1 Mart 2019 Cuma

Doğu Karadeniz Ayanlığına Kısa Bir Bakış, 1808-1826


Aydın Güven - Doğu Karadeniz Ayanlığına Kısa Bir Bakış, 1808-1826

Aydın Güven, 1999

XVI. ve XVII. yüzyıllar Osmanlı İmparatorluğu'nda âyân kelimesi, şehrin ileri gelenleri için kullanılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nda gayr-i müslim tebaa arasında da âyânlara benzeyen gruplar vardı. Bunlarda kocabaşılardır. Kocabaşıların hristiyan ahalide, devletle cemâat arasındaki ilişkiyi düzenleyen ve vergileri toplayan çorbacılar oldukları bilinmektedir (s. 4-5).

Osmanlı İmparatorluğumda XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ülke çapındaki hoşnutsuzluk birtakım hareketlerin doğmasına temel hazırlamıştır. Bu hareketlerin en başında geleni Suhte (Softa/Medrese öğrencileri) isyanları olmuştur.
İsyan 1566-1574 yılları arasında en şiddetli halini almıştır. Bu devrede suhteler zenginlerin malını talan etmiş, köylerde eşkiyalık yapmış, hatta işi şehir basmaya kadar götürmüşlerdir.
Suhte isyanlarının etkisini fazla göstermediği yıllarda bu defa Sarıca Sekban adı verilen kişilerin birtakım hareketleri başlamıştır.
…bu zümreler beylerbeyi ve sancakbeylerin ölümleri veya azli sonucunda kapısız kalmışlardır. Kapısız kalan bu zümreler XVI. yüzyılda atlarını ve kendilerini doyurmak için köy ve kasabalara gitmişler, halktan bedava yemek ve paralarını almak suretiyle birtakım eşkıyalık hareketlerine girişmişlerdir (s. 7-8).

Sekbanlardan bir zümre olan Leventlerin de XVIIII. yüzyılda da pek çok eşkıyalık hareketleri görülmüştür (s. 8).

İltizam usulünün etkisiyle köylünün toprağından kopması, 1530-1580 arasında muazzam bir işsizlik nüfusunun artması (…) karışıklıklar artmış ve bunların üstüne Celali olayları yaşanmıştır.
Büyük bir buhrana sebep olan celâli hareketi nedeniyle birçok köylü can ve mal güvenliği kalmadığından yerlerini terk etmek zorunda kalmışlardır. Onların bu şekilde yerlerini terk etmeleri nedeniyle geçimleri bu sisteme bağlı olan Tımarlı sipahileri çok zayıflatmıştı.

Devrin şartları içerisinde göreve atanan memurların bir vazifeden başkasına ne zaman atanacağı veya azledileceği belli değildi. Bu nedenle iyi bir yere atanan valiler çabuk azledilip, aynı göreve birçok kişinin atanacağını bildiklerinden önce halkı ezmek yoluna giderek keselerini doldurmayı düşünmüşlerdir (s. 14).

III. Murat ve III. Mehmet zamanlarında kişilerin rüşvet vererek sadrazam ve vezir oldukları aşikârdır.

XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren görülen düzensizlikle üzerine devletin birçok timarı boşalmıştır. Devlet boşalan bu tımarların bir kısmım hâzineye devrederek "miri mukata'a haline getirmiştir.
Tımarların dağılması, kaçınılmaz bir şekilde Osmanlı İmparatorluğu'nun birliğinin sürdürülmesini sağlayan ve malî olarak yönetim kurumlarının desteklenmesine yardım eden temel sosyo-ekonomik kurumunda yıkılmasına yol açtı.

İltizam usulünde vergi kaynakları mukataa adıyla adlandırılmıştır.
Mültezimler müzayede konusu olan mukataaya kendine göre kıymetlendirerek devlete ödeyeceği parayı teklif ederdi. Yapılan değerlendirmeler sonunda en yüksek teklifi veren mültezim, o mukataayı 1 ilâ 3 yıl arasında vergilendirme hakkına sahip oluyordu.

İltizam sistemindeki mültezimlerden farklı olarak malikâneci devlete iki ayrı ödeme yapardı. Muaccele" adı verilen peşin ödeme ve "mal" adı verilen yıllık ödeme (…) yıllık ödemenin miktarını devlet belirliyordu.
…malikâneci yıllık ödemeyi yapmadığı zaman hem mukataasını kaybediyor, hem de yatırmış olduğu muacceleden oluyordu.

İstanbul'da açık artırmayı kazanan malikâne sahipleri malikânenin bulunduğu yerlere gitmemişler, buralarda kendi adına iş görecek, vergileri toplayacak mültezimleri görevlendirmişlerdir (s. 18).

Bu mültezimlerde çoğunlukla, malikâneyi en iyi şekilde vergilendirecek olan ve mukataa bölgesinde yaşayan zengin ve nüfuzlu kişiler yeni âyânlar olmuşlardır.
Merkezi hükümet bir süre sonra bütçe açıklarını kapatmak için, mukataalardan bazılarını yıllık vergilerini ödemek şartıyla kayd-ı hayat şartıyla iltizâma vermiştir.

Osmanlı tarihinde ilk defa bu sistemle askerî sınıf özel mülkiyete benzer bir mülkiyete sahip oluyorlar…

Malikâneci öldüğü zaman en yüksek teklifi vermesi şartıyla mukataalar oğluna da bırakılıyordu.

XVI. yüzyıldan itibaren sayıları artan vezirlere gelirleri kafi gelmediğinden geçim kaynakları olarak arpalık adıyla sancaklara verilmişlerdi.
XVIII. yüzyılda beylerbeyi ve sancakbeylerinde görev yerlerine gitmedikleri bilinmektedir. Bunlar yerlerine vekil tayin etmişler (mütesellim)dir. Sancağı yöneten mütesellimler özellikle memleketin ileri gelenlerinden ve âyânlarından seçiliyordu.
…bu kişiler zengin olmaya halkı soymaya başlamışlar (s. 19-20).

…valilerin, devlet memurlarının yapmış oldukları hareketler, halkı âyânların birer kurtarıcı olarak görmelerine neden olmuş ve onların taraflarını tutmuşlardır.
Âyânlar gerek kuruluşları sırasında gerekse güçlü oldukları sıralarda, mahalli kontrolleri ellerinde tutabilmek için eşkiyalarla sık sık işbirliği yapmaktan da geri durmamışlardır.

XVIII. yüzyılın ikinci yarısı ve XIX. yüzyılın ilk çeyreğinde âyânların güçleri bakımından doruk noktasına ulaşmışlardır. Kendisi de bir âyân olan Alemdar Mustafa Paşa Sadrazam koltuğuna oturmuş diğer ileri gelen âyânları da İstanbul'a çağırtarak Padişah II. Mahmut'la bir anlaşma yapmışlardır. Bu anlaşma olan, Sened-i İttifâk bir harb ve ihtilâl ortamı içinde iktidara sahip olan âyânlar tarafından padişahın mutlak otoritesi karşısında açıkça kendilerinin durumlarını garanti altına almak gayesi ile kabul ettirilmiş bir vesikadır (s. 21).

Âyânlık seçimleriyle ilgili herhangi bir nizâmnâmeye rastlanmamıştır.

Celâlilikleriyle ün yapmış olan Muradhanlılar Akkoyunlu Türkmenlerindendir. Yavuz Sultan Selim'in sancakbeyliği zamanında Trabzon'a gelmişlerdir.

1809
Rusların kara ve denizden Faş üzerine saldırmaları üzerine ayanlar yanlarındaki kuvvetlerle bölgeye geçtiler.
Göstermiş olduğu yararlılık neticesinde Dergâh-ı Ali Kapıcıbaşılarından Rize Âyânı Tuzcuoğlu Memiş Ağa Rebiülevvel 1227 (Mart 1812)'de Batum kalesi muhafızlığı şartıyla Gönye Sancağı kendisine tevcih edilmiştir.

1810 yılı sonlarında (…) Rusların Akçaabat ilçesinin Sargana mevkiine baskın hadiseleri olmuştur. Sabahın ilk saatlerinde Sargana burnu önünden karaya çıkan Ruslar Kavaklı köyünü ateşe vermişlerdir. Kendileri içinde siperler kazmaya başlamışlardır.

(bir kadının) bayram namazı için camide toplanmış olan erkeklere haber vermesiyle hep birden müdafaaya geçilmiştir.
Gerek Sakaoğlu Mahmut Ağa, gerek çevre köylerden haberi duyar duymaz yardıma gelen kişiler, gerekse Çarhacı Ali Paşa'nın kuvvetlerinin Sargana da destan yazmalarıyla Ruslar buradan püskürtülmüşlerdir. Zafer haberi diğer ilçelerde de sevinçle karşılanmıştır. Burada destan yazan Akçaabat halkı 921 erkek şehidin yanında 49'da kadın şehit vermişlerdir (s. 33).

Tuzcuoğlu Memiş Ağa'nın İsyanı
Memiş Ağa, 1715 senesinde Hopa'da doğmuştur. …eşraftan Hamdi Bey'in oğlu, Erzurum valisi Ahmed Paşa'nın yeğenidir.
Memiş Ağa ziraat ve ticaretle uğraşması sonucunda zengin olmuştur. Memiş Ağa, yöredeki insanların vergilerini devlete peşin olarak ödemiş ve halktan mahsul vakti zahire almıştır.

1790 yılında Trabzon valisi olan Abdullah Paşa'ya Anapa muhafızlığı tevcih edilmiş ve derhal Anapa'ya hareket etmesi istenmiştir (s. 37-38).

Abdullah Paşa bölgedeki âyânlarla uğraştığından Anapa'ya gitme işi biraz gecikmiştir. Bu durumdan faydalanan Rusların Anapa’yı ele geçirmeleri üzerine III. Selim, Paşa'nın öldürülmesini emretmiştir. Bu görev de Trabzon valiliğine atanan Kuğuzade Süleyman Paşa'ya verilmiş (…) Sarı Abdullah Paşa'yı ve taraflarından Kalcıoğlu Ömer'i pusuya düşürme görevi Tuzcuoğlu Memiş Ağa'ya verilmiştir.
Bu görevi başarıyla tamamlayan Tuzcuoğlu Memiş Ağa'ya devlet yeni görevler de vermiştir.
Memiş Ağa'ya Faş kalesi muhafızlığı verilmiştir. Kendini bu görevdeyken dergah-ı mualla kapucubaşısı (Serbevvabın) ünvanında idi.
Tuzcuoğlu Memiş Ağa'nın hükümetle olan bu güzel ilişkileri bir süre sonra bozulmuştur. Buna sebeb de Trabzon valisi olan Hazinedarzâde Süleyman Paşa'yla olan nüfuz mücadelesidir.
"Süleyman Paşa, Faş muhafızlığında görevlendirilince Memiş Ağa'dan bir defa 100 bin, iki defa da 150 bin kuruş borç almış. Daha sonra da 250 bin kuruş taleb edince Memiş ağa onun bu teklifini reddetmiştir. Bu süretle Süleyman Paşa'mn Memiş Ağa'ya kin bağladığı ve çeşitli iftiralarla onu İstanbul'un gözünden düşürmeye çalıştığından bahsedilir.” (Cevdet Paşa böyle demiş: Cevdet, C.XI, s.19-20)

Hazinedarzâde Süleyman Paşa, Sadrazam Mehmet Emin Rauf'a 5 şaban 1230 (13 temmuz 1815) tarihinde bir takrirat yazmıştır. Bu tahriratında Tuzcuoğlu'nun idam ve izalesini istemiştir.
Süleyman Paşa bu işin peşini bırakmamış birçok defalar merkeze Tuzcuoğlu aleyhinde tahriratlar yazmaya devam etmiştir.
Bu tahriratların artmasıyla Tuzcuoğlu Memiş Ağa'nın kapıcıbaşılık rütbesi geri alınmıştır (s. 41).

Tahkikatın ilerlemesiyle Tuzcuoğlu'nun Hacı Salihoğlu gibi bazı şakileri koruduğu ortaya çıkarılmıştır. Bütün bu olaylar neticesinde Padişah II. Mahmut, Tuzcuoğlu Memiş Ağa'nın idamı için emir yazılmasını belirtmiş…

Hazinedarzâde Süleyman Paşa, mektuplar yollayarak Trabzon'a davet ettirmiştir. Bu bahaneyle Trabzon'a getirilecek olan Tuzcuoğlu Memiş Ağa yakalanacak ve burada işi bitirilecekti.
Tuzcuoğlu Memiş Ağa bütün bu olanlardan şüphelenmesine rağmen Sürmene'ye kadar gelmişti Fakat Çeçenzâde Hacı Haşan Ağa'nın yanında bulunan adamlarından bir tanesinin durumu Tuzcuoğlu'na bildirmesi üzerine geri dönerek evine kapanmıştır.

Daha önce kendilerine çeşitli iyilikler yaptığı yöre ağalarından kendisini desteklemelerini istemiştir.
Tuzcuoğlu Memiş Ağa üzerlerine gönderilen kuvvetleri yenmiş, bu onun nüfuzunu büsbütün artırmıştır.
Şehir bu isyan hareketine uzun süre dayanamadı.
(Ağustos 1816’da Trabzon’u ele geçiren) İsyancıların Giresun kalesini kuşatmaları üzerine merkezi hükümet yardım için bir firkateyn bir de kurvet göndermiştir.

Hükumet Kasım 1816'da Trabzon’u yeniden ele geçirmiştir,
Kendisine destek verenlerin hatta damadı olan Kalcıoğlu Osman Bey'inde kendisinden desteklerini çektiklerinden Tuzcuoğlu Memiş Ağa Rize'ye kaçmış ve buradaki Kara İbrahimoğlu Hasan Ağa'nın konağına saklanmış, daha sonra da Of’a kaçmıştır.
Hükumet, 25.000 kişilik bir kuvvetle Of'ta bulunan Tuzcuzâde Memiş Ağa ve yandaşları muhasara edilerek Tuzcuoğlu Memiş Ağa 20 Ekim 1817 tarihinde ele geçirilmiştir. Tuzcuzâde boynu vurulmuş ve kesilen başı İstanbul'a gönderilmiştir.

Tuzcuoğlu Memiş Ağa'nın isyanından sonra yerleri değiştirilen ağaların pek rahat durdukları söylenemez. Bu ağalardan en çok huzursuzluk çıkaran kişi olarak Kalcıoğlu Osman Ağa olmuştur.
Yerleri değiştirilenler birkaç ay sonra tekrar eski yerlerine dönmek istediler. Talepleri reddolunan âyânlar beraber hareket ederek ayaklanma çalışmalarına başladılar.

Bölgede meydana gelen isyanlardan bir diğeri de Şatıroğlu Osman Ağa'nın 1825 senesindeki isyanıdır. Şatıroğlu ailesi de Trabzon’un en eski ailesidir. Şatıroğulları da Eyyüboğulları gibi dışardan gelip Trabzon'a yerleşmişlerdir.


Semaverin Öyküsü


Kemal İbrahimzade - Semaverin Öyküsü

Rus semaverleri metalin bir sanat yapıtına dönüşmesi açısından önemli bir örnek olarak değerlendirilebilir.
18. yüzyılda sadece soylu ailelerde kullanılan semaver, 19. yüzyılda geniş rağbet görerek halk arasında yayılmış, evlerin vazgeçilmez eşyası haline gelmiştir (s. 89).

Semaver ısı enerjisini ekonomik ve hesaplı kullanmak için insanlığın yüzyıllarca biriken pratik deneyimini bir araya getiren bir araçtır.
Tarihsel süreç içerisinde semaver yapımında kullanılan başlıca malzemeler yeşil bakır (pirinç), kırmızı bakır, tombaktır.
Daha pahalı, güzel ve lüks olduğundan tombak semaverler soylular ve varlıklı tabaka arasında rağbet görmekteydi.

Semaverin yaygın hale gelmesi çay kültürüyle ilgilidir.

18. yüzyılda önce şarap ardından şampanya sarabı moda oldu.
...vazo şeklinde yapılan çok sayıda fıskiyeler şarap ve şampanya modasını bir dereceye kadar yansıtmaktadır. Bunlar biçim açısından vazoya benziyorlardı ve sonraları semaverin gövdesine de (deposuna) vazo denmeye başlandı.
19. yüzyılın ortalarına doğru çay Rusya’da milli bir içecek haline geldi (s. 94).

Rusya’da semaver 20. yüzyılın başlarına kadar zenginliğin bir göstergesiydi. Zengin evlerinde genellikle iki semaver olurdu ve biri günlük olarak kullanılırken diğeri misafir geldiğinde, özel günlerde veya bayramlarda kullanılırdı.

1880’lerden itibaren semaverlerin üzeri nikelle kaplanmaya başlandı ve böylece biçim, estetik ve dayanıklılık bakımından önemli avantajlar sağlanmış oldu (s. 95). 

Semaver üretiminin simgesi olan Tula şehrinde 1808’de sekiz imalathane vardı.

Semaverler sadece evlerde değil trenlerde de bulunmaktaydı.

Semavere benzer objelerden biri de, Fransızca çaydanlık, ısıtıcı anlamındaki boulotte sözcüğünden gelen bulyotka idi. Dış görünüş açısından semavere benzeyen bulyotkalar, masalarda semaver yerine kullanılırdı.

19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında gazyağıyla çalışan yeni tip semaverler üretilmeye başlanmıştır. Pariçko denen bu semaverler yangın tehlikesi açısından güvenliydi (s. 97).

Rusya’da çay içme ayini masa başındaki insanların manevi kaynaşmasına yöneliktir.

...
İbrahimzade, Kemal. (2005), Semaverin Öyküsü, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Antropoloji Dergisi, Sayı: 21, (s. 89-103)


Notlar - Rize’ye Ferman


Rize’ye Ferman

(Notlar)

Rize Kazası Meclisi / 1848 – Müdür: Mehmet Şevki (Rize’ye Ferman)

Rize Kazası Müdürü: Sadullah Efendi, 1856

Rize Belediye Reisi, Hacı Hüseyin Efendi, 1888

Rize Tahrir-i Öşür Envanteri – Muhammet Safi, Dinamik Tanıtım Hizmetleri, Has Matbaacılık, 2007

Rize, Lazistan Sancağının merkez durumundayken Rize Kazası Müdürleri çok sık değişmiş,

Karyalı Skylax, MÖ. 508 / o dönemde Rize’nin bulunduğu yerde Bechireler yaşardı, Bechireler limanı ve mamur bir şehri vardı,
Pazar-Fırtına arasında Ekekheireler yaşıyor,
Ardeşen-Hopa arasında Byzerler yaşıyor,
Batum ve çevresinde Kolkhlar yaşıyor,

Usta’nın Yeğeni Hasan, 1850 / 27,5 kuruş

Samsun Alevileri


İsa Doğan - Samsun Alevileri

Türkiye’de Aleviliğin ortaya çıkışıyla ilgili olarak Kutalmışoğlu Süleyman Şah incelenmeli…

(Samsun ve çevresindeki) Aleviler tavşan yemiyorlar (16 ve 17. yüzyıllarda Alevi olduğundan şüphelenilen kişilerin tavşan etiyle test edildiği örnekler anlatılıyor) (s. 41)

Şaman törenlerinde ateşin etrafında yapılan danslar…

Hıristiyanların 12 havarisi, Alevilerin ve diğer Rafızilerin 12 imamı…

Yörede bazı Aleviler Kur’an-ı Kerim’in eksiltilmiş / bozulmuş olduğunu söylüyor…
Din gününde Alevilerin hesabını 12 imamın vereceğine inanıyor… (s. 58)

Hz. Ali’yi Rab edinme (yöredeki Alevilerde bu çok yaygın bir inanç): Miraç’da Resulü Ekrem huzura alındığında Rab ona Hz. Ali suretinde görünmüş (s. 59-60).

Hz. Ali’nin daha ilk günlerden itibaren Resulü Ekrem’in yardımcısı olmasını, sürekli onun yanında olmasını Musa Peygamberin yardımcısı Harun Peygamberin durumuna benzeterek Hz. Ali’nin de peygamber gibi olduğuna inanma eğiliminden söz ediyor.

İmamlık Hz. Ali’ye ve ehlibeytten gelenlere layıktır (günümüz şeyh/şıh vb. elemanların birçoğu bu inançtan keramet devşirmeye devam ediyor).

Bütün din ve peygamberlerin işi/görevi İslam, dolayısıyla hepsi aynı,

İbadet dili olarak anadil tercih ediliyor,

İbadetler gizli yapılmalı çünkü Matta İncilinde böyle söyleniyor…

El, bel ve dilin kötülüğünden sakınmak, bunları yapmak yeterli, başka ibadet lazım değil,

Namaz ve boy abdestini kabul etmiyor birçokları ama cem ayinine abdestsiz katılmıyorlar,
Abdestleri üç defa el-yüz yıkamak, baş ve ayakları mesh etmek… (s. 78)

Cünüplüğü kabul etmiyorlar çünkü en güzel kıble insanın kalbiyken, insanla birleşmek neden necis olsun diyorlar…

Yeni nesil Aleviler yaşadıkları bölgeye, köylerine cami yaptırıyorlar.
Hac ibadetine kesinlikle katılmıyorlar.

Hata eden cemaatten atılıyor, buna düşkünlük diyorlar,
Geçici düşkünlük 40 gün süreli boykot şeklindedir.
Ebedi düşkünlük büyük hataların diyetidir; evlenilmesi yasak olanla evlenme (eskiden bir Alevi Sünni biriyle evlenemezdi), ikrardan dönme ve zina büyük hatalardır.

Hızır günü (6 Mayıs) ve Muharrem ayının 10. günü Alevilerin bayram günleridir. Bayram günlerinde mezarlık ziyareti yaparlar.

Cenaze gününün akşamı kurban kesip akraba ve yakınlarına ikram ederler. (s. 94)

---
Aksiseda Matbaası, Samsun 1990