25 Mayıs 2014 Pazar

James Surowiecki – Kitlelerin Bilgeliği

James Surowiecki – Kitlelerin Bilgeliği


1906 sonbaharında
Francis Galton, Plymouth kasabasındaki evinden bir taşra panayırına girmek üzere yola çıktı.

Sergi alanında dolaşırken Galton bir ağırlık tahmin etme yarışmasına rastladı. Besili bir öküz teşhire çıkarılmıştı.
Kalabalıktan bazıları öküzün ağırlığı üzerinde bahis oynamak için sıraya giriyordu.
Sekiz yüz kişi şansını denemişti.
Atlar üzerine hiçbir bilgisi olmadığı halde gazetelerin, arkadaşlarının ve kendi hayal güçlerinin rehberliğinde yarışlar üzerine bahse giren şu memurlar ve diğerleri gibi…
Ortalama bir seçmen, hakkında oy verdiği çoğu politik kanunun niteliği üzerine ne kadar akıl yürütebiliyorsa; ortalama bir katılımcı da öküzün net ağırlığını doğru tahmin etmekte herhalde o kadar yeterli olabilirdi.
Yarışma bittiğinde (…) Galton organizatörlerden bahis kuponlarını ödünç aldı ve onların üzerinde bir dizi istatistiksel deney yaptı.
Okunamayacak kadar kötü olan 13 tanesini çıkardıktan sonra kalan 787 tane tahmini en yüksekten en düşüğe doğru sıraladı.
Tahminlerinin aritmetik ortalamasını aldı.
Galton grubun tahmin ortalamasının hedefin çok uzağında kalacağını düşünmüştü.
Galton yanılmıştı. Kitle, kesilip temizlenmiş öküzün ağırlığını 1197 pound olarak tahmin etmişti. Öküzün net ağırlığı da 1198 pound gelmişti.
Sonuç demokratik bir yargının güvenilirliğini beklenileceğinden daha fazla gösteriyor.
…doğru şartlar altında gruplar olağanüstü zekidir ve çoğu kez içlerindeki en akıllı insandan bile akıllı çıkarlar. (s. 9-11)

(Charles Mackay) “kitleler asla bilgelik sahibi olmamıştı”

(Henry David Threau) “Kitle hiçbir zaman en üst üyesinin standardına ulaşmaz; aksine kendini en kötüsünün seviyesine indirir.”

(Nietzsche) “Çılgınlık birey için istisna, gruplar içinse kuraldır.”

(Thomas Carlyle) “Cahil bireylerin kolektif bilgeliğine inanmıyorum.” (s. 13)

(Le Bon) Bir kitle, üyelerinin salt toplamının daha fazlasıdır. Bir çeşit bağımsız organizmadır.
Le Bon’a göre bir kitle cesur veya korkak ya da zalim olabilirdi; ama asla akıllı olamazdı. (s. 14)

…bağımsız insanlardan oluşan büyük bir gruba bir olasılık hakkında tahmin ya da kestirimde bulunmalarını söyler ve sonra da bu kestirimlerin ortalamasını alırsanız, her birinin yanıtı bulurken yaptığı hatalar birbirini telafi eder. Diyebilirsiniz ki herkesin tahmininin iki bileşeni vardır: Enformasyon ve hata. Hatayı çıkarırsanız elinizde enformasyon kalır. (s. 29-30)

(Kitlelerin bilgeliği) …işe yaramalarının nedeni,
…bir gurubun akıllı olması için asıl anahtarın belirli bir yöntemde mükemmelleşmek olmadığı, daha ziyade gerekli koşulları –çeşitlilik, bağımsızlık ve ademi merkeziyetçilik- sağlamak olduğu ortaya çıkmaktadır. (s. 41)

…farklılıklar sadece gruba yeni bakış açıları katmakla değil, bireylerin gerçek düşüncelerini açıklamasını kolaylaştırarak da yararlı olur. (s. 57)

Bir karınca kitlesi çember halinde hareket ediyor.
Oluşturdukları dairenin çapı 365 metre.
Karıncalar iki gün boyunca çoğu ölüp kalana kadar bu daire çevresinde yürüyüp duruyorlar.
Bir karıncanın her hareketi diğer karıncalarınkine bağlı olduğundan, ölüme yürüyüşünü durduracak bağımsız bir davranışta bulunamaz. (s. 59)

…burada ortaya koymak istediğim, bir grubun üyeleri birbirlerine ne kadar nüfuz ederler, birbirleriyle ne kadar çok kişisel temasta bulunurlarsa, gruptan bilgece kararlar çıkmasının o kadar daha az olası olacağıdır. (s. 60)

…çoğunluk, en güvenli yer olduğu için sürüye katılmaktadır.
Enformasyon tek bir kişinin elinde değildir; birçok insana dağılmış haldedir. (s. 68)

Bir enformasyon çavlanın yol açtığı temel sorun, belli bir noktadan sonra insanların kendi bilgilerine –kendi ellerindeki özel enformasyona- dikkat etmekten vazgeçerek, başkalarının hareket tarzına bakıp onları taklit etmesinin rasyonel bir davranış olarak telakki edilmeye başlamasıdır.
…her birey kendi bilgisine güvenmekten vazgeçtiğinde, çavlan gibi gürleşerek akan enformasyon bilgilendirici olmaktan çıkar. Herkes insanların bildiklerine güvenerek kararlar verdiğini sanırken, aslında kendilerinden önce gelenlerin bildiklerini sandıkları şeylere dayanarak karar alır. (s. 72)

Çavlanların temel sorunu, insanların kararlarını hep birlikte ve aynı anda değil, birbirlerinin ardından vermesidir.
…karar alma yeteneğini yükseltmek istiyorsanız, yapabileceğiniz en iyi şeylerden biri mümkün mertebe kararların birbirinin peşi sıra değil, eşzamanlı verilmesini sağlamaktır. (s. 80)

Her iki taraf da çabasının adilane bir şekilde ödüllendirileceğine emin olmadığından, oyuncular kendi çıkarlarını korumaya gereğinden fazla çaba harcarlar.
Manipülasyon kendi kendini besleyen bir süreçtir.
…güven yokluğunda, sadece kısa vadeli öz-çıkarlar için uğraşmak tek akıllıca strateji olur. (s. 125)

Ültimatom oyunu
İnsanlar ortaklarının ganimetin aslan payını kapmasına izin vermektense, hiçbir şey kazanmamayı tercih etmektedir. (s. 127)

Çoğu insan, başka herkesin katıldığına inanırsa katkıda bulunur. (s. 152)

Kutuplaşma neden olur?
İnsanlar, gruptaki göreli konumlarını korumak amacıyla kendilerini diğerleriyle kıyaslar.
…grubun ortasında bir yerde başladıysanız ve grubun sağa kaydığına inanıyorsanız, kendi konumunuzu da sağa kaydırma eğilimli olursunuz; böylece diğerlerine kıyasla aynı konumda kalırsınız.
Gerçek olduğu varsayılan şey, sonunda gerçek olur. (s. 196)

Türkçeleştiren: Osman Deniztekin
Varlık Yayınları

2009

10 Mayıs 2014 Cumartesi

Kaan H. Ökten – Ölüm Kitabı

Kaan H. Ökten – Ölüm Kitabı
Ölüm Düşüncesinin Temel Metinleri



Logos’çu geleneğin belki de ilk örneği Şabaka Taşı’yla başlıyor.
Mısır hükümdarı Şabaka’nın anısına hazırlanan bir taş…
Buradaki metinde,
Tanrı Ptah, ağzından çıkan bir “söz = logos” ile Tanrıları ve onlar aracılığıyla her şeyi yarattı. (s. 3)

Upanişadlar’da ölüm, kurtuluşa ermemiş olan kişinin ruhu için yeniden bedenlenmenin bir geçiş kapısı, kurtuluşa ermiş bir ruh içinse mutlak bir’in içinde hemhal oluşun imkânıdır. (s. 4)

(Simmel) …yaşam içeriklerinin nasıl ölüm-aşan mana ve ahlak birikimlerine dönüştüğünü ortaya koymaktadır. Bu itibarla ölüm sayesinde kültür ve ahlak söz konusu olabilmektedir. (s. 15)

Canlı Horus: İki Ülkeye bereket getiren (Yukarı ve Aşağı Mısır).
Re’nin oğlu[şa-ba-ka]
Dokuz büyük tanrı:
Re-Atum, Şu, Tefnut, Geb, Nut, Osiris, İsis, Seth ve Nephthys (s. 21)

Dildir kalbin ne düşündüğünü beyan eden.

…huzur sahibine hayat, günah sahibine ise ölüm verildi. (s. 23)

Ölüler Kitabı
Kötülük yoktur bende, aleyhimde bir iddia yoktur,
Ve kendisine kötülüğümün değdiği kimse yoktur.
Çünkü ben hakikatle yaşıyorum, hakikatle besleniyorum. (s. 35)

Gılgamış Destanı
Nasıl bir şeydir
Seni kapıp götüren bu uyku
Karanlıklara karıştın
Ve beni duymuyorsun artık
İkiz Dağlar’dı
Bu dağın adı
Dorukları
Gök kubbeye değen
Ve etekleri Cehenneme’e ulaşan
Doğan güneşin koruyucusu
İkiz Dağlar’a vardığında
İnsan-akrepler
Nöbet tutuyordu
Giriş kapısında… (s. 39)


Kim için
Yoruldu kollarım
Kimin uğruna kanadı kalbim
Bir iyiliğim
Dokunmadı kendime
Toprağın Aslanı’na
Kaptırdım bitkiyi… (s. 46)

Kutsal Kitaplar

Gözdeki öz ise buradan çıkıp dışarıya (kaynağı olan güneşe) geri döner. İşte o anda hiçbir şekil tanıyıp bilmez artık.
İnsan tümüyle ihtirastan (kama) meydana gelir; ihtirası hangi yöndeyse idraki (kratu) de o yöndedir. İdraki hangi yöndeyse amelleri (karman) de o yöndedir. Amelleri hangi yöndeyse başına gelenler de o yöndedir. (s. 55-56)

Her kim arzu etmiyorsa, arzudan arınmışsa, arzusunu söndürmüşse, bizzat kendi kendisinin arzusu haline gelmişse, onun yaşam güçleri kendisini terk etmez. Zira Brahman’dır o ve Brahman’da kendisini bulacaktır. (s. 56)

…onlar gelmeyen ölümü özler, onu define arar gibi ararlar; mezara kavuşunca neşeden coşar, sevinç bulurlar. Neden yaşam verilir nereye gideceğini bilmeyen insana, çevresini Tanrı’nın çitle çevirdiği kişiye? Çünkü iniltim ekmekten önce geliyor, su gibi dökülmekte feryadım. Korktuğum, çekindiğim başıma geldi. Huzur yok, sükûnet yok, rahat yok, yalnız kargaşa var. (s. 63)

Bu çağın insanları evlenip evlendirilirler. Ama gelecek çağa ve ölülerin dirilişine erişmeye layık görülenler ne evlenir ne evlendirilir. Bir daha ölmeleri söz konuş değildir. (s. 72)

Adı yaşam kitabına yazılmamış olanlar ateş gölüne atıldı. (s. 77)

İlyada
İnsanların soyu da yaprakların soyu gibidir;
Rüzgâr kimi zaman onları yere saçar ve kimi
Zaman da bahar onları yeşil ağaçların üzerinde filizlendirir. (s. 89)

Epikuros
Dinsiz olan, çoğunluğun tanrılarını ortadan kaldıran değil, çoğunluğun düşündüklerini onlara yakıştırandır. (s. 95)

…iyilik ve kötülük duyularla vardır; ölüm ise duyulardan yoksun olmalıdır. (s. 96)

Marcus Aurelius
Kimse bir insandan sahip olmadığı bir şeyi alamaz.
Bu nedenle belli bir süre ya da sonsuz bir zaman bir şeyi görmek arasında fark yoktur.
…bir insan hangi yaşta ölürse ölsün aynı şeyi kaybeder. Şimdiki an kaybedebileceğimiz tek şeydir. Çünkü sahip olduğumuz tek şeydir. Hiç kimse sahip olmadığı şeyi kaybedemez. (s. 129)

Feuerbach
Bir şey ancak başka bir şeyi sınırlandırabilir. Bir şeyin sonlu olabilmesi için, içinde ya da sayesinde sonlandığı şeyde hakiki özüne sahip olabilmesi gerekir.
…ölüm, herhangi bir varoluşa ve gerçekliğe sahip olmayan bir yaşam sınırıdır. (s. 191)

İçeriktir zamanı kendi içinde ayırt eden. Ancak ve sadece içeriğin ne ve nasıllığı sayesinde şimdiki an belirli, yani ayırt edilmiş bir an haline gelir. Dolayısıyla her bir şey, her bir içerik zaman-yoksunudur ve zaman-üstüdür, zaman içerisindeki her sınır bizatihi zamanın sınırı ve inkârıdır, dopdolu bir sonsuzluk ve bitimsizliktir. Bir başka deyişle sonsuzluk, zamanın tamamına erişi ve yazgısıdır, yani zamanın zaman içerisinde fiilen ve sahiden inkâr edilmesidir. (s. 193)

Kierkegaard
Üç kürek toprakla ölüyü, topraktan gelen diğer her şey gibi, toprağa geri vermek, işte o zaman her şey bitiyor. (s. 197)

Agora Kitaplığı

Eylül 2010

Hegel ve Aydınlanma Yüzyılı

Hegel ve Aydınlanma Yüzyılı


Guy Planty-Bonjour  - Montesquieu’ye Göre Bir Ulusun Genel Ruhu ve Hegelci Volgsgeist

Montesquieu Alman düşüncesi üzerine oldukça belirleyici bir etki bıraktı.
Lessing, Yasaların Ruhu’ndaki tezleri dinlerin tarihine uygular.
Herder, Volksgeist (halkların ruhu) temasını tarihsel araştırmaların merkezine koyar. (s. 9)

Montesquieu’den önce devlet özel hukukla açıklanıyordu. Montesquieu ise özel hukukun içinde doğmuş olduğu tarihsel karaktere bağlı olduğunu anladı.
…halkın yaşamını içeren erdemdi.
Montesquieu için erdem, törelerin dile getirilmesidir, öyleyse bir ulusun genel Ruhu’dur. (s. 19)

Vitaly Kuznetsov – Hegel ve Voltaire’de Tarih Felsefesi

Gençken yazılıp ölümünden çok sonra yayınlanan yazılarında Hegel bu Fransız Aydınlanmasına çok yakın görünür.

1807’den itibaren Hegel, Aydınlanmanın karşıtı olan bir tarih felsefesi geliştirir ve ortaya koyar. (s. 37)

…evrensel tarih, özgürlük bilincinin ilerlemesidir. (s. 44)

Marie-Jeanne Königson – Hegel, Adam Smith ve Diderot

Ekonomi politiğin keşfi, Hegelci felsefenin gelişiminde önemli bir dönemeci belirtir. (s. 52)

Hegel Frankfurt’ta Stewart ve Smith’i okurken, gerek Fransız Devrimi’nde, gerek kendi döneminde tarihsel olan ne varsa bunları keşfeder; bu, çalışma üzerine kurulu endüstri toplumunun doğuşudur. (s. 53)

Klasik ekonomi politikanın birinci ilkesine göre emek değerin temelidir.

Hegel çalışmayı insanın özünün somut dışavurumu gibi sayar.

Makineyle birlikte bu biçimsel etkinliği ortadan kaldırıyor.
Makine (…) insandan öç alıyor. (s. 56-57)

Çalışma mekanikleştikçe emeğin değeri azalır.

Hegel emeğin yabancılaşmasını (…) onu bir yandan gerekli öte yandan da aşılmaz buluyor.

Diderot, Rameau’nun Yeğeni
…yapıtın kendisinin de gösterdiği gibi, öznel bilincin özelliği olarak diyalektik, aynı zamanda toplumsal yaşamın da bir ürünüdür. (s. 62-63)

Rameau’nun Yeğeni’nin analiz eden Hegel, parçalanmış bilinç, sapmanın, tam olarak sapmanın bilincidir. (s. 64)

Diderot’nun diyaloğunda söz konusu olan, kapitalist endüstriyel toplumun gelişimidir. (s. 65)

Guy Besse – J.J. Rousseau: Efendi-Uşak-Köle

Tüm kültür, olmak ile görünmek diyalektiği içine girmiştir.
Buna göre egemenlik kulluk diyalektiği içine girmiştir (efendi-köle / köle-efendi). (s. 71)

…filozofun konuşmaları gerçeğe, insanlığa ve genel çıkara hizmet eder… (s. 72)

İtiraflar’ın baştan sona kadar iyilik bilme için bir kavga olduğunu anımsamak gerekir… (s. 74)

Uşak çalışmaz, hizmet eder ve uşak olarak efendisi üzerinde erk sahibi olur. (s. 76)

Türkçeleştiren: Hüseyin Portakal
Cem Yayınları

Mayıs, 2002

Daniel J. Boorstin – Keşifler ve Buluşlar

Daniel J. Boorstin – Keşifler ve Buluşlar
İnsanın Kendini ve Dünyayı Araştırmasının Öyküsü


Hacimli ama zayıf kitaptır, bir iddiası/tezi yok, moderniteyi / modern Batı medeniyetini kutsallaştırmak üzere ona temel teşkil edecek bir tarih perspektifi ortaya koyuyor. Keşifler ve buluşlar başlığı altında makul kabul edilebilir ancak yine de kitap fazlasıyla mekanik.

Takvim ve zaman ölçümüyle ilgili tarihin ilk zamanlarında neler yapılıyordu? Kitap bu sorunun cevabıyla başlıyor.

Notlar
Nil ırmağının ritmi, Mısır yaşamının da ritmidir. (s. 7)
Akışkan şeyler zaman ölçümünde kullanılagelmiştir: su saati, kum saati, nehrin akışı, suyun yüksekliği vs.

Başkaları için yaşamın programlanmasında bir araç olan takvim, İslam dünyasında inancın bir kez daha vurgulanmasını belirleyen bir olgudur. (s. 11)

Romalılar yaşamlarını 8 günlük bir haftaya göre düzenlemişlerdi.
7 günlük haftalık dilimler Yahudi inancından hareketle kullanılagelmiştir.

Tetrabiblos / astrolojinin ortaçağ boyunca kutsal kitabıydı.

Yapay ışığın her aynı aydınlattığı yüzyılımızda gecenin anlamını unutmuş görünüyoruz. (s. 28)

Sarkaçlı saatin yaklaşık olarak 1700’lerde geliştirilmesine değin en duyarlı zaman ölçme aracı büyük olasılıkla su saatiydi. (s. 31)

Kum saatleri,
Chartres Manastırı’ndaki bir papazın 8. yüzyılda yaptığı bir buluşa dayandırılır. (s. 36)

Mısırlılar günü yirmi dört “geçici” dilime ayırmışlardı. (s. 44)

İlk sarkaçlı saat / Christian Huygens (1629-1695)

İtalyan mimar Brunelleschi’nin de 1410 yıllarında yayla çalışan bir saat yaptığı söylenir. (s. 53)

Belli bir amaca göre biçimlendirilmiş pratik bir gereç olmayışı nedeniyle saat, makinelerin anası rolünü üstlenmektedir.

Saatin ilk çağdaş ölçüm gereçleri olması nedeniyle saatçiler çağdaş makine yapımcılarının öncüleri durumundadırlar. (s. 66)

Babil Kulesi insanların gökyüzüne ulaşma ve tanrıların topraklarına erişme özlemlerinin bir belirgesidir. (s. 86)

Yıldızların görünüp kaybolmaları ölümün ve yeniden doğuşun tipik anlatımı olarak algılanmaktaydı. (s. 88)

Coğrafya

Gezginler

Haçlı Seferleri

Diplomatlar / Elçiler

Kâşifler / Denizciler

Astronomi / Kopernikus / Galile / Newton

Tıbbi gelişmeler / Paracelsus

Matbaanın icadı

Ekonomi politiğin keşfi

Belleğin kayboluşu

Tarihin icadı

Türkçeleştiren: Fatoş Dilber
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Mart 1996

8 Mayıs 2014 Perşembe

Dava Sobel – Galileo’nun Kızı

Dava Sobel – Galileo’nun Kızı
Bilim, İnanç ve Sevgi Üstüne Tarihsel Bir İnceleme


Galileo'nun yazmış olduğu mektuplar bulunamaz iken, Maria Celeste'nin 1623'ten, öldüğü yıl 1634'e kadar yazmış olduğu 120 mektup günümüze kadar ulaşmıştır. 

Galileo, 15 Şubat 1564’te Pisa’da doğdu. Aynı yıl 23 Nisan’da Shakespeare dünyaya geldi.
Galileo’nun Marina Gamba’yla olan yasak ilişkisinin meyvesi Maria, 13 Ağustos 1600’de dünyaya geldi.
Aynı yıl Giordano Bruno, Roma’da yakılır.
Kızını Virginia olarak vaftiz etti.
On üçüne bastığında kızını San Matteo Manastırı’na verdi.
Küçük Maria, rahibe olduğunda Maria Celeste adını aldı.
Maria’nın kardeşi Livia de San Mattea da rahibeydi.
En küçük erkek kardeş Vincenzo ise hukuk eğitimi görmek üzere Pisa Üniversitesi’ne gönderilmişti.

1606’da papa ve engizisyondan bir kardinal semavi-ilahi alana girmemesi konusunda onu uyardılar.

On üçüne kadar bir dil okuluna devam etti.
Daha sonra, Yunanca, Latince ve Mantık eğitimi alacağı Vallmbrosa’daki Benedikten manastırına gitti.
Galileo, Pisa Üniversitesi’nde iki yıl tıp eğitimi gördü (Üniversite’ye 1581’de girdi).
1583’te Öklit geometrisiyle tanışınca matematiğe yöneldi.

Babası Vincenzio’nun 1591’de ölmesiyle ailenin mali sorumluluğu Galileo’ya kaldı.
1592’de Padua Üniversitesi’nin matematik kürsüsünde göreve başladı.
Padua’da mutluluğu buldu; Marina Gamba ile burada tanıştı.
6 yıl içinde üç çocukları oldu.

1597’de geometrik ve askeri pergel adı verilen ticari amaçlı ilk bilimsel buluşunu yaptı.

1599’da modifiye ettiği cetvel hesap makinesi olarak kullanılmaya başlandı.

Medici hanedanının varisi Cosimo, öğrencileri arasındaydı.

Kurduğu ilişkiler sonucunda kraliyet malikânesine matematik hocası olarak tavsiye edildi.

Cosimo’nun tahta çıkışı Galileo’ya çok çeşitli fırsatta sundu.
1609 yazında dürbün adı verilen icatla ilgili haberler Galileo’nun da ilgisini çekti.

1610 yılının Ocak ayında en olağanüstü keşfini yaptı; Jüpiter’in dört uydusunu keşfetti.

Buluşlarını vakit kaybetmeden yeni bir kitapta topladı; Sidereus Nuncius ya da Yıldızların Habercisi. (s. 39)

Yunanlı matematikçi Giovanni Demisiani, Galileo’nun kullandıüı dürbüne teleskop adının verilmesini önerdi.

Roma’da dönemin Papa’sı V. Paul’ün huzuruna kabul edildi.
Gelecekte VIII. Urban adıyla Papa olacak olan Kardinal Maffeo Barberini ile tanıştı.

Sarayda suda yüzen nesnelerle ilgili yapılan tartışmayı Grandükün buyruğuyla kitaplaştırdı: Suyun Üzerinde Duran ya da İçinde Hareket Eden Cisimler Üzerine Söylev. (s. 49)

Ptolemaios evrenbilimine göre Yer (evrenin) hareketsiz, sabit merkeziydi.
1543’te Kopernikus, Gökkürelerin Devirleri Üzerine ya da genellikle anıldığı gibi De Revolutionibus başlıklı kitabında, Yer’i merkezden alıp Güneş’in çevresinde bir yörüngeye oturttu. (s. 53)

Kopernikus çıplak gözle sayısız gözlem yaptı; çalışmalarının büyük bölümü düşünmekten ve matematik hesaplamalardan meydana geliyordu. Düşüncelerini destekleyici hiçbir kanıt sunmadığı gibi, kendisini devrimci hipotezlere götüren düşünce silsilesini ne yazık ki hiçbir yere kaydetmedi. (s. 54)

Kaçınılmaz olanın gerçekleştiği 1616 Şubat’ında Galileo hâlâ Roma’daydı.
Papa V. Paul’ün isteği üzerine Kutsal Kalemin kardinalleri, Kopernikus’un savlarını iki önerme halinde düzenleyip on bir Tanrıbilimciden oluşan bir heyete oylanması üzere sundular:
I.         Güneş, Dünya’nın merkezidir; bunun sonucu olarak, mevzii alanı dışında hareket etmez.
II.       Yer, Dünya’nın merkezi olmadığı gibi, hareketsiz de değildir; hem bütün hem de günlük olarak hareket eder.
Danışmanlar oylarını 23 Şubat’ta kullandılar.
Sonuç Galileo’ya özel bir mahkeme celbiyle birlikte bildirildi.
Engizisyondan iki görevli Galileo’yu Toskana elçiliğinden alarak Lord Kardinal Bellarmino’nun sarayına götürdü.
Galileo’ya bu görüşü savunmaktan vazgeçmesi tembihlendi. (s. 76-77)

Sessiz kalan ama temize de çıkan Galileo, sonraki birkaç yılı, Jüpiter’in aylarından yararlanarak denizde boylam bulma meselesini çözmek ve gerçek büyüklükleriyle biçimlerini belirlemek için Satürn’ün etrafındaki cisimleri incelemek gibi suya sabuna dokunmayan işlerle geçirdi. (s. 79)

Galileo’nun bütün yazışmaları hastalık imalarıyla doludur.
Sıtma ya da tifo kurbanı olmuş olabilir.
Sağlığından endişeyle kızı, içkiyi azaltması için babasını sık sık uyardı. (s. 81)

Öğrrencisi Mario Guidici,
Floransa Akademisi’nin konseyine seçildi.
1619’da sunması istenen konferans metinlerinin büyük bölümünü Galileo yazdı.
Bu konuşmalar Kuyrukluyıldızlar Üzerine Söylev adıyla 1619’da yayınlandı.
Peder Grassi, öfkesi yatıştıktan sonra öğrencisi Lothario Sarsi’nin adıyla Libra Astronomica ya da Gökbilimsel ve Felsefi Terazi adıyla Latince bir kitap yazdı.
Galileo’nun fikirlerini bir teraziye koyuyor ve hafif buluyordu.
Galileo cevaben salvoya başladı; Kitabına Il Saggiatore ya da Sarraf adını verdi. Sarrafın terazisi çok daha hassastır.
Peder Grassi de Galileo’nun kitabından, Galileo’nun Sarraf’ı yazarken sarhoş olduğunu ima etmek amacıyla Assaggiatore (şarapçı) diye söz etti. (s. 87)

1621, Galileo’yu ömrü vefa ettikçe korumaya söz veren V. Paul, 28 Ocak’ta öldü.

1623, Kardinal Matteo Barberini, Papa VIII. Urban olarak Papa oldu.

Galileo, 23 Nisan’da Roma’ya geldi. Papa, Galileo’yu özel olarak kabul etti.

Dialoque bu dönemde yazılmaya başlandı, eserin yazımı fasılasız altı yılını aldı.

Dialoque’daki olaylar Sagredo’nun Venedik’teki sarayında geçer. Salviati ve Simplico, dünyayla ilgili başlıca iki sistemi açık ve mümkün olduğunca ayrıntılı biçimde tartışmak üzere düşünsel inzivaya ayrılırlar. (s. 129)

“Şu halde, bu dört günlük sohbette Kopernikus’un sistemi lehine güçlü kanıtlar elde ettik” diye özetler tartışmayı ev sahibi Sagredo. (s. 154)

…kitap basılır basılmaz muazzam bir başarı sağladı. Galileo ilk cildi 22 Şubat 1632’de Pitti Palaca’ta grandüke sundu. (s. 191)

Kitap çok uygunsuz bir zamanda Papa Urban’ın dikkatini çekmişti. Hovardaca yaptığı savaş harcamaları (30 Yıl Savaşları boyunca Protestanlara karşı savaşan cepheleri Papalık desteklemişti) yüzünden Papalığın borçları katlanmış ve İspanyolların kendisine komplo hazırladıkları korkusu paranoya boyutlarına varmıştı (o yıllarda İtalya veba salgınından kırılmaktadır). (s. 193)

Galileo sadece bir kez yargılandı (...) 1633 baharında.
1616 tarihli gerilim bir yargılama değildir. (s. 199)

12 Nisan 1633 Salı günü, iki görevli ve bir sekretere ifade vermiştir.

“…Ptolemaios’un görüşünü, yani Yer’in sabit durduğu ve Güneş’in hareket ettiği görüşünü savunmaya başladım ve hâlâ da onu savunuyorum.
(…)
Hâlihazırda Kopernikus’un görüşünü taşımadığım gibi, ihtarla bu görüşü bırakmam emredildikten sonra da taşımadım. Hepsi bu; işte elinizdeyim, istediğinizi yapın.” (s. 230)

Engizisyon rehabilitasyonuna yardımcı olması için üç yıl boyunca haftada bir kez pişmanlıkla ilgili yedi mezmuru ezberden okumasını emretmişti. (s. 258)

Maria Celeste
1634 Martının sonlarında dizanteri hastalığından hayatını kaybetti.

1637 Haziranında İki Yeni Bilim çıktı.

Körlük 1637 Temmuzunda önce sağ gözüne indi.
Ertesi kış da sol gözü kapandı.

1637 Kasımında “Ayın yüzünde şahane bir gözlemde bulundum” diye yazıyordu
“gözümüze hep aynı görünen yüz, hep aynı yüzmüş.” (s. 294)

1642 yılının 8 Ocak akşamı hayata gözlerini yumdu.
Aynı yıl 25 Aralık’ta Isaac Newton dünyaya geldi.


Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Kasım, 2000