deresinin Batı yakasında
yerleşmişlerdir. Dereli İlçesindeki Çepniler Aksu deresinin kenarında ve bu
vadiye hakim tepelerde yaşarlar. Bölge Çepnilerinin ana geçim kaynağı fındık
tarımı olmakla birlikte yüksek kesimlerde hayvancılık yapılmaktadır.
Şebinkarahisar’da bulunan Çepniler
yoğunlukla Kelkit Çayı vadisinde kurulan Kılıçkaya Barajı kenarlarında iskân
halindedir. Bu bölgedeki Çepniler buğday tarımı ve hayvancılıkla geçimlerini
sağlamaktadırlar (s. 35).
İdari
Yapı
Giresun, Türkler tarafından ilk olarak 1397
yılında Hacıemiroğulları beyliğinin hükümdarı Süleyman Bey tarafından
fethedilmiş,
1486 tarihli kayıtlarda Zeamet-i Kürtün
olarak kaydedilen ve Giresun’u da içine alan idari yapı, 1515 tarihli tahrir
defterinde Vilayet-i Çepni olarak anılmaya başlanmıştır.
1585 yılında Giresun ve Keşap adlı iki kaza
şeklinde teşkilatlandırılmıştır.
XIX. asrın ortalarına kadar Giresun ve
Keşap kazaları Trabzon eyaletinin Trabzon Livasına bağlı olarak kaldı…
1876, 1877, 1878 ve 1879 tarihli Devlet Salnameleri’nde
Giresun kaza statüsünde, Sivas vilayetine bağlı olarak Karahisar-i Şarki
Sancağı kayıtları içerisinde yer almaktadır. 13 Mart 1879 tarihinden itibaren
kaza olarak tekrar Trabzon Sancağına bağlanmış, I. Dünya Savaşı’na kadar bu
husus devam etmiştir. Savaş yıllarında Tirebolu ve Ordu kazaları ile birlikte
Canik Sancağına bağlı olarak idare edildi. Giresun 4 Aralık 1920 yılında (s.
36) müstakil bir sancak, 1923 yılında ise vilayet olmuştur.
1933 yılında Şebinkarahisar ilinin
kaldırılması sonucunda Şebinkarahisar merkezi ve Alucra ilçeleri Giresun iline
bağlanmıştır (s. 37).
Bulancak, Piraziz, Çamoluk ve Alucra ilçelerinde
Çepniler görülmemektedirler.
Ekonomik
Durum
İlin ekonomisi ağırlıkla tarıma dayalıdır.
Giresun ili tarımsal hâsılasının ülke tarım
hâsılası içindeki payı binde 8,5 gibi düşük bir düzeydedir.
Tirebolu ve Eynesil bölgesinde çay
yetiştiriciliği fındıktan sonra ikinci sırada yer alır.
İlin güneyinde kalan iç kesimlerinde hububat,
meyvecilik, sebzecilik ve son yıllarda da tütün üretimi yaygın bir şekilde
yapılmaktadır (s. 39).
İl sınırlarının kıyı kesimlerinde yer alan
köylerin büyük çoğunluğu balıkçılık yapılmaktadır.
Giresun Çepnileri yerleştikleri yörenin
coğrafi konumuna paralel olarak en genel manada tarım, hayvancılık ve
balıkçılık gibi ekonomik faaliyetler içinde bulunmaktadırlar (s. 41).
Eğitim-Öğretim
İlde okur yazar erkek oranı %94, kadın
oranı ise %86’dır.
Eskiden kız çocukları, okullar uzak olduğu
için yolda izde başına bir hal gelir düşüncesiyle okula gönderilmezdi.
Gönderilse bile ilkokuldan sonra okumasına müsaade edilmezdi. Çünkü ilkokuldan
sonra devam ederse daha da uzağa gitmek zorunda kalacaktı. Bu nedenden dolayı yöre
insanı kız çocuğu okuma yazma bilsin yeter derdi.
Günümüzde Giresun Çepnilerinde gençler en
az lise mezunu olarak görülmektedirler. Üniversite öğrenimine devam edenler de
yadsınamayacak kadar fazla miktardadır.
Çepni
Tarihi
Oğuz adının menşei
J. Nemeth’e göre Oğuz, ok+z’den
müteşekkildir. Ok, oymak manasında, z de çokluk ekidir. Fakat k’nin ünlü ile
başlayan bir ekle birleştiğinde g’ye dönmediği ifade edilerek bu görüşüne de
itiraz edilmiştir.
Oğuzlar, Tonyukuk Kitabesinde Göktürk
Devleti’nin düşmanı olarak Çinlilerle bile ittifak yapma yoluna gitmiş bir
kavim olarak tasvir edilmektedir (s. 43-44).
Göktürk Devleti’nin yıkılışından sonra bir
müddet Uygurların idaresinde kaldılar. Uygur devletinin yıkılışından sonraki
dönemde Oğuzların yurdu Hazarlar, Kimekler, Karluklar ve Bulgarlar ile
çevrilmiştir. Etil/İtil ırmağı Kimekler ile Oğuzlar arasında sınır idi.
Oğuzlarla ilgili bilgi veren önemli
seyyahlardan biri İbn-i Fadlan’dır. Onun
anlattığına göre Oğuzların hakanına "yabgu” deniliyordu. Oğuz ileri
gelenleri arasında İslamiyet’e girenler vardı (s. 44).
X. yüzyılda Oğuzların Hazar Denizi ile
Seyhun (İnci/Sır Derya) Nehri’nin orta yatakları arasında bağımsız bir
devletleri vardı.
X. yüzyılın ikinci yarısından sonra Oğuzların
bir kolu Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlar’a doğru gitti. Oğuzların diğerleri bir
uç şehri olan Cend tarafına gitti.
Cend şehrine giden Oğuzların başında Selçuk
adında bir bey bulunuyordu. Selçuk Bey’in
önderliğindeki Oğuzlar, bu bölgedeki insanların etkisiyle İslam dinine geçtiler.
Bu tarihi olaydan sonra, İslam dünyasında, Müslüman
olan Oğuzlara, diğer soydaşlarından ayırt etmek için özel adlandırma ile
"Türkmen” denmeye başlandı.
Faruk Sümer’e göre ise Türkmen kelimesi
Müslüman Oğuzları gayrimüslimlerden ayırt etmek için ortaya çıkmıştır.
Çepniler Oğuzların 24 boyundan biridir.
Çepnilerden söz eden en önemli ve en eski
yazılı kaynak Divanü Lügati’t Türk’tür.
Bir diğer önemli kaynak Reşideddin
Fazlullah’ın Cami’üt Tevarih adlı eseridir.
Ebul Gazi Bahadır Han tarafından 1659-1660
tarihleri arasında kaleme alınan Şecere-i Terakime Oğuz boy teşkilatı ve bu
teşkilat içinde Çepnilerden söz eder.
Reşideddin’e göre Çepni, yağı (düşman) olan
her yerde durmayıp savaşan, Yazıcıoğlu’na göre kandaki yağı göre derhal savaşıp
ve çapan, Ebülgazi Bahadır Han’a göre de bahadır (cesur) manasına gelmektedir.
Çepnilerin
Anadolu’ya Gelişleri
Çepnilerin Anadolu’ya gelişleriyle ilgili
olarak bilgi veren kaynakların birçoğunda, bu grubun önce Karadeniz’e oradan da
Türkiye’nin çeşitli yerlerine göç ettiklerine dair bilgiler yer almaktadır (s.
65).
Karadeniz’de görülen Çepniler iki koldan
Karadeniz sahillerine inmişlerdir. Bunlardan biri Karadeniz dağlarında
yaylacılık yapan gruptur ki bunlar Harşid deresi gibi vadilerden, diğeri de
1277’de Sinop baskınını bertaraf ederek batıya ve Samsun’dan sahil şeridini
takiben doğuya doğru ilerleyen gruptur (s. 79).
1340-1514 yılları arasında hüküm süren
Akkoyunlular Devleti’nin esas kuvvetini teşkil eden boylardan biri de Çepniler
idi.
Çepniler, XV. yüzyılın birinci yarısında
Kürtün-Eynesil-Dereli-Giresun arasındaki geniş sahaya hâkimdiler.
Batı Karadeniz bölümü olarak adlandırılan
yöreye baktığımızda ise Çepnilerin Kastamonu ve Bolu civarlarında yaşadığı ve
günümüzde de bu bölgelerde varlıklarını devam ettirdikleri görülmektedir (s. 88).
Giresun
Çepnileri
Giresun’un ismi bilinen ilk sakinleri,
Hititlerin çağdaşı olan Gaşkalardır. Bu topluluğun M.Ö. XVI. Yüzyılın
ortalarında bölgeye hakim olduğu bilinmektedir. Yörede varlığı bilinen bir
diğer topluluk ise Kimmerler’dir.
Kimmerler M.Ö. 585’ten itibaren İskit
baskısı sebebiyle göç ederek Karadeniz’in kuzeyine çıkarak bölgeyi terk etmekle
birlikte, Bölgedeki Türk varlığı İskit hâkimiyetiyle devam etmiştir (s. 89).
…birçok araştırmacı, milattan önce 183’te
Sinop’u aldıktan sonra bölgeyi ele geçiren Pontos Kralı I. Farnakes (M.Ö.
190-169) tarafından kurulan Farnakia’nın bugünkü şehrin bulunduğu yarımadada
yer aldığını, uzun süre bu adla anıldığını ve Romalılar döneminde buranın
Kerasus şeklinde adlandırıldığını belirtir.
Giresun, Pontusluların ardından Roma
İmparatorluğu’nun hâkimiyetine girmiştir.
İlerleyen süreçte şehir Romalıların idaresinden
Bizans denetimine geçmiştir (s. 90).
1071 Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’ya
giren Oğuz boylarından biri de Çepnilerdir.
Çepniler Sinop’tan doğuya doğru ilerleyerek
Karadeniz’in bir Türk yurdu haline gelmesinde önemli işler başarmışlardır.
Halk
Edebiyatı
Masallar
Yöreden derlediğimiz masallar hem motif hem
de formel ifadeler açısından oldukça zayıf bir durumdadır. Bu husus yörede
masal anlatma geleneğinin zayıfladığının önemli bir belirtisidir.
Masal bildiğini söyleyen kişilerden
anlatmalarını istediğimizde gündüz masalın anlatılmasının uğursuzluk
getirebileceği noktasında cevaplar aldık.
Döndü Kahraman isimli kaynak kişimiz
"Masal gece anlatılır. Gündüz anlatılırsa dağda çoban kuzuyu kaybeder.
Tarlada ekinler bitmez. Uğursuzluk, bela gelir” demektedir (s. 112).
Masal
Metinler
Fare
İle Kurbağa
Bir kurbağayla fare arkadaş olmuş.
Fare kurbağaya: Bizim eve misafirliğe gel
Kurbağa: Tamam, gelirim
Fare kurbağayı bu yemeklerle güzel bir
şekilde misafir etmiş.
Kurbağa geri dönerken fareye: “Bir akşam da
sen bize gel.” demiş.
Günü gelince fare dere kenarına kurbağanın
evine gitmiş.
Senin yemeklerinin içinde benim yiyeceğim
hiç bir şey yok
“Ben seninle arkadaş olamam.” demiş ve
farenin evinden çıkıp gitmiş (s. 118).
Hızır
ve Üç Erkek Kardeş
Üç fakir kardeş birlikte Cenab-ı Allah’ı
aramaya gidiyorlarmış.
Umutsuz gezinirken önlerine at üstünde
sakallı bir adam gelmiş.
Hızır büyük kardeşe:
"Sen ne istiyorsun?” diye sormuş.
Zengin olmak…
Büyük kardeşin isteğini gerçekleştirmiş.
Ortanca kardeşin yanına gitmiş ve:
"Sen ne istiyorsun?” diye sormuş.
150-200 tane koyun
Yaylada koyuna benzer taşlar vardır. Hızır
taşların yanına varıp bir dua etmiş. Taşlar koyun olmuş. Bu şekilde ortanca
kardeşin isteğini de gerçekleştirmiş.
Bundan sonra Hızır küçük kardeşin yanına
gelip:
"Sen ne istiyorsun.” diye sormuş.
Allah’tan hayırlı bir aile
Hızır kızla beraber oğlanın kolundan tutup
bunları köyün dışına götürüp nikâhlarını kıymış.
Aradan zaman geçtikten sonra Hızır bunları kontrol
etmeye gelmiş. En küçük kardeş sürekli çalışıyor ama ilerleme yapamıyormuş
ağabeyleri ise zenginleşmiş.
…bakkalcının yanına varmış ve "Oğlum
başıma sarık ver. Beyaz olsun.” demiş.
Bakkalcı olan büyük kardeş Hızır’a sarık
vermemiş ve onu göndermiş.
Binaya bir ateş alevi yangın düşmüş. Her
yer yanıp kül olmuş.
Hızır çobana: Yavrum bana bi tas ayran ver,
demiş.
Çoban: Yoruldum be! Veremem, demiş.
Hızır: "Misli mislinedir.” demiş.
Çobanda koyunda taş olmuş. Buradan sonra Hızır en küçük kardeşin olduğu yere
gitmiş.
Hızır’ı üç gün bakmışlar.
Hızır giderken geline tek kelime: Kocana
çok selam söyle bir daha Ermeni’ye çalışmasın, demiş.
Böylece küçük kardeş zengin olmuş (s.
118-121).
Üç
Kız Kardeş
Üçü de dilsiz
…kızları istemeye gelecekler ama kızların
üçü de kekeç.
…kızların üçünü de beğenmeyip geri dönüp
gitmişler.
Dürüstlük
"Hakkını helal et. Ben senin meyvenden
yedim” demiş. Adam hakkını helal etmemiş. Adam
bir sürü şart koşup, fakire bir sürü iş yaptırmış ama hakkını da helal etmemiş.
"Kızımı alırsan sana hakkımı helal
ederim demiş.” Fakir düşünüp taşınıp teklifi kabul etmiş.
Fakir bir bakmış ki dünyalar güzeli bir kız…
“Sen bana yanlış kız verdin.”
“Senin doğruluğundan dolayı bu kızı ben
sana verdim. Helal olsun.”
Efsaneler
Taş
Kesilme Efsaneleri
Gelin
Kayası-I (Tirebolu)
Tirebolu’ya bağlı Örenkaya köyünden bir kız,
düğün günü yolda giderken, bir şey unuttum deyip baba evine geri dönmüş. Annesi
bu duruma üzülüp “Allah seni taş etsin” diye beddua etmiş ve bugün gelin kayası
diye bilinen yerde taş kesilmiş (s. 128).
Gelin
Kayası-II (Çanakçı)
Savaş zamanı Rumların köyleri basmaları
üzerine yerli halk evlerini bırakıp yollara düşmüş. Çocuğuyla birlikte kaçan
bir kadının yolu uçurumun kenarına varmış. Çaresiz kalınca da Allah’tan taşa
dönüştürülmeyi istemiş.
Gelin
Kayası-III (Çanakçı)
Çoban kız, hayvanları otlatırken
uyuyakalmış. Uyandığında hayvanları bulamamış. Bu duruma çok üzülüp Allah’tan
taş kesilmeyi dilemiş ve oracıkta taş kesilmiş.
Hayvan
Efsaneleri
Geyik (Espiye)
Köy evinin gelini bir gün kapıya gelen
geyiğe fenalık etmiş; tüfekle ateş edip geyiği yaralamış. Kadın bu olaydan
sonra hastalanmış. İyileşemeyip ölmüş. Evin de bereketi kaçmış. Adam ikinci kez
evlenmiş. Yeni gelin evin kapısında otururken yaralı bir geyik çıkagelmiş. Yeni
gelin yaralı geyiğin yaralarını sarmış, onu yedirip içirmiş. Bu olaydan sonra
evin uğursuzluğu kalkmış, eve bolluk ve bereket gelmiş (s. 129).
Elik
Keçisi (Tirebolu)
Yörede yabani dağ keçilerine “elik keçisi”
denir. Elik keçisi öldürmek iyi tutulmaz ve insanlar bu hayvanları
öldürmesinler diye onlarla ilgili hikâyeler, efsaneler anlatırlar. Efsaneye,
elik keçisi vuran bir adam, keçiyi pişirip yemiş. Bundan sonra da adamın ağzı
kapanmış ve bir daha açılmamış.
Kelaynak
Kuşları (Giresun)
Peygamberimiz harp yaparken çok susamış.
Kelaynak kuşlarından su istemiş. Kelaynak kuşları Peygamber efendimize su
vermemişler. Bu yüzden Kelaynak kuşları uçarken su görüp alçalır, alçalınca su
onlara kan gibi kıpkırmızı görünürmüş. Bu yüzden sudan içemeyip bağıra bağıra
kaçar giderlermiş (s. 129-130).
Altın
Taçlı Yılan (Tirebolu)
Aslancuk yokuşundaki ormanda başında taç
olan bir yılan yaşarmış. Geceleri tacını ormana bırakırmış ve taç ormanı lamba
gibi aydınlatmış. Çobanlar bu sayede ormanda yollarını kaybetmezlermiş.
Doğan
Kuşunun Gözleri (Şebinkarahisar)
Hacı Bektaş ve Mevlana Ahmet Yesevi’nin
talebesiymiş. Ahmet yesevi bunları imtihan
etmiş. Mısırı yığıp mısırın üzerinde kim namaz kılarsa onu İç Anadolu’ya
göndereceğim demiş. Bir tek Hacı Bektaş
kılmış. Hacı Bektaş güvercin donuna
girip uçarak İç Anadolu’ya doğru hareket etmiş. Mevlana bu durumu
kabullenememiş. Doğan donuna girerek Hacı Bektaş’ı takip etmiş. Mevlana tam da
güvercini vuracağı sırada, güvercin donunda bulunan Hacı Bektaş doğanın
boğazına dalmış. Doğanın gözleri dışarı fırlamış. İşte doğanın gözlerinin
dışarı fırlamış görünmesi bu olaydan kalma derler (s. 130).
Tarihlik
Efsaneler
Cinivizliler (Dereli)
Cinivizliler çok eskiden ağaç kovuklarında,
mağaralarda yaşarlarmış. Sonra birden ortadan kaybolmuşlar. Bundan dolayı ıssız
yerlerde geceleri insanların karşısına çıkan ve cin denilen varlıklar aslında Cinivizliler
olduğu söylenir.
Kanlı
Kaya (Eynesil)
Ruslar bölgeyi işgal ettiklerinde, Sis
Dağında bir gurup kız dağın yükseklerine doğru kaçmış. Kayalıklara varıp
kaçacak yerleri kalmayınca kendilerini aşağıya atmışlar. Kayalıkların üzerinde
görülen kızıl rengin bu kızların kanı olduğuna inanılır.
Karamelikoğulları (Şebinkarahisar)
Hal
Evliyası Tepesi (Eynesil)
Savaş yıllarında top sesleri duyulduğu
rivayet edilen bu tepede evliyaların Ruslara karşı halka yardım ettiğine
inanılır.
Olağanüstü
Kişiler, Varlıklar ve Güçler Üzerine Efsaneler
Cin
Efsaneleri
Irmak kenarları, değirmenler ve ıssız
yerlerde duyulan sesler ve görülen varlıklar, cinlerle ilgili efsanelerin ortak
paydasıdır. Bazı cin efsanelerinde gece bir ateş görülür. Ateşi söndürmeye
çalışan kişi bu davranışıyla cinleri rahatsız eder, bundan dolayı da cinler ona
görünür. Korkuya kapılan kişi hastalanır, çarpılır.
Cin
Deresi (Eynesil)
Gelevera deresiyle birleşen derelerden
birine Cin Deresi derler. Eskiden yayla yolundaki insanlar buradan geçerlerken cinleri
beşik sallarken görmüşler. Geceleri de yine dere yakınlarında ağlama sesleri
duyulurmuş. Bu sebeplerden dolayı dereye cin deresi denir (s. 135).
Dinlik
Efsaneler
Hz.
Ali-I
Hz. Peygamber göğün yedi katına çıkmış.
Göğün yedinci katında önüne bir aslan çıkmış. Bu aslandan korkup geri çekilmiş.
O esnada "Hatemini çıkar da ağzına ver yârindir yabancın değildir.” diye
gaipten bir ses duymuş. Hemen yüzüğünü çıkarıp aslanın ağzına vermiş. Aslan küçülüp
küçülüp ufacık olmuş. Oradan geçip dolanıp evine gelmiş. Bu Ali’nin işine akıl
sır ermez. Hz. Peygamber evine gelince peşinden Ali gelmiş ve Hz. Peygamberin
aslanın ağzına attığı yüzüğü getirmiş. Hz. Peygamber şaşırıp: "Ya Ali
damadım olmasan sana haşa Allah derdim” demiş (s. 143-144).
Kırklar (Şebinkarahisar)
Kırklar ermelerdir. Bunlar Hz. Ali’nin
etrafında toplanan kişilerdir. Onları biri kırk kırkı bir imiş. Salman-ı Pak
bunların meclisine girmek istemiş. İki kere kapıdan geri döndürmüşler. Salman-ı
Pak’a bir dua öğretmişler. Duayı söyleyince onu meclise almışlar. Salman-ı Pak
meclise girince içeri de otuz dokuz kişi görmüş. Salman-ı Pak bunların birine
bir iğne vurmuşlar hepsinden kan akmış. Salman-ı Pak kendisinden de kan
aktığını görmüş. Böylece kırkıncı kişinin kendisi olduğunu anlamış. İşte bu
olaydan sonra peygamberimiz de kırkların hikmetine inanmış (s. 151).
Fıkralar
Türküler
Türkü ölçülü, uyaklı dizelerle meydana
getirilir. Önceleri kişi yaratmalarıyla meydana çıkan türküler, bir süre sonra
toplumun malı olur.
Derlediğimiz 25 türkü metninden 3’ü olay
türküsü, 4’ü kına türküsü, 9’u gurbet-ayrılık türküsü ve geriye kalan 9’u ise
aşk ve sevda türküsü mahiyetindedir.
Uzağa kız verme batar da gider
Çorabın elinden atar da gider
Kız anam kız bacım kınan kutlu ola
Varduğun yerlerde dilin tatlı ola (s. 169)
Tamzaranın üzümü
Dinle benim sözümü
Dinlemezsen sözümü
Göremezsin yüzümü
Tamzara’ya vardın mı
Kuru üzüm aldın mı
Kama bıçağın alıp
Bellerine sardın mı
Tamzara’da bir kuyu
Uyu sevdiğim uyu
Bana sarhoş diyorlar
İçtiğim üzüm suyu (s. 177)
Ağıtlar
Maniler
Duman duman üstüne
Ben de duman olayım
Fındık bahçelerinde
Gelip seni bulayım
Ninniler
Nefesler
ve Düvazimamlar
Bektaşi âşıklarınca yazılan tasavvuf konulu
şiirlere nefes adı verilmektedir. Nefesler genellikle Bektaşilik felsefesi
çerçevesiyle Vahdet-i vücudu konu alır. Diğer tasavvuf kollarındaki ilahinin
karşılığıdır. Bunun yanı sıra Bektaşi âşıklarınca söylenmiş na’t ve Hz. Ali
methiyelerine de nefes adı verilir.
Dilleri genelde yalındır. Kafiye düzeni
koşmaya benzer. Daha çok yedili, sekizli ve onbirli hece ölçüleriyle
söylenirler.
Düvazimamlar ise Mevleviliğin şems koluna
bağlı şairlerle, Alevi-Bektaşi şairlerinin verimlerinde, on iki imamı
meziyetleriyle sayan şiirlerdir. Övgü için yazılan bu şiirlere düvazdeh imam,
halk deyişiyle düvazmam veya yalnız düvaz denir
Günümüzde Giresun yöresinde Alevi inanışa
sahip 5 Çepni yerleşimi bulunmaktadır. Bu yerleşim birimleri Dereli ilçesine
bağlı Bahçeli köyünün Zırhan mahallesi ve Şebinkarahisar ilçesine bağlı Suboyu,
Gündoğdu, Topluağıl köyleriyle Ovacık Köyünün Aşağı Armutlu mahallesidir (s.
231).
…nefes ve düvazimamlar Aleviliği devam
ettiren Çepniler arasında günümüzde de yaşamaktadır.
Nefes
Biz de çektik İmam Ali diye diye
İmam Hüseyin içti ahu tasını
Allah bir Muhammet Ali diye diye
Dört kitap yazıldı yeryüzüne düştü
Kuran Muhammet’in yüzüne düştü
Allah bir Muhammet Ali diye diye (s. 234)
Düvaz İmam
Bismillahirrahmanirrahim
İlk önce Ali geldi
Gülleri tazeledi
Ali’nin önü sıra
Kamber Mürtaza geldi
Ali benim ayımdur
Yüzü kıblegahımdur
Miraçtaki Muhammet
Benim padişahumdur
Padişahım yaradan
Okur aktan karadan
Ben pirimden ayrıldım
Yıllar geçti aradan
Ben ona intizarım
İntizarlık çekerim
Daha neyler melekler
Kabul olsun dilekler (s. 240)
Atasözü
ve Deyimler
Boğazdan kesilen para hekime nasip olur
İki kaptan gemiyi batırır
Oyun bilmeyen, davulcuyla zurnacıya bağırır
Su bulanmadan durulmaz
Yatan öküze saman verilmez
Deyimler
Gavur etmek (Boşa harcamak)
Bilmeceler
Çıt demeden çalıya konar (Güneş)
Dışı katık, içi kütük (Zeytin)
Dünyayı tutar denizi tutmaz (Kar)
Evin üzerinde dana bızıkladı (Dolu)
Gökte durur paslanmaz, suya düşer ıslanmaz
(Güneş)
Karşıda hot oturur, biri kalkar biri oturur
(Terazi)
Nefesi var kanı yok, derisi var canı yok
(Körük)
Şekere benzer tadı yok, gökte uçar kanadı
yok (Kar)
Yol üstünde yağlı kayış (Yılan)
Tekerlemeler
Alkış
ve Kargışlar
Allah göklerden yağdırsın da yerden toplayasın
Ekmeğini it, fındığını kurt yesin
Yemek yeyip de karnın doymasın
Halk
Bilimi
Doğum
…kısırlığı gidermeye yönelik belli başlı
inanış ve uygulamalar:
Kadını ısırgan veya kül buğusuna bırakırlar
Kadının karnını sarıp üç gün yatırırlar
Yorgana sarıp terletirler
Ocak taşına oturturlar
Tuğlayı ısıtıp ayaklarına koyarlar
Yedi evden ekmek toplayıp çocuğu olmayan
kadına yedirirler
Evliya ağacının altına gidip orada kadının
başından aşağı sıcak su dökerler hiç geri bakmadan evlerine dönerlerdi. Bu
ağaca yaşmak bağlayıp dilek dilerlerdi (s. 274).
…hamile kalmamak için
…ağır yük taşımak, kına suyu içmek,
Düşük yapmak için kibritin ucu rahme
sokulur (s. 275)
Aşeren kadın ciğer, çilek yedikten sonra
elini vücudunun herhangi bir yerine sürerse çocuk doğduğunda vücudunu aynı
yerinde lekeli olarak doğarmış.
Aşermesini gidermek için köpeğin çanağına
ekmek sürüp hamile kadına yedirirler, tiksinen kadın artık aşermezmiş (s. 276),
Hamile kadın köre, topala, sinirlenen
kimseye bakmazdı. Eğer bakarsan çocuğun doğunca bunlar gibi olacağını söylenir,
Hamile kadına kazma kazdırmazlarmış. Eğer
kazarsa çocuğun yüzü çizik olurmuş.
Çocuk güzel olsun diye hamile kadına bol
bol süt içirirler,
Gözleri siyah olsun diye zeytin yedirirler,
Çocuğun yüzünü gamzeli olsun diye hamile kadına
yumurta yedirirler,
Hamile kadının ayakların üstünden geçilmez.
Geçilirse doğum anında çocuk ters gelirmiş (s. 277).
Bir minderin altına bıçak ötekine makas
koyarlar. Gebe kadın altında bıçak olan mindere oturursa erkek, makas olan
mindere oturursa kız çocuğu olacağına inanılır.
Gebe kadının kalçaları genişlemişse kız,
karnı sivrileşmişse erkek çocuğu olurmuş.
Ağrısı çok olursa kız, az olursa erkek
çocuğu olur derler…
Çocuk 4-5 aylık olduğunda boş bir çanağa su
koyarlarmış. Bu suyun içine gebe kadının sütünü akıtırlarmış. Eğer süt suyun
içinde dağılırsa erkek, dağılmadan dibe inerse kız çocuğu olurmuş (s. 279).
Bazı kadınların sürekli kız çocukları
olurdu. Bu nedenle kızlara Sefine adını
verirlerdi. Bu adı verirseler talihleri terse dönermiş ve bundan sonrakiler erkek
çocuğu olurmuş.
Kaynana beşiğini alırdı. O zamanda ahşap
işlemeli beşikler vardı. Bu beşiği kaynana donatırdı. Yatağını, çarşafını,
battaniyesini, yastığını kaynana hazırlardı. Hazırlanan bu malzemelerin
renginin kırmızı olmamasına dikkat ederlerdi. Genellikle mavi renk tercih
edilirdi. Hazırlanan bu malzemeler kırmızı renkte olursa çocuğu al basar
derlerdi (s. 280).
Sancısı başlayan kadına süt, çorba
içirirlerdi. Yama, bez, muşamba hazırlardık ve su ısıtırlardı. Köy ebesi ve
yakın ahaliden kadınlar doğuma yardım ederlerdi. Gelin utanır da doğum zorlaşır
diye doğumun gerçekleştiği odaya kadının annesi ve kaynanası alınmazdı. Kadını
yere diz çöktürürlerdi. Karnını sıkarlardı. Gebenin arkasına bir kadın geçip
kuvvet verirdi ve ebe de çocuğu almaya uğraşırdı.
Eğer doğum zor gerçekleşiyorsa evdeki
sandığın kapısını açarlardı. Evdeki kapıları açarlardı. O anda içeri bir kız
girerse eteğini yırtarlardı. Ekmek teknesine taş doldururlardı. Kuşlara yem
verirlerdi. Bir kişiyi hızlıca dışarı çıkıp odaya girerdi ve ben tez geldim sen
de tez gel derdi. Kaynanasının elini yıkadığı suyu içirirlerdi. Tavana ip
asarlardı gebe kadın bu ipe asılırdı. Gebeyi kilime koyup sallarlardı.
Göbek bağını oklava veya çubuğa sarıp üç
kere Allahüekber dedikten sonra besmele çekip ustura, çakı veya jiletle
keserdik. Çocuğa göbek adı verilecekse bu işlemden sonra verilirdi (s. 281).
Göbek bağının dışında bir de eş (plasenta) vardır.
Buna son ve eten de denilmektedir.
…eşi, kadının kendinin dışarı atması
beklenir. Ancak gelmemesi halinde ebe, kadına yardımcı olur.
…eş uzak bir yerde yine kadınlar tarafından
derince bir çukura gömülmektedir.
Erkek çocuğun sesi gür olsun diye göbeğini
biraz uzun keserlerdi. Kızların da nazik olsun diye göbek bağını kısa
keserlermiş (s. 283).
…doğumdan sonraki kırk gün içinde, ananın
da, çocuğun da türlü zararlı etkilerden korunması gerekir.
Lohusa 40 gün boyunca kirli sayılır. Camiye
gidemez ve dini vazifelerini yerine getiremez. Aynı zamanda mezar
ziyaretlerinde de bulunamaz.
Yörede lohusa ve yeni doğan çocuğa zarar
veren alkarası ve cadı olarak anılan iki varlıktan bahsedilmektedir (s. 285).
Alkarasının lohusaya ve çocuğa yanaşmasını
önlemek için lohusanın yatağının yanına kocasının gömleğini veya ceketini
asarlar. Yatağın yanına veya altına iğne, süpürge, makas, nal, bıçak koyarlar.
Hocalara muska yazdırıp yatağın başucuna asarlar. Lohusanın yattığı odada
Kuran-ı Kerim bulundururlar (s. 287).
Yörede yeni doğmuş bebeklerin ciğerini ve
yüreğini yiyerek onların ölümlerine sebep olduğuna inanılan varlıklara
cadı/cazı denmektedir.
Cadıları saçlarını ve tüyleri kırmızı
olurmuş. Rusya veya Kırım’dan geldiklerine inanılır.
Kedi köpek veya örümcek suretinde
görünürler.
Ellerinde bir değnek olur, bununla
uçabilirler (s. 288).
Kırk basmasın diye çocukları kırk gün
dışarı çıkarmazlardı.
Eğer kırkı çıkmamış iki kadın bir araya
gelirse çocukların kırkı karışır, bunu önlemek için kadınlar çengelli iğne
değişirlerdi ve üç kere çömelip ayağa kalkarlardı.
Değirmende suyun gözüne bir yumurta kırıp
çocuğu orada yıkarlardı. Böyle yaparsan çocuk basukluktan kurtulur.
Kırklama esnasında kırk suyuna bazen farklı
maddeler konulur. Altın, madeni para, fasulye, taş gibi…
Yeni doğan için tuzlu su hazırlanırdı ve
çocuk bu suyla yıkanırdı. Tuzlu suyla yıkanırsa büyüyünce teri kokmaz… (s. 292)
Giresun Çepnilerinde çocuğa ad verilmesi
hadisesi çocuk doğar doğmaz gerçekleştirilmektedir.
Eğer ad koyma işlemi geciktirilirse çocuğu cinler
sahiplenir derler…
İsimleri Kuran’dan koyarlardı. Emine,
Fadime, Mustafa, Muhammet gibi isimler verirlerdi (s. 293).
Çocuk nazarlanmasın diye elbisesine ve
beşiğine iki tane boncuk takarlar. Eve gelen misafirler heves edip çocuğu
nazarlamasınlar diye yüzüne kömür karası sürerler (s. 295).
Yürümeyen çocukları ayın ilk üç çarşambası dibek taşı denilen yere getirip
yıkarlardı. Çocuğu değirmen suyunda ve üç yol ağzında yıkamak, basıklığa karşı
uygulanan tedavi yöntemleridir (s. 296).
Sünnet
Giresun Çepnilerinde sünnet düğünü
genellikle maddi durumu iyi kimseler tarafından yapılmaktadır. Maddi durumu iyi
olmayan kimseler sünnet düğünü yapmamaktadır.
…sünnet düğünleri iki şekilde
yapılmaktadır. Biri davullu zurnalı düğün havasında diğeri ise Mevlit okutma
şeklindedir.
Evlenme
Eskiden kız isteme görücü usulü olurdu.
Damat kızı görmezdi.
Kız istemeye giderken çorabı ayaklarına
ters giyerlerdi. Çorabı ters giyerlerse işleri rast gidermiş.
Giresun Çepnilerinde görücü usulü, kız
kaçırma ve anlaşarak evlenme şeklinde evlenme biçimleri görülmektedir.
Eskiden yaşa bakmazlardı. Elinde bir
mesleği ya da kendine yetecek kadar tarlası olana kız verirlerdi.
Evlenme işinde kız olsun erkek olsun
ailesinin asaletine bakarlardı. Eğer ailelerin geçmişinde yanlış bir iş yoksa
sorun olmazdı. Eski zamanlarda bağ, bahçe işleri çoktu. Bu nedenle erkek tarafı
alacakları kızın becerikli, çalışkan olmasını isterdi. Haneyi çekip çevirecek,
ocağı tüttürecek bir kız olması istenilirdi. Erkeğin de kötü alışkanlıkları
olmayıp, askerliğini yapmış ve iş sahibi olmasına dikkat ederlerdi (s. 305).
Giresun Çepnileri kız isteme hadisesini
kendi aralarında "dünürcülüğe gitme” olarak adlandırmaktadırlar.
Kız istemeye ilk önce köyün uslularından
oluşan bir heyet giderdi. İkinci veya üçüncü bir sefer de gidilebilirdi. Kız
verilince nişan yapılırdı.
…kız isteme işleminden sonra iki ailenin
kendi aralarında belirledikleri bir günde söz keserler (s. 306).
Eskiden kız istenince başlık adı altında
ufak bir para verme işi oluyordu. 1980’lerden önce kızın erkek kardeşlerinin
beline tabanca alıp takarlardı. Durumu çok iyi değilse fakirse ufak bir miktar
para verirdi (s. 307).
Nişan töreni, genellikle kız evi tarafından
düzenlenir.
Nişandan sonra erkek ile kız evlenmiş gibi
sayılmaktadırlar. Bu nedenle nişandan sonra evlilik kararından vazgeçmek
Giresun Çepnileri arasında hoş karşılanan bir durum değildir (s. 309).
Giresun Çepnilerinde hem kız hem de oğlana
çeyiz hazırlanmaktadır.
…kız alınmaya gidilince kızın en küçük
kardeşi çeyiz sandığın üzerine oturur ve bahşiş almadan kalkmazdı.
Düğün
Eskiden tebrik (davetiye) yoktu. Ağızdan
çağırma vardı. Bir kişi görevlendirilir o kişi ev ev gezip düğün olacağını
bildirirdi. Gidilen her eve yufka bırakılırdı. Hatırlı bazı kişilere düğün
davetinde farklı hediyeler (horoz, koyun) verilirdi (s. 311).
Kız kınası kadar yaygın olmamakla beraber,
damada da kına yakıldığı bilinmektedir.
Giresun Çepnileri geçmişte imam nikâhı
kıymaktaydılar. Günümüzde ise resmi nikâh kıyılmakla birlikte imam nikâhı da
kıymaktadırlar.
(Eskiden) Giresun Çepnilerinde düğünler,
Cuma günü öğleden sonra başlamakta ve Pazar gecesi sona ermektedir.
Düğünler yemekli olmakla birlikte
eğlencelere de büyük önem verilmektedir. Birinci gün komşu düğünü, ikinci gün
konak (misafir) düğünü yapılır ve üçüncü gün gelin almaya gidilirdi (s. 315).
Gelin almaya gidildiğinde kız evi kapıyı
keser ve bahşiş isterdi.
Eskiden gelin alaylarının önü kesilmezdi.
Şimdilerde arabaların önü kesilip bahşiş isteniyor.
Düğünden sonraki yedinci gün kız evi yedi
türlü yemek hazırlar veya yedi tepsi baklava yapıp oğlan evine gönderir ve
damatla kızı yemeğe davet eder. Kız o gece baba evinde kalır, oğlan kendi evine
yalnız döner. Bu âdete yedileme veya geriye gitme denir (s. 320).
Enişteyi asma geleneği “yedileme”
ziyaretinde gerçekleşir. Yemek davetinde enişteye çeşitli şakalar yapılır,
ayakkabıları çalınır, oturacağı sandalye altından çekilir vs. Eniştenin ayağına
bağlanan bir iple tavana asılması da bu şakaların sonuncusudur (s. 321).
Ölüm
(eskiden) Cenaze olduğu zaman çoluk çocuğun
eline üç beş kuruş verilirdi bunlar kapı kapı gezerek ölüm olayını haber
verirlerdi.
Giresun Çepnilerinin cenaze törenlerinde de
ağıt yakmaya oldukça büyük bir önem verilmektedir.
Yöredeki yaygın kanaate göre cenaze çok
fazla bekletilmeden defnedilmeli ve ölünün ruhu rahata kavuşturulmalıdır.
Alevi köylerinde cenaze namazının camide
değil de cem evinde kılınır…
Ölü gömüldükten sonra insanlar dağılır.
Hoca mezarlıkta kalır ve ölüyü çeşitli konularda bilgiler verir. Ölüye anne,
babasının adını söyler. Dininin, peygamberinin adını hatırlatır. Bu uygulamaya
telkin adı verilir (s. 332).
Ölü çıkan evde yemek pişirilmez. Komşular
yemek yapıp ölü evine getirir.
Ölünün ölümünü takip eden ilk Cuma gününde
Cuma namazından önce mevlüt okutulmakta ve bu uygulamaya iştirak edenlere
mevlüt şekeri dağıtılmaktadır.
Iskat/Devir: Ölenin
yaşından -erkekse on iki, kadınsa dokuz yıl- indirilerek hesaplanan para bir
çıkın içinde -ölenin kılamadığı namaz ve oruçlara karşı-halka halinde hazır
bulunan yoksullardan birine ölenin mirasçılarından ya da vekillerinden biri
eliyle verilir. Yoksul kimse parayı aldıktan sonra "aldım, kabul ettim”
diyerek geri verir. Bu işlem ölenin oruç borcu bitinceye kadar sürdürülür.
Ardından aynı işlem ölenin namaz borcu ve söz verip de yerine getiremediği
yeminler için de -para verilen yoksullar değiştirilerek- yapılır (s. 334).
Bayramlar
ve Kutlamalar
Ramazan ve Kurban Bayramı daha çok
İslamiyet’le bağlantılıdır.
Kutlamalar ise daha çok yarı göçebe Türk
kültürünün ürünleridir.
Hıdırellez de yörede uygulanan
kutlamalardandır.
Hıdrellez günü kadın-erkek, yaşlı-genç
herkes, beyaz elbiseler giyerek yeşil alanlara, su başlarındaki mesire
yerlerine giderler. Yörede Hıdrellez’e
"Mayıs Yedisi” de denilmektedir.
Mayısın yirmisinde "Mayıs Yedisi”
kutlamaları yapılmaktadır. Rumi takvime göre bugün Mayısın yedisine denk
gelmektedir ve bu nedenle "Mayıs Yedisi” adını almıştır.
Şenlik, Aksu Deresinin denize döküldüğü
alanda düzenlenmekte ve şenliğe hastalığına şifa arayanlar, çocuğu olmayanlar
ve dileklerinin kabul olmasını isteyenler katılmaktadırlar. Aksu Şenliğinde üç
ana ritüel uygulanmaktadır. Bunlar: sac ayaktan geçme, dereye yedi çift bir tek
taş atma ve Giresun adasının etrafını dolaşmadır.
Sacayaktan geçme uygulamasında, içinden
insan geçebilecek kadar büyük bir sacayağı şenlik alanına getirilir. Soyun
sürdürülmesi amaçlanan bu uygulamada, çocuğu olmayanlar dilekte bulunarak üç
kez sacayaktan geçerler. Dere taşlama uygulamasında ise, Aksu Deresi’nin denize
döküldüğü yerde "derdim belam denize diyerek” yedi çift ve bir tek taş
suya atılır (s. 355-356).
Dere taşlandıktan sonra, törene katılanlar
dereye girip maşrapayla başlarından aşağı su dökerler. Bu uygulamada suyun
kötülükleri, hastalıkları uğursuzlukları alıp götüreceği inancı vardır.
…adanın etrafının dolaşılmasında ise yöre inanışlarında
doğurganlığın tesisi noktasında önemli bir yere sahip Hamza Taşı’nın önemi
büyüktür. İnsanlar etrafında efsane teşekkül etmiş olan bu taşın etrafında
dolaşarak doğurganlığı sağlayacaklarına inanmakta ve bu bağlamda balıkçı
kayıklarıyla birlikte adanın etrafını dolaşmaktadırlar.
Giresun Çepnilerinde Hıdrellez bağlamında
uygulanan şenliklerden biri de Dizgine Hıdrellez Yayla Şenliğidir. Dizgine Sis
Dağı yolu üzerinde 1000 m. rakımlı bir tepedir.
Her yıl Temmuz ayının üçüncü cumartesi günü
Sis Dağı’nda başlayan şenliğe yörede otçu haftası denir.
Yağmur
Duası
Eskiden yağmur yağdırmak için kepçe gelini
yaparlardı. Yağmur yağmazdı bunlar duaya çıkarlardı. Bunu da çocuklar
yaparlardı. Çocuklar bir gelin yaparlardı. Başına bir kalbur takarlardı. Bu
gelin bir kapıya geldiğinde kapıda beklerken anasının ilk doğumu olan bir çocuk
(kız erkek fark etmez) çatıya çıkar gelinin başına bir kufa (bidon) su dökerdi.
Böyle yaparsalar yağmur yağarlardı. Kapı kapı dolanırken ekmek, yağ, tuz vb.
toplarlardı. Bu esnada; “Kepçe gelin ne ister, Kaşuk kaşuk yağ ister,” diyerek
gezerlerdi. Mezarlığa gidip mezarlıktan bir tahta alıp ırmağa giderlerdi.
Irmakta yıkanıp yağmur yağsın diye
tahtayı suya verirlerdi. Gelip topladıkları yiyecekleri pişirir çoluk çocuk yer
içerlerdi (s. 360).
İnanmalar
Yolda tavşana rastlayanın işi rast gitmez.
Geyik öldürülmez. Öldürenin başına felaket
gelir.
Kurbağa ecinlidir. Geceleyin kurbağanın
olduğu yerde bulunan zarar görür.
Arafe ve bayram günleri iş yapılmaz. Bu
günlerde iş yapmak haram sayılır.
Hıdırellezde iş yapılmaz. Yapanın başına
uğursuzluk gelir.
Salı günü düğün yapılırsa sonu uğursuzlukla
biter.
Ay yenisinde sebze ekilmez.
Köseye rastlayanın işi yolunda gitmez.
Ayna kırılması belanın gelişine işarettir.
Çocuk
Oyunları
Çıkırık
Çıkırık yaylada oynanan bir oyundu. Ortaya
bir kazık dikilir. Ağaç oyulup üstüne konurdu. Çocuklar bu ağacın üzerine çıkıp
dönerdiler (s. 363).
Dombili
İki grup olurduk. Taşları üst üste
koyardık. Bir grup sivri taşla atıp yıkmaya uğraşırdı. Diğer grup yıkılan
taşları tekrar dizmeye uğraşırlardı (s. 364).
Çizgi
oyunu (üç taş)
Kare çiziyorsun. Karenin köşelerine gelecek
şekilde çarpı işareti atıyorsun. İki kişi oynanıyor. Her birinde üç taş oluyor.
Taşlar noktalara dağınık şekilde yerleştiriliyor. Oyunda üç taşı birbirine
paralel dizebilen oyunu kazanıyordu (s. 365).
Halk
Hekimliği
Arı
Sokması
Arının soktuğu yere bıçak sürülür. Soğan
bastırılır. Arının soktuğu yer şişmesin diye yoğurt sürülür (s. 367).
Ateş
düşürmek için
Ateşi çıkan kimsenin koltuk altına ve
alnına bu sirkeli suda ıslatılmış bez koyulur.
Bağırsak
kurdu
Bağırsağında kurt olan kimseye aç karnına
taflan yedirilir.
Baş
ağrısı
Baş ağrısını gidermek için tülbendin içine
patates konulur ve alna sarılır.
Çıban
Çıban çıkan yere çam reçinesi sarılır.
Çıbanın üzerine kestane yaprağı sarılır.
Çıban çıkan yere damar otu sarılır.
Isıtma
/ sıtma
Sıtma olan kişiyi tedavi için, solucanı
ezip suyunu içirirlerdi (s. 369).
İshal
İshal olan kişiye patates haşlayıp yedirirlerdi.
Kanser
Isırgan otu kaynatılıp hastaya içirilir.
Çam reçinesi kaynatılıp içilir.
Kanser hastasına kestane balı yedirilir.
Kırık-Çıkık
Kırıkçı, ağrıyan yeri sıcak suyla ve
sabunla ovalayıp kırık veya çıkığın nerde olduğunu bulur, eliyle yerine
yerleştirirdi.
Kırılan yerin üzerine zeytinyağı
sürerlerdi. Daha sonra bir bezin üzerine çam sakızı sürüp kırılan yeri bu bezle
sararlardı. Kırılan yer böylece düzelirdi.
Mide
Ağrısı
Midesi ağrıyana süt, ballı süt içirilir. Aç
karnına bal veya karbonat yedirilir.
Romatizma
Romatizması olanlar soğuğa çıkmamaya özen
gösterirler. Dizlerine yün sararlar. Isırgan otunu toplayıp bacaklarına
sararlar. Bacaklarını arıya soktururlar. Mısır unundan hamur yapıp bacaklarına
sararlar. Zeytin çekirdeklerini dövüp, oluşan karışımı bacaklarına sararlar.
Sarılık
Eğer sarılık olan kişi küçük çocuksa, banyo
yaptırılırken leğene altın atılır. Annesi yüzüğünü veya küpesini atar. Sarılık
olan kimse yetişkinse alnının ortasına, topuğuna ve kulağına jiletle küçük bir
çizik atılarak kan akıtılır (s. 370).
Siğil
Siğilin üzerine incir sütü sürülür. İncir sütünü
sürdükten birkaç gün sonra siğil düzelir.
Şeker
Şeker hastalığı için çam kozalağı
kaynatılır suyu içilir. Kestane balı yenilir. Ekşi elma yenilir.
Tifo
Kara koyun ve tavuk pisliğinden ilaç
yapıyordular.
Uyuz
Uyuz olan kişinin vücudu ispirtoyla yıkanır.
İspirtoyla yıkandıktan sonra banyo yaptırılır. İspirto sürünce mikrop ölürdü.
Yanık
Yanık olan yere yoğurt sürülür.
Zehirlenme
Zehirlenen kişiye yoğurt, ayran içirilir.
Vücuduna toprak sürülür.
Hayvan
Hastalıkları ve Tedavisi
Nazar
Ahırlara çiçek tası takılırdı. İçinde
yazılar yazılıydı. Eski yazılıydı. Ahıra hastalık girmesin diye takılırdı. Bunu
ahırın tavanına ocaklı bir kişi takardı. Ocaklı kadın üç gün boyunca çiçekli
süpürgeyle hayvanları yıkardı.
Hayvan nazarlandığı zaman kulağını bıçakla
az bir şey keserler. Kan akmıyorsa çubukla da
vururuz kan akar. Kan akınca, nazar çıkmış kabul edilir (s. 371-372).
Şarbon
Sirke, karbonat ve kekikten ilaç yapıp
hayvana içirirlerdi.
Tabak
Bu hastalığa yakalanan hayvanlar
ayaklarının üstünde duramazdı. Tedavi için bacaklarına tuzlu su konurdu.
Yanık
Kara
Bu bir tür ciğer hastalığıydı. Hayvan nefes
alamazdı ve şişip kalırdı. Tedavi etmek için
hayvana sıcak yal içirilirdi.
Bu hastalığa tutulan hayvanın eti yenmez.
Yavaşak
Hayvanların ağzı yüzü şişerdi. Keber otundan
turşu yapar içirirlerdi.
Zehirlenme
Taflan yiyen hayvan zehirlenirdi. Tedavi
için içtiği suya pekmez katılırdı.
Halk
Mutfağı
Kara Lahana Çorba
Isırgan Tatarlaması: Tencerede kaynatılan
ısırgan otlarına önce bulgur ardından ince doğranmış yeşil biber eklenir. Tuzu
ilave edildikten sonra tencere mısır unu konur. Son olarak ayrı bir kapta
kavrulan ince kıyılmış pırasa çorbaya eklenir. Bir iki taşım sonunda çorba
ateşten alınır.
Çileklik Çorbası
Höngül Çorbası: Barbunya ile birlikte
pişirilir.
Mendek Çorbası
Turşu Diblesi
Taflan Turşusu Diblesi
Kiraz Tuzlusu Diblesi
Galdirik Diblesi / Kızartması
Sakarca Kızartması
Samaksa: Muhacir üzümü olarak bilinen siyah
üzümler yaz aylarında kaynatılarak suyu şişelerde saklanır. Kış aylarında bu su
kaynatılarak koyulaştırılır. Üzerine şeker ilave edilir. Sonra mısır unuyla
bağlanır (s. 389).
Siron
Elma Kurusu Yemeği: Elmalar yaz aylarında
soyulup, dilimlenir. Sonra güneşli bir yerde beze serilerek kurutulup hava alan
bir torbada kışlık saklanır. Bir tencerede elma kuruları, toz şeker ve üzerine
çıkacak kadar su pişirilmeye bırakılır. Elma kuruları yumuşayınca ocaktan
alınıp soğuk servis edilir (s. 391).
Kiraz Tuzlusu- Taflan Tuzlusu
Kömeze: Yoğurt, soğuk süt ve şeker
karıştırılıp servis yapılır.
Halk
Takvim
Günlerin
Bölümleri
Seher (Şafak): Günün yeni ağarmaya
başladığı zaman.
Zabah (Sabah): Günün yeni ağarmasından
kuşluk vaktine kadar olan zaman.
Guşluk (Kuşluk): Sabah ile öğlen arası.
Öğlin (Öğlen): Kuşluk ile ikindi arası, gün
ortası.
Kindiin (İkindi): Öğlen ile ikindi arası.
Aaşam (Akşam): İkindi ile yatsı arası. Bu
zaman dilimi uğursuz sayılır. Akşam ezanından sonra evden hamur mayası ve çiğ
süt verilmez, verilirse içine bir kömür parçası atılır. Bunun sebebi bereketin
kaçmamasıdır.
Yatsı: Akşam ile gece yarısı arası.
Gece: Yatsı ile şafak arası.
Yerel Ay İsimleri
Resmî
|
Yerel İsmi
|
Ocak
|
Zemheri
|
Şubat
|
Gücük
- Küçük
|
Mart
|
Mart
|
Nisan
|
Abrul
|
Mayıs
|
Mayıs
|
Haziran
|
Kiraz
|
Temmuz
|
Orak
|
Ağustos
|
Ağustos
/ Üzüm
|
Eylül
|
İstavrit
/ Ceviz
|
Ekim
|
Darı
|
Kasım
|
Koç
|
Aralık
|
Karakış
|
Karakıştan mart ayına kadar tarım yapılmaz.
Küçük ay: Havaların bir açık bir kapalı
olduğu bu aya deli ay da denir.
Kiraz ayında kiraz hasadı yapılır.
Orak ayında fındığın altındaki otlar
biçilir ve bahçe fındık toplamaya hazırlanır.
Kiraz hasadı yazı mevsiminin başlangıcı
kabul edilir. Ayeser fırtınasıyla yaz mevsimi sona erer. Bundan sonra Aralık
ayına kadarki dönem güz mevsimidir. Kış ise, Aralık ayından Abrul beşine kadar
devam eder. Bahar mevsimi Abril beşinden kiraz hasadına kadar sürer (s. 407).
Hava tahminleri
Batı tarafından bulutların görünmesi
havanın bozacağına işarettir.
Koyunların birbirine vurmaya, dövüşmeye
başlaması havanın bozacağına işarettir.
Gün batımında bulutların kırmızı görünmesi
havanın açacağına işaret kabul edilir.
Ayın etrafında küçük daire olursa hava
rüzgârlı olur. Büyük daire olursa yağmur yağar (s. 408).
Adlar
ve Lakaplar
Bölgedeki Çepniler lakaplara "ayama”
adını vermektedirler (s. 409).
Civelekli, Çobanlı, Pantollu vs.
Sonuç
Giresun Çepnileri, genellikle Sünni bir inanışa sahiptirler. …aldığımız
bilgiler, geçmişte Alevi oldukları ancak zamanla Sünnileştikleri şeklindedir
(s. 411).
---
Küçük, Abanoz. (2011), Giresun Çepni Folkloru, Yüksek Lisans Tezi, Balıkesir Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Balıkesir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder