26 Ekim 2017 Perşembe

İshak Güven Güvelioğlu - Bir Köy Monografisi Rize Kalkandere Hüseyinhoca Köyü

İshak Güven Güvelioğlu - Bir Köy Monografisi Rize Kalkandere Hüseyinhoca Köyü


…araştırmacılara açılmış olan belgeler arasında Doğu Karadeniz bölgesini konu alanların en eskisi fetihten 25 yıl sonra 1486 yılında tutulan Mufassal Tapu Tahrir Defteri’dir. (s. 15)

Bundan sonra tutulan defter ise, 961 tarihinde tutulmuş Maliye/evkaf konulu Tapu Tahrir Defteri’dir. Köyümüzle ilgili ilk bilgileri bu defterde buluyoruz. Bu defterdeki kaynaklara göre köyümüzün en eski ismi Sivagnü’dür. Bu ad zamanla değişime uğrayarak Sivarne şeklinde geçmeye başladı.
1860 yılından itibaren (…) Sivane şeklinde geçmeye başladı…
1913 yılında Enver Paşa’nın emriyle (…) adı Hüseyin Hoca’ya çevrildi.
1950 yılından sonra (…) İncirli’ye çevrildi.
1964 yılında köy tekrar Hüseyinhoca olarak tescil ettirilmesini temin etti. (s. 16-17)

Halk arasında köyün en eski adı Issızvane idi.
Köyümüzün eski adına benzeyen başka yerleşim adları da vardır. Artvin Yusufeli’nde İnanlı (İphan) köyünün Başyurt mahallesi, bu mahallenin eski adı Sivanet’dir.
Yine Yusufeli’nde yabani bir ota Sıvana denir.
Gürcistan’da da Sıvanet adlı dağlık bir bölge bulunmaktadır. (s. 18)

Köyümüz Osmanlı Devletinin son devirlerinde bir ara Of kazasına bağlandı. (s. 21)

Hüseyinhoca köyü ilçe merkezine 4 km mesafededir.
Rakımı 350 metredir.
Köyün en yüksek kısmı Dağdibi Mahallesi ile köyün sınırlarını oluşturan Gelintaşı adıyla anılan tepedir.
Elektrik 1975’te köye getirilmiş,
1985 yılında ilk telefon hattı merkez camisine bağlanmış,

Yer adları
Ardala: Kuman Türkçesinde “küçük ırmak” demektir.
Arkofol: Pontus dilinde “ayı yuvası” demektir.
Kangel: Pontus dilinde “eğri yer-viraj” demektir.

Gurbetçilik
Gurbetçilik önceleri Rusya’ya yönelikti. Çalışmak için Rusya’nın Kırım ve sair yerlerine gidenler olurdu. 1917 devriminden sonra bu yol kapandı.
1960 yılına kadar, yani çay tarımı yaygınlaşmadan önce, köyde kalanlar arazilerine fındık, mısır ve fasulye gibi tarım ürünleri ekerlerdi.
1960-1980 yılları arasında tarım arazileri çaylıklara dönüştürüldü. 1980’den sonra çaydan elde edilen gelir azalmaya başlayınca gurbetçilik tekrar hortladı. (s. 30)

El Sanatları
Kilim: …eski bez ve eşyalar makasla boylu boyuna kesilip uçkur haline getirilir. Bu bez parçalarına purtuli adı verilir.
Purtuli topları tezgâhlarda işin ehli yaşlı kişiler tarafından dokunarak kilim haline getirilirdi.
Esçemi (İskemle): …mısırlar soyulduktan sonra çıkarılan mısır yaprakları bir müddet suda kaynatılıp yumuşatılınca, bunlar tek tek ele alınarak ip halinde üçlü burgular şeklinde dokunup uzatılırdı. Uzayan bu iplere çami adı verilir. Bu çamiler (…) iskemle iskeleti üzerinde dört taraftan gezdirilerek örgü tamamlanır.
Kendir ipi: kendir, diplerinden kesilerek kurumaya bırakılır. Kuruyan kendir ağacı muhtelif yerlerinden kırılarak çıkarılan ince kabukları bir müddet suda bekletildikten sonra yumuşayınca lif haline gelir. Bu lifler birbirlerine sarılarak uzatılır ve ip haline getirilir.
Çarık: hayvanların derileri gerilerek iyice kurutulur. Daha sonra bu derilerden ayakkabı olacak şekilde parça kesilir ve kalın bir iğne ile dikilerek papuç haline getirilir.
Kanaviçe, oya, dantel: çeyiz işlemeleri için devam edilen bir sanattır.

Sözlük
Çalakop: Çay orağı
Kösere: Bileyi taşı

Deyişler
Korkma kişun kişinden kork abrilun beşinden

Dualar
Yattum Ellah kaldur beni, nurlarune daldur beni. Can bedenden ayrilurken imanumlan gönder beni. (s. 34)

Anan kesilsun sağa
Sular gibi artasun

Beddualar
Allah uyuz versun tirnak vermesun
Hiyir görmiyesun
Yedi yorgan ipratasun
Ander kalasun
Başun kesile
Korbakor çıkasun
Murt gidesun
Gün görmiyesun
Kaybana kalasun (s. 35)

Ninniler
Ellah Ellah Lailahe İllellah, uyusun da beyisun. Uykularini doysun Ellah Ellah. Nenni oğul nenni. Allah beyitsun seni oğul seni. Uyusun yavrim uyusun, uyusun bebeğum uyusun, uyusun da uykularini doysun.

İnançlar
Ayağın altı kaşınınca bir yere gezmeye gidilmesi gerekeceğine inanılır.
Kulak içi kaşınınca, yağmur yağacağına inanılır.
El içi kaşınınca, eline para geçeceğine inanılır.
Gökteki yıldızlan sayan kişinin eli üzerine koço-temre (siğil, yağ bezeleri) çıkar diye inanılır.
Yaz aylarında güneş varken aynı anda yağmur yağınca, çakalların düğün yaptığı söylenir. Bu duruma “çakal düğünü” adı verilir.
El süpürgesiyle bir yer süpürülürken, süpürge birisine değerse, o kişinin hasta olabileceği düşünülür. Bu durumu ortadan kaldırmak için, süpürgeye hafifçe tükürülür.
Burnun sağ tarafı kaşınınca birisi tarafından iyilikle anıldığı, sol tarafı kaşınınca da kötülükle anıldığına inanılır. Bu durum “İyiluğumi ediyiler veya kötiluğumi ediyiler” şeklinde söylenir.
Akşam hava kararmaya başladıktan sonra, evden dışarıya özellikle sıcak su atılmaz veya dökülmez. Eğer dökülürse cinlerin sofrasını kurduğu çatılardan damlayan suların aktığı damlalık adı verilen yerlere değeceğinden, cinlerin rahatsız olabileceği, bu durumda su döken kişiyi çarpabileceklerine inanılır. İlle de su dökülmesi gerekirse besmele çekilerek dökülür.
Küçük çocuk ilk yürümeye başlayacağı zaman, düşmemesi ve normal gezişe çabuk geçebilmesi için, yağ ve şekerle yoğrulmuş, adına “yağli” denen bir ekmek pişirilir. Bu ekmek çocuğun dizine değdirilerek kırılır ve gezmekte olan başka çocuk ve büyüklere parça parça verilerek bunları yerken koşmaları istenir. Bunun sonucunda çocuğun gezmeye çabuk geçeceğine ve gezerken düşmesine engel olacağına inanılır.
Değirmeni süpürenin erkek çocuğu olmaz diye inanılır.
Üşenen kişinin erkek çocuğu olmaz diye inanılır.
Eşi hamile iken yılan öldüren veya kurbanın başını kesenin, doğan çocuğunun gözleri şaşı olur diye inanılır.
Gece tırnak kesmek doğru kabul edilmez.
Yeni doğan çocuk, 40. günden itibaren annesini tanımaya başlar ve annesini tanıdıktan sonra bir müddet annesinin saçları dökülür diye inanılır.
Bebeğin ilk dişi çıkınca, bu dişi ilk gören kişi, o bebeğe bir hediye almalıdır diye inanılır.
Çocuk doğuran kadın ve bebeğine doğumdan sonra 40. gün, “Kırklanmak” denen bir temizlik yapılır. Bu iş için, Kadın bir kaptaki sudan başka bir kaba kırk kaşık su aktarır. Daha sonra bu suya, çocuğu yıkadıktan sonra durulamasına yetecek kadar daha su ilave edilir. Bu su bir kenara kaldırılıp çocuk normal bir su ile yıkanır. Son durulaması ise hazırlanmış olan bu su ile yapılır. Tekrar aynı şekilde hazırlanmış ikinci bir su ile de anne yıkanıp durulandıktan sonra bebek evden yakın bir komşuya götürülerek gezdirilir. Bu şekilde çocuğu evden çıkarmaya “Çocuğun kırkım uçurmak” denir. Yıkanıp kırklanmadan önce mecbur kalmadıkça çocuğun evden dışarıya çıkarılmamasına özen gösterilir.
Küçük bebeklerin zaman zaman durup dururken güldüğü olur, bu durumda bebeği meleklerin güldürdüğü söylenir. (s. 36-37)

Çocukların dişi çekilince bu diş evin çatısına atılır. Diş atılırken de “Karga al eskisini, ver yenisini” denirse yeni dişin çabucak büyüyeceğine inanılır.
Küçük çocukları nazardan korumak için burunları ucuna hafifçe kömür sürülür.
Küçükken eline kına yakılan erkeğin, büyüyünce elinde tüfek patlar diye inanılır.
Ekmek artığını yediğin kişinin iştahı sana geçer diye inanılır. Kedinin artığı olan ekmeği yiyen çocuğun sesi güzel olur diye inanılır.
Yeni yapılan ve düzenlenen tarlayı nazardan koruman için yuvarlak (çember) şekline getirilmiş bir demirin etrafına bez, çapul parçalan bağlanıp sarkıtılır. Bu demir tarlanın ortasına dikilen bir sırığa takılır.
Evin giriş kapısı üzerine veya görünür dış bir duvara, kesilip derisi yüzülmüş koç-koyun başı yerleştirilirdi. Bu hem sus, hem de bir çeşit koruyucu, uğur getirici kabul edilirdi.
Rumi-Kameri yılbaşında evin kapısından içeriye ilk girecek kişiye önem verilirdi. Bu nedenle uğurlu, hayırlı, dindar olduğuna inanılan bir kişiye önceden haber verilir, o gün erkenden evine gelmesi istenirdi. Bu kişiye para, şeker veya fındık gibi ufak hediyeler verilirdi. O gün evden içeriye ilk olarak hayırlı birisi girerse sene boyunca bereket ve hayırlı olacağı kabul edilirdi. (s. 38)

Değirmenler
…değirmenler hiç boş kalmaz, mısır götürenler sıraya girerek saatlerce hatta günlerce sıra bekledikleri olurdu. Gece sabahlara kadar sıra bekleyenler olduğu gibi, sıranın kendisine daha çabuk gelmesi için gece yarısından sonra değirmene gidip sıraya girmek de yaygın bir uygulamaydı. Geceleri değirmenlere gidenler cin, peri, karakonca gibi varlıklarla karşılaştıklarını ve çeşitli hadiselere şahit olduklarını çokça abartarak anlatırlardı. (s. 59)

Kuş Fadime Nene
Bir kadın düşünün, 85 yaşında ve ağırlığı 35 kilo ya var ya yok. Bu kadın Kalkandere’nin Sivane (Hüseyinhoca) köyünde tek başına bir evde yaşıyor. Gençliğindeki ataklığı, çalışkanlığı ve çabuk oluşu nedeniyle komşularınca kendisine Kuş Fadime diye lakap takılır. Bu gün ise Kuş nene’ye döner bu ad. Çünkü aynı çalışkanlığı ve ataklığı değişmeden devam eder.
Bir zamanlar televizyonda süper babaanne adlı bir dizi vardı. Zor durumda kalan kişilerin yardımına koşan yaşlı bir kadını canlandıran bu kadın, Bizim Kuş Nene’nin yanında inanın solda sıfır kalır. Çünkü bizim Kuş Fadime Nene, sabah erken saatte herkes sıcak yatağında yatarken, kalkıp ahırdaki ineklerinin hizmetine koyulur, ahırını temizler, sütünü sağar. Bir defada taşıyamayacağı ağırlıktaki yalağı ikiye üçe taksim ederek öyle ahıra indirir ve ineklerinin karnını doyurur. Yine komşuları yatağında yatarken ormana çıkar, otunu keser, yükünü yapar, sırtına alır, evinin yolunu tutar. Kendine ait çayı tek başına keser, sırtına yük eder, çay alım yerine taşır ve satar. (s. 157)

Sonbahar gelince ağaçlardan dökülen yaprakları tırmıkla toplar, ahırdaki ineklerinin altına sermek için yine sırtına yük edip evine taşır. Kış ayları yaklaşınca da odun ihtiyacını 85 yaşında olmasına rağmen, orman, bayır, kaban demeden sırtında taşıyıp evine ulaştırır. O zayıf ve yaşlı vücuduna rağmen sırtındaki yükü o kadar ağır yapar ki, neredeyse burnu yere değecek gibi olur. Bu durumu gören komşularından hiç biri Kuş Nene’ye müdahale etmeye cesaret bile edemez. Çünkü daha önceleri buna benzer durumlarda Kuş neneden her biri iyi bir azar işitmiştir. Bazen de iyi damarına rast gelip hoş bir sohbet esnasında, “Yahu be Fadime nene artık yaşını başını aldın, oğullarının-torunlarının yanında rahat bir hayat varken, niye bu eziyetlere katlanıyorsun, çekil kenara, yap ibadetini, yan gel yat” denilince de, çoğu yaşlılarımızın dediği gibi “Ben köyden başka yerde rahat edemem, kimseye de tenezzül etmem” gibi laflarla baştan savar onları. Hiç hoşlanmadığı bu tür laflardan kurtulmak için de, ipini-orağını alıp, yeniden koşar ormana. Biçtiği otlan sırtına yükleyip çevredeki komşularının kıskanç bakışları arasından salına salına taşır evinin önüne.
Bu kadar çalışma heveslisi, bu kadar iş delisi bir insan ben hayatımda görmüş değilim. Bu Kuş Nene, benim nenem.
Bu yazı Temmuz 1998 tarihinde yazılmıştır. Kuş Fadime kimseye yük olmak istemediğini anlatmak için zaman zaman “Üç gün yatağa, dördüncü gün toprağa” derdi. Neticesi de öyle oldu. 14 Mayıs 2006 tarihinde Pazar günü akşamüzeri saat 17 civarında sağ tarafına inen felç sonucu Rize’de hastaneye kaldırılmış, aynı gece sabaha karşı, saat 5 sıralarında son nefesini vererek kimseye yük olmadan irtihal etmiştir. (s. 158)



Mahalli Dil-Köyün Sözlüğü
Ahaviça: İlk defa hamile kalan kadın.
Ahbin: Ahırdaki hayvanların altına serilen yaprağın, hayvan dışkısı ile karışmış hali. Meyve ve sebzelerin dibine serilip gübre niyetiyle kullanılır.
Aposkal: İşe başlamak, işe başlanan yer.
Arapiko: Bir cins kara kabak. (s. 179)

Becit: Çetin, zor.
Beyuzar etmek: Bıktırmak.
Bi koyin bi oyin: Müsrifçe davranışı anlatmak için kullanılır.
Çakal duğuni: Güneş esnasında yağmur yağması.
Çakal osuruğu: Kendiliğinden yetişen yabani mantar. (s. 180)

Çitari: ibik.
Çiten: Fındık dallarından yapılan ve yaprak taşımaya yarayan büyükçe bir taşıma kabı.
Çiçili: Kırmızı renkli küçük solucan.
Çiha: Eti yenen bir tür kuş.
Fambur: Ihlamur.
Feli: Kabak dilimi.
Fitruka: Fide.
Fofotora: Kelebek.
Fuşci-Fuşki: inek gübresi.
Goreslenmek: Özlemek.
Galiya: Gelincik.
Ğavroz: Kız bebeklerinin büyük abdestini yapması için, yattığı beşiğe yerleştirilen bir kap.
Ğovili: Kaya balığı.
Ğarğaris: Bağırarak ağlamak. (s. 181)

Ğezep: Bela.
Ğoy: Üvey.
Hacinika (Kızılgerdan kuşu): Boğazının alt kısmı sarımtırak olduğu için insan yerine cehennemde kendini feda ederek yaktığına inanılan, bu nedenle kutsal kabul edilen küçük bir kuş.
Hağu-Hau: Şu.
Hamdana: Hamile kalmamış inek.
Hapsikoli: Mısır unu ve hamsi karışımından yapılan ekmek.
Harçi: Ufak sırık.
Hapsi: Hamsi.
Haşil: Kavrulmuş mısır unundan yapılıp sıcak olarak yenen hamur işi yemek.
Haşli-Haşlak: Çok sıcak.
Hiliça: Henüz olgunlaşmamış mısır.
Holopiça: Sırılsıklam.
Hopeçi kabağı: Bir kabak cinsi. Kurutulduktan sonra üst kısmı kesilir ve içi boşaltıldıktan sonra su ve ayran kabı olarak kullanılırdı.
Hopi: Ufak iken koparılmış mısır bitkileri.
Hutupis etmek: Saçını başını yolmak.
İşmar: Göz kırpmak. (s. 182)

Kanci: Dilim.
Karakonca: Kış mevsiminde değirmen ırmaklarında gezdiği varsayılan, her tarafı tüyle kaplı insan benzeri hayali yaratık
Karamiş: Karayemiş.
Kağurunti: Yıkanıp kavrulmuş turşu.
Kakanis etmek: Tavuk gıdaklamak.
Kastaniça: Bir cins beyaz kabak.
Kâvâ kaşağusi: Kavga çıkarmaya meyilli kişi.
Kavara: Osuruk.
Kavurunti: Bir çeşit yemek.
Kaybana: İstenmeyen bir şey.
Kebre (Çebre): Gübre.
Kenef: Tuvalet.
Kiçi: Ekmekte ısırılan yer.
Kiviçi: Geceleri gezen ve hangi ev civarında öterse o evde kız çocuk doğacağına inanılan bir kuş.
Koğlidi: Sümüklü böcek
Kolistivra: Kertenkele
Koliva: Suda pişmiş mısır.
Kolof: Ufak ekmek.
Komri: Tahtadan yapılmış basit iskemle.
Komsilamak: Dedikudusunu yapmak.
Kopali: Sağlam odun parçası
Kopeli: Zina sonucu doğan çocuk.
Korbakor: Geberip giden.
Korkota: Kalın öğütülmüş mısır
Korop: Uzak arazilerde yapılan basit baraka.
Kot: 7 kilogram karşılığı ölçü birimi.
Kofi: Karalahana bitkisinin gövdesi.
Kukaçi-Kukari: Ucu çatallı odun.
Kukuli: Başa giyilen sivri uçlu başlık.
Kunci: Kendir bitkisinin gövdesi. (s. 183)

Kuplika: Hıçkırık.
Kutali: Lahana yemeğini karıştır-maya yarayan odun değnek.
Kuyiça: Taze fındık dallarının kabukları çıkarılarak elde edilen malzeme ile dokunan ince uzun sepet.
Lağus: Mısır.
Lahmi: Aptal.
Lapaza: Bir tür yabani bitki.
Liğiçi: Yabani sarmaşık.
Likapar: Ormanda yetişen küçük boncuk benzeri siyah meyvesi olan çalı türü bir bitki.
Lobut: Aptal.
Mamalika: Bebekler için mısır unundan yapılan bir yemek.
Manca: Karalahana yemeği.
Maniya: Kömür lekesi.
Momoli: Böcek.
Mozuka: Süt veren inek. (s. 184)

Muncurlarini asmak: Küsmek.
Murt gitmek: Dini bakımdan kötü bir netice ile ölüp gitmek.
Muşi: Hayvan ayağı.
Osuruk hurması: Karahurma.
Paçi: Genç kız.
Pali: İskemle ayağı.
Pasmanika: Patlamış mısır.
Patiçi: Taze fasulye
Peçibaş: Kel kafa.
Pertuali: Doğuran ineğin ilk bir haftasında verdiği süt.
Puli: Yavru.
Rokopi: Tarladaki mısır fidelerini seyrekleştirmek.
Salahana köpeği: Başı boş dolaşan kişi. (s. 185)

Şinatiça: Irmak kenarlarında büyüyen, sarı çiçekli bir tür bitki.
Tatuli: Hayvanın ayak kısmı.
Tavara: Gece insanların ağzını eliyle kapatarak onları boğmaya çalıştığına inanılan bir yaratık.
Temeçi: Taze fındık ağacının kabuklarından elde edilen malzeme.
Teşke: Keşke.
Yangaz: Geçimsiz.
Yansilamak: Taklit etmek.
Yavelemek: Sayıklamak-Uykuda konuşmak.
Yukli: Hamile kadın. (s. 186)

---
Kaknüs Yayınları

2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder