Yalçın Küçük - Türkiye Üzerine Tezler
BİRİNCİ KİTAP
Birinci Bölüm
Başlangıçta Takrir-İ Sükün
Orman Yasaları
…sığ tezlerden birisi, Cumhuriyetin yönetici ve kurucu
kadrolarının var olan sınıflardan bağımsızlığı ve bu kadroların bilgisizliği
ile ilgili.
Pratik olarak bakıldığında, Cumhuriyet'in yönetici ve kurucu
kadrolarının bilgi yetersizliğinden değil aşırı bilgi düzeyinden söz etmek
gerek.
Türkiye'nin dünya siyasal mücadele sözlüğüne bir tek katkısı
olduğu söylenebilir: Jön Türkler.
İttihat ve Terakki, Osmanlının son dönemlerinde başlayan Jön
Türk hareketinin doruk noktası.
1920'lerin ilk yıllarında Mustafa Kemal'in kendisine bağlı
bir resmi komünist partisi kurma girişimleri…
Kurtuluş Savaşı'nın başlangıcında, 11 Ekim 1920 tarihinde
bir yasa kabul edilip yürürlüğe konuyor. Baltalık Kanunu
Baltalık Kanunu ile orman köylüsünün orman sahibi edilmesi
ilkesi kabul ediliyor. Her köylüye, yakınındaki ormandan iki hektarlık bir
bölüm temlik ediliyor.
Baltalık Kanunu, / Orman köylülerinin yeni oluşan siyasal
örgütlenmeye katılımlarını sağlamayı amaçlıyor.
Ancak ormanın değeri halkça takdir edilmemiş bulunduğu için
bu tatbikat memleket namına çok büyük zararlara mal olmuş ve ormana tapu ile
sahip olan köylü, çoluk ve çocuğu ile birlikte malını baltadan geçirerek
kendisine verilmiş olan ormanı tarlaya çevirmiştir.
“Üç yıl devam eden ve büyük orman kaybına sebep olan
Baltalık Kanunu 1923 yılında Lozan Barış Antlaşması'ndan sonra derhal
durdurulmuş ve bir yıl sonra çıkartılan 15 Nisan 1924 gün ve 484 sayılı intifa
kanunu ile orman ve köylü ilişkisi, ormanların takati esas prensibi dahilinde
yeniden ve muvakkaten bir düzene bağlanmıştır.”
Baltalık Kanunu'ndan sonra gelen, 1924 yılında çıkarılan
intifa yasası ile ormanlar, yerli ve yabancı özel sektöre peşkeş çekiliyor.
Ormanlar ve orman işletmeciliği özel bir işletme alanı haline getiriliyor.
1937 yılına ait 3116 sayılı ormancılık yasası, “devlet kendi
ormanını kendisi işletir” ilkesini getiriyor. Ancak bu türden “ilerici”
yasalara konulan “istisna” maddeleri ile, daima olduğu gibi, burada da bu
ilkenin uygulaması zamana bırakılıyor. O tarihe kadar verilmiş olan
imtiyazların on yıl daha korunabileceği 3116 sayılı yasanın maddeleri arasında
yer alıyor.
1920 yılında yoksul köylülerin Kurtuluş Savaşı'na
katılımlarını sağlamak gerekiyor. Lozan ile birlikte bu gerek, önemini azaltmış
durumda.
“3116 sayılı Orman Kanununun getirdiği bir özellik de,
80-82. maddeleri uyarınca, ormansız bölgelerde köy ve belediyeler civarında,
asgari 50 dekar büyüklüğünde ve mükellefiyet usulü ile ağaçlamalar yapılması
idi.” Kurtuluş Savaşı'nın başında köylülerin ormanlardan serbestçe yararlanma
hakkı elde etmesiyle başlayan uygulama, on yedi yıl sonra köylülerin
mükellefiyet usulü ile orman “yaratma” ile sorumlu tutulmalarına dönüşüyor.
İş Yasaları
Talat ve Mustafa Kemal Paşaların mektuplaşması iki liderin
karşılıklı olarak birbirini “idare” etmedeki üstün yeteneklerini sergiliyor.
Talat Paşa'nın 22 Kanunuevvel 1919 tarihini taşıyan mektubu
Mustafa Kemal'in cevabı / “gerekirse bolşevikliği de biz
yaparız” anlamına geliyor.
Şefik Hüsnü Değmer, 1921 yılında şunları yazıyor:
“Sınıfların kaldırılmasına, kolektif mülkiyete ve emeğin egemenliğine dayanan
bir devrimden, ülkemizde zarar görmesi ve hoşnutsuzluk göstermesi muhtemel
olanlar, ihmal edilebilecek kadar sınırlı bir sınıf halktır. Ne var ki, daha
önceden de belirttiğimiz gibi, proletarya diyebileceğimiz emekçilerimiz
arasında henüz bir dayanışma duygusu, bir sınıf bilinci uyanmamıştır.
Sovyetler Birliği Bilimler Akademisi tarafından yayınlanan
bir çalışmada şunlar yazılıyor: “Türkiye'de yükselen komünist hareketi dağıtmak
ve kırmak amacıyla 1920 Ekim başında hükümet tarafından resmi “komünist
partisi” kuruldu.” Aynı çalışma resmi partinin “emekçiler arasında İslam ve
pantürkizm ideolojilerinin doğuşunu yavaşlatmaya çabaladığını” da
belirtiyor."
İttihat ve Terakki'nin Ziya Gökalp'i “ideolog”. Rıza
Tevfik'i “filozof” yapması gibi resmi Türkiye Komünist Partisi de “yerli” bir
Karl Marx buluyor. Başyazarlığını Yunus Nadi'nin yaptığı resmi Komünist
Partisi'nin organı Yeni Gün'de bu “yerli” Marx için göz yaşartıcı şu cümleler
yer alıyor: “Ali İhsan Bey, Karl Marx'ın dünya tarihi ile ilgili olarak
yaptıklarını Türkiye tarihi üzerinde yaptı.
İlhan Tekeli ve Selim İlkin, yaptıkları bir inceleme ile
“Kör” Ali İhsan olarak tanınan bu “meçhul” şöhretin yaşam öyküsünü de gün
ışığına çıkardılar.
Resmi Komünist Partisi'nin kuruluşunu, Türkiye'deki
komünizan hareketi kontrol altına almak isteğine bağlamak gerekli. 1920 yılının
koşullarında Türkiye'deki komünizm hareketini bastırmak çok zor. Çünkü
bolşevizmin prestiji çok yüksek.
Mareşal Fevzi Çakmak / “O tarihte Rusların Anadolu'da gizli
Komünist faaliyetini kontrol edebilmek üzere, Mustafa Kemal de dahil olduğu
halde cümlemiz, mesela Fevzi Yoldaş ismini alarak ve kırmızı tepeli kalpak
giyerek bir komünist meclisi yapmıştık. Fakat Ruslar, millet ve vatan hissi ile
meşbu bizleri hakiki bolşevik mefkureli saymayarak, Ethem gibi çapulcuları daha
ziyade kendilerine yakın gördüğünden yeni faaliyetlere girişmiş ise de, Rus
sefiri Upmal aleyhindeki şikayetler ve bu gibi hareketlere karşı yapılan
takibat neticesinde, aleni komünist tahrikatına nihayet verilmişti.”
1908 yılı işçi sınıfının tarihinde nasıl bir “grevler yıl”
olmuşsa, aynı şekilde, 1919-1923 dönemi de işçi hareketinin yabancı sermayeli
kuruluşlara ve emperyalizme karşı örgütlenme dönemi olmuştur.
İşçi hareketinin olduğu yerde burjuvazi, baskı ve saptırma
yöntemlerinin birini, yada duruma göre her ikisini birden kullanma yoluna
gidiyor. Kurtuluş Savaşı'nın verildiği bir dönemde işçi ve emekçi yığınlar
üzerine yoğunlaştırılacak bir baskının; savaşın şansını tehlikeye düşürmesi
kaçınılmaz. Bunun için saptırma yöntemlerinin ön plana çıkması zorunlu. Kurulan
Resmi Türkiye Komünist Partisi, bu yöntemin uygulama alanlarından birisi
oluyor. Ancak, bunun yeterli olmadığı anlaşıyor. Bazı düzenlemelere ve ciddi
vaadlere de ihtiyaç var. Baltalık Kanunu, orman köylülerine yönelik bir
düzenleme de vaad oluyor. Ereğli Havzası maden işçilerinin hukukuna dair, 10 Eylül
1921 tarihli yasa, genel olarak işçilere yöneliyor,
Burjuvazi hiçbir zaman halk kitlelerinin yardımı olmadan
iktidara gelmiş değildir.
İktidara gelinceye kadar, işçi ve emekçilerin desteğini
almak için bir takım vaadlerde bulunan burjuvazinin, vaad edilen hakların işçi
ve emekçiler tarafından kullanılması ile ürkmesi ve bunları geri almaya
çalışması kaçınılmaz oluyor.
İşçi ve emekçilerin de desteğini alarak iktidara gelen
İttihat ve Terakki, 1909 yılında çıkardığı Tatili Eşgaal kanunu ile sendika ve
grev hakkını ortadan kaldırmada çok büyük bir adım atıyor.
Cumhuriyet'in yönetici kadroları, Lozan Antlaşması'nın
belirginleşmesi ile iktidarlarını perçinlediklerini düşünüyorlar
Mustafa Kemal'in artık ne geniş halk yığınlarının desteğine,
ne de Sovyetler Birliği'nin yardımına ihtiyacı vardır. İktidarını
meşrulaştırmış ve kararlı hale getirmiştir.
İşçi hareketinin belli liderlerine uygulanan baskı daha sert
oldu. Parti lideri Ahmet Salim İstanbul'da öldürüldü; Tevfik Nevzad yurtdışına
göç etmek zorunda bırakıdı; S. Faik ve M. Hasip, Anadolu'nun derinliklerine
sürüldü.
1922 yılının Eylül ve Kasım ayları arasında 300 komünist ve
sendika yöneticisi tutuklanıyor.
Ancak tüm bu baskı ve teröre karşın, işçi sınıfı hareketinin
kökünün kazınılmadığı anlaşılıyor.
İşçilere ve grevlere düşman bir tutuma sahip olan ve
İstanbul'da yayınlanan İkdam gazetesi, Ankara'da İktisat Bakanı Mahmut Esat'ın
“grevcilere müsamahakar” bir politika izlediği için istifaya zorlandığını
belirtiyor.
21 Ocak 1925 tarihinde kabul edilen Hafta Tatili Yasası,
hükümetin, işçileri de düşündüğü izlenimini vermek için atılmış bir adım
oluyor.
Mart 1952 tarihine kadar, hafta tatili ücretsiz olarak
uygulandı. Bu tarihten itibaren yarım gündelik ücrete bağlandı. Yine ilginç:
Türkiye'de ücretli hafta tatili, 1960 yılının ilk aylarında, 27 Mayıs'tan hemen
önce yasalaştı.
1925 yılının 15 Şubatında başlayan Doğu Anadolu'daki Şeyh
Sait İsyanı ile 4 Mart tarihindeki Takrir-i Sükün yasası arasında bir önemli
kanun daha çıkarılıyor; Aşar vergisinin ilgası.
…aşar vergisi 1920-1923 parlamentosunda tam 28 kez
tartışılıyor.
Terakki Perver Fırka'yı Mustafa Kemal kurdurmadı. Ancak
Takrir-i Sükün düzeninde hesaplaşma zamanının geldiğine Mustafa Kemal karar
verdi. Kendisinin liderliğini çok önceden kabul etmemiş olan ne kadar paşa
varsa hepsini İstiklal Mahkemesi'nin önüne çıkardı.
Terör mahkemesi “büyük paşalar” için idam hükmetmedi. Fakat
“büyük paşalar” gerekli hükmü öğrendiler. Bundan sonra korkmasını öğrendiler,
Mustafa Kemal'den değil. İsmet Paşa'dan korkmasını öğrendiler.
“Yüreğim tıpkı o takip edildiğimi sandığım akşamki gibi
kötü, alçak, hızlı atıyor. Gazeteler, İstanbul'da, Ankara'da komünistlerin
yakalandığını, İstiklal Mahkemesi'nde yargılanacaklarını, ele geçmeyenlerin de
şiddetle arandığını yazıyordu. Ele geçmeyenler arasında ben de varım.” Nazım
Hikmet, otobiyografik romanında Takrir-i Sükün'u böyle anlatıyor.
Takrir-i Sükün, sola hücum ile başladı.
Takrir-i Sükün düzeninden sonra Türkiye'nin sosyalist
hareketi, uzun yıllar değerli aydın sıkıntısı çekti.
Mustafa Kemal, Takrir-i Sükün düzeninin sessizliğinde, 1925
yılı Ağustos ayının beşinde, karısı Latife'den boşandı.
Halka Açık Bir Şirket
Ulusal savaş bitince Anadolu tüccarı ilk önce dış ticareti
öğrenmeye çalıştı. Halbuki dış ticaret işlerinde İstanbul burjuvazisi çok güçlü
idi
Türkiye Milli İthalat ve İhracat Anonim Şirketi. Bu şirketin
öyküsü o kadar öğretici ki
Buna, bir “özellik”, Cumhuriyetin bir “eğilimi” demek gerek.
Şirket'e, İttihat ve Terakki damgasını vurmaya imkan yok.
“Şirketin kurucuları arasında 54 milletvekili ve 37 tüccar
önemli yer tutmaktadır.”
…şirketin kurucu ortaklarından bir bölümü ise şöyle: İzmir
mebusu Yunus Nadi, İzmir tüccarlarından İstanköylü Müftüzade Şükrü Kaya,
Burdur mebusu Soysallıoğlu İsmail Suphi,
Eskişehir tüccarlarından Bölgerzade Mehmet Kazım,
Kütahya mebusu sabıkı tüccardan Nail,
Lazistan mebusu Osman Nuri,
İzmir tüccarlarından Alâiyelizade Mahmud,
Kırşehir mebusu Hoca Müfid,
Diyarbakır valii sabıkı tüccardan Bedrettin,
Zafer ticarethanesi sahibi Yusuf Ziya,
tüccardan Erzurumlu Necip,
Erzurum mebusu Hüseyin Avni,
Bolu mebusu Tunalı Hilmi,
İçel mebusu Haydar Lütfi,
Ziraat ve Ticaret nazır-ı sabıkı Mustafa Şeref,
İstanbul tüccarlarından İmamzade Neşet,
Sivas mebusu Emir Paşa,
İstanbul tüccarlarından Sadıkzade Ruşen,
Ceyhan kaymakamı Cemal,
Polatlı tüccarlarından Tekelizade Mustafa,
Siirt mebusu Mustafa Sabri.
Şirketi / 19 Eylül 1922 yılında Ankara'da” kuruyorlar.“
Şirket, her yerde iş yapmasına, yaptığı işlerin çoğunu kamu
sektöründen almasına karşın, her nedense, zarar etmeye başlıyor.
“muhasebe raporunda görülen durum, şirketin zararına, zarara
sebep olanların karınadır”
Sanayi ve Tarım Yasaları
Türklerin bankacılıktaki ilk teşebbüsü, 1868 senesinde tesis
olunan Emniyet Sandığı ile başlamış ve bu hareketi yirmi sene sonra Ziraat
Bankası'nın tesisi takip etmişti.
Cumhuriyet'in tesis edildiği 1923 senesi bidayetinde, Türk
sermayesiyle iş yapan yalnız on banka vardı.
Meşrutiyet ile birlikte yalnız grevlerin, yalnız partilerin
artmadığı, aynı zamanda, bankaların da artmaya başladığı görülüyor. 1908
hareketine burjuva-demokratik bir hareket gözü ile bakmak için gerekli
nedenlerin birisi de bu.
Sarraflar, banker oldu. Sonra da bankalar çıktı... Bu
bankalar içinde Osmanlı Bankası ön plana geçti.
…faaliyetlerini, imparatorluk ile yaptığı mukavelelerle
sürdürdü. Yapılan mukavelelere göre “Osmanlı İmparatorluğu dahilinde Osmanlı
Bankası'ndan başka hiç bir müessese banknot ihracı hakkına sahip olmadığı gibi
devlet de kağıt para ihraç edemezdi.” Böylece, devlet olabilmenin en doğal
haklarından birisi, bir yabancı kuruluşa verilmiş oluyordu.
Bağımsızlık savaşını başarı ile sonuçlandıran Türkiye
Cumhuriyeti, bir merkez bankası kurma “hakkını”, yabancı sermayeli bir banka ile
imzaladığı bir “mukavele” ile alıyor.
Gündüz Ökçün, 1923 yılı başında İzmir'de toplanan Türkiye
İktisat Kongresi'nin belgelerini yayıma hazırladı.
Türkiye'nin en zengin sanayicisi Vehbi Koç, siyasal
yaşamının başlangıcını şöyle anlatıyor: “29 Ekim 1919 günü Reis Müftü Rıfat
Efendi'nin Başkanlığında Ankara'da kurulan Müdafaa-i Hukuk-u Milliye
Cemiyeti'ne babam da girmişti. O günkü duruma göre 3.000 kuruş maddi yardım da
yapmış. Büyüklerimin isteği ile ben de 19 yaşımda bu Cemiyete girdim.”*” Rahat
bir dille yazılan yaşam öyküsünde Koç, “Vehbi Efendilikten”, “Koç Beyliğe”
nasıl terfi ettiğini de anlatıyor: “1934 yılında 135.000 lira sermayeli bir
şirket kurduk ve işe başladık. Bir hayli bir mücadeleden sonra Celal Bayar'ın
İktisat Bakanlığı zamanında uygulanan Teşvik-i Sanayi Kanunu'ndan yararlandık,
boru bandı gümrüklerinde indirim sağlayarak çıkardığımız malı satmaya başladık.
Galata'nın Geseryan, Yarmayan, Hovagimyan, Balıkçıyan gibi meşhur boru
tüccarları bir yıllık boru üretimimizi almak üzere bizimle görüşmek istediler.
Bizim Çorbacı Vahram Geseryan'ın yanında benim adım “Koç Bey” oldu.”
1923 İzmir İktisat Kongresi, sınıflar arasındaki çıkar
çatışmasını ve mevcut sınırların bilinç düzeyini göstermesi bakımından pek
önemli.
Aşar'ın ilga edildiği Türkiye'de, toprak üzerinde, mülkiyet
yapısı nasıl?
. Elde edilebilen bilgiler arasında, bir Sovyet kaynağında
yazılanlar var: “Birinci Dünya Savaşı'ın başında, tarımsal nüfusun yüzde birini
oluşturan büyük toprak sahipleri ve ağaları, tüm işlenebilir toprakların yüzde
39,3'üne sahiptiler; nüfusun yüzde dördünü meydana getiren küçük toprak ağaları
ve kulaklar, çiftçiler arazisinin yüzde 28,2'sini ellerinde bulunduruyorlardı;
Tarımsal nüfusun yüzde 95'ini sağlayan köylü işletmelere ise işlenebilir
arazinin yüzde 34,5'i düşüyordu.” Bu bilgileri veren kaynak şöyle devam ediyor:
“Kemalist devrimden sonra Türkiye'de toprak mülkiyeti pek az değişti...
Bu bilgilerin doğruluğu ölçüsünde, aşar vergisinin
kaldırılmasından en çok kimlerin yararlanacağını kestirmek pek zor olmayacak.
Cumhuriyet, 1925 yılından başlayarak tarım kesiminden alınan
dolaysız vergileri sürekli olarak düşürdü. Tüm kamu gelirleri içinde bu oran,
1930 yılında yüzde 10'a indi.
Cumhuriyet'in başından itibaren sürdürülen tarım
politikasını, bir Sovyet uzmanı, şöyle özetliyor: “Kemalistlerin tüm tarım
politikası, bir tek amaca göre düzenlendi: Kulak ve toprak ağası işletmelerini
desteklemek ve teşvik etmek ve onların kapitalist gelişmesini sağlamak.”
1926 yılında 18 milyon lira olan Ziraat Bankası kredileri,
1930 yılında yüzde elli oranında bir artışla 27milyon liraya çıktı. Ziraat
Bankası'nın 1929 tarihli tüzüğüne göre, Banka'dan kredi alabilmek için
gayrimenkul sahibi olmak gerekiyor. Bu hüküm, tarımsal kredilerden büyük
çiftçilerin yararlanması olanağını hazırlıyor.
Büyük çiftçilere ayrıcalıklar askerlik hizmetlerine kadar
uzanıyor:
1924 yılında kabul edilen bir yasa / …arazi minimum
büyüklüğü (en az 50 hektar) üzerinde ise çiftçi yardımcıları askerlikten muaf
tutuluyordu
İkinci Bölüm
Serbest Devletçilik
Aldanan ve Aldatanlar
8 Ağustos'ta çıkartılan bir geçici kanunla askere alınması
gereken bir kısım müslümanlar 30 altın karşılığında vatan hizmetinden
bağışlanır.
Benzer tasarı yine Hükümet tarafından, bu kez, Türkiye Büyük
Millet Meclisi'ne sunulunca, tartışmalar sırasında, Konya Milletvekili Vehbi
Efendi'nin bedel verebilecek zenginlerden bedel alınmaması halinde cepheye
gideceklerini sananlara, eğer böyle zannediyorsanız, pek ziyade aldanıyorsunuz”
dedi
Serbest Fırka deneyimine karşı dürüstçe tutum alanlar var.
Açıkça “ne olduğunu bir türlü anlayamadım” diye yazıyorlar. O dönemi çok
içinden yaşamış olan Falih Rıfkı Atay, bunlardan birisi: “Devrimci Atatürk,
irtica henüz olanca hıncı ile dipdiri iken, bir muhalefet partisinin
kurulmasına neden izin verdi? Bu suale hiç kimse doğru cevap veremez. Çünkü hiç
kimseye açıkça fikrini söylememiştir…”
Fethi Bey öyle bir inanç adamı değil. Yaygın bir deyişle
“efendi” bir adam. Ancak “efendi” oluşu, büyük ölçüde, yeteneksizliğinden
geliyor.
Serbest Cumhuriyet Fırkası
Atatürk'ün hiçbir zaman Cumhuriyet Halk Fırkası'nın
ilkelerine karşı çıkan bir partiyi desteklemeyi düşünmediği bütün açıklığıyla
belirginleşir, öte yandan Meclis içinde ve dışında gelişmekte olan karşıt
eğilimleri, en yakın arkadaşlarından birinin, liderliğini yaptığı bir parti
yoluyla denetlemek istediği de açıktır.
Serbest Fırka'nın kuruluşu, Yalova'da bir baloda içkiler
içilip oyunlar oynanırken “tebliğ” ediliyor.
Serbest Fırka'ya daha çok ticaret burjuvazisi sarılıyor.
Serbest Fırka'nın ömrü kısa oluyor. İlgi görmemesinden değil
Tam tersi. Aşırı ilgi gördüğü için kapatılıyor.
1931'de yalnız İstanbul ilköğretim öğretmenleri arasında 225
veremli sayılmıştır.
1932'de bir ilkokul öğretmeni yırtık pabuç ve yama
tutmayacak kadar bir giysi ile ve yarı aç öğrencilerinin önüne çıkmayı bilim ve
haysiyetine hakaret sayarak intihar eder.
Bütün öğretmen örgütleri kapanıyor.
Birinci Savaşın hemen öncesinden, Temmuz 1914, 1930
yıllarının hemen öncesine kadar, Nisan 1929, İstanbul'da mütevazi bir kişinin
zaruri ihtiyaçları için yapmak zorunda olduğu ödeme 17 misli artmıştır.
Kadro ideolojisinin temel dayanakları pek basit. Birincisi,
sınıfların ve sınıf mücadelesinin yokluğu üzerine.
1936 tarihli İş Kanunu, bu kanunla grev yapmak yasaklanıyor.
Kanun, sendika kurma hakkı ile toplu sözleşme düzenini tanımıyor.
Devletçilik
Burjuva araştırmacıları / gelişmelerin özünü yakalayamazlar.
Devletçilik ile yeni kurulan rejimin savunulması arasında
bir bağlantı var. Devletçilik, iktidardaki toprak ağası-burjuvazi egemenliğini
sağlamlaştırma ve perçinlemede önemli bir adım oluyor.
Lozan Antlaşması'na göre Türkiye'nin gümrük vergilerini
değiştirme hakkını ancak, 1929 yılında eline geçirebildiği biliniyor.
1929 yılında gümrük bağımsızlığının elde edilmesinden çok
önce de Türkiye'de iç fiyatlar, ithal fiyatlarının çok üstünde.
Türkiye ekonomisi / uygulanan fiyat politikası ile iç
piyasasında yeni sanayilerini yüksek fiyatlarla koruyabiliyor.
Cumhuriyet rejiminin 1930 yıllarında ciddi bir millileştirme
politikası uyguladığı yolundaki “cumhuriyet masalı”
Cumhuriyet rejimi / 1930 yıllarında, ticaret, sanayi,
sigorta ve bankacılık alanında çalışan çok sayıda yabancı sermayeli şirketin
hiçbirisine dokunmadı
Türk parası, Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren sürekli
olarak / değer kaybediyor. Bu durum, Türkiye kapitalizminin dış ekonomik
ilişkilerde sağlıklı bir çizgide olmadığını gösteriyor.
Dünya bunalımının tarım üzerindeki etkisi, tarımsal ürün
fiyatlarının hızla düşmesini sağlamak oldu. Bu ise / Türkiye sanayinin pazar
sorununu derinleştirdi. Dış ekonomilerde yeni pazarlar bulmanın
olanaksızlığında sanayi kesiminin yeni pazarlar bulması ancak kendi kendine
pazar yaratmakla mümkündü. Bu ise sanayinin gelişme hızını arttırmayı
gerektiriyordu, Devletçilik böyle bir zorunlulukla ortaya çıktı.
Cumhuriyet rejimi, 1923-1933 yılları arasında uzun yıllar
çalışmış olmaktan dolayı, önemli ölçüde eskimiş ve ciddi tamir ve yenileme
isteyen 1687 kilometrelik demir yolunu kamulaştırdı. Kilometre başına,
kamulaştırma karşılığı olarak, 85 bin Türk Lirası ödendi. Aynı Cumhuriyet
rejimi 1923-1939 yılları arasında yeni olarak inşa ettiği demiryolunun
kilometresini 115 bin Türk Lirasına mal etti.”
1924 yılında, Türkiye'de 7'si demiryolunda (…) 94 yabancı
sermayeli şirket faaliyet gösteriyor.
1929 yılında / yabancı sermayeli şirketlerin sayısı 126'ya
çıkıyor.
…büyük toprak sahipleri, genel olarak Türk Parasının dış
değerinin düşük tutulmasını isterler, / Çünkü böyle durumda ihraç edilebilen
tarım ürünlerinin her biriminin karşılığında daha fazla Türk Lirası elde
edilir.
…genel bir kural olarak, kapitalizmde neyin suistimali ya da
kaçakçılığı yapılırsa, o malın sahiplerinin bundan yararlanmamaları düşünülemez.
Afyon kaçakçılığından afyon üretenlerin kazanç elde etmemeleri düşünülemez.
Ulusal birlik demek, aklı ve şuuru yerinde olan, biri
ötekini tamamlayan ve seven, biri ötekinin hakkını ve şerefini kollayan
yurttaşların birliği ve beraberliğidir. Bu olmazsa inkılâbın ve istiklâlin
koruyucusu olan büyük kütle yok demektir. Bizi dağıtmak isteyecekler, inan ve
bilgilerimizin olgunluğundan, ümitlerini kesince, içimize ve aramıza ayrılığın
zehrini sokmağa teşebbüs ederler.
Tarım ürünleri fiyatları düşüyor; devlet, yardıma koşuyor.
Bunlar, devletçilik uygulamasının yapıldığı yıllarda başlıyor ve
belirginleşiyor.
1933 yılında Türk Ceza Kanunu'nun 201. maddesi
değiştiriliyor. Henüz 141 değil. Ceza kanununun 201. maddesinde yapılan
değişiklikle işçilerin toplu olarak işlerini bırakmaya teşvik edilmesi suç
sayılıyor. Böylece grev için çaba harcamak bile yasak edilmiş oluyor.
Türkiye burjuvazisi, hareket ile bilinç arasındaki ilişkiyi
çok iyi anlamış durumda. Hareketin, bilince yol açacağı biliniyor. Hareketin, doğru
bilinci geliştireceği biliniyor. Bu yüzden, birçoklarının düşündüklerinin
aksine, doğru bilinç için verilen mücadele, aynı zamanda doğru hareket için
verilen mücadele oluyor.
1930 yıllarında Türkiye burjuvazisi, önceliği, işçi sınıfı
bilincini dağıtmaya ve gelişmesini durdurmaya veriyor.
Kadro hareketi de buraya oturuyor.
141. madde, Türkiye'de teşekkül etmiş veya edecek olan ve
maksatları siyasi ve içtimai nizamını bozmaya matuf bulunan siyasi cemiyetleri
istihdaf etmektedir.
…Ekler…
Üçüncü Bölüm
Düzenin Oturması
Kubilay ile Başar
Düzen oturdu. Yerleşti. Bunun için bir şehit gerekti.
“Şehit Öğretmen” deniyor. Hiç alâkası yok. Kubilay'ın
şehitliğinin öğretmenliğiyle alâkası yok. Kubilay, öğretmen olarak değil, yedek
subay üniformasıyla şehit oldu. Kubilay ne öğretmen, ne de subay olarak şehit
oldu. Bir yedek subay olarak öldü.
Şehit kavramı, İslam'dan başka dinde yok. Ölüm yalnızca
İslam'da kutsal.
Kubilay'ın ölümünden kırk yıl kadar sonra, arkadaşı Fehmi
Kubilay'ın bir oğlu olduğunu hatırlıyor.
Nazillide pazar yerinde görevli Belediye Zabıta Memuru Vedat
Aktuğ Kubilay bunları söylüyor. Babası, ölerek Cumhuriyetin hayatiyetini
tazelemiş ve kuvvetlendirmiş; kendisi Almanya'da çeşitli işlerde çalışmış.
Şimdi Belediye Zabıta Memuru.
Doğrusu, burada, gerçeği bulmak pek kolay görünmüyor.
1930 yılı sonlarında da Mustafa Kemal ve İsmet İnönü'ye
Kubilay gibi bir şehit gerekiyor. Kubilay şehit oluyor.
Kubilay'ın nasıl öldürüldüğü konusunda görgü tanığına
dayanan bilgi yok.
Ayağa kalkanların idam sehpasında sallanan ayakları
görmeleri için. Düzenin oturması için. Düzenin yerleşmesi için, önce Kubilay,
sonra dört Mehmet ile iki Hasan ve halktan bir bölük insan öldüler. Asıldılar.
Makyavelli'nin bir bilim haline getirdiği politika bunu gerektirdi.
Burjuva iktidarı, kütlesel tabanını köyde ve köylülükte
buluyor. Burjjuvazi, iktidarını tehlike karşısında görünce, daha çok “köycü” ve
“köylü” oluyor. 1930 yıllarının başındaki durum, bu.
Bir rastlantı değil. İşte tam bu dönemde Yaban'ın
yayınlanması da rastlantı değil,
Tarih, bütün bilimlerin anasıdır.
Yaban'ın çıkışından sonra, bilhassa edebiyatçılar ve
estetikçiler arasında, köylüyü tanımak, köy meselelerine köylü gözü ile bakmak,
edebiyatta köylünün dilini kullanmak cereyanı doğdu. Bazı aydınlar ise, aydının
köylüye öğreteceği şeylerden çok, aydının köylüden öğreneceği şeyler olduğunu
görmeye başladılar.
Büyük çiftlik sahibi Adnan Menderes, Gazi'nin gezisi ile,
Serbest Fırka'dan devir alındı ve Cumhuriyet Halk Fırkası'na il başkanı
yapıldı.
Kır kesiminde Cumhuriyet Halk Partisi'nin dayanağı, büyük
çiftlik sahipleri, pomeşçikler, kırsal dükkan sahipleri ve Türk kulakları,
“ağa”, tarafından meydana getirilen üst sömürücü tabaka oldu.
Mustafa Kemal, Ecevit'in söylediklerinin aksine, ancak 1927
yılında askerlikten ayrılıyor.
1927 yılında Mustafa Kemal, rejiminin yerleştiğini
düşünüyor. Büyük Nutku'nu 1927 yılında okuyor. Samsun'a çıkmak için ayrıldığı
İstanbul'a ilk kez 1927 yılında gidiyor.
Bir: Cumhuriyet başından beri, 1926 tarihli Medeni Kanun ile
hukuki dayanaklarını da sağlayarak, Türkiye köylerinde toprak temerküzünü
artırıcı bir politika izledi. İki; Serbest Fırka'nın politika sahnesine
getirdiği çalkalanmalar içinde 1930 yılından sonra Türkiye köyüne götürülen her
hizmet ve kolaylık orta ve büyük toprak sahiplerine hitap etti. Köy Enstitüleri
de dahil, köylü canlandırma gerekçesiyle köye götürülen eğitim kurumlarından
önce köydeki güç dengesini kıracak hiç bir girişimde bulunulmadı. Dört: öyle
ise, köyü aydınlatacak köy eğitmenleri olarak yetişecek köy delikanlılarının
seçimini köye bırakmak demek, köydeki büyük toprak sahipleri ile ağalara
bırakmaktan başka bir anlama gelmedi.
Ve Darülfünun'da Tasfiye
Turgenief'in kahramanları hep Rus ve Hüseyin Rahmi'nin
kahramanları hep Türk; fakat Yaban ile Sinekli Bakkal'ın tiplerinden şüphem
var. Yaban'daki köylüler bizim mi? Sinekli Bakkal'daki Hafız Kız, Kanbur,
Mevlevi bizim mi?
Köy Enstitüleri'nin ürünleri de, 1950 yıllarında, yorganını
sırtlayan yoksul köylü gibi kente göçtü.
1960 yıllarında da demokrat köylü ideolojisini ve köylü
kültürünü, Türkiye'nin sosyalist hareketine sokmaya kalktı.
Kemalist rejim, aydınlara ve başta Darülfünun'a savaş açarak
düzenini oturttu.
Tonguç ve Menderes
Darülfünun ilga edilip İstanbul Üniversitesi açıldığında,
çift saymalar da dahil, 157 öğretim üyesi ve yardımcısı kadro dışı bırakıldı.
Cumhuriyet / 1933 yılında Darülfünun'u ilga etti,
muhtariyeti geri aldı ve Baltacıoğlu'nu da üniversite dışında bıraktı.
Fay Kirby, Türkiye'deki Köy Enstitüleri'ni Tonguç'a değil Baltacıoğlu'na
bağlıyor.
“Baltacıoğlu pek haklı olarak gördü ki, Türk eğitiminin Batı
tarihindeki hataları tekrarlamasına lüzum yoktur. Fakat, Batı'nın didaktik
edebiyatının inceliklerini yeni öğrenmiş olan zamandaşları, Baltacıoğlu'nu
kendini beğenmiş bir eksantrik saydılar.”
İsmail Hakkı Tonguç'un dünya görüşünde kesinlikle sınıf
kavramı bulunmuyor. Tonguç, dünyaya bir köylü gibi bakıyor. Bütün
sıkıntılarının nedenini aydınlarda ve aydınları yönetiminde saydığı devlette
görüyor.
Burada kısa bir parantez gerekiyor. Köylünün politik bakış
açısının turnusol kâğıdı, aydınlara ve devlete karşıt güvensizlik ve bir ölçüde
de düşmanlıktır. Köylüyü peşine takmak isteyen tüm sermaye partileri, aydınlara
ve devlete karşı düşmanlığı körüklerler.
Eğitim yolu ile köyü canlandıramıyor. “Köylü aydın”
yetiştiriyor. Köyü terk ediyorlar. Kente geliyorlar. Kimselerin bilmediklerini
sandıkları köyü yazıyorlar.
Önce sosyalist olduklarını düşünüyorlar. Sonra demokrat
olduklarını anlayamıyorlar. Köy Enstitüsü mezunları, 1980 ve daha sonraki
yılların sosyalist hareketinde Kemalist ideoloji'nin kalesi oluyorlar.
Kemalizm, 1930 yıllarında ve sonlarına doğru ektiği
tohumların meyvasını 1960 yıllarında topluyor.
…köylünün dünyaya bakışı Menderes'te de var. Hep okumuş
düşmanlığı. Sermaye düşmanlığı değil.
Adnan Menderes bir köylü gibi davrandı ve köylüleri
arkasından sürüklemesini bildi.
Kemalizm, bir korkudan doğuyor. Düzeni yerleştirmek için
“ileri” adım atmak gerekiyor. Ayakta kalmak için ilerlemek gerekiyor.
Dördüncü Bölüm
Bütünleşme İle Çelişki
Su Başlarını Devler Tutmuş
Sovyetler Birliği'nin dostluk önerisini reddetmek, bunu bir
tehdit masalına çevirmek ve böylece Amerika ve Büyük Britanya'ya bağlanabilmek
için içerde de yapılması gerekli olanlar var. İçerde en azından bir anti-komünizm
dalgası estirmek, komünizm ticaretini canlandırmak gerek.
Montrö Anlaşması, Boğazlar Rejimi'ni belirliyor. Türkiye,
İkinci Dünya Savaşı'nda ve özellikle savaşın son dönemlerinde Montrö
Anlaşması'nı ihlâl ediyor. Boğazlar üzerinde Türkiye'nin egemenliğini kâğıda
döken bu anlaşmaya, Türkiye sahip çıkmıyor.
Toprak talebi masalı ile ilgili olarak hayal gücü en geniş
bir kimsenin bile toprak talep edildiğini gösterebileceği bir tek belge,
yazışma ya da nota mevcut değil.
Toprak isteme gibi, üs isteme masalıda, Amerika Birleşik
Devletleri'ni Türkiye ile yakından “ilgilenmeye”, iç ve dış kamuoyunu
hazırlamaya yönelik bir çabanın ürünü.
Ekonomi Cephesinde
Türkiye'nin yabancı sermayeye kapılarını açmasının
sorumluluğu, 1950 yılında seçimleri kazanarak hükümet kuran Demokrat Parti'ye
yüklenildi.
ürkiye'nin yabancı sermayeyi daveti bir önemli politika
haline getirmesi 1947 yılına ait bir gelişme.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, hisselerinin bir bölümü
özel kişiler ve yabancı bankalara ayrılmış bir anonim ortaklık olarak kuruldu.
Bu yabancı bankalar içinde de Osmanlı Bankası yer alıyor.
Türkiye, “Devlet Bankası” kurarken yabancı sermayeye pay
ayıran bir ülke özelliğini taşıyor.
Türkiye “selâmeti” Anglo-Amerikan dünyasına bağlanmakta
bulunca, yabancı sermaye için kapıları açmak da kaçınılmaz.
1960 yıllarının ilk başlarında, Planlama Düzeninin
Türkiye'yi kurtaracağı ilân ve iddia edildi.
1940 yıllarında Türkiye'de adı planlama olan bir örgüt
yoktu. Buna karşın, Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı planlama uygulamasına
sahne oldu.
Milli Korunma düzeninin özel sanayicilere yaradığı görülüyor
Türkiye'de 1969 yılı itibariyle faaliyette olan büyük özel
kesim teşebbüslerinin yüzde 5,40'ı 1930 yıllarında; yüzde 13,12'si 1940
yıllarında; yüzde 40,54'ü 1950 yıllarında ve yüzde 24,70'i 1980 yıllarında
kuruluyor.
Sovyetler Birliği'nin Türkiye'den toprak ve üs istediği
masalının yaratılmasında başrolü oynayanlardan Feridun Cemal Erkin, yaptığı
işleri övüne övüne anlatıyor. Böylece “şecaat arzederken sirkatin söylüyor.”
“Varlık Vergisi piçini” anlatıyor. Kendi deyimi ile “Varlık Vergisi piçini”
doğuran nedenlerin birisini şöyle tanımlıyor; “Varlık Vergisi'ni doğuran
sebepler arasında ırkçılık da yer alır. Alman mektebinden su içen bu çelimsiz
nebat o devirlerde her memlekete çeşitli çiçek açmış ve meyva vermiştir.
İttihatçılar ne zaman bir iş yapacak olursa karşılarına
İngilizler çıkıyor. Varlık Vergisi'nin uygulaması sırasında da böyle oluyor
Toprak Mahsulleri Vergisi, unutulan ve unutturulan bir vergi
oldu.
1943 yılında çıkarılan 4429 sayılı yasa ile önemli toprak
ürünleri üzerinden yüzde 8 ve 12 oranında vergi alınması kararlaştırıldı.
Tabii bu tür işlemlere genellikle güçsüz çiftçiler tabi
tutuldu. Çok zaman vergi olarak, küçük ve güçsüz çiftçinin yıllık ürününün çok
büyük bir bölümü elinden alındı.
1943 Toprak Mahsulleri Vergisi'nden sonra ise 1945 yılında
Çiftçiyi Topraklandırma Yasası geldi. İkincisi, birincisinin devamı. Sanayi
burjuvazisi açısından birisi finansman sorununun çözümüne, diğeri ise pazar
sorununun çözümüne doğru atılmış adımlar oluyor.
Yeni doğmaya başlayan Demokrat Parti, toprak reformuna karşı
oldu. Büyük toprak sahipleri sınıfını kazanarak işe başladı.
Giderek ticaret ve sanayi burjuvazisinin de partisi olmayı
becerdiler.
Yabancı sermaye, emperyalizmle bütünleşmenin en önemli
manivelalarından birisi. Dış politika ve dış ticaret ile bağlanmanın özü de
burada. Yabancı sermaye, emperyalist ekonomilerin Türkiye'deki ekonomik üsleri
niteliğinde.
Politika Cephesinde
Demokrat Parti, Türkiye siyaset tarihinde “dörtlü takrir”
adı verilen önerge ile doğdu. Önergenin verildiği tarih, 7 Haziran 1945. Bundan
dört gün sonra da 11 Haziran 1945 tarihinde Çiftçiyi Topraklandırma yasası,
Meclis'ten geçti.
Dörtlü takriri veren dört politikacı, büyük toprak sahibi
Adnan Menderes.
Diğeri, sanat ve Osmanlı tarihi üzerinde değerli
araştırmaların sahibi, muhafazakâr görüşlü bir bilim adamı: Profesör Fuat
Köprülü. Üçüncüsü, kendisine düşkün bir idareci: Refik Koraltan.
Sonuncusu / tüm siyasal yaşamında ticaret ve sanayi
burjuvazisinin en güvenilir adamı olmuş olan Celâl Bayar.
Celâl Bayar / ilk basın toplantısında Bayar “Demokrat Parti
bir muvazaa partisi olmadığı gibi, bir husumet partisi de değildir” dedi. Ve
“devri sabık yaratmayacağız” diyerek güvence verdi.
İktidara gelme, hiç bir zaman, tek başına politik beceri
sorunu değildir. Nesnel durumlara uygun düşmesi gerek. Nesnel gelişmelerin
dönüş noktasını çok iyi değerlendirmek gerek.
Adnan Menderes'in akıl hocası Ahmet Emin Yalman idi.
Ahmet Emin Yalman, Menderes'in başbakanlığının ilk
yıllarında Malatya'da bir suikasta hedef oldu.
Bülent Ecevit'in akıl hocası Abdi İpekçi / Öldürüldü,
öldürülmesi, akıl hocası olduğu Ecevit'in başkanlığına rastladı.
Anayasa'ya filler değil yasalar aykırı olur veya olmaz. İki:
Irkçılığı cezalandıracak bir kanun maddesi yoktur.
Türkiye'nin emperyalist kampta sağlam bir yer tutmak için
sürdürdüğü çabaların ilk sonuçlarının alındığı ve Truman Doktrini'nin ilân
edildiği 1947 yılında
…utanmazca sürdürülen bir yalanla Türkiye'nin “demokrasi
kampına geçtiği” 1947 yıllarında
İçlerinde Alpaslan Türkeş'in de bulunduğu ırkçılar beraat
ediyor.
Türkiye Ordusu'nda haksız olarak tutuklananlar sonradan
beraat etseler bile, bu tutuklanmanın hükmünden kurtulamıyorlar. En kısa zaman
sonra tasfiye ediliyorlar. Türkeş için böyle olmuyor. Daha sonra kurmay subay
oluyor. Cuntacı oluyor. Çünkü 1947 yılında Türkiye bir dönüş noktasından
geçiyor.
Türkiye'de ilki 1946 yılında, ikincisi 1958 ve sonuncusu
1970 yıllarında olmak üzere üç büyük devalüasyon yapıldı.
Birinci devalüasyondan 4, ikinci devalüasyondan 2 ve üçüncü
devalüasyondan da 1 yıl sonra hükümetler değişti.
1938 yılında Cemiyetler yasası ile “sınıf temeline” dayalı
cemiyetlerin kurulması yasaklandı. 10 Haziran 1946 tarihinde aynı yasada
yapılan, bir değişiklikle bu yasak kaldırıldı.
12 Mart: İhtiyaç ve Lüks
İstatistiklere göre 1960 yılında Türkiye'de 1498 adet
buzdolabı yapılıyor.
“Yerli yapım” buzdolabı 1976 yılında beş yüz bini aşıp 572
bin 122 oluyor.
1960 yılına gelirken buzdolabı bir “gösteriş” aracı idi.
1960 yılına gelirken, Türkiye'de, otomobil lüks idi.
Yeni bir anayasanın ihtiyaç olduğu konusunda yaygın bir
inanç vardı. Çok zaman geçmedi. On yıl sonra otomobili bir ihtiyaç haline
sokmak için ciddi adımlar atıldı. Herkes otomobilin bir ihtiyaç olduğunu
düşünmeye başladı.
Bir ilke var: İşçi sınıfı kazandığını harcar; sermayedar
harcadığını kazanır.
…
…Ekler…
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder