Yalçın Küçük - Aydın Üzerine Tezler 4
Tekin Yayınevi
Önsöz
Onlar kırarak
bitiremiyorlar, ben yazarak bitiremiyorum: Türk Aydını.
Eylem, ahlâktır.
Birinci Bölüm
RESTORASYON
Her depremden sonra deniz
çekiliyor. Balıklar, denizin çekildiğini bilmiyorlar.
Restorasyon dönemleri,
denizin çekilme sürecidir
1940 yıllarından beri,
saz şiiri ile halk türküsünü, Türkiye’nin temel kültürü yapmak için çaba vermiş
olanları, bunu bir «kuram» haline getirmeye çalışanları sayıyorum: Bir; Abidin
Dino. İki; Pertev Naili Boratav. Üç; İlhan Başgöz. Dört; Bedri Rahmi Eyüboğlu.
Beş; Sabahattin Eyüboğlu.
Bunlardan ilk üçü
Türkiye'yi terk etti ( ). Son ikisi de eş olarak yabancıları seçti.
Bu, bir sapmadır.
Sapmalar düşündürücüdür.
Bu beş kişide, Türkiye'de
oldukları zamanlarda bile, bir yabancı dünya özlemi, bundan dolayı bir
utangaçlık ve kendine güvensizlik olmalıdır.
Tezi yazıyorum: Yerellik,
her zaman bir savunmadır.
Yerellik,
enternasyonalizm suçlamasına karşı bulunmuş bir sığınak-tapınaktır.
Yunus Emre, İsviçre'de
sanatoryumda tedavi gören. Mareşal Çakmak’ın damadı Burhan Toprak'ın iç huzur
isteğinden doğan bir propaganda ile yayılıyor. Pir Sultan Abdal, İsmet Paşa'nın
estetik uzmanı Sabahattin Eyüboğlu’nun Bodrum'dan başlayan Mavi Yolculuklarında
kendinden geçme ayinleri ile yayılmaya başlıyor.
Yerel olana tutunmak, bir
aşağılık kompleksi belirtisi oluyor; turiste egzotik geleni, yabancının ilginç
saydığını önemli ve kalıcı bulmayı anlatıyor.
Yazmak, telif etmektir;
yazara eski söyleyişte «müellif» deniyor, telif eden demek oluyor, bütünü küçük
küçük parçalara ayırıp birbirine uydurmak anlamına geliyor. Müzik ise
kompozisyondur, bestelemek demek; kesinlikle stilizasyon değil.
1960 yıllarının önde
gelen Türk sanatçısı, en küçük bir evrensellik şansına sahip görünmüyor.
Yerellik batağından
başını çıkaramıyor.
Nazım Hikmet, hapse
konunca, İsmet Paşa’nın estetik ajanları kolları sıvıyorlar: Nazım Şiiri’ni
etkisizleştirme kampanyası başlıyor. Nurullah Ataç, Orhan Veli'yi öne sürüyor;
gözdesi Yahya Kemal olmakla birlikte ( ) Yahya- Kemal kampanyasının
direktörlüğünü Sabahattin Eyüboğlu alıyor. Sabahattin Eyüboğlu, İsmet Paşa
estetiğinin bir ajanı olarak, Yahya Kemal kampanyasıyla ve Restorasyon
Dönemi’nde Osmanlı titreşimlerine, Saray rüzgârlarına göz kırpıyor.
Yahya Kemal Sabahattin
Eyüboğlu'nun sığınağıdır.
…sığınak, zaman içinde
tapınaktır. Tapınak, zaman içinde, sığınak oluyor.
(Tanpınar) Yahya Kemal’in
hayal dünyası deniz ve alkol etrafında toplanabilir. Bu apollonien şair,
alkolün hallerini şiir halinin daima bir başka şekli addetmiş ve onda bazen
kendisi olmanın imkânını veya büyük ve zaruri kaçışların kapısını örmüştür.
40 Kuşağı'nın belli başlı
aktörleri, korkaktır. Mehmet Kemal, Sait Faik’in korkaklığını açık açık
yazıyor: «Tanıdığımda Sait’in başı dertteydi. Yazdığı hikâyede askerin ayağım
tökezletmiş, sıkıyönetimden çağırmışlardı. Yaşamadan, yazmadan başka bir şey
düşünmediği için pek de korkardı bu gibi işlerden». Korku, Sait Faik’in
yazdıklarına da siniyor( ). Polisten olduğu kadar annesinden korkan bir büyük
çocuk olarak yaşıyor.
Duranlar, yürüyenleri
sevmezler.
1940 Kuşağı, bir eğilim
olarak, Aziz Nesin’den hoşlanmıyor.
1946 yılında, 7 Ocak
tarihinde. Demokrat Parti kuruluyor. Nisan ayının beşinci günü Amerikan donanmasına
ait Missouri ve Providence savaş gemileri, İstanbul’u ziyaret ediyor.
Türk solculuğunun Nazım
Hikmet’in hapisliğinden sorumlu gördüğü Fevzi Çakmak, emekli olduktan sonra
ilerici oldu ve Tevfik Rüştü Aras, Cami Baykut ve Zekeriya Sertel türünden
Mustafa Kemal Paşa döneminin solcularıyla birleşerek İnsan Hakları Cemiyeti’ni
kurdu.
Eylem, ahlâktır.
Teorik içerik kazanmış
aydın için eylem dindir.
…
(Emin Türk) …fenalıkları
görmek her Türk gencinin hakkı, göstermek vazifesidir.
«Demir Ökçe» ve «Altın
Zincir»
Hasan İzzettin…
İkinci Bölüm
EKSİĞİ VE FAZLASI
Nazım Hikmet bir inattır;
inada bir «teori» ile bakılması gerekiyor.
Aziz Nesin inatçıdır;
Aziz Nesin'e «soyut» bakılmalıdır.
Türk aydını, yaşamlarının
uzunca bir zamanını hapiste geçiren Nazım Hikmet’i, Aziz Nesin’i, Mihri
Belli’yi ve diğerlerini polislikle suçladı. Türk aydını, kendileri için
darağacı kurulurken bile, Deniz Yusuf Hüseyin'in polis olduğunu düşünebildi.
6-7 Eylül Kargaşası,
Selânik'te Atatürk’ün doğduğu eve bir bomba konması üzerine başladı. «Halk»
buna çok kızdı, İstanbul'da karşı gösteri ve talan gerçekleşti. Ancak çok kısa
bir zaman sonra bombayı bir Türk'ün koyduğu anlaşıldı. Daha sonra bu Türk, Türk
polis örgütünün mensubu olarak ortaya çıktı ve Emniyet Genel Müdür
yardımcılığına kadar yükseldi.
Restorasyon, bir zamanı
geriye alma girişimidir. Eylemlerin ve eylemsi kavramların bir bölümünü silmeyi
deniyor.
Aziz Nesin
Hayal kurmak, Abdülaziz
Efendi'nin oğlu Mehmet Nusret’e büyük armağanıdır.
Türkiye'nin stratejik
önemi olduğu inancı, bir Osmanlı dönemi kalıntısıdır. En küçük bir geçerliliği
bile yok.
«Biz» Türkler, köksüzüz.
Yalnızca Türkiye'nin stratejik önemine «sahibiz».
1917 yılında, dünyada ilk
kez bir sosyalist devrim ve bu devrimden sonra bir yeni düzen kuruluyor;
Türkiye'nin stratejik önemi değişmiyor.
Türkiye'nin stratejik
önemi, Türklerin aşağılık duygusunun bir başka anlatım biçimi oluyor.
Türkiye’nin stratejik
önemi, bir illüzyondur.
Strateji, savaşların ya da çok daha genel bir anlamla
uyuşmazlıkların sanatı olarak anlaşılabilir. Grekçe general ya da paşa demek
olan «strategus» sözcüğünden türemiştir; generallerin sanatı anlamına geliyor.
Uyuşmazlık kesinlikle karşı tarafın varlığını ve karşı tarafın hareket planını
bilmeyi, bir ön koşul sayıyor.
Büyük Napoleon'un savaş
eylemlerinin incelenmesinden doğuyor; strateji
Taktik, tek tek
muharebelerle ilgilidir; çarpışma alanında son derece net ve ayrıntılı bilgi
gerektiriyor. Strateji, netlikten uzak, iyice tanımlanmamış ve çok zaman
probabilistik bilgiden çok azı ile bir değerlendirme ve eylem programı
çıkarabiliyor. Stratejide stratej, çok zaman kullandığı bilginin ayrımında bile
görünmüyor. Bu nedenle olmalı stratejinin kurucusu Cari von Clausewitz, «büyük
komutanlar hiç bir zaman çok bilgili subaylardan veya alimlerin safından
çıkmazlar; bunların durumları çoğu kez geniş bilgiler edinmelerine
elvermemiştir» diyor.
Stratej doğuştan olur,
sonradan yetişmez
…hatırlatmakla yetinebiliyorum:
Türk Aydını Tercüme Odası’nda doğdu. Tercüme Odası ise Osmanlı Devleti'nin
yıkılma sürecinin başlarında bir zorunluluk olarak ortaya çıktı.
Tercüme Odası, giderek
Dışişleri Bakanlığı’na dönüştü.
Dışişleri Bakanlıklarının
başları, giderek başvekil oldular.
Türk aydını dış faktörle
yüklüdür.
Hünkâr İskelesi
Antlaşması, Türkiye'de, bir politikanın iki uzantısının yerleşmesinin
başlangıcı oluyor. Bir: Kuzey komşusunun güneye inmesi Batı için bir kâbustur.
Türkiye, Kuzey komşusuna yakınlaşıyor izlenimi vererek ya da Türkiye’ye yönelik
bir Kuzey tehlikesi bulunduğunu yayarak her zaman Batı'nın ilgisini çekebilir.
İki: Batı, Türkiye'nin Kuzey komşusu ile iyi ilişkiler geliştirmesine hiç bir
zaman müsaade etmez.
Türkiye İkinci Dünya
Savaşı’nın dışında kalabiliyor; ancak, savaştan hemen sonra hiç bir belge ve
kanıt olmaksızın Türkiye’den toprak ve üs istendiği kampanyasını başlatarak
Truman Doktrini'ni hazırlıyor ve aynı politikayı bir kez daha uygulamaya
koyuyor.
Stratejide temel
ilkelerden birisi, iyice tanımlanmış bir hedefin olmasıdır
Avrupa ve Asya’yı
birbirine bağlamanın önemi, köy camiinin avlusundaki tartışmalarla sınırlıdır;
bunun dışında bir önem taşımıyor.
Çünkü köprü, en çok köylü
için önemlidir; köyler, çok zaman var olan köprünün yıkılmasıyla dünya ile
bağlantısını kaybediyor.
Türkiye bir hasta
adamdır; emperyalistler ölümüne ve ölüm biçimine karar veremiyorlar. Bu nedenle
yaşatacak kadar ilâç almasını istiyorlar. İlâç, reform programları oluyor.
Türkiye'nin stratejik
önemi inancı, doğru sorulmamış bir soruya verilen geri ve korkak bir cevaptır.
Doğru soruyu sorabilmek de bir yürek işidir
Türkiye'nin stratejik
önemi inancı, aşağılık kompleksi ile iç içe gelişiyor.
Kırım Savaşı, Türk tarih
yazıcılığında bir tahrifattır
Büyük korkular
yaratmadan, stratejik önemi anlatmak imkânsız görünüyor.
Stratejik önem,
ürkütülmüş aklın uzantısıdır.
Kırım Savaşı’yla birlikte
/ İstanbul'a gece yaşamı ve yeni bir «ahlâk» geliyor.
Paris Barış
Antlaşması'nın Osmanlı Devleti’ne en büyük kazancı, Avrupa devletleri topluluğu
içine girmesi, topraklarının ve bağımsızlığının garanti altına alınmış olması
idi
Bir ülkenin toprak ve
bağımsızlığının güvencesi halkının gücü ve özverisi olmalıdır; bağımsızlık
onuru bunu gerektiriyor.
…
İkinci Bölüm İçin Ekler
Sait Faik varlıklı bir
belediye başkanının oğludur; liseyi bile okumak istemiyor. Osmanlı döneminde
bir bakan oğlu olan Nurullah Ata, yurt dışında okumaya gönderilmesine karşın
üniversite diplomasına hiç sahip olamıyor. Melih Cevdet, Cahit Sıtkı Avrupa’da
eğitime gidiyorlar, diploma almadan dönüyorlar; Nurullah Ata, bir edebiyat ya
da dil öğretmenliğini sağlayabiliyorlar. Orhan Veli, Melih Cevdet, Cahit Sıtkı
ve Asaf Halet de, kamuda çalıştıkları sürece, Abdülkadir Kemalî Bey’in oğlu
Orhan Kemal gibi kâtipliği aşamıyorlar.
Kişisel yaşamlarında
başarıyı tatmamış bir kesittir; halka düşüyorlar.
…eğer bir yazarın
kişiliğinde eksiklikler varsa, yazıcılığında da eksiklikler olmalıdır.
Sessizlik suikastı, eleştirmenlerin,
egemen düzen ile kurmuş oldukları fesattır. Egemen düzenle ortaklıklarını
halkçı yazarların ürünleri karşısında sessiz kalarak, bunları görmeyerek
sürdürürler. Orhan Kemal’i görmeyerek sürdürdüler, Aziz Nesin’i görmeyerek
sürdürdüler.
Sessizlik suikastına
karşı en iyi silâh yazmayı sürdürmek oluyor. Ölümcül sessizlik fitnesi, güçten korkuyor.
Nail Vahdeti Çakırhan
Bir tarikat şeyhinin,
kumarhane işleticisi ve uluslararası çapkının, İslami mimariyi geliştirmek için
koyduğu ödülden yararlananlar ara-sına girdi.
Tarikat şeyhi, kumarhane
işleticisi Ağa Han adına konulan ödülde, eski solcular, ilericiler, jüri
işlevini üstlendiler. Bir eski solcu olan Nail Vahdeti Çakırhan’ın Muğla’daki
evini İslam mimarisini geliştirici buldular; dolarla ödüllendirdiler.
Ataç
Osmanlı Devleti’nin son
zamanlarında Maliye Nazırı olan, iktisatçı sayılan ve en önemlisi Hammer
tarihini Osmanlıcaya çeviren Mehmet Ata’nın oğlu olarak dünyaya geldi. Varlıklı
bir ailenin çocuğuna açık olan eğitim imkânları, fazlasıyla, Nurullah’a da
açıldı; ilkokula Frerler Okulu’nda başladı, Galatasaray’da sürdürdü, yükseköğrenim
için İsviçre’ye gitti. Okuyamadı. Okumayı sevmedi.
Ataç, sanatla ilgilidir,
yeteneği yok, eleştirmen oluyor.
Her kemalist türünden
Ataç da, Meşrutiyet döneminin sanatçılarını ve sanat akımlarını ciddiye almıyor
Ataç, restorasyon
döneminin adamıdır
Restorasyon döneminde
Ataç’ın Divan Şiiri’ni canlandırmak istemesi normal; çünkü restorasyonun amaçlarından
birisi Cumhuriyet ile birlikte ortaya çıkan ve uç veren yeni insanı
durdurmaktır. Aydını, köylülüğün ya da kendi halinde halkın düzeyine indirme
çabası var.
Edebiyat, edep, çoğulu
âdâb sözcüğünden geliyor; Tanzimatçılar uyduruyor. İyi terbiye, nazik davranış anlamına
geliyor. Türkiye’de yeni insan ve yeni bir davranış biçimi yaratmak bilinçli
çabaların konusu olunca, «edebiyat» doğuyor.
Markopaşa 26 Kasım 1946 tarihinde yayına başlıyor. 1946
yılı. Millî Şef İsmet İnönü’nün «demokratikleşme» arayışına sahne oluyor.
Missouri’nin Türkiye’yi ziyaret ettiği bir zamanda, Türkiye’de demokratikleşmenin
olamayacağı pek anlaşılmıyor.
Yaşamak için yaratılmadım
Yaşam boyu bu çabam
boşuna
Benim yazgım yaşamak
değil yazmak,
Anladım yaşamak bana
yasak
Aziz Nesin’in «Büyük
Grev» adlı öyküsü, bir öykü olmaktan çok öte. Bir gazete sayfasına sığdırılmış
bir büyük ekonomi politik dersi.
Üçüncü Bölüm
AYDIN SAVUNMASI
Eğer Türkiye'nin
stratejik önemi varsa, Kıbrıs çıkartmasından sonra Amerika Birleşik Devletleri
Türkiye’ye neden ambargo koyuyor?
Üç Aydın, kendisini
anlatıyor. 1940 yıllarının başlarında subay olarak Tıp Fakültesi’ni bitirmiş
Profesör Hüsnü Göksel, 1950 yıllarının sonlarında Tıp Fakültesi’ni bitirmiş
Profesör Gençay Gürsoy ve 1960 yıllarının sonlarında Beyrut Amerikan
Üniversitesi’nde okuyan Dr. Haluk Gerger,
Bu üç aydın anlatımının,
dönemlerinin aydın dünyasını da yansıttığını düşünüyorum.
Demokrasiye kavuşmanın
yolu ancak korkudan kurtulmuş aydınların önderliğinde yürünebilirdi.
İhtilâl düzenleri ya da
askerî rejimler, genellikle, birer özel mahkeme kurarlar
Suçları oluşturan,
toplumsal ve siyasal koşullardır.
Millî irade ancak,
toplumun bütün kesimlerinin özgürce örgütlenebildiği düzenlerde anlam ifade
eder.
Türkiye’yi sevmek
hapishanelerini sevmektir
Halk doğru değildir; en
büyük doğrulayıcıdır.
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder