29 Ocak 2016 Cuma

Franz Kafka - Yargı


Yargı

(BÜTÜN ÖYKÜLER (3. Baskı), 2012, Cem, s. 59-72)
İlkbaharın en güzel zamanı,
Georg Bendemann / evlerden birinin ilk katındaki odasında oturuyordu.
Arkadaşı, Petersburg'ta bir mağaza işletiyordu
…konuşup görüştüğü yoktu, ama kentin yerli aileleriyle de hemen hiç görüşmüyor, kendini ilerisi için kesinlikle bir bekar yaşamına hazırlıyordu.
Arkadaşı üç yılı aşkın zamandır yurdunu görmeye gelmemişti

Nişanlısına sık sık arkadaşından ve onunla mektuplaşmasından söz açıyordu. "Demek bizim düğüne hiç gelmeyecek?" demişti

Sonunda mektubu cebine sokup çıktı kapıdan.
"Bak sen, Georg!" diyerek hemen onu karşıladı babası
"Babam hala dev gibi!" diye geçirdi içinden Georg.

"Dinle bak! Sen bu işi bana danışmak üzere geldin. Bu, şüphe yok seni yücelten bir davranıştır. Ama şimdi bana gerçeği bütün çıplaklığıyla söylemezsen, bir hiç olmaktan ileri gitmez bu davranışın, hatta o kadarcık bile önem taşımaz. (…) doğruyu söyle bana! Gerçekten Petersburg'ta böyle bir arkadaşın var mı?"

Dışarıdaki hava sana çok iyi gelecekken, tutup pencereyi kapıyorsun. Hayır, baba hayır! Gidip doktoru çağıracağım ve o ne derse yapacağız.

Petersburg'ta arkadaşın yok senin.

Düşünürsen anımsayacaksın: Rus Devrimi'yle ilgili inanılmaz olaylar anlatmıştı arkadaşım.

Georg, kollarına alıp yatağa taşıdı babasını.

"İyice örtüldü mü üstüm?" diye sordu babası
"Merak etme, örtüldü."
Sonra babası, yorganı büyük bir güçle üzerinden sıyırıp attı.
Derken babası, yatakta doğrulup dikildi ayağa.
Şu an ne kadar güçsüz olursam olayım, gene de gücüm seninle başa çıkmaya yeter, yeter de artar bile.

Georg, gözlerini kaldırarak babasının korkunç yüzüne baktı.

Eteklerini işte böyle, böyle ve böyle kaldırdığı için peşinden koştun onun ve üzerinde rahatsız edilmeden zevkini gidermek isteyerek valdemizin hatırasını kirlettin
Sanıyor musun, seni sevmezdim ben?
Şimdi babam yüzükoyun kapaklanacak, diye düşündü Georg.

Nişanlının koluna gir de karşıma çık! Bak nasıl onu bir üfleyişte uçuruyorum yanından, hem de nasıl! "

"Demek pusuda beni kollayıp durdun hep!" diye haykırdı Georg.
“…söyleyeceklerime kulak ver: Seni şimdi suda boğularak ölmeye mahkûm ediyorum.”
Georg, odadan kovulmuş hissetti kendini.
Derken kapıdan sokağa attı kendini. İçinden bir dürtü, onu yolu geçip suya varmaya zorluyordu.
…suya düşerken çıkaracağı sesi kolaycacık bastıracak bir otobüsün gelmesini bekledi, ardından usulcacık; 11 Sevgili anneciğim, sevgili babacığım! Her vakit sevdim sizi!” sözleriyle kendini aşağı bıraktı.


Franz Kafka - Şosede Çocuklar


Şosede Çocuklar

(BÜTÜN ÖYKÜLER (3. Baskı), 2012, Cem, s. 27-31)
Çitin önünden arabaların geçtiğini işitiyordum
Derken kuşlar havalandı
Mum ışığında akşam yemeğini yemeye koyuldum.
Biri pencereden bir şey soracak oldu mu, bir dağa ya da salt bir boşluğa bakar gibi kendisine bakıyordum.
Başlarımızla geceyi delip geçiyorduk.
…şosede koşmaya başlıyorduk.
Güneydeki o kente varmaktı amacım; öyle bir kent ki, köyde kendisiyle ilgili olarak şöyle konuşuluyordu:
"Hani ne insan şu oradakiler! Düşünsenize, hiç uyudukları
yok."
"Neden?"
"Yorulmuyorlar da ondan."
"Neden yorulmuyorlar?"
“Çünkü aptal hepsi.”
"Aptallar yorulmaz mı?”
"Aptallar yorulur mu hiç!"


Franz Kafka - Prometheus


Prometheus

(BÜTÜN ÖYKÜLER (3. Baskı), 2012, Cem, s. 538-544)
Prometheus'tan söz açan dört söylence bulunuyor elimizde…
Söylence, açıklanamayanı açıklamaya uğraşıyor. Bir gerçeklik temelinden çıkıp geldiği için, yine ister istemez açıklanamaz'da sonlanacaktır.
Elimde beş çocuk tüfeği var. Dolabımda asılı duruyor hepsi
…birlik ve beraberlik bozulmamalı, birlik ve beraberlik bozulursa yerimizde sayarız.
İki elim bir savaşa tutuştu. Okuduğum kitabı trak diye kapatıp, kendilerini kavgada rahatsız etmemesi için bir kenara ittiler.
Madem benim kendi elim ikisi de, hakyemez bir hakem rolünü oynamalıyım…
Sol elime karşı kötü bir niyet beslemeksizin, yaşam boyu hep sağ elimi üstün tuttum.

Dün ilk kez müdüriyete gittim.
…bir insan göçüp gitti mi, bir insan göçüp gitmiş demektir.

Franz Kafka - Cezalılar Kolonisi


Cezalılar Kolonisi

(BÜTÜN ÖYKÜLER (3. Baskı), 2012, Cem, s. 133-164)
Subay, "Bambaşka bir araç bu," dedi inceleme gezisine çıkmış konuğa…
Konuğun aygıttan anladığı yoktu

…kocaman bir şeydi aygıt.

Konuk, mahkuma şöyle bir göz attı.

Suç, her zaman hiç kuşkuya yer bırakmayacak gibi kesindir.

Siz, bu son davayla ilgili bir açıklama istemiştiniz; bu dava da bütün ötekiler gibi basit: Sabahleyin bir yüzbaşı gelip, kendisine emir eri olarak verilen ve evinin kapısının önünde yatan bu adamın görev sırasında uyuduğunu bildirdi.

Subay, sıçrayıp merdivenden çıktı yukarı; bir tekerleği döndürüp aşağıya seslendi: "Dikkat! Kenara çekilin lütfen! " Birden aygıt çalışmaya başladı. Çarkın gıcırdaması olmasa, şahaneydi doğrusu.

Aygıt pek çok parçadan oluşuyor, yer yer bir şey kopup kırılacak elbet

Olayı yakından izlemek isteyen herkesin isteği yerine getirilemezdi. Keskin görüşlü kumandan, en başta çocukların dikkate alınmasını buyurmuştu. Ancak ben, işim dolayısıyla her infazda hazır bulunabiliyor, çokluk sağunda bir, solumda bir olmak üzere kollarımda iki yavrucak, oracığa çömüp oturuyordum.

Yarın kumandanlıkta bütün yüksek görevlilerin katılacağı büyük bir toplantı yapılıyor.
Toplantıya sizin de çağrılacağınız kesin
…kumandana doğru haykırın, evet haykırın görüşünüzü!
…sonunda vermesi gereken yanıtı verdi: "Hayır! "
"Ben, yargılama yönteminizin karşısındayım," dedi konuk.

Subay, mahkuma dönüp onun diliyle, "Serbestsin," dedi. Mahkum ilkin inanamadı.

…subay ilkin yazıyı heceledi, ardından hecelemeden okudu tümüyle. "Adil ol! " yazıyor dedi. "Sanırım okuyabilirsin artık."

…subay, aygıta dönmüştü yüzünü. Aygıtın dilinden iyi anladığı daha önce görülmüşse de, şimdi onu nasıl kullandığına ve isteklerine aygıtın nasıl boyun eğdiğine tanık olmak insanı adeta şaşkına çeviriyordu.

…konuğun içinde subayın yardımına koşması gerektiği gibi bir duygu belirdi.

Tırmık yazmıyor, uçlarını cilt içine batırmakla yetiniyordu, yatak ise vücudu bir yerden bir yere yuvarlamıyor, onu sadece kaldırıp iğnelerin ağzına veriyordu.

Kendisi subayın ayaklarından itecek, karşıdan da her ikisi subayın başını tutacak, böylece onu kaldırıp iğnelerin altından alacaklardı. Ama erle mahkum yardıma gelmekte duraksadı…


Franz Kafka - Mutsuz Olmak


Mutsuz Olmak

(BÜTÜN ÖYKÜLER (3. Baskı), 2012, Cem, s. 53-57)
Artık dayanılmaz olup Kasımda bir akşamüstü…
…sustuğu zaman bile sona ermek bilmeyen çığlığı işitmek için, yalnız ve yalnız bunun için bir çığlık koyvermem üzerine duvarda bir kapı açıldı
Sağ dirseğiyle açık kapı önünde duvara yaslanan çocuk kendini dimdik tutuyor, dışarıdan gelen esinti ayak bileklerini, boynunu ve şakaklarını yalayıp geçiyordu.
"Günaydın! " dedim
…bir bu konuk eksikti sanki
Sahi, bana mı gelmek istediniz? Bir yanlışlık olmasın da? Çünkü bu koca evde yanılmak öyle kolay ki!
Ben bir çocuğum; ne diye benim için kendinizi bu kadar zahmete sokuyorsunuz?
…yabancı birinin size göstereceği yakınlık, benim bir kez doğamda var.
Benim odam bu, benim duvarım.
Merdivenlerde, benimle aynı katta oturan bir kiracıya rastladım.
"Gene mi sokağa çıkıyorsunuz, sizi çapkın sizi?" diye sordu.
"Ne yapayım?" dedim. "Odama bir hayalet geldi."
Doğrusu rahat rahat gezmeye gidebilirdim artık. Ama kendimi pek yalnız hissediyordum, en iyisi yukarı çıkıp yatağıma uzandım.


Franz Kafka - Bir Köy Hekimi


Bir Köy Hekimi

(BÜTÜN ÖYKÜLER (3. Baskı), 2012, Cem, s. 167-173)
Ne yapacağımı enikonu şaşırmış durumdaydım.
…ağır bir hasta on mil uzaktaki bir köyde beni bekliyor, sert bir tipi ise onunla aramdaki geniş mekanı dolduruyordu.
…gel gelelim at yoktu arabaya koşacak…

Ama seyis, yanına gelir gelmez kıza sarıldı hemen, yüzünü yüzüne yapıştırdı.

"Ama arabayı ben süreceğim, sen yolu bilmezsin," diyorum. "Elbette!" diyor seyis.
"Ben zaten burada, Rosa'nın yanında kalacağım."

"Sen de benimle geleceksin!" diyorum seyise.

Hastanın annesiyle babası evden koşarak geliyor; en arkada hastanın kız kardeşi; beni arabadan adeta kucaklayıp indiriyorlar.

"Bırakın beni, öleyim doktor!"

Oğlan sağlıklı; kan dolaşımı biraz düzensiz, sevecen anne tarafından tıka basa kahveyle doldurulmuş midesi; en iyisi, onu bir tekmeyle yataktan dışarı atmak.
Ama ben bu dünyayı düzeltmeye çıkmadım, oğlanın yatmasına engel olmuyorum.
Önce Rosa'yı düşünmem gerekiyor, sonra oğlan varsın haklı olsun, nihayet ben de ölmek istiyorum.

Evet, oğlan hasta; sağ böğründe, kalça bölgesinde açılmış avuç içi kadar bir yara var.
Oğlan yarasının içindeki kımıl kımıl yaşamdan gözleri kamaşmış, "Beni kurtaracak mısınız, doktor?" diye fısıldıyor hıçkırarak. Benim bölgemdeki insanlar böyledir, hep yapamayacağı şeyi isterler hekimden.
…başlarında öğretmenleriyle bir okul korosu evin karşısına geçiyor ve aşağıdaki güfteyi içeren alabildiğine yalın bir ezgiyi okumaya başlıyor:
Soyun giysilerini, iyi eder o zaman
Baktınız iyi etmedi, öldürün gitsin!
Bir hekimden başka nedir ki
Bir hekimden başka nedir kil

Giysilerimi çıkarıp alıyorlar üzerimden

Güzel bir yarayla dünyaya geldim; varım yoğum bu yaraydı.
…sana şunu söyleyeyim ki, yaranın durumu pek de kötü değil, vücutla dar açı yapan iki balta darbesinin yol açtığı bir yara.

Bu tempoyla asla eve varamayacağım
Gece çıngırağının yanıltıcı sesine bir kez uyuldu, asla giderilemez artık.


Franz Kafka - Bir Açlık Şampiyonu


Bir Açlık Şampiyonu

(BÜTÜN ÖYKÜLER (3. Baskı), 2012, Cem, s. 232-243)
Son on yıllarda açlık şampiyonlarına rağbet hayli azaldı.

Bir vakit bütün kent açlık şampiyonuyla ilgilenirdi.

Aç kalmanın ne kolay olduğunu bir tek kendisi biliyordu.
…ama kendisine inanan çıkmıyordu.

Menajeri, aç kalma süresini kırk gün diye belirlemişti, onun daha fazla aç kalmasına metropollerdeki gösterilerde bile izin vermiyordu

…şımartılmış açlık şampiyonu günün birinde, eğlenceye düşkün seyircilerin kendisini bırakıp başka yerlerdeki gösterilere koştuğunu gördü.
…her gidilen yerde seyirciler açlık gösterilerine bayağı ilgisiz kalıyordu.

Bu yüzden, o eşsiz parlaklıktaki meslek yaşamı boyunca kendisine eşlik eden menajerine yol verip çalışmak üzere bir sirke girdi; boşuna kızıp sinirlenmemek için, anlaşmanın koşullarını hiç merak etmedi.

İstediği kadar aç kalsın, ki öyle de yapıyordu zaten, artık onu hiçbir şey kurtaramazdı, hiç kimse kendisine dönüp bakmıyordu.

Günlerden bir gün çıkagelen sirk yetkililerinden birinin dikkatini çekti kafes; görevlilere, içinde çürümüş otlarla sapasağlam kafesi oracıkta bırakıp ne diye kullanmadıklarını sordu. Kimse bir yanıt bulup veremedi. Derken oradakilerden biri, rakam tabelasını görüp açlık şampiyonunu anımsadı. Bunun üzerine sopalarla otlan karıştırarak açlık şampiyonunu bulup çıkardılar.

…neden aç kalmak zorundasın?
…Çünkü hoşuma giden yemek bulamıyorum.
Bunlar, açlık şampiyonunun son sözleri oldu.

Bunun üzerine açlık şampiyonunu otlarla birlikte götürüp gömdüler


Franz Kafka - Avcı Graccus


Avcı Graccus

(BÜTÜN ÖYKÜLER (3. Baskı), 2012, Cem,  s. 370-375)
İki oğlan rıhtım duvarı üzerinde oturmuş zar atıyor, adamın biri bir anıtın basamakları üzerinde, kılıç sallayan bir kahramanın gölgesinde gazete okuyordu.

Derken bir tekne, su üstünde taşınır gibi hafiften süzülerek küçük limandan içeri girdi.
…adamlar tabutu yere indirdiklerinde bile kimse yanlarına sokulmadı,

…avcıya benzeyen esmer bir adam yatıyordu tabutta.

…tabuttaki adam hemen gözlerini açtı, acılı bir gülümseyişle yüzünü Bay'a döndürerek, "Siz kimsiniz?" diye sordu. Bay şaşırmadı hiç, diz çökmüşken doğruldu ve "Riva Belediye Başkanı," diye yanıtladı.

…ne dersiniz, Sayın Başkan, Riva'da kalacak mıyım?

"Ölü müsünüz?"
"Evet," dedi Avcı,
…bir dağkeçisini kovalarken kayalardan aşağı yuvarlanmıştım. O gün bugün ölüyüm.
Ölüm teknem yolunu şaşırdı, dümenin döndürülmesindeki bir yanlışlıktan mı…

"Kötü bir yazgı," dedi Belediye Başkanı

27 Ocak 2016 Çarşamba

Rainer Maria Rilke - Genç Bir Şaire Mektuplar

Rainer Maria Rilke - Genç Bir Şaire Mektuplar


1902, akademi rahibi Horacek’in söylediğine göre sessiz, ağırbaşlı, çok yetenekli biriymiş Rilke. Daha çok kıyıda köşede kalmayı severmiş.

(ona) mektup yazdım.
Aradan haftalar geçti; derken bir mektup geldi Rilke’den.
1908’e dek sürdü mektuplaşmalarımız.

17 Şubat 1903
Eleştirici sözler kadar bir sanat yapıtına uzak düşen başka sözler yoktur.
Nesneler, inandırılmak istediğimiz kadar kavranılabilir ve dile getirilebilir değildir. (s. 9)

Şiirlerinizin iyi olup olmadığını soruyorsunuz.
Dergilere yolluyorsunuz şiirlerinizi.
Gözlerinizi dışarılara çevirmişsiniz.
Ama işte en başta vazgeçmeniz gereken şey.
Kimse akıl veremez, yardım elini uzatamaz size, hiç kimse.
Tek çıkar yol, gözlerinizi kendi içinize çevirmenizdir.
Size yazmanızı buyuran nedeni araştırıp ele geçirmeye bakın.
Yazmanız diyelim ki yasaklandı, ölür müydünüz o zaman?
“Evet, yazmam gerekiyor”
O zaman yeryüzündeki ilk insan sizmişsiniz gibi, gördüğünüz ve yaşadığınız, sevdiğiniz ve yitirdiğiniz ne varsa dile getirmeye çalışın. (s. 10-11)

Bir sanat yapıtı, zorunluktan doğmuşsa iyidir ancak.
Kendi içinize dalıp yaşamınızın fışkırıp çıktığı derinlikleri araştırın.
Yaşamınızın kaynağına ulaştınız mı, ille de yazmam gerekiyor mu sorusunun yanıtını ele geçirmiş olursunuz. (s. 12)

5 Nisan 1903
…karşısında ironinin küçülüp çaresiz kalacağı büyük ve ciddi nesnelere yönelin.

23 Nisan 1903
Sanat yapıtları sonsuz yalnızlıklar içindedir ve yanlarında en az sokulabilecek bir şey varsa o da eleştiridir.

Sanatsal yaşantıyla cinsel yaşantı arasında haz ve elem açısından o denli bir yakınlık var ki, bunların ikisi de doğrusu tek ve aynı özlemin, aynı mutluluğun değişik biçimlerinden başka şey değil. (s. 20)

16 Temmuz 1903
Yalnızlığınızı sevin.
Yakınınız uzak olursa, çevrenizdeki genişlik ta yıldızlara kadar gidip dayanabilir…

29 Ekim 1903
(Şair İtalya gezisinde)

23 Aralık 1903
Tek bir yalnızlık vardır büyüktür.

Sizinle insanlar arasında bir ortaklık kurulamıyor mu, nesnelere yakın olmayı deneyin! Nesneler sizi terk etmeyecektir. (s. 35)

14 Mayıs 1904
İnsanın insanı sevmesi: bize verilmiş ödevlerin hepsinden zoru budur.

12 Ağustos 1904
Duygularımız ne yapacağını bilememenin ürkekliğiyle sesini çıkarmaz olur, içimizdeki her şey gerilere çeker kendini, bir sessizlik baş gösterir ve kimsenin tanıyıp etmediği o “yeni” bu sessizliğin orta yerine gelip kurulur ve susar. (s. 47-48)

4 Kasım 1904
Öylesine yoğun dileklerle sizi düşünüyorum ki, bunun şöyle ya da böyle, size bir yardımı dokunması gerekirdi.

25 Aralık 1908
Sanat da bir çeşit yaşamadan başka bir şey değildir.
---

Türkçeleştiren: Kâmuran Şipal
Cem Yayınevi

2. Baskı, Aralık 2001

21 Ocak 2016 Perşembe

Yay ve Lir

Octavio Paz - Şiir Nedir? - Yay ve Lir


1. Şiir ve Şiirsel Eylem
Şiir bilgidir, kurtuluştur, güç ve terk ediştir.
…doğası gereği devrimcidir.
Yolculuğa davet, yuvaya geri dönüştür.
…insan, sadece bir ölümlü olmadığının bilincine kavuşur. (s. 9)

Şiir eyleminin bütünlüğü ancak ve ancak şairin kendisiyle kurulabilecek aracısız ilişkiyle kavranabilir.

Şiir, şiirselliği kapsayan, onu harekete geçiren ve açığa çıkartan canlı bir varlıktır. Biçim ve öz aynıdır onda. (s. 11)

Her tür yaratıcı çabanın başlangıç noktası biçemdir.

Şair bir biçem kazandığında ise artık şair olmaktan çıkar ve edebiyat malzemeleri üreten bir işçiye dönüşür.

Ressamlar, heykeltraşlar ve diğer sanatçılar özünde şairin kullandığından çok farklı olamayan araçlar kullanırlar. Dilleri farklı olmakla birlikte sonuçta hepsi birer dildir. (s. 18)

Biçem yardımıyla bir şiiri bir risaleden, bir tabloyu eğitici bir resim baskısından, bir mobilyayı bir heykelden ayırt edebiliriz. Bu ayırt edici unsur şiirselliktir.

(Sanat eserindeki anlam taşkını, o eseri şiir yapar.)

…şiir saf zamana ulaşmanın yolu, varoluşun gerçek sularının derinliklerine dalıştır. Şiir, sonsuza dek yaratıcı zaman ve ritimden başka bir şey değildir. (s. 25)

2. Dil
İnsan başlangıçta dile güvendi; nesneler ve onları temsil eden işaretler birbirlerinin aynısıydı.
Konuşmak, işaret edilen nesnenin yeniden yaratılmasıydı.
…yüzyıllar sonra insan, eşyalarla onların isimleri arasında bir uçurumun açılmış olduğunu gördü.
Düşüncenin ilk görevi sözcükler için tek ve kesin anlamlar oluşturmaktı.
Ancak (…) sözcükler tanımlanmaya karşı direnirler.
Bütün bunalım dönemleri dilin eleştirisi ile başlar. (s. 27)

…sözcükler kokuşup; anlamları belirsizleştiğinde hareketlerimiz de belirsiz hale gelir. Bütün felsefi eleştiriler dil çözümlemesiyle başlar. (s. 28)

Sözcükler olmadan insan kavranamaz. İnsan sözcüklerden oluşur, sözcükler de insandan.
İsimlendirilmemiş olanı bilemeyiz.
Sessizlik de bir şey söyler, çünkü işaretlere gebedir sessizlik. (s. 29)

Sözcükler gösterirler, bildirirler ve birer isimdir onlar.

Konuşma, şiirin özü ve yaşam kaynağıdır fakat şiirin kendisi değildir.
Şiir, dilin kendisini aşma çabasıdır.
İnsan kendi bilincini kazanır kazanmaz doğal dünyadan uzaklaşıp onun yerine kendisine bir dünya yaratmıştır.
…çünkü insanlarla şeyler arasında (…) insanla onun varlıkları arasına insanın bilinci girer.
İnsan, kendisini dışsal gerçeklikten ayıran uzaklığı sözcüklerin köprüsüyle aşmaya çalışır.
Ancak bu uzaklık insan doğasının bir parçasıdır.
Onu yok sayabilmesi için insanın ya doğal dünyaya geri dönerek ya da koşulların onun çevresine çizdiği sınırları aşarak, insanlığını terk etmesi gerekir.
Her iki yönelim de insanın kendi koşullarına başkaldırı anlamı taşır. İnsanı değiştirmek, insan olmaktan vazgeçmek demektir.
İnsanlık ikinci büyük atılımını yapabilirdi. İlki ile doğal dünyayı terketti, hayvanlıktan kurtulup ayakları üzerinde doğruldu.
İkinci adımı atarak, bilincini yitirmeden ve onu doğanın gerçek temeline yerleştirerek asıl birliğine geri dönebilirdi.
…bu çaba bütün insanlara açık bir yoldur ve tarih için bir anlam veya bir amaç olabilecek saygınlıkta bir çabadır. (s. 34-35)

Yabancılaşmanın sonu dilin de sonudur.

Dili harekete geçiren insandır.

Bellek ve irade gibi kavramları ruhsal beceriden bağımsız ve ayrı kavramlar olarak göremeyiz.
Bedenle ruh arasındaki sınırları ayırt edebilmek nasıl olanaksızsa, arzu ve isteklerin nerede bittiğini ve saf hareketsizliğin nerede başladığını görebilmek de öylesine olanaksızdır. (s. 36)

Arzunun gücü, hiçbir şeyin kendisini harekete geçirir.
Hareketsizlik
Özneyle nesne arasındaki ikiliği yok etmeye yönelik bir irade deneyimini gerekli kılar.
Boşluk bütünlüktür. (s. 37)

Şiir (…) dile saldırı olarak başlar.
Sözcükler önce tahrip edilir.
Şair onları alışılmış bağlantılarından kopartıp alır.
İkinci aşama sözcüklerin geri dönüşüdür.
Şiiri yaratan şairse eğer, onu yeniden yaratan da insanlardır.
Bu gidiş gelişin orta yerinde bir kıvılcım parıldar: Şiir. (s. 38)

Ölü bir dille şiir yazılamaz.
Çünkü şiir anca katılımla gerçekleşebilir.
Okuyucusu olmayan şiir yarım kalmış bir şiirdir. (s. 39)

İnsanlara gitmek,
Ama artık ortada insanlar yok, örgütlenmiş kalabalıklar var.
Şairler artık memurdur. (s. 40)

Akilleus ve Odisseus salt iki kahraman olmanın çok ötesinde, kendisini yaratan Yunanistan’ın yazgısıdırlar.
Şiir üzerimizde örtüyü kaldırıp bize ne olduğunu gösterir ve bizi gerçekte olduğumuz şey olmaya çağırır.
İletişim yollarının kapanmasıyla şair kendisini yaslanabileceği bir dilin dışında buldu ve insanlar da kendilerini yeniden bulmalarını sağlayacak imgelerden yoksun kaldılar. (s. 41)

Halklar büyük ordularla ve yenilmez liderlere sahip oldukları anda büyük şairler ortaya çıkar. (s. 43)

Bunların yanı sıra, bunalım ve çöküş dönemleri de büyük şairler doğurur.

Şair, kitaplıklara giderek, eski veya yeni sözcükler seçen değil, her zaman gerçekten ona ait olan sözcükler arasında kararsız gezinen kişidir.
Şair, sözcüğün kendisidir.
Şiirin her bir sözcüğü biriciktir.
Şiirin bütününü yaralamadan (…) bütünlüğü bozmadan bir tek virgülün yerini değiştirmek olanaksızdır.
Şiir (…) bir canlıdır.
Şairin zenginliği ölü sözcüklerde değil, yaşayan sözcüklerdedir. (s. 46)

3. Ritim
…dilbilgisi dili, durağan bir şeymiş gibi, sözcükleri de dilin en basit birimi olarak görür.
Oysa (…) dil bölünmez bir bütündür.
Diğerleri ile ilişkisini yitiren sözcük anlamlı bir bütün oluşturma olanağından yoksundur. (s. 51)

Yani konuşmanın en basit birimini oluşturan şey sözcük değil, cümledir.
…bir cümle, yalnızca dilbilgisi çözümlemesinin saldırısı ile parçalanabilir.
…sözcüklerimiz dilbilgisi kurallarına göre değil düşüncemizin buyruğuna göre sıralanırlar. (s. 52)

İmgeler ırmağında bizler saf varoluşun kıyılarına ulaşırız.
…nihai buluşmamızda tanrısal birlik durumuna erişiriz. (s. 54)

Hem insanlardan ayrı hem de tanrılara karşı olan büyücü yalnızdır.

Mallarmé, o sessizliği önceleyen sessizliktir.

Şiir, ritim üzerine kurulmuş bir ifadeler bütünü, sözel bir düzendir.

Ritim bir beklentiyi harekete geçirir, bir arzuyu uyandırır.
Kesildiğinde rahatsız oluruz.
Bizi bir bekleme durumuna sokar.
…ritim içi boş bir ölçü değil, bir yönelme, bir anlamdır. (s. 60)

Zaman bizleriz ve geçip gitmekte olan da yıllar değil kendimiziz.
Ritim önümüzden akıp giderken içinden biz, kendimiz de geçeriz. (s. 61)

Yaşadığımız dünyanın kültürü üçlü ritimlerden oluşur.
Ana-baba-çocuk; tez-antitez-sentez…

Akilleus, Helen’i zamanın dışında buldu.
Daha doğrusu asıl zamanda. (s. 68)

Biz doğanın neye benzediğini (…) bilmiyoruz.
Yüzyıllar var ki, insan doğallığını kaybetti.
Tarih ve doğa (…) birbirleriyle baştan sona karşıt iki kavrama dönüştü. (s. 69)

Doğa artık bize modellik edemez, çünkü bu kavram bütün anlamını kaybetmiştir.

Şair bir arzular insanıdır.
Ancak bu arzu (…) imge olmayabilirin değil, olanaksızın arzu edilmesidir.
Arzu her zaman uzaklıkları yok etmek ister. (s. 79)

4. Dize ve Düzyazı
Valery düzyazıyı yürüyüşe, şiiri de dansa benzetir.

Modern İngiliz şiirinin yenilenmesi iki şaire ve bir romancıya dayanır; Azra Pound, T.S. Eliot ve James Joyce. (s. 81)

Çorak Ülke, ruhsal bir dirlik özlemidir.
Merkezi cennet, yeryüzü ve cehennem arasındaki evrensel benzeşim ve çağrışım olan Hıristiyan değerlerinin ortadan kalkmasıyla insana düşünce ve imgelerin rastlantısal çağrışımlarından başka hiçbir şey kalmadı.
Modern dünya anlamını yitirmiştir.
Eliot’ın kahramanı modern insandır.
Her şey onun yabancısıdır.

Pound
Eliot’ın ustasıdır.
Her iki şair de tarihi güncelleştirdiler.
Eliot, İsa’ya geri dönerek onu yeniden kurmak ister.
Pound ise geçmişi geleceğin bir başka biçimi olarak kullanır. (s. 84-85)

Şiddet, aldatmaca, sahtekârlık ve pişmanlıklar içinde yaşarız, çünkü geçmişten kopmuşuzdur.

Birleşik Devletler geçmişini değil, geleceğini yitirmiştir.

Baudelaire
Bu tuhaf şair klasik dönemin ahlaki ve metafizik temellerini sarsar. (s. 90)

Fransız serbest dizelerini öteki dillerden ayıran şey (…) farklı uzunluktaki hecelerin birleşiminden meydana gelmeleridir.
Bu yüzden de Claudel ses benzerliklerine, Saint-John Perse de içsel uyak ver ses tekrarlarına başvurmuştur.
Modern Fransız şiiri romantik düzyazının doğuşuyla başlar, öncüleri ise Rousseau ile Chateaubriand’dır. (s. 91)

Evrenin tanrısal birliği ritmin içindedir.
Müzikte renkler, ritimle düşünceler arasındaki, görünmeyen gereklilikle uyakların dünyası arasındaki gezinti. Tam orada kadın durur: baştan çıkarıcı bir gül, açtığında her şey varolur. (s. 102)

Cesedinin içine girdi bütün dünya.
Modernizmde…

Huidobro-Neruda ikilisi efsanevi önder Dario’nun çözümüdür. (s. 107)

Dizenin ne olduğunu bize sadece ritmik bir bütün olan ve anlam taşıyan imgeler söyleyebilir. (s. 108)

5. İmge
İmge, insanlık durumunun bir anahtarıdır.

Karşıtlıkların birliğini dile getirdiğinde imge düşüncemizin temeline saldırır.
Şiir olanı değil olabileceği söyler.

İmge hem diyalektiğe karşı bir şok ve bir meydan okumadır hem de düşüncenin yasalarına karşı bir saldırı.

Heidegger
…bulmak istediği varoluş yüksek bir taş duvara çarptı.
Heidegger, şiire döndü.
Heidegger’in gözünde Batı’nın tarihi bir hatalar ve yanlış yollara gidişin tarihi olarak görülebilir.
Kendimizden uzaklaştırdığımız dünyanın içinde yolumuzu kaybetmek.
Her şeye yeniden başlayabilir.
Karşıtlıkların birliği ilkesi, en eski Hindu yazılarında açıkça gösterilmiştir. (s. 113)

O sensin

Batı düşüncesinin Parmenides’le başladığı gibi bütün Doğu düşüncesinin tarihi de bu en eski sözle başlamıştır. (s. 114)

Öğrenme bilginin birikmesi değil, bedenle ruhun arasındaki uyumdur.
Meditasyon bize öğrenmiş olduğumuz her şeyi unutmak gerektiğinden başka hiçbir şey öğretmez.

Hegel

Önce, Hindular boşluk durumunu varlığa katılma anı olarak tanımlamışlardır. En yüksek düzeye, zihnin hiç hareket etmemesiyle ulaşılır.
Düşünmek, soluk almaktır.
Soluğun tutulması, düşüncenin dolaşımını durdurur.
Varlığın ortaya çıkabilmesi için bir boşluk oluşturmak… (s. 115)

Doğu geleneklerinde hakikat kişisel deneyimler sonucu elde edilebilir ve bir başkasına aktarılamaz.

Chuang Tzu
“Tao ifade edilemez”
“Bilen kişi konuşmaz. Konuşan kişi ise bilmez.”
B yüzden bilge sözsüz anlatır. (s. 116)

Soldaki bir sıfırla sağdaki bir sıfır aynı anlamı taşımaz; sayıların anlamları bulundukları yere göre değişir.

Anlam (…) bir dil özelliği değil aynı zamanda da gerçeğe bağlanıştır.

Şairin söylemeye çalıştığı şey o diyor ki değildir.
Şiirin anlamı şiirin kendisidir.
Sözcükler, asıl olan belirsizliklerini yeniden kazanmışlardır (şiirle).

Şiir dili aşar.
Şiir, dildir.

İmgenin asıl biçimi kavramsal olarak aktarılamaz, çünkü o kendisinin dışında hiçbir şey tarafından ifade edilemez. (s. 125)

İnsanın kendisi, doğduğu andan itibaren ikiye bölünmüş olan insan imgeye dönüştüğünde, bir başkası olduğunda kendisiyle barışır.

Şiir insanı kendisinin dışına çıkartır ve aynı anda asıl varlığına, kendi kendisine geri götürür.
İnsan kendisinin imgesidir (şiir bunu ona şerh eder).
Şiir varlığa giriştir.

---

Türkçeleştiren: Ömer Saruhanlıoğlu
Era Yayınları

Eylül 1995

Novalis - Poetika

Novalis - Poetika


Romantizm, aklı egemen saymayan, ona alternatif olarak duygu ve imgelemi ön plana çıkaran bir akımdır.
Doğa bu akım için bir aracı-mekândır.

Novalis, on bir kardeşten ikincisidir. Soylu bir ailedendir.
Geçirdiği ağır bir hastalıktan sonra (dizanteri) zihni açılır.
Büyüsel idealizmin kurucusudur.

1798-1798 yılları arasında doğa olaylarını konu alan felsefi-alegorik bir metin olan “Die Lehrlinge zu Sais”i yazar (Sais Çömezleri). Bir ustanın idaresi altındaki çırakların, Sais adlı mabette doğanın sırlarını çözme çabaları eserin konusunu oluşturur.

1798’de Julie von Charpentier ile nişanlanır.
1800’de Heinrich von Oftendingen adlı romanını yazar.
Bu eser, Goethe’nin Wilhelm Meister’ine karşı yazılmış bir romandır (nazire olarak). Romanın kahramanı Heinrich, bir rüyadan hareketle mavi çiçeğin peşine düşer. Mavi çiçek, romantiklerin hep peşinde oldukları ve asla ulaşamayacakları ideallerinin, sonsuzluk tutkularının sembolüdür.

“Hymnen an die Nacht” (Geceye İlahiler)
Şiirlerin ilk dördünün konusu, yalnızlık, ölüm özlemi, sevgiliyle öbür dünyada birleşme arzusu, sevgiliyle devam eden mistik birliktelikten duyulan avuntudur.
Beşinci ve alıncı şiirlerde Novalis’in geceye bağlılığını, Hıristiyanlıkla bağdaştırmaya çalıştığını görürüz.

Poetika
Bütüncül düşünce öncelikle eserin estetiğine hakim olmalı,

İnsani olan hiçbir şeyi azarlamamak gerekir.
Her şey iyidir, sadece her yerde değil,

Tarih, felsefe ve şiir
Birincisi temin eder, ikincisi düzenler ve açıklar; üçüncüsü ise yükseltir.

Toplumsal bütünlüğün en güzel biçimine ancak şiirle ulaşılır. (s. 14)

Filoloji / hece falı – filolog / hece falcısı

Nasıl devletin temeli yetenekse, toplumun temeli de şiirdir.
Din, şiirler yeteneğin bir karışımıdır.

İnsan yaşamı ve bizzat kendisini tanıması için, her zaman ek olarak roman yazmalıdır.

Yaşamı, kendisini yok eden bir hayalden başka bir şey olarak gören kimse, hâlâ yaşam içinde olan kimsedir. (s. 17)

Filozof şarkı, şair sözdür.
Filozofun farklılığı sonsun olanı birleştirir, şiirin çeşitliliği ise sonlu olanı bağlar.

Hakkıyla okunduğunda, içimizde kelimenin tam anlamıyla, gerçek, görülebilen bir dünya açılır.

İlk insan, ruh dünyasıyla ilişki kuran tek insandır.
Çocuklar ilk insanlardan başka nedir ki?

Lirik şiir kahramanlar içindir.
Epik şiir normal insanlar içindir.
Deha dramatiktir.
Erkek lirik, kadın epik, evlilik ise dramatiktir.

Epigram, eski Fransız edebiyatı ve eğitiminin merkez monadıdır.

Tinsel doluluğa erişmiş biri için her şey birdir.
Dünya inanmaya bağlıdır.
Bir şeyi nasıl algılarsam, benim için o öyledir.

Ölüm, yaşamımızın romantikleştirici ilkesidir.
Ölüm eksi, yaşam artıdır.

Filolojik Bilimler
Sadece filolog ciddi anlamda bilim adamıdır.

En yüksek temel bilim tam olarak belirli bir nesneyi değil – saf bir kelimeyi işleyendir.

Halkın kullandığı dil, doğal dildir.
Kitap dili ise sanat dilidir.

Sadece doğru isimlere sahip olunduğunda, fikirler onunla beraber gelir.

Yüksek sesler güçlü, alçak sesler güçsüz
Sert ve yumuşak sesler, şehvetli sesler…

Poetika
Kelimeler düşüncelerin akustik düzenlenişidir (şiir).

Dünyanın ritmi kaybedilirse, dünya da kaybedilir.
Her insanın kendi bireysel ritmi vardır.

İnsanoğlu kendisini hiç bitmeyecek, dolayımsız bir düşünceyle büyülemelidir.

Mektuplar, dinlenme bahaneleri olmalılar… (s. 58)

Sonunda her şeyin neden şiir olduğu son derece anlaşılır olmuştur. Sonuç olarak dünya da bir duygu değil mi?

İnsan şayet şarkı söyleyemiyorsa, konuşmakla yetinmelidir.

Güzellik genelde şiirin ideali, varmak istediği yer ve amacıdır.

İnsan beste yapar gibi yazı yazmalıdır.

İnsan tam olarak görmeyi, açıkça duymadığı ve tam anlamıyla o işin erbabı olmadığı hiçbir şeyi betimlememelidir.

Güzel bir şekilde yabancılaştırmak, bir nesneyi yabancı kılmak ve yine de aşina ve çekici kılmak, işte budur romantik şiir.

Sanat doğanın tamamlayıcı parçasıdır.

Sanat tamamlanmış bir doğadır.

Sanat Bilgisi
Bir sanat eseri bir ruh öğesidir.

---

Türkçeleştiren: Ahmet Sarı & Şahbender Çoraklı
Babil Yayınları

Erzurum, Aralık 2003