21 Ocak 2016 Perşembe

Teoman Duralı - Çağdaş Küresel Medeniyet

Teoman Duralı - Çağdaş Küresel Medeniyet
Çağdaş Küreselleştirilen İngiliz-Yahudi Medeniyeti
Anlamı, Gelişimi ve Konumu


“Savaş, her şeyin, herksin atasıdır, hakanıdır;
Kimisini tanrı (kahraman), kimini (gelişigüzel) insan,
Kimini köle, kimini de hür kılar.”
Herakleitos

1
Giriş

Ad, özün dile getirilmesi, dil yoluyla temsilidir.
Tarih felsefesi, felsefe-bilim ağacının en önemli dallarındandır.

Tarih felsefesi, iki kol ayrılır. Bilim olarak tarih, konusu olan toplumların geçmişlerini belirli kıstas/lar/a yahut bir bakış açısına göre dönemlere ayırır.

Tarih metafiziği (…) geçmiş kavramların anlamlarını bulgulayıp irdeler.

Bir felsefe-bilim çalışmasıysa, öncelikle tarife, tahlil ile terkibe dayanır.

İngiliz-Yahudi Terkibinin Anlamı
…yalnızca dünyaya yönelmiş halde yaşayan insanın, yalnızca-dünyaya-yönelik-yaşayışını oluşturan doku, maddi ilişkiler ağından ibarettir. Böylece insan beşere indirgenmiş oluyor.

İngiliz-Yahudi medeniyetinin indinde maddi ilişkiler ağı, üretim-tüketim dengeleriyle dokunmuştur. Üretim-tüketim dengelerini ele alıp işleyen zanaat iktisattır.
Alışılagelinmiş iktisatta, varolan temel ihtiyaçlara göre üretilir. Buradaysa ilkin, ihtiyaçlar üretilir; başka bir deyişle tüketim kamçılanır. Kamçılandıkça tüketim artar. (s. 19)

Üretim-tüketim bağıntılarını dalgalanmalardan, sallantılardan kurtarmak maksadıyla da, onları sağlam kazığa bağlamak zorunluluğu doğmaktadır. Bu sağlam kazık da bir kurmaca değer olan paradır.

Üretimin anahtarı demek olan para miktarını toplayıp elinde tutmak ve kâr haddini dahi durmadan artırmak esasına dayalı ideolojinin adıysa sermayeciliktir (kapitalizm).

Kâr hadlerini durmadan artırmak…
(…) bunun için geniş çevreleri ürettiklerime alıştırmak yetmez. Bir de ürettiklerimi satın alabilecekleri seviyelere onları yükseltmem lazım. İşte Marshall türünden mâlî yardımların nedeni.
Ne var ki sözünü ettiğimiz seviye benim ürettiklerimin satın alınması gücüyle sınırlı kalmalıdır. Aksi takdirde kâr paylarım sınırlanır. İşte 1997’de Japonya ile Güney doğu Asya’da yaratılan mâlî bunalımın nedeni.

Cihanşumûl kâr paylarıma benimkilerin dışında kalanları ortak edemem. İşte Birinci, özellikle de İkinci Dünya savaşlarının nedeni. (s. 20)

Kültürü harâb olmuş bir toplumun, maddi direnci de kırılır.

Geçmişte olduğu gibi, şimdilerde de İngiliz-Yahudi medeniyetinin tek bilkuvve rakibi ile hasmı İslâm medeniyetidir.

2
Kültürden Medeniyete
Ahlakın esası neresidir?

…ya (…) ahlak hakikatini aklın kendinden menkul olduğunu bildirme nevvinden saçmalığa düşeceğiz ya da onun, kaynağını akılüstü yahut doğaötesi bir orunda bulunduğunu söyleyeceğiz.

Yeniçağ dindışı Avrupa medeniyeti, kendine fikrî ve zihnî zemin esas almak tercihinde bulunarak saçmalıktan hareket etmiştir.
Saçmalığın kaynağı (…) tanrısızlıktır.

Biz insanların, beden, nefs ile ruhtan oluştuğumuz bildirilmektedir. Bedenimiz, kayıtlar ile şartlara bağlıdır.
Zaman (…) nefs yanımızda cereyan eden dur durak bilmez değişimleri zaman çerçevesinden değerlendiririz.
Beden ile nefsimizin bazı tezahürleri bakımından bizler, zamanın hükmündeyiz.

İnsan ile hayvan arasındaki fark, edeptir.

Doğal olan süreçtir. Ona beşerî vakaların yüklenmesiyle zaman üretilir.

Zaman, beşer yapısı bir veridir.

Zaman, kültürün hülasasıdır. (s. 30-31)

3
İslâm: Yeniçağın Başlangıcı
Felsefe ile ondan türemiş olan bilimin ortaya çıkmamış olduğu bir kültürün tarih, dolayısıyla da kimlik bilinci belirmiş olamaz.
Kimlik bilincinden yoksun kültürlerin vücut verdiği medeniyetler, tarihte değil, ön-tarih denilen (prehistorik) dönemde yaşarlar.

Aristoteles / biçimselleştirilmiş mantığın üç ana ilkesini belirleyip ortaya koymuştur: özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü halin olamazlığı.

Allah katında din, şüphesiz İslâm’dır.

İslâm, Allah’a teslim olmam anlamındadır. Ona teslim olup olmamak, kişinin kendi kararına kalmış bir husustur.

4
Yeniçağ Dindışı Avrupa Medeniyeti
İlk çağda Avrupa, Roma’nın siyasi ile medeni hâkimiyetindeki Latin dünyası ile onun kuzeyinde yaşayan Germenlerin yurdu şeklinde cepheleşmiştir.

(Kilisenin otoritesine) …başta Almanya olmak üzere, öncelikle kuzey ülkelerinden gelen dünyevî yahut en azından yarı-dünyevî nitelikli meydan okumalar, hız ile güç kazandırmışlardır.

Akıl, insandadır.
İnsan, aklından dolayı kendisine yöneleceği ilk, en güvenilir, sağlam ve son müracaat mevkii olarak yine kendisini ilan etmiş oluyor.
Bu düşünce tarzı ile tavrına “insancılık” denilir (hümanizm). Demekki insanın insana tapması insancılıktır.
Yeniçağ dindışı Barı Avrupa medeniyetinde akıl, tümden insanlığa mahsustur.

Aklı tebarüz ettiren mantık-matematik-mekanisma üçlüsünü potasında eriten bilim, klasik mekaniktir.

Aklın kuralları doğayı, herhalde bağlamazlar.
…içerisinde bulunduğu durum ile şartlara göre ve kendi çıkar ilişkileri uyarınca, herkes aklını farklı biçimlerde işletip kullanır (görececilik).
Eleştiricilikten göreciciliğe geçiş, Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyetinin, çağdaş küreselleştirilen İngiliz-Yahudi medeniyetine intikaline de denk düşmüştür.
İlkinin aklı, mantık-matematik-mekanik çizgisi doğrultusunda çalışırken, sonrakisi kâr zenbereği üzre kurulmuş iktisadi özelliklidir. (s. 57)

5
Çağdaş Küreselleştirilen İngiliz-Yahudi Medeniyeti
Roma, MÖ. 753’teki efsanevi kuruluşundan MÖ. 510’da bağımsız cumhuriyet oluşuna değin Etrüsk krallığının hâkimiyetinde yaşamıştır.
MÖ. Dördüncü ila üçüncü yüzyıllarda (…) İtalya yarımadasının tek hâkimi oldu.
Büyük Theodosius’un ölümüyle (423) doğu ile batı olmak üzere ikiye ayrılmıştır.

Batı Germen boylarından Şeruskerlerin reisi Arminius, MS. 9’da Teutoburg ormanında Roma ordusunu bozguna uğrattı.

Teutoburg çarpışması Roma için sonun başlangıcı, Almanların da milletleşme sürecinin başıdır.

Feudalis, “ödünç mal” demek olan feudum’dan gelir.

Haçlılar ele geçirdikleri Kudüs’te 1099’da Hıristiyan devleti kurdular.
O dönemin tanınmış muhafız teşkilatları Gerard Tanque tarafından 1113’te kurulmuş olan Hospitalarius ile Hughes de Payns ile Geofroi de Saint Omer’in kurdukları Templaris’tir.
Bunlardan Hospitaliariuslar / ağırlamacılar,  hacılara barınma ile iaşe imkânı sunarken Templarisler, yani tapınakcılar, koruma işini üstlenmişlerdi.

Bu asilzade muharip keşişler Hz. Süleyman mabedinin bulunmuş olduğu mıntıkayı kendilerine karargâh edinmişlerdi.

Tapınakcılar, Müslümanlarla savaşmanın yanında (…) bankacılık ile tefeciliğe yöneldiler.

Selahaddîn Eyyubî, Kudüs’ü 1187’de geri aldıktan ve Müslümanlar, Akra’ya sıkışıp kalmış olan Hıristiyan devletini 1291’de ortadan kaldırdıktan sonra, Tapınakcılar (…) servetlerini de yanlarına alarak (…) Avrupa’ya ( …Fransa, İngiltere) yerleştiler.

Seine ırmağının kıyısında bir müstahkem mabed inşa ettiler.
Dillere destan hazinelerini de bu mabede sakladılar.

On dördüncü yüzyıl başlarında, Fransa meteliğe kurşun atar duruma düşmüştür.
Kral Yakışıklı Philippe’e yakın çevresi, hemen yanı başlarındaki müstahkem mabede saklandığına inanılan hazineye el koymasını tavsiye etmiştir.
Tapınakcılar fermandan haberdar olunca mabette sakladıkları hazineyi kaçırdılar
Ekim 1307’de otuz sekiz tapınakcı tevkif olundu.
Ütadıazam Jacques de Molay 18 Mart 1314’te idam edildi.
İdamlar infaz olunduktan sonra, Tapınakcıların tekmil mal varlığı Ağırlamacılara (Hospitalarius) devrolunmuştur.

Katliamdan kaçıp kurtulanların çoğu İskoçya’ya sığınmıştır. (s. 74)

Çağdaş Küreselleştirilen İngiliz-Yahudi Medeniyetinin Ana Merkezi: Londra
1492’de İspanya’dan, 1495’te de Portekiz’den sürülmüş olan Yahudilerin bir kısmı Flemenk ülkesine iltica etmiş, oradan da zamanla İngiltere adasına göçmüştür.

İngiltere’de karşılaştıkları iki toplulukla tarihi ortaklığa girmişlerdir.
Bunlardan biri Tapınakcılar, öbürüyse hanedana karşı siyasi ile iktisadi cihetlerden güçlenerek çıkmış olan toprak zadegânıdır.

İngiliz-Yahudi dünyasının (…) ipleri doğrudan doğruya yahut dolaylı olarak, son çözümlemede, ellerinde tutan hanedan: Mellon, Carnegy, Rotschild, Rockefeller, Guggenheim, Van Duyn, Duke, McDonal, Disney gibi kentsoylu on üç ailenin, sözü edilen çekirdek topluluğun iskeletini oluşturduğu rivayet olunur. (s. 83)

Kültürün üç esası vardır: gelenek, görenek, iman

Ahlakın değişmez ölçüsü, başka bir sözle kıstası, Allah tebliği olduğuna göre, bunun reddi yahut inkârı bizi ahlakın dışına sürer.
İlahi kıstasın zıddı, Eflatun’un Theaitetos’undan tanıdığımız Protagoras’ın “Her şeyin ölçüsü insandır” önermesidir. (s. 99)

İdeoloji, insanın maddi ile iktisadi şartları çerçevesinde bilinç kazanması sürecinin ifadesi ve araştırılışıdır.

Hür sermayeciliği asıl belirleyip yürüten Farmasonluktur.

Bunlar, bir yanda, doğrudan doğruya kendileri, öte taraftan da, Rotary, Lions gibi meslek yahut hayır dernekleri ve toplulukları kisvesindeki resmi, gayrıresmi alt kuruluşları yoluyla, hür sermayeciliğin tohumlarını serpmiş, ardından da onu dünya çapında fikren ve maddeten inkişaf ettirmişlerdir. (s. 106)

Yatay düzlemde, olup bitenlere baktığımızda, doğada evrimi, toplumdaysa tarihi görürüz.

İnsanın doğaya cephe alışı (…) kendini azat kılmasıyla, hür sermayeci anlayış, büyük bir ivme kazanmıştır.
İnsanın, kendine karşı kedini azat kılması (… sonucunda) dur durak bilmez korkunç ilerleme marazına duçar oldu…
Hep daha çok, hep daha fazla, çok daha fazla!

İngiliz-Yahudi medeniyeti, ana ideolojisi olan hür sermayeciliğe seçenek olarak ortakmülkcülüğü (Komünizm) yahut oluşmasına el vermiştir. Bu yolla hür sermayeciliğe esaslı bir seçeneğin doğması, vücut bulması önlenmek istenmiştir.

Ortakmülkcülük de (…) muhafazakârlığa karşı olup ilerici-hamlecidir.

Belli, sınırlı toprak parçasını paylaşan (aralarında) yurttaşlık, kan bağı, kandaşlık bulunan bireyler Milli toplumcu devletin kurucu unsurlarıdır. Toprak ile kan, temel inanç birimleridir.

Toplumu belirleyip biçimleyen en başta gelen etkenler, tarihi ve coğrafi şartlardır.

Hıristiyanlar arası çatışmalar:
Ortodoks Bizans, Katolik Latin tebaasından çok kimseyi 1182’de kılıçtan geçirdi.
Katolikler de bunun öcünü 1185’de Selanik’i zaptedince kadın-erken, çoluk-çocuğu katletmek suretiyle almışlardır.
Katliamların en fecii olanı, Haçlılar, İstanbul’u 13 Nisan 1204’te ele geçirdiklerinde vukuu buldu.
Bunlardan başka, 1562-1598, Fransız din savaşları, 1618-1648 Otuz Yıl Savaşları…
Bu yüzden İslamınkisinin tersine Hıristiyan âlem, hiçbir zaman tam anlamıyla ümmetleşememiştir.

Dinin Yerini İdeolojinin Alışı
Varlık öğretisi açısından nedeni de gayesi de meçhul, tesadüfi ve mekanik tarzda yürüyen değişim dizilerine “evrim” denilmiştir.

Milli toplumcu ideologlara bakılırsa, insanlarda da, sözümona, kandaş kimselerin meydana getirdikleri geniş kapsamlı topluluklara “ırk” ile “kavim” adı verilirmiş.

Toplum oluşumunun kaynağı, kadın-erkek birlikteliğidir.
Bütün müteakip oluşumlar, kadın-erkek-çocuk çemberinin git gide genişlemesiyle yol almıştır.

Asya’nın doğusundan hareket eden Türk boyları (…) ulaştıkları her yeni yeri kendilerine yurt kılmışlardır.
Yerli ahaliyi kendi mansuplarından tefrik etmemiş, evlilik yoluyla onunla karışmış, böylelikle de tarihi bir Türk, topluluk gen havuzu itibariyle, kavimliliğinden bahis açmamız imkânsız hale gelmiştir. (s. 128)

Türklerin yurtları (…) birçok başka milletinkinin tersine, sabit değil, seyyal olmuştur.
Bundan dolayı siyasi sınırlarla belirlenmiş bir toprak parçasından ziyade (…) İslam coğrafyasının kapsamına giren diyarın tamamını yurt bilmişlerdir: Dârulİslam…
Türk için dünya zaten iki kesimden oluşmuştur: Dârulİslam ile Dârulharp. (s. 129)

Genelde insan ırklarının bulunmadığını söyledik. Yine de, üç temel insan tipinin varlığından bahsedebiliriz. Bunlar Zenciler, Moğoliler ile Beyazlardır.

Çağdaş Avrupa’ya Mahsus İdeolojik Irkçılığın İki Ana Kaynağı
Birincisi Germen boyları
İkincisi de Yahudi din telakkisidir.

Yahudi dini İsrail kavminin yahut milletinin canı ile kanı olmuştur.
Yahudi olmak için ilkin İsrailli olarak dünyaya gelmek şartı koşulur olmuştur.
İsrailli anne ile babadan, öncelikle de anneden, dünyaya gelmemişseniz asla Yahudi olamazsınız.

Yahudilik İsrail milliyetinin tekelindedir.

(Yahudi kafasına göre) İnsanlık (…) iki ana kümeden oluşur, bunlardan biri Tanrının ümmeti (yani Yahudi ümmeti) öbürüyse müşriklerdir. (s. 133-134)

Tanrı (…) Hz. İbrahim’e “Mısır ırmağından Fırat’a dek uzanan toprakları zürriyetine tahsis ettim” vaadinde bulunmuş. Bu misakın anısına Yahudi erkeği sünnet olur.

İsrailliğin bilinci olumlu olmaktan ziyade olumsuzdur.
Gerçeklik dünyasında kimlik, ötekilerle zıtlık üzere inşa edilemez.
Doğru, kimlik, başkalarından farklı olma zeminine dayanır.
Farklılığın tersine zıtlık, olumsuzlukların boşandırıcısıdır.
Bu olumsuzluklardan biri, karşılıklı nefret, ötekisi de yıkıcılık ile düşmanlıktır. (s. 135)

Tanrı’dan kendine bahşolunduğuna inandığı üstünlüğünü sulandırmamak maksadıyla İsrailli öteden beri evlilik yoluyla karışmamağa özen göstermiştir.

Üstün bir soya malik olma duyuşu yahut inancı, İsrailli ile özelde İngiliz’de, geneldeyse Germen toplumlarında kurumlaşmıştır.

Maddi – iktisadi – serüveninde 1650’lerden itibaren İngiliz’in adeta tabii ortağı İsraillidir.

Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyetinin merkez kültürü Fransızlarınkidir.

Tanrı ile dini terkeden Yeniçağ Barı Avrupa medeniyetinin sonunda gelip dayandığı, Friedrich Nietzsche’nin deyişiyle “hiçliğin ete kemiğe bürünmesi” olayı İkinci Dünya Savaşı’dır.

İngiliz zihniyetinde duygu ile heyecanın, titizce arkasına gizlendiği paravan aklîliktir.
Aslında bu tutum, hayatın bütün girdisi çıktısına teşmil edilip medeni tavrın kaçınılmaz şartı sayılmıştır.

Dinden boşalttıkları mevkie, iktisadi-siyasi hakimşyetlerini perçinleyecek şekilde düzenlenmiş ve kapalı devre, yani dogmacı tarzda çalışan tümel bir felsefe-bilim işleyişini, demek ki ideolojiyi yerleştirmişlerdir: Hür sermayecilik-Pozitivizm-Emperyalizm.

Bir kısım Yahudi ile İngiliz, 1700’lerin başlarında kurulan Farmason teşkilatı çerçevesinde güçbirliği ve dayanışmaya girişmişlerdir.

Nasıl İsrailliler (…) tebliği yörüngesinden saptırarak kavmîleştirmişlerse (…) İngilizler de Hıristiyanlığı Anglosaksonlaştırarak Anglikan kilisesini vücuda getirmişlerdir.
İki millet, ilahi kudreti arkalarına almış oldukları zehabını vererek her çeşit tasarruflarını haklı gösterip meşrulaştırmağa kalkmıştır: Din devleti.

Soğuk Savaş: Kuzey dirlik ile bolluk içerisinde yaşasın diye üçüncü dünyada aşağı yukarı 1950-1990 arasında yirmi milyon kişi öldürülmüş veya ölmüştür.
Soykırım: 1519’da yirmi sekiz milyon Kızılderili yaşıyorken 1605’de günümüz ABD topraklarında bunlardan bir milyonu hayatta kalmağı becerebilmiştir. (s. 145)

1933 Ocağında Adolf Hitler’in Almanya’da başbakanlığa seçilmesinden itibaren altmışaltı milyonluk nüfusta beş yüz bini bulan Alman Yahudilerine karşı ayrım siyasetinin sistemlice uygulandığına tanık oluyoruz. Peki ya sebep?
Özgün olan Arînin üstün Yahudinin ise aşağılık ırkları temsil etmeleridir.
Toplumsal Darvinciliğin ayıklanma ilkesince aşağılığın aleyhine üstünün varolma hakkı mahfuzdur.

Üç yahut dört yıl gibi pek kısa sürede, iddiaya göre beş milyon, çoluk çocuk, genç yaşlı ve erkek ile kadın ortadan kaldırılabilmiştir. (s. 147)

Homo economicus kimdir?
Bu beşer tipi, fütursuzdur, ataktır.
Kulağının arkasına dek kire, pasa batmış olmakla birlikte, kılığını, kıyafetini ve istifini bozmayan (…) cinsiyeti inhiraf etmiş, kadınsı erkek yahut erkeksi kadın, özellikle İngiliz olan, kuzeyli beyaz adamdır.
Bu beyaz adam, kendini yeryüzünün ve tekmil servetinin maliki, beyaz ve kuzeyli olmayan insanların efendisi, hamisi ve velisi ilan etmiştir.

“Yeni hayatı yaratmak için cesetleri ezerek geçmek zorunluluğu, büyüklüğün lanetidir.” Heinrich Himmler

Nerede beşeri ve tabii bunalımlar, sıkıntılar, afetle, altüst oluşlar yaşanıyorsa, biliniz ki oralara yeniçağ batı Avrupalı, onun da öncüsü ve önderi olan İngiliz adımını atmıştır.

Öyle kinle, öçle uğraşacak değilim. Tâkatımı boş yere harcayacak ömrüm yok ki. Mümîn kişi, yarınlara doğru kararlı adımlarla yürüyen kimsedir.

Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyetinde (…) ekmekten özge bir şeyi gereksenmeyen beden ile cisme bağımlı bir varolan biçimindeki insanın beşere indirgenmiş hali baş ilke kılınmıştır. (s. 153)

Doğanın, had hudud tanınmaksızın incelenmesi (…) bilimsel hürriyeti savunmak, bilimselciliktir.

Sınırsızca kullanılabilirliği olduğu kanaatıyla davranmaksa sınaiciliktir.
Siyasete, kaba kuvvete başvurulmadıkça (…) her çeşit görüşün, fikrin, sözlü ve yazılı imkânı, hürriyetçiliktir.
Hep daha fazla kazancı amaçlayan yatırım-üretim-tüketim üçgeninde dönüp dolaşan hürriyet anlayışıysa iktisadiyatçıklıktır.

Medeniyetler kendilerine benzemeyen (…) yabancı gördüklerinden ürkmüşlerdir.
Kendileri gibi olmayanlara küçük düşürücü lakaplar takmışlardır.
Eskiçağ Ege medeniyetinde Barbaros,
Ortaçağın klasik döneminde Paganus,
Geç döneminde Saracenus, Gentilis,
Yahudilerde Goi,
İslam medeniyetinde Kâfir,
Araplarda Acem,
Türklerde Gâvur,
Malaylarda Mat saleh,
İspanyollar ile Meksikalılarda Gringo,
Küreselleştirilen çağdaş İngiliz-Yahudi medeniyetinde Terrorist… (s. 155)

Aristoteles, bilimi her çeşit iktisadi kullanım mülahazasının dışında telakki etmiştir.
Galileo – Descartes – Newton sonrası bilimse iktisadi fikriyatın yörüngesine girerek fenleşmiştir.
Bilim gibi din dahi, iktisadi haçlı seferlerinin hizmetine koşulmuştur. (s. 156)

Avrupalı din adamları tarih-toplum-kültür araştırmacısının, casusunun da öncüsü sayılabilir.

Çağdaş İngiliz-Yahudi medeniyetinin, dolayısıyla da emperyalizmin üç merkez ülkesi ile toplumu var: anavatan İngiltere, yavruvatan ABD ile İslam âleminin yüreğine hançermişçesine saplanmış Ziyoncu İsrail.
Yeryüzü ve insan sakinleri, değişen ölçülerde, işte bu üç merkez ülke tarafından sevk ve idare olunmaktadır. (s. 159)

Din yayma etkinliği, Hıristiyanlığın esaslarındandır.
Her kilise kendi milli hükümranlığı peşinde koşmuştur.
Bu uğurda birbirlerine düşüp birbirlerini baltalamışlardır.

Yeni İngiltere, yani ABD, 1700’lerin son çeyreğinden itibaren sahnenin başoyuncularından olmağa soyunmuştur.
Yeni İngiltere’den din yayıcılar, Osmanlının Batı ile Güney Anadolu, Kuzey Afrika, Lübnan ile Filistin kıyılarına çıkmış, Anadolu ile Kafkasyanın içlerine doğru keşif gezileri tertipler olmuşlardır. Bu keşif gezilerinin temel amacı, başlıca görevi Protestan din yayma etkinliklerini yürütmek olan okulların, nerelerde, hangi şartlarda açılabileceklerine ilişkin malumat derlemekti.
Başta Rum ile Ermeni olmak üzere, bir miktar Hıristiyan çocuk ABD ile İngiltere’ye, zamanla Fransa ile Rusya’ya da götürülüp eğitilmiştir. (s. 161)

Sonuçta, gâye hâsıl olmuş, İngiliz-Yahudi medeniyeti ile emperyalizminin baş hasmı İslâm âlemi ile bunun taşıyıcısı ile hamisi Osmanlı parçalandı parçalanacak duruma getirildi.

Tarihte başrollere çıkabilmiş toplumların yahut devletlerin yüksek ülküleri yıkılırsa, kimlikleri de dağılır.

Ziyonculuğun ilk esaslı teşkilatlanışını ifade eden B’nai B’rith, 1843’te ABD’de kuruldu.
Avrupa’daki ilk locasını 23 Mayıs 1909’da İsviçre’nin Zürih şehrinde açtı.
Bu Ziyoncu teşkilat, Farmasonluk ile Palmerston İngilteresi el ve işbirliği yaparak Devletiebedmüddetin ipini çekmişlerdir.
Bu meyanda ilk teşebbüs 1870’lerin ortalarında Yeni Osmanlıların Londra teşkilatlanmasıdır. Bunların devamı Genç Türkler’dir (Jön Türkler).

Sultan 2. Abdülhamid’in 26 Nisan 1909’da halliyle Osmanlı devletinin sonu gelmiş oldu. Bu yıkımı tertipleyenler, İttihat ve Terakki adı altında partileşen Genç Osmanlıların devamı Genç Türkler idi. Onları teşkilatlandıransa B’nai B’rith’ın İtalya koluna mensup ve yine İtalya’daki Farmason localardan birine kayıtlı Selanikli Yahudi Emmanuel Karasso efendiydi. (s. 164)

Dünya çapında yoksulluk, olağan; refahsa, istisnai durumdur.

Günümüzde Avrupalı olmayan üç belirli medeniyet güç odağından ikisi Hint ile Çin’dir. Şu var ki bunlar, evrenselleşmemiştir.
Örfler bağlamında varolagelmiş, dolayısıyla da ahlak çerçevesine yerleşmemiş medeniyetlerdir. Bu yüzden, Çin ile Hint, iktisatça kalkındıkça manevi varlıklarını İngiliz-Yahudi medeniyetine ister istemez iyice feda edeceğe benzerler. Geriye üçüncü bir güç odağı kalmaktadır: İslâm medeniyeti.

Eğitim, insanlaşmanın, insan olmanın zeminidir.
İnsanın manen cihazlanmasını din sağlar. Zanaat ise, zorunlu ihtiyaçların karşılanması ve gereksinilen âletlerin imal edilmesi hüneridir.
Dinin (…) zanaatın temel unsurlarını, anlam ile önemlerini toplum zeminine serpiştirerek eken eğitimdir.

Eylemler niyetlere göre değer kazanırlar.
Sahih niyete dayanmayan eyleme gösteriş denir.
Eylemlerim, gösterişe mi yoksa sahih niyete mi dayanır sorusunun cevabını bilen iki merci vardır: biri Allah, öbürü de ben.
Şu durumda niyet, Allah ile ben arasındaki bağın mahremliğinde saklıdır.

Sahih niyeti (…) gerçekleştirebilen, bükülmez bir iradenin malikidir.
Bükülüp eğilmez iradeyle davranıp eyleyen Rahmani insandır.

Tutarlı düşünebilen kişi, yargılarına hırslarını, duygusallıklarını karıştırmaktan uzak duran bireydir.
Mantık-matematik öğrenimiyle (…) kişi ancak tutarlı düşünme yetisiyle donanabilir.
Eğitim ile öğrenim (…) din ile mantık-matematik unsurlarını esas almalıdır.

Hâlis, yozlaştırılmamış sanatlar arasında en tavsiyeye şayan, yüce olanı müziktir.

İslâm, Allah tebliğinin verisidir.
İdeoloji, insan dimağının eseri olan felsefe-bilim çıkışlıdır.
Bu ikisi birbirine zıttır.
İslâma, dolayısıyla da insanlığa yapılabilecek en büyük kötülük, onun siyasi ve iktisadi maksatlar uğruna suiistimal edilmesidir.

İslâmın vazettiği temel ahlak ilkelerinden hareketle bir dünyevi gelenek-görenek-hukuk-bilgi-bilim-toplum-siyaset-iktisat düzeni kurabiliriz.
Maddiyatçı-iktisadiyatçı bireyci çağdaş küreselleştirilen İngiliz-Yahudi medeniyeti ile onun temel ideolojisi sermayeciliğe görünür tek canlı seçenek İslâmdan esinlenilmiş maneviyatçı insanşumul toplumcu-paylaşmacı-dayanışmacı adil düzendir. (s. 189)

Çağdaş İngiliz-Yahudi medeniyetinin temel ideolojisi uyarınca, varolan her şey gibi, kadın da alım – satım metaıdır.

Bir toplumun yahut kültürün nihai çöküşü, kadının manen, sonuçta da maddeten topyekün çözülüşüne bağlıdır.

Hakktan yana olan Rahmani insan ümidin insanıdır. Hakktan ümit kesilmez. (s. 194)

Dergâh Yayınları
6. Baskı, Ocak 2015


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder