Osman Coşkun - Her Yönüyle İkizdere
Kıpçak’ın kelime anlamı çürümüş ve oyulmuş
ağaç, Kuman; solgun, soluk, sarımtırak (Kıpçak Türkçesi Grameri, s. 30).
(Kıpçaklar) 1150 yılı civarında Erzurum
içlerine kadar ulaştılar.
Kıpçak mezarlarına, insan heykelli kabir
taşları konurdu.
Kumanlar ölüleri üzerine büyük bir tepecik
yaparlar ve onun üzerine de bir insan heykeli dikerlerdi.
Balbal; ölünün öldürülen düşmanı adına
dikilen taş… Bunlar ölünün uşaklarıdır. Cennette ona hizmet edeceklerdir. (s.
10)
Kuman Türklerinde Horu; sallanmak, yaylanmak
demekmiş. (Kuman Lehçesi Sözlüğü, s. 77)
Dualar
- Beddualar
Dunyayi tutasun
Hz. Ali’nin kuvvetine eresun (s. 120)
Soğuk rozcar vurmasun sağa
Çalilara çupilara sarilasun
Deremen taşı arkandan inmesun
Ellerun koynuna kalsun
Kapilarun kitlensun (s. 121)
Düğün
yedisi
Damat ve gelinin yakın çevresi kız evinde
geniş bir katılımla toplanır.
Kız dondacısı (kız evinde kızı erkek
tarafına veren erkek kişi) bir siniyi eniştenin önünde bıçakla kesmeye çalışır.
Bu yolla enişteden para ister. Enişte el yıkama bahanesiyle yere para bırakarak
kalkar. Bıraktığı para kadar para ilave edilerek eniştenin cebine koyulur.
Evden en son damat ve dondacılar ayrılır.
Damat ayrılmadan evvel ayağından tavana asılır (Çifteköprü Köyü). Kaynanadan
baklava alınınca serbest bırakılır.
Hamilelikte bebek göbek hizasındaysa erkek,
aşağıdaysa kız olacağına inanılırdı.
Gebe kadının evinde, doğan çocuk yaşamıyorsa, doğum yapmamış ve tek evlilik yapmış yedi
kadından iplik, yine benzer yedi kadından bez parçaları alınır. Annesinin ilk
evladı olan ev dışından bir kadın bunları hiç konuşmadan diker (birbirine
ekler). Doğacak çocuğun ihtiyaçları 40 gün boyunca yalnız bu bez ile
karşılanır. Yine yedi kadın tarafından bebek birer gün süreyle emzirilir.
Annesinin sütü bu süre zarfında bebekten uzak tutulur.
Düşüğe karşı önlem olsun diye; ismi Mehmet olan yedi kişiden birer çivi
alınır. Yedi çivi demircide tek bir çiviye çevrilir. Bu çivi düşük yapılan
yere, görünmeyecek şekilde çakılır.
Cimil’de erkek çocuk doğan evde, gençler
evin bacasını sökmeye kalkışır. Evin sahibi onların isteğini yerine getirerek
bacayı kurtarır. Aynı uygulama “baca sökme” adıyla Kars yöresinde de vardır.
Bebeğin göbek bağı uzun kesilirse sesinin
güzel olacağına inanılır. (s. 125)
Doğan bebeğin dudaklarına ve yüzüne bal
sürülür ki tatlı dilli ve güzel ahlaklı olsun.
Bebeğin kuruyup düşen göbeği, bez parçası
içine konur ve bir süre beşiğin altında nazarlık olarak saklanırdı.
Bebeğin ilk yıkanacağı suya biraz tuz atılır
ki derisi sağlam olsun ve ter kokmasın.
Bebek kırkı dolmadan evden
çıkarılacaksa kundağına üç parça kömür
konur. Bunlar bebeği nazar ve cinlerden korur.
Bebek yürümeye başlayınca, yağ ve bal karışımı ekmek yapılır. Çocuğun
dizine vurularak kırılır. Bu sayede çocuğun kas yapısının güçlü olacağına
inanılır.
Masa üzerine Kur’an, bıçak, silah, para,
keser vs. eşyalar konur. Çocuk bunlardan hangisine yönelirse ileride yapacağı
mesleğin işaretini vermiş sayılır.
Dişi yeni çıkan çocuk için koliva pişirilerek mahalleye dağıtılır.
Bu uygulama Kumuk Türklerinde de vardır (onlar kolivaya “holo” der).
Yürümesi geciken çocuğun ayak başparmakları birbirine bağlanır. Cuma
namazı camiden ilk çıkan kişiye bu ip kestirilir.
Çocuğu olmayan kadın için, ateş yakılan ocak temizlenir. Karamiş
veya sarmaşık yaprakları, sıcak olan ocağın üzerine serilir. Kadın çıplak halde
iki saat süreyle bunun üzerine yatar.
Diğer bir yöntem, sıcak suyla dolu büyük bir
kazanın içinde bir saat kalmasıdır. (s. 126)
Sayıkuri ağlamak: Ölünün arkasından ağıt yakmak.
Sağu kılmak: Ölüler için yüksek sesle
ağlayan kişi. Süryani dilinde buna “sağu kıldı” denmektedir.
Müslüman olmayan Altaylılarda kadın, ölen
kocası için ağıt yakmak mecburiyetindeydi.
Mezarın üzerine ölenin boyu kadar, boyu
uzunluğunda bir çubuk (harçi) konurdu. (s.
127)
Sınır anlaşmazlıkları
Eskilerin bir avuç toprak için yaptıkları
kavgalar adeta ata sporuydu.
Kardeşler arasında mal paylaşımı husumete
dönüşmesin diye arazi paylaşımını köyün ihtiyar heyeti çözümlerdi.
Meeleye gitmek yaygın bir gelenekti. Bazen
gündüz ama genellikle akşamları itibaren evlerde toplanılır. Günlük işlerden,
köydeki olaylardan söz edilir. Dedikodu edilir. Masallar, bilmeceler korku
hikâyeleri anlatılır. Birlikte gülünüp eğlenilirdi.
Süt kardeşliği köy yerlerinde çok yaygındı.
(s. 128)
Gurbet, Doğu Karadeniz halk kültüründe
önemli bir yere sahiptir. Gurbetçinin yaşadıkları hikâyelere, türkülere konu
olur. Onun yolunu bekleyenler de aynı şekilde türkülere konu ederler.
Ezan / bori vurmak
Ezanın sonunda boru çalınır, böylece ezan
sesinin ulaşmadığı yerlere de vaktin girdiği haber verilirdi. Benzer uygulama
Ramazan gecelerinde tekrarlanırdı. Sahur vakti boru çalınarak haber verilirdi,
buna “bori vurmak” denirdi.
Çikim
Yaylaya çıkma vakti bu adla anılır. (s. 129)
İnim
Yayla dönüşünü adlandırır.
Köylerde cami yemeği sırayla köylüler
tarafından karşılanırdı. Köye gelen yabancı misafir camide kalırdı.
Yatır ziyaretleri ve ağaçlara çaput bağlamak
yörede görülen olaylar değildir. (s. 130)
Baali olmak: Gerdek gecesi başarısız olan
damat için söylenir.
Hemayil: Çapı içinden geçilebilecek
genişlikte olan, etrafı molla veya hocalarca yazılmış bir çeşit tılsımdır. Kâğıt,
cinlenen kişinin başından aşağıya, dua okunarak üç defa geçirilerek cin çıkarma
uygulaması tamamlanır.
Düşme ile oluşan korkular: Güğüm su
doldurulup kaynatılır. Suyu tahta bir tekneye dökülür. Güğüm ters çevrilip ağzı
aşağıya gelecek şekilde tekneye konur. Güğüm bu şekilde sıcak suyu çeker. Dip
kısmına yedi çift bir tek kalın tuz konur. Tuzlar fazla bekletilmeden alınır. Aynı
işlem üç defa tekrarlanır. Bu su ile korkudan hasta olanın eli yüzü yıkanır ve
korkusu giderilmiş olur.
Gağuz: Kuru hayvan kafasına denir. Evlerin
saçaklarına asılır ve bu yolla evin nazar alması engellenir.
Halçili: dikenli bir çubuğa yumurta
kabukları geçirilir. Çubuklar daire şeklinde bükülür. Dizilen yumurta
kabuklarının arasına biber, eskimiş bez parçaları takılır. Yapılan bu halçili
ile ev ve tarlalar nazardan korunmuş olur. (s. 131)
Yörede nazara çok inanılır.
Nazara karşı evin ateşlik zinciri alınır.
Ateşte kızdırılarak kor haline getirilir. Su dolu kazanın içine atılır. Nazarlanan
kişi çıkan buğuyla şifa bulur.
Çocuğun üzerinde kurt tüyü taşıması, nazara
karşı kuvvetine inanılan bir tılsımdır.
İskat: Ölen kişinin hesaplanan namaz
borçlarına kefaret olarak fakirlere ve camiye verilen paradır.
Kurşun dökmek
Nazar olanın başı peştamalla örtülüp
iskemleye oturtulur. Annenin ilk evladı kadın tarafından tavada kurşun
eritilir. Hastanın başı üstünde tutulan su dolu tasa kurşun, makas veya anahtar
deliğinden geçirilerek üç kere dökülür. Tastaki suyun içine iskemlenin ayakları
batırılıp çıkarılır. Bu suyu kadın, elleriyle arkasına doğru evin köşelerime
serper. Kalan suyla da hastanın elini yüzünü yıkar. Bu işlemler yapılırken
kadın hiç konuşmaz. Tastan çıkarılan kurşunlar insanların geçtiği yere dökülür.
İnsanlar kurşunu gördükçe nazar bozulmuş olur. (s. 132)
Muska çok yaygın şekilde kullanılır.
Cinlerle ilgili inanışlar ve anlatılar da
çok yaygındır. (s. 133)
Hızır-İlyas
Hızır’ın dilenci kıyafetiyle köyleri
gezdiğine inanılır. Bu nedenle köylerde yabancı isteyicileri boş çevirmezler.
Çok sıkıntılı anlarda insanların yardımına
koştuğuna inanılır.
Maraz/Emraz
Kadın hastalığıdır. Marazli, cinlenmiş,
davranış bozuklukları sergileyen kadın için söylenir. Maraz daha ziyade küçük
yaşta evlendirilen kadının karşılaştığı sıkıntılara çözüm üretememesinden
kaynaklanan yoğun bunaltının neticesidir.
Peri
Peri kızlarının güzelliği meşhurdur. Perili
olan kadınlar, perileri olan kadınlar mucizeler gösterir. Fal bakar, şifacılık
yapar, geleceğe yönelik tahminlerde bulunurlar. Bu bilgileri perilerinden
alırlar. (s. 134)
Koncala
Aralık ayının son altı günü ile Ocak ayının
ilk altı günü arasındaki zamandır.
Bu tarihlerde gece gezmek uğursuzluk sayılırdı.
Anata kolefisi
Genç kızlar tarafından yapılır. Yedi evden
tuz, yedi evden un, yedi pınardan su ve yedi frahtidan odun toplanır.
Kardeşlerin en büyüğü veya en küçüğü hiç konuşmadan, elleri arkasında hamuru
yoğurur. Diğer kızlar da un, su ve tuz katmada ona yardımcı olur. Hamur,
pilekide pişirilir. Pişen koleti kızlar arasında pay edilir. Yatmak üzere yenir
ve niyetler tutulur. Bu niyetler daha çok sevda ile ilgilidir. Evleneceği genci
rüyada görmek isterler. Sabah kalktıklarında herkes gördükleri rüyayı anlatır. Rüyada
beyaz varsa olumlu, siyah görülmüşse olumsuz yorum yapılır. (s. 135)
Yer / Dünya
Dünyanın sarı bir öküzün boynuzları ve
balığın sırtında olduğu söylenir. Öküz boynuzlarını ya da balık kuyruğunu
sallarsa zelzele olur.
Deprem, Allah’tan gelen gazap olarak
yorumlanır.
Gökkuşağının altından geçenlerin
dileklerinin gerçekleşeceğine inanılır.
Gök gürlemesinin Hz. Ali’nin savaş narasının
yankısı olduğuna inanılır. Şimşeğin ise yine Hz. Ali’nin kılıcının hızından
oluştuğu söylenir.
Yağmur
Yağmur yağsın diye yedi çift ile bir tek
oyuncak bebek yapılır. Kardeşlerin en büyüğü oyuncak bebeği ırmak içindeki bir
taşın altına koyar. Bu olmazsa kızılağaç dallarını eğip suya sokar, üzerine taş
koyarak o vaziyette tutar ve yağmurun yağmasını bekler. (s. 136)
Ateş
Ateşe kötü söz söylenmez, tükürülmez,
işenmez. Bunları yapanların günaha girdiklerine inanılır. (s. 137)
Demir
Şifacı kadınlar dua okurken ellerinde metal
nesne bulundururlardı. Hastalığa karşı dua okuyan şifacı kadın, dua bittikten
sonra elindeki metal nesneyi uzağa fırlatarak hastalığı defetmiş olurdu.
Yeni yılın ilk günü (14 Ocak) henüz kimse
eve gelmeden erkenden kalkıp güğüme dışarıdan su doldurup eve gelir ve suyu
evin duvarlarına, köşelerine serperlerdi. Bu sayede eve bolluk ve bereket
geleceğine inanılır.
Yeni
ayda fasulye, patates tohumu dikilmez. Yoksa tohum böceklenir.
Cuma
ve cenaze günleri çamaşır yıkanmaz.
Yeni
doğan ve yeni evlilerin yıkandıkları su dışarıya dökülmez.
Geceleri
evin saçağının/damlanın altına su, çöp atılmaz.
Şubat
ayında yapılan evlilik iyi tutulmaz.
Nisanın
ilk yağmuru ile saçlar ıslatılır ki gür çıksın.
Üzüm
asmasının suyu ile saçlar ıslatılır ki dökülmesin.
Kepeğe
karşı saçlar külle yıkanır.
Yıldızlar
parmakla sayılmaz çünkü bunu yapanın eli üzerinde siğil çıkar.
Gece
tırnak kesmek uğursuzluk getirir.
Mayıs
ayının ilk yağmurunun suyuyla süt mayalanır yoğurt olsun diye.
Yeni
ve temiz elbise giyinen çocuğun etrafına tükürülür gözlerden korunsun diye.
Güz
mevsiminde erik ve komar çiçek açarsa kış uzun sürer.
Sağ
burun deliği kaşınırsa iyi anıldığına, sol kaşınırsa kötü anıldığına inanılır.
Aralık
ayında gök gürlerse kış ağır geçer.
Çenesinde
iki boğum olanın iki defa evleneceğine inanılır.
Kedi
artığı sütü içenin şair olacağına inanılır.
Kedi
ağacı tırmalarsa yağmur yağar.
Kedi,
ayağıyla başını kaşırsa hava açar.
Gözler
bir yere takılırsa hava bozar.
Evden
ayrılan yolcunun ardından süpürülen çöpler dışarıya atılmaz, yolcunun başına
aksilik, kötülük gelmesin diye.
Kestanenin
çok olduğu sene kış ağır geçer.
Boş
beşiği sallanan bebek tez ölür.
Bir
çocuğun üzerinden geçilirse boyu kısa kalır. (s. 139)
Birisinin/misafirin
evden gitmesi istenirse oturduğu yere tuz konur.
Tuza
basılmaz çünkü aksi halde gözler kör olur.
Gece
aynaya bakılmaz, uğursuz sayılır.
Ceviz
ve incir ağacından düşen fazla yaşamaz.
Yeni
ayda (ilk ve son dördün) kesilen odun iyi yanar.
Eski
ayda (dolunay) yapılan kereste kurt almaz. (s. 140)
Kadınlar
dolaylığın uçlarını yanda, kızlar arkada bağlar.
Kadınlar
şal kuşağı sarar, kızlar sarmaz.
Semer,
tahta kaşık gibi ahşap işleri Cimil’de; toprak çömlek Mahura’da; kavurma
Kabahor’da yapılırdı. (s. 141)
Temizlik
Yayla
ve köy evlerinde banyo bulunmazdı. Evlerinde neredeyse tamamında tuvalet evin
dışında bulunurdu.
Sabun
bulunmazdı. 70’li yıllara kadar bağırsak solucanlarına karşı şurup/ilaç yaygın
şekilde kullanılırdı çünkü temizliğe yeterli dikkat gösterilmiyordu. (s. 143)
Baba
genelde gurbettedir. Anne ise sürekli bir iştedir. Bu gibi sebeplerle çocuklar
ihtiyaç duydukları sevgi ve şefkat ortamından uzakta, neredeyse kendi
kendilerine büyürler. (s. 144)
Arıcılık
Önceleri
arı kovanına, yaşlı armut ağacının gövdesinden alınan kabuklar, tütün ve kendir
tohumu karıştırılıp duman olarak verilirdi. Bu sayede arı hastalanmazdı. (s.
146)
Mutfağımız
Çaklama
(çocuk maması): Tuzsuz tereyağı eritilir, buğday unuyla rengi beyazlaşana kadar
çırpılır, üzerine şeker şerbeti ilave edilir.
Çilbur:
Mısır veya arpa unu yağla kavrulur. Az kaynar su ilave edilir. Ortasına tereyağı
konur.
Çimili:
Pazı yaprağı, patates, soğan ve yağ ile yapılır.
Çumur:
Tavada sarı yağ ile kavrulan mısır ununa az su katılarak yapılır.
Ekmek
haşlisi: Erimiş tereyağına mısır ekmeği doğranır/ufalanır. İyice karıştırılır. Üzerine
az su ilave edilir. Kaynamağa başlayınca telli peynir eklenir.
Hasifte:
Kavrulmuş arpa ununa tereyağı eritilip dökülür.
Haşili:
Tereyağı ile mısır unu karıştırılıp kızartılır. Süt ilave edilerek pişirilir.
Herle:
Mısır unu, bol su ve sütle yapılan çorba.
Hoşmer:
Kaymak eritilir. Mısır unu ilave edilip kavrulur. Yağ unun üzerine çıkana kadar
karıştırılır ve telli peynir katılır. (s. 150)
Hupuş
çorbası: Tazae fasulye tele dizilerek kurutulur. Tencerede haşlanır. Haşlama
suyu dökülür. Yağ, patates, soğan ile fasulyeler kavrulur, üzerine su katılır.
Huslama:
Mısır unu yağla kavrulur. Azıcık kaynar su katılır. Ortası açılarak yoğurt
konur.
Korkoti
çorbası: Mısır kırması, süt, su karışımı çorba.
Manca:
Kabak, fasulye ve süt karışımı çorba.
Muhlama:
Tereyağı eritilir. Mısır unu ile karıştırılır. Az su ilave edilir. Kaynamaya
başlayınca üzerine telli peynir eklenir. (s. 151)
Dilimiz
Dil
ile şahsiyet ayrılmaz ikilidir. Dilini ve dolayısıyla kültürünü yeterince içine
sindirenler rüzgârlar karşısında yalçın kayalar gibidirler.
1501’de
Tebriz’den kaçan Akkoyunluların bir kısmı Trabzon-Rize bölgesine yerleşir. Bunlar
“k” yerine “ç” ve “g” yerine “c” sesini kullanırlar. Güneyce beldemizde de “g”
sesi yerine “c” ve “ç” sesleri arasında bir ses kullanılır.
Yörede
“ü,” “j,” “ı” sesleri ile kelime başlamaz. Buna karşın “ğ” ile başlayan
sözcükler vardır.
-miş’li
geçmiş zaman bölgede kullanılmaz. Bunun yerine di’li geçmiş zaman kullanılır
(“gelmiş” yerine “geldi” denir).
Uygur,
Argu, Çiğil, Tuhsı ve Yağma Türklerinde de durum böyledir (Ahmet Caferoğlu,
Kaşgarlı Mahmut, s. 60).
Cümleler
genelde devriktir. (s. 154)
Yöremizde Kelimeler, Deyimler,
Atasözleri
Abdesli
durmak: ölçülü davranmak
Açubakan:
falcı
Ada
kesmek: balık yakalamak için derede suyun akışını değiştirmek
Adamsuzluk:
evde büyüğün ya da erkeğin olmaması
Afiyet:
yüz, sima
Afkurmak:
edepsizce konuşmak, havlamak (s. 156)
Ağaç
ikilmayince yeri belli olmaz: bir şeyin değeri kaybedilince anlaşılır
Ağır
ayak: gebe
Ağzun
der arkan yer: söylenen kötü sözlerin cezasını çekmek
Ahpu:
gübre (s. 157)
Aldi
yurudi: çok zengin oldu
Alemun
ekmeği tatli olur: başkalarının sırtından geçinmekten zevk alanlar için
söylenir
Allah
başa vermesun: anlatılanın bir daha olmaması için söylenir (s. 158)
Anağulis:
mide bulantısı
Anami
satti da durdi: “Ne günlere kaldık” manasında söylenir
Aranuza
çopek boki: kavga eden çocukları ayırmak için söylenir (s. 159)
Aşlama:
ağaç fidesi
At
beni ceğnemune: “elinden geleni ardına koyma” manasında söylenir
Atı
süren osuruğuna katlanır: her işin riskleri olduğunu anlatır (s. 160)
Baba
ekşi eruk yersa torininun dişleri kamaşur: Haksızlığın cezasını kendi çekmezse
soyundan biri çeker
Bağci:
büyü, muska yapan kişi
Bolaçi:
belki (s. 161)
Basabas:
tıka basa dolu
Becit:
zor
Bertilmek:
duvarın veya zeminin çatlaması (s. 162)
Bi
hov: kısa zamanda
Bi
yayim: bir kısım (s. 163)
Borci
çesmek: vefat etmek, ölmek (s. 164)
Came
çenefi: ortak alanın hor kullanılması durumunda söylenir
Cavramak:
bütün gücüyle çalışmak
Cedak:
yol ayrımı
Ceğre:
çehre
Cenaze
kazani: aşırı şişman
Ciğa:
çamur seli
Cilav:
cila
Çaara:
zincir, teneke veya ince tahtadan yapılan rüzgâr gülü
Çaçuka:
çekirge
Çafkali:
kesilen ağaçtan kopan kürdan benzeri ince parçalar
Çahava
/ çahavel: ahır süpürmek için kullanılan çalı süpürgesi (s. 165)
Çahra
kurmak: tuzak kurmak
Çalim:
kırmızı, yapışkan toprak
Çaliya
atlamak: bahane uydurmak
Çalma:
balçıklı sulak yer
Çamak:
ceviz ağacının silindiği uzun çomak
Çangaş:
zamansız yağan az miktarda kar
Çapalamak:
gayret göstermek
Çapili:
bir avuç miktarı kesilmiş ot
Çataçat
gelmek: umulmadık yerde/zamanda biriyle karşılaşmak
Çatim:
kavşak
Çatma
türkü: rakibini taşlayan karşı-beri türkü (s. 166)
Çavçiko
/ çavçaka: yabani hayvanları korkutmaya yarayan suyla çalışan düzenek
Çavlak:
aşırı sulak yer
Çeç:
bal peteği
Çeğel:
küçük taşlardan oluşan kaygan zemin
Çektura:
hantal
Çeli:
lahana yaprağının sapı
Çeneçi:
kovandan bal almaya yarayan kepçe şeklindeki alet
Çepiç:
altı aylık keçi yavrusu
Çepuk:
kol sepeti
Çerim:
yerleşim yerine yakın bol ağaçlı yer, küçük ırmak
Çiçeni:
süzme yoğurdun veya ekşimiğin suyu
Çiçipeçi:
çırılçıplak (s. 167)
Çiçof:
ekili alanlardaki azgın ot
Çifin:
kokusu ağır, sarı çiçekli, zehirli orman otu
Çiha:
ala karga
Çikli:
çam kabuğundan yapılan peynir ve çökelek kabı
Çikmak:
kadının eşinden boşanması
Çima:
arı kovanlarını ağaçlara çıkarmada kullanılan kalın halat
Çima
vurmak: halatı ayaklar arasına sıkıştırarak yüksek ağaçlara tırmanmak
Çimçir:
şimşir
Çimili:
beyin
Çipos:
güneşin sık görünüp kaybolması, hayvanın bir şeyden ürkerek zaptı zor
hareketler yapması
Çirlamak:
inlemek (s. 168)
Çiya:
horonda komut
Ço:
at ve katırı uyarma sözü
Çok
gezen çarık eve bok getirir: her şeye karışmak belaya sebep olur
Çonoş:
ahır tavanındaki ağaç ızgara
Çuhma
kantari olmak: çok adaletsiz iş yapmak
Çumantere:
içine genelde tohum konulan, beze sarılan bez kese
Çumbi:
çimdik
Dağda
yanmak: kar fırtınasında ölmek
Dağlarun
alu vermesi: sesin/gürültünün iyi yankı yapması
Dalak:
bal peteği (s. 169)
Dalda:
yağmurdan kaçıp sığınılan yer, gölgelik
Daltaşak:
çırılçıplak
Deduk
etmek: söyleneni yapmak
Değmek:
olgunlaşmak
Denguni
al: ikaz sözüdür
Dereyi
bolandurmak: huzuru, düzeni bozmak (s. 170)
Dersun:
sanki
Dilisim:
tılsım, muska
Dilo:
kekeleme
Dink:
Arpa-buğday kabuklarını ayırmaya yarayan değirmen (s. 171)
Dizluk:
kadının iç çamaşırı
Doğdi: balta, keser ağızlarının tersi
Domuz
kuzi etmez: her şey aslına benzer, çeker
Dondaci:
sağdıç
Dova:
dua
Dumanlanmak:
sigara/tütün içmek
Ebisoy:
başka türlü (s. 172)
Ehtipan:
evin kapısından itibaren bahçe boyunca uzanan, ucunda zil bulunan ip
Elçi:
kız istemeye giden kişi
Elişmek:
sataşmak
Elun
atina binen tez iner: başkasına güvenerek iş yapan yolda kalır (s. 173)
Engiş:
maşa (s. 174)
Ey
cidi binam: daha çok yaşlı kadınların söze başlama ifadesi
Fatel: ele alınan bir tutam çıra
Feçan:
ateş üzerindeki ağaçtan yapılmış tavan ızgarası
Felamedi:
gelin sandığında bir bölüm
Feli:
kabağın suda pişirilmek üzere kesilen parçaları
Fent
kurmak: tuzak kurmak (s. 175)
Ferik:
piliç
Filit:
sinek, haşere ilacını püskürten alet
Firahti:
ağaç korkuluk, çit
Firfilak:
fırıldak
Firfirik:
düdük
Fitikoz:
bir çeşit dolaylık
Fitlemek:
fesatlık
Fitruka:
topraktan yeni çıkan filiz
Foli:
folluk
Fomon:
mısır saplarının birbirine yaslanarak dizilmesi
Fuçi:
yumuşak
Fufuti:
sivilce
Fuşkali:
su toplamış yara
Fut:
ani, aniden (s. 176)
Geriye
taş atmak: geçmişi unutmak
Göbeği
beraber kesilmek: yediği içtiği ayrı gitmemek
Gök
kapısı delindi: çok fazla yağmur yağdı (s. 177)
Güğümleri
kırmak: genç kızın evlenmek istediğini belli etmesi
Güman:
umut
Gün
yere girmez: çıkmayan candan umut kesilmez
Ğarğaris:
çığlık
Ğostopi:
kor üstündeki kül
Ğavzali:
bal mumu tortusu
Ğayif:
intikam
Ğezep:
gazap, öfke
Ğınzil:
damak
Ğilya:
aşırı salya
Ğincos:
harap, bitap
Ğoli:
toprağın sıkışıp top şeklini alması
Ğover:
ağaç kovuğu, oyuk
Ğoy:
üvey (s. 178)
Hacina kuşi: çalıkuşu
Haloti:
balgam
Hampa:
zengin
Haniçe:
yayla evinin ambarı
Hapali:
kabağın içindeki artık kısım
Harafana:
yemek ziyafeti
Harçi:
fasulye sırığı
Hardoş:
balık avında suyu karıştırmaya yarayan çubuk
Harhali:
Cevizin dışındaki yeşil kabuğu (s. 179)
Haspeleş:
yorgunluktan bitkin düşme
Hava
civa: boş, önemsiz şey. Öksürük tedavisinde kullanılan tadı acı bir kök
Hedik:
kar ayaklığı (s. 180)
Heleke:
insanların daire şeklinde oturması
Helassa
yassa: topluca yapılan zor bir işteki komut
Hemail:
kadınların boyunlarına taktıkları bir tür muska
Hendekuka:
böğürtlen
Hernuk:
toprağın kolay kazılacak durumda olması
Hesut:
gaddar (s. 181)
Hırba:
taş duvar inşasında taşların arasını doldurmaya yarayan çakıl
Hırli
değil: güvenilmez kişiler için söylenir
Hırtlakli:
iştahlı
Hıta:
pis
Hohol:
toz
Hoholis:
ipliğin birbirine dolanması, kör düğüm
Hohovas:
çömelerek oturmak
Holopuça:
yerdeki sulu kar
Horum:
yabancı (s. 182)
Hov:
kısa an
Hovini
almak: arzusunu tatmin etmek
Hozan:
kıraç, verimsiz toprak
Hukeli:
sinirli
Humi:
kestane ağacının kabuğundan yapılan meyve sepeti
Hupiya:
mısır koçanının yaprakları
Hupuş:
fasulyenin kuru dış kabuğu
Hurtuli:
guatr
İdar:
yiyecekler
İki
rahmetten biri: ya ölsün ya dirilsin
İkraluk:
tiksinmek
İksav:
mısır tanelerini havalandırıp tozlarını almak
İlan:
yılan
İlif:
fındık filizi veya diken sarmaşığından yapılan kısa ip bağı
İlincak:
salıncak (s. 183)
İpek:
taze mısır püskülü
İpun
uçlarını suya vermek: savurganlık etmek
İrize:
Rize
İskat:
ölenin namaz ve oruç borçlarına kefaret olarak ayrılan para
İstilar:
ağaç direk
İşteyici:
dilenci
İtmek:
kaybolmak
İturmek:
yitirmek
İvini
bulmak: zorluğun çözümünü bulmak (s. 184)
Karga
gördüğü tohum bitmez: başkasının gözü varken malın sana fayda vermez
Kaava
kaşagusi: insanları birbirine kışkırtan
Kabalak:
kepenek
Kabukçi:
başkalarının evinde yemeği adet edinen, kapı kapı dolaşan
Kadani
almak: isteğini yerine getireceğini zevkle belirtmek
Kadi:
içine süt mamulleri konulan ahşap kap
Kaftan
kafa hükmetmek: nüfuzunun çok geniş/güçlü olması
Kakanis
etmek: tavuğun yumurtlamadan evvel çıkardığı sesler
Kalami:
leğen kemiği
Kalavi:
çocukların yaptığı oyuncak ev
Kalemluk:
diz ile ayak arasındaki mesafe
Kaliv:
bahçeleri korumak için geceleri kalınan kulübe (s. 185)
Kam:
iki ucu sivri çivi
Kamitra:
lahana tırtılı
Kamşi:
diken ve lahananın taze uç kısmı
Kanadi
cöğe burni boka olmak: çok abartılı konuşanlar için söylenir
Kanci:
dilim
Kanli
olmak: katil
Kapara:
karamiş çeşidi
Kapoçi:
vurulan yerin kızarması
Kapu
kovermek: birine hakaret veya küfür etmek
Karçel:
içinden geçilmesi zor, ormanlık yer (s. 186)
Kari
kuri: bütün kadınlar
Kariş:
bele takılan kemer
Kasar:
küllü suyla çamaşır yıkamak
Kaskanika:
su kabağı
Kaşkali:
hayvanın derisinde farklı renkli tüyleri işaret eder
Kaşuği
kırılmak: geçim sıkıntısı çekmek
Katura:
altını ıslatan
Kauçi:
iyi patlamış mısır
Kavara:
yellenme (s. 187)
Kelep:
ipliği parmaklara dolayıp yumak yapmak
Kelos:
kurumaya yüz tutmuş bitki
Kem:
otları bağlamak için yine otlardan yapılan basit ip
Kendini
yedurmek: yapılan kötülüğe karşılık verememek
Kepenek:
bağırsak kurdu
Kepiç:
keçinin bir yaşını dolduran yavrusu
Keran
ev: yontulmamış kalın ağaçlardan yapılan ev (s. 188)
Kevi:
sağlam
Kevret:
tahta sedir
Kılavlanmak:
bilemek
Kırtıl:
yaylalarda yetişen, hayvanları severek yediği yağlı bir ot
Kırtıl
parası: yayla sahiplerinin yaylalara gelen yabancılardan aldığı köy sandığı
parası
Kiz
yuki tuz yukidur: kız evladın sorumlulukları daha fazladır
Kiça:
topal
Kiçi:
ısırık
Kidik:
oğlak
Kikilis
etmek: kıkır kıkır gülmek (s. 189)
Kitleme:
çakı bıçağı
Koça:
basamak
Koço:
boğmaca
Kofi:
karalahana gövdesi
Koftara:
su boğazı
Kohlidi:
salyangoz
Kokoçi:
öcü
Kokouça:
su kertenkelesi
Kokov:
taşak
Kolik:
boynuzsuz teke
Kolisofra:
kertenkele
Koliva:
suda pişmiş mısır
Kolonci:
yol kenarına konan ağaç korkuluk
Koleti:
pide
Kom:
kapalı ağıl
Komar:
orman gülü
Komsilamak:
şikâyetçi olmak (s. 190)
Kongoş:
ineğin ön ayak derisinden yapılan çarık
Konşinun
karni ağirdiğu zaman sen da karnuni aguştur: komşuna gelen sıkıntı sana da
tesir eder
Kopel:
piç
Kopuk:
çapkın
Korbakor:
hayırsız, lanetli
Korkota/korkoti:
kırılmış mısır
Kormi:
ayaksız oturak
Korop:
derme çatma barınak
Kosi:
kuluçka
Kotoli:
asalak kişi
Kotoş:
hayvanın boynuzunun ucuna inek memesi takılarak yapılan biberon
Kovermek:
bırakmak
Kösre:
bileği taşı (s. 191)
Kuka:
yumak
Kukari:
eğri
Kukul:
küçük ot yığını
Kukula:
yün fes
Kukuli:
küçük tepe
Kumancolis:
çürümeye yüz tutmuş odun
Kumuş:
kestanenin dikenli kabuğu (s. 192)
Kunbule:
çatının ana iskeleti
Kunci:
kendir sapı
Kundur:
çatının duvardan taşan kısımları
Kupas:
çömelme
Kupli:
kilit
Kuplika:
hıçkırık
Kurçeli:
kesilen mısır sapının bağçede kalan kısmı
Kurçi:
sert ve kuru çökelek
Kurtaka:
gırtlak
Kurulmak:
süslenmek
Kurumli:
üstü başı düzgün
Kurum:
boş arı kovanı
Kutali:
kısa sopa
Kutav:
köpek yavrusu (s. 193)
Kutni:
ipekten kadın giysisi
Kutuçi:
ham meyve
Kutun:
taneleri ayıklanmış mısır koçanı
Kuvel:
kendir çiçeği
Kuyiça:
küçük sepet
Kül
tutmak: evlenmek
Küle
kalmak: evlenmemek
Külek:
çam ağacından yapılan kova
Küski:
delik açmada, taş kaydırmada kullanılan uzun demir
Lafsi:
sözün kısası
Lağum:
dinamit
Laklaris
etmek: suyun kaynaması
Laluk:
kekeme
Lamaş:
hantal (s. 194)
Laup:
lakap
Lauz:
mısır
Leçan:
büyük
Leere:
sini altında konan, ayakları açılıp kapanan ahşap ayaklık
Likapa:
kuş üzümü
Likomi:
sırta alınan yükün bir kısmı
Lingoz:
derin göl
Lop:
olgun meyve
Lori:
uzun ve dar arazi
Macaroş:
güzel yemek yapan kadın
Maçital:
yayla eğreltisi
Malatok:
küçük balyoz
Malez:
su ve unla karışık hayvan yiyeceği
Maluh:
fide dikme, çarık örme çubuğu
Mamancika:
oyuncak bebek
Marikas
etmek: geviş getirme (s. 195)
Marikas:
karamiş çeşidi
Maşa
taşı: mezarlık taşı
Meelem:
merhem
Meerem:
mahrem
Mejlun:
aptal
Meşe:
orman
Mezende:
şüphe
Mile:
misket
Milos:
iyi öğütülmemiş un
Mimika:.karınca
Minci:
çökelek
Mirolata
ekmeği: içine içyağı, pırasa, taze soğan konan mısır ekmeği (s. 196)
Momoli:
küçük, kanatsız böcek
Mukon:
küçük odun yığını
Muncur:
dudak
Muşi:
hayvan tırnağı
Ne
doğrarsan çanağuna o celur kaşuğuna: ektiğini biçersin (s. 197)
Ne
kada olsa şanun içi taştur nişanun: ölüm herkesi eşitler
Nesif
Yusuf toğbesi: geri dönüşü olmayan kesin yemin
Oçi:
madem ki
Oğul
vermek: bir gurup arının kovandan ayrılıp yeni koloni oluşturması (s. 198)
Onlan
çenefe bile gidilmez: kişinin güvenilmez olduğunu anlatan bir sözdür
Ökinmek:
ürkmek
Paçatera:
omuzda taşınan yüke nacak, balta sapı gibi şeylerle destek olmak
Paçi:
kız
Paçka:
on kibrit kutusunun oluşturduğu paket
Palah:
ayı yavrusu (s. 199)
Palamar:
ahır duvarının dış köşesi
Palanci:
kadınların yük taşımak için sırtlarına aldıkları kalın bez
Palavaris:
sırta alınan yükü taşıyan ipin uçlarını koltuk altına sıkıştırmak
Pali:
yol kenarındaki ağaçtan korkuluğun ana direkleri
Panfi:
ahırdaki hayvan yemliği
Paputa:
mısır patlağı
Pasha:
mezra evi, ot evi, dağ evi
Patatika
vurmak: havale geçirmek
Patiça:
taze fasulye
Patol:
sıkıştırılmış küçük ot demeti
Peçi:
deri (s. 200)
Perteola:
yeni doğum yapmış ineğin ilk günlerindeki sütü
Peş:
arka
Petek
havası: yağmurun kesilip bir anda güneş çıkması
Piçef:
bahçenin baş ve dibindeki küçük çayır alanlar
Pilmi:
kirli, pasaklı
Piştof:
tabanca
Poar:
pınar
Pomborina:
büyük yabani arı
Pongül:
kaymağı alınmış süt bozuğu
Popoçi:
iri, olgun meyve
Puli:
bebek, yavru, civciv
Pupu:
çocuk dilinde yara
Purtuli:
eski elbise parçaları
Raana:
örümcek (s. 201)
Rehte:
şelale
Rimis:
tereyağı veya ekşimeğin küflenmesi
Riyo:
yosun
Roka:
kabukları soyulmamış mısır koçanı
Rospi:
orospu
Sakunar:
kiler
Saltabaş:
sorusuz, avare (s. 202)
Sebi
bokindan belli olur: küçükken neyse büyüdüğünde de odur
Senun
piçağun beni çesmez: gücün bana yetmez (s. 203)
Seyta:
iki kişinin karşılıklı kullandığı küçük bıçkı
Somar:
altı teneke ölçeğinde mısır
Soyka:
yılanın döktüğü/bıraktığı deri artığı (s. 204)
Sufan:
hayvan yemi olarak kesilen taze ağaç yaprakları
Sultuçi:
sırta alınan otlara geçirilen ağaç sırık
Sumuş:
başparmak ile işaret parmağı arasındaki mesafe
Sunduk:
büyük un ambarı
Supara:
elifba
Süser:
büyük kilit
Şahtaliçi:
kına yapımında kullanılan çiçek (s. 205)
Şarba:
eşarp
Şarnaz:
söz dinlemeyen
Şaşaf:
çarşaf
Şaşot:
yaylada duran yaşlı kadın.
Şeytan
suparasi: uyanık
Şima:
kendiliğinden oluşan, ağaçlarda yuvalanan arı topluluğu
Şina:
ipin kollara dolanmasıyla yapılan büyük yumak
Şişek:
bir yaşındaki koyun yavrusu
Şoz:
güneş almayan yer
Taşlari
dişlemek: inadına direnmek, verdiği sözden dönmemek
Tatuli:
ayak bileğinden aşağısı, büyük el (s. 206)
Tavara:
karabasan
Tein:
bir tür küçük sincap
Temeçi:
kaburga
Temekülli:
temelli, ebediyen
Tepes
kupas: baş aşağı yuvarlanmak
Tepur:
ağaçtan yapılan küçük sini (s. 207)
Teşik:
yün eğirme aleti
Teşki:
keşke
Tifiliça:
yaylalarda yetişen küçük ot
Timya:
nadir bulunan
Tooli:
kuzunun memeden kesilmesi
Tora
koymak: tuzağa düşürmek
Tüme
vurmak: kovanın balla dolması
Tüylenmek:
zenginleşmek (s. 208)
Uşak:
erkek çocuk
Uyma
gitmek: kızın kendi rızasıyla oğlana kaçması (s. 209)
Varya:
balyoz
Vikaye:
koruma, gözetme
Virka:
çatal şeklindeki ahır küreği
Vuravur
gitmek: çok çalışmak
Vurçi:
kendir liflerini inceltmede kullanılan tarak, fırça
Yalanuz
/ yalağuz: yalnız
Yalim:
otlak, mera (s. 210)
Yan
basmak: kural dışına çıkmak, nizam dışı hareketlerde bulunmak
Yangaz:
haylaz çocuk
Yansilamak:
alay etmek
Yaşik:
küçük tahta sandık
Yatağun
başina yer, ortasına yatar, dibine siçar: çok tembel kadınlar için söylenir
Yavelemek:
sayıklamak (s. 211)
Yenlik:
hafif
Yetuk:
buluğa eren
Yiri:
iri
Yola
tokulmek: önemli bir olay nedeniyle herkesin hareketlenmesi
Yolun
kız: erişkin kız (s. 212)
Zaarak:
içine süt ürünleri konan, ahşap tekne
Zam:
sertleşmiş kar
Zibil:
çöp, süprüntü
Zimili:
olgunlaşmamış cevizin yeşil kabuğu
Zirlamak:
sesli ağlamak
Zivorina:
su ile dönen çarkın ses çıkartmasıyla yabani korkutan alet (s. 214)
---
Özdeyiş
Varsa
iyi amelun ne mutli canuna
Yoksa
hebi duynada kuyacaklar amuna
Türkü
Kirazlı Köyü şairlerinden Mustafa
Kösoğlu - Köylerimiz
İkizdere
Kazası iki dağun arasi
Yanup
da tutuşiyi yureğumun yarasi
Sayalum
çoylerini Varda, Komes, Ethone
Her
zaman serin eser Pilakorum havasi
Dünyalara
meşurdur Varda’nun muhlamasi
Komesun
maden suyi Kapsenun fasulyasi
Ethoneliler
vurur cuzel horon havasi
Belediye çoyleri Kafkamele Çirazli
Kizları cuzel olur, olurler biraz nazli
Ya bi da karşumuza Homeze çoyi vardur
Kizlari fustan ciyer etekleri çok dardur
Bi da corsan Mizeyi aklun başundan çikar
Bunların
işi cuci hep yaylalari yakar
Ceçmesun
Kovlayindan insani kabadayi
Velküli
Mehmet yapar lağuzdan salatayi
Tulumpuhar
Cevatoz tulumi şişiruler
Mahura
çanağina çorbayi pişuruler
İksenitun
kizunun vardur yürek efçari
Bu
çoyun da başindan eksuk olmaz rozcari
Kabahor,
Ğeya, Anzer bali ilaca benzer
Bu
çoylerden bal yiyenun hastaluğu tez ceçer
Anzer
Kirdakol taşi akti cozumun yaşi
Anzer
balindan yeyen ağırmaz onun başi
Bir
metre kare yerde dört maden suyi vardur
Tatlari
ayri ayri biri cöze şifadur
Petran
ile Kama da durur karşi karşiya
Paralari
az diye inemezler çarşiya
Kabahor’da
musafir dolu olur hep tasi
Burada
bulunurdi kavurmanun ustasi
Köhçerlilerun
şani nam vermişler dünyaya
Duman
içi cordiler deniz celdi buraya
Hep
toplandi çoyliler çeldiler biraraya
Uzdurdiler
kayuği çikti sivrikayaya
Doksandokuzi
eldi biri çikti karaya
Dedi
çeseyim kurban vereyim fukaraya
Bağladiler
oçuzi çikardiler tereğe
O
zavali oçuzun hayin vurdi yüreğe
Çoylerinun
altindan akayi beyuk dere
Oçuz
ipini çesti serdi onlari yere
Tek
altindan kaktiler oçuz ceçti sipere
Aradiler
oçuzi oçuz neredur nere
Aşti
Hortik dağini başladiler kavgaya
Sen
tutmadun bağini
Başka
yerde bulunmaz bu Melesun havasi
Eskiden
meşur idi bu çoyun taş ustasi
Kirmizi
çoraplari sari peştamallari
Yakişturur
çendine bu Cimilun kizlari
Aykiri
yol ustune vurdiler sira kazuk
Habu
Cimil kizlari hep idurler nazarluk
Ormana
bi cezerler sançi idurler deli
Biri
biraz saf olsa derler oğa Vaneli
Karpuzi
kabak sandi feli etti yediler
Bi
haftanun içine içi Cuma kildiler
Dere
boyi dizildi bu Hayanun evleri
Hep
çiğ celiyi diye terk ettiler çoyleri (s. 222-223)
---
Atışma
O
yetim nerden celdun aceyip celdun bağa
Tarladan
celiyirum kabahat bulma bağa
O
yetim senun ana cezu satar pileki
Ola
çim dedi sağa beçi yalandur beçi
Bir
sağan lağuz verdi oğa bizum evdeçi
Benda
istesem oğa bağa da verur beçi (s. 227)
---
Kadın ile Mısır Çuvalı Taşıyan
Dede
O
dayi aslan dayi vurdun seksen okayi
Eydi
bi bilsen oni nasıl çakmak çakayi
Bi
çakmakla duramam bağa lazimdur sayi
Cit
sır oni halana bucak bucak kaçayi
Ne
akilsuzluk ettum taşa vurdum balatyi
Bozulan
aletleri bu dayi kilavlayi
Almişim
bi pintiri hep akşamdan yatayi
Cozlerun
çor mi idi alsan ben cibi tayi
Kiskandum
zencinluğune basti beze parayi
Şini
daha ağlama ne etsun sana dayi
Bu
işe bi yol versun coreceğum hocayi
O
zaman ne edecesun desa vardur cunahi
Kizli
kaçamak eder değiştururum tayi
İstersan
hep bağa cel aşarsun her bir daği
Arkandan
celiyirum sen citta yak ocaği
Anlamişimdi
oni burada olacaği
Pişman
etturma beni biraz ceçmiştur çağun
Ben
hebi soy duramam sen dur dersan duracağum
Salliyamasun
beni biraz fazladur yağum
Dokuz
ayi beklersan içiz dolar kucağun
Oni
anladum şini senlan yapamiyacağum
Aylardur
aç duriyim çeendumi bulacağum (s. 229)
---
İkizdere,
2005
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder