18 Mart 2021 Perşembe

Kitap haberi: Ankara İstiklal Mahkemesinin Rize Duruşmaları

Kitabın ismi: Ankara İstiklal Mahkemesinin Rize Duruşmaları

Yazar: Recep Koyuncu - Recep Usta
Yayıncısı: Heyamola Yayınları
Basım tarihi: Mart 2021

Özet bilgisi:
Rize’deki şapka olayları: Rize'deki şapka olayları, Rize’nin Güneysu ilçesinde 1925 yılının Kasım ayında yaşanan hadiseyi anlatır. 25 Kasım’daki olaylar, çevredeki köylerden gelerek Potomya’da toplanan köylülere okunan şapka ve şapkadan dolayı hükûmet karşıtı söylevlerle başladı. Cami önünde toplanan insanların çoğunluğu silahlıydı. Silahlı kişiler cami yakınındaki karakolu bastı, silahlarına el koydukları askerleri tutsak etti. Şapka protestosu bu suretle devlet idaresine karşı bir isyan hüviyeti kazandı. Karakolu basan kişiler bu kadarıyla da yetinmeyip Rize’yi basmak üzere yürüyüşe geçtiler. Potomya’dan Rize istikametine doğru yaklaşık 5 km yürüyüp Pazarköy/Mişona yakınlarına vardıktan sonra daha fazla ilerlemeyip dağıldılar, köylerine çekildiler. Olayları takip eden günlerde yerel kolluk kuvvetleri olaylara karışan kişileri tutuklamaya çalıştı. Olaylara karışanların bir kısmı kendi rızalarıyla kolluk kuvvetlerine teslim oldular.

Ankara İstiklal Mahkemesi 10 Aralık’ta Rize’ye geldi. Ertesi gün olaylarla ilgili olarak tutuklu bulunan sanıkları yargılandığı duruşmalar başladı.

Duruşmalarda sanıklara yöneltilen suçlama şapka karşıtı tutumları değil, karakol baskını ve hükumet otoritesine karşı isyandır. 14 Aralık’ta duruşmalar sona erdi. 8 kişiye idam cezası verildi. İdam cezası alanlar aynı günün akşamında infaz edildiler. 55 kişi 5 ila 15 yıl arasında değişen sürelerle hapis cezası aldı. 80 kişi beraat etti. 

Dört bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde İstiklal Mahkemelerinin kuruluş gerekçeleri, yasal dayanakları ve çalışma nizamı anlatılıyor. 
İkinci bölümde yakın tarihimizde şapka konulu tartışmalardan söz ediliyor. 1925 yılının Eylül ayında yürürlüğe giren, memurlara şapka giyme zorunluluğu getiren kararname ve bu tarihten sonra yaşanan olaylar ve Rize'deki şapka olayları yine bu bölümde yer verilen konular arasında.  
Üçüncü bölümde Rize duruşmalarının zabıtları yer alıyor. Olaylarla ilgili olarak sanıklara yöneltilen suçlamalar ve sanıkların ifadeleri/savunmaları zabıtlarda yer alıyor. 
Konuyla ilgili yayınların pek çoğunda asılsız iddialar, hatalı ve yanlış bilgiler yer alıyor. Kitabın dördüncü bölümünde Rize'deki şapka olaylarıyla ilgili olarak yapılan yayınlarda olayların ne şekilde anlatıldığına ve ne gibi yanlış bilgilere  yer verildiği anlatılıyor.
TBMM arşivinde bulunan mahkeme zabıtlarının orijinal suretleri kitabın ek bölümlerinde yer alıyor. Ekler arasında Hıyanet-i Vataniye Kanunu, İstiklal Mehakimi Kanunu gibi İstiklal Mahkemelerinin hukuki dayanakları olan kanun metinleri de yer alıyor. 

17 Mart 2021 Çarşamba

Kalender'in Ölümü

 

Olağandışı biri değildi; yoldan geçen insanları seyredebileceği bir masaya dirseklerini dayayıp, tek başına tüm gününü bira içerek geçirebilirdi. Alkolle arasına hiçbir şeyin ve hiç kimsenin girmesine izin vermedi. Esasen mevcut durumunu korumaya çalıştığı yoktu. Yani aman uzak durun benden dediği yoktu. Fakat kayıtsızlığını etkileyemedi hiçbir şey. Belli ki yaşadığı hayatta hiçbir şey ona daha yakın olamadı.

Lise yıllarında, okula devam etmek istemediğini, çalışmak istediğini fark edip çalışmak üzere bir matbaaya gitmiş. Bana söylediği buydu. Matbaada çalışmaya başlamış ve yaptığı işi çok sevmiş. Çalışmayı severdi. Sonra ne olduysa, teması kaybettiğini söyledi. Yani olağandışı bir şey olmamış fakat bir anda seyretmeye başlamış, yaşadığı hayatı da dahil olmak üzere her şeyi seyretmeye başlamış, her şey onun için seyirlik olmuş. Öylece bakmak, sadece seyretmek… Bunu yaparken ki aslında bu hiçbir şey yapmamak ve o bunun farkındaydı, bakıp seyrederken insanları içmeye başlamış. Bir keresinde şöyle de söylemişti; içmeye başladıktan sonra seyre dalmış olabilirim, seyre daldıktan sonra mı içmeye başladım, hangisi daha önceydi emin değilim. Bunu çok da önemsemediği belliydi, zaten önemsediği bir şey yoktu. Önemsememek derken, kayıtsızlık halinden dolayı önem verdiği şeyler onun verdiği değeri fark edemezdiler. Kayıtsızdı fakat görebiliyordu insanların neler yaptığını ve neler yapmaya çalıştıklarını. Seyrettiği insanların, uğrunda çabalayıp durdukları şeyleri değerli görmezdi fakat insanların çabasını küçümsemezdi, seviyorlar bunu derdi ve gayretlerine saygı duyardı. Fakat dediğim gibi, bu söylediklerini söylerdi, söze konu olanlara sözlerindeki değeri veremediğini, bu değeri ifade edemediğini bilirdi fakat buna karşı da kayıtsızdı. Ne yapabilirim ki, derdi.

O böyle bir şeyi istemezdi fakat yine de ondan söz etmeye devam ederim, böyle umuyorum, esasen ummamak lazım... Neyse, zaten kendime söz ediyorum ve bu, onun kayıtsızlığını dikkate aldığımda geçip giden şeylerden biridir, diğer her şey gibi. 


Dilin Aynasından Kelimeler Dünyamızı Nasıl Renklendirir

Guy Deutscher - Dilin Aynasından Kelimeler Dünyamızı Nasıl Renklendirir


Dil, Kültür ve Düşünce

Bir halkın dilinin onun kültürünü, ruhunu, düşünce tarzlarını yansıttığı söylenir sık sık. Tropik bölgelerin halkları öyle gevşek ve ağırkanlıdır ki, bir sürü sessiz harflerini düşürüp kaybetmelerine hiç şaşmamak gerekir.

Kimi dillerin grameri karmaşık fikirleri ifade edemeyecek ölçüde mantıktan yoksundur. Buna karşılık Almanca özellikle düzenli bir dildir ve bu yüzden Almanlar böylesine düzenli bir kafa yapısına sahiptir (s. 9).

 

İngilizce konuşanlar gelecekteki olaylara ilişkin hep şimdiki zamanı kullanarak uzun uzun sohbet edebilir (s. 10).

 

Çalışkan milletlerin dillerinde, diyordu Herder, "bol miktarda fiil kipi vardır; daha gelişmiş milletlerin dillerindeyse pek çok isim soyut kavramlara dönüşmüştür". Kısacası, "bir milletin düşünce yapısını en iyi yansıtan şey dilinin fizyonomisidir". / s. 11

 

…fiil ve nesneyi tek bir kelimede birleştiren Amerika Kızılderililerinin dilleri evrene monistik bir bakış tarzı dayatır, bu yüzden bu dilleri konuşanlar nesneler ile eylemler arasındaki ayrımı anlamaz.

 

George Steiner, 1975 tarihli kitabı After Babel’da (Babil’den Sonra), "sözdizimimizdeki ileriye yönelik uzlaşmaların", "gelecek olayları ifade edebilme" yeteneğimizin, başka bir deyişle gelecek zaman kipinin varlığının bizi nihilizmden, hatta toplu intihardan koruduğu doğrultusunda akıl yürütüyordu. / s. 13

 

Dile zihnin aynası olarak bakarsak ne görürüz orada, insan doğasını mı, toplumumuzun kültürel uzlaşımlarını mı?

 

Diller gerçeklikte -ya da en azından gerçeklik algımızda- benzer olan şeyleri bir araya getirecek şekilde dünyayı kategorilere ayırır.

 

(Lisandaki) Etiketler kültürel uzlaşmaları yansıtır, buna karşılık kavramlar insan doğasını. Her kültür kavramlara tamamen keyfine göre etiketler atayabilir, ama bu etiketlerin ardına gizlenmiş kavramlar doğanın emrettiği gibi oluşmuştur.

 

Dil Aynası

Gökkuşağını Adlandırmak

Gladstone Homeros'u gereğinden fazla ciddiye almak gibi büyük bir günah işlemişti.

 

Gladstone, Homeros ve çağdaşlarının dünyayı renkli sinemaskop değil, siyah beyaza daha yakın bir biçimde algıladıklarını iddia eder (s. 38).

 

"şarap gibi karanlık deniz".

Homeros aslında oinops der, bunun da tam karşılığı "şarap görünümlü" ya da "şarap rengi"dir (oinos "şarap" demektir, op ise "görmek" köküne karşılık gelir).

Deniz dışında Homeros'un "şarap rengi" dediği tek şey... öküzlerdir.

 

Demir mesela, bir yerde menekşe rengi, bir başka yerde gri olarak geçer; daha başka yerlerde de atların, aslanların ve öküzlerin rengi için de kullanılan aithôn kelimesi ile anılır.

 

Homeros'un şiirlerinde "mavi" için bir kelimenin hiç görülmeyişi, olguların en çarpıcısıdır.

Homeros'un renklerle ilişkisinin ciddi bir şekilde çarpık olduğu sonucundan kaçınmanın yolu yoktur…

 

Homeros'un tasvirleri -renkler dışında her yönden- öylesine canlıdır ki, dünyayı kendi gözleriyle görmeyen biri tarafından tasarlanmış olamazlar.

 

Homeros'un durumu çağdaşları arasında bir istisna olsaydı, kusurlu tasvirleri onların kulaklarını tırmalar ve Homeros'un hatasını düzeltirlerdi.

 

Gladstone'un öne sürdüğü fikir, eski Yunanlar arasında genel bir renk körlüğünün olduğuydu.

Gladstone'a göre, Homeros'un çağdaşları dünyayı esas olarak aydınlık-karanlık karşıtlığı aracılığıyla görüyordu.

 

Homeros'un Yunanlıları gibi, Kitabı Mukaddes İbranicesinde de "mavi" için bir kelime bulunmaz.

 

Lazarus Geiger / İnsanın renk algısının "renk tayfı şemasına uyarak" aşama aşama arttığını öne sürer: Önce kırmızıyı algılama yeteneği geldi, ardından sarı, sonra yeşil, en sonunda da mavi. Buna ilişkin en dikkat çekici şey, diye ekler Geiger, bu gelişmenin bütün dünyadaki farklı kültürlerde tamamen aynı sırayla gerçekleşmiş olmasıdır (s. 52).

 

Filipinler'de Tagalog dilini konuşan halk/ın İspanyol sömürgecilerin gelişine kadar yeşille maviyi ayırt edemedi… / s. 66

 

Oregon'daki Klamath Kızılderilileri için, "Her türden çimen, ot ya da bitkinin rengi için hep aynı terimi kullanıyorlar, bitkilerin rengi ilkbahardan yaza kadar yeşil, sonbaharda solgun sarı olmasına rağmen renge verilen ad değişmiyor

 

İnsanlar renkler arasındaki farkı görmelerine rağmen onlara farklı adlar vermeyebiliyorlardı. Ve tabii ki şimdiki ilkel kabilelerde durum böyleyse, Homeros'un ve bütün diğer eski toplulukların durumu da böyle olmalıydı.

 

Çocuklar anadillerini edinirken gramer kurallarını öğrenme gereksinimi duymaz; beyin, içinde bulunduğu dile uygun biçimde, önceden programlanmış parametreleri ayarlar sadece (s. 102-103).

 

…iki dilin genel karmaşıklığım kıyaslamak için keyfi olmayan nesnel bir ölçü tasarlamanın yolu yoktur.

 

Revere Perkins elli dilin istatistiksel değerlendirmesini yapar

Toplumun karmaşıklığıyla kelime yapısının karmaşıklığı arasında bir ters bağıntı vardı! Toplum ne kadar basitse, o kadar çok bilgi kelimelerin içinde gösteriliyor; toplum ne kadar karmaşıksa, o ölçüde daha az semantik ayrım kelimelerin içinde ifade ediliyordu (s. 117).

 

…basit toplumlarda kelimeler daha ayrıntılı olmaya eğilimliyse bunun nedeni, dilin zaman içinde izlediği, doğal ve önceden tasarlanmamış patikalarda aranmalıdır.

 

Yok edici güçler, enerjilerini insanların pek enerjik olmayan bir özelliğinden alır: tembellikten.

Zahmetten kaçınma eğilimi konuşanları telaffuzda kestirmelere sevk eder

 

…antik çağlarda konuşulan Proto-Hint-Avrupa dili, ismin cümle içindeki işlevini hassas bir şekilde ifade eden oldukça karmaşık bir hal ekleri sistemine sahipti. İsmin sekiz farklı hali vardı ve bunların çoğunda tekil, çoğul ve ikili durumlar için farklı biçimler bulunuyor, her isim için toplam yirmi civarında farklı ekten oluşan girift bir ağ göze çarpıyordu. Ancak son birkaç bin yıl içinde, Proto-Hint-Avrupa dilinden türeyen dillerde bu girift ağ aşındı ve daha önce eklerle aktarılan bilgi bağımsız kelimeler aracılığıyla ifade edilmeye başladı / s. 119

 

Küçük tanışlar toplumunda herkes dili birbirine çok benzer bir biçimde kullanır. Büyük toplumlarda ise bir dilin sayısız farklı çeşitlemeleriyle karşılaşılır.

 

Son olarak, yeni morfolojilerin yaratılmasını yavaşlatan ve karmaşık bir toplumun alametifarikası olan bir etken daha vardır: okur-yazarlık.

 

2007'de Jennifer Hay ve Laurie Bauer adlı dilbilimciler iki yüzden fazla dilin ses dağarcığının istatistiksel analizinin sonuçlarını yayımladı. Toplum ne kadar küçük olursa, dillerinde o kadar az sayıda farklı sesli ve sessiz oluyor, toplum ne kadar büyükse ses sayısı da o kadar artıyordu.

 

Yancümleler / s. 123 vd.

Yancümle kullanımı, farklı düzeylerdeki değişik ifadeleri, her düzeyi kontrol altında tutarak girift bir bütün halinde örmeyi sağlar ve bu sayede ayrıntılı bir bilgiyi kısa ve özlü bir yolla aktarmayı mümkün kılar.

 

Dil Merceği

Wilhelm von Humboldt (1767-1835)

"Diller arasındaki farklılık yalnızca seslerde ve işaretlerde değildir, aynı zamanda dünya görüşlerindedir. Bütün dil incelemelerinin sebebi ve nihai hedefi burada bulunur,"

"dil düşünceyi şekillendiren organdır",

 

Edward Sapir, 1884-1939

 …dilin felsefi fikirler üzerindeki etkisine ilişkin iddiaları alıp anadilin gündelik düşünce ve algılar üzerindeki etkisine uyarladı. "Dilsel biçimlerin dünyaya uyum sağlama çabamız üzerindeki zorbaca egemenliği" üzerine konuşmaya başladı

 

Benjamin Lee Whorf

…anadilimizin gücünün yalnız düşünce ve algılarımızı değil evrenin fiziğini bile etkilediğini açıkladı. / s. 144

 

Vhorfa göre Hopi dilinde zaman kavramı yoktu.

 

Dolayısıyla bir Hopi'de "evrendeki her şeyin içinde eşit hızla ilerlediği, düzgün bir biçimde akan bir süreklilik olarak ZAMAN kavramı ya da sezgisi bulunmaz"dı.

 

George Steiner

"Zamanın doğrusal bir ardışıklık düzeni ve yönlü hareket olduğu şeklindeki Batılı anlayış, Hint-Avrupa fiil sistemi içinde ortaya çıkmış ve düzenlenmiştir." Buna karşılık, Steiner'a göre Kitabı Mukaddes İbranicesi bu tür zaman kipi ayrımlarını hiç geliştirmemiştir.

 

Dilimin sınırları dünyamın da sınırları mıdır? / s. 150 vd.

 

Boas-Jakobson ilkesi

Eğer farklı diller o dilleri konuşanların zihinlerini değişik biçimlerde etkiliyorsa, bunun sebebi düşünmeye imkân tanıdıkları şeyler değil, genellikle üzerinde düşünmeye zorladıkları bilgi türleridir.

 

…dil ile mekânsal düşünce arasındaki ilişkinin sadece bir bağıntı değil bir neden-sonuç ilişkisi olduğu ve anadilin kişinin mekâna dair düşünme tarzını etkilediği görüşünün lehinde güçlü kanıtlar vardır.

 

Kamusal rolü açısından dil, o dili konuşanların oluşturduğu topluluğun, etkin bir iletişim sağlamak amacıyla üzerinde anlaştığı bir uzlaşımlar sistemidir. Ama dilin bir de, o dili konuşan herkesin zihninde içselleştirdiği bir bilgi sistemi olarak özel bir varoluşu vardır (s. 233).

Through the Language Glass

How Words Colour Your World?

Türkçeleştiren: Cemal Yardımcı

Ocak 2013

Metis Yayınları

 

Zaman kavrayışının sosyal temelleri ve uygulamalı bir sosyolojik çözümleme denemesi Bursa örneği

Ayşe Yıldız - Zaman Kavrayışının Sosyal Temelleri ve Uygulamalı Bir Sosyolojik Çözümleme Denemesi Bursa Örneği 


Birinci bölümde, zaman kavramı…
İkinci bölümde / antik uygarlıklardan günümüze, toplumların zamanı nasıl algıladıkları ve zamanı nasıl formülleştirdikleri ortaya konmaya çalışılmış…
Üçüncü bölümde / Türklerin kullandıkları takvimler aktarılmış, Osmanlı dönemindeki yenilikler ortaya konulmuş, cumhuriyetle birlikte yapılan takvim devrimi ve zaman kavrayışı açısından önemi belirlenmeye çalışılmıştır.

Her eylemi zamana göre ayarlamanın yanı sıra zaman artık modern birey için bir içses, “vicdan” haline gelmiştir. İnsanlar zaman belirleme faaliyetini o denli içselleştirmişlerdir ki, içlerinde sarsılmaz, güvenilir, her an sesine kulak verilen, emirlerine itaat edilen bir zaman vicdanı oluşturmuşlardır (s. 9).

Takvimler, Cem Akaş’a göre, “zamanın haritaları”

Zaman ancak homojen olması koşuluyla ölçülebilir. Öyleyse zaman, aşamaları birbirine göre önce ve sonra ilişkisi içinde olan bir açılımdır. Her önce ve sonra, bir şimdiye göre belirlenebilir ki bu şimdinin kendisi keyfidir.
“Ne zaman” ve “ne kadar” sorularını sorması da Dasein’ın kendi zamanını yitirmesine yol açar.
Her şeye karşın zamanın kendisi olduğuna göre, Dasein zamana böyle yaklaşmakla kendi kendisine ihanet etmiyor mu? Zamanı yitirmek ve yerine bir saat edinmek! / s. 16

“Varlık sorusu, yalnızca Dasein’ın varlığında zamansallıkla birlikte ortaya çıkar. Bilimsel bir sorgulama Dasein’ın varlığını veremez (s. 17),

Dasein, zamanda değildir, zamanın kendisidir.
Dasein’ın asli ontolojik zemini zamansallıktır,

Zaman / subjektiftir
Dünya üzerinde ne kadar birey varsa, o kadar farklı zaman algısı mevcuttur (s. 18).

Zaman belirleme faaliyetleri “sürekli” değildir; ihtiyaçlara göre, sırası geldikçe gerçekleştirilmiştir (s. 22).

Mısırlıların takvimlerinde bir yıl, otuzar günlük on iki ay ve her yılın sonunda eklenen beş gün ile birlikte toplam 365 gündür.
Bir yıl, dört aydan mürekkep üç mevsimden oluşuyordu ve hepsi de tarım ve dolayısıyla da Nil ile bağlantılıydı

Babillilere göre gökyüzündeki her olayın yeryüzünde bir yansıması vardı

Babilliler aya, günbatımından sonraki ilk hilalin göründüğü gün ya da ilk hilalin görülmesinden sonraki otuz birinci gün başlamışlardır. Bir ay, 29 ya da 30 gün sürer. Günbatımını günün başlangıcı olarak alırlar. Günleri toplamı, 354 ya da 355 gün olan bu 12 ay, 365.2424 günlük tropikal yıldan 11.2424 ya da 10.2424 gün kısadır.

Museviler için zaman tek yönlü ilerleyen bir gelişimdi: tanrısal yaratım ile başlayıp, seçilmiş insanlar olarak İsrailoğullarınca bu dünyada Tanrı’nın amacının gerçekleştirilerek nihai zafere ulaşılmasına dek uzayan bir gelişim (s. 49).

Üçüncü Bölüm
Türkiye’de Zaman Kavrayışı ve Zaman İçindeki Dönüşümleri
Osmanlıların kuruluş döneminin sonlarına ait sadece dört takvim bilinmektedir. İlk takvim, 848/1444, ikincisi, 850/1446 tarihlidir. Üçüncüsü, 856/1452 tarihli ve dördüncüsü ise 858/1454 tarihli takvimdir.
Osmanlı’da ekonomik işler içinse Rumi takvim kullanılıyordu (s. 97).

Osmanlı İmparatorluğu’nda takvimler müneccimbaşılar tarafından hazırlanıyordu.
Son müneccimbaşı Hüseyin Hilmi Efendi'ye kadar devam eden müneccimbaşılık müessesesi, onun 1924 yılında vefatıyla yerine tekrar müneccimbaşı tayin edilmeyerek ilga edilmiştir.

Müneccimbaşılar tarafından hazırlanan takvimler rakam takvimi ve ahkâm takvimi(ahkâm-ı sal da denilirdi) olmak üzere iki ayrı şekilde olurdu. Rakam takvimi, ay ve günleri gösterirdi. Ahkâm takvimi ise adından da anlaşılacağı üzere yeni girilen senede meydana gelecek olaylar hakkında müneccimbaşının tahmin ve yorumlarından oluşuyordu (s. 99).

Osmanlılarda XVII. yüzyılın ikinci yarısına kadar bütün resmi işlemler Hicri takvimle yürütülmüştür.

20 Temmuz 1677'de Başdefterdar Hasan Paşa'nın önerisiyle Rumi takvim sistemi geliştirilmiştir. Mali takvim adı da verilen bu sistemde yıllar Hicri yıllarla, aylar ise Jülyen takviminin aylarıyla paralel gitmektedir. Takvimin birinci ayı mart alındığı için bir mali yıl iki Miladi yıldan da aylar içermektedir.

Rumi takvimin ayları: 1. Mart - 2. Nisan - 3. Mayıs - 4. Haziran - 5. Temmuz - 6. Ağustos - 7. Eylül - 8. Teşrinievvel - 9. Teşrinisani- 10. Kanunuevvel - 11. Kanunusani - 12. Şubat şeklindedir. Jülyen takvimine göre şubatın 29 gün çektiği yıllar Rumi takviminde de 29 gün sayılır. 1840 yılından itibaren Rumi takvim bütçe dışı resmi evraklarda da kullanılmıştır. 1926'daki takvim devrimi ile Türkiye Cumhuriyeti'nin tek bir resmi takvimi olmuştur. Yine de bütçe yılı uzun yıllar 1 Mart'tan başlamıştır. 1 Ocak 1983'te mali yılbaşı 1 Ocak'a alınmıştır (s. 103).

1917’de Osmanlı Meclisi, Rumi takvimin feshedilerek, Gregoryen takvimi (Takvim-i Garbi) kabul edildiğini ilan etmiştir. Bu takvimle birlikte, Hicri takvimin de kullanılacağı belirtilmiştir. Bunun üzerine, 16 Şubat 1332 günü, yeni takvime uyum sağlamak için 1 Mart olarak kabul edilmiştir. Böylece Jülyen takvimini esas alan Rumi takvimin yerini Gregoryen takvimi esas alan Miladi takvim almıştır.

Osmanlı modernleşme hareketleri, Osmanlının yüzünü batıya dönüşü saatlerin Osmanlıya girişiyle aynı döneme rastlar. Osmanlı’da şüphesiz ki yeniliklerin kaynağı saraydı.

Cumhuriyet'in ilanından sonra, 1924 yılında müneccimbaşılık kurumu lağvedilmiş, takvim hesaplama görevi Başmuvakkitlik kurumuna devredilmiş…
Bu göreve atanan Ahmet Ziya Akbulut 1925 yılında Hicri takvimi son müneccimbaşı Hüseyin Hilmi Efendi ile birlikte hazırlamıştır. 1926'da çıkarılan 698 sayılı yasa ile Türkiye Cumhuriyeti'nde takvim devrimi uygulamaya konmuştur (s. 111).

Gregoryen takvim ülkemizde 2 Ocak 1926’da yayımlanan 698 sayılı yasa ile “Beynelminel takvim” adıyla kullanıma geçilmiştir.

Modernite tıpkı savunduğu zaman kavrayışı gibi insanları ve toplumu da ‘tek biçimli’ bir forma sokma çabasındaydı. Zira düzen, modernitenin ulaşmaya çalıştığı amaçlarından biriydi. Düzen de, normalleştirilen, kontrol altında tutulan, tek biçimli insanlar olursa mümkündü. Dolayısıyla da tam da bu işi mükemmel biçimde halledecek bir oyuncak buldu kendine: saatler! / s. 133-134

Yüksek Lisans Tezi, Uludağ Üniversitesi,  Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2005

Arthur Schopenhauer - Tartışma Sanatının İncelikleri

Kitabın sesli kaydı için link: https://www.youtube.com/watch?v=yXy75Vehzjg


Arthur Schopenhauer - Tartışma Sanatının İncelikleri

Sunuş

…ileri derecede hastalıklı bir bünyede sağlam bir uzvun yaşaması mümkün değil…

Felaket sükûtun tetiklediği kuşkuyla başlar.

…çünkü kötü tedavüle girer girmez iyi kaybolur.

İyinin düşmanı zannedildiği gibi kötü değil "daha iyi"dir.

Ve bunlar daha iyi günlerimiz. Kötü günler ileride.

 

Tartışma (ve İkna) Sanatının İncelikleri

Belagat yahut Etkili Konuşma Sanatı

 

…başkalarında bir şeyle ilgili görüşümüzü veya kanaatimizi uyandırma, onların duygu dünyasında o konudaki hissiyatımızı canlandırma ve böylece onu bizimle aynı duyguyu paylaşacak ruh haline sokma yeteneğidir.

 

Bir başkasını sıkı sıkıya tutunduğu bir yanlışla çatışan bir doğruya ikna etmek için riayet edilmesi gereken ilk kural kolay ve doğal bir kuraldır, yani: önce mukaddem (öncüller) gelsin, istidlal (vargı) onu takip etsin. Ancak bu kurala nadiren riayet edilir, / s. 45

 

Bu yüzden ulaşılmak istenen sonuç bütünüyle gizlenmeli ve sadece ona varmak için gerekli olan temellendirmenin öncül ve illetleri açık seçik, tam ve her açıdan verilmelidir.

Cahillerle tartışırken akıllı

Gömülür boğazına kadar cehaletin içine…

 

…her tartışmada takip edilen ana usul/işleyen temel süreç şu şekildedir:

Bir sav yahut iddia ortaya atılır ve bunun çürütülmesi gerekir; şimdi bu hedef için iki tarz ve iki yol vardır (s. 56).

 

Bu tarz yahut biçimler (dipnot) sırasıyla: şeye göre, kişiye göre, kabullerden hareketle temellendirme yaparak tartışmadır.

 

İlki iddiayı temellerinden veya illetlerinden, ikincisi ise sonuçlarından vurur. İlki iddianın doğru olmadığını, ikincisi doğru olamayacağını gösterir. / s. 57

 

Yedinci Hile: Genişletme. Hasmın iddiası doğal sınırlarının ötesine taşınır ve kastettiğinden, hatta ifade ettiğinden daha geniş bir anlamda alınır, böylece bu anlamda kolayca çürütülür.

 

Çünkü bir beyan yahut iddia ne kadar genişse o kadar çok saldırıya açıktır.

 

Sekizinci Hile: Sonuçlar çıkarma eğilimi: Hasmın iddiasına veya önermesine çoğu zaman örtülü olarak, onunla özne veya yüklem bakımından ilişkili olan bir ikinci önerme ekleriz. Bu iki öncülden şimdi hasmın kapısının önüne bırakılan yanlış ve çoğu kez kötü niyetli bir sonuç çıkarırız.

 

Dokuzuncu Hile: saptırma: Tartışma esnasında eğer gittikçe köşeye sıkıştığımızı, hasmımızın üstünlüğü ele geçirdiğini ve galip çıkacağını görüyorsak tam zamanında bir tartışmayı değiştirme ile ve dolayısıyla tartışmayı bir başka konuya, ikinci derecede önemli bir şeye, icap ediyorsa tek bir hamlede çekerek bu talihsizliğin önüne geçmeye çalışmalıyız.

Saptırma umumiyetle dürüst olmayan tartışmacılar tarafından (çoğu zaman içgüdüsel olarak) kullanılan hilelerin en gözde ve en bilindik olanıdır. Onlar neredeyse kaçınılmaz olarak başlarının sıkıştığı her yerde hemen saptırmaya başvururlar.

 

İncelikleri ve Ayrıntılarıyla Tartışma Sanatı

Mantık ve Diyalektik

Eskilerin nazarında mantık ve diyalektik eşanlamlı tabirlerdi ve öyle kullanılırdı...

 

Ama daha yakınlarda, özellikle Kant tarafından diyalektik sözcüğü sofistlere özgü tartışma sanatını ifade edecek şekilde çoğu kez kötü bir anlamda kullanıldı…

 

Eristik diyalektik tartışma sanatıdır / s. 71 vd.

 

Mantık önermelerin sadece biçimiyle, buna karşılık diyalektik muhtevasıyla veya maddesiyle/konusuyla ilgilenir

 

Hakikat derinlerdedir,

Bir tartışmanın başlangıcında kural olarak herkes doğrunun/hakikatin kendi yanında olduğuna inanır

Diyalektik zihni/fikri mübareze sanatıdır: ve biz onu ancak bu şekilde ·gördüğümüz takdirde bir bilgi dalı haline getirebiliriz. Çünkü eğer salt nesnel hakikati hedefimiz olarak görürsek ufkumuz mantıkla sınırlı kalır, daha ötesini göremeyiz.

 

Her Türlü Diyalektiğin Temeli

Hasmımız bir iddia ortaya atmıştır. Bunu çürütmenin iki tarzı ve takip edebileceğimiz iki yol vardır.

l ) Doğrudan çürütme iddianın nedenine/illetine, dolaylı çürütme sonuçlarına saldırır.

2) Dolaylı çürütme ya sahte saldırı ya da (aksine) örnek yöntemini kullanır.

 

a) Apagoge: Hasmımızın önermesini doğru olarak kabul ederiz ve ardından onu doğru olduğu bilinen bir başka önermeyle ilişkilendirdiğimizde ondan ortaya çıkan şeyi gösteririz. Bu iki önermeyi açıkça yanlış olan bir vargıyı veya sonucu veren bir kıyasın öncülleri olarak kullanırız.

b) Örnek, Zıt/karşıt örmek.

 

Tartışmaların bu kadar uzun ve ayak direyici olmasının tek sebebi o meseleyle ilgili hakikatin keşfedilip anlaşılmasının kolay olmamasıdır.

 

Tartışma Hileleri

Genişletme. Bu hasmınızın önermesini doğal sınırlarının ötesine genişletmeye; abartmak için ona mümkün olduğunca genel bir delalet ve geniş bir anlam vermeye, diğer yandan da kendi önermemize olabildiğince sınırlı bir anlam ve dar sınırlar kazandırmaya dayanır / s. 85

 

Hile II

Eşsesli sözcük

Bu hile bir önermeyi söz konusu meseleyle aralarında sözcük benzerliğinden başka ya çok az ya da hiç müşterek yanı bulunmayan bir şeye teşmil etmeye / dayanır…

 

Hile III

…nispi olarak ve özel bir konuyla bağlantısı içinde ortaya atılmış bir önermeyi sanki genel veya mutlak bir geçerlik/uygulama iddiasıyla söylenmiş gibi almaktır; ya da onu tamamen farklı bir anlamda alıp sonra da çürütmektir.

Saldırı öne sürülmüş olan şeyden farklı bir şeye yapılır.

 

…öngörülen bir sonuç nedeniyle doğru öncülleri kabulü reddetmek

Hile IV

Eğer bir sonuca varmak istiyorsanız onun önceden görülmesine/sezilmesine izin vermemeli. bilakis onun öncüllerini fark ettirmeksizin ve konuşmanızın şurasına burasına serpiştirerek teker teker kabul ettirmelisiniz.

 

Hile V

Bir önermenin doğruluğunu ispatlamak için, eğer hasmınız ya doğruluklarını kavrayamadığından ya da doğrudan bunlardan ileri gelecek iddiayı önceden gördüğünden doğru önermeleri kabulden imtina ediyorsa doğru olmayan daha önceki önermeleri de kullanabilirsiniz.

 

Hile VI

Bir başka yol ispatlanması gereken şeyi kaziye (postulate) olarak koymak suretiyle farklı bir kılık altında kanıtlanmış varsaymaktır

 

Hile VII

(Sokratik diyalog) Burada takip edilen usulün esası hasmınıza kabul ettirmek istediğiniz şeyi gizlemek için aynı anda çok sayıda geniş kapsamlı soru sormaya ve diğer yandan kabullerden kaynaklanan delili hiç vakit kaybetmeksizin ileri sürmeye dayanır

 

Hile VIII

Bu hile hasmınızı öfkelendirmeye (irritare) dayanır

 

Hile IX

IV. Hileye benzer. Ya da peşinde olduğunuz şeyi bilmesine imkan tanımamak için onlardan çıkarılacak sonucun gerekli kıldığından farklı bir düzen içinde sorular sorabilir ve onların yerini sırasını değiştirebilirsiniz. O zaman önlem alamaz.

 

Hile X

…hasmınızın olumlu cevaplar vermesini istediğiniz sorulara kasıtlı olarak olumsuz cevaba geri döndüğünü müşahede ettiyseniz, o zaman sanki olumlandığını görmekten endişe ediyormuşsunuz gibi önermenizin tersini sormanız gerekir

 

Hile XI / s. 96

 

Hile XII

Eğer sohbet özel bir ismi olmayan, fakat mecazi veya tasviri b ir tarifi gerekli kılan genel bir fikir etrafında dönüyorsa işe önermeniz için elverişli bir mecaz seçerek başlamanız gerekir.

Cedel yahut tartışma sanatının bütün hileleri içinde en sık rastlanan budur

 

Hile XIII

Hasmınıza bir önermeyi kabul ettirmek için ona aynı zamanda karşı bir önerme vermeli ve bu ikisinden hangisini seçeceğini ona bırakmalısınız; bu arada siz de karşı önermeyi olabildiğince yaldızlamalısınız ki kendimle çelişmeyeyim derken önermenizi kabul etsin

 

Hile XIV

Hasmınız hedeflediğiniz sonuç için elverişli olan şeyi ters yüz eden cevaplar vermeksizin sorularınızın birkaçını cevaplandırdığında, her ne kadar bunlardan böyle bir sonuç çıkmasa da, sanki ispatlanmış gibi hedeflediğiniz sonuca geçin ve hemen muzafferane bir edayla onu ilan edin.

 

Hile XV / s. 98

 

Hile XVI

…eğer intihan destekliyorsa, derhal yaygarayı basmalısınız, "Öyleyse neden kendini asmıyorsun?" diye.

 

Hile XVII / s. 99

 

Hile XVIII

 

Hile XIX

Tartışmanın akışını sekteye uğratıp saptırma

 

Hile XXIII

Hasmı mübalağaya zorlama

Yalanlama (tekzip) ve çekişme (münakaşa) bir kimseyi öfkelendirir ve onu iddiasını abartmaya sevk eder.

 

Hile XXX

Bu hile akıldan çok otoriteye başvurmaya dayanır.

Hasmınızın yeteneği ve bilgisi ne kadar sınırlıysa itibar ettiği otoritelerin sayısı da o kadar fazladır. Eğer yeteneği ve bilgisi üst düzeydeyse bunlar çok az olacak veya hemen hemen hiç olmayacaktır.

 

…avamın kafası bir yığın hurafeyle doludur ve onlara laf anlatmak zor ve zahmetli bir iştir.

 

Hasılı düşünebilenler çok azdır, ama herkes bir fikre ya da kanaate sahip olmak ister, bu durumda onlara kalansa onu kendi kendilerine oluşturmak yerine hazır olarak başkalarından almaktır.

 

Son Hile

Kullanılabilecek son hile kişisel, kaba, tahkir edici olacaktır: hasmınızın tartışmada üstünlüğü ele geçirdiğini ve böylece alt edilmek üzere olduğunuzu hisseder hissetmez bu yola başvurabilirsiniz. Bu sanki kaybedilmiş bir oyun gibi tartışma konusunu bir yana bırakıp hasmınızın kendisine geçmeye ve bir bakıma onun şahsına saldırmaya dayanır (s. 118).

 

İnsanın anlayış gücünü keskinleştirmesinin bir yolu olarak tartışma çoğu zaman gerçekten her iki tarafın da yararınadır, çünkü bu vesileyle insan düşüncelerini düzeltir ve zihninde yeni düşünceler uyanır. Fakat tartışmanın her iki tarafının da gerek bilgi ve görgü, gerekse düşünme ve anlama gücü bakımından hemen hemen birbirine denk olması gerekir.

 

Karşılaştığınız ilk kimseyle değil, fakat sadece ortaya saçma sapan şeyler atıp bunda ayak diremeyecek, otoriteye değil akla müracaat edecek, makul olana kulak verip ona boyun eğecek kadar anlayış gücüne ve öz saygıya sahip, son olarak hakikati her şeyin üzerinde tutacak, makul olan velev ki hasmından gelsin, onu benimsemekte tereddüt etmeyecek, yanlış ya da haksız olduğunun ispatına tahammül edecek kadar hakşinas olduğunu bildiğiniz tanıdıklarınızla tartışmaktır. Bu ·demektir ki yüz kişiden belki de ancak biri tartışmaya değerdir. Geri kalanlar bırakın canlarının istediğini söylesinler, çünkü herkesin ahmak olma özgürlüğü vardır (s. 121-122).

 

Ekler

Diyalogdan Diyalektiğe

Aristoteles'in tanıklığına göre (D. Laertius, IX, 25) diyalektik muhtemelen Parmenides'in hipotetik antinomilerine bir destek olarak hizmet etmesi için Elealı Zenon'un düşünüp bulduğu bir şeydi.

 

Sokrates'in tanımlarının Platon'un eidesine dönüşmesinde diyalektik merkezi bir yer tutar

 

Diyalog ve Diyalektik

Gadamer Hakikat ve Yöntem'de Greklere ve Platon'un diyalojik modeline geri giderek diyalog sayesinde ortaya çıkan anlamanın hep yükselen ve asla sona ermeyen bir aklilik, diyalektiğin işinin de doğası gereği bitmez ve sınırsız olduğunu göstermeye çalışır.

 

Gadamer'e göre diyalog düşüncenin karşılıklı olarak uyarılmasından başka bir şey değildir. Bu hüviyetiyle o irticalidir, bir başka ifadeyle diyalogda konuşmanın tarafları tamamen özgürdür. Dolayısıyla bir sohbetin nereye varacağı hiçbir surette başından öngörülemez. Bu sebepten ötürü bir diyalog biliminden söz edilemez (s. 133).

 

Diyalektik başlangıçta bir şekle sokulmamış ve görünürde düzensiz şifahi bir sohbet yahut fikir alış verişinin yazılı kaydı, tespiti ve refleksiyonu olarak ortaya çıkar.

 

Eristik ve Diyalektik

Gr. erizein, kavga/münakaşa etmek, çekişmek; eris, kavga, mücadele; eristikos, ihtilaflı, tartışmalı; çekişmeyi/didişmeyi seven, hakikate erişmekten çok karşısındakini alt etmeyi hedefleyen.

 

…eristik ustasının hedefi yalnızca galibiyetken, sofist gözünü şöhrete ve onunla birlikte kazanacağı gelip geçici ödüllere diker.

 

İbn Sina, Şifa'sının Safsata kitabında eristik ile sofistik arasında bir ayrım yapmaya çalışır:

Müşagabe (eristik) muhaverenin taraflarından birinin galip gelmek için giriştiği sonu başına dönen bir devr(ibatıl)dır. Kim üstün gelmek isterse gelişigüzel didişmeye yönelir ve her kapıyı çalar. Bazı insanlar ise galip gelmek için değil kendisinin filozof sanılması için didişmeye yönelir. İlk durum ile bu ikincisi arasında fark vardır…

 

Topos yahut Mevazı-ı Cedel / s. 141 vd.

 

Türkçeleştiren: Ahmet Aydoğan

2. Basım, Say Yayınları, 2012

 

16 Mart 2021 Salı

Takvimlerin toplumsal işlevleri Saatli Maarif Takvimi örneği

Ayşegül Şenkardeşler - Takvimlerin Toplumsal İşlevleri Saatli Maarif Takvimi Örneği

 

Televizyonun, internetin ve buna benzer teknolojilerin henüz toplumsal hayatta geniş bir yer işgal etmediği dönemlerde insanların gündelik bilgilerinin oluşmasında, dünya ile belli bir bütünselliğin sağlanması ve sohbet alanlarının oluşmasında takvimler önemli bir yer tutmaktaydı

 

İnsanın /  toplumun bir üyesi olması, toplumda kendisinden önce var olan kuralları öğrenmesi, değer ve inançları benimsemesi, onaylaması ve bu kurallara uygun olarak kendisine verilen rolleri oynaması ile mümkündür.

 

Sosyal kimliklerle milli ve kültürel kimlikler arasında kurulan ilişki biçimleri, genelde bireyleri tek bir kimlik çatısı altında toplamaya yöneliktir (s. 1).

 

…kimlik, sosyalleşme sonucu ortaya çıkmaktadır

 

Sosyalleşme birey açısından “başkası düşüncesi” çevresinde gelişmektedir (s. 3).

 

Güvensizliklerle dolu dış dünyada özneyi tehdit eden korkular, tedirginlikler, çatışmalar sınırları çizilmiş bir toplumun içerisine girdiği zaman yerini nispi bir güvene ve huzura bırakır. Buna göre özne sadece kendi toplumu içerisinde güvendedir ve yaşama alanına sahiptir.

 

…insanın insan olması öğrenilmiş davranışlarla mümkün olabilmektedir. Bu davranışları öğrenme süreci de sosyalleşme olarak adlandırılmaktadır (s. 4).

 

Dil insanın öğrenme yeteneğiyle ilgilidir. Çünkü öğrenme bir iletişim işidir. İletişimin temeli ise dildir (s. 7)

 

Sosyalleşme bir bakıma, bireylerin toplumdaki rollerini öğrenmesi sürecidir.

 

Bireyler toplumda doğru ve yanlış davranışları çoğu zaman deneme-yanılma yoluyla tekrar ederek öğrenirler (s. 8).

 

Birey toplumca olumlu görülen bir davranış gösterirse beğenilir ve takdir edilir.

Eğer birey toplumca kabul edilmeyen bir davranış gösterirse, toplum da o bireye olumsuz tepkiler gösterir (s. 9).

 

…doğru-yanlış, iyi-kötü kavramlarının öğrenilmesinde, insanlar arası ilişkilerde, ahlak eğitiminde din çok önemlidir (s. 11).

 

…resmî ve örgütlü bir sosyalleşme kurumu da okuldur (s. 13).

 

Televizyonda yer alan programlar, haberler ve reklamlar bizlere nasıl düşüneceğimiz, nasıl giyineceğimiz ve nasıl eğleneceğimiz gibi birçok konuda mesajlar verir (s. 14).

 

Eski Mısırlılar Güneş’in dolanımını esas alan Güneş takvimi kullanıyorlardı (s. 15).

Güneş’in, burçlar dairesi (ekliptik) üzerinde bir noktadan (Koç Başlangıcı) ayrılarak yine o noktaya ulaşmasına kadar olan zaman bir yıl kabul edilir (Güneşsel Yıl).

 

Mezopotamyalıların takvimi ise Ay yılına dayanan bir takvimdi. Bu takvim daha sonraki dinî takvimlere ve İslâm Dünyası’ndaki Hicrî Takvim’e temel oluşturmuştur. Burada Ay’ın safhalarıyla belirlenen 29,5 günlük kavuşum ayı esas alınmaktaydı. Aylar hilâlin görünmesiyle, yıl ise, genelde ilkbahar gündönümünden hemen sonra gözlemlenen hilâl ile başlatılıyordu.

 

Kamerî aylara göre ilk defa tarihi başlatan Halife Ömer’dir. Ömer zamanında Hicretin 17. yılında alınan bir kararla Hicretin olduğu sene Hicrî Takvimin 1. yılı ve o yılın Muharrem ayı da Hicrî-Kamerî takvimin yılbaşısı kabul edilmek suretiyle, o yıl 1 Muharrem'in rastladığı 16 Temmuz 622 tarihi de Hicrî-Kamerî Takvimin başlangıcı olarak kabul edilmiştir (s. 18).

 

Takvimler, genel olarak düşünüldüğünde düzen kavramına vurgu yapar. Bu bağlamda takvim, toplumsal düzenin belli araçlarla kontrol altına alındığı bir sistemler bütünü olarak yorumlanabilir (s. 21).

 

Ebüzziya Takvimi ilk olarak günlük duvar takvimi olarak yayımlanmaya başlar. Günlük bir gazete mantığında ve tefrikalar şeklindedir (s. 24).

 

Naci Kasım ve Maarif Kitaphanesi’nin 1928 yılında basmaya başladığı Saatli Maarif Takvimi ise farklı bir basamaktır. Maarif takvimi; bilgilendirmeler, öğütler, tarihi olaylar, yeme menüsü, hoş bir fıkra, şiirler ve edebiyat gibi farklı konulardan oluşmaktaydı (s. 25).

 

Saatli Maarif Takvimi…

 

Yüksek Lisans Tezi, Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2013

 








Uğur Mumcu – Büyüklerimiz

Uğur Mumcu – Büyüklerimiz

İslâmköy’ün Yiğidi

Ticarete çok küçük yaşta başladı.

Hacı Ali’nin o zamanlar saman altından su yürüttüğü sezilirdi.

 

Dolaksızoğlu Süleyman Sami

 

Yahya'nın üç oğlundan ikisi okudu, biri hayırsız çıktı. Hayırsız çıkan, yani okumayan Hacı Ali, «Siz okudunuz da ne oldu» diyerek halı ticaretine başladı. Süleyman ve Şevket Teknik Üniversiteye kaydoldular.

 

Demirel okulu bitirdikten sonra Devlet Su işleri Genel Müdürlüğü’ne girdi.

 

Demirel’in hayatında Amerika gezisi çok önemli bir yer işgal eder.

 

Amerika'daki ikameti sırasında masonluk ve milliyetçilik konularında oldukça yoğun bir eğitimden geçer…

 

…ihtilâl olduğunda İspanya’dadır.

Askerliğini Devlet Planlama Teşkilâtı'nda yapan Demirel, öncelik ve ivedilikle Amerikan Morrison firmasında komisyonculuk buldu.

ODTÜ su tesislerini üzerine aldı. Kısa zamanda zengin oldu.

Siyasete girer girmez İnönü hükümetini deviren Demirel, önce Başbakan Yardımcılığını, sonradan başbakanlığı kapıverdi.

 

Hacı Ali yoksulluk nedeniyle okuyamamıştı.

Ankara’da Yükseliş Kolejini kurdu.

Bazı tarihçilere göre okulun kurulmasına sebep, Yahya Demirel'in haylazlığıdır.

 

Nihat Erim — Allah Kerim

1912 yılında Kocaeli’nin Kandıra ilçesinde dünyaya geldi.

Nihat'ı Galatasaray Lisesi’ne gönderdiler.

İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra Paris Hukuk Fakültesi'ne yollandı.

Ankara Hukuk Fakültesi'ne gelerek öğretim üyeliğine başladı.

12 Mart günlerinde başbakan oldu

 

1946 yılında Bayar ve Adnan Menderes tarafından başlatılan Demokrat Parti hareketini şüpheyle karşılayan Erim, kendisine «Şalcı» adını takan o ünlü makalesinde şunları söylüyordu: “Sosyal bünyede derin rahatsızlıklar müşahede edildiğinde bunu gidermenin yolu, bir müddet için hürriyet ilâhının üzerine şal örtmek, yukarıdan aşağı bir otorite tesis etmektedir.”

 

Bundan sonra Kandıralı Nihat Erim Beyi, Hasan Saka kabinesinde Bayındırlık Bakanı olarak görüyoruz.

Şemsettin Günaltay hükümetine de Başbakan yardımcısı olarak girdi.

 

Erim, «Allah kerim» diye yalpa yapa yapa, sonunda Adnan Menderes'in gözüne girdi. Menderes 1957 yıllarında Erim'i Kıbrıs konusunda müşavir olarak görevlendirdi.

1962 yılı politikasında ismet İnönü’nün partisinden dört adamın atılmasını istediğine tanık olunuyordu. Bunlardan biri de Nihat Erim.

 

«Biz sosyalist parti olamayız» diyen İnönü’ye şiddetle çattı.

 

Sonunda beklenen gün gelip, çattı. Erim o gün yurt dışındaydı. Mutlu haberi İtalya’da aldı.

'Erim'in yaptığı ilk iş anayasayı «Lüks» ilân ederek, sosyalizmi «Jeopoletiğimize» aykırı bulmaktır.

Nihat Bey bundan sonra 23 Nisan günü yaptığı bir konuşmada, «Gençlerin başına bir balyoz gibi ineceğini» söylemiş.

Erim Amerikalı dostlarının ricasını kıramayacak haşhaş yasağı koydurdu. Tağmaç’ın ricasıyla binlerce kişiyi tutuklattırdı. Devr-i iktidarında işkenceleri kuruldu.

 

Saadettin Bilgiç

Isparta’nın Yalvaç ilçesinde doğdu.

Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Emin, Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi’nde öğretim üyesi oldu

 

Numune Hastanesi’nden tam «Cerrah» çıkacağı günlerde ortalık bir hayli karışmış, sonunda 27 Mayıs 1960 günü ihtilâl patlak vermişti. Dr. Bilgiç’in ağabeyi Sait, Demokrat Parti Milletvekillerindendi.

1961 yılında Isparta Milletvekili olarak siyaset sahnesine adımını attı.

 

AP Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala’nın vakitsiz ölümü, Demirel ile Saadettin Bilgiç arasındaki liderlik yarışını hızlandırdı.

 

Ali Elverdi

1944 yılında Harp Okulu’nu bitirdiğinde boyu 1.50 cm’yi geçmiyordu.

27 Mayıs Devrimi, Ali Elverdi’nin binbaşılığına rastlar. Binbaşı Ali. ihtilâli bütün gücüyle desteklemiş, ancak treni kaçırdığı için, ön saftaki ihtilâlciler arasında yer alamamıştı.

 

21 Mayıs ihtilâl girişimi gecesinde Ali Elverdi'nin yıldızı birdenbire parlamıştır. Tank Üsteğmeni ilhan Baş, Ankara Radyosu’ndan yaptığı anonsla ihtilâlin başladığını haber vermekteydi. Elverdi hemen bir jeep’e atlayarak, radyoevine girdi.

Orhan Çokdeğer, Elverdi’den önce radyoevine gelmiş ve ihtilâlci üsteğmenle yanındaki Harp Okulu öğrencilerini tutuklamıştı. Elverdi anons odasına girer girmez, her şeyi hazır buldu.

Çapulcuların yaptığı hareket durdurulmuştur...

Fakat aksilik bu ya, tam o sırada Üsteğmen Erol Diner komutasındaki bir manga radyoevine girerek. Elverdi’yi teslim almıştı bile.

 

12 Mart'a gelindiğinde Elverdi'yi. Tuğgeneral rütbesinde görüyoruz.

12 Mart Muhtırasından hemen sonra Ankara 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanlığı’na getirilmişti.

1974 yılında iktidara gelen CHP-MSP hükümeti, «Tarihî yanılgı» içinde Ali Elverdi’nin emekliliğine de karar vermişti.

Elverdi emekli olur olmaz (…) soluğu doğru AP Genel Merkezi'nde almıştır.

 

Kemal Satır

Dr. Kemal Satır, politikaya Adana'da başladı. Önce Belediye Meclisi üyeliği yaptı. Sonra Kızılay Başkanı oldu.

CHP Genel Sekreteri, Memduh Şevket Esendal'ın gözdesiydi.

Satır Ulaştırma Bakanlığı’na getirildiğinde henüz 39 yaşındaydı.

 

1960 İhtilâli’nden sonra kurulan Kurucu Meclis'e girdi

1961 yılında CHP Genel Sekreteri oldu. Sonra da İsmet Paşa hükümetlerine Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak girdi.

 

12 Mart kapıyı çaldı.

Artık Genel Sekreterlik belki de Genel Başkanlık çantada keklikti.

Kurultay yaklaşıyordu.

Ecevit kazandı

Dr. Satır önce «Cumhuriyetçi Parti» adıyla bir «Tabelâ partisi» kurdu, sonra bu tabelâyı omuzlayarak, Feyzioğlu'nun, Güven Partisi'ne yamandı.

 

Yahya Kemal Demirel

1950 yılı Büyük iş adamı Yahya Kemal Demirel aynı yılda ana rahmine düşüyor

Yahya, babasının Yükseliş Koleji’ne girdi.

 

Genç Yahya, şöyle bir ticaret yolu keşfetti. .Amcasının yakın arkadaşı Büyük Türk Milliyetçisi Mıgırdıç Sellefyan yurt dışındaydı. Eğer Yahya, buradan yurt dışına mobilya ihraç etse, Mıgırdıç, oradan Türkiye'ye döviz gönderse, o da burada «Vergi iadesi» alsa...

Öyle yaptılar.

Yahya yurt dışında mobilya gönderir gibi yapıyor, İsviçre'de üç şirket bu mobilyaların alıcısı olarak görünüyordu.

 

Savcılar sahtecilik ve toplu kaçakçılık suçlarından ötürü ulusal yeğen Yahya Bey kardeşimiz hakkında davalar açmaya başlamışlardı.

 

Yahya’ya bir buçuk yıllık bir hapis görünmüştü. Hacı Ali kararın çıktığını duyar duymaz, aynı gün Karadeniz Ereğlisi Cumhuriyet Savcılığı’ndan aldığı bir yazı ile (Bu sayın savcı CHP Hükümeti tarafından terfii ettirilerek Yargıtay Savcı Yardımcılığı’na getirilmiştir. Tebrik eder, başarılar dileriz. Saygılar efendim). Doğru Cilvegözü sınır çıkışına, oradan da pırrr.. İsviçre'ye Mıgırdıç Sellefyan’ın yanına!

 

Çetin Özek

Türkiye Üniversiteleri’nin gelmiş-geçmiş en kıdemli doçenti Mukbil Özyörük, en «aşırı» ve «haşarı» solcusu da Prof. Dr. Çetin Özek’tir!

12 Mart günlerinde «aşırı ortacılıkta» karar kılmıştır.

Çetin özek. İstanbul Tıp Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Ömer Özek’in iki oğlundan biridir,

Çetin Özek, İstanbul Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku öğretim üyesidir.

 

Ülkemizde, çok partili hayatımızda, devlet büyükleri ya asker kaçağıdır ya da askere kırk yaşlarının baharında gitmişlerdir.

Çetin Özek, askerlik çağında bir süre Gülhane Tıp Akademisi’nde yatarak, «Çürüktür» raporu almış ve böylece askerlikten paçayı sıyırmıştır!

 

Fethi Çelikbaş

…profesörlüğü boyunca bir tek kitap bile yazmamıştır. Çelikbaş'ın profesörlük süresinde yayınladığı bir kitabı olmadığı gibi, doçentlik ve doktora tezi de bulunmamaktadır.

 

Çelikbaş, Menderes kabinesine İşletmeler Bakanı olarak girdi.

…bakanlıktaki en önemli işi, yabancı sermaye ve petrol yasalarının kabulü için harcadığı insanüstü çabadır.

 

Çelikbaş, politikada demirbaş olduğu için 27 Mayıs İhtilâli'nden sonra oluşturulan kurucu meclise de girdi.

Çelikbaş kurucu meclise girerken. «Migros» Yönetim Kurulu Başkanı’ydı.

 

Cevdet Sunay Çelikbaş’ı Kontenjan Senatörlüğüme seçerek, parlamentoyu bu engin tecrübeli devlet adamından yoksun bırakmadı. Çelikbaş o sıralar Cumhuriyetçi Güven Partisi İstanbul il Başkanı’ydı.

 

Demas şirketi ortaklarından olan Çelikbaş aynı zamanda Genelkurmay eski başkanlarından Semih Sancar ve eski Başbakan Naim Talû ile birlikte Akbank Yönetim Kurulu üyesidir.

 

Turhan Feyzioğlu

1922 yılında Kayseri'de doğdu. Babası Kayseri esnafından Azmi Efendi’dir. Feyzioğlu ailesinin bir ucu. Kurtuluş Savaşı'nda Mustafa Kemal'i tutuklatmak için uğraşan Ali Galip Bey’e dayandığı söylenirse de bu Brejnev tarafından uydurulmuş bir yalandır. Feyzioğlu katıksız Atatürkçüdür.

Galatasaray’ı iftihar listesine geçerek, bitirdi. Galatasaray'dan sonra İstanbul Hukuk Fakültesi’ni de aynı başarıyla bitirdi…

 

Akademik kariyerde, kural olarak, önce doktora yapılır, sonra doçent olunur. Feyzioğlu bunun tam tersi bir yol izledi. Önce doçent oldu, sonra doktorasını verdi!

 

1954-55 yılları arasında «Forum» dergisinde yazdığı yazılarla Adnan Menderes’e meydan okumaya başladı.

1957 yılında CHP Milletvekili olarak siyasal hayata atıldı.

12 Mart günlerinde Sunay - Tağmaç İkilisine yanaştı. Demirel ile 1. MC'yi kurdu, sonra MC'ye karşı kurulan CHP hükümetinde yer aldı.

…ihtilâl hükümetine Millî Eğitim Bakanı oldu. Sonra Orta-Doğu Teknik Üniversitesi Rektörlüğünü alarak, bir süre sağı solu kolladı.

…ihtilâlden sonra kurulan İnönü hükümetinde Devlet Bakanı olarak görüyoruz

 

Güven Partisi’ni kurdu.

Kurulan CHP-MSP hükümetine muhalefet eden Feyzioğlu, Demirel ve Türkeş ile pazarlıklar yaparak, sonunda birinci MC'yi kurdurtmayı başardı.

 

Ferit Melen

Ferit Bey'in siyasal yaşamı Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürü olduğu günlerde başladı.

CHP milletvekili olarak Meclis'e girdi.

 

12 Mart

Komutanlar, Erim’den boşalan başbakanlık koltuğunu, Melen'e vermekte hiç tereddüt etmediler.

 

Orhan Kabibay

Kabibay'ın liderliği, 27 Mayıs İhtilâli'yle ortaya çıkmıştır. Kahramanımız o tarihlerde İstanbul’daki askerî birliklerde görevli bir tank subayıdır.

 

Mukbil Özyörük

Özyörük, bugüne dek hemen hemen her siyasal akımın kapısını çalmış, DP'li, AP'li, CHP’li, devrimci, Marksist ve ihtilâlci olduktan sonra ülkücülükte karar kılmış değerli bir bilim adamıdır.

 

Mukbil Özyörük, Yargıtay eski Başkanlarından Halil Özyörük’ün oğludur

…babası Adalet Bakanı’yken, sıkı bir Menderesçi ve Demokrat Parti hayranıydı.

27 Mayıs İhtilâli çıkagelince, Özyörük bir «durum muhakemesi» yaptı ve «inkılâpçı kadrolar içinde» yer almaya karar verdi.

Özyörük, fakülteden ayrılır ayrılmaz. Ereğli Demir-Çelik Fabrikaları başhukuk müşavirliğine getirildi.

Kısa zamanda AP Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala'nın gözüne giren Özyörük, ilerlemiş yaşına rağmen, AP Gençlik Kolları Genel Başkanlığı’na getirildi.

 

Sadi Koçaş

Koçaş formülüne göre, bunalımlı dönemlerde toplumların üzerine asker elbisesi giydirilmelidir.

27 Mayıs İhtilâli olduğunda, Koçaş, Londra’daydı.

Güneydoğu illerimizde bir alaya komutan olarak atandı. Orada bir yıl bekleyecek, ondan sonra paşa olacaktı.

Yıl 1961 Koçaş üniformasından soyunur soyunmaz Cumhurbaşkanı Gürsel tarafından kontenjan senatörlüğüne getiriliyor

1969 yılında Konya Milletvekili olarak CHP listelerinden Millet Meclisine girmişti.

 

12 Mart «Koçaş formülü» uyarınca kotarılmış ve uygulanmıştı. Bu uygulama içinde Koçaş'a da bir başbakanlık yardımcılığı düşmüştü.

 

Yılmaz Ergenekon

Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin İdarî bölümünü bitirdikten sonra kaymakamlığa başladı. Ergenekon kaymakamlık yaparken cam sıkıldı ve bir iki temas sonunda Ankara Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Kürsüsü’ne asistan olarak atandı.

Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarı Hacı Turgut Özal’ın gözüne çarptı

Hacı Ali Demirel ile tanışıyor 

Yılmaz Ergenekon’un siyasal yaşamı bu konuşmadan sonra renklenmiş ve bakanlık kolluğuna kadar uzayan serüven başlamıştır.

Kasımpaşa Deniz Hastanesi Ergenekon'un önce gözlüklerini inceledi. Sonra göğsünü dinledi ve çürük raporunu yazıverdi. «Oh be» kurtulmuştu. Askerlikten kurtulmuştu.

 

Ergenekon, hem Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Kürsüsü’nde çalışır görünüyor, hem de DPT Teşvik ve Uygulama Dairesi Başkanlığı yapıyordu.

 

Kemal Has / Londra'da «Gazoz Fabrikası» açmak istiyordu. Bunun için Ergenekon’a başvurdu. Ergenekon, Has'a tam 726 bin dolarlık kâr transferi sağladı.

Ergenekon bir süre sonra, hem DPT, hem de Hukuk Fakültesinden ayrılarak Has’larda «Müşavirlik» alıyordu.

1973 seçimlerinde Ergenekon’u Genel Merkez Kontenjam’ndan İzmir Milletvekili olarak görüyoruz. 1975 yılında birinci MC iktidara gelince, Yılmaz Ergenekon Maliye Bakanlığı koltuğuna oturtuluvermişti.

Mobilya yolsuzluğunun «Ayyuka çıkması» sonunda Ergenekon, bu işi araştırmak için bir Maliye Müfettişi'ni görevlendirmişti. Maliye Müfettişi «kâğıt üzerinde yapılan araştırmaya göre, yolsuzluk görülmemiştir» deyince, bu müfettiş hemen başmüfettişliğe terfi ettirildi.

Ergenekon, 1977 seçimlerine bu kez. Bursa Milletvekili olarak katıldı.

Demirel ne de olsa vefalı adam. «Hadi şimdi harcamayalım çocuğu” diye düşünerek Ergenekon’a «Teselli mükâfatı» olarak Ulaştırma Bakanlığını vermişti.

 

Metin Toker

Galatasaray'ı bitiren her on yurttaşdan sekizi adam olur, bu sekiz kişiden biri gazeteci, beşi politikacı, diğer ikisi de Vehbi Koç'a müdür olurlar (!) Metin Toker, Galatasaray'ı bitirdikten sonra edebiyat üzerinde öğrenim yaptı.

Metin Toker’in hayatındaki en büyük siyasal başarı, İsmet Paşa'nın kızı Özden Toker’le evlenmesidir.

Metin Toker’in siyasal geleceği bu evlilikten sonra birdenbire parlamış ve Toker bu evlilikle çok partili siyasal hayatımızın vazgeçilmez unsurları arasında yerliyerini almıştır.

DP bakanlarından Mükerrem Sarol hakkında yazdığı bir yazı nedeniyle mahkûm oldu.

 

Fikret Ekinci

…siyasal hayata 27 Mayıs ihtilâliyle birlikte çıkmıştır.

Demokratik Parti büyüklerinin dikkatini çekmiş ve Ekinci, «Görgü ve bilgi arttırma» amacıyla İngiltere'ye gönderilmiştir.

Ekinci, ihtilâlden önce sık sık Metin Toker’in sahibi ve başyazarı olduğu «Akis Dergisi»ne gelir, burada Toker'e ordu içindeki kıpırdanmalar hakkın da geniş bilgi verirdi.

İhtilâl, olmuş-bitmiş ve ihtilâlciler Ekinci'yi bir kenarda unutmuşlardı,

 

Mıgırdıç Şellefyan

Süleyman Demirel'in siyasal hayata atılıp, tutunmasından ve yeğeni «Mobilya prensi» Yahya'nın kısa zamanda milyonerlerimiz arasına katılmasında, en büyük pay sahiplerinden biri, şüphesiz, Mıgırdıç Şellefyan’dır.

Mıgır, 1914 yılında Adapazarı’nda doğmuştur.

Yüksek kazanç elde edenlerin yüksek öğrenim yapmaya gerekleri yoktur, yolundaki sosyo-ekonomik kural gereğince hemen ticaret hayatına atılan bu Ermeni kökenli değerli yurttaşımız, kısa zamanda sivrilmiş, önce İstanbul Ticaret Odası üyeliğine, sonra da efendim, «Milliyetçi-mukaddesatçı» Demokrat Parti’nin milletvekili olarak «Yüce parlamentoya girmiştir.

 

1964 yılında iktidarda olan İsmet Paşa hükümetinin düşürülmesine karar verildiğinde, iş' İzzettin Turanlı’ya düşmüştür. Turanlı, hatırı sayılır masonlardandı. Ve Demirel'in yakın arkadaşıydı.

Mıgırdıç Şellefyan’ın değerli mahdumu Arden Şellefyan ile Hacı Ali'nin oğlu Yahya, önce kaydırak, sonra misket oynayarak birbirlerini üttüler, sonra ortaklık kurarak, mahalle çocuklarını kazıkladılar.

 

Döviz transferi nedir, vergi iadesi nasıl alınır, devlet nasıl dolandırılır, bunları Mıgırdıç'dan daha iyi bilecek bir Allah’ın kulu yoktur,

 

Mobilya yolsuzluğu nedeniyle sahtecilik suçundan mahkûm olan Yahya şimdi İsviçre’de Mıgırdıç Şellefyan'ın himayesi altında yaşamaktadır.

 

Mahir Kaynak

…emekli üsteğmen, müstafi öğretim üyesi, MİT görevlisi Mahir Kaynak

Kilis doğumlu

1953 yılında Kara Harp Okulu’nu beşincilikle bitirmiştir.

1956 yılının aralık ayında ordudan çıkartılıyor.

 

İstanbul İktisat Fakültesi’ne kaydoldu.

…sosyalizme olan aşırı tutkusu nedeniyle dikkati çekti.

İdris Küçükömer ve Sencer Divitçioğlu’nun» kürsülerine asistan oldu.

İdris Küçükömer ve Sencer Divitçioğlu’nun siyasal temaslarım ve görüşlerini günü gününe MİT yetkililerine bildirmeyi görev bilmekteydi.

Mahir Kaynak'ın temel görevi, ihtilâlci akımları MİT Müsteşarlığıma bildirmekti.

Öğrencilerle sosyalizm üzerine tartışan Kaynak, burjuva düzeninin ancak ve ancak silâh kullanarak devrileceğini söyler ve «gerilla savaşı şarttır» derdi.

 

Türkiye Millî Gençlik Teşkilâtı temsilcisi…

1968 yılında, devrimci gençliği etkisi altına alan demokratik devrim tezi görüşlerinin baş savunucularından biriydi.

«Demokratik Devrim Derneği»nin İstanbul ilindeki kurutuş çalışmalarını yürüten Kaynak, derneğin kayıt defterlerini de elinde tutuyordu.

Bir süre sonra «Demokratik Devrim Derneği» İçişleri Bakanlığı tarafından kapatılmış ve Kaynak’a göre, «ihtilâlci çekirdek» saptanmıştı.

 

Mahir Kaynak, doktorasını yaptıktan bir süre sonra Birleşik Amerika'ya gitti.

Washington’dan Uluslararası Polis Akademisi'nde, «istihbarat» kursları gördü…

12 Mart öncesinde önemli bir görev üstlenmişti: Emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu’nun çevresini izlemek ve bu grubu tutuklatmak...

 

12 Martın en büyük davalarından biri, «Madanoğlu davası» olarak bilinir, işte bu Madanoğlu davası Dr. Mahir Kaynak tarafından oluşturulmuştur.

 

Madanoğlu davası nedeniyle «Deşifre» olan Mahir Kaynak, önce «Asistanlar Sendikasından atıldı.

12 Mart sorgularında bulundu. Erenköy’deki ünlü Ziverbey Köşkü’nün demirbaşlarından biri olan Kaynak, sonra MİT Müsteşarlığında önemli bir göreve getirildi.

 

Saadettin Üçüncüoğlu

12 Mart günlerinde Ankara’da sıkıyönetim ilân edildiği zaman, sıkıyönetim komutanlığına Orgeneral Semih Sancar atandı. Sıkıyönetim adlî müşavirliğini de Albay Muzaffer Gucuroğlu, yardımcılığına da Yarbay Saadettin Üçüncüoğlu getirildi.

 

İsmail Arar

İsmail Arar, Sağlık Bakanlığı’nın eski müsteşarlarından birinin oğludur.

CHP, İsmail Arar’ı Millet Meclisi Başkan Vekilliği’ne seçtirmişti.

…siyasal hayatı, 12 Mart muhtırasıyla şenlenivermişti.

Birinci Erim hükümetine Adalet Bakanı olarak girdi. Fakat aynı zamanda hükümet sözcüsü ve genelkurmay gözcüsüydü de.

…ikinci Erim hükümetinde Millî Eğitim Bakanı olmuştur.

 

Halit Ziya Türkkan

Reha Oğuz Türkkan, 1920 yılında doğmuştur. Babası, Tapu Kadastro Genel müdürlerinden Halit Ziya Türkkan'dır.

Türkkan’ın gençliği İstanbul’da, Büyükada'da geçmiştir.

Reha Oğuz, yayın hayatına «Ergenekon» adlı dergiyle çıktı. O tarihte onsekiz yaşındaydı

Reha Oğuz, çevresinde hemen ırkçı, turancı bir halka oluşturdu. Bu halka, nedense, Büyükada çevresinde dolaşıyordu.

Reha Oğuz, Reşat Nuri'nin baldızıyla tanıştı ve bir süre sonra da dünya evine girdi.

Reha Oğuz'a göre, gürcüler de Türktü.

 

Atsız ile Reha Oğuz arasındaki tartışma, «Sen boşnaksın», «Sen Ermenisin» suçlamaları ile sürüp gidiyordu.

 

Bir yazısında «Bize savaşçı ahlâkı lâzımdır» diyor, bir başka yazısında da haykırıyordu:

«Yasamızda harpten kaçan alçaktır.»

«Savaş» sözcüğünü çok kullanmaya başlayan Reha Oğuz, birdenbire bir askerlik şubesinden «Hadi gel bakalım» diye bir celp alıvermez mi?

Kardeşi Atilla Türkkan Amerika'daydı. İşi de iyiydi. Bir onun yanına kapağı atsa, kurada ölüm yoktu artık... Ve gitti.

Reha Oğuz, süresi içinde askerlik görevini yapmadığı ve askerlik şubelerinden gelen emirlere karşı çıktığı için Türk vatandaşlığından atılmıştı. Soyadı Türkkan’dı, fakat artık kendisi Türk değildi. Evet Amerikan uyruğuna girdi.

…kardeşi Atilla Türkkan ile birlikte, «Andreo Konstantinidis» adındaki Türkiyeli bir Rumla ticarî işbirliğine girişti.

 

(Not: Muhafazakâr, kârın muhafazası demektir).

28. Basım, 1996, İstanbul

Tekin Yayınevi 






















Uğur Mumcu - Rabıta

Uğur Mumcu - Rabıta

Cemalettin Kaplan

"İslâmi devlet kurulacak elbet."

Caminin kapısında Mercedes marka arabalar duruyor.

Sarık ve Mercedes

 

1926 yılında Erzurum'un ispir kazasında doğmuş. İlk dini bilgileri babasından almış. İmamlığa başladığı sırada ilkokul mezunu bile değilmiş.

…ortaokulu ve liseyi dışardan bitirmiş sonra da Ankara ilahiyat Fakültesi'ne girmiş; aynı tarihte Ankara'da vaizlik yapmış. 1966 yılında ilahiyat Fakültesi'ni bitirdikten sonra Diyanet işleri Başkanlığı’na müfettiş olarak atanmış; daha sonra Diyanet işleri Başkanlığı'nda Özlük işleri Müdürlüğü de yapan Kaplan, bir süre de Diyanet işleri Başkan Yardımcılığında bulunmuş. 1966 yılından 1981 yılına kadar da Adana'da müftülük yapmış.

1977 seçimlerinde de MSP listesinden Erzurum’da milletvekili adayı olmuş. Seçilememiş…

 

Kaplan, emekliye ayrıldıktan sonra kendi deyişine göre Erbakan’ın isteği üzerine- Almanya'ya gitmiş ve orada "Milli Görüşçü" diye adlandırılan grupla birlikte çalışmaya başlamış.

Hoca İran'a gittikten sonra Milli Görüş saflarından ayrılmış ve "Tebliğci" olmuş.

Milli Görüş yanlıları Kaplan'ın ”CIA tarafından kullanıldığı kuşkusunu" taşıyorlar.

 

Cemalettin Kaplan'ın ilişki kurduğu ve destek bulduğu çeşitli İslâmî akımlar / s. 43 vd.

İhvanülmüslimin

Afganistan cihad hareketleri

İran inkılap hareketleri

Avrupa'da İslâm cemiyetleri hareketleri

 

İspirli Cemalettin Hocanın "İslâm anayasası" diye bastırıp dağıttığı metnin İran İslâm Cumhuriyeti Anayasasından kopya edildiği açıkça belli olmaktadır.

 

Avrupa Milli Görüş Teşkilatları 1985 yılında mayıs ayında kuruluşunu tamamladı

Başkanı kim?

Osman Yumakoğlu.

İlâhiyat Fakültesi ve Hukuk Fakültesi mezunudur. Kendisi gazetecidir. Bursa’daki Marmara Gazetesi’nin sahibiydi.

 

Cemalettin Kaplan'a Federal Almanya'da sığınma izni sağlayan da ilginç bir ad:

Murat Bayrak! Bayrak, eski AP milletvekillerinden ve MHP’nin son yöneticilerinden. Eski CIA görevlisi ve silah tüccarı Frank Terpil'in silah sattığını ileri sürdüğü işadamı. 12 Eylül Harekâtı sonrasında hakkında dava açılmayan tek MHP yöneticisi.

 

Dr. Rıza Nur bir Atatürk düşmanıdır. Rıza Nur'un "Hayat ve Hatıratım" adlı dört ciltlik anılar yıllardır Atatürk düşmanlarınca okunur ve okutulur.

Ya basan kim? Türkiye'de "Altındağ Yayınevi.” Adres:

Beyazıt, Beyazsaray, No. 39 - İstanbul.

Bu adres sahte. Çünkü bu adreste böyle bir yayınevi yok

Kitap üzerinde bir de Federal Almanya adresi var. "Naşiri:

Heidi Schmidt, 4100 Duisburg II, Deutschland

Bu adres de sahte. Yok böyle bir adres...

 

Atatürk'le ilgili kitap yalnızca bu değil.

Kısaca "Rabıta Örgütü” diye anılan, merkezi Suudi Arabistan'da bulunan "Rabıtat-ül İslâm" adlı örgütün Ürdün'de bastırıp dağıttığı bir kitap daha var. Adı "Sanem Adam.” Yani “Put Adam.”

Peki bu işleri yürütenler kimler? Kimler aracı oluyor? Kim alıyor, kim satıyor bu kitaplar?

Kadir Mısıroğlu.

İslâm Federasyonu yöneticileri bu adı veriyorlar "O getiriyor, o dağıtıyor"

 

Kadir Mısıroğlu

Eyüp oğlu, 1933'te Saire’den Akçaabat’ta doğma, hukuk fakültesi mezunu.

Mısıroğlu’nun avukatı İsmail Müftüoğlu, sonradan Adalet Bakanı olur.

Cemalettin Kaplan, konuşmalarında sık sık Dr. Rıza Nur’un anılarından söz ediyor ve bu anıların "Allah tarafından kendisine gönderildiğini" söylüyor.

Gönderen Allah değil, Kadir Mısıroğlu'dur.

Rabıta Örgütünün asıl adı "Rabıtat al-alam al-islâm"

Suudi Arabistan'da kurulmuş bir şeriat örgütü. Amacı "İslâm enternasyonalizmi."

 

Süleymancılar

Avrupa'daki İslâm Kültür Merkezleri adına gönderilen açıklamalara göre Süleyman Hilmi Tunahan, Silistre'nin Ferhatlar Köyünde doğmuş. Doğum tarihi 1884. Tunahan ilk öğrenimini Şatırlı Medresesinde ve Silistre Rüştiyesi'nde yapmış. Daha sonra İstanbul'da Sahn Medresesi’ne kaydolan Tunahan, Fatih dersiamlarından ve devrin ünlü din alimlerinden Bafralı Ahmet Hamdi Efendi'den dersler almış. Süleymaniye medreselerinden "Medresetül-Mütehas-sısin'i 1919 yılında bitiren Tunahan, aynı yıllarda Medresetül-Kuzaat’dan da mezun olmuş.

Bu okullardan mezun olan Tunahan, önce İstanbul’da "Dersiam” olarak göreve başlamış; medresenin kapatılması üzerine İstanbul'da Sultanahmet, Süleymaniye, Yenicami, Şehzadebaşı. Kasımpaşa camilerinde vaizlik yapmış. 1949 yılında hükümet kararnamesi ile açılan Kur'an kurslarında ders vermiş. Almanya'daki "İslâm Kültür Merkezlerince yapılan açıklamaya göre Tunahan, "Amelde Hanefi, itikadda Maturidi mezhebine mensup, meşreben Nakşi" imiş (s. 81).

 

Diyanet İşleri Başkanlığının saptamalarına göre Süleymancılık tarikatının lider kadrosu şu adlardan oluşmaktadır (s. 81 vd.).

Kemal Kaçar (eski AP milletvekili),

 

Diyanet İşleri Başkanlığı'na göre "Süleymancılık" bir tarikattır. Bu tarikatın kurucusu ve şeyhi Süleyman Hilmi Tunahan’dır. Eski AP Milletvekili Kemal Kaçar ve eski AP İçel Milletvekili Ali Ak bu tarikatın önde gelen adlarından ikisidir.

 

Ali Yüksel'e soruyorum:

"Süleymancıların çok zengin oldukları söyleniyor. Kemal Kaçar neyle geçiniyor örneğin?”

Yanıt:

"Süleymancılıkla!”

Diyanet işleri Başkanlığının saptamalarına göre Süleymancılık bir "örgüt" olarak çalışmaktadır. Bu örgütün lideri Kemal Kaçardır. Süleymancılık özellikle Antalya'da Kur'an kursları aracılığı ile örgütlenmişin "Kurs ve Okul Talebelerine

Yardım Dernekleri" ve hatta biçki-dikiş kursları çatısı altında örgütlenen Süleymancılık özellikle 1972 yılından sonra Diyanet işleri Başkanlığı ile savaşa girişmiş…

 

Tunahan, dinsel konularda “rabıta" denen bir yöntem kullanırmış. Ardından gidenlerin de kullandıkları yol buymuş.

Neymiş bu yöntem?

Önce mürid abdest alırmış. Sonra üç ihlas ve bir Fatiha okurmuş ve bu üç ihlas ve bir Fatiha "Silsile-i Sâdât" ve Süleyman Hilmi Tunahan ruhuna hediye edilirmiş. Sonra "Al-i imran suresi” okunurmuş. Yedi kez istiğfar (Allah’tan bağışlanmayı dilemek) edilirmiş. Sonra Ahzap suresi... Daha sonra "Salatü Selam” ve yeniden Al-i imran suresinin son ayeti...

Daha sonra İstanbul'da Fatih Camii'ne gidilir ve "Destur Ya Hazret" diye seslenilir. Şeyh camidedir. Elleri öpülür.

"Nefs-ü Emmare" iki kaş arasındaymış. Şeyhin dizi ile müridin dizi birbirlerine değermiş. Şeyh Süleyman Hilmi Tunahan, müridin iki kaşı arasından kalbine doğru "izafi bir hat” çekermiş. İşte buna "rabıta" denirmiş.

Rabıta süresi, 15 ile 45 dakika arasında değişirmiş. Bu sırada nefes kesilirmiş ve gözler yumulurmuş. Bu durumda mürid ağzının içinde dilini damağına değdirerek beş kez döndürebilirse, kalbinin "Allah, Allah" diye attığını duyarmış.

Mürid, artık "Letaif-i Nazsa" aşamasına geçermiş. Her aşamada 500 zikr yapılırmış. Bu zikrden sonra bir "mertebeden bir başka mertebeye" geçilirmiş.

"Rabıta" önce “kalb seviyesinde yapılırmış; sonra da "kalbten ruha" geçilirmiş. Daha sonra "sırra" geçerlermiş. sırdan da "hafi'ye.

"Alem" üç kısımmış. Alem-i Suğra. Alem-i suğra insanmış. Bu "alem" içinde insan yedi "mertebeye" ayrılırmış. İkinci kısım, "Alem-i suğra"ymış. "Alem-i suğra" yedi kat zemin demekmiş. Üçüncü kısım da "Alem-i Ulya"ymış. Bu son iki kısım arasındaki sınır "Sidre-i Münteha"ymış, ki, bu sınır melekler tarafından bile aşılmazmış. Ancak melekler, "Ehl-i Rabıta"nın kalbini bir dürbün gibi kullanarak "Alem-i Ulya"yı izleyebilirlermiş. "Alem-i suğra" ile "Alem-i ulya" arasında bir bağlantı, çağdaş deyiş ile bir “iletişim" varmış. "Alem-i suğra"da bulunan "5 letaif'in benzeri de "Alem-i ulya"da bulunurmuş. Tıpkı telgraf gibiymiş bu "alem.” Her iki kısımda da alıcı ve vericiler varmış. "Ehl-i Rabıta" bu yollarda bu "alem" ile temas edermiş. Her şeyin aslı "Alem-i Emir"deymiş. Alem-i

Emrin ötesinde "Alem-i Vücut" bulunurmuş.

 

Lise mezunu olan Kaçar’ın TBMM albümünde neyle uğradığı şöyle özetlenmiştir: "İslâm dininin esasları, ticaret."

 

Süleymancıların Türkiye'de en çok kızdıkları kişi Diyanet İşleri'nin eski Başkanı Tayyar Altıkulaç ise, Almanya'da da Mete Aksu’dur.

Mete Aksu, DGB kısa adıyla bilinen Alman Sendikalar Birliği’nde çalışan bir Türk sendikacıdır. Mete Aksu. 1979 yılında Köln'deki "İslâm Kültür Merkezi'nin "kamu yararına çalışan dernek" olmak ve bu statünün getirdiği akçalı haklardan yararlanmak için yaptığı başvuruyu önleyen adam olarak tanınır.

 

Kaçar’ın en yakın dostlarından biri de AP Adana Milletvekili ve Avrupa Türk Grubu Başkanı Cevdet Akçalıydı. Akçalı, 1979 yılında İslam Kültür Merkezleri’nin Hagen'deki toplantısına da konuşmacı olarak katılmışı.

 

Diyanet İşlerinin denetimindeki camilerde görevli imamlara Türkiye Cumhuriyeti bütçesinden aylık ödenmesi doğal.

Desem ki: "Bir süre bu imamların aylığı "Rabıtat-al-Alam al-islâmi" adlı şeriat örgütü tarafından ödenmiştir."

"Olmaz, olamaz" dersiniz.

Olmuş. Hem de 12 Eylül döneminde. Hem de Atatürkçülükten en çok söz edilen bir dönemde.

Diyanet işleri yurt dışına din hizmeti götürmekte çok geç kaldı. Kalınca da yurt dışında Süleymancılık, Milli Görüşçülük gibi akımlar at oynattı. Hemen yurt dışına din adamı gönderelim dedik Baktık mevzuat yok ortada, Tabii para da... Suudilerle anlaştık. Bir mutabakat gereğince Türk imamlarının aylıkları bir süre, 1982 yılından 1984 yılına kadar Rabıta örgütünce ödendi."

Ödenen aylık 1100 dolar. Bu paralar, Rabıta örgütünce Türkiye büyükelçiliklerine ödeniyor, büyükelçilikler de aylıkları imamlara ödüyorlarmış. Önce Belçika'da başlamış bu uygulama, daha sonra Federal Almanya'da da aylıklar Rabıta örgütünce ödenmiş (s. 137).

 

Rabıta Örgütünün 41 kişilik bir "kurucu meclisi" var. Bu meclis çeşitli İslâm ülkelerinden seçilen üyelerden oluşuyor.

Rabıta Örgütü’nün kuruluşunda Türkiye’yi, Hilal Dergisi sahibi Salih Özcan temsil etmiştir. Salih Özcan’ı daha sonra MSP Şanlıurfa Milletvekili olarak görüyoruz. Daha sonra "Faisal Finans Kurumu’nun kurucusu olarak da göreceğiz.

"Rabıtat-al-Alam-al-İslâmi” adlı şeriat örgütündeki ikinci Türk, "Türk-Suudi Arabistan Dostluk Cemiyeti Başkanı" Ahmet Gürkan'dır. Ahmet Gürkan, 1950-57 yılları arasında, DP, 1961-65 yılları arasında da AP Konya milletvekili olarak parlamentoda bulunmuştur.

 

Yurt dışında görevli Türk imamlarına "Rabıta" örgütünce aylık ödenmesinin sorumluluğunu kimse üstlenmez…

 

(Kitabın devamında konuyla ilgili olarak yapılan yayınlarda yer veriliyor)

 

Bakanlar Kurulunun Rabıta'nın Türk imamlara maaş ödemesi konusundaki 8/2838 saydı kararnamesinin 28.4.1981 tarihinde çıkarıldığı belirlendi.

Kararnamede Devlet Başkanı Kenan Evren ve Başbakan Ulusu'nun da imzaları bulunuyor... / s. 179

 

15 Mayıs 1979 tarihinde Devlet Bakanı Lütfi Doğan'ın yurt dışında görevli Türk din adamlarına Rabıta Örgütünün maaş vermesi için yaptığı önerinin, 6 Haziran 1979 tarihli karan ile Ecevit hükümeti tarafından kabul edildiği saptandı.

 

20. Basım: Ekim 1996, Ankara

UMAG Vakfı Yayınları