31 Aralık 2016 Cumartesi

Gaston Bachelard - Sürenin Diyalektiği

Gaston Bachelard - Sürenin Diyalektiği


…geçmişten kalan nedir, süren nedir…

Ruh her zaman, dünyadaki tüm mutlu insanlar gibi, elindeki şey tarafından ele geçirilmiş durumdadır.
Hareketsizleşmek ölmektir.

Saf düşünce, yaşamı reddederek başlamalıdır. İlk açık düşünce, yokluğun düşüncesidir.

Kavramlarımızın temelinde sezgiler vardır.
Kavramlarımızın birbiriyle ilişkiye sokulmasında sezgiler rol oynar…

Varlık, oluşun bir unsuru olmalıdır.

Madde hayal kırıklıklarımızın, yanlış hesaplarımızın tözüdür. Maddeyle başarısızlıktan sonra karşılaşırız, asla önce değil. Madde, gerçek bir denge üzerine kurulu incelikli bir durmayı değil, yorgunluktan sonraki durmayı tözselleştirir.

Bergson’a göre ancak eşyayı düşünmek için kendimizi düşünmeyi bırakırız ve aynı şekilde eşyayı bırakmak kaçınılmaz olarak kendimize dönmek demektir.

Zaman bilgisi dolaysız ve sezgisel olamaz, aksi takdirde kendini yoksul ve kısır kalmaya mahkûm etmekten başka bir şey yapamaz. Zenginleşmek için, bu bilgi de, diğerleri gibi, kendini sergilemelidir. 

Beklenti, geçmişi hissetmek için bize bir bahanedir. Elbette beklenti boşa çıkmış bir arzudur, öfke ve güçsüzlük duygusudur, fakat yitip giden zamandan daha acıdır. Beklentiyle geçen anların her biri üzüntü kaynağıdır. Yaşayan geçmişle gelecek arasında ölü bir yaşam bölgesi uzanır ve tamir edilemez olanın üzüntüsü ve hissi hiçbir yerde daha güçlü değildir. Böylece zaman bizim için hissedilir hale gelir.

…karanlıklar görülemediği gibi, cahillik de yaşanamaz.

Eylem (…) süreyi de beraberinde getirir.

Beklenti, öngörülenden öngörülemez olanı yaratır. Randevunun sarhoş eden neşesi ne güzeldir! Geç kalanın birdenbire daha güzel, daha kesin, daha sevecen görünmesi için, yeterince sevmek, her şeyden kaygılanmak ve çılgın bir endişe içinde beklemek yeterlidir. Beklenti, zamanı oyarak aşkı daha derin kılar.

İnsanlığı yaratan şey, ezberden okuma değil, anlatmadır.

Filozof, aletlerin zamanının fenomenlerin zamanının yerini bu kadar kolay alması üstüne uzun uzun düşünmelidir.

Bir fenomenin zamanla ilgili özellikleri ile mekânla ilgili özelliklerini birleştirmeyi biliyorsak, maddi aracılar üstünden, bir şekilde zaman fenomenlerini çerçevelemeyi başarırız.

Zamanı düşünmek, yaşamı çerçeveye almaktır.

…her gerçeklik, tek bir sıranın düzenli terimleri olarak algılanan ve aralarında her zaman rastgele olayların doldurduğu boşluklar olan, birbirini izleyen ya da beraber bulunan bir olaylar dizisi olarak gerçekliktir.

…sürekli bir değişim asla deneyimlenemez.

Zaman ancak belirli bir derinlikte, birbirinden bağımsız birçok zamanın üst üste konmasıyla sürekliymiş gibi görünür.

Pragmatist (…) eylemi fayda kategorisine tabi kılar, ya da daha ziyade ki bu da aslında aynı şeydir, kişiyi basitçe canlılığa indirger. Bu açıdan, insan ve hayvan arasında özünde hiçbir ayrım konulamaz.

Duyumlar birbirine bağlı değildir, onları bağlayan bizim ruhumuzdur.

Eğer bir parçacık, titreşmeyi bırakırsa, varolmayı da bırakacaktı…
O halde, titreşim enerjisinin, varoluş enerjisi olduğunu söyleyebiliriz.

---
La dialectique de la durée
Türkçeleştiren: Emine Sarıkartal
İthaki Yayınları

Ekim 2010

21 Aralık 2016 Çarşamba

Martin Heidegger - Nedir Bu Felsefe

Martin Heidegger - Nedir Bu Felsefe

…Heidegger (…) varolan ya da varlık nedir sorusuna henüz bir yanıt verilemediğini söyler ve bu soruyu, varlık teriminin ne anlama geldiğine, yani varolma tarzlarına ilişkin soruyu yeniden sorarak ve varlık anlayışının ufku olan zamanı ölçü alarak yanıtlamaya kalkışır.

Ona göre daha önceki filozoflar varlık nedir sorusunu sormamışlar ve varlık ile varolan arasındaki ayrımı görmemişlerdir.

Jean Beaufret’e 1956’da yazdığı mektubunda Heidegger düşünmeyi varlığın düşünmesi olarak belirler.

Varlık, varolanda varolan bir özellik değildir.
Varlık, varlığın kendisidir.
Varlığın tanrı ya da bir dünya nedeni olmadığını söyler.

Dil, insanın içinde oturduğu varlığın evidir ve düşünürlerle şairler bu konaklamanın bekçileridir.

İnsan (…) ancak dile uyarak konuşur, bu uyma da duymadır.
…sessizliğin talimatına ait olarak duymadır, dinlemektir.

Doğruluğun özü (…) varolanın açığa çıkarılmasıyla ilgilidir.

Heidegger’de sanat, güzellikten çok doğrulukla ilgilidir.

Sanat, varolanın doğruluğunun kendisini yapılaştırmasıdır.
Varolanın doğruluğunun kendini yapılaştırması sanatın özünü belirler.

Nedir Bu Felsefe?
Duyguların (…) felsefede yeri yoktur.
Duygular (…) irrational bir şeydir.
Buna karşın felsefe sadece rational bir şey değil, ayrıca rationun asıl yöneticisidir.

Hem felsefe hem de soru sorma tarzımız: nedir bu? …kökleri açısından Yunanca kalacaklardır.
Nedir bu – felsefe? Sorusunu sırf sormakla kalmayıp, anlamını da düşünür düşünmez, bu kökene geri çağrılırız…

Yunanca philosophia sözcüğü, philosophos sözcüğünden gelir.
Philosophos sözcüğünü Herakleitos’un oluşturduğu varsayılır. Bu şu demektir: Herakleitos için henüz philosophia yoktur.

…bir, biricik olan (…) Sophon, şunu söyler: varolanların hepsi, varlık içindedir.
Varlık, varolandır.
Bir araya toplanmış
Varolan olarak varlık, varolanı bir araya toplar. Varlık, bir araya topla(n)madır / Logos.

Varolan, olan şeydir.

Philein, sophon’a varmaya doğru özel bir çaba olduğundan, philein to sophon, philosophia’ya dönüşür. Philosophia’nın çabası, Eros tarafından belirlenir.

Herakleitos ve Parmenides henüz filozof değillerdi. Neden değillerdi? Çünkü onlar, daha büyük düşünürlerdi. Burada “daha büyük” (…) düşünmenin bir başka boyutuna işaret eder.
…onlar logos ile yani Hen panta (bir ve her şey) ile henüz uyum içindeydiler. Sofistik tarafından hazırlanmış olarak felsefeye doğru adım ilkin Sokrates ve Platon tarafından atıldı.

Felsefe, varolan olarak varolanın ne olduğunu arar.

Varolanın varolmaklığı nedir? Varolanın varlığı, varolmaklıkta yatar. Ama bunu Platon idea olarak Aristoteles ise energia olarak belirler.

Aristoteles felsefesinin özünü nasıl tanımlıyor: episteme sözcüğü sıfatlaştırılmış fiil sözcüğü epistemenos’tan gelmektedir. Bir şey için yetkili ve yetenekli/gönderilmiş olan insan böyle adlandırılır.

Felsefenin görmeye çalıştığı şey nedir?
İlk temel ve nedenler, yani varlığın ilk temel ve nedenleri…

…kendini bize varolanın varlığı olarak aktarmış olan şeyle konuşmayla felsefenin ne olduğu sorusunun yanıtını buluruz.

Varolanın varlığına karşılık olarak konuşma, felsefedir.

Philosophia, varolanın varlığının bize seslenmesine dikkat ederek konuşan özel bir karşılık olan konuşmadır.

Hayret etmek, felsefenin bundan başka egemen bir başlangıcı yoktur.

Hayret etmek, pathos olarak felsefenin arkhesidir.

Arkhe
Bir şeyin nereden başladığını dile getirir. Ama bu nereden, ondan yola çıkılırken geride bırakılmaz, aksine arkhe arkhein fiilinin dile getirdiği şeye, egemen şeye dönüşür. Hayret etme pathos’u öyle basit olarak felsefenin başlangıcında durmaz, örneğin elleri yıkamanın cerrahi operasyondan önce olması gibi. Hayret etmek, felsefeyi taşır ve ona baştan sona egemendir.

Dilin özü kendini Eski Yunanlılara logos olarak gösterir.

…felsefenin ne olduğunu hiçbir zaman gerçekten bilemeyiz.

Varolan varlık, çok çeşitli görünmektedir.

---
Türkçeleştiren: Ali Irgat
Afa Yayınları

Mayıs 1995

Martin Heidegger - Tekniğe Yönelik Soruşturma

Martin Heidegger - Tekniğe Yönelik Soruşturma

Heidegger açıklamaz; yalnızca betimler ve anlatır.

Heidegger felsefesinin merkezdeki kavramı Varlık’tır.
Heidegger için Varlık’ın ne olduğuna, Aristoteles’ten beri yapılageldiği üzere, mantıksal düzlemde kalınarak ve kavramlara başvurularak yanıt verilemez.

Bu husus (…) insan için de geçerlidir. İnsan, olagelme ve açığa çıkma anlamında Varlık’ın kaderine bağlıdır.

İnsan kendisini kendinin bilincinde olmakla değil, Varlık’la ilişkisi temelinde ve bu ilişki bakımından tanıyabilir.

Varlık, varolanların Varlık’ıdır; olagelme ve süregitmenin tarzıdır. O, her şeyde hüküm sürer; fakat varolan her şeyde, onların tikelliği içerisinde ve fakat yine de aşkın olarak bulunur.

Grekler (…) yeniçağ felsefesinin özneyi merkeze koyan tavrına tamamen yabancıdırlar. Greklere göre karşılaşılan her şey mevcut olandır; fakat mevcut olan, mevcut olmayandan çıkar, o öne çıkmış bir şeydir. Mevcut olmayandan mevcut olana çıkma ise poiesistir. Bu öne çıkma, her şeyden önce physiste, yani şeyin kendi içerisinden patlayıp çiçeklendiği mevcudiyete çıkmada kendisini gösterir. Tekhne de bu öne çıkmanın bir formudur.
İnsan, tekhnede (…) etkindir.
Zihin sanatları da Grekler için tekhneye aittirler.
Düşünme bir şeyin öne çıkmasına katkıda bulunmak, ona eşlik etmek anlamına gelir.

Filozof, şeylerin mevcut olmasına hayret ve hayranlık duydu. Ve bu hayret ve hayranlık duygusuyla onlar üzerinde sabitlendi. Filozof (…) onun içerisinde daimi olabilecek her şeyi keşfetmeye çalıştı. Fakat filozof tam da bunu yapmakla, kendisini her tikel varolanın mevcut olmasında görünüşe çıkaran Varlık’tan uzaklaştı. (…) mevcut olanı denetlemeye de kalkıştı. Heidegger’e göre modern teknik çağın gerçek kökeni, işte bu denetleme girişiminde yatar.

Descartes’ın ego cogito (ergo) sum’unda insan kendi öz kesinliğini kendi içerisinde buldu.

…felsefeye egemen olan şey özne metafiziğidir.

Grekler bugün nesne denilen şeye özne diyorlardı. Çünkü kendilerini önlerine çıkan gerçekliğin karşısında değil içinde buluyorlardı.

O artık doğanın içinde değildir, onu karşısına almıştır.

Heidegger’e göre Nietzsche’de güç iradesi, hep ileriye ve daha büyük güce doğru çabalar ki, o tam da burada (…) Batı metafiziğinin karakteristiğini bulur.

Heidegger, Nietzsche’nin felsefesinde metafiziğin tamamlanmasını ve sona ermesini görür ve bu aynı zamanda tekniğin özünün de sona ermesi anlamına gelir. Nietzsche’nin üst insanının teknik insan olduğu söylenebilir.

İnsan tekniğe hakim olabileceğini ve düzenleme yoluyla yaşamının tüm yönlerini denetleyebileceğini hayal eder; ya da tekniğin kendi üzerinde kazandığı defedilemez ve insanlıktan çıkarıcı denetimden ürkerek geri çekilir.

Özgürlük, insanın kendisini ona yönelten çağrılara kendisini teslim etmesidir. Özgürlük zaten hüküm süren Varlık’ın tahakkümünü kavramak ve kabul etmektir…

Heidegger’e göre sözcüklerin asıl işlevi, temsil etmek değil, imlemek/göstermektir. Sözcükler kendilerinin ötesindeki bir şeye işaret ederler…

Varlık ile insan arasındaki karşılıklı bağıntı dil aracılığıyla gerçekleştirilir.

                                                     *
Sormak, bir yol açmaktır.

Tekniği nötr bir şey olarak gördüğümüzde, mümkün olan en kötü tarzda tekniğe teslim oluruz.
Tekniğin ne olduğunu sorduğumuzda (…) herkes, sorumuzu yanıtlayan iki ifadeyi bilir. Teknik, amaç için araçtır; teknik, insanın bir etkinliğidir.

Amaçlar koymak, bunlara ulaşmak için araçlar yapmak ve kullanmak insani bir etkinliktir.

Bütün bu donanımlar kompleksi, tekniktir. Bizzat tekniğin kendisi bir donanımdır (…) instrumentum’dur.

Yüzyıllardır felsefe dört neden olduğunu öğretir.

Neden tam da dört neden vardır?

Neden / Grekler tarafından aition diye adlandırılır; yani başka bir şeyin kendisine borçlu olduğu şey…

Onlar (dört neden) bir şeyi görünüşe çıkarırlar.
Sorumlu olmanın esas karakteristiği bir şeye vuslata erme yolunun bu açılışıdır.

Vesile olmak / nedenselliğin özü…

“Mevcut olmayan şeyden mevcut-olmaya geçen ve giden her şey için her vesile poiesis’tir, öne çıkarmadır.” Platon, Şölen, 205b

Physis / bir açığa çıkmadır, poiesis’tir.
Physis sayesinde (…) açığa çıkmaya ait bir patlayıp açılma vardır.

Açığa çıkma, vesile olmanın – nedenselliğin – dört tarzını kendi içerisinde toplar ve onları baştan sona yönetir.

Teknik yalnızca bir araç değildir.
Teknik, gizini açmanın bir tarzıdır.

Tekhne, öne çıkarmaya, poiesis’e aittir, o poetik bir şeydir.

Tekhne sözcüğünün, pek erken zamanlardan Platon’un zamanına kadar, episteme sözcüğü ile bağı vardır.

Tekhne, aletheuein’in bir tarzıdır. Aletheuein, kendini öne çıkarmayan ve henüz önümüzde burada durmayan, bir an öyle bir an böyle görünüp beklenmedik bir şekilde vuku bulabilen her şeyin gizini açar.

Tekhne’de belirleyici olan şey, yapmada, elle işlemede veya araç kullanmada değil, ama daha çok yukarıda anılan gizini açmada yatar.
Tekhne, imal etme olarak değil, gizini açma olarak bir öne çıkmadır.

Yel değirmeninin kanatları muhakkak ki rüzgârda dönerler; onlar dolayımsız olarak rüzgârın esmesine terkedilmişlerdir (meydan okuma yok).
Buna karşılık bir parçasına, kömür ve maddenin çıkarılmasına yönelik olarak meydan okunur.

Köylünün çalışması, tohumun ekilmesinde, tohumu büyüyüp gelişmeyi sağlayan güçlerin muhafazasına terk eder ve tohumun artıp çoğalmasını gözetir.


Modern tekniğe baştan sona hakim olan gizini açma, meydan okuma anlamında bir saldırı karakterine sahiptir.

Yeniçağ fiziğinin doğa teorisi yalnızca tekniğe değil, fakat modern tekniğin özüne de giden yolu hazırlamıştır.

Modern tekniğin özü (…) uzun süre kendini gizlemiştir.

Ortaya çıkma bakımından hakim olan daha erken gelen şey, biz insanlara ancak sonradan açık hale gelir. İlksel olarak erken olan şey, kendisini insana yalnızca en sonunda gösterir.

Özgürlük, aydınlığa açılan bir yolda gizleyen şeydir.

Modern tekniğin özü, çerçevelemede yatar. Çerçeveleme, gizini açmanın kaderi içerisine aittir.
...tekniğin özünü irdelediğimizde, çerçevelemeyi, gizini açmanın bir kaderi olarak deneyimleriz. Biz zaten bu tarzda, kaderin serbest boşluğu içerisinde barınmaktayız.

...kendimizi bir kez tekniğin özüne açıkça açtığımızda, kendimizi beklenmedik bir şekilde özgürleştirici bir talebe girmiş buluruz.

Gizinden çıkmış olan şey, insanı nesne olarak değil de fakat daha çok münhasıran el altında duran olarak ilgilendirir ilgilendirmez ve insan nesnesizliğin ortasında yalnızca el altında duranın düzenleyicisi olur olmaz, aynı insan düşüşün en uç noktasına iner; yani insan kendisinin el altında duran olarak ele alınacağı noktaya iner. Bu arada tam da böyle tehdit edilen biri olarak insan, kendisini yeryüzünün efendisi konumuna yükseltir.

…çerçeveleme, poiesis anlamında mevcut olan şeye görünüşe çıkma imkânı veren gizini açmayı gizler.

Tehlikeli olan şey teknik değildir. Tekniğin kötü cinleri yoktur, fakat buna karşılık onun özünün gizi vardır. Tekniğin özü, gizini açmanın bir kaderi olarak tehlikelidir.

Çerçevelemenin hükümranlığı, insanı, daha kökensel bir gizini açmaya girmenin ve böylece daha ilksel bir doğruluğun çağrısını deneyimlemenin insana men edilebilmesi imkânıyla tehdit eder.

Öyleyse çerçevelemenin hüküm sürdüğü yerde en yüksek anlamda tehlike vardır.

“Tehlikenin olduğu yerde, koruyucu güç de serpilip gelişir.”

Çerçeveleme asla bir cins anlamında tekniğin özü değildir. Çerçeveleme, kader karakterine sahip, yani meydan okuyan bir gizini açma tarzıdır.

Evin özünden ve devletin özünden söz ettiğimizde, bir cinsin genelliğini kastetmeyiz; daha çok (…) onların olagelme tarzlarını kastederiz.

Sokrates ve Platon bir şeyin özünü, süregiden şey anlamında olagelen şey, mevcudiyete çıkan şey olarak düşünürler.

Onlar kalıcı olan şeyi, görünümde, örneğin ev ideasında keşfederler.

Tekniğin mevcudiyete çıkması, gizini açmayı tehdit eder.

Bir zamanlar tekhne adını taşıyan şey, yalnızca teknik değildir. Bir zamanlar doğruluğu pırıl pırıl görünmenin görkemi içerisinde öne çıkaran gizini açmaya da tekhne adı verilirdi.

Grek ülkesinde sanatlar, kendilerine bahşedilen gizini açmanın doruğuna çıktılar.
…sanat yalnızca tekhne diye adlandırılıyordu. Sanat, biricik, çok yönlü gizini açmaydı.
Sanat dindardı, promostu, yani doğruluğun hüküm sürmesini ve güvencede kalmasını sağlayandı.
Sanatlar, artistik olandan çıkmış değildiler. Sanat eserlerinden estetik bir hoşlanma duyulmuyordu. Sanat bir kültürel etkinlik sektörü değildi.

...teknik üzerine özsel düşünüm (…) bir yandan tekniğin özüne akraba olan, öte yandan ise ondan temelde farklı olan bir alanda olup bitmelidir.

İşte böyle bir alandır sanat.

…soruşturma, düşünmenin dindarlığıdır.

---
Türkçeleştiren: Doğan Özlem
Afa Yayınları

Ocak 1997

Abbas Sayar - Yılkı Atı

Abbas Sayar - Yılkı Atı

Çiftin tutağına olanca gücüyle çöktü:
-Dooovaah, diye bağırdı.

Duyduk, rüzgâr efendi duyduk. Kış geliyor diyorsun. Hoşgeldi, sefalar getirdi.

Bu gün aklım Dorukısrak'a takıldı. Çifte gittim geldim, onu düşündüm. Dışarda kış geldim diyor. Ahırdaki saman belli. Saçkı belli. Ben öküzlerin, tay'ın arpasına ortak edemem. O bu yıl başının çaresine bakacak. O, bu yıl "yılkılık..."

Hasan kızmıştı. Başına bir taş vurdu. Kısrak şahlanmak istedi. Ayakları kalkmıyordu. Hafifçe kişnedi. Tepeye doğru döndü ve yürüdü. Sağ kaşının üstünden sızan kan göz kıyısından burun çene boşluğu arasına indi...

Çarparcasına evin kapısına başını vurdu. Bir "küt" sesi yayıldı her bir yöne. Bir daha, bir daha vurdu. Açılmıyordu yine kapı.

Seni geçmişi kınalının malı... Yediği boka bak namussuzun... Kapıyı kırıp da içeri girecek aklınca... Hööst, höst...

Tay, üç yaşına değince dillere destan oldu. Gençti o zaman İbrahim. Saatlerce tayla ilgilenir, "aman, beli incinir, boy atmaz" diye binmezdi.

İşte Dorukısrak'ın gençliği böyle başladı. Kaza yarışlarına girdi. Çoğu kez birincilik ikincilik aldı. Beyler gibi beslendi. Bir dediği iki olmadı. Bu altın çağ beş yıl sürdü.

Sekiz yaşına basınca günlerin türküsü değişti. Artık, koşamıyordu. Koşsa da derece alamıyordu.

Bir at arabaya koşulmaya görsün. Kredisi beş paralık oldu demektir. Artık o at değil, sıra malıdır.

Çilkır bir at soluk soluğa Kısrak'a yaklaştı. Kısrak, görmemezlikten geldi. Boynunu biraz daha uzattı. Umut ve yaşama isteği dolu bir kişneme bıraktı.

İki türlü yılkı atı olur. Hatta üç türlü. İki türlüsü can yongası, bir türlüsü gözden çıkmışı, hesaptan düşülmüşü, defterden silinmişi...

Yel uluyordu. Kar tozuyordu. Gök, un eliyor, yel onu keyfine göre oynatıyordu. Gavuruna çarpıyordu kar. İplik iplik giriyordu atların gözlerine. İğne iğne batıyordu. Gözleri kırpık kırpıktı hepsinin.

Kar tozuntusu ardında üç canavar gördüler. Üç boz kurt, üç iri, üç korkusuz kurt duruyordu karşılarında.

Yaman bir boğuşma oluyordu. Atların kişnemeleri, kurtların çenilemeli ulumaları ovayı titretiyordu.

Ayaklan artık kendisini taşımıyordu. Yerler kısmen kar, kısmen buzdu. Nalsız tırnakları hiç bir ses çıkartmıyordu. Bir otluk çarptı gözüne. Altı kuruydu. Günler öncesi köyünde gecelediği otluk gibiydi. Otluğun altına girdi. Birden ön dizleri ve boynu üstüne yıkıldı. Arka ayaklan yıkılışına uydular. Sağ böğrünü soğuk toprağa dayadı ve öylece kaldı. Başı sağ yanına düştü, nerdeyse yere değecekti.

Kısrak binbir güçlükle Hıdır Emmi'nin ahırına sokuldu. Hıdır Emmi yaşlı gözüküyordu. Ama dinçti. Atın ahıra getirilişinde en çok güç harcayan o oldu.

Kurt ulumaları…

Üç zayıf yılkılığın peşine düşen üç kurttan biri Çilkır'ın peşinde idi.

Atın boğazından el çeken kurt, kanlı dudaklarını yaladı. Dikleşti, boynunu uzattı, başını boşluğa kaldırdı. Uzun uzun uludu. Ve Çilkır'ın başı toprağa düştü.

Dorukısrak dördüncü günü önüne konan otu, arpa kırmasını yedi. Soluğu derinleşmiş, sıcaklaşmıştı. Gözlerindeki kızartı geçmiş, göz akı yeniden görünmüştü. Başı dikti. Gövdesindeki güçsüzlük sona ermişti.

Dorukısrak üç gündür ahır dirliğinin altını üstüne getirmişti. Huysuzluğu her geçen gün artmıştı.

Kısrak gitmek ister. Yabancı yerdeyim, der. Beni bırakın, der.

Doru'nun köyden ayrılışı törenli oldu.
Hep birlikte harman yerine geldiler. Hıdır Emmi yuları çıkardı.
- Haydi yavrum, dedi. Allah yolunu açık etsin, canavarın şerrinden korusun...

Yılkılıklar, gurbetten kardeşleri dönmüşcesine sevindiler. Doru'yu kişnemelerle selamladılar, karşılık aldılar.

Atlar, ölüm günü sabahından sonra bir daha Çilkır'ın leşini göremediler. Zira, Aygır hiç bir gün atları o vadiye yanaştırmadı. Bu yüzden Dorukısrak sevgili eşinin cesedini göremedi. Böylesi daha iyi oldu. Bir daha göreceği umudunu yüreğinden söküp atmadı.

Nisan yaklaşırken atların terhis emirleri geldi.

Oğlum, aygır kısrakla avlanır. Yılkılık atlar da en tezinden yavrularıyla...
Yapılacak iş şu: Tayın gemini çıkart, anasının yanma... Birbirini tanırlar hemencecik. Koklaşırlar, kişnerler. Tüm bir dünyayı unuturlar. O zaman yanaşıp yuları kısrağın başına atarız. Gerisi kolay.

Tay şüpheli birkaç adımdan sonra kişnedi ve dört nala geçti. Yılkılıklara yaklaşınca anasını gördü, heyecanlandı, durdu. Süreli bir kişneme bıraktı. Doru da tayını tanımıştı. Ana oğul koşarcasına birbirine yaklaştılar.

Mustafa usulcacık yanaştı. Karın hizasına geldi atın. Elindeki yular ipini boynuna attı, ipin iki ucunu birleştirdi. Her şey oldu bitti sandılar. Kısrak, hırslı bir kişneme attı, şahlandı. Çocuk havaya uçar gibi oldu. At birden döndü. Yulardan kurtulmuştu.

İbrahim olanlara şaşırıp kaldı. Kısrak üstüne yürüyünce korktu. "Höst, höst" diye feryat etti. Atların başlarını alıp gidişine alık alık baktı.

---
Abbas Sayar 1923’te Yozgat’ta doğdu. Yılkı Atı, Abbas Sayar’ın ilk romanıdır ve 1970′te yayınlanmıştır, TRT 1970 Sanat Ödülleri yarışmasında başarı ödülü almıştır. Eserde ana kahramanlar atlardır, insanla tabiatın, atların ilişkisi ele alınmıştır. Eserde üzerinde durulan ana konular tevekkül, yoksulluk, tabiat, geleneklere bağlılıktır.

Anadolu’nun yoksul köylerinden birinde, İbrahim, tarlada çift sürmektedir. Köyde kış, acı yüzünü göstermeye başlamıştır. İbrahim, bu yılki mahsulünü düşünür. Saman da, ürünler de kıt kanaat ancak yetecektir. Samanları düşünen İbrahim, Dorukısrak’ını hatırlar.
Köyde öküzlerini suladıktan sonra İbrahim eve döner. Büyük oğlu Mustafa’ya Dorukısrak’ı dağlara sürmesini söyler. Dorukısrak’in artık yılkı atına salınma vakti gelmiştir.
Mustafa ve küçük kardeşi Hasan, Dorukısrak’a atlayıp dağlara sürerler. Bir de taş atarak onun incinmesine neden olurlar. Dorukısrak’ı kovalarlar. Onlar köye dönünce Dorukısrak, yuvasından ve tayından uzak yerlerde tek başına kalakalır. Karanlık çökünce köye döner. Ahırının kapısını zorlar, kapı açılmaz.
Dorukısrak sonraki gün de aynı şeyi yapar. Artık gündüzleri kimse görmeden sürüye karışıp tayını sevmekte, akşam da Mustafa ve Hasan’ın taşlamaları yüzünden dağa kaçmaktadır. Üçüncü gün, İbrahim Dorukısrak’ı döver. İbrahim, ona yarışlar kazandıran, tay veren, yıllarca yanından ayrılmayan bu atı, artık işe yaramadığı gerekçesiyle istememektedir.
Bir gün sonra, Tombak Emmi, İbrahim’in emri üzerine Dorukısrak’ı bir köylüye verir. Köylünün adı Kaşifinoğlu’dur. Kaşifinoğlu, Dorukısrak’ı çok uzaklara götürür ve bırakır. Dorukısrak’ı tayını çok özlediği için yine ahırını bulur, komşular onun İbrahim’in atı olduğunu anlayınca ona acır. Dorukısrak artık çok yıpranmıştır, köye son defa bakar ve köyü terk eder.
Doru, yapayalnızdır artık. Çok acıkmakta fakat ot bulamamaktadır. Dolaşırken kendisi gibi yılkıya salınmış bir atla -Çilkır’la- karşılaşır. Birlikte ovaya inerler. Ovada onlar gibi 7-8 at daha vardır. Bütün atların koruyucusu olan atın adı Demirkır’dır. Doru da onlara katılır.
Bir gün, Dorukısrak’ı kıskanan Çilkır’la Aygır kavga ederler. Çilkır yenilince gururu kırılır, herkese küser. Kış gelmiştir, her yeri kar kaplamıştır. Kurtların hücumuna uğrarlar, Aygır hepsini kurtarır.
İbrahim, Doru gittikten sonra çok asabileşir. Dorukısrak’ı düşünmekte fakat arasa da bulamamaktadır. Köylüler de ettiğini bulduğunu düşünmektedir.
Havanın çok soğuk olduğu bir gün, Dorukısrak hastalanır, bir köye doğru gider. Hıdır Emmi adında biri ona acır, bakar ve onu iyileştirir. Dorukısrak, köyde emniyette iken arkadaşlarına yine kurt saldırır ve Çilkır’ı öldürürler. Dorukısrak’a çok iyi bakılmaktadır. Bu iyi insanlar, iyileşince onu törenle köyden gönderirler.
Artık mart ayı gelmiş, kış yerini bahara bırakmıştır. İki atı yılkı tüccarları zorla götürürler. İbrahim de bahar gelince tek başına da olsa Dorukısrak’ı bulmaya karar verir. Ovaya iner. Dorukısrak’ını bulur. Tayı annesinin yanına gönderir, böylelikle Doru’nun geleceğini zanneder. Tay ve Dorukısrak tam aksine koşmaya başlarlar, bir süre sonra gözden kaybolurlar.

İbrahim yaz kış onları arar, fakat bulamaz.

Goethe - Faust

Goethe - Faust


Faust ile Mefisto insan ruhunun diyalektiği…

Goethe’nin Yaşamı
Goethe 1749 ağustos 28’de Franfurt’ta doğdu.
Babası (…) bir terzinin oğluydu,
Eski dedelerinden birisi Haçlı Seferleri sırasında tutsak edilerek Almanya’ya getirilmiş Selçuk adında bir Türk subayıydı.

…hukukçu olan babası Goethe’nin ilk öğretmeni oldu. Annesi. Elisabethe Goethe, Frankfurt kentinin belediye başkanının kızıydı.

Goethe, 17 yaşında hukuk eğitimi yapmak üzere Leipzig kentine gitti.

1770’de Strazburg’a gitti. Orda Herder ile tanıştı. Herder, onun halk edebiyatıyla ilgilenmesine yardım etti. 

Goethe, 1771'de hukuk doktorluğu diplomasıyla eve döndü.

…iş için Wetzlar’a gitti. Orda, Charlotte Buffe ile tanıştı. Fena halde tutulduğu bu kızın aşkından kurtulabilmek için Genç Werther'in Acıları adlı romanı yazmak zorunda kaldı, 1774.

1774’te Faust Tragedyasına başladı.

…kısa bir süre avukatlık yaptı…

Küçük bir finodan oluşan kocaman Mefisto, Faust’un dumanlı, isli, çalışma odasını kendisine dar eder.

Faus, mefistofelesle bir sözleşme yapar.

Mefisto, sözleşmeye göre bütün yeryüzü nimetlerini Fâust’a tattırmaya başlar. Kabak, ilk kez, gencecik bir kızcağızın başında patlar…

Gretecik, tecavüze uğrar, gebe kalır, dillere düşer,
…ölüme hüküm giyer.

Mefisto, Faust’u gizlice zindana sokar.

Faust'un birinci bölümü Greteciğin ölümüyle biter

Goethe, ikinci bölümde hemen baştanbaşa eski Yunan mitolojisini ve eski Yunanistan’ı konulaştırdı.

Faust, Margarete konusunda büyük bir yenilgiye uğradıktan sonra bayağı sarsılmış, bu yüzden hemen doğanın sağlatıcı, güneşli güçlerinin kollarına atılmıştır.

Goethe, kahramanı imparatorun sarayına yerleştirir.

İmparatorun para sıkıntısından iflas etmek üzere iken yardımına koşmuşlar, yer altında gömülü olduğu varsayılan tümenle defineye karşılık, çıkarılan senetlere imparatorun imzasını attırarak bunları gerçek para gibi ortaya sürmüşler ve düşsel bir bolluk yaratmışlardı.

Analar: Faust'ta ilginç bir bölüm oluşturur. Bu, Goethe’nin, evrenin astronomik derinliklerine doğru gitmek üzere duyduğu özlemin anlatısıdır.

(Mefisto) Helana’yı yitik gömütünden kaldırıp Almanya’nın bir kentine getirtti.

Faust, Helena’ya yine de Mefistonun gölgesinde sahip oldu.

Faust ile Helena, ideal bir yaşanası yer olan Arkadya’ya gider.

Faust ile Helena'nın Tanrısal güzellikte bir erkek çocukları doğar. Öforyon adlı bu çocuk, bir Yunanlı gibi güzel bir cermen gibi iri ve güçlüdür. Daha doğar doğmaz uçmaya çalışır.

…sarayının yanı başında Bosis ile Filemon adlı iyi bir çift karı kocanın kulubeciği vardır. Bu kulubecikle onun gölgeliği olan ıhlamur ağaçları, ufka doğru açılan görüş alanını kaplıyor diye Mefisto’ya yakınmada bulunur.

Ne var ki, yaşlılar, alıştıkları bu yerden kolayca kopamazlar.

Yangın Bosis ile Filemon’un kulübesini birkaç dakikada kül etmiştir.

Faust, yaşamının bu son günlerinde Mefisto ile üç adamının kendi adına işlediği cinayetle kalbinden vurulmuş gibidir.

Bu sırada Faust’un gözleri, birdenbire kör olmuştur. Ne var ki içinin dünyası öyle geniştir ki, bu körlük, ona bir karanlık duyusu getirememektedir. Mefisto ise gömüt cinleri olan Lemürlere Faust’un gömütünü kazdırtmağa başlamıştır.

(Faust) Mefisto’nun kara düş dünyasından kurtulmuş gibidir.
---

Sunu
Vaktiyle bıkkınlıkla gözlediğim gölgeler
yaklaşıyorsunuz yine bir kez daha salınarak.

TİYATRODA ÖN TEMSİL
Çok isterdim halkın hoşuna gitmeyi.
Şundan ki, o yaşayan ve yaşatandır!

İnsanın gücü şairde çıkar ortaya.

GÖKTE PROLOG
Benim işim yok güneşli dünyalarla
dertleriyle uğraşmaktayım ben insanların.
Hiç değişmemiştir yeryüzünün küçük tanrısı
şimdi bile,
uğraşır durur ilk günkü gibi başından büyük
işlerle.
O belki biraz daha rahat yaşardı
vermeseydin ona göklerin ışığından biraz parıltı.
Buna us diyor ve kullanıyor onu
daha çok arttırabilmek için hayvanlığını...

Faust’u tanır mısın?

Hiç de yeryüzüne özgü değil o çılgının
düşünceleri.

Zarar yok karışıkça da olsa şu andaki kulluğu
bana
ben çıkaracağım onu doğrunun aydınlığına.

Bahse girişelim mi?

Sana sonuna dek göz yumuyorum, şaşırt
şaşırtabilirsen yolunu.

Trajedi
Ne yazık! Kendimi öldürürcesine
felsefe okumuşum, hukuk okumuşum
tıp okumuşum giderek ne yazık
teoloji okumuşum.

Hoca demişim kendime, bir de doktor demişim

Bir köpek bile dayanamaz böyle bir yaşama (s. 41)

Hele bir yol açsın doğa gizlerini sana
bak nasıl bir dev kesilir ruhun
yıldızları avucunun içi gibi okursun,
ancak o zaman sen de bir ruh olup bir ruhla konuşursun.

İnsanı yaşatan en güzel duygular
yeryüzünün gürültüsü patırtısı içinde kahrolup gidiyorlar

Neyi bilmiyorsak onu ister canımız
bildiğimiz nesneye kaynamaz kanımız!

Şu kara finoyu gördün mü, ekin sapları arasında gezinen?

Gözüm aldanmıyorsa geçtiği yerlerde
ateşten izler bırakıyor!

Bana kalırsa bu finocuk ancak
seni sahibine benzetmiş olacak.

«Başlangıçta söz vardı»
Burda duraklıyorum, kim yardım edecek bana daha ileri gitmek için?
Anlamı yok, söze bu denli değer vermenin

«Başlangıçta güç vardı»
Ancak, ben bunu yazdığım anda
bir nesne diyor ki bana saplanıp kalma bunda.
Ruh koşuyor yardımıma! Ayılıyorum birden,
Rahatça: «Başlangıçta iş vardı» diye yazıyorum hemen!

Mefistofeles
Ben bir ruhum, durmadan yadsıyan!
Ancak, bunda haklıyım, yok oluyor her doğan, (s. 71)

Mefistofeles
Özelliği olan bir sıvıdır kan.

Faust
Hiç korkma bu andlaşmayı bozacağımdan!

…anlamın bulunmadığı yerde de söz elini kolunu sallayarak rahatça dolaşır.

Külrengidir aziz dostum, her tür teori,
ve dirimin altın ağacı yemyeşil!

Yaşamın ne kerte kolay olduğunu göresin diye
seni neşeli topluluklara götüreceğim ilk önce.

En eksiksiz, en güzel kadın yüzü bu!
Görülmüş mü bir kadının bu kerte güzel olduğu?
Bütün cennetlerin özünü mü görüyorum yoksa

Bu içkiyi gövdende taşıyıp durdukça sen
her gördüğün kadını sanacaksın Helen!

Dinle! İsterim bu yosmayı senden!

melek gibi saf ve temiz bir kızcağız
çıkarttığı günahları bile işlememiş henüz.

Nasıl değiştiriyor insanı ufacık bir mücevher!
Birisi güzelsin dese ancak acıdığından der,
herkes altına akın ediyor

Elindekini veren kazanacaktır,
kilisenin güçlü bir midesi vardır;
bütün ülkeleri yuttuğu halde
bir türlü bozulmadı gitti bu mide.

Ben de ne sert, acı sözler söylerdim
vaktiyle böyle düşmüş kızcağızlar için!
Şimdiyse baştanbaşa günahım ben

Bizi gözetlemek hoştur
bahçıvan kızlarıyız, güzeliz!
Şundan ki kadının doğası,
sanatla yakın akrabadır! (s. 207)

Bu kağıt, imparatorluğun topraklarında gömülü olan hesapsız mallar karşılığında sağlam güvence olarak verilmiştir.

Bundan böyle, kese, torba taşımak da gerekmez. Ufacık bir kağıt parçası her göğüste yer buluyor ve orada aşk mektuplarıyla daha kolay çiftleşiyor. Papaz o kağıt parçasını İncil’i arasında saklar, asker de daha çevik davranmak için kemerini boşaltır.

Ölümsüz ıssızlıklarda oturan büyük tanrılar vardır. Bunların çevresinde mekân ve zaman yoktur.
Analar!

Analar! Dileklerimi benimseyiniz. Helena’yı bir kez tanıyan artık onsuz yaşayamaz.

Mefistofeles
Önünde sonunda kendi elimizle yarattıklarımızın kuyruğuna asılır kalırız.

Faust
Ben şifa bulmak istemiyorum. İyi olursam ötekiler gibi ben de aptal olurum.

Bir kadının güler yüzüne ancak onu güçlüce koruyabilen değer.

Helena ile Faust
Sevincimizi hemen korkunç bir acı izliyor!

Mutlulukla güzellik uzun zaman
bir arada bulunamazlar!

Vaktiyle derinliklerde kalan şimdi doruklardadır. Bunun üzerine de bilginler, yeni kuramlar kurdular. Alçak olanı yükseltmeğe yüksek olanı da alçaltmağa çabaladılar.

Akıllı efendilerle çalışkan adamları arklar açtılar, barajlar kurdular, denizin çemberini gerilettiler. Onun yerine kendileri egemen oldular. (s. 403)

Zenginlik içinde yüzerken bizde bulunmayan nesnelerin de var olduğunu düşünmek gibi bir işkence var mıdır?

Faust
Öyle hayaletlerle doldu ki çevrem
kimse söyleyemez bunlardan nasıl kurtulacağımı.

Kaygı
Buradayım ben işte.

Anla: İnsanlar yaşamları boyunca kördürler.
Sen de sonunda öyle ol, Faust. (Faust’un yüzüne doğru üfler Faust kör olur.)

Faust
Dağlara doğru uzayıp gitmekte bu bataklık, bozmakta kazanılmış bütün ülkelerin havasını. En büyük ve en son kazancımız olacak bu iğrenç su birikintisini çekip boşaltmak.

Özgür bir halkın arasında isterdim yaşamak!
İşte o an'a dur, geçme, ne güzelsin, diyebilirdin.
Yüzyıllarca silinmeyecektir benim dünyada yaşadığım günlerin izi.

(Faust arkaya doğru yıkılır. Lemürler onu tutup yere yatırırlar.)

Mefistofeles
Hiçbir tat onu doyurmaz ona yetmez hiçbir mutluluk.
Bu yüzden o her zaman değişen biçimlerin arkasından koşar.

Meleklerin korosu
ruh soluk alsın.
(Faust’un ölmez yanını yanlarına alıp yükselirler. )

Mefistofeles
Çalındı benim hâzinem, biricik hâzinem!

ziyan ettim büyük bir emeğin ürününü.

---
Türkçeleştiren: Hasan İzzetin Dinamo
Yazko Yayınları
1983