18 Eylül 2023 Pazartesi

Göktürk Dönemi Madeni Silahları

 

Göktürk Dönemi Madeni Silahları

J. Özlem Oktay Çerezci

 

Göktürk Dönemi silahları kullanım amaçlarına göre “Saldırı” ve “Savunma” silahları olarak iki ana gruba ayrılmaktadır. Saldırı Silahları “Yakın Mesafe” ve “Uzak Mesafe” silahları bakımından

iki alt gruba sahiptir. Yakın Mesafe Silahları da kendi içinde “Kesici- Delici”, “Delici” ve “Vurucu”

olarak üç gruba ayrılır. Yakın Mesafe Kesici-Delici Silahları: “Meç”, “Uzun Kılıç”, “Eğri Kılıç”, “Kama”, “Bıçak”; Yakın Mesafe Delici Silahları: “Mızrak”; Yakın Mesafe Vurucu Silahları: “Savaş Baltası”, “Keser” ve “Gürz”dür. Uzak Mesafe Silahı Göktürk Devri’nde “Delici” olarak tek bir alt gruba sahiptir, bu grupta yer alan silah “Ok ve Yay”dır. Savunma Silahları; “Kalkan”, “Tolga” ve “Zırh” olmak üzere üç alt gruba ayrılır. Zırh, “Zincir Örme” veya “Levhalı” formdadır; bunlardan levhalı zırh “Pullu” “Yatay” ve “Dikey” olmak üzere üç çeşide ayrılır.

 

MEÇ; Meçin ana vatanının Altay bölgesi olduğu düşünülmektedir.

Göktürk anıtlarında tek ağızlı meçlerle çok sık olarak karşılaşılmamaktadır, buna karşılık çift ağızlı olanlar öne çıkar

Düz namlulu iki ağızlı örneklerden biri Kudırge’den; tek ağızlı olan bir örnek ise Doğu Kazakistan’dan VI-VII. yüzyıla ait Göktürk mezarından ele geçmiştir

Meçin, askerin kemerine takılması için, kınının üzerinde bir ya da iki ilmik yeri ve zincirler bulunmaktadır.

 

UZUN KILIÇ;

Bunlar, düz ve tek ağızlı namluya sahiptirler.

namlu uzunlukları 75 cm; kabza uzunlukları 18 cm; namlu eni; 3 cm.

 

EĞRİ KILIÇ;

Göktürklerde, eğri kılıçlar meçlere göre daha yoğun olarak karşımıza çıkmaktadırlar

Çoğunlukla balçağa sahip böyle kılıçlar nadir durumlarda balçaksız olarak da üretilmişlerdir.

Kısa eğri kılıçlar 47-77cm uzunluğa sahiptirler. Genelde kın içindeki namlu kısımları kemere, farklı uzunluktaki iki kayış üzerine, sol tarafa doğru bağlanmıştır

 

KAMA;

Uca doğru daralarak sivrileşen iki tarafı keskin (iki ağızlı), kısa ve düz namludan ve kabzadan meydana gelmektedir. Asıl darbe verici noktası keskin ağzından ziyade sivri ucudur

Bir takım araştırmacıların iki ağızlı kamaların Türkler tarafından bulunduğu ve sonrasından Japonlara geçtiği şeklinde yorumları vardır. / (Nicolle, 2011, s. 15).

 

BIÇAK;

Türklerde sadece bir savaş aleti olarak değil ama aynı zamanda onların yemek kültürlerinde önemli bir yer tutmaktadır.

18 cm – 20 cm uzunluğunda ve 3 cm – 4 cm eninde ölçülere sahip olanlar okların ahşap saplarını oymak, yaylara ve saplara form vermek için de kullanılmıştır. Bazen bıçaklar üzerinde tunç astara rastlamak mümkündür.

 

Bunların büyük kısmı tek bir parça (yekpare) metalin dövülmesi ile elde edilmiştir.

 

MIZRAK;

Göktürk yazıtlarında “Süngüg”, mızrak anlamında kullanılmıştır

Uç (temren/yaprak), Boru (soket) ve sap kısımlarından meydana gelir.

 

Türk mızraklarının kısa ve içlerinin boş (kof) olduğu belirtilmektedir; bu özellikleri ile hem taşımada kolaydırlar hem de delici etkileri daha fazladır

 

Mızrağın tamamı 2-2,5 m uzunluğa sahiptir. Mızrakların kısımları ile sap kısımları arasında çoğunlukla Orta Asya Türk geleneği olarak perçem ya da püskül takılmaktadır. Perçem; kıl püsküllerden oluşmakta ve hareket ya da rüzgâr ile uçuşmaktadır. Ayrıca mızrakların ucuna kişiye özel bayrakların asıldığı durumlar da vardır

Yine mızrak uçlarına yiğitlik belirtisi olarak ipek kumaş parçası, yaban sığırı kuyruğu ya da kuş tüyü takıldığı da bilinmektedir

Mızrakla silahlandırılmış atlıların “Fuli” veya “Buri” Kağan ordusu olarak isimlendirildiği bilinmektedir

 

SAVAŞ BALTASI;

Genel olarak bir kenarı keskin (tek ağızlı) geniş yüzeyden oluşan namlu ve bunu taşımak üzere tasarlanmış ahşap saptan meydana gelmektedir. Savaş baltasının kısımları detaylı olarak şöyledir: ağız, sap, ense, balta altında yuva. Ağız – baltanın vurucu kısmıdır; kabza – baltanın tutulmasına yarayan kısımdır, darbe yönüne hesap edilerek tasarlanmıştır; ense – ağzın ağırlığına karşı dengeyi tutmaya yarar; yuva – kabzanın baltaya sabitlenmesini sağlama amaçlı tasarlanmıştır

 

KESER;

Göktürkler’de genelde iki kullanım şekli bulunmaktadır: günlük kullanım eşyası ve yakın savaşlarda hafif silahlı atlılar tarafından savaş̧ aleti.

…ek yerlerinde kapalı olmayan mil yatağına sahiptirler ve hepsinin ağzı yuvarlak kenarla sonlanmaktadır

 

OK VE YAY;

Ok ve yayın Göktürkler’in ana silahlarından olduğu kabul edilmektedir,

Türk oklarının toplam boylarının 40-70 cm. arasında değiştiği belirtilmektedir. Göktürk Dönemi ok uçlarının çoğunlukla demirden, gövdeleri ise ahşaptan özellikle de huş ağacından yapıldığı bilinmektedir

Göktürk ok uçlarının üçte birinin kemik bilyalı yani düdüğe sahip olduğu bilinmektedir.

 

TOLGA (MİĞFER);

Tolgalar mücadele esnasında savaşçının başını, alın, ense, burun gibi hassas bölgelerini korumaktadırlar.

Tolganın altında, başı acıtmaması için tüy ya da kumaştan bir tür içlik bulunmaktadır. Göktürk Devri’nde seçkin okçuların tolgalarının tepelerinde çoğunlukla ince bir boru bulunmakta ve bu borunun içinden kuş tüyü ya da renkli tüy çıkmaktaydı. Çift şahin kanat tüylü tolgalar hem öne hem de geriye doğru ok atan usta savaşçılar içindi

 

ZIRH;

Bazı zırhlar tüm vücudu kaplarken bazıları kolları serbest bırakan özelliktedir.

Önceleri ahşap, deri ve keçe gibi malzemelerden üretilen zırhlar zaman içinde maden kullanılarak yapılmışlardır.

 

Göktürk Dönemi arkeolojik anıtlarında pul zırh detayları ile çok sık karşılaşılmamaktadır.

…zincir örme zırhların, olgunluğa Göktürk Devri’nde eriştiği belirtilmektedir.

 

KALKAN;

Kaya resimlerinden ve mezarlardan ortaya çıkartılan buluntular ışığında ilk savunma silahının kalkan olabileceği araştırmacılar tarafından düşünülmektedir. Kalkanların ilk örnekleri ağaç kabuğundan yapılmış, arkalarında bir tutamağı olan ve işçilik yönünden zayıf silahlardır. Bilinen en eski Türk kalkanları ahşap malzemeden; ahşap çubukların yan yana getirilerek bir çit şeklinde bağlanması ile yapılmıştır

 

Çerezci, J. Özlem Oktay (2019), Göktürk Dönemi Madeni Silahları, Akdeniz Sanat, Cilt: 13, 21. Uluslararası Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazıları ve Sanat Tarihi Araştımaları Sempozyumu Bildirileri, s. 447-500

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder