21 Mayıs 2020 Perşembe

Cumhuriyet Döneminde Şapka Devrimi ve Tepkiler


Kamuran Özdemir - Cumhuriyet Döneminde Şapka Devrimi ve Tepkiler
(Sayfanın içeriği tez metninin özetidir)

Türklerin İslamiyet’i kabulüyle, sarık dinsel nitelik kazanmıştır. Ancak zamanla fes sarığın yerini almıştır. Mustafa Kemal, şapka devrimini gerçekleştirdiği zaman şapkaya “gâvur işi” deyip karşı çıkılmıştır. Kadın giysisinde de İslamiyet’in kabulüyle örtünme olgusu günlük hayata girmiştir. Çağdaşlaşmanın etkisiyle kent kadını giyimi ile kırsal kadın giyimi arasında farklar belirmiştir. Halkın giysisinde birliktelik yoktur. Cumhuriyetin ilanıyla halkın kıyafetine düzen getirmek isteyen Cumhuriyet Hükümeti, yeni ulusa kimliğini kazandırmak için dış görünüşe el atmıştır.

Giriş
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, Günlük hayatı Batıya uydurma çabaları giyim kuşamda da kendisini gösterdi. II. Mahmut döneminde, setre pantolon, Frenk gömleği, boyun bağı giyilmeye başladı; erkekler saçlarını uzatıp, bıyıklarını kestiler.

Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren uygulamaya konulan devrimlerle Türkiye’nin çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırılması hedeflenmişti.

Çalışmanın birinci bölümünde; Türklerin tarih boyunca Cumhuriyetin ilanına kadar olan dönemde kullandıkları giysi ve başlığın evrimi kadın ve erkek giyiminde çeşitlilik ve değişiklik incelenmiştir.
…ikinci bölüm şapka devriminin yeri ve rolü sorgulandı
Üçüncü bölüm ise “bulgular ve yorumlar” kısmı olup şapka devrimine ve genel olarak yapılan değişimlere karşı ülkede meydana gelen tepkiler incelenmiştir. Tezin dördüncü bölümünü, şapka devriminin yurt dışındaki etkileri oluşturmuştur.

Birinci Bölüm
Cumhuriyet Öncesinde Türklerde Giyilen Başlıklar ve Giysiler
Eski Türklerde giyilen kalpak, Selçuklu ve Osmanlı Türklerinde yerini çeşitli renklerdeki serpuşlara (başlıklara) bıraktı. En çok kullanılan başlıklar; börk, kallavi, kafes, kalafat, selimi, düz baş, horasanî, serden geçti, keçe, üsküf, külah, takke, sarık ve festi. Başlıkta bir birlik olmamakla birlikte, toplum hayatında öyle önemli bir yer edinmişti ki, mezar taşlarına bile ölen kişinin kimliğini belli edecek biçimde başlıklar yapılmıştı.

Adını Fas’ın Fez kentinden alan, kırmızı çuhadan yapılmış saksı şeklinde ve arka tarafı siyah püsküllü olan bu başlığın kullanılması emriyle birlikte, Tunus Beylerbeyliği’nden elli bin adet fes sipariş edildi.

Türklerin İslamiyet’i kabulüyle birlikte örtünmeyle tanışan kadın giyimindeki bütün değerlendirmeler Nur suresi 30 ve 31. ayetleri ile Azhab suresi 59. ayetine göre yapıldı.

Yüzün yarısını kaplayan yaşmağa ise 17. yy.da rastlandı.

Dış giyimin çeşitlenmesinin ardından, örtünme ile ilgili ilk yasak 1725’te geldi. Bu yasaklarda Müslüman Osmanlı kadınlarının Hıristiyan kadınlara benzememek için “koyu renkli giysiler yerine renkli giysiler giyinmeleri” gerektiği şeklinde olduğu gibi bazen de “Müslüman kadına yakışan tek giysi” olduğu iddiasıyla “renkli giysiler yasaklanıp çarşaf giymeleri” istenmekteydi.

1754-1757 yıllarında padişahlık yapan III. Osman döneminde ise kadınların sokağa çıkmaları yasaklanmış, çıkmak zorunda kalanların ise yüzlerini siyah ve kalın peçe ile örtmeleri zorunlu olmuştu.

Kırım savaşı sırasında (1853-1856) İngiliz ve Fransız subay eşlerinin Batı modasını İstanbul’a taşımaları bu değişim sürecini hızlandırdı.

1872’de feraceler “zar” denilen çarşaflarla birlikte kullanıldı.
…çarşafın kadını tümüyle kapatması sakıncalı gören Saray, kadınların çarşaf giymesini yasakladı.

1890 senesinde Sultan II. Abdülhamit kadınların çarşaf giymelerinin yasaklanmasını emretti.

II. Meşrutiyetle beraber Genç Türklerde fesin yerine yeni, ancak şapka olmayan bir başlık koyma çabaları görüldü. 1908 İhtilalcilerinin büyük kısmının başında, Orta Asya’dan Türklerin getirdiği, fakat sonradan yalnız Hıristiyan reayanın kullandığı, 19. yüzyıl ortalarında onların da kafalarından attıkları kalpak vardı.

31 Mart Olayı bastırıldıktan sonra ordu için yeni bir nizamname hazırlanarak yeni bir başlık kabul edilmesi zorunluluğu belirdi. 18 Haziran 1909 tarihinde kara ordusu nizamnamesi hazırlanarak bütün askeri sınıflarda resmi başlık olarak haki renkli kalpak kabul edildi. Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar da subayların özellikle tören başlığı olarak kullanıldı.

1911 ’de Trablusgarp savaşına katılan subaylar Afrika güneşine dayanamayıp şapkalarını katlayarak kullanmaya başladılar. Bu şekilli başlıklar Balkan Savaşları sırasında “Enveriye başlık” olarak kullanılacak başlıklara dönüşecekti.

1913 yılına gelindiğinde dönemin Batıcılarından Kılıçzade Hakkı’nın İçtihat Dergisinde yayınladığı “Pek Uyanık Bir Uyku” adlı makalesinde, “Padişahtan ere kadar herkes yerli kumaş giyecek, asker siperliği olan başlık (şapka) giyecektir.” diyerek Batılı anlamda başlıkların askere giydirilmesi gerektiği fikrini savundu (s. 22).

Kurtuluş Savaşı ortamında hava tümüyle şapkanın aleyhineydi. Halk arasında kötülük yapan bir Hıristiyan “gâvur”, çok kötüsü ise “şapkalı gâvur”du.

II. Meşrutiyet'in ilanıyla kapalı giyim aleyhine yayınlar da artış görülerek, Paris modasını takip eden dergilerde elbise ve tuvalet reklâmları yapılır hale geldi.

Batıcıların en önemli liderlerinden olan Abdullah Cevdet, II. Meşrutiyet döneminde örtünmeye karşı savaşı ilk veren kişiydi.

Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, “kadın ve tesettür” sorununa klasik fıkıh açısından bakarak “tesettürün” kadının “iffetini” koruyan bir işleve sahip olduğu, örtünme ile kadının sosyal pozisyonu arasında bir bağ kurulamayacağı yönünde ki fikirlerini, “Örtünün şekli, şümulü yoktur” sözleriyle destekledi.

1912’de Yunanlıların işgalinden kaçıp İstanbul’a gelen göçmenlerle İstanbul ve birkaç büyük kentte İslâmi gelenekten oldukça uzak giyim-kuşam ve yaşama biçimleriyle Avrupa modası Avrupa mallarının tüketimi kadınların hayatına girdi.

1914’te Emniyet Müdürlüğünün mührünü taşıyan bir kararname ile Türk kadınlarının ince kumaşlardan yapılmış çarşaf ve yeldirme giymeleri yasaklandı. Kararnameye göre, çarşafın üst kısmı kolları örtecek uzunlukta, alt kısmı ise bacakları örtebilmesi için boyu ayak bileklerine kadar uzun olmalı, yeldirme altına giyilmiş elbisenin kesiminde de olmamalıydı. Örtü, başı tamamen kapatmalıydı. Yönetmelik de tanımı yapılan giysilere uymayan kılıkları değiştirmek içinde iki hafta zaman tanındı.
1915’de devlet dairelerinde iş saatlerinde çarşafın çıkarılmasına izin verildi (s. 30).

İkinci Bölüm
Şapka Devrimi
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temeli Milliyetçilik, Halkçılık ve Laiklik üzerine inşa edilmişti. Ankara’daki İngiliz Büyükelçisi Lindsay’ın 1925’te hükümetine gönderdiği raporda; “Çağdaşlaşmak genç Türkiye Cumhuriyetinin politikasının yüreğidir, ruhudur. Ulusçuluk ve laiklikte el ulaklarıdır ” cümleleri,
Türkiye’nin aldığı yeni şekli belirtiyordu. Yeni ülkeye yeni çehre kazandırmak ve
Atatürk’ün kafasındaki modele ulaşmak için takip edilmesi gereken yol Avrupa’yı örnek almaktan geçiyordu (s. 40).

Bakanlar Kurulu, 2 Eylül 1925’te tekke ve zaviyeleri kapatan, din adamlarının giyeceği kıyafet ile devlet memurlarının halkla aynı biçimde giyinmesini belirleyen üç kararname çıkardı.

Tekkeleri kapatan kararnamenin gerekçesinde, “memleketin her tarafında kendiliğinden ulema kıyafeti giyenlerin, bu durumu kendi çıkarlarına göre kullandıklarının görüldüğü” ifade edildi…

Şapka yavaş yavaş günlük hayata dahil olmaya başladığı için şapkanın kullanma kılavuzunun da belirlenmesi gerekliydi. Bunun için 5 Ağustos 1925 tarihinde yayınlanan bir genelge ile bütün devlet memurlarının şapkayı nasıl kullanacakları belli kurallara bağlandı. Memurların çalışma alanlarında ve bir üst makamda bulunan görevlinin yanına girerken başlarının açık olacağı belirtildi. Baş açık iken yapılacak resmi selamlaşma bir üst makamda bulunan kimseleri baş ile beraber vücudun üst kısmını hafifçe öne eğmek şeklinde olacaktı.
Şapka giyen birisi dışarıda karşılaştığı insanları, şapkasını sağ eli ile başından alarak selamlayacaktı. Alelade selamlarda şapkayı biraz kaldırmak, hatta elini şapkanın kenarına dokundurmak yeterliydi (s. 53).

Şapka kanunu çıkar çıkmaz köprünün iki başı ile anayol kavşaklarına yerleştirilen polisler fesleri ve feslileri toplamaya başladılar. İstanbul’da hamallar feslerini toplayarak Boğaza attılar. Kızılay da fes toplama kampanyasına girişerek topladığı fesleri yoksullara terlik yaptırdı (s. 60).

…peçe ve çarşafın yasaklanması hakkında herhangi bir resmi karar alınmadı. Kanunla yasaklamak yerine, teşvikle önlem alınması yolu izlendi

Trabzon İl Genel Meclisi, 11 Aralık 1926 tarihinde peçenin kaldırılması kararını oy birliği ile Valiliklere bildirdi.

Kadınların çarşaf ve peçe kullanmasının yasaklamak yolunda yasal düzenlemenin gündeme getirilmesi ancak Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP) 1935’teki kongresinde söz konusu oldu.

Cumhuriyet rejimi, İslâm inancının etkisiyle gelişen ve sosyal yaşamda kadın ve erkeği ayıran gelenekleri yıkmak istiyordu.

Yeni Türkiye Devleti’nin, yeni kadın modelini oluşturmak için sosyo-kültürel çalışmalar yol gösterici oldu. Batı toplumlarının eğlence öğesi olan balolar bu sosyo-kültürel çalışmalardan biriydi. Bunda öncülüğü milletvekili eşleri yaptı. Kadın ve erkeklerin toplu halde bir arada bulundukları eğlence, sosyal dayanışma, yardım gibi farklı amaçlarla düzenlenen balolar, yeni Türkiye Devleti’nde kültürel ve sosyal değişimi sağlamak amacıyla, adeta ideolojik bir araç olarak kullanıldı.

Kadının balolara katılma sürecini park ve plajlarda görünmesi izledi.

4 Eylül 1925’te İstanbul’da ise Türk kadınları ilk kez bir baloda güzellik yarışmasına katıldılar.

Gazetelerde her yılın moda danslarının nasıl yapılacağı yazılırken, bir yandan da dans kursları açılarak bu dans etme modası Türkiye’ye yayılmaya çalışıldı.

Yapılacak olan baloların ilanları gazetelerin ilk sayfalarında yer alıyor, hatta balo düzenlemek için komisyonlar kuruluyordu. Bu komisyonda milletvekilleri bile görev yapıyordu.

Güzellik Yarışması
Böyle bir yarışmaya katılmayı hem “milli bir mesele” hem de Batı standardına uygun ülke olmanın göstergesi olarak gören Cumhuriyet gazetesi, 1929 Şubatında “Bizim bu memleketlerden ne farkımız var. Bizim memlekette güzeller hiçte az olmadığı halde, aynı şeyi biz niçin yapmayalım?” diyerek, güzellik yarışması düzenleme işini üzerine aldı.

Cumhuriyet gazetesi açtığı yarışmaya 16’ dan 25 yaşına kadar her Türk kızını davet etti. Gazete, 4 Şubat 1929 tarihinden sonra hemen her gün baş sayfasının bir köşesini mutlaka güzellik yarışmasına ayırdı.

1 Eylül tarihine gelindiğinde, Feriha Tevfik birinci, Semine Hanım ikinci, Matmazel Araksi Çetinyan ise üçüncü oldu.
1929 tarihinde “milli bir mesele”, “milli bir görev” olarak başlayan güzellik yarışması, o tarihten sonra her yıl düzenlendi. 1932 Türkiye güzeli Keriman Halis, aynı yıl Belçika’da 28 ülkenin katılımı ile gerçekleşen yarışmada Dünya güzeli seçildi.

Yeni bir devlet kurulduğu zaman bu gayri Müslim halka dokunulmamış, “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir” ifadesiyle vatandaşlıkları belirtilmişti. Bu Müslüman olmayan toplulukların din görevlileri ve dinsel ibadetleri serbest bırakılmıştı.
Laiklik ve çağdaşlaşma yolunda adımlar atılmış olmasına rağmen, bu Müslüman olmayan din görevlilerinin giysisine dokunulmamıştı.
Millet Meclisine gönderilen bir layiha ile ruhani kıyafetlerle sokaklarda dolaşılmasının men edilmesi istendi (s. 85).

Kanuna göre mabetlerden dışarıda ruhani kıyafeti her dinden yalnız bir kişi taşıyabilecekti.

Üçüncü Bölüm
Tepkiler ve Alınan Önlemler
Türk Devrimleri içinde en fazla direnme, şapka devrimi üzerine oldu.

Şapka konusunda adı üzerinde en fazla tartışılan kişi, şapka devrimine karşı çıktığı ve halkı ayaklandırdığı düşüncesiyle Ankara İstiklal Mahkemesi kararı ile asılan İskilipli Atıf Hoca’dır.

İskilipli Atıf Hoca şapka kanununun çıkarılışından yaklaşık bir yıl önce, 1924 yılı Temmuzunda “Frenk Mukallitliği ve Şapka” adında 32 sayfalık bir kitapçık yayınladı.
Atıf Hoca’ya göre, şapka Tanrı tanımayan, dinsizlerin sembolü olduğu için yalnızca Müslüman olmayan Yahudiler ve Mecusiler giymeliydiler.

Süleyman Nazif, “hiçbir kazmanın İslâm dinine, bu risaleyi yazan kalemden daha derin bir mezar kazamayacağını” işaret ettikten sonra, Atıf Hoca’nın, “dinimize feslerimizin sarığı ve püskülü ile de bağlıyız.” düşüncesini ele alarak eleştiri konusu yaptı. Süleyman Nazif’e göre, ilerlemenin önündeki en önemli engeli, fesi ve sarığı dinin sembolü olarak görenler oluşturuyordu.

Şapkayı giymek istemeyen bir gurup “Eski Türk” ise çareyi ülkeyi terk etmekte buldu. Cumhuriyete ve şapka kanununa karşı olanlar, devrimler sırasında Balıkesir, Kastamonu, Bursa, Konya, Samsun gibi illerden Suriye’ye ve Fransız denetiminde olan Hatay’a göç ettiler (s. 94).

İstanbul’da ise Türklerden kimsenin şapka aleyhine direnmediği, şapka giymemekte direnenlerin genelde Ermeni ve Yahudiler olduğu anlaşıldı.

Şapkaya karşı ilk olay 14 Kasım’da Sivas’ta Hükümete hakaret dolu beyannamelerin duvarlara yapıştırılmasıyla meydana geldi.

22 Kasım’da Kayseri’de, dini politikaya alet eden ve I. Dünya savaşında şüpheli çalışmaları olan, Şafi mezhebine ve Nakşibendî tarikatına mensup Mekkeli Ahmet Hamdi ve dört arkadaşının halkı sarık sarmaya kışkırtmalarıyla bir ayaklanma meydana geldi.

“Şapka İktisası Hakkında Kanun”un TBMM’den çıktığı gün Erzurum’da, halkın bir kısmı çarşıyı kapatıp, şapka giyilmesine, tekkelerin kapatılmasına karşı Vali’nin evi önünde; “Biz gâvur memur istemeyiz” diye bağırarak yaptıkları gösteri ile Erzurum’da ilk olaylar patlak verdi.

Rize'de de şapka inkılâbı ve diğer devrimlere karşı cami imamı Şaban ve Muhtar Yakup Ağa’nın girişimiyle “Dinsizliğe doğru gidiyoruz. Hükümeti bu dinsizlikten men etmek gerekir” iddiasıyla bir eylem gerçekleşti. / Cumhuriyet, (14 Aralık 1925), s.2.

Erzurum’da 24 Kasım 1925 tarihinde Hükümet’in kararı ve TBMM’nin onayı ile bir aylık sıkıyönetim ilan edildi.

İstiklal Mahkemesi daha şapka kanunu çıkmadan önce şapka giymek istemeyen muhalifleri yargılamaya başladı. 25 Ağustos 1925’te Burhaniye’nin Derelikebir Köyü’nden Firuzoğlu Bahri adındaki zat serpuşlar aleyhine ve hilafet lehine beyanat verdiği için yargılandı. Mahkemede şahitlerin ifadesi sabit olmakla beraber, bu sözleri sarhoşlukla söylenmiş olduğu anlaşıldığından serbest bırakıldı.
…bir başka yargılama da 4-15 Eylül tarihlerinde oldu. Abdülnafi Bey adındaki bir kişi, şapka giymek istemediğini belirtmesine rağmen, savcının kendisini saf ve cahil bir kimse olduğunu ve suçunun bunun sonucu doğduğunu belirtmesi üzerine beraatına karar verildi (s. 117).

İstiklal Mahkemesi, Şapka kanunu ile ilgili ilk yargılamasını 25 Kasım 1925 tarihinde yaptı.
Şafi mezhebine ve Nakşibendî tarikatına mensup olan Mekkeli Ahmet Hamdi ve dört arkadaşı hakkında görülen davadan idam kararı çıktı.

25 Kasım Çarşamba günü Sivas’a gelen İstiklal Mahkemesi, bütün Sivas muhtarlarını yargıladı.
İmamzade Mehmet Necati’nin ceza kanununun elli beşinci maddesine göre idamına karar verildi.

Mahkeme 6 Aralık Pazar akşamı Erzurum’a geldi ve hemen Erzurum olayı ile ilgili araştırmalara başladı.
Erzurumlu Hafız tutuklanarak Ankara’ya yollandı. Yapılan soruşturmalar sonucunda İstiklal Mahkemesi, bu ayaklanmayı çıkartanların ve katılanların hemen hepsinin üzerinde Erzurum’un muhalif mebusların etkisi olduğu konusunda Hükümeti uyardı.

Olayın hazırlayıcısı Şeyh Hacı Osman’ın Merzifon’a ve oradan İstanbul’a dönüşünde ise Samsun ve Giresun’a uğradığına dikkat çeken Mahkeme, O’nun Merzifon’a uğraması ve hayatında hiç gitmemiş olduğu İstanbul’a gitmesi ve dönüşünden on gün sonra ayaklanmanın çıkmış olmasını şüpheli buldu ve araştırmayı bu noktadan sürdürmeye karar verdi.

Erzurum’da görevini tamamlayıp Rize ayaklanmasını soruşturmak üzere bu şehre gelen İstiklal Mahkemesi, 11 Aralık’ta çalışmalarına başladı. 12-13 Aralık’ta yapılan 143 kişinin yargılaması sonucunda 8’i idama, 14’ü on beşer, 22’si onar, 19’u beşer sene hapse mahkûm edilirken, 80’inin de beraatına karar verildi.

Rize’den Giresun’a gelen Mahkeme heyeti, 16 Aralık’ta Hükümet’e karşı halkı ayaklanmaya kışkırtmak isteyen 60 tutukluyu yargıladı.

İstanbul’da tutuklananlar arasında; Mısır gazeteleri muhabiri ve bazı Türkçe gazetelerin İngilizce mütercimi Ömer Rıza, Mahfel mecmuası sahibi Tahir’ül Mevlevi, Evkaf Müsteşar sabıkı Şevki ve Nuri Bey’ler de vardı.

Ankara’ya gelen İstiklal Mahkemesi, 31 Aralık’tan itibaren görevine başladı.
18 Ocak’taki duruşmada Kararını veren Mahkeme, Molla İbrahim, Muhtar ve Bayraktar Hamdi, Müezzin Hafız Mehmet, İnşallah Maşallah lakaplı Ali ve Pekmezci Hüseyin’in birinci derecede suçlu oldukları için idamlarına karar verdi.

3 Şubat 1926’da Atıf Hoca ve Ali Rıza’nın idamlarına karar verildi.

Bu olaylarda ağır cezalara mahkûm edilenler, şapka giymedikleri için değil, şapkayı bahane ederek gerici ayaklanma çıkardıkları, halkı kışkırtmak suretiyle dini politikaya alet edip vatana ihanet ettikleri için mahkûm ediliyor, olayların nedeni olarak da kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası gösteriliyordu.

Dördüncü Bölüm
Şapka Devriminin Türkiye Dışındaki Yansımaları
Kıbrıs’ta 1878’den beri yönetimi elinde bulunduran İngiltere, Atatürk devrimlerinin ada Türklerini etkilemesine karşıydı. Mustafa Kemal’in 1925 yılı Ağustos ayında Kastamonu'ya şapka ile gitmesinin Kıbrıs’ta duyulmasının ardından, İngiliz Hükümeti resmi kuruluşlara gönderdiği genelge ile hiçbir kimsenin şapka giymeyeceğini duyurarak, ağır tehditlerde bulundu.
Rauf Denktaş’ın babası hâkim Raif Bey’in görevine şapka ile gitmesi, İngiliz aleyhtarı olarak adlandırılmasına ve sömürge valisi tarafından sürgün edilmesine sebep oldu.

Erkeklerin fesi çıkarıp şapka giymelerinden sonra giyim kuşamda da Türkiye’yi takip ettikleri, Kıbrıs Türk kadınlarının gönüllü olarak -özellikle de şehirdeki kadınların-çarşafı çıkardıkları, şalvarın yerini ise kırsalda bile pantolonun aldığı görüldü.

Türk Kurtuluş Savaşı, Mustafa Kemal Atatürk’ün kişiliği, eğitim, kültür ve diğer alanlarda yapılan köklü değişiklikler ve elde edilen başarılar, Bulgar aydınları ve Bulgar halkı tarafından olumlu karşılanmakla beraber, kendi ülkelerindeki Türkleri, Cumhuriyet Türkiye’sinin reformlarından uzak tutmak için çalıştılar.

…bazı giysilerin ibadethaneler dışında giyilmesini yasaklayan kanunun çıkması, Yunanistan’ın hoşuna gitmedi ve tepkilerine neden oldu. “Eksik olsun böyle dostluk” diyerek, Türk milletinin dostluğunu papazların cübbesine tercih ettiler.

29 Ekim 1932 akşamı, Türkiye Cumhuriyetinin dokuzuncu yıldönümü dolayısıyla, Ankara Palas’ta Atatürk’ün verdiği resmi akşam yemeğine ve yemeği izleyen baloya Ankara’daki Mısır Elçisi Hamza Bey’in fesle katılması, Türkiye ile Mısır arasında bir “fes” olayının ortaya çıkmasına neden oldu
“Fes Olayı” Türkiye ile Mısır arasında diplomatik krize neden oldu.
“Fes Mısır’ın ‘ulusal başlığı’ sayılıyordu. Mısır Elçileri bunu giymek zorundaydılar. Bundan böyle Türkiye’de Mısır Elçisinin fesine dokunulmayacaktı. Türkiye Hükümeti bu konuda Mısır Hükümetine güvence vermeliydi.”

Şah Rıza’nın bütün çabalarına rağmen, şapka kullanmak İran’da yaygın hale gelemediği gibi, bazen geriye dönüşlerde yaş andı. Ancak yine de halkı “şapka giymenin dini açıdan suç olmadığı” konusunda ikna etmeye çalışan Şah Rıza’nın 1941’de tahttan indirilmesinden sonra, İslam’a aykırı olduğu gerekçesiyle şapka kaldırıldı.

Suriye, var olan Hatay sorunu sebebiyle de Türkiye’nin uyguladığı devrimleri örnek almak istemeyerek; fes, çarşaf ve peçeye daha sıkı sarıldı.

Sonuç
Türklerin İslamiyet’i kabulü ve yerleşik hayata geçmeleriyle birlikte giyim şekilleri de değişmeye başladı.
Osmanlı İmparatorluğunun ilk yıllarında Orta Asya gelenekleriyle İslamın getirdikleri yan yana yaşadı.
Üç kıtaya yayılan Osmanlı İmparatorluğu sürekli büyüme içindeyken Avrupa’da meydana gelen yenilikleri takip edemedi.
II. Mahmut yayınladığı nizamname ile önce askerlerine ve memurlara fesi giydirip, sonra halka yaymak istedi.
Tanzimat Fermanının ilanıyla İmparatorluk içinde yaşayan her milletin eşit sayılması sonucu Gayri Müslim kesimde fesi giymeye başladı.

Çarşafın yerini II. Meşrutiyet döneminde mantolar almaya başladı, etekler daraltıldı.
Giyim kuşam da meydana gelen değişiklikler sonucunda kadınlar için salon ve moda dergileri yayınlanarak, Avrupa’dan moda dergileri getirildi.
Cumhuriyet Türkiye’sinde erkeklerin şapka giymeleri için özel bir yasa çıkarılırken, kadın giyim kuşamında böylesi bir yasal düzenlemeye gidilmedi.
Kadını erkekle birlikte sosyal hayatın içine çekmek, beraber yan yana olmalarını sağlamak için balolar düzenlendi.

Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir, 2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder