9 Mayıs 2020 Cumartesi

Basına göre şapka ve kılık kıyafet inkılabı


Burcu Özcan - Basına Göre Şapka ve Kılık Kıyafet İnkılabı
(özet gibidir)

Konuyla ilgili olarak; Cumhuriyet, Hâkimiyet-i Milliye ve İkdam gazetelerinin 1924, 1925, 1926 ve yine Cumhuriyet, Ulus, Akşam, Son Posta ve Yeni Asır gazetelerinin 1934, 1935 yıllarına ait sayıları incelenmiştir.

Giyim kuşam, insanoğlunun ortaya çıkışından itibaren önce korunma ihtiyacı ve güdüsüyle ortaya çıkmış ancak zamanla insanlığın kültürel, sosyolojik, ekonomik ve teknolojik gelişim süreci boyunca önemli fonksiyonlar kazanmış bir olgu ve ihtiyaç biçimidir.
…giyim kuşam, bir toplumun içinde yaşadığı coğrafi ve iklimsel koşulların, sahip olduğu değer yargılarının, kültürel ve ekonomik özelliklerinin, gelenek ve göreneklerinin en önemli ve doğal göstergelerinden biridir.

Osmanlı Devleti dönemi boyunca kılık kıyafeti, kişinin dinini, mesleğini, sahip olduğu statü ve hatta ait olduğu sosyal grubu gösteren bir araç haline gelmiştir.

Giriş
İnsan, en eski çağlardan bu yana kendisinin diğerlerinden üstün olduğunu göstermek açısından (bundan başka belli bir kimliği sembolize etmek için de kıyafet sembolizmi kullanılır; gelinlerin giyimi, din elemanlarının giyimi, savaşçı kıyafetleri gibi) dış görünüşünü farkını bildirir şekilde bir sosyal etiket olarak kullanmıştır.

Giyimi belirleyen etkenler: doğal ve sosyal olmak üzere iki yapı dikkat çeker. İnsanlar yaşadıkları coğrafi ve iklimsel koşullar altındaki en uygun malzemeyi kullanır.
…inanç sistemlerinin dine mensup kişilerin ne tarzda giyinmesi lazım geldiği ile ilgili güçlü bir yönlendirici etken olması açısından önemlidir.

Her mesleğin yapılan işe göre kullanılan, o işin zor şartlarına karşı dayanıklı olması gereken ve işi yaparken kolaylık sağlayan kıyafetleri vardır.

Asya’dan Karadeniz’in kuzeyine ve Balkanlara, oradan da Orta Avrupa’ya yayılan Türk göçleri ile birlikte bu giyim kültürünün nüfuz alanı genişlemiş ve aynı zamanda karşılaşılan kavimlerle yapılan karşılıklı kültür ve gelenek-görenek alışverişi sonucu zenginleşmiştir.

Pantolon ilk kez Türkler tarafından giyilmiştir.

İslamiyetin kabulünden önce Türkler çok çeşitli başlıklar kullanmışlardır. Bunların en yaygın olarak giyilenlerinden biri börktür. Börk, tepesi düz bir çeşit külahtı ve genellikle keçe ve çuhadan yapılırdı, kenarlı (sırmalı) olabilirdi (s. 4).
…askeri başlık olarak “tulga-miğfer” kullanılmıştır.
Kadınlar ise başlık olarak sivri bir külah şeklindeki “boğtak” ve Çağatayca kotos sözcüğünden türeyen “hotoz” kullanmışlardır. Hotoz başa konulduktan sonra düşmemesi için çene altından bağlanırdı.

Giyim kuşamın ana malzemesi deri iken yerleşik hayata geçilmesi ile birlikte bunun yerini muhtelif dokumalar almış, kent ve kırsal kesim giyimleri arasında değişiklikler meydana gelmiştir.

Birinci Bölüm
Osmanlı Devleti Döneminde Başlık ve Kılık Kıyafet
Osmanlı Devleti’nde giyimde statüyü temsil eden unsur öncelikle başlıktı.
Orhan Gazi zamanında başlamıştır. Orhan Bey, kardeşi Alaeddin Bey’in tavsiyesine uyarak 1329 yılında tüm askerlere rütbesine göre kırmızı veya beyaz börkler giydirmiştir.
Orhan Bey zamanında, sarık tören başlığı, börk ise askeri başlıktı (s. 8).

Horasan Türklerinin sardığı sarık şekli olduğu için genellikle “horasani” diye anılan kavuk, I. Osman’dan Fatih Sultan Mehmet’e kadar çok az farkla ilk Osmanlı hükümdarlarının ve devlet ileri gelenlerinin resmi kavuğu olmuştur.

…halk ise genellikle takke veya bezden sarıklar giyerdi.
Rütbesi ve mevkii olmayan kimseler sivil kıyafetle birlikte kısa burma sarıklı kavuklar giyerlerdi.
…genellikle yeşil kavuk giyilirdi.

II. Mahmut’un fesi kabul ediş tarihine kadar Müslüman halk pek çok çeşit sarık ve kavuklar giymiştir. II. Mahmut’un önce yeni kurduğu düzenli orduya, ardında da devlet memurlarına fes giydirmesi üzerine, önceleri her ne kadar tepkiyle karşılansa da fes kısa sürede Osmanlılığın simgesi haline gelmiş ve hem müslüman hem de gayrimüslim halk tarafından benimsenmiştir.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna Hersek’i ilhak etmesi üzerine Avusturya’dan ithal edilen fese karşı Osmanlı milliyetçiliğinin bir simgesi olarak kalpak rağbet görmüş (…) Balkan Harbi’nde ise bütün subaylar Enver Paşa’nın icat ettiği “Enveriye” giymişlerdir. Enveriye Birinci Dünya Savaşı’nda da “kabalak” adıyla resmi başlık olarak kabul edilmiştir (s. 10).

Osmanlı Devleti’nde farklı zamanlarda çıkarılan birçok ferman ve kanunlarla Müslüman olmayan halkın giyim kuşamı ile ilgili kayıt ve şartlar konmuştur.
III. Selim döneminde Müslümanların kavuklarının ve pabuçlarının sarı, Ermenilerinkinin kırmızı, Rumlarınkinin siyah, Yahudilerinkinin ise mavi renkte olması kararlaştırılmıştır.

Osmanlı Türkleri, şapkayı ilk kez ya Avrupa seyahatleri sırasında ya da İstanbul’daki gayrimüslimlerin başında görmüşlerdir.
Falih Rıfkı Atay Çankaya adlı eserinde Müslümanların, hristiyanın iyisine “makul kefere”, kötüsüne “gâvur”, beterine ise “şapkalı gâvur” dediğini yazar (s. 11).

Osmanlı Devleti’nde Erkek Giyimi
Şalvar, gömlek ve üst giysisi olarak kullanılan entari, kaftan ve hırkalar Osmanlı erkek giyimini oluşturan temel parçalardı. Bu giysiler çoğunlukla Hint kumaşlarından yapılırdı ve kumaşların kalite ve fiyat bakımından birçok çeşitleri vardı (s. 13).

Kaftan, entari gibi uzun, önden açık, kollu bir üst giysisidir. Genellikle kemha kumaştan yapılır ve törenlerde giyilirdi.
Padişahın, ailesinin ve saray çalışanlarının kıyafetleri yine saray bünyesindeki atölyelerde dokunur, bu atölyeler yeterli olmadığı zaman ise İstanbul ve Bursa’daki diğer atölyelere sipariş verilirdi. Fatih Sultan Mehmet’ten itibaren ölen sultanların giysileri saklanmış ve böylece Osmanlı giyiminin en güzel örneklerinden olan birçok kaftan günümüze kadar ulaşabilmiştir.

Entariler, kaftana göre daha hafif, ince ve sade kumaşlardan yapılan giysilerdi. Etek boyu ayak bileklerine kadardı ve önü açıktı.
Erkekler bellerine içine mendil, para, silah vs. koydukları bir kuşak bağlarlardı. Halktan olan erkekler yalnız şalvar, gömlek ve kuşak bağlayarak başlarına yumuşak bir takke ve üzerine ince bezden bir sarık sararlardı (s. 14).

Fatih Sultan Mehmet devrinden sonra kürk erkekler tarafından yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır.

II. Mahmut’un 1826 yılında yeniçeriliği kaldırması ve yeni bir ordu kurmasından sonra, önce bu ordunun modern tarzda kıyafetler giymesi sağlanmış ardından çıkarılan bir kanunla devlet memurlarının da ceket ve pantolon giymesi kararlaştırılmıştır. Şehirli halk da kısa zamanda başlarından sarığı atıp fes takmaya, şalvar ve çakşır yerine ise pantolon ve uzun bir ceket türü olan setre giymeye başlamışlardır.

Osmanlı Devleti’ndeki kılık kıyafet ayrımı özellikle farklı dinden, mezhepten, meslekten olanları ayırması bakımından önemlidir.

Kadın Giyimi
Osmanlı kadını yüzyıllar boyunca sokak giysisi olarak ferace, yaşmak, çarşaf ve peçeyi kullanmıştır. Ferace, önden açık, bedeni ve kolları bol, eteği yere kadar uzun, yakasının kesimi genellikle yuvarlak veya V yakalı olan sokağa çıkarken giyilen bir üst giysisi idi.

Ferace, XVI. Yüzyılda Osmanlı kadının sokak giysisi haline gelmiş, yüzün yarısını kapayan yaşmak ise XVII. yüzyılda kullanılmaya başlanmıştır.
Kadınların giyiminde sosyal ve ekonomik statülerini ifade eden en önemli unsur elbisenin süslenmesine verilen önemdi. Kürk ve mücevher Osmanlı kadın giyiminin en önemli süsleme unsurlarıydı.

Lale Devri’nde Feracelerin yakası genişlemiş, yaşmakların kumaşı şeffaflaşmış ve yaşmaklar daha gevşek bağlanmıştır.
…çarşaf ilk kez II. Abdülhamit zamanında, 1892’de kullanılmaya başlanmıştır (s. 18).

Meşrutiyetin ilanı ile birlikte kadın modası ve giyimi de baskıdan kurtulunca, Avrupa modasına bağlı olarak etekler daralmış, bu dar elbiselerin üstüne çarşaf yerine elbisenin kumaşından pelerinler giyilmeye başlanmıştır.

II. Mahmut’un fesi kabul ediş tarihine kadar Osmanlı Devleti’nde bütün Müslümanlar sarık ve kavuk kullanmakla beraber devrin tarzına ve kişinin sosyal statüsüne göre bunların pek çok çeşidi vardı. Basit sarığı giymek herkesin hakkı ise de vatandaş istediği başlığı giyemezdi.
Osmanlı Rumlarının giydiği başlık festen daha küçük tarbuşlar, Yahudilerinki siyah kumaştan küçük bir sarık, Ermenilerinki ise yukarı kısmı hafif şişik büyükçe kalpaklardı (s. 22).

Reşat Ekrem Koçu’nun aktardığına göre fes, Kuzey Afrika’nın batısında Fas’ın Fes şehrinde icat edilmiş bir baş giysisidir, bütün Osmanlı topraklarında ve diğer bazı Müslüman memleketlerinde yayılmış ve giyilmiştir.
Fes ithal edilen Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna-Hersek’i ilhak etmesi üzerine bu ülkeye karşı boykot uygulanmış ve fes yerine Türklerin Orta Asya’dan getirdikleri ancak zamanla unuttukları ve Müslüman olmayan tebaa tarafından rağbet gören kalpak güncellik kazanmıştır.
Daha önce 1842’de Sadrazam İzzet Mehmet Paşa yayımlattığı bir fermanla Müslüman olmayanların özellikle de Ermenilerin kalpak giymelerini zorunlu kılmıştı.
Kalpak bir süre sonra da Kurtuluş Savaşı’nın, Milli Mücadelenin ve Kuva-yı Milliye’nin simgesi haline gelmiştir.

İkinci Bölüm
Şapka İnkılâbı
1923’e kadar Türk entelektüelleri, daha önceki batılılaşma çabalarına rağmen genel olarak Osmanlı kültür ve siyaset mirasının dışına çıkamamışlardı.

1908 yılında Trablus’a gönderildiğinde vapurun Sicilya’ya uğraması üzerine açık araba ile kısa bir gezintiye çıkan Mustafa Kemal, başındaki fesle alay eden Sicilyalı çocuklarla karşılaşmış, Türk kafasının neden böyle yabani bir başlığa esir olduğuna kızmıştı.

1919 yılında Erzurum Kongresi’nin bittiği 7–8 Temmuz gecesi sabaha karşı, Mustafa Kemal Paşa yanında bulunan Mazhar Müfit Kansu’ya şapka ile ilgili düşüncelerini açmıştır.
"Zaferden sonra şekl-i hükümet cumhuriyet olacaktır. (…) Tesettür kalkacaktır. (…) Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir. (…) Latin hurufu kabul edilecek.”

1923 yılı Nisan ayında: “Şapkayı önce Bahriyelilere giydiririz, onlar halka seyrek göründüklerinden göze batmazlar; sonra ordu giyer, bu askerlik işi olduğu için kimse karışamaz. Onları göre göre münevverler de alışmaya başlar.”

4 Mart 1925’de yürürlüğe konulan Takrir-i Sükûn kanunu İnkılâpların uygulanmasını kolaylaştırmıştır.
1 Temmuz 1925’de Diyanet işleri Reisi Rıfat Efendi gazetelere verdiği beyanatta İslamiyetin özel bir kılığı olmadığını ve her ferdin istediği elbise ve başlığı giyebileceğini ifade ediyordu.
Birkaç gün sonra Adliye Vekili Mahmut Esat (Bozkurt) Bey: “…Herkes giyeceğinde serbesttir. Hiç kimsenin kıyafet işlerine müdahaleye hakkı yoktur. Türk Cumhuriyeti kanunlarında serpuş, kıyafet meselesiyle alakadar hiçbir madde yoktur.”
12 Temmuz’da Hâkimiyet-i Milliye: “Türkleri medeniyete yaklaştıran her hareketi bir din münakaşası ile men etmeye çalışan bir sınıf ve zihniyet hala mevcuttu ancak, bu sınıf artık memleket işlerine hâkim olmak hak ve imkânından mahrumdu.” / s. 32

Ağustos’tan itibaren de Adliyede ve mahkemelerde hâkimler, zabıt kâtipleri ve mübaşirler yeni kıyafetlerini ve şapkalarını giymeye başlamışlardır (s. 33).

1895 yılında Kılıçzade Hakkı Bey, “Akvemü’s Siyer Münasebetiyle Yusuf Suad Efendi’ye Tahsisen Softa Efendilere Tamimen Son Cevap” adlı risalesinde şapka giymenin İslamiyet açısından bir sakıncası olmadığını savunmuştur.

Abdullah Cevdet, dergisi İctihad’da 1924 yılında yayımladığı “Fes-Şapka” adlı makalesinde, İstanbul’da şapka ile gezdiği için zabıta tarafından tutuklanan Hayrettin Bey’in gazetelere yansıyan haberinden bahsederken şapkadan önce kafaların değişmesi gerektiğini, bu tutuklamanın vatandaşın özgürlüğüne tecavüz demek olduğunu ifade ediyor (s. 34).

Şapka kanunundan önce İskilipli Atıf’ın Temmuz 1924’te kaleme aldığı “Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı 32 sayfalık risalede “taklit”in ne olduğunu tanımladıktan sonra “Resulü Zişan efendimizden başka bir kimseyi taklit caiz değildir” hükmünü veriyordu. Devamında şapkayı küfür alameti ve gayrimüslimlerin en meşhur işareti olarak tarif edip giymenin şer’an yasak olduğunu ifade ediyor, “Bizden başkasına benzeyen bizden değildir” hadisinin etrafında Müslümanların gayrimüslimler gibi giyinmelerinin yasaklandığını söylüyordu.

Atıf Hoca’nın bu risalesinden sonra, Süleyman Nazif Son Telgraf gazetesinde Atıf Hoca’ya cevap niteliğinde yazılar kaleme almıştır.
Süleyman Nazif daha sonra “İmana Tasallut Şapka Meselesi” adı altında bir kitapçık haline getirdiği yazılarında İskilipli Atıf’ın kendi kıyafetindeki hocalardan başka her müslümanı kâfir olmakla itham ettiğini belirtir (s. 35).

Mustafa Kemal Paşa halkın alkış ve tezahüratları arasında gri renkte sade bir takım elbise ve başında panama şapkasıyla 23 Ağustos akşamı Kastamonu’ya vardı.

Kastamonu Belediye salonundaki kabul töreninde çiftçilerle ve öğretmenlerle sohbet ettikten sonra bir terzi istemiş ve kendi elbisesini işaret ederek: “Şalvarlı elbiseler mi daha ucuz yoksa beynelmilel son kıyafet mi ucuzdur?” diye sormuş, terzi de “Son kıyafet hem beynelmilel hem ucuzdur” cevabını verince “O halde beynelmilel elbisenin kumaşından elbise ile birlikte bir de serpuş yaparsınız” demiştir. Başka bir esnafa da “Fesini göster bakalım” demiş, esnafın fesinin altından üzeri abani sarık bir takke çıkınca “Bunların hepsinin parası yabancıya gidiyor. Bunları söylemekten amacım şudur” diyerek devam etmiştir: “Biz her bakımdan uygar olmalıyız. Çok acılar gördük, bunun nedeni dünyanın durumunu anlayamamamızdır. Fikrimiz, düşünüşümüz baştan ayağı uygar olacaktır. Şunun bunun sözüne önem vermeyiniz, medeni olacağız ve bununla iftihar edeceğiz. Bütün Türk ve İslam âlemine bakınız; düşünüşlerini, fikirlerini uygarlığın buyurduğu değişiklik ve yükselmeye uyduramadıklarından ne büyük yıkım ve acı içindedirler. Bizim de şimdiye kadar geri kalmamız ve en sonunda felaket çamuruna batışımız bundandır. Beş altı yıl içinde kendimizi kurtarmışsak düşüncelerimizdeki değişikliktendir. Artık duramayız. Ne olursa olsun ileri gideceğiz, çünkü zorunluyuz. Millet açıkça bilmelidir, uygarlık öyle bir ateştir ki, ona kayıtsız kalanları yok eder. İçinde bulunduğumuz uygarlık ailesinde layık olduğumuz yeri bulacak ve onu koruyacak, yeniden canlandıracağız. Refah ve insanlık bundadır.” / s. 40-41

Mustafa Kemal Paşa, 25 Ağustos’ta İnebolu’ya geçti. 27 Ağustos Perşembe günü Şapka nutku olarak bilinen tarihi konuşmasını yapmıştır.
“…Medeni ve beynelmilel kıyafet bizim için çok cevherli, milletimiz için layık bir kıyafettir. Onu iktisa edeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve bittabi bunların mütemmimi olmak üzere başta siperi şemsli serpuş, bunu çok açık söylemek isterim: Bu Serpuşun İsmine Şapka Denir. Redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frak gibi… İşte şapkamız. Buna caiz değil diyenler vardır. Onlara diyeyim ki çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz. Ve onlara sormak isterim: Yunan serpuşu olan fesi giymek caiz olur da şapkayı giymek neden olmaz ve yine onlara, bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının kisve-i mahsusası olan cübbeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler? (…) Arkadaşlar, sureti mahsusada telaffuz ediyorum. Korkmayınız, bu gidiş zaruridir. Bu zaruret bizi yüksek ve mühim bir neticeye isal ediyor. İsterseniz bildireyim ki bu kadar yüksek ve mühim bir neticeye vusul için lazım gelirse, bazı kurbanlar da verelim. Bunun ehemmiyeti yoktur. Mühim olarak şunu ihtar ederim ki, bu halin muhafazasında taannüt ve taassup, hepimizi her an kurbanlık koyun olmak istidadından kurtaramaz. Hanım ve Bey arkadaşlarım; Size malumunuz olan bir hakikati kısa bir cümle ile tekrar arz edeceğim; beni mazur görünüz. Medeniyetin coşkun seli karşısında mukavemet beyhudedir. O gafil ve itaatsizler hakkında çok bîamandır. Dağları delen, semalarda pervaz eden, göze görünmeyen serattan yıldızlara kadar her şeyi gören, tenvir eden, tetkik eden medeniyetin muvacehe-i kudret ve ulviyetinde kurunu vustai zihniyetlerle, iptidai hurafelerle yürümeğe çalışan milletler mahvolmaya veya hiç olmazsa esir ve zelil olmağa mahkûmdurlar (s. 43-44).

Mustafa Kemal 30 Ağustos Pazar günü Kastamonu’ya dönerek tarihi bir nutuk daha vermiştir.
“Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz”

Gazetelerde Atatürk’ün bu konuşmalarının alelade merasim nutukları olmadığı, gelişigüzel söylenmediği, bu sözlerden büyük bir sosyal ve siyasal devlet programının çıkarılabileceği belirtilmiştir.

2 Eylül 1925 tarihinde, 2431 sayılı kararname ile memurların şapka giymeleri ve din işleriyle görevli olmayanların dini kıyafet ve işaretle dolaşmalarının yasaklanması hükümet kararına bağlanmıştır (s. 47).

25 Kasım 1925 şapka giyilmesine dair kanunun kabulüne kadar Cumhuriyet, İkdam ve Hâkimiyet-i Milliye gazetelerinde halkın şapkayı benimseyerek kullanmaya başladığı ve sarık ve fes giyenlerin sayısının hızla azaldığına dair haberler yer almıştır.

Hükümet aldığı önlemlerle şapka üzerinden haksız kazanç elde etmek isteyenleri de engellemeye çalışmıştır.
Yerli esnaf şapka imal etmesi için teşvik edilmiş

O yıllarda dünyanın en yaşlı adamı olarak kamuoyunun yakından tanıdığı Bitlisli Zaro Ağa’nın “Millet beğenmiş giymiş, ben de milletten değil miyim, ben de giyerim. Doğrusu çok güzel, hem de rahatmış. Sonra paşamız da emrediyor.  Niye giymeyelim?” sözleri ve şapkalı resimlerini kullanarak, basın, şapka kullanımını popüler bir kimlikten yararlanarak özendirmeye çalışmıştır (Cumhuriyet, 9 Eylül 1925). / s. 53-54

Mustafa Kemal’in yurt gezilerinde şapkasını başından eksik etmemesi ve gazetelerdeki teşvik edici haberlerle birlikte şapka giyenlerin sayısı hızla artıyordu.

…şapka fiyatlarının yüksekliği ve her elbiseye göre çeşitlerinin ayrı olması halkın bir kısmını endişeye düşürmekteydi.
Bu dönemde büyük kentlerde şapka ihtiyacı karşılanamadığı için Avrupa’dan şapka ithal edilmeye başlanmış, memurlara uzun vadeli şapka avansı verilmiştir (Hâkimiyet-i Milliye, 4 Eylül 1925).

Bu arada şapka ile nasıl ibadet yapılabileceği de ayrı bir tartışma konu idi. Tartışmalar daha çok islamiyette başı açık ibadet yapılıp yapılamayacağı ve şapkanın siperinin namaz sırasında alnın secdeye değmesini engellediği konularında yoğunlaşıyordu.

16 Kasım’da şapka giyilmesi hakkındaki kanun teklifi Konya milletvekili Refik Bey ve arkadaşları tarafından Meclis Başkanlığına verilmiştir.
Teklif ilgili komisyonlarca değerlendirilip 25 Kasım’da Genel Kurul’a gelmiştir.

Kanun maddeleri şunlardı:
Madde 1- Türkiye Büyük Millet Meclisi ile genel, özel ve bölgesel idarelere ve bütün kuruluşlara bağlı memurlar ve müstahdemler Türk milletinin giymiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedirler. Türkiye halkının da genel başlığı şapka olup buna aykırı bir alışkanlığın sürdürülmesini hükümet yasaklar.
Madde 2- Bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren geçerlidir.
Madde 3- Bu kanunun uygulanmasından Hükümet -Bakanlar Kurulu- sorumludur.
Teklifin görüşülmesine başlandığı sırada Bursa Milletvekili Nurettin Paşa, Başkan’a bir önergesi olduğunu bildirmiş, 4 maddelik bu önerge T.B.M.M Başkanı tarafından okutulmuştur. Nurettin Paşa, önergesinde şu noktalar üzerinde durmakta idi;
Bakanlar Kurulu 02.09.1925 günlü ve 2431 sayılı kararname ile memurlara şapka giydirilmesi hakkında kanun niteliğinde kararlar vermiş, yayımlamış, uygulamış ve halkı da uygulamanın kapsamına almaya çalışmıştır. Eğer bu teklif şapka giyilmesinin bir kanun meselesi olmasından ötürü verilmişse, Bakanlar Kurulu’nun sözü edilen kararname ile kanuni yetkilerini aştığı ortaya konuluyor demektir.
Eğer şapka giyilmesi bir kanun meselesi değilse, bu kanun teklifinin nazarı dikkate alınmasına sebep kalmaz.
Sözü edilen kanun teklifi mebuslar hakkında da kayıt koyuyor. Bilinmelidir ki; mebuslar memur değildir, doğrudan doğruya halktan biridirler. Genel tabii haklardan fazla olarak yasama dokunulmazlığı ile de tam özgürlüğe sahip bulunmaktadırlar. Bundan ötürü vekillik sıfatına ve yasama durumuna uymayan ve öteki milletler parlamentolarında da bulunmayan böyle bir kaydın kabul edilemeyeceği tabiidir.
Anayasanın 103. maddesi “Hiçbir kanun anayasaya aykırı olamaz” diyor. Oysaki bu kanun teklifi genel durumu ile Anayasaya aykırıdır. Çünkü Anayasanın 3. Maddesinde “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur”, 68. maddesinde “Her Türk özgür doğar, özgür yaşar”, 70. maddesinde “Kişisel dokunulmazlık, vicdan, düşünce, söz, çalışma, mal sahibi olma ve malını kullanma… gibi hak ve özgürlükler Türklerin tabii haklarındandır”, 71. Maddesinde “Can, mal ve ötekiler saldırıdan korunmuştur”, 73. maddesinde “İşkence, eziyet, zoralım yasaktır”, 74. maddesinde “Hiçbir kimse hiçbir fedakarlığa zorlanamaz” denilmektedir ki, kanunun bu maddelerle sağlanmış tabi haklarına aykırı olarak hiçbir kayıt konamaz. Özgürlüğün, iş ve çalışma serbestliğinin sınırlanmasını gerektiren böyle bir kanun tasarısının Anayasanın ruhuna aykırı olarak ele alınması en geniş ve en ileri özgürlük idaresinin gerçekleştirilmesini üzerine almış olan Cumhuriyet kavramı ile karşıt olur (s. 57-58).

Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey, teklif edilen kanunun anayasa aykırılığı yönünde hiçbir endişeye yer olmadığını, bu çeşit bahanelerle özgürlüğün gericiliğin elinde oyuncak yapılmak istendiğini söyleyerek Japonya’da milletvekillerinin meclise silindir şapka ile gelmek zorunda olduğu örneği ile konuşmasını sona erdirmiştir (s. 60).

Cumhuriyet gazetesi konuyla ilgili şu başlığı atıyor: “Şapkayı değil fesi, tecdidi değil taassubu, inkılâbı değil irticayı müdafaa eden Nurettin Paşa’nın Türk İnkılâp Meclisi’nde işi ne?” (27 Kasım 1925)

Şapka meselesi ile ilgili tepkilere dair ilk yargılama 4 ve 15 Eylül 1925 tarihlerinde mahkemesi görülen Abdülnafi Hoca duruşması olmuştur.
İsmet Paşa’ya hükümetin icraatlarına yön verecek içerikte bazı telgraf ve mektuplar yollamış, İsmet Paşa’nın dini esaslara aykırı çalıştığını ima etmişti.
Duruşmanın sonunda Hoca’nın şapka giymek istediğini söylemesi ve savcının da Hoca’nın kabahatinin saf ve cahil olmasından ileri geldiğini ifade etmesi üzerine mahkeme beraatına karar vermiştir (s. 63).

Kasım ayı başında Malatya’da şapka yüzünden çıkan ufak çaplı isyan Belediye
Başkanı Hasan Bey’in başarılı yönetimi altında bastırılmış
22 Kasım’da Kayseri’de Şeyh Sait gibi Nakşibendî olduğunu iddia ederek halkı ayaklandırmak isteyen Mekkeli Ahmet Hamdi, 25 Kasım’da İstiklal Mahkemesinin şehre gelmesiyle yargılanmaya başlanmış
24 Kasım’da Erzurum’da bir grup, “gâvur memur istemeyiz” diyerek Vali’nin evi ve Hükümet konağı önünde bir gösteri yapmışlar
Erzurum’daki olaylar sonucu görevlilerin ikazlarına aldırış etmeyen Gâvur İmam ve Hacı Osman adlı elebaşları ile birlikte toplam 27 kişi tutuklanmış / s. 64

Kasım ayının sonunda Sivas’ta şehrin duvarlarına hükümete hakarete varan sözler içeren beyannameler asan İmamzade Mehmet Necati’nin yargılanmasına başlanmış
Duvarlara asılan şapka aleyhtarı ilanlar yüzünden tüm Sivas muhtarları yargılanmış, ancak ilgileri görülmediğinden beraat etmişlerdir.
Mahkeme Sivas’tan sonra 29 Kasım’da Tokat’a (burada Erbaa Belediye Başkanı Hacı Fethullah Efendi yargılanarak 3 sene hapse mahkûm edilmiş), 30 Kasım’da Amasya’ya hareket etmiş. Mahkeme 1–4 Aralık’ta Samsun ve Trabzon’a uğradıktan sonra 6 Aralıkta Erzurum gelmiş,
…şehirde ayaklanmayı çıkaran ya da sonradan katılanların hemen hemen hepsinin Erzurum’un muhalif milletvekillerinin yakınları olduğu konusuna dikkat çekilerek davanın Ankara’da görülmesine karar verilmiştir.
Buradan Rize’ye hareket eden Mahkeme 11 Aralık’ta Rize ayaklanmasını incelemek için çalışmalarına başlamış / s. 65
14 Aralık’ta son duruşmasını yapan mahkeme, 63 kişiyi çeşitli cezalara çarptırarak Giresun’a hareket etti.
Mahkeme, Giresun olayının faillerinin Ankara’da yargılanmasına karar vermiştir.
Maraş olayı ile ilgili olduğu tespit edilen 27 kişi tutuklanarak 19 Aralık’ta Ankara’ya getirilmiş

Mahkeme üyeleri 29 Aralık’ta Ankara’ya dönmüş ve askeri bir törenle karşılanmış

Ömer Rıza (Doğrul) Bey şapka kanuna muhalefetten Beylerbeyindeki evinde tutuklanmış

Mahkeme Heyeti de Rize’de meydana gelen olayların İstanbul’daki bir grup ile bağlantılı ve ilişkili olduğunu tespit etmiş ve bunun üzerine Mahkeme 21 Aralık’ta İstanbul’a gelmiş
İskilipli Atıf’ın da aralarında bulunduğu 27 tutuklunun duruşmalarının Ankara’da görülmesine karar verilmiş,
Şapka devrimine muhalefet suçu, kısa bir süre içinde İstiklal Mahkemeleri’nin en sık baktığı dava konusu haline gelmiştir.
Tepkinin nedeni şapkanın dinin terk edilmeye başlandığının bir işareti sayılması idi.

1932 yılında Türkiye ve Mısır arasındaki fes krizi
Cumhuriyeti’n dokuzuncu yıldönümü kutlamalarına fesle katılan Mısır Büyükelçisi Atatürk’ün tepkisi ile karşılaşınca iki ülke arasındaki ilişkiler kısa bir süre için de olsa gerilmiştir.

Üçüncü Bölüm
Kılık Kıyafet İnkılâbı
…şapka giyilmesine dair kanun, halka değil, Devletin resmi görevlilerine şapka giyme zorunluluğu getirmiş
…kılık kıyafet inkılâbı şapkayla başlamış

15 Ocak 1924’de Maarif Vekâleti bir genelge ile kadın öğretmenlerin derslere ferace ile girmeleri yasaklanmıştır.

Tirebolu Belediyesi 7 Ekim 1926’da aldığı bir kararla ilçede peçe takılmasını yasaklamış,
Trabzon Vilayet Meclisi de Aralık 1926’da kadınların peçe takmasını yasaklamış,
Sivas’ta ise 1928 yılı Kasım ayında Türk Ocağı’ndan elli kişi, peçe ile mücadele kampanyası başlatmış
1934 Aralık ayında Bursa Halk Fırkası Kongresi bütün vilayet dahilinde peçe ve çarşafın kaldırılmasını kararlaştırmış / s. 71

C.H.P. Maraş İl Yönetim Kurulu, Maraş’ta çarşaf ve peçenin kaldırılmasına” ve bunun için 1 Ocak 1936’ya kadar halka mühlet verilmesine, bu tarihten sonra bu kıyafetlerle gezenlerin men edilmesine kara vermiştir.

C.H.P. Sinop il Yönetim Kurulu, Eylül 1935’te çarşafın bir an önce kaldırılarak yerine medeni manto giyilmesine ve bunun için bazı tedbirler alınmasına karar vermiş

…bazı kisvelerin giyilemeyeceğine dair kanun tasarısı ile ilgili ilk haberler 1934 Aralık ayının başından itibaren gazetelerde yer almaya başlamıştır / s. 72

Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun / Aralık 1934
İçişleri Bakanı Şükrü Kaya kanunu gerektiren sebepleri izah ederken, Türk inkılâbının temellerinden birinin laiklik olduğunun ve laik olmanın devlet ve millet işlerinde dini etkiyi kaldırmayı gerektirdiğinin altını çizmiştir.
…bu kanunu icap ettiren sebebin aslı, mahiyeti, inkılâbın emrettiği bir zarurettir.
Bu kararları verdiren sebepler doğrudan doğruya milletin menfaatinin icap ettirdiği maddi ve gerçek sebeplerdir.
İnkılâbın emirlerini yapmamak irticaya hizmet etmek, mürteci olmak demektir (s. 74).

Kanuna göre ruhani giysiler yalnızca mabetlerde giyilecek,
…yasa ile din adamlarının görev yaptıkları yerler dışında herkes gibi sivil kıyafet giymeleri kanunlaştırılmıştır.

Kanunun kabulü Yunanistan’da ise karar Türk-Yunan dostluğunu temelinden sarsacak bir hareket olarak değerlendirilmiş, Türk-Yunan dostluk cemiyetleri başkanlarını istifa ettirecek kadar ileri gidilmiştir (s. 80).

İstanbul’daki Süryani Kadim Patrik Vekili Abdülahad, kıyafet değiştiren ilk ruhani olmuştur.

…dini kılık meselesi Türkiye’deki din adamlarından çok Yunan kamuoyu tarafından dert edilmiş

Sonuç
Osmanlı Devleti’nde, devletin çok uluslu yapısının doğal bir sonucu olarak kılık kıyafet sosyal, ekonomik ve dini bir ayrıştırma aracı ve kimlik belirleyici bir unsur olarak kullanılmıştır.
Osmanlı Devleti’nde kılık kıyafet konusundaki ilk tartışmalar Batılılaşma hareketleri ile başlar.

Atatürk 1925 yılının Ağustos ayında Kastamonu’yu ziyaret etmiş, 26 Ağustos’ta İnebolu’daki tarihi nutkunda “Bunun adına şapka derler” diyerek uzun yıllardır taassubun gölgesi altında dile getirilmekten korkulan zaruri değişimin yolunu açmıştır. Atatürk’ün toplam 9 gün süren gezisi boyunca panama şapkasını elinden düşürmemesi dikkat çekicidir.

Geziden Şapka kanunun çıkarılmasına kadar geçen yaklaşık üç aylık sürede büyük kentlerden başlayarak şapka hızla yaygınlaşmıştır.

Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder