Dâvûd
el-Kayserî - Mukaddemat - Fususu'l-Hikem'e Giriş
Allah (…) Âdem’i ortaya çıkardı ve onu âlem
diye nitelenen isimlerinin mazharına halife kıldı.
Vucûd (varoluş, varolmak) dış ve zihnî
vucûddan başka bir şeydir.
Vucûd zorunludur; eğer mümkün olmuş olsaydı,
O’nun bir illeti olmuş olacaktı ve netice olarak da bir şeyin kendisinden önce
gelmesi gerekecekti.
Hakîmlerin ıstılahında mücerred akıl denen
şeye ehlullah ıstılahında ruh denir. Bu yüzden ilk akla Rûhu’l Kuds denir.
Mücerred nâtık nefs denen şeye de kalp
denir.
Her cemalin de bir celali vardır.
Sıfatlar, tam ve küllî bir kuşatması olanlar
ve olmayanlar şeklinde ikiye ayrılır. Birinci kümeye girenler (…) hayat, ilim,
kudret, semi’, basar ve kelam…
Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın.
Allah ve Rahmân isimleri tüm isimleri içine
alan isimlerdir.
O’nun ezelîliği Evvel isminden, ebedîliği
Âhir isminden, zuhuru Zâhir isminden burunu, yani bâtın olması da Bâtın
ismindendir.
Hiçbir şey şu dört durumun dışına kalamaz:
Zuhûr, butûn, evveliyet ve âhiriyet.
İsimler bir taksime göre de zât, sıfat ve
fiil isimleri diye bölümlere ayrılmıştır.
Zât isimleri şunlardır: Allah, Rab, Melik,
Kuddûs, Selâm, Mü’min, Müheymin, Azîz, Cebbâr, Mütekebbir, Âlî, Azîm, Zâhir,
Bâtın, Evvel, Âhir, Kebir, Celîl, Mecîd, Hak, Mübîn, Vâcid, Mâcid, Samed,
Müteâl, Ganî, Nûr, Vâris, Zü’l-Celâl, Rakîb
Sıfat isimleri: Hayy, Şekûr, Kahâr, Kâhir,
Muktedir, Kavî, Kâdir, Rahmân, Rahîm, Kerîm, Gaffâr, Gafûr, Vedûd, Raûf, Halîm,
Sabûr, Birr, Alîm, Habîr, Muhsî, Hakîm, Şehîd, Semî’ ve Basîr.
Fiil isimleri: Mübdî, Vekîl, Bâis, Mucîb,
Vâsi’, Hasîb, Mukît, Hâfız, Hâlık, Bâri’, Musavvir, Vehhâb, Rezzâk, Fettâh,
Kâbız, Bâsit, Hâfıd, Râfi’, Mu’iz, Muzıll, Hukm, Adl, Latîf, Mu’îd, Muhyî,
Mumît, Vâli, Tevvâb, Muntakîm, Muksıd, Câmi’, Muğnî, Mâni’, Dârr, Nâfi’, Hâdi,
Bedî, Reşid.
İlahi isimlerin Allah’ın bilgisinde ma’kül
suretleri vardır.
Mantıkçı filozoflarca bunların tümellerine
mahiyetler ve hakikatler, cüz’ilerine ise hüviyetler denir.
Bu suretler (…) feyz-i akdes ve ilk tecelli
ile İlahî Zât’tan taşarlar.
İlahî feyz-i akdes ve feyz’i mukaddes olmak
üzere ikiye ayrılır.
Birincisiyle (…) Allah’ın bilgisi meydana
gelir.
İkincisiyle (…) içerim ve uzantıları
oluşurlar.
A’yân, yani nesnel varlıklar (…) ikiye
ayrılır: birincisi mümkün aynlar, ikincisi mümtenî aynlar.
Mümteni olanlar da kendi içinde ikiye
ayrılır: Birincisi aklî varsayıma mümtenilerdir.
Bunlar birtakım kuruntularla ma’lûl aklın
oraya attığı mevhum şeylerdir.
İkinci kısım, varsayıma dayanmayanlardır.
A’yân-ı sâbite, ilmî suretler olmaları
bakımından (…) bilgi düzeyinde varolmanın dışında mevcut değildirler.
Bir şeyin bilinmemesi, onun yokluğunu
gerektirmez.
Âlem
Alâmetten gelir
Kendisiyle bir şeyin bilindiği ey demektir.
Istılâhî anlamıyla, Allah teâlâdan başka her
şey demektir.
Çünkü Allah isim ve sıfatları yönüyle onun
sayesinde bilinir.
İnsan, büyük âlemin nüshası olduğundan,
büyük âlemin içindeki tüm hakikatleri kapsar. Dahası (…) insanı bu
hakikatlerden perdeleyen şey, onun maddî yapısından başka bir şey değildir.
Misâl âlemi nûranî cevherden oluşan rûhanî
bir âlemdir.
Bu âlem ne bileşik maddî bir cisim, ne de
mücerred aklî cevherdir. Çünkü o, bu ikisinin arasını ayıran berzah ve
sınırdır.
Vu âlem arş, yedi gök, yerler ve bunlardaki
mülkleri vs. içine alır.
İşte bu makamda tâlib nebevî mi’râcın nasıl
vuku bulduğuna vâkıf olur.
İnsan nefsi güçlenip aydınlandığı ölçüde
duyusal dünyanın üstüne çıkabilir ve (…) karanlığı kaldırabilir.
Aynı şekilde (…) kendisi ile mücerred ruhlar
arasındaki münasebet güçlenir ve böylece o ruhlardan onlara doğru cezb
edilmesine neden olan mânâlar nefse akar.
…duyusal âlemde varlığı olan her şeyin misâl
âleminde de bir varlığı vardır.
Hakk’ın tüm mevcudata akması gibi insan-ı
kâmilin de bütün mevcudatta dolaşması gerekir.
Hakku’l-yakîn bu sayede gerçekleşir.
---
Dâvûd el-Kayserî: 1260’ta Kayseri’de doğduğu
kabul edilir. Tahsil için bir süre Kahire’de bulunmuştur. Azerbaycan’da
bulunduğu bir dönem Abdürrezzâk el-Kâşânî ile karşılaşmış ve onun tesiriyle
tasavvufa meyletmiştir.
Orhan Gazi’nin, İznik’i feth ettikten sonra
açtığı İznik Medresesine müderris olarak tayin edildi. 1350 yılındaki vefatına
kadar burada başmüderris olarak görev yaptı.
----
Türkçeleştiren: Mehmet Çetinkaya
İnsan Yayınları
2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder