J. R. R. Tolkien - Yüzüklerin Efendisi
Önsöz
Bu kitap büyük ölçüde hobbitler hakkındadır.
Hobbitler pek kendilerini göstermeseler de kadim bir halktır.
Hobbitlerin en çok sevdikleri uğrak yerleri derli toplu,
güzelce ekilip biçilmiş kırlık yerlerdi. Alet kullanmada maharetli olmalarına
rağmen demirci körükleri, su değirmenleri veya el dokuma tezgâhlarından daha
karmaşık makinalardan anlamazlardı; hala anlamazlar ve sevmezler.
Kulakları delik, gözleri keskindir…
Boyları hobbitten hobbite değişir, bizim ölçülerimize göre
60 santim ile 120 santim arasındadır.
…günde altı öğün yemek yerler, içerler…
Keskin gözlü olduklarından ve hedefi şaşırmadıklarından çok
iyi okçuydular.
Bilbo ve Frodo Baggins gibi bekar olanlara pek ender
rastlanırdı…
…pipo otu ya da yaprağı adını verdikleri bir otun
yapraklarını kil veya tahta pipoların da yakarak dumanı içlerine çekerlerdi.
Kollukçu, hobbitlerin polislere ya da polise benzer yegâne
görevlilerine verdikleri isimdi.
…günün birinde Bilbo'nun kapısına Büyük Büyücü, Gri Gandalf
çıkagelmişti, yanı sıra on üç cüce ile birlikte: Bunlar kralların soyundan
Thorin Meşekalkan ile sürgündeki on iki arkadaşından başkası değildi.
Bilbo bir süre dağların derinlerinde kara ork madenleri
içinde kaybolmuş ve burada çaresizlik içinde el yordamıyla yolunu bulmaya
çalışırken eline tünelin zemininde duran bir yüzük takılmıştı. Yüzüğü cebine
atmıştı.
Gollum iğrenç, küçük bir yaratıktı
Takan kişiyi görünmez yapan altın bir yüzük. Sevdiği tek
şeydi o, onun kıymetlisiydi ve Gollum onunla konuşurdu, yanında olmadığı
zamanlarda bile.
Eğer karşılaştıklarında yüzük yanında olsaydı belki de
Bilbo'ya hemen saldırırdı; ama yanında değildi ve üstelik hobbit elinde, kılıç
gibi kullandığı bir elf bıçağı tutuyordu. O yüzden zaman kazanmak için Gollum
Bilbo'yu bir Bilmece oyununa davet etti; eğer Bilbo soracağı bilmecenin
cevabını bilemezse onu öldürüp yiyecekti; ama eğer Bilbo onu yenerse o zaman o
da Bilbo'nun isteklerine boyun eğecek, onu bu tünellerden geçirerek dışarı çıkartacaktı.
Bilbo oyunu kazandı.
Birinci Kısım
YÜZÜK KARDEŞLİĞİ
Dört Gözle Beklenen Davet
Çıkın Çıkmazı'ndan Bay Bilbo Baggins kısa bir süre sonra yüz
on birinci yaş gününü debdebeli bir davet ile kutlayacağını ilan ettiğinde
Hobbitköy'de büyük bir heyecan yaşanmış ve söylentiler alıp yürümüştü.
Doksan dokuz yaşında ona yaşını göstermiyor demeye
başladılar; fakat yaşlanmıyor demek daha isabetli olurdu.
Bilbo yüz on bir yaşına basacaktı
…ve Frodo otuz üç, 33 yaşında olacaktı, bu da önemli bir
sayıdır: "rüştüne erme" zamanı.
Yaşlı adam Bilbo'nun on kapısında yüklerini boşaltmaya
başladı
İşaret Gandalf’ın işaretiydi
"Acaba gülen kim olacak?" dedi Gandalf başını
sallayarak.
"Göreceğiz," dedi Bilbo.
Havai fişekler Gandalf’a aitti.
Bilbo'nun şerefine, son bir sürpriz daha vardı
Ejderha ekspres bir tren gibi gelip geçti, bir takla attı ve
kulakları sağır eden bir patlamayla Subaşı üzerinde infilak etti.
Yüz kırk dört davetlinin hepsi, her ne kadar evsahibinin
(kaçınılmaz bir şey olan) yemek sonrası nutkundan korkuyorlarsa da, hoş bir
davet beklentisi içindeydi. Nutkuna şiir dediği şeylerden parçalar katma
eğilimi vardı Bilbo'nun…
Bir eli havada, diğerini pantolonunun cebine sokmuş, ayakta,
herkesin görebileceği bir yerdeydi.
…bugün varisim ve yeğenim Frodo'nun da yaş günü. Bugün
rüştüne ve veraset hakkına erişiyor.
Aşağıya bir adım attı ve yok oldu.
…daha konuşmasını yaparken cebindeki altın yüzüğü ellemeye
başlamıştı bile: Bunca yıldır bir sır olarak sakladığı sihirli yüzüğü. Aşağı
inerken yüzüğü parmağına geçiriverdi ve bir daha Hobbitköy'de hiçbir hobbit
tarafından görülmedi.
Zarfı önce şömine rafının üzerine bıraktı fakat sonra aniden
geri aldı ve cebine soktu. Tam o anda kapı açılarak Gandalf hızla içeri girdi.
Benim kıymetlim o. Evet, benim kıymetlim."
Büyücünün yüzü ciddiyetini ve dikkatini korudu, sadece derin
gözlerdeki bir titreşim onun şaşırmış, hatta telaşlanmış olduğunu gösteriyordu.
"Daha önce de yüzüğe bu isim verilmişti," dedi, "fakat senin
tarafından değil."
Frodo'ya ver onu, ben Frodo'ya göz kulak olurum.
"Yüzük hâlâ cebinde," dedi büyücü.
"Aa, öyleymiş! " diye bağırdı Bilbo.
Şu anda, en az her zamanki kadar mutluyum, bu da az bir şey
sayılmaz.
Tüm ev eşyasının bedava olarak dağıtılacağı konusunda yanlış
bir söylenti orman yangını gibi yayılmış ve aradan pek bir zaman geçmeden her
yer, bir işi olmadığı halde oradan uzaklaştırılmayan hobbitlerle dolmuştu.
Tam oturmuştu ki ön kapının hafif hafif çalındığı duyuldu.
Sevgili Gandalf!
Yüzük'ten daha yeni yeni şüphelenmeye baladım, özellikle de
dün geceden beri.
Uzunca bir süre uzaklarda kalabilirim; fakat mümkün olan en
kısa zamanda gelip seni göreceğim. Beni görmeden,
geldiğime inanma!
Geçmişin Gölgesi
Frodo'nun en yakın arkadaşları Peregrin Took (çoğunlukla
Pippin derlerdi ona) ve Merry Brandybuck idi (Merry'nin gerçek ismi Meriadoc'tu
ama bunu pek hatırlayan çıkmazdı).
Epeyce yıl, geleceği pek düşünmeden mutlu yaşadı.
…ellinci yaş günü yaklaşıyordu
Dışardaki dünyada meydana gelmekte olan garip şeyler
hakkında söylentiler vardı
Shire'da pek nadiren rastlanan elfler artık akşamları
ormanlardan batıya doğru giderken görülmekteydiler, hep batıya doğru, dönüşsüz
bir gidiş; ama onlar Orta Dünya'yı terk ediyorlardı
Cüceler tedirgindi ve bazıları alçak sesle Düşman'dan ve
Mordor Ülkesi'nden söz ediyordu.
Karanlık Kule yeniden inşa edilmiş deniyordu.
İşte tam bu sırada Gandalf uzun yokluğundan sonra tekrar
ortaya çıktı. Davet'ten sonra üç yıl uzakta kalmıştı. Sonra Frodo'ya kısa bir
ziyarette bulunmuş ve ona şöyle bir dikkatlice bakıp yine gitmişti.
Çok uzun zaman önce Eregion'da Elf Yüzükleri yapılmıştı,
sizin tabirinizle sihirli yüzükler. Ve bu yüzükler, elbette ki, çeşit çeşitti:
Bazları daha etkili, bazıları daha zayıf. Zayıf olan yüzükler, elflerin bu
hünerleri tam olarak olgunlaşmadan önce yaptıkları denemelerdi ve Demirci
Elfler için bunlar sadece oyuncaklardı - yine de ölümlüler için tehlikeliydiler
bence. Fakat Âli Yüzükler, Kudret Yüzükleri, işte onlar korkunçtu.
Gandalf yüzüğü eline alıp kaldırdı. Som altıdan yapılmış
gibi görülüyordu. "Üzerinde bir yazı veya işaret görebiliyor musun?"
diye sordu. "Hayır," dedi Frodo. "Hiçbir şey yok. Dümdüzdür,
ayrıca ne aşınır ne de yıpranır."
"Öyleyse seyret!" Frodo'yu hayrete ve telaşa
düşüren ani bir hareketle, yüzüğü ateşin korları içine atıverdi büyücü. Frodo
bir çığlık atarak elini maşaya uzattı, ama Gandalf onu durdurdu.
"Bekle," dedi emreden bir sesle…
"Kaldır!" dedi Gandalf. "Ve yakıdan
bak!"
Frodo söyleneni yapıca, yüzüğün hem içinde hem de dışında
yüzük boyunca dönen, ince, en ince kalem çizgilerinden de ince çizgiler gördü…
Hepsine hükmedecek Bir Yüzük, hepsini o bulacak
Hepsini bir araya getirip karanlıkta birbirine bağlayacak
Bu Elf İrfanlan'nda uzun zamandan beri bilinen bir şiirin
iki mısraı:
Üç Yüzük göğün altında yaşayan Elf Kralları'na
Yedisi taştan saraylarında Cüce Hükümdarlar'a,
Dokuz Yüzük Ölümlü İnsanlar'a, ölecekler ne yazık
Bir Yüzük gölgeler içindeki Mordor Diyarı’nda
Kara tahtında oturan Karanlıklar Efendisine
Hepsine hükmedecek Bir Yüzük, hepsini o bulacak
Hepsini bir araya getirip karanlıkta birbirine bağlayacak
Gölgeler içindeki Mordor Diyarı'nda
…dün gece sana Büyük Sauron'dan, Karanlıklar Efendisi'nden
söz etmiştim. Duymuş olduğun söylentiler doğru: Gerçekten de yeniden uyandı,
Kuytuorman'daki sığmağım terk etti ve Mordor'un Karanlık Kulesi'ndeki kadim
kalesine geri döndü.
Hepsinin arasında en güzelleri olan Üç Yüzük'ü Elf
Hükümdarları zamanında ondan saklamışlar, ellerini sürüp kirletememiş. Yedi
tanesine Cüce Krallar sahip olmuş ama bunların üç tanesini geri almış,
kalanları da ejderhalar imha etmiş. Dokuz tanesini mağrur ve büyük Fani
İnsanlara vermiş ve böylece onları ele geçirmiş. Uzun zaman önce O'nun
hâkimiyeti altına girip Yüzük tayfları olmuşlar, yani onun büyük Gölge'sinin
altındaki gölgeler, en korkunç hizmetkârları. Çok eskiden bütün bunlar.
Dokuzlar ortalıkta görünmeyeli çok yıl oldu. Yine de kim bilebilir? Gölge bir
kere daha büyümeye başladığına göre, onlar da tekrar ortaya çıkabilirler.
Şimdi durum şöyle: Dokuzlar'ı geri aldı; Yediler'in de
kimini aldı, kimi yok oldu. Üçler hâlâ gizli. Fakat bu artık onu hiç rahatsız
etmiyor. Tek olan ona yeter; çünkü o yüzüğü bizzat yapmıştı; o onun yüzüğü ve
eski gücünün büyük bir bölümünü bu yüzüğe aktarmıştı ki, tüm diğerlerine
hükmedebilsin. Eğer yüzüğü tekrar elde ederse, o zaman yine hepsine emri
geçebilecek, nerede olurlarsa olsunlar, hatta Üçlere bile; o zaman bu
yüzüklerle işlenmiş olan her şey ortada kalacak ve o her zamankinden daha güçlü
olacak.
İşte o korkunç ihtimal bu, Frodo.
Smeagol / Köklere ve başlangıçlara meraklıymış; derin su
birikintilerine dalamış; ağaçların ve büyüyen bitkilerin diplerini kazarmış;
yeşil tepeciklere tüneller açarmış; böyle böyle dağların tepelerine, ağaçların
yapraklarına ve havada açan çiçeklere bakmaz olmuş: Aklı da gözleri de hep
aşağılardaymış.
Deagol kayıkta oturmuş balık avlıyormuş.
…çamuru yıkayınca avucunun içinde çok güzel altın bir
yüzüğün bulunduğunu görmüş
Onu bize ver Deagol, canım, demiş Smeagol arkadaşının
omuzunun üzerinden.
"Neden? demiş Deagol.
"Çünkü bugün benim yaş günüm canım ve onu istiyoruz,
demiş Smeagol.
Yüzük ona, kendi heybetine göre güç vermiş. Tahmin edeceğin
gibi, hiç mi hiç sevilmeyen ve (göze göründüğü zamanlar) bütün akrabalarının
kaçındığı biri olup çıkmış.
Hırsızlık yapmaya başlamış ve etrafta kendi kendine konuşur,
fokur fokur sesler çıkarır olmuş. O yüzden ona Gollum adım takmışlar
Bir Güç Yüzüğü kendi başının çaresine bakar Frodo. Yüzük
haince sahibinin parmağından düşebilir, ama sahibi hiçbir zaman onu terk
edemez.
…bildiğim kadarıyla yüzüğün tarihçesinde bir tek Bilbo bu
düşünceyi sadece düşünce safhasında bırakmayıp gerçekleştirebildi. O da, ancak
benim olanca yardımımla.
Yaşayanların birçoğu ölümü hak ediyor. Ve ölenlerin bir
kısmı da yaşamayı hak ediyor. Yaşamı onlara verebilir misin? O halde öyle hak,
hukuk adına ölüm buyurmakta çok acele etme.
Peki şunu yok edip kurtulsak ya, sen de çok önceden yok
edilmiş olmalıydı dememiş miydin?" diye haykırdı yine Frodo.
"Dene!" dedi Gandalf.
Yüzüğü ateşin en sıcak yerine fırlatıp atmak niyetiyle
cebinden çıkartmıştı. Fakat şimdi kendisini iyice zorlamadıkça bunu
yapamayacağım fark ediyordu.
Eğer gerçekten yüzüğü yok etmek, Düşman'ın sonsuza kadar ona
erişememesini sağlamak istiyorsan, sadece tek bir yol var: Orodruin'in yani
Ateş Dağı'nın derinliklerindeki Kıyamet Çatlakları'nı bulup Yüzük'ü buraya
atmak.
…sen seçildin ve o yüzden de sahip olduğun tüm gücü,
yürekliliği ve aklı kullanmalısın.
Fakat bende bu söylediklerinden çok az var!
Bu yük senin olduğu sürece, taşımana yardım edeceğim. Fakat
en kısa zamanda bir şeyler yapmamız gerek. Düşman harekete geçti.
Baggins ismini arkanda bırakman lazım.
Şimdi sana bir yolculuk ismi vereceğim. Buradan ayrıldığın
zaman, ismin Bay Tepedibi olsun.
Gandalf pencerenin yan tarafına doğru süzüldü. Sonra tek
hareketle pencereye sıçrayıp, kolunu aşağı uzattı. Bir viyaklama duyuldu ve Sam
Gamgee'nin kıvırcık başı bir kulağından çekilerek pencere hizasına yükseldi.
Sen de Bay Frodo ile birlikte gideceksin!
Üç Kafadar
"Sessizce ve bir an önce ayrılmanız gerek," dedi
Gandalf.
Fakat bu arada, hangi yolu seçeceğim?"
"Tehlikeye doğru gideni; ama ne çok aceleyle, ne de
doğrudan," diye cevap verdi büyücü. “Eğer bana soracak olursan,
Ayrıkvadi'ye git derim…”
Bay Baggins Çıkın Çıkmazı'nı satıyordu
Frodo'nun satmamış olduğu mobilyaları ve eşyaları taşıyan
ağzına kadar dolu iki adet kapalı yük arabası, Brendibadesi Köprüsü üzerinden
Erdiyarı’na, yeni evine doğru yola koyuldu.
"Eh, sonunda yola çıkıyoruz!" dedi Frodo.
Hepsi birer hobbit olduğu ve sessiz olmaya çalıştıkları
için, hobbitlerin duyabileceği bir çıtırtı bile çıkartmıyorlardı.
Kapıdan çıkmak tehlikeli iştir Frodo, derdi (Bilbo). Yola
adımını atarsın ve eğer ayağını sağlam tutmazsan nereye sürükleneceğin belli
olmaz.
Arkamızdaki yoldan gelen bir midilli veya at sesi duyuyorum,
dedi Sam.
Diğer ikisi sola, yoldan çok uzak olmayan bir çukura
koştular çarçabuk. Orada yere kapandılar.
Dönemeçten siyah bir at, bir hobbit midillisi değil, kocaman
bir at çıkageldi; atta, eğerin üzerinde çömelmiş gibi duran, sadece üzengiler
üzerindeki çizmeleri görünecek şekilde kocaman kara bir pelerine sarınmış,
kukuletasını başına çekmiş iri yarı bir adam oturmaktaydı; yüzü gölgede kalıyor
ve seçilmiyordu.
Frodo'nuu üzerine aniden akla sığmaz bir ortaya çıkarılma
korkusu geldi ve Yüzük'ünü düşündü Nefes almaya bile, cesaret edemiyordu, ama
onu cebinden çıkarma arzusu o kadar kuvvetlendi ki yavaş yavaş eli hareket
etti. Yüzük'ü parmağına bir geçirse emniyette olacağını hissediyordu.
Tekrar yola koyulduklarında, ağaçların otlar üzerindeki
gölgeleri uzun ve inceydi.
Nal tıkırtısı durdu. Dikkatle gözleyen Frodo, iki ağaç
arasındaki nispeten aydınlık boşluktan kara bir şeyin geçtiğini ve sonra
durduğunu gördü.
Bir kez daha Yüzük'ü parmağına geçirme arzusu düştü
Frodo'nun içine
Fakat tam o anda, kahkaha ile karışık şarkı sesi gibi sesler
duyuldu. Yıldızları aydınlattığı havada berrak sesler yükselip alçaldı. Kara
gölge doğrularak geriledi. Gölgelerle örtülü atma tırmandı ve yolun karşı
tarafındaki karanlığa karışıp kayboldu.
"Elfler!" diye haykırdı Sam boğuk bir fısıltıyla.
…sonuncu elf tam geçerken döndü, hobbitlere bakarak güldü.
"Selam Frodo!" diye seslendi.
"Ben Gildor'um" diye cevap verdi başkanları, onu
ilk selamlayan elf.
"Bana kendinle alakalı soru sormuyor ve pek bir şey
anlatmıyorsun Frodo," dedi Gildor. "Fakat ben zaten bir kısmını
biliyorum, birazını da çehrenden ve sorularının gerisindeki düşüncelerden
okuyabiliyorum. Shire'dan ayrılıyorsun, lâkin aradığın şeyi bulacağından,
maksadına ereceğinden, hatta geriye dönebileceğinden şüphen var. Öyle değil
mi?"
Ve seni uyarırım, tehlike şimdi hem önünde, hem arkanda, hem
de her iki tarafında.
…bir nasihat istiyorsan, dostluğun hatırı için vereceğim.
Bence hemen, hiç oyalanmadan gitmelisin; eğer sen yola çıkıncaya kadar Gandalf
hâlâ gelmemişse, bir öğüdüm daha var: Tek başına gitme. Güvenilir ve istekli
arkadaşlar al yanına.
“Cesaret hiç beklenmedik yerlerden çıkar," dedi Gildor.
"Ümidini yitirme! Şimdi uyu! Sabah biz gitmiş olacağız…”
Mantarlara Çıkan Kestirme Yol
…onların seçtikleri yolun tam ortasından geçiyordu dere. Ne
üzerinden atlayabilirlerdi, ne de ıslanmadan, üstleri baları çizilmeden ve
çamurlanmadan içinden geçebilirlerdi. Ne yapacaklarını düşünerek durdular.
"Bak!" dedi Frodo'nun koluna yapışarak. Hepsi
birden baktılar ve ta yukarıdaki düzlüğün kenarında, göğe karşı bir atın
durmakta olduğunu gördüler. Yanında da eğilmiş kara bir şekil vardı.
…birkaç mil daha devam ettiler.
Rüzgârın estiği yönden upuzun bir haykırış geliyordu, melûn
ve yalnız bir yaratığın çığlığı gibi bir haykırış.
"Bu tarlaları ve bu kapıyı tanıyorum ben!" dedi.
"Burası Karıkboyu; bizim Çiftçi Tırtıl'ın arazisi.
Bay Tırtıl: Bugün bir tuhaf dolaplar dönüyor. Tamam,
buralarda garip tiplerin dolandığı görülmemiş şey değil.
Kısa bir süre sonra on dört kişi yemeğe oturmuşlardı.
Yemekten sonra çiftçi ile oğulları bir fenerle çıkıp yük
arabasını hazırladılar.
Bir iki metre önlerinde, koyu renk pelerinli bir silueti
belli belirsiz görür gibiydiler.
"Bay Merry!" diye haykırdı çiftçi.
Suç Ortakları Ortaya Çıkıyor
Düz, bakımlı ve kenarlarına beyaza boyalı taşlar dizilmiş
olan Şat yoluna girdiler.
Merry şatı uzun bir sırıkla ağır ağır iterek karşı kıyıya
doğru hareket ettirdi.
Diğer tarafta su kıyısı dikti ve karşı iskeleden yukarı
doğru kıvrıla kıvrıla tırmanan bir yol vardı. Orada lambalar göz kırpıyordu.
Geride Er Tepesi yükseliyordu
Sonunda sık fundalardan oluşan bir çitte açılmış dar bir
kapıya geldiler.
Frodo kapıyı çaldı, Tombiş Toluk açtı. Dostça bir ışık aktı
dışarıya.
Eh!" dedi Frodo sonunda, sanki bir karara varmış gibi
yerinde doğrulup dimdik oturarak. "Daha fazla gizleyemem. Hepinize
söylemem gereken bir şey var. Fakat nasıl başlayacağımı bir türlü
bilemiyorum."
Pippin. "Senin gitmen gerekiyor - o yüzden bizim de
gitmemiz gerekiyor. Merry ile ben seninle geliyoruz.
Frodo: Yarın ilk iş Yaşlı Ormana dalıyorum.
Yaşlı Orman
Orman tuhaf bir yerdir.
…ağaçlar yabancılardan hoşlanmaz. Seni gözlerler.
Bir süre için de olsa Orman'ın çatısının üzerine
tırmanacakları fikriyle mest olarak, yeniden aceleyle ilerlemeye başladılar.
Bir iki saat içinde yönlerini iyice şaşırmışlardı
Hava hobbitlere çok sıcak gelmeye başladı.
Frodo'ya da uyku bastırıverdi.
"Biliyor musun Sam," dedi sonunda, "o korkunç
ağaç beni itti! Bunu hissettim. O büyük kök döndü ve beni suyun içine
ittiriverdi!"
"Herhalde rüya görüyordun Bay Frodo," dedi Sam.
"Uykuluyken öyle yerlere oturmamalısın."
Biri bir şarkı söylüyordu
Ben Tom Bombadil'im.
"Arkadaşlarım söğüt ağacının içine hapsoldu," diye
bağırdı Frodo nefes nefese.
Tom Bombadil'in evi karşılarında, bir yukarı, bir aşağı
derken tepenin tam dibinde idi.
Tom Bombadil'in Evinde
"Girin aziz konuklar!" dedi kadın ve konuştuğunu
duyunca az önce şarkı söyleyen o berrak sesin onun sesi olduğunu anladılar.
…kimdir bu Tom Bombadil?
O, ormanın, suyun ve tepenin Efendi'sidir.
"Siz kimsiniz Efendim?"
"Hı, ne?" dedi Tom…
Tom o kadar çok şey biliyor ve o kadar kurnazca sorular
soruyordu ki, Frodo bir anda Bilbo hakkında, kendi umutlan ve korkulan
hakkında, şimdiye dek Gandalfa bile anlatmadığı kadar çok şeyi Tom'a anlatır buldu
kendini.
Bana şu kıymetli Yüzük'ü göster!
Frodo kendi yaptığına kendi de hayret ederek cebindeki
zinciri çekti, Yüzük'ü çözdüğü gibi Tom'a uzattı.
Yüzük'ü havaya fırlattı - ve Yüzük şimşek gibi bir
parıltıyla yok oldu.
Höyük Yaylalarında Sis
Tom Bombadil'in evi, vadi ve Orman gözden kayboldu.
Sis duvarlardan yuvarlanıp çıkarak boyların aştı ve
tırmandıkça eğilerek bir çatı halini aldı: Orta direği dikili taş olan, sisten
bir salonun içine hapsolmuşlardı.
Frodo / Arkasına dönüp baktığında tek başına olduğunu gördü:
Diğerleri onu izlememişlerdi.
"Neredesiniz?" diye bağırdı perişan bir halde.
Hiç cevap yoktu.
Titreyerek başım kaldırdığında, uzun boylu karanlık bir
şeklin yıldızların önünde bir gölge gibi yükseldiğini gördü. Gölge, üzerine
eğilmişti. Adeta çok uzaklardan gelen bir ışıkla parlayan, ama çok soğuk bir
çift göz görür gibi oldu. Sonra demirden daha güçlü ve daha soğuk bir el onu
kavradı. Bu buz gibi temas kemiklerine kadar işledi ve bilincini kaybetti.
Macerasının sonuna geldiği kanısındaydı, korkunç bir sona…
Döndü ve o soğuk parıltıda Sam, Pippin ve Merry'nin yanında
yatmakta olduklarını gördü. Sırtüstüydüler, yüzleri ölü gibi renksizdi ve
beyazlar içindeydiler.
Tom'un onlara öğrettiği tekerlemeyi hatırladı.
"Gel dostum Frodo!" dedi Tom. "Gel, tertemiz
çimenin üzerine çıkalım! Onları taşımama yardım etmen gerekecek."
Birlikte Merry'yi, Pippin'i ve Sam'i taşıdılar.
Her bir hobbit için (…) birer kama seçti.
…bu kamaların uzun yıllar önce Batıil İnsanları tarafından
dövülmüş olduğunu anlattı: Karanlıklar Efendisi'nin düşmanıydı bu insanlar, ama
Angmar Ülkesi'ndeki Carn Dûm'un melun kralı tarafından yenilgiye
uğratılmışlardı.
"Artık onları hatırlayan çok az kişi var," diye
mırıldandı Tom, "yine de kimisi hâlâ etrafta dolanıyor, unutulmuş
kralların oğulları yalnızlıkta yürüyüp tedbirsiz ahaliyi kötü şeylerden
koruyor."
Sonunda yola koyuldular
Dört mil kadar sonra Yol'da kapılan batıya bakan bir köye
varacaksınız
Orada Sıçrayan Midilli adında eski bir han göreceksiniz.
Geceyi orada geçirip sabah yola koyulabilirsiniz.
Sıçrayan Midilli Hanında
Bree, boş arazilerin ortasında kalmış bir ada gibi küçük bir
meskûn bölge olan Bree Eli'nin en önemli köyüydü.
Bree'nin gerisindeki yaban topraklarda esrarengiz gezginler
vardı. Bree'liler bunlara Kolcu diyor ve nereden geldikleri hakkında hiçbir şey
bilmiyorlardı. Bunlar Bree İnsanları'ndan daha uzun boylu, daha esmerdi; duyma
ve görme konusunda garip güçlere sahip olduklarına ve hayvanlarla kuşların
dilinden anladıklarına inanılıyordu.
Kapının üzerine beyaz harflerle Sıçrayan Midilli, Arpadam
Kaymakpürüzü yazılmıştı.
Birdenbire Frodo, duvar kenarında gölgede oturmakta olan
tuhaf, yıpranmış görünüşlü bir adamın da hobbitlerin konuşmalarını dikkatle
dinlemekte olduğunu fark etti. Adamın önünde kapaklı büyük bir içki maşrapası
vardı ve garip bir tarzda oyulmuş uzun saplı bir pipo içiyordu.
Bu kim?
Gezginlerden biri o - biz onlara Kolcu deriz. Çok az
konuşur…
…buralarda Yolgezer denir ona.
"Bana Yolgezer derler," dedi alçak bir sesle.
"Sizinle karşılaştığıma çok memnun oldum Efendi...”
"Ee?" dedi Yolgezer, Frodo tekrar ortaya çıkınca.
"Neden yaptın bunu? Arkadaşlarının söyleyebilecekleri en kötü şeyden de
beterdi bu. Başını belaya soktun! Yoksa parmağını mı demeliydim?"
"Ne demek istediğini anlayamadım," dedi Frodo hem
bozulup hem telaşlanarak.
"Bal gibi anladın," diye cevapladı Yolgezer;
"ama şu şamata yatışıncaya kadar beklesek iyi olur. Soma, müsaadenizle Bay
Baggins, sizinle bir çift laf konuşmak isterim."
Yolgezer
Ben sizden ayrılmak isteyinceye kadar, beni de yanınıza
alacaksın.
İsmi Frodo Baggins olan bir hobbit arıyordum. Onu hemen
bulmam gerekiyordu. Öğrendiğime göre, nasıl demeli, beni ve arkadaşlarımı
ilgilendiren bir sırrı Shire'dan dışarı götürüyormuş.
Tam o anda kapı vuruldu. Bay Kaymakpürüzü, elinde mumlarla
çıkageldi,
(Gandalf) bana bir mektup verdi.
"Bu kara adamlar," dedi hancı sesini alçaltarak.
"Onlar da Baggins'i arıyorlar ve eğer iyi niyetle arıyorlarsa ben de
hobbit olayım.
"Mordor'dan geliyorlar," dedi Yolgezer alçak bir
sesle.
"Ee?" dedi Yolgezer. "O mektubu ne zaman
açacaksın?"
SIÇRAYAN MİDİLLİ, BREE. Yılortası Günü, Shire Yılı, 1418.
Altın olan her şey parlamaz,
Her gezgin yitirmemiştir yolunu,
Gücü olan yaşlı kolay kolay solmaz,
Derindeki kök atlatır donu.
Küllerden bir ateş dirilecek,
Bir ışık fırlayacak gölgelerden,
Kırılan kılıç yenilenecek,
Şimdi taçsız olan, kral olacak yeniden.
…tipin değil işin güzel olsun yeter
"Ben Arathorn oğlu Aragorn'um ve canım pahasına sizi
korumaya çalışacağım."
Altın olan her şey parlamaz, her gezgin yitirmemiştir
yolunu.
"Kara Süvariler!" diye haykırdı Frodo.
Karanlıkta Bir Bıçak
Kara Süvariler (…) Artık evin boş, Yüzük'ün de gitmiş
olduğunu biliyorlardı. Kapıdan bekçileri yararak geçip Shire'dan ayrıldılar.
Yolgezer fikrini değiştirerek, Bree'den çıkarken ana yoldan
gitmeye karar verdi.
Yolgezer'in söylemiş olduğu gibi, tepede kısmen dağılmış
kısmen de yılların otlarıyla örtülmüş eski taşlardan örülme geniş bir çember
buldular.
Bir süre tepenin güney kenarında sessizce durdular.
Geriye, batıya -evine- doğru uzanan nefret verici Yol'a
dikti gözlerini. Aniden, batıya doğru gelmekte olan iki kara noktanın yol
üzerinde hareket ettiğini fark etti; bir daha baktı, başka üç kara noktanın da
ağır ağır ötekilere doğru ilerlemekte olduğunu gördü.
"Evet," dedi daha keskin gözleriyle şüpheye yer
bırakmayacak kadar açık gören Yolgezer. "Düşman burada!"
Süvariler / Işık dünyasın bizim gibi göremezler, fakat bizim
şekillerimiz zihinlerinde bir gölge bırakır ve ancak öğlen güneşi bozabilir
bunu; karanlıkta ise bize meçhul olan birçok işaret ve şekli algılayabilirler:
En çok o zaman korkmak gerekir onlardan. Ve her zaman için canlılardaki kanın
kokusunu alır, hem arzular hem de nefret ederler. Görme ve koklamadan başka
duyular da var, tabii. Biz onların varlığını hissedebiliyoruz - daha buraya
gelir gelmez, onlar henüz görmeden içimiz daralmıştı; onlar bizim varlığımızı
daha da şiddetle hisseder. Ayrıca," diye ekledi, sesi bir fısıltıya
dönüşerek, "Yüzük onları çeker."
Süvariler ateşi pek sevmez ve ateş kullananlardan korkarlar.
Ateş, yabanlıkta bizim dostumuz.
Akşam çöküp de ateş ışıl ışıl göz almaya başlayınca, korkuyu
afallarından uzaklaştırmak için onlara öyküler anlatmaya koyuldu.
"Bize Gil-galad'ı anlat," dedi Merry birdenbire,
"Hayır!" diye sözünü kesti Yolgezer,
"Düşman'ın hizmetkârları bu kadar yakındayken bu öyküyü anlatmak doğru
olmaz bence.
"Size Tinuviel'in öyküsünü anlatacağım," dedi
Yolgezer, "kısaca, çünkü bu sonu bilinmeyen uzun bir öyküdür…”
Beren ölümlü bir insanmış, Luthien'se dünyanın genç olduğu
zamanlarda Orta Dünya'daki Elfler'in Kralı olan Thingol'un kızı; Luthien bu
dünyanın tüm evlatları arasında gelmiş geçmiş en güzel kızmış.
O vakitler Mordor'daki Sauron'un da efendisi olan Büyük
Düşman, Kuzey'deki Angband'da yaşıyormuş
Batı Elfleri Orta Dünya'ya geri gelip, Düşman'm çaldığı
Silmarilleri geri almak için ona savaş açmışlar
Beren Dehşet Dağları'nı aşıp Neldoreth ormanlarında gizli
Thingol Krallığı'na ulaşmış. Orada, büyülü nehir Esgalduin'in yanında ormandaki
açıklık bir alanda şarkı söyleyip dans etmekte olan Luthien'i görmüş; ona
Tinuviel adım takmış, bu kadim lisanda Bülbül demektir.
Tinuviel Beren'i Sauron'un zindanlarından kurtarmış
…üç Silmaril'in birini, Luthien'in başlık parası olarak
babası Thingol'e vermek için almışlar. Lâkin son anda Beren, Angband'ın kapılarından
gelen Kurt'a yenik düşmüş ve Tinuviel'in kollarında can vermiş. Fakat Tinuviel
de ölümlü olmayı, dünya üzerinde ölüp gitmeyi seçmiş ki onun peşinden
gidebilsin; onların Ayıran Denizler'in gerisinde tekrar bir araya geldikleri
söylenir şarkılarda
Tam başlarını kaldırırken de, tepenin başında, yükselmekte
olan ayın parıltısında küçük ve kara bir şey gördüler.
…bir şeyin yamacı tırmandığım hissettim.
"Yüzlerinizi dışa verip ateşin yakınında durun!"
diye bağırdı Yolgezer. "Uzun odunlardan birkaçını elinizde hazır
bulundurun!"
Orada, yamaçta üç ya da dört tane uzun boylu kara şekil
duruyor, tepeden onlara bakıyordu. O kadar karaydılar ki, arkalarındaki derin
gölge içindeki kara deliklere benziyorlardı. Frodo zehirli bir nefes gibi cılız
bir tıslama sesi duydu sanki ve içine işleyen ince bir ürperti hissetti. Sonra
şekiller yavaş yavaş yaklaşmaya başladı.
Yüzük'ü parmağına takma dürtüsü dehşeti de bastırmaktaydı.
Sadece Yüzük'ü çıkartıp parmağına takması gerektiğini
hissediyordu, o kadar. Konuşamıyordu.
…nihayet zinciri yavaş yavaş çekip çıkarttı ve Yüzük'ü sol
elinin işaret parmağına geçirdi.
Her şey eskisi gibi bulanık ve karanlık kaldığı halde,
siluetler aniden korkunç bir biçimde belirginleşiverdi. Kara örtülerinin altını
görebiliyordu. Uzun boylu beş siluet vardı: İkisi oyuğun kıyısında duruyor, üçü
yakmıyordu. Beyaz yüzlerinde keskin ve acımasız gözleri yanmaktaydı;
pelerinlerinin altında uzun gri cübbeleri, beyaz saçları üzerinde gümüş
miğferleri, pençe gibi ellerinde çelikten kılıçları vardı. Gözleri Frodo'yu
bulup içine işledi, hızla üstüne yürüdüler.
Üçüncüsü diğerlerinden daha uzun boyluydu: Saçları uzun ve
parlaktı ve miğferinde bir taç vardı. Bir elinde uzun bir kılıç, diğerinde de
bir bıçak tutuyordu; hem bıçak, hem de bıçağı tutan eli soluk bir ışıkla
parlamaktaydı. Atıldı ve Frodo'ya hamle etti.
…sol omuzunda zehirli buzdan bir okun batması gibi bir acı
hissetti. Gözü kararırken, sanki girdaplı bir sisin içinden, Yolgezer'in iki
elinde alevli birer odunla karanlıktan sıçrayıp geldiğini gördü belli belirsiz.
Son bir gayretle elindeki kılıcı bıraktı, Yüzük'ü parmağından çıkartarak sağ
elinin içinde sıkı sıkı tuttu Frodo.
199
Nehir Geçidine Kaçış
…kamayı kuvvetlenen ışığa doğru tutunca, hepsi hayret içinde
bakakaldı; çünkü kama adeta eriyip duman gibi havaya karıştı
…Yol'u aceleyle geçiyorlardı ki, uzaktan gelen iki çığlık
sesi duydular: Biri haykıran, öbürü de cevap veren iki soğuk ses.
Dört gün geçti, ne arazi, ne manzara değişti, sadece
arkalarında Fırtınatepesi yavaş yavaş batıyor, önlerinde uzaktaki dağlar biraz
daha yaklaşarak büyüyorlardı.
"Aynkvadi'ye çok gittin mi?" dedi Frodo.
"Gittim," dedi Yolgezer. Bir zamanlar orada
yaşardım…
"Troller burada dedi Pippin
Bunlar on üç cüce ile bir hobbiti nasıl pişirecekleri
konusunda tartışırken Gandalfa yakalanan o üç trol olmalı.
"Bu Glorfindel, Elrond'un evinde yaşar," dedi
Yolgezer.
"Elbereth ve Güzel Luthien adına," dedi Frodo son
bir gayretle kılıcım kaldırarak, "ne beni ne de Yüzük'ü ele
geçiremeyeceksiniz!"
Tam o anda bir gürleme ve taşma sesi duyuldu: Kayaları önüne
katmış sürükleyen gürültülü suların sesi. Frodo altında uzanan nehrin
kabardığını, nehir boyunca sorguçlu süvariler misali dalgaların gelmekte
olduğunu gördü hayal meyal.
İkinci Kitap
Nice Buluşmalar
Frodo uyandığında kendini bir yatakta yatar buldu.
Elrond'un evindesin ve saat sabahın onu…
Sen yeterince iyileşince hemen Divan'ı toplayacağız.
Sen kaçmaya başlar başlamaz Süvariler doğru sana yöneldiler.
Artık atlarının rehberliğine ihtiyaçları yoktu: Onların dünyasının eşiğinde
olduğun için onlara görünür olmuştun. Aynı zamanda Yüzük de onları çekiyordu.
Elrond'un evinin büyük salonu baştanbaşa doluydu
…burada bakmaya kıyılamayacak güzellikte bir hanım
oturuyordu.
Elrond'un km Arwen'di bu,
Elrond'un Divanı
Elrond Frodo'yu yanındaki bir sandalyeye çağırdı:
İşte dostlarım, hobbit Drogo oğlu Frodo.
Gloin'in yanında daha genç bir cüce vardı: Oğlu Gimli.
Kuzey Kuyutorman Elfleri'nin kralı olan babası Thranduil'den
ulak gelen Legolas. Diğerlerinin biraz uzağında da, zarif ve soylu bir yüze
sahip, kara saçlı, gri gözlü, gururlu ve sert bakışlı, uzun boylu bir adam
oturmuştu.
Bu Boromir, Güney'den bir insan," dedi Elrond
Elrond berrak sesiyle Sauron'u ve Kudret Yüzüklerini, bu
yüzüklerin ta dünyanın İkinci Çağ'ında nasıl yapılmış olduğunu anlatmaya
başladı…
"Yüzüğü çıkar ortaya Frodo!" dedi Gandalf
...bir gece, Ulu Kartallar'ın en hızlısı olan Yelefendisi
Gwaihir beklenmedik bir zamanda Orthanc'a çıkageldi ve beni zirvede buldu.
Onunla konuştum, daha Saruman'ın ruhu bile duymadan beni uzaklara taşıdı.
Bilbo: Bilbo başlattı bu işleri; ya başladığı işi bitirsin,
ya da kendini bitmiş bilsin.
Gandalf: Lâkin artık sen de biliyorsun ki başlatma lafı
kimseye mal edilemeyecek kadar büyük bir iddia ve her kahraman büyük eylemlerde
sadece küçük bir rol oynar.
Frodo: "Ben Yüzük'ü götürürüm," dedi, "ama
yolu bilmiyorum."
Elrond: siz bir yol bulamazsanız kimse bulamaz.
Yüzük Güneye Gidiyor
Bir süre daha hobbitler geride kalan yolculuk ve önlerindeki
tehlikeler hakkında konuşmaya ve düşünmeye devam ettiler
Yüzük'ün Yoldaşları da Dokuz olacak
Sen ve sadık hizmetkârının yanında Gandalf da gelecek
Elfler adına Legolas gelecek; cüceler adına da Gloin oğlu
Gimli.
İnsanlar adına Arathorn oğlu Aragorn yanında olacak
Boromir de Grup içinde olacak.
Artık Dokuzlar'ın sayısı tamam.
Elendil'in Kılıcı elf demirciler tarafından yeniden dövüldü
ve kılıcın üzerine hilal şeklindeki ay ile ışıyan güneş arasına yerleştirilmiş
yedi yıldız nişanı çizilip etrafına bir sürü rün yazıldı; çünkü Arathorn oğlu
Aragorn, Mordor'un ordularına karşı savaşa gidiyordu.
Aragorn kılıca yeni bir isim takarak ona Anduril, yani
Batı'nın Alevi, dedi.
Büyük bir hızla uçan kuş sürüleri…
"Yine kuşlar!" dedi Aragorn aşağısını işaret
ederek.
"Artık çaremiz yok," dedi Gandalf. "İster iyi
olsunlar ister kötü, ister bizimle hiç alakalan olmasın, biz bir an önce
aşağıya inmek zorundayız.
Karanlıkta Yolculuk
Ta baştan, bu yolculuğu ilk tasarlamaya başladığımdan beri,
bu yolu denememiz gerektiğini düşünüyordum. Fakat hoş bir yol değildir
Sözünü ettiğim yol Moria Madenleri’ne gidiyor,
"İşte Moria Duvarları," dedi Gandalf, suyun
ötesini işaret ederek. "Kapı da bir zamanlar şuradaydı
Duvara doğru yürüdü. Tam ağaçlann gölgeleri arasında kalan
pürüzsüz bir bölgeyi seçip, anlaşılmaz sözler mırıldanarak ellerini buranın
üzerinde şöyle bir gezdirdi. Sonra geri çekildi. "Bakın!" dedi.
"Şimdi bir şey görebiliyor musunuz?"
"Bu Durin'in arması!" diye bağırdı Gimli.
"Bu da Yüksek Elfler'in Ağacı ! " dedi Legolas.
"Ve Feanor Hanedam'nm Yıldızı," dedi Gandalf.
Moria Hükümdarı Durin’in Kapıları. Deyiver, dost, öyle gir,
diyor
"Eğer dostsan parolayı söyle, kapılar açılır, sen de
içeri girersin."
…soğuk bir rüzgâr esiyor ve kapılar sımsıkı kapalı
duruyordu.
(Boromir) Bu uğursuz gölden nasıl nefret ediyorum!"
Eğilip koca bir taş aldı, karanlık suyun açıklarına fırlattı hışımla.
"Neden yaptın bunu Boromir?" dedi Frodo. "Ben
de bu yerden nefret ediyorum ve korkuyorum. Korktuğumun ne olduğunu da
bilemiyorum: Kurtlardan değil, kapıların arkasındaki karanlıktan da değil,
başka bir şeyden. Gölden korkuyorum. Gölü uyandırma!"
"Buldum!" diye bağırdı.
Asasını alarak kayanın önünde durdu ve berrak bir sesle
konuştu: Mellon!
Frodo bir şeyin ayak bileğini kavradığını hissetti ve
bağırarak yere düştü.
Diğerleri telaşla geri bakınca, sanki bir suya yılan gölün
güney ucundan o yana doğru yüzüyormuş gibi suların kaynaşmaya başladığını
gördüler.
"Kapıya! Merdivenlerden yukarı! Çabuk!" diye
bağırdı Gandalf
Boğum boğum bir sürü kol her iki yandan kapılan kavradı ve
korkunç bir güçle savurarak çekti. Kapılar çatırdayan bir yankıyla çarparak
kapandı, göz gözü görmez oldu.
Bıçak yarası Ayrıkvadi'de iyileştirilmişti ama, geriye bir
takım izler kalmıştı gene de. Görünmeyen şeyler konusunda duyuları daha keskin
ve daha uyanıktı artık. Kısa bir sürede farkına vardığı şeylerden biri de,
karanlıkta belki bir tek Gandalf hariç tüm arkadaşlarından daha iyi
görebildiğiydi.
Gandalf ilk ciddi engeliyle karşılaştı. Önünde üç ayrı
geçide bağlanan geniş ve karanlık bir açıklık vardı: "Burayı hiç mi hiç
hatırlamıyorum!" dedi Gandalf
Ayağının dibinde, bir kuyunun ağzına benzeyen büyük yuvarlak
bir delik gördüler. Kenarlarındaki kırık ve paslı zincirler kara deliğin içine
doğru iniyordu.
Pippin garip bir şekilde kuyunun cazibesine kapılmış gibiydi.
Ani bir dürtüyle elini uzatıp yerden bir taş buldu ve kuyuya
bırakıverdi.
"Neydi o?" diye bağırdı Gandalf.
"Took ahmağı!" diye homurdandı. "Bu ciddi bir
yolculuk, bir hobbit eğlenti yürüyüşü değil.
Birkaç dakika başka bir şey duyulmadı; fakat sonra derinliklerden
belli belirsiz vuruşlar yükseldi
Moria Gümüşü dünyada bir tek burada çıkardı: Kimileri
hasgümüş der ona, Elfçesi mithril'dir. Cücelerin de takmış olduğu bir isim var
ama kimseye söylemezler. Altından on kez daha değerliydi mithril, şimdi ise paha
biçilemez; çünkü toprak üzerinde çok az kaldı,
"Bir mezara benziyor," diye mırıldandı Frodo
FUNDİN OĞLU BALİN
MORİA HÜKÜMDARI
"O halde ölmüş," dedi Frodo. "Ben de bundan
korkuyordum." Gimli kukuletasıyla yüzünü örttü.
Khazad-Dûm Köprüsü
Yüzük Grubu, Balin'in mezarı başında sessizce dikilmişti.
Kayıtlar Odası
Daha Gandalf sözünü ancak bitirmişti ki, büyük bir ses
duyuldu: Adeta çok aşağıdaki derinlerden gümbürdeyerek gelen ve ayaklarının
altındaki taşı titreten bir Bum sesi. Hepsi korkuyla kapıya doğru fırladılar.
Sanki devasa eller bizzat Moria'nın mağaralarım muazzam bir davula çevirmiş de
vuruyor gibi, dum, dum diye tekrar gümbürdedi ortalık.
"Geliyorlar!" diye haykırdı Legolas.
"Haydi!" diye bağırdı Gandalf. "Artık bu son
şansımız. Var gücünüzle kaçın!"
"Dediğimi yapın!" dedi Gandalf şiddetle.
"Kılıçlar artık burada bir işe yaramaz. Gidin!"
Aniden merdivenlerin tepesinde beyaz bir ışık parladı söndü.
Sonra boğuk bir gurultu ile ağır bir gümleme duyuldu.
Frodo aniden önünde kara bir uçurum gördü. Salonun sonunda
zemin yok oluyor ve bilinmeyen bir derinliğe dalıyordu. Dış kapıya ulaşmak
için, ne bir kenar taşı ne de parmaklığı olan ve elli ayak uzunluğunda tek bir
yay çizerek uçurumu aşan dar bir taş köprüden geçmek gerekliydi.
…elfi dehşete düşüren şey troller değildi. Ork safları
açılmış, orklar sanki kendileri de korkmuşlar gibi iki yana toplanmıştı.
Arkalarından bir şey yaklaşmaktaydı. Ne olduğu görülmüyordu: Tam ortasında
insan biçimli ama insandan daha büyük kara bir siluet olan koca bir gölge gibiydi;
sanki bu gölgede ondan önce gidip yolunu açan bir güç, bir dehşet vardı.
…kara bir duman havaya yayıldı. Dalgalanan yelesi tutuşarak
arkasından alev saçtı. Sağ elinde sivri bir ateş diline benzeyen bir kılıç
vardı; sol elinde ise çok uçlu kösele bir kırbaç tutuyordu.
"Bir balrog," diye mırıldandı Gandalf.
Balrog köprüye vardı. Gandalf köprünün tam ortasındaydı, sol
elindeki asasına dayanıyordu fakat diğer elinde Glamdring beyaz ve soğuk soğuk
parlamaktaydı. Düşman tam karşısına gelince tekrar durdu ve etrafındaki gölge
iki engin kanat gibi açıldı. Kırbacı havaya kaldırdı, kösele şeritler
sızlanarak şakladı. Burun deliklerinden ateşler çıktı. Fakat Gandalf hiç
istifini bozmadı.
"Geçemezsin," dedi. Orklar taş gibi duruyor,
etrafta çıt çıkmıyordu. "Ben Gizli Ateş'in bir hizmetkarıyım, Arnor'un
alevini kullananım. Geçemezsin. Kara ateş seni kurtaramaz, Udûn'un alevi.
Gölge'ye geri dön! Geçemezsin."
Gandalf asasını kaldırdı, bir haykırışla köprünün kendi
önüne denk gelen kısmına vurdu. Asa paramparça olup elinden düştü. Gözleri kör
eden beyaz alevden bir perde yükseldi. Köprü çatırdadı. Tam balrogun ayağının
dibinden kırıldı,
Balrog korkunç bir çığlıkla boşluğa düştü, gölgesi aşağı
doğru dalarak gözden kayboldu. Fakat daha düşerken kırbacım savurmayı başarmıştı;
kösele şeritler büyücünün dizlerini kavradı ve onu da kenara doğru sürükledi.
Büyücü sendeleyerek devrildi, taşa tutunmaya çalıştı ama dipsiz çukura doğru
kaymaktan kurtulamadı. "Kaçın aptallar!" diye bağırdı ve gözden
kayboldu.
Arkalarına baktılar. Dağın gölgesi altında kara kara
esniyordu Kapılar. Toprağın çok altında, belli belirsiz yavaşlamış davul sesi
gümbürdüyordu: dum. İnce, kara bir duman sızdı dışarı. Başka görünen bir şey
yoktu
Lothlorien
"Lothlorien!" diye haykırdı Legolas.
"Lothlorien! Altın Orman'ın çatısı altına vardık…
"Kim bunlar, ne diyorlar?" diye sordu Merry.
"Elfler," dedi Sam.
"Cüce mi!" dedi Haldir. "Bu iyi değil.
Karanlık Günler'den bu yana cücelerle hiç irtibatımız olmadı. Yurdumuza
girmeleri yasaktır. Onun geçmesine izin veremem."
Eğer Aragorn ile Legolas ona mukayyet ve kefil olurlarsa,
geçebilir; fakat Lothlorien'den gözleri bağlı olarak geçmesi gerekiyor.
"Haydi!" dedi Aragorn. "Eğer ben hâlâ bu
Grup'un lideri sayılıyorsam, benim sözümü dinleyin. Bu şekilde mimlenmek cüceye
ağır geliyor. Hepimiz gözlerimizi bağlatacağız, Legolas dahil. Gerçi bu
yolculuğu yavaşlatacak ve sıkıcı bir hale sokacak ama, en iyisi bu."
Artık bize dostça gözlerle bakınız! Bakıp da mutlu olunuz,
çünkü Durin Günleri'nden beri Lorien Naith'ini gören ilk cüce sizsiniz!
Açık bir alanda duruyorlardı.
Tümseğin üzerinde iç içe çifte taç gibi yetişmiş ağaçlardan
oluşan iki çember yükselmekteydi
Burada solmayan çimenler üzerinde kış çiçekleri hiç durmadan
açarlar
Güzel bir anıya dalıp gitmişti: Frodo baktı ve onun vaktiyle
burada yaşanmış başka bir zamanı görmekte olduğunu anladı.
Aragorn: Yeryüzünde elf diyarının kalbi burası," dedi,
"ve eğer seninle benim hâlâ aşmamız gereken o karanlık yolların gerisinde
bir ışık yoksa, benim kalbim de hep burada kalacak…
Galadriel'in Aynası
Birçok yoldan geçip nice merdiven çıkarak sonunda yükseklere
ulaştılar ve karşılarında geniş bir çimenliğin ortasında ışıldayan bir çeşme
buldular.
Ağacın gövdesinin hemen dibinde, üstü canlı dallarla
taçlanmış yan yana iki koltukta Celeborn ile Galadriel oturuyordu.
Çok uzun boyluydular, Hanım da Bey kadar uzundu; vakur ve
güzeldiler. Tamamıyla beyaza bürünmüşlerdi; Hanım'ın saçı derin bir altın
rengindeydi
"Maceranız bizce bilinmekte," dedi Galadriel
Frodo'ya bakarak. "Lâkin burada daha açık olarak bahsetmeyeceğiz bundan.
Maceranız bir bıçağın sırtındadır. Biraz yoldan çıkarsanız,
yenilip herkesin mahvına sebep olursunuz. Yine de Grup gayesine sadık olduğu
sürece ümit olacaktır.
Çukurun dibinde, dallanmış budaklanmış bir ağaç gibi
yontulmuş olan alçak bir kaide üzerinde gümüşten bir tas, yanında da gümüş bir
ibrik duruyordu. Galadriel tası derenin suyuyla ağzına kadar doldurup üzerine
üfledi, su tekrar durulduğunda konuştu nihayet. "İşte Galadriel'in
Aynası," dedi.
"Lâkin geliniz, bakıp nasibinizdekini göreceksiniz.
Suya dokunmayın!"
Ayna ne yapmak gerektiği konusunda tehlikeli bir rehberdir.
Ayna, sanki görüntü dünyasında bir delik açılmış da Frodo
boşluğa bakıyormuş gibi tamamen karardı. Kara çukurda, yavaş yavaş büyüyerek neredeyse
tüm Ayna'yı kaplayan tek bir Göz belirdi.
Ayna sanki ısınmaya başlamıştı, sudan buhar lüleleri
yükseliyordu. Frodo öne doğru kaymaktaydı. "Sakın suya dokunmayın!"
dedi Galadriel Hanım yavaşça.
Elflerin ülkelerine ve eserlerine olan sevgileri, Deniz'in
derinliklerinden bile derindir; hasretleri ölümsüzdür ve hiçbir zaman tam
olarak teskin olmaz.
Frodo. "Eğer isterseniz Tek Yüzük'ü size veririm.
"Galadriel Hanım irfan sahibi olabilir," dedi,
"yine de burada, nezaket konusunda kendi dengine rast geldi. İlk
karşılaşmamızda gönlünüzü sınamamın öcünü çok kibarca aldınız. Keskin bir gözle
görüyorsunuz artık.
Elini kaldırdı; takmakta olduğu yüzükten sadece onu
aydınlatıp, geri kalan her şeyi karanlıkta bırakan büyük bir ışık çaktı.
Frodo'nun önünde, artık ölçülemeyecek derecede uzun boylu, dayanılmayacak kadar
güzel, korkunç ve tapılacak biri gibi duruyordu.
Lorien'e Veda
Kayıklar yolculuğunuzu bir süre daha az zahmetli kılabilir.
Yine de size akıl veremezler
"Ya bir cüce, elflerden nasıl bir armağan ister?"
dedi Galadriel Gimli’ye dönerek.
"Hiç, ama belki... belki talep etmeme, yok, adını
söylememe izin verilirse, nasıl yıldızlar madenlerdeki kıymetli taşlardan daha
üstünse, dünyanın tüm altınlarından öylesine daha üstün tek bir tel saçınız
olabilir bu. Böyle bir armağan talep etmiyorum. Fakat arzumu söylememi siz
buyurmuştunuz."
O zaman Hanım uzun örgülerinden birini açarak, üç tel altın
saçını kesti ve bunları Gimli'nin avucuna bıraktı. "Armağanın yanında şu
sözleri de veriyorum," dedi. "Kehanette bulunmuyorum, çünkü artık
bütün kehanetler beyhude: Bir tarafta karanlık uzanıyor, diğer tarafta ise
sadece umut. Lâkin eğer umut yenilmez ise, o zaman size şunu söylüyorum Gloin
oğlu Gimli, elleriniz altınla dolup taşacak, yine de altın sizin üzerinizde
hüküm süremeyecek.
Ulu Nehir
Bir tıslama daha ve suya düşen bir şeyin şapırtısı duyuldu
ve o kütük sureti nehir boyunca geceye doğru hızla ilerledi.
"Gollum," diye cevap verdi Frodo. "Ya da ben
öyle tahmin ediyorum."
Frodo kayığın alt omurgasının bir kayaya sürtündüğünü
hissetti.
Tam o anda yay kirişinden çıkan sesler duyuldu: Üzerlerinden
birkaç ok ıslık çalarak geçti, bazıları aralarına düştü.
Var güçleriyle kürek çekmeye devam ettiler.
Elfler için dünya döner ama hem çok hızlı, hem de çok yavaş
döner. Hızlıdır, çünkü bütün öbür şeyler yanlarından çabucak geçip giderken
kendileri çok az değişirler: Bu keder verir onlara. Yavaştır, çünkü kaçıp giden
yılları saymazlar, kendileri için saymazlar. Geçen mevsimler uzun, çok uzun bir
nehirde durmadan tekrarlanan dalgacıklardır. Yine de güneş altındaki her şey
nihayetinde bir sona doğru yıpranır.
"İşte Argonath; Kralların Sütunları!" diye bağırdı
Aragorn. "Birazdan onları geçeceğiz…”
Hâlâ büyük bir güç ve heybet taşıyordu çok önceleri yok
olmuş krallığın bu sessiz bekçileri.
Kardeşlik Dağılıyor
Burası Parth Galen çimenliği
"Bu gece burada dinleneceğiz," dedi Aragorn.
Aragorn bütün grubu topladı. "Sonunda zamanı geldi
çattı," dedi: "uzun zamandır ertelediğimiz karar günü. Bu ana kadar
kardeşlik içerisinde yolculuk yapmış Grup'umuz şimdi ne olacak? Boromir ile
birlikte batıya dönüp Gondor savaşlarına mı gideceğiz; doğuya, Korku ve
Gölge'ye mi yöneleceğiz; yoksa kardeşliğimiz dağılıp herkes kendi yoluna mı
gidecek?
"Ah! Yüzük!" dedi Boromir gözleri ışıyarak.
"Yüzük! Bu kadar minicik bir şey için bunca korku ve kuşku çekmemiz garip
bir yazgı değil mi? Minicik bir şey! Üstelik onu Elrond'un evinde bir an için
görebilmiştim sadece. Yeniden bir bakamaz mıyım?"
Yüzük'ü bana ödünç ver!"
"Hayır, hayır!" diye bağırdı Frodo.
Tam Boromir tekrar üzerine atlarken titreyerek zincirindeki
Yüzük'ü çıkarttı, hemencecik parmağına geçirdi.
"Neler dedim ben?" diye bağırdı. "Ne yaptım?
Frodo, Frodo!" diye seslendi. "Geri gel! Bir cinnete düşmüştüm, ama
artık geçti. Geri gel!"
"Artık yapmam gerekeni yapacağım," dedi. "En
azından şu belli: Yüzük'ün şerri daha şimdiden Grup'u bile etkilemeye başladı;
daha fazla zarar vermeden Yüzük onlardan ayrılmalı. Tek başıma gideceğim…”
Aragom. "Boromir! Bu zararda ne parmağın var
bilmiyorum, ama şimdi yardım et bana! O iki genç hobbitin peşinden git;
Frodo'yu bulamasan bile en azından onları koru bari…”
"Geliyorum Bay Frodo! Geliyorum!" diye bağırdı Sam
ve uzaklaşmaya başlayan kayığa doğru bir hamle yaparak kendini nehrin
kıyısından atıverdi. Kulaç boyuyla kayığı kaçırmıştı. Bir çığlık attı, koca bir
şapırtıyla yüzüstü hızla akan suda buldu kendini.
…yetişip Sam'i saçlarından yakaladı Frodo.
”Böylece bütün planım bozulmuş oldu!” dedi Frodo.
"Senden kurtulmaya çalışmanın yaran yok. Ama memnun oldum Sam. Ne kadar
memnun olduğumu anlatamam. Haydi gel! Belli ki birlikte gitmemiz yazılıymış.
Biz gidiyoruz, dilerim diğerleri de güvenli bir yol bulsun!..”
İKİ KULE
Üçüncü Kitap
Boromir'in Ayrılışı
"Boromir'in borusu!" diye haykırdı Aragorn.
Boromir'i buldu. Sırtını ulu bir ağaca dayamış, sanki
dinleniyormuş gibi oturuyordu. Fakat Aragorn onun bir sürü kara tüylü okla
deşilmiş olduğunu gördü; kılıcı hâlâ elindeydi ama kabzasına yakın bir yerden
kırılmıştı; ikiye yarılmış borusu yanı başındaydı. Etrafında ve ayaklarının
dibinde bir yığın ork ölmüş yatıyordu.
Nihayet ağzından ağır ağır birkaç söz döküldü.
"Frodo'dan yüzüğü almaya çalıştım," dedi. "Çok üzgünüm. Cezamı
çektim."
"Elveda Aragorn! Minas Tirith'e git ve halkımı kurtar!
Ben yenik düştüm." “Hayır!" dedi Aragorn, elini tutup alnından
öperken. "Sen kazandın! Pek az insan böyle bir zafer kazanmıştır. Huzur
içinde ol! Minas Tirith düşmeyecek!"
"Boromir öldü,” dedi Aragorn. "Ben yara almadım
çünkü onun yanında değildim. Ben uzakta tepedeyken, o hobbitleri korurken
öldü."
"O halde bizim seçimimiz," dedi Gimli, "ya
kalan kayığı alp Frodo'yu izlemek, ya da yayan olarak orkların peşine düşmek
olacak. Her iki yönde de pek az umut var…”
…hâlâ gücümüz varken yol arkadaşlarımızı yüzüstü
bırakamayız. Gelin! Gidelim artık.
Rohan Süvarileri
…orklar mümkün olduğunca hızlı ilerlemişlerdi.
“Kızıl bir tan vakti var. Ormanın kıyısında garip şeyler
bekliyor bizi…”
"Kuzey'den ne haberler var, Rohan Süvarileri?"
Atlılar inanılmaz bir hızla ve ustalıkla küheylanlarına
hakim olarak döndüler ve etraflarını sardılar.
…benim adım Eomund oğlu Eomer
"Sakalınla, makalınla kelleni uçururdum Cüce Efendi,
eğer yerden biraz daha yüksekte olsaydı," dedi Eorner.
"O tek başına değil," dedi Legolas gözden hızlı
hareket eden ellerle yayına bir ok yerleştirip gererek. "Eliniz daha
inemeden düşer kalırsınız."
"Ben sadece Yurt Hükümdan, Thengel oğlu Kral Theoden'e
hizmet ederim," diye cevapladı Eomer.
"Ben Arathorn oğlu Aragorn; bana Gondor'lu Elendil'in
oğlu İsildur'un varisi Dunadan ve Elf Taşı Elessar derler. İşte Kırılan ve
yeniden dövülen Kılıç! Bana yardım mı edeceksiniz, engel mi olacaksınız? Çabuk
seçin!"
Arkadaşlarımızı kaçıran bir ork ordusunu izlediğimizi
duydunuz. Bize neler söyleyebilirsiniz?"
"Artık onları izlemeniz gerekmediğini," dedi Eomer.
"Orklar yok edildi."
"Ya arkadaşlarımız?"
"Orklardan başkasını bulamadık."
Yurtlu İnsanlar yalan demezler, o yüzden kolay kolay da
kanmazlar.
"Yolgezer çok zayıf bir ad Arathorn oğlu," dedi.
"Ben sana Kanatayak adını takıyorum. Üç dostun maceralarını anlatan
türküler saraylarda okunmalı. Dördüncü gün sona ermeden, kırk ve beş fersah
saymışsınız tek tek! Elendil'in soyu zorluymuş!”
Koyu gri, iri bir at getirdiler Aragorn'a; Aragorn ata
bindi. "Külteri'dir adı," dedi Eomer. "Umarım seni iyi ve eski
sahibi Garulftan daha iyi bir kadere taşır!"
Fangorn yaşlıdır, elflerin ömürlerine göre bile yaşlı.
Nöbet için kura çektiler; ilk nöbet Gimli'ye düştü.
Diğerleri uzandı. Derhal uykunun etkisi altına girdiler
Ağaç hışırdadı. Başka hiçbir ses yoktu.
Aniden Gimli başım kaldırıp baktı; tam ateş aydınlığının
kıyısında, bir asaya yaslanmış, koca bir pelerine sarınmış, iki büklüm olmuş
yaşlı bir adam duruyordu; geniş siperlikli şapkası gözlerinin üzerine
eğilmişti.
Aragorn ile Legolas da oturarak baktılar.
…ama yaşlı adam gitmişti bile.
Atlar gitmişti.
"bence o Saruman'dı. Başka kim olabilir ki?”
Uruk-Hai
Pippin karanlık ve tedirgin bir rüyaya dalmıştı
Merry yatıyordu. Etraflarında kimi oturmuş, kimi ayakta
büyük bir ork grubu vardı.
Pippin'in ağrıyan başında yavaş yavaş anılar uyanmaya
başladı:
Merry birçoğunun kolunu ve elini kestiği halde orkların
amacı sadece onları yakalamaktı.
Sonra Boromir ağaçlar arasından fırlayıp gelmişti.
Hatırladığı son şey Boromir'in bir ağaca yaslanarak vücuduna
saplanan bir oku çıkarttığıydı; sonra aniden her yer kararmıştı.
…
Ormanın kıyısı çok yakındaydı, belki de altı yüz metre
kadar, ama artık daha ileri gidemiyorlardı. Atlılar etraflarını çevirmişlerdi.
…
Hobbitler dönerek ormanın gölgesine dalıp kaçtılar.
Ağaçsakal
Omuzlarına kocaman, yamru yumru boğumlu birer el kondu;
kibarca fakat direnemeden döndürüldüler; sonra kocaman iki kol onları havaya
kaldırdı.
Kendilerini olabilecek en olağandışı yüze bakarken buldular.
ben bir Ent'im
Bazılarına nazaran ismim Fangorn'dur; diğerleri bunu
Ağaçsakal yapmışlar. Ağaçsakal münasip olacaktır.
Hobbitler, Hobbitköy'den ayrılışlarından itibaren gelişen
öykülerini ona anlatmaya başladılar.
Ağaçsakal Gandalf hakkındaki her şeyle özellikle
ilgileniyordu; en çok da Saruman'ın yaptıklarım merak ediyordu.
Artık onun kara bir hain olduğu aşikâr oldu.
Bu günlerde İsengard'dan sürekli duman yükseliyor.
Ağaçsakal ani bir silkinmeyle yatağından kalkıp dikildi ve
elini masaya güm diye vurdu.
"Buna bir nihayet vereceğim!" diye gümbürdedi.
"Madem bu topraklarda bu kadar uzun süredir
yaşamışsınız, neden bu kadar azsınız?" diye sordu Pippin. "Çok mu
ölen oldu?"
"Yo, hayır!" dedi Ağaçsakal.
Lâkin hiçbir zaman çok kalabalık olmadık ve hiç çoğalmadık.
Hiç entçik –sizin tabirinizle çocuk- olmadı çok uzun yıllar boyunca. Gördüğünüz
gibi, enthanımları kaybettik."
"Ne acıklı!" dedi Pippin. "Nasıl oldu da
hepsi öldü?"
"Ölmediler!" dedi Ağaçsakal. "Öldüler demedim
ki. Kaybettik, dedim. Onları kaybettik ve artık bulamıyoruz." İç geçirdi.
"Dünya henüz taze, ormanlar engin ve vahşi iken entler
ile enthanımlar -o zamanlar onlar da entkızlardı…
Entler sevgilerini dünyada rast geldikleri şeylere verdiler;
enthanımların fikirleri başka yerlerdeydi…
Biz trollerden daha kuvvetliyiz. Biz toprağın kemiklerinden
yaratıldık. Biz taşlan ağaçların kökleriyle parçalayabiliriz; hem de çok çabuk,
eğer aklımıza koymuşsak çok çok çabuk! Eğer bizi baltayla devirmezlerse, ateş
veya büyücülük rüzgarıyla tahrip etmezlerse İsengard'ı un ufak edip,
duvarlarını moloza çeviririz.
"Elbette dostlarım," dedi yavaş yavaş, "kendi
nihayetimize gidiyor olmamız da muhtemeldir: Enderin son resmi geçidi.
Fangorn'un ağaçlan uyanmış, orman ayaklanmış, dağlan
tepeleri aşıp savaşa gidiyor olabilir miydi? Acaba uyku ve gölgeler onu
aldatmış olabilir mi diye gözlerini ovuşturdu; ama kocaman kurşuni şekiller
durmadan ilerliyordu.
Ak Süvari
…üç avcı Fangorn ormanına daldı. Legolas ile Gimli, iz sürme
işini Aragorn'a bırakmışlardı.
…işte yaşlı adam.
Kaba bir asaya dayanmış, yorgun argın yürüyen yaşlı bir
dilenciye benziyordu.
Sonunda yaşlı adam sessizliği bozdu. "Ne hoş bir
tesadüf dostlarım," dedi yumuşak bir sesle. "Sizinle konuşmak
istiyorum. Siz mi aşağı ineceksiniz, ben mi yukarı geleyim?" Cevabı
beklemeden yukarı tırmanmaya başladı.
"Şimdi!" dedi Gimli. "Durdur onu
Legolas!"
"Yayını bırak Efendi Elf!"
Ok ile yay Legolas'ın elinden düştü ve kolları iki yanında
sallandı.
Sanırım iki genç hobbitin ayak izlerini takip ediyorsunuz.
Asasını kaldırdı ve Gimli'nin baltası elinden kurtulup
tıngırdayarak yere düştü. Aragom'un kıpırtısız elinde sımsıkı duran kılıcı ani
bir alevle parladı. Legolas bir çığlık atarak okunu havaya fırlattı: Ok,
şimşekten bir alev içinde kayboldu.
"Mithrandir!" diye bağırdı Legolas.
"Mithrandir!"
"Gandalf," diye tekrarladı yaşlı adam, sanki uzun
zamandır kullanılmamış bir sözü hafızasından bulup çıkarır gibi. "Evet,
isim buydu. Ben Gandalf idim."
Ben ateşten ve derin sulardan geçtim ayrıldığımızdan beri.
Bildiğimi zannettiğim şeylerin çoğunu unuttum ve unuttuğum şeylerin çoğunu yeniden
öğrendim. Uzakta olan birçok şeyi görebiliyorum ama yakında olan birçok şeyi
göremiyorum. Bana kendinizden söz edin!
Bizim onu tahtından indirip, yerine kimseyi geçirmek
istemediğimiz onun aklına hiç gelmeyen bir düşünce. Yüzük'ün kendisini yok etmeye
çalışıyor olduğumuz onun en karanlık düşlerine bile girmemiştir daha. Bu da
bizim şansımız, bizim umutlarımızı arttıran bir şey, göreceksiniz.
Ağaçsakal, Fangom'dur, ormanın bekçisi; entlerin en yaşlısı,
güneşin altında Orta Dünya'da yaşayan en yaşlı canlıdır.
"Gel, Arathorn oğlu Aragorn!"
Senin bir sonraki yolculuğun verdiğin söz ile damgalanmış.
Edoras'a gidip Theoden'i konağında araman gerek.
"Evet, hep birlikte seni izleyeceğiz," dedi
Legolas. "Ama önce, sana Moria'da ne olduğunu öğrenmek içimi rahatlatacak,
Gandalf. Bize anlatmayacak mısın? Nasıl kurtulduğunu dostlarına anlatmak için
olsun biraz oyalanamaz mısın?"
"Onun adını anma!" dedi Gandalf, bir an için
yüzünden bir ıstırap bulutu geçer gibi oldu ve ölüm kadar yaşlı, sessizce
oturdu. "Uzun süre düştüm," dedi sonunda yavaş yavaş, sanki geçmişi
güçlükle hatırlıyabiliyormuş gibi. "Uzun süre düştüm, o da benimle düştü.
Ateşi etrafımdaydı. Yanmıştım. Sonra derin bir suya daldık, her yer karanlıktı.
Ölümün gelgiti kadar soğuktu: Neredeyse yüreğimi dondurdu."
"Sonunda oraya vardım, taşın en uç kaynağına. O hâlâ
benimleydi. Ateşi sönmüştü ama artık balçık gibi bir şey, insanı boğarak
öldüren yılanlardan daha güçlü bir şey olmuştu.
"Zamanın hesabının tutulmadığı yerde, yaşayan toprağın
çok altında dövüştük. Durmadan kenetlendi bana ve durmadan biçtim onu, sonunda
karanlık tünellere kaçıncaya kadar. O tüneller Durin'in halkı tarafından
yaratılmamışlardı Gloin oğlu Gimli. Cücelerin en derin mağaralarının çok çok
altında, dünya isimsiz şeyler tarafından kemirilir. Sauron bile bilmez bunları.
Ondan da yaşlıdırlar. Ben orada yürüdüm ama günün ışığım karartmak için onların
haberlerini verecek değilim. O çaresizlik anında düşmanım tek çarem idi, onu
izledim, peşini bırakmadım. Böylece beni Khazad-dûm'un gizli yollarına getirdi:
hepsini çok iyi biliyordu. Durmadan yukarıya çıktık, ta ki Sonsuz Merdiven'e
varıncaya kadar."
Buradan dışarı fırladı ve ben tam arkasından giderken
yepyeni bir alevle parladı.
Etrafımızda koca bir duman yükseldi, buhar. Buz, yağmur gibi
düşüyordu. Düşmanımı aşağıya attım; bu yüksek yerden düşerken dağın bir yanına
çarptı ve ölürken düştüğü yeri de parçaladı. Sonra beni karanlık aldı;
düşünceden ve zamandan ayrıldım ve anlatmayacağım uzak yollarda dolandım.
"Çıplak olarak yollandım geriye - kısa bir süre için,
görevim tamamlanıncaya kadar. Ve dağın tepesinde çıplak olarak yattım. Arkadaki
kule un ufak oldu, pencere de yok olmuştu; harap olan merdiven yanmış ve
kırılmış taşlarla boğuldu. Tek başımaydım, unutulmuştum dünyanın sert boynuzu üzerinde,
kaçacak bir yerim olmaksızın yatıyordum. Orada, yıldızlar üzerimden dönüp
geçerken yukarı bakarak yattım; her günüm yeryüzündeki bir ömre denkti.
Sonunda Yelhükümdarı Gwaihir tekrar buldu beni; alıp
götürdü.
Beni Lothlorien'e taşı!
'Bu zaten seni bulmam için beni yollayan Galadriel Hanım'ın
emriydi,' diye cevap verdi.
Böylece Caras Galadhon'a gittim
Altın Konak'ın Kralı
Rohirrim, yani At Beyleri uyumaz, uzaktan öyle görünse bile.
Silahlarınızı çekmeyin, kaba bir söz sarfetmeyin, bunu hepinize öğütlerim; ta
ki Theoden'in tahtının önüne gelinceye kadar.
Nerede şimdi at, nerede süvari? Nerede çalan borular?
Nerede zırh ve miğfer, nerede uçuşan saçlar?
Nerede harpın teline dokunan el, nerede yanan kızıl ateş?
Nerede bahar, nerede hasat, nerede uzayıp giden başaklar?
Gelip geçti hepsi, dağdaki yağmur, kırdaki yel gibi;
Batı'da günler tepelerin gerisindeki gölgeler içinde
kaybolup gitti.
Kim toplayacak şimdi yanan kuru ağacın dumanını?
Kim görecek Deniz'den dönüp gelen, akan yılları?
Aragorn yavaş yavaş kemerini çözdü ve kılıcını kendi
elleriyle diklemesine duvara dayadı. "Onu buraya dayıyorum," dedi;
"ama sana ona dokunmamanı emrediyorum; bir başkasının da ellemesine izin
verme sakın. Bu elf kını içinde, Kırılan ama yeniden yapılan Kılıç durmakta.
İlk kez zamanın derinliklerinde Telchar yapmıştı onu. Elendil'in varislerinden
başka kim Elendil'in kılıcını çekerse ölümünü bulur."
Gözcü geriye çekilerek hayretle Aragorn'a baktı. "Sanki
unutulmuş günlerden bir türkünün kanatlarında çıkıp geldin," dedi.
"Buyurduğun gibi olacak beyim."
Aragorn güldü. "Herkesin bir başkasına vermeye
güvenemeyeceği, sevdiği bir şeyleri vardır. Ama yaşlı bir adamı desteğinden
mahrum mu edeceksiniz? Haydi, geçmemize izin vermeyecek misiniz?"
Tahtının gerisinde beyazlara bürünmüş bir kadın duruyordu.
Ayaklarının dibinde basamaklar üzerinde, soluk bilge yüzlü, ağır kapaklı
gözlere sahip, pörsümüş bir adam oturuyordu.
"Şimdi Thengel oğlu Theoden, bana kulak verecek
misin?" dedi Gandalf.
Kapılarının önüne gelip etrafa bakmam istiyorum. Çok uzun
zamandır gölgelerde oturdun, sapkın masalları, çarpıtılmış fısıltıları
dinledin.
Kapılara vardılar; Gandalf kapıları çaldı.
Yüzü çok zarif, uzun saçlan altından bir nehir gibiydi.
Gümüş kemerli beyaz giysileri içinde ince ve uzundu, ama güçlü görünüyordu,
çelik gibi sertti; kralların kızıydı. Böyle gördü Aragorn ilk kez gün ışığında
Rohan Hatunu Eowyn'i ve onun zarif olduğunu düşündü, zarif ve soğuk; tıpkı
henüz erginliğe ulaşmamış soluk bahar sabahı gibi.
Siyah asa kralın elinden çatırdayarak taşların üzerine
düştü. Uzun süren sıkıcı bir işin üzerine eğilerek çalıştıktan sonra sırtı
tutulmuş biri gibi yavaş yavaş belini doğrulttu kral. Artık uzun boyuyla dimdik
duruyordu; açılmakta olan gökyüzüne bakarken gözleri masmaviydi.
“…Yiğit Boromir'e ne yazık! Gençler yok oluyor, yaşlılar sağ
kalıp kuruyor." Dizlerini buruşuk elleriyle kavradı.
"Parmakların bir kılıç sapım kavrasalardı eski
güçlerini daha iyi hatırlarlardı," dedi Gandalf.
At binebilen herkesin hemen batıya yollanması gerekir,
Eomer'in de size önermiş olduğu gibi: Önce Saruman tehdidini yok etmeliyiz,
henüz vaktimiz varken. Eğer başaramazsak, düşeriz. Eğer başarırsak, o zaman bir
sonraki işle yüzleşeceğiz. Bu arada burada kalan halkınız, kadınlar, çocuklar
ve yaşlılar, dağlardaki barınaklarınıza kaçmalı hemen. Onlar böyle kötü günler
için hazırlanmamış mıydı zaten?
Borular öttü. Atlar gerildi ve kişnedi. Mızraklar, kalkanlar
üzerinde takırdadı. Derken kral elini kaldırdı ve ani bir rüzgarın patlak
vermesi gibi Rohan'ın son ordusu, yıldırım misali Batı'ya doğru sürdü atlarını.
Miğfer Dibi
Eğri büğrü miğferli, yarılmış kalkanlı yorgun bir adam geldi
yanlarına.
Bütün İsengard boşalmış olsa gerek. Saruman vahşi dağlıları
ve nehirlerin gerisindeki Dunland'ın çobanlarını da silahlandırmış; bunları da
üzerimize saldı. Bizden üstün çıktılar. Kalkandan duvar yıkıldı. Batıağıl'dan
Erkenbrand, toplayabildiği kadar adamı Miğfer Dibi'ndeki istihkâmına çekti.
Kalanlar dağıldı.
Theoden. "Bu adama yeni bir at verin! Sürün atlarınızı
Erkenbrand'a yardım etmeye!"
Theoden konuşurken Gandalf atını biraz ileri sürüp tek
başına durarak kuzeyde İsengard'a, batıda kavuşan güneşe doğru bakmıştı. Derken
geri döndü. "Sür atını Theoden!" dedi. "Miğfer Dibi'ne sür
atını! İsen Geçitleri'ne gitme ve ovada oyalanma! Bir süre sizden ayrılmam
gerekecek. Gölgeyele ile ben çok acil bir işe gidiyoruz."
Kaçan adam, düşmanı çift görürmüş
"Şimdi keyfim yerine geldi işte," dedi cüce
taşlara vurarak. "Dağlara yaklaştıkça yüreğim daha da canlanır. Buradaki
taşlar güzel. Bu ülkenin sağlam kemikleri var…”
Saldıran ordular, kayaların ve surun sessiz tehdidi
karşısında durdular.
Eomer ile Aragorn Dip Surları'nda yan yana duruyorlardı.
"Haydi!" dedi Aragorn. "Birlikte kılıçlarımızı
çekme vakti geldi!"
"Guthwine!" diye bağırdı Eomer. "Yurt adına
Guthwine!"
"Anduril!" diye bağırdı Aragorn. "Dunedain
adına Anduril!"
Şafak sökende adamlara Miğfer'in borusunu çalmalarını
buyuracağım ve atımı ileri süreceğim. O zaman benimle sürer misin atını
Arathorn oğlu?
"Atımı seninle sürerim," dedi Aragorn.
Orada, aniden tepenin sırtından bir atlı belirdi; beyazlara
bürünmüştü, doğan güneşte parlıyordu. Daha alçak tepelerde borular çalınıyordu.
Onun gerisinde, yamaçtan aşağıya aceleyle inen bin kadar piyade vardı;
kılıçları da ellerindeydi. Tam ortalarında uzun boylu ve güçlü bir adam
yürüyordu iri adımlarla. Kalkanı kırmızıydı. Vadinin kenarına gelince, büyük
siyah bir boruyu dudaklarına götürdü ve gür bir sesle üfledi.
"Erkenbrand!" diye bağırdı Süvariler.
"Erkenbrand!"
"Ak Süvari'ye bakın!" diye bağırdı Aragorn.
"Gandalf yine geldi!"
İsengard'a Giden Yol
"Gözler var!" dedi. "Dalların gölgelerinden
bakan gözler! Hayatımda hiç öyle gözler görmemiştim."
"Onlar ağaçların çobanları," diye cevapladı
Gandalf.
Orada harika biçimli bir kule duruyordu.
Burası Saruman'ın hisarı Orthanc'dı; Orthanc adı iki anlama
geliyordu (ya kasten, ya da tesadüfen); çünkü orthanc elf dilinde Yılandişi
Dağı, ama eski Yurt dilinde Şeytani Akıl demekti.
Kıyıya Vuran Enkaz
“…senin broşun da burada Pippin," dedi Aragorn.
"Onu sakladım çünkü çok kıymetli bir şeydi."
"Biliyorum," dedi Pippin. "Ondan ayrılmak çok
acıydı; ama başka ne yapabilirdim ki?"
"Başka hiçbir şey yapılamazdı," dedi Aragorn.
"İhtiyaç anında kıymetli bir şeyini atamayan kişi kendini bağlamış olur.
Sen doğrusunu yaptın."
Saruman bütün ordusunu yolladıktan sonra sıra bize geldi.
Ağaçsakal bizi yere indirerek kapılara gitti ve Saruman'ı çağırarak kapılan
yumruklamaya başladı. Surlardan atılan oklardan ve taşlardan başka cevap
gelmedi.
Saruman'ın sesi
Merdivenlerin dibinde Gandalf ile kral atlarından indiler.
"Ben yukarı çıkacağım," dedi Gandalf. "Daha önce Orthanc'a
gelmiştim ve içine atıldığım tehlikenin ne olduğunu biliyorum."
(Saruman) "Siz neler söyleyeceksiniz Theoden Kral?
Benimle ve temelleri uzun yıllara dayanan bilgimin getireceği yardım ile
barışacak mısınız? Kötü günler için kafalarımızı birleştirmeyelim mi; öylesine
iyi niyetle yaralarımızı sarıp, ülkelerimizin ikisini de daha önce hiç olmadığı
kadar yeşertip çiçeklendirmeyelim mi?"
Gandalf: Sana son bir şans daha tanıyorum. Orthanc'ı hür
olarak terk edebilirsin - eğer istersen.
Fakat önce bana Orthanc' ı n Anahtarını ve asanı teslim
etmen gerekir.
"İyi bak, ben senin arkadan vurduğun Boz Gandalf
değilim. Ben, ölümden geri dönen Ak Gandalfım. Senin artık hiç rengin yok; seni
hem nizamımızdan hem de Divan'dan atıyorum."
Elini kaldırdı ve berrak soğuk bir sesle konuştu.
"Saruman, asan kırıldı." Bir çatırtı duyuldu; asa Saruman'ın elinde
parçalara ayrıldı ve asanın başı Gandalfın ayaklarının dibine düştü. "Git!"
dedi Gandalf. Bir çığlıkla Saruman arkaya düştü ve sürünerek uzaklaştı. Tam o
anda yukardan aşağıya ağır, parlak bir şey fırlatıldı.
Bir su birikintisine doğru yuvarlanmaya başlayınca Pippin
topun peşinden koşarak yakaladı.
Ağaçsakal: "Saruman benim müsaadem olmadan kayadan
öteye bir adım bile atamaz. Entler onu gözleyecekler."
Palantir
Pippin. "Tehlikenin yanı sıra birazcık da bilgi
istiyorum. O topa bakmak istiyorum."
"Uyumana bak!" dedi Merry.
Pippin küreyi kaldırdı, aceleyle kendi pelerinine sardı ve
yatağına gitmek için döndü.
Pippin dizlerini kendine doğru çekerek ve topu dizlerinin
arasına koyarak oturdu. Diğerlerinden uzakta bir köşede, açgözlü bir çocuğun
bir tabak yemeğin üzerine eğilişi gibi, kürenin üzerine iyice eğildi.
Pelerinini açarak küreye baktı. Etrafındaki hava hareketsiz ve gergindi. İlk
başlarda küre karanlıktı, kara kehribar kadar kapkara; mehtap üzerinde
parlıyordu. Sonra kürenin tam ortasında soluk bir parlaklık, bir hareket oldu
ve Pippin'in gözlerini aldı, öyle ki artık başka yere bakamıyordu. Kısa bir
süre sonra kürenin bütün içi tutuşmuş gibiydi; ya taş dönüyor ya da içindeki
ışıklar dolanıyordu. Aniden ışıklar gitti. Pippin nefessiz kalarak bir uğraş
verdi; ama topu her iki eliyle de sıkı sıkı kavramış olarak iki büklüm kaldı.
Biraz daha, biraz daha eğilerek daha da yaklaştı topa, sonra dimdik oldu; bir
süre dudaklar sessizce kıpırdadı. Sonra boğuk bir çığlıkla arka üstü düştü ve
kıpırdamadan yattı.
"Demek ki hırsız bu imiş!" dedi Gandalf. Aceleyle
pelerinini yerde duran kürenin üzerine attı. "Ama sen Pippin! İşler ne
kadar üzücü bir hal aldı şimdi!"
Titreme! Eğer Arifler'in işlerine burnunu sokarsan bu tür
şeylere karşı hazırlıklı olman gerekir.
Aragorn: "Bu taş üzerinde hak talep edebilecek tek bir
kişi var. Çünkü belli ki bu Orthanc'ın Palantir’i, Gondor Kralları tarafından
Orthanc'a konmuş Elendil'in hazinesinin bir parçası. Artık zamanım yaklaştı.
Onu alacağım."
Düşman belli ki Taş'm Orthanc'da olduğunu sandı – neden
sanmasın ki? Demek ki hobbit orada tutsaktı, diye düşünüyor; Saruman tarafından
işkence olsun diye taşa bakmaya zorlandı. O karanlık akıl şimdi hobbitin sesi,
yüzü ve beklentisi ile dolacak: Hatasını anlayıncaya kadar epey bir zaman
geçebilir. O zamanı değerlendirmeliyiz.
Ben hemen Peregrin Took'u da alıp önden gideceğim.
"Miğfer Dibi'nde duracağını zannediyordum!" dedi
Pippin. "Nereye gidiyorsun o halde?"
"Savaş denizleri kuşatmadan önce Minas Tirith'e."
Dördüncü Kitap
Smeagol'ün Ehlileştirilmesi
"Eh beyim, kısıldık kaldık besbelli," dedi Sam
Gamgee.
…gün ilerledi ve akşam olurken onlar hâlâ tepenin
sırtlarında debelenip duruyorlardı; aşağıya inen bir yol bulamamışlardı.
"O da ne?" diye fısıldadı. "Şuraya, uçuruma
bak!"
Sam baktı ve dişleri arasından sert bir nefes verdi.
"Ssss!" dedi. "İşte o. Bu o Gollum! Yılanlar ve engerekler
adına!
"Ah, sss! Dikkat kıymetlim! Ne kadar acele o kadar
yavaş. Boynumusu risske atmayalım, atmayalım değil mi kıymetlim? Hayır
kıymetlim - gollum!" Başını tekrar kaldırdı, ay ışığında gözlerini
kırpıştırdı ve çabucak gözlerini kapattı. "Nefret ediyoruss," diye
tısladı. "Piss, piss parlak ışık -sss- bisi gösetliyor kıymetlim -
göslerimisi acıtıyor."
Hepsine hükmedecek Bir Yüzük, hepsini karanlıkta birbirine
bağlayacak.
Yeminini buna bağlar mısın Smeagol? Bu seni bağlar. Ama bu
senden çok daha güvenilmez bir şey. Sözlerini çevirebilir. Dikkat et!"
Gollum sindi. "Kıymetli üserine, Ktymetli
üserine!" diye tekrarladı. "Peki ne için yemin ediyorsun?" diye
sordu Frodo.
"Çok çok iyi olmak için," dedi Gollum.
Bataklıklardan Geçiş
Hobbitler artık tamamıyla Gollum'un elindeydiler.
Güneylerinde uzanan belli başlı tek düz alan olan bataklıkların kuzey
sınırından içeri girmekte olduklarını bilmedikleri gibi bu sisli aydınlıkta
tahmin de edemezlerdi.
"Nedir bunlar Gollum?" dedi bir fısıltı halinde.
"Bu ışıklar? Baksana her yanımızı sardılar. Tuzağa mı düştük? Kim
bunlar?"
Gollum bakmadı. Önünde karanlık bir su uzanıyordu; o da,
yönü konusunda kuşkulu olduğu için bir o yana bir bu yana yerde emekleyip
duruyordu. "Evet, etrafımısı sardılar," diye fısıldadı. "Hileci
ışıklar. Cesetlerin mumları, evet evet. Kulak asmayın onlara! Bakmayın! Takip
etmeyin onları! Bey nerede?"
Sam arkasına bakarak, Frodo'nun yine geride kalmış olduğunu
fark etti.
"Evet evet," dedi Gollum. "Hepsi ölmüş, hepsi
çürümüş. Elfler, insanlar, orklar. Ölü Bataklıklar. Çok usun bir saman önce
büyük bir savaş olmuştu, evet, böyle demişlerdi Smeagol'e o gençken, ben
gençken, Kıymetli daha gelmeden. Çok büyük bir savaşmış. Usun kılıçlı, usun
boylu insanlar, korkunç elfler ve ciyaklayan orklar. Kara Kapılar'ın önündeki
ovada günlerce, aylarca savaşmışlar. Bataklıklar o gün bu gündür büyümüş,
mesarları yutmuş; hep ilerlemiş, hep ilerlemiş."
Mordor'un kapılarına doğru atılan her adımda Frodo
boynundaki zincirde asıl duran Yüzük'ün daha da ağırlaştığını hisseder olmuştu.
Kara Kapı Kapalı
Geçidin ağzında, uçurumdan uçuruma taştan bir sur ördürmüştü
Karanlıklar Efendisi. Bu surun içinde tek bir demirkapı vardı ve surun mazgallı
siperleri üzerinde gözcüler hiç durmadan yürüyüp duruyorlardı.
"Bana Mordor topraklarına gitmem buyuruldu, o yüzden
gideceğim," dedi Frodo. "Eğer tek bir yol varsa, o yolu izleyeceğim.
Ne olacaksa olmalı."
Baharatlar ve Tavşan Yahnisi
…insanların bir zamanlar İthilien adını verdikleri, yükselen
ormanları ve hızlı akan ırmaklarıyla latif bir ülke olan kuzey sınır boylarına
varmış oldular.
"Tavşanla pişirmek mi!" diye cıyakladı Gollum
dehşetle. "Smeagol'ün size ayırdığı güselim etleri bosacaksın, savallı aç
Smeagol! Ne için? Ne için salak hobbit? Genç bunlar, körpe, çok güsel. Ye
onlar, ye!"
Uzun boylu yeşil adam gaddarca güldü. "Ben Faramir'im,
Gondor'un Reisi," dedi. "Fakat bu ülkede hiç yolcu yoktur: Sadece
Kara Kule'nin veya Ak Kule'nin hizmetkârları vardır." "Ama biz ikisi
de değiliz," dedi Frodo.
Harad'ın Mûmakları gerçekten de iri cüsseli hayvanlardı ve
bir benzeri daha Orta Dünya üzerinde görülmemiştir
Sam derin bir nefes aldı. "Füldü bu!" dedi.
Batı’daki Pencere
Faramir'in karşısında Frodo ayakta duruyordu. Durum, garip
bir biçimde bir tutsağın sorgulanmasına benziyordu.
"Bana kendi işime bakıp evime dönmemi, sizi de kendi
halinize bırakmamı söylüyorsun. Geldiğinde her şeyi Boromir anlatacak ha!
Geldiğinde diyorsun! Sen Boromir'in dostu muydun?"
"Geri dön Faramir, Gondor'un yürekli Reisi; vakit varken
şehrini koru ve bırak ben yazgıma gideyim."
Bu Henneth Annûn yani Gurup Penceresi'dir, birçok pınara
sahip bir ülke olan İthilien'deki şelalelerin en zarifi.
"Neler mi ümit ediyoruz?" dedi Faramir. "Bir
şey ümit etmeyeli çok oluyor. Elendil'in kılıcı eğer gerçekten geri geliyorsa,
biraz ümit ateşi tutuşturabilir, ama bunun o kötü günü biraz ertelemekten başka
bir işe yarayabileceğini zannetmiyorum; tabii eğer gerek insanlardan gerekse de
elflerden beklenmedik bir yardım daha gelmezse. Çünkü Düşman fazlalaşıyor ve
biz azalıyoruz. Bizler eksilen bir halkız, baharsız bir güz.
Yasak Havuz
"Yaratık çok sefil ve çok aç," dedi Frodo,
"ve içinde bulunduğu tehlikenin farkında değil. Ayrıca Gandalf, yani sizin
Mithrandir'iniz, bu yüzden ve daha başka bazı nedenlerden ötürü onu
öldürmemenizi söylerdi size. Elflerin bunu yapmasını yasaklamıştı. Tam olarak
neden olduğunu bilmiyorum ve tahmin ettiğimi de burada açık açık söyleyemem.
Fakat bu yaratığın benim görevimle bir çeşit bağı var. Siz bizi bulup
getirinceye kadar rehberim oydu."
"Beyy, beyy!" diye tısladı. "Kötü! Hilekâr!
Hakikatsiss!" Tükürerek, beyaz, güçlü parmaklı uzun kollarını uzattı.
Tam o anda Anborn'un koca kara silueti Gollum'un arkasında
belirerek üzerine indi.
Kavşağa Yolculuk
"İşte yollarımızın en son ayrım noktasına geldik,"
dedi Faramir.
Cirith Ungol'un Merdivenleri
Tayf Beyi / Korkuyla miğferlenmiş ve taçlanmış kara başı bir
o yana, bir bu yana döndü, görünmeyen gözlerle gölgeleri süpürerek. Frodo
bekledi, yaklaşan bir yılanı bekleyen bir kuş gibi hareket dahi edemeden. Ve
beklerken, daha öncekilerden çok daha zorlayıcı bir biçimde Yüzük'ü takma
emrini hissetti.
"Bir tünel olduğunu söylemiştin sanırım," dedi
Sam. "Bir tünel veya içinden geçilip gidilen bir yer yok mu?"
"A, evet, bir tünel var," dedi Gollum. "Fakat
ordan geçmeye çalışmadan dinlenebilir hobbitler. Oradan geçerlerse, neredeyse
tam tepeye varmış olurlar. Hemen hemen, eğer geçerlerse. Ya, öyle!"
Shelob'un İni
"Giriş burası," dedi Gollum yavaşça. "Tünelin
girişi burası." Tünelin ismini söylemedi: Torech Ungol, Shelob'un İni.
İlerledikçe başlarına ya da ellerine bir şeylerin, uzun
dokungaçların veya yukardan sarkan bazı bitkilerin süründüğünü hissettiler: Ne
olduğunu bir türlü bulamıyorlardı. Kötü koku arttıkça artıyordu.
"Etrafta Gollum'dan çok daha kötü bir şey var. Bizi
seyreden bir şey olduğunu hissediyorum." Ancak birkaç metre gitmişlerdi ki
arkalarından bir ses geldi; bu ağır, yutucu sessizlikte şaşırtıcı ve korkunçtu:
Bir fokurtu, bir gargara sesi ve uzun kin dolu bir tıslama.
Bütün diğer ışıklar söndüğünde bir ışık! Ve şimdi gerçekten
de ancak ışık bize yardımcı olabilir.
Orada asırlar boyudur sürdürüyordu hayatını Shelob denilen
örümcek suretindeki kötü dişi; tıpkı bir zamanlar Batı'da, artık Deniz'in
altında kalmış olan Elf Yurdu'nda yaşadığı, tıpkı yıllar önce Luthien'e,
köknarlar arasındaki yeşil çimenlere varan Beren'in Doriath'taki Dehşet
Dağları'nda savaşmış olduğu haliyle. Shelob yok olmaktan kurtulup buraya nasıl
gelmişti, hiçbir hikâyede yoktur, çünkü Karanlık Yıllar'dan çok az hikâye
erişebildi bugüne. Ama işte yine de, Sauron'dan ve Barad-dûr'un ilk taşından
bile önce orada olan Shelob, yine oradaydı
"Arkana bak!" diye bağırdı. "Dikkat beyim!
Ben..." ama aniden haykırışı boğuldu.
Gollum kendisi bile o kadar çabuk ve o kadar hiddetle
dönemezdi. Sam'in ağzındaki eli kaydı; Sam yeniden, ensesindeki elden de
kurtulmak için başım eğerek ileriye bir hamle yaptı.
Efendi Samwise'ın Seçimi
Sam koşarken Frodo'nun bağlarla bağlanmış, bileğinden
omuzuna kadar sarılıp sarmalanmış olduğunu, canavarın da onu kocaman on
bacaklarıyla yarı kaldırıp, yarı sürükleyerek götürmeye hazırlandığını gördü.
Shelob'un eğilmiş başındaki göz kümesine kılıcı sapladı.
Büyük bir göz karardı.
Hiç böyle şiddetli bir ıstırap duymamıştı Shelob, duyabileceğini
de hayal bile etmemişti bütün o kötülükle dolu hayatı boyunca.
"O halde alalım O'nu bakalım! "
Eğildi. Son derece kibarca Frodo'nun boynundaki klipsi açtı,
elini tüniğinin içine soktu; soma diğer eliyle başını kaldırarak soğuk alnını
öptü, yavaşça zinciri başının üzerinden geçirdi.
Sam sonunda Frodo'nun gerçekten ölmüş olduğuna ve
Macerası'nı yarıda bıraktığına kanaat getirdi.
"Hoşça kal beyim, canım!" diye mırıldandı.
Ork grubunun başı önündeki Yarma'da belirdi. Sonra Sam
Yüzük'ü taktı.
Frodo'nun cesedini almışlardı. Gidiyorlardı.
KRALIN DÖNÜŞÜ
Beşinci Kitap
Minas Tirith
Minas Tirith âdetlerine göre şehir, her biri dağa oyulmuş ve
etrafı, ortasında bir kapısı olan surlarla çevrilmiş yedi satıh üzerine inşa
edilmişti.
Pippin, Gandalf’ın arkasından aceleyle giderken ağaca bir
göz attı. Çok hüzünlü görünüyor, diye düşündü…
"Selam olsun Minas Tirith'in Hükümdarı ve Vekilharcı,
Ecthelion oğlu Denethor! Bu karanlık saatte nasihatler ve haberlerle
geldim."
İleri görüşlü bir adam. Eğer iradesini o yöne yöneltirse,
birinin, hatta uzakta yaşayan birinin bile aklından neler geçtiğini
algılayabilir.
Karanlık başladı. Artık şafak olmayacak.
Gri Bölüğün Geçişi
Aragorn bir süre Dunedain ile birlikte sürdü atını;
Kuzey'den ve Güney'den gelen haberler hakkında konuşurken Elrohir şöyle dedi
ona:
"Sana babamın sözlerini getirdim: Günler kısaldı. Eğer
acelen var ise Ölülerin Yolu'nu hatırla."
Aragorn: "Orthanc Taşı'na baktım dostlarım."
"Acı bir mücadeleydi; yorgunluğu da zor geçiyor. Ona
hiçbir söz söylemedim ve sonunda taşı zorla kendi irademe çevirebildim. Bu bile
ona dayanılmaz gelecektir. Ve beni gördü. Evet Efendi Gimli, beni gördü; ama
sizin beni burada gördüğünüzden başka bir biçimde. Eğer bunun ona bir faydası
olacaksa o zaman kötü bir şey yaptım demektir. Lâkin öyle olduğunu
zannetmiyorum. Yaşadığımı ve yeryüzünde yürüyor olduğumu bilmek onun gönlünü
yakan bir şeydi bence; çünkü o ana kadar bunu bilmiyordu. Orthanc'daki gözler
Theoden'in kalkanını delip geçemiyordu; fakat Sauron İsildur'u ve Elendil'in
kılıcını unutmamıştı. Ve şimdi onun bu büyük planını gerçekleştirmesinin
arifesinde İsildur'un ve Kılıç'ın varisi ortaya çıkıyor; çünkü ona yeniden
dövülmüş kılıcı gösterdim. Henüz hiçbir şeyden korkmayacak kadar yüce bir
kudrete sahip değil; hayır, şüphe durmadan kemiriyor onu."
Toprakların üzerinde uzun bir gölge var,
batıya uzatmış karanlık kanatlarını.
Kule sarsılıyor; kıyamet yaklaşıyor
kralların mezarlarına. Ölüler uyanıyor;
Yeminlerini bozanların saati geldi:
Erech Taşı'nda duracaklar yeniden
ve duyacaklar tepelerde yankılanan boru sesini.
Kimin borusu? Kim çağıracak onları
gri alacakaranlıktan? Unutulmuş insanlarını?
Bağlılık yemini ettikleri kişinin varisi,
Zaruret karşısında, gelecek Kuzey'den:
Kapı'dan geçerek girecek Ölülerin Yolu'na.
"Erech Taşı'na! Ölülerin Yolu'nu arıyorum. Benimle
gelen gelsin!"
Legolas ile Gimli hiç cevap vermeden ayağa kalkarak salondan
çıkan Aragorn'u izlediler.
Dimholt'a vardıklarında, üzerlerine bir korku çöktü. Burada
siyah ağaçların Legolas'ın dahi uzun süre dayanamadığı loşluğu altında dağın
köklerine açılan bir delik buldular; tam yollarının üzerinde kıyametin parmağı
gibi duruyordu.
…dağ mağaralarındaki gibi zifiri bir karanlıkta, sonunda
Erech Tepesi'ne vardılar.
Dünyaya ait değilmiş gibi duruyordu taş, kimilerinin
inandığı üzre, gökten düşmüş gibi; fakat Batılılar'ın irfanlarını hatırlayanlar
hâlâ bunun Numenor harabesinden getirildiğini ve buraya geldiği zaman İsildur
tarafından bırakıldığını söylüyordu.
Aragorn attan inip Taş'ın yanında durdu ve yüksek sesle haykırdı:
"Yeminlerini bozanlar, neden geldiniz?"
Ve gecenin içinden ona cevap veren bir ses duyuldu, sanki
çok uzaktan gelirmiş gibi:
"Yeminimizi yerine getirip huzur bulmak için."
Bunun üzerine Aragorn şöyle dedi: "Sonunda zamanı geldi
çattı. Şimdi Anduin üzerindeki Pelargir'e gidiyorum ve siz de benim peşimden
geleceksiniz. Ve ne zaman ki bütün bu topraklar Sauron'un hizmetkârlarından
temizlenecek o zaman yeminin yerine gelmiş olduğunu kabul edeceğim; o zaman
huzur bulup sonsuza kadar ayrılabilirsiniz. Çünkü ben İsildur'un Gondor'a
bıraktığı varis Elessar'ım."
Rohan'ın Toplanışı
"Üzgünsün kızım," dedi Theoden. "Ne oldu?
Söyle bana, o yolla ilgili bir şey dedi mi?" Dwimorberg tarafına doğru
giden karanlık taş dizisini işaret etti. "Ölülerin Yolu'ndan mı gitti?"
"Evet beyim," dedi Eowyn.
"Gondor'dan bir ulak. Bir an önce huzurunuza gelmeyi
diliyor."
"Bırakın gelsin!" dedi Theoden.
"Selam olsun Rohirrim Hükümdarı, Gondor'un dostu!"
dedi. "Hirgon'um ben, Denethor'un ulağı, size savaşın bu alametini
getirdim. Gondor büyük bir sıkıntı içinde. Rohirrim sık sık bizi desteklemiştir
fakat şimdi Hükümdar Denethor bütün gücünüzü, tüm hızınızla rica ediyor,
sonunda Gondor tamamen düşmeden önce."
"Kızıl Ok!" dedi Theoden oku tutarak aynı uzun
zamandır beklediği ama geldiğinde insana korku salan bir davetiye almış gibi.
Eli titredi.
Kral Merry'ye döndü. "Ben savaşa gidiyorum Efendi
Meriadoc," dedi.
Sen burada kalacaksın, eğer istersen benim yerime halkı
yönetecek olan Hanım Eowyn'e hizmet edebilirsin."
"Ama, ama beyim," diye kekeledi Merry.
Kimsenin dikkatini çekmeden bir Süvari geldi ve hobbitin
kulağına usulca konuştu.
"İradenin istediği yerde bir yol açılır, deriz
biz," diye fısıldadı
"Sen Yurt Hükümdarı'nın gittiği yere gitmek istiyorsun:
Bunu yüzünden okuyabiliyorum."
"Evet," dedi Merry.
"O halde benimle geleceksin," dedi Süvari.
(Saklımiğfer diye tanıttı kendini)
Gondor Kuşatması
Faramir Pippin'e baktı. "Ama şimdi tuhaf bazı
meselelere geliyoruz," dedi. "Çünkü kuzey efsanelerinden çıkıp Güney
Toprakları'nda dolaşırken gördüğüm ilk buçukluk bu değil."
"Nedir o halde senin irfanın?" dedi Gandalf.
"İnsanın sakınması gereken iki ahmaklık olduğunu
bilecek kadar bir irfana sahibim. Bu şeyi kullanmak tehlikeli. Tam bu saatte
onu, akılsız bir buçukluğun elinde Düşman'ın kendi topraklarına göndermek,
senin ve şu benim oğlumun yaptığı gibi, o da bir delilik."
"Söyle bana," dedi, "bir umut var mı? Frodo
için demek istiyorum; ya da en çok Frodo için."
Gandalf elini Pippin'in başı üzerine koydu. "Hiçbir
zaman daha fazla umut olmamıştı," diye cevap verdi.
Ve kanatlı gölgeler, avları üzerine alçalan Nazgûl,
çığlıklar atarak karanlık gökyüzünden indi.
Böylece Şehir sonunda kuşatılmış, düşmandan bir halkayla
çevrelenmişti. Rammas yıkılmış, Pelennor Düşman'a bırakılmıştı.
Kara Kurnandan üzengisi üzerinde doğrularak, unutulup gitmiş
bir dilde, hem yüreği hem de taşı parçalayacak, güç ve dehşet kelimeleri
söyleyerek korkunç bir sesle bağırdı.
Üç kere bağırdı. Üç kere bumladı koca şahmerdan. Ve aniden
son darbede Gondor'un Cümlekapısı kırıldı.
Sürdü atını içeri Nazgûl Efendisi, daha önce hiçbir düşmanın
geçememiş olduğu kemer altından; yüzünü gören herkes kaçtı.
Biri hariç herkes. Orada, Cümlekapısı'nın önündeki alanda
sessiz ve hareketsiz bekleyen Gandalf, Gölgeyele'nin üzerinde oturuyordu.
Rohirrim'in Gelişi
Pelennor Çayırları Savaşı
Kral, Yüzüktayfı, Nazgûl Efendisi olarak bir sürü silahı
vardı. Cümlekapısı'nı bırakarak gözden yok oldu.
Sonra Theoden onun farkına vardı; saldırısını beklemeden
Karyele'ye seslenerek dosdoğru onu karşılamak için hücum etti.
Karşılaşmalarının gürültüsü muazzam oldu.
Karyele şaha kalktı, boşluğa tekmeler savurup büyük bir
çığlıkla yana düştü: Kara bir ok delip geçmişti onu. Kral atın altında kaldı.
Koca gölge, düşen bir bulut gibi alçaldı.
Alçaldı, alçaldı, sonra parmaklı ağım katlayarak çatlak bir
çığlık attı, Karyele'nin bedeni üzerine kondu, pençelerini batırıp uzun ve
çıplak boynunu uzattı.
Üzerinde bir şekil oturuyordu, siyah pelerinli, kocaman ve
tehditkâr. Çelikten bir taç taşıyordu fakat cübbesiyle, tacın kenarı arasında,
gözlerinin ölümcül pırıltısından başka hiçbir şey görünmüyordu: Nazgûl
Efendisi.
Saklımiğfer: "Yıkıl karşımdan leş kargalarının başı,
iğrenç yaratık! Ölüleri rahat bırak!"
Soğuk bir ses cevap verdi: "Nazgûl ile avının arasına
girme!
Bir kılıç şakırdadı kınından çekilirken. "Ne istersen
onu yap; ama buna engel olacağım eğer elimden gelirse."
"Engel olmak mı? Seni ahmak seni. Hiçbir ölümlü adam
bana engel olamaz!"
"Ama adam değilim ki ben! Karşında bir kadın var!
Eomund'un kızı Eowyn'im ben. Sen benim ile beyim, hısmım arasında duruyorsun.
Yıkıl, eğer ölümsüz değilsen! Yoksa canlı da olsan, kara bir ölmemiş de olsan
biçerim seni, eğer ona dokunursan."
Kara Süvari uzun boyuyla doğruldu, tehdit edercesine, kızın
üzerinde yükseldi. Kulakları zehirin kendisiymişçesine ısıran bir nefret
haykırışıyla topuzunu indirdi. Kızın kalkanı bin parçaya bölündü, kolu da
kırılmıştı; tökezlenip dizleri üzerine düştü.
Merry'nin kılıcı onu arkadan vurmuştu, kara pelerinini
yırtıp zırhlı yeleğinin altına girerek o koca dizinin arkasındaki kirişi
parçalamıştı.
Kız sendeleyerek, bütün çabasıyla ve son gücüyle kılıcını
taç ile pelerin arasına indirdi, o koca omuzlar önünde eğilmişken. Kılıç
kıvılcımlar saçarak paramparça oldu.
…ölüp giden bedensiz, ince ses yutulup yok oldu ve bu
dünyanın o çağında bir daha da hiç duyulmadı...
"Ölüm! Sürün, sürün atlarınızı yıkıma ve dünyanın
sonuna!"
Eomer'in ruhu sertleşmiş ve aklı bir kez daha açılmıştı. O
tarafa gelebilecek bütün adamları sancağı altında toplayabilmek için borular
çaldırdı; çünkü en azından büyük bir duvar oluşturmayı düşünüyordu;
dayanabildiği kadar burada kalıp, düşünceye kadar yerde savaşmayı, Batı'da son
Yurt Kralı'nı hatırlayacak hiçbir adam kalmayacağı halde, Pelennor kırlarında
şarkılara geçecek işler başarmayı düşünüyordu. Böylece yeşil tepeciğe sürerek
atını buraya sancağını dikti ve Ak Atlı sancak rüzgârda çırpınmaya başladı.
Kuşkudan, karanlıktan çıkıp günün doğuşuna
Kılıcımı çekip geldim güneşte şarkı söyleyerek.
Umudun bittiği kalplerin kırıldığı yere sürdüm atımı:
Gazaba, yıkıma ve kızıl bir guruba vardım şimdi!
En öndeki gemide büyük bir bayrak açıldı, gemi Harlond'a
doğru dönerken rüzgâr bu bayrağı gözler önüne serdi. Ak Ağaç çiçek açmıştı
bayrakta, Gondor için; fakat etrafında Yedi Yıldız vardı ve üzerinde bir taç,
yani Elendil'in sayısız yıldır hiçbir hükümdarın kullanmadığı nişanı. Ve
yıldızlar güneş ışığında alev alevdi çünkü Elrond'un kızı Arwen tarafından
değerli taşlarla işlenmişti; taç da sabah ışığında parlak görünüyordu çünkü
mithril ve altından yapılmıştı.
Böyle varmıştı İsildur'un varisi Arathorn oğlu Aragorn
Ölülerin Yolu'ndan Gondor krallığına,
Denethor'u Yakmak İçin Çatılan Odunlar
Pippin: Hükümdar aklım kaybetti, diye düşünüyorum. Korkarım
hem kendini, hem de Faramir'i öldürecek.
Gandalf basamaklardan sıçradı; adamlar onun önünden
kaçışarak gözlerini kapadılar; çünkü onun gelişi, karanlık bir yere giren beyaz
bir ışık gibiydi; üstelik büyük bir öfkeyle geliyordu. Elini kaldırdı ve bu
darbesiyle Denethor'un kılıcı havaya uçup elinden kurtularak arkasına, evin
gölgeleri içine düştü; Denethor, Gandalf’ın önünde hayretlere düşmüş biri gibi
geriledi.
Denethor masaya sıçrayarak orada durdu ve ateş ile duman
etrafında çelenk olurken o, ayaklarının dibinde duran vekilharçlık asasını alıp
dizinde kırdı. Parçalan alevlere atarak eğilip masanın üzerine uzandı ve
Palantir’i her iki eliyle iyice kavrayarak göğsünün üzerine koydu.
Şifa Evleri
Faramir, Eowyn ve Meriadoc Şifa Evleri'ne yatırılmışlardı
Aragorn: “…eskinin yüce lisanında ben Elessar'ım yani
Elftaşı; aynı zamanda da Envinyatar'ım yani Yenileyici": göğsünde duran
yeşil taşı kaldırdı. "Fakat hanedanımın ismi Yolgezer olacak eğer
kurulabilecek olursa. Yüce lisanda bu o kadar kötü durmuyor, Telcontar olacağım
ben ve bedenimin varisleri."
Son Müzakere
Aragorn yüksek sesle Ölü İnsanlar'la konuştu ve şöyle
seslendi:
"'Şimdi İsildur'un Varisi'nin sözlerini dinleyin!
Sözünüzü yerine getirdiniz. Dönün artık ve vadiyi bir daha hiç rahatsız
etmeyin! Ayrılın ve huzur bulun!'
Bunun üzerine Ölülerin Kralı ordunun önüne çıktı, mızrağını
kırarak yere attı. Sonra eğilerek selam verdi ve arkasını döndü; bütün gri ordu
hızla hareket ederek ani bir rüzgârla dağılan gri bir sis gibi yok oldu…
Ümit doğar genellikle, her şey ümitsizleştiğinde.
Gandalf: Size zaferin silahlarla kazanılamayacağını
söyledim. Ben hâlâ bir zafer olacağını ümit ediyorum ama silahlarla değil.
Çünkü tam bu tedbirlerin ortasında ortaya Barad-dûr'un temelini oluşturan ve
Sauron'un bütün ümidi olan Güç Yüzüğü çıkıyor.
Gözü şu anda, hareket eden bütün diğer şeylere karşı kör,
bütün gücüyle bize doğru dönüyor. Yani gözünü bizden ayırmamasını sağlamamız
lazım. Bütün ümidimiz orada.
Zaferi silahlarla kazanamayız ama silahlarla Yüzük
Taşıyıcısı'na tek bir şans tanıyabiliriz, az bir ihtimal de olsa.
Kara Kapı Açılıyor
Komutanlar, atlılardan büyük bir muhafız alayı, sancaklar,
teşrifatçılar ve borazancılarla birlikte Kara Kapı'ya doğru ilerlediler. Baş
teşrifatçı olarak Gandalf vardı; yanında da Elrond'un oğullarıyla Aragorn, Rohan'lı
Eomer ve İmrahil; Legolas, Gimli ve Peregrin'in de gitmeleri emredilmişti,
böylece Mordor'un düşmanlarının hepsinin birer tanığı olacaktı.
Kara Kapı'nın orta kanadı büyük bir takırtıyla sonuna kadar
açıldı,
…içeriden Karanlık Kule'nin bir temsilci heyeti çıktı.
Heyetin başında uzun boylu, kem bir suret kara bir ata
binmiş geliyordu,
…yüzü korkunç bir maske, daha çok canlı bir kellenin
kafatası gibi bir şeydi; gözlerinin çukurlarında ve burun deliklerinde alevler
yanıyordu.
Şöyle dedi: "Ben Sauron'un Ağzıyım.”
…zırh, pelerin ve kılıç. "Bunları arkadaşımızın anısı
olarak alıyoruz," diye bağırdı (Gandalf).
Bir çığlık attı, döndü, küheylanına atladı ve bölüğüyle
birlikte deliler gibi Cirith Gorgor'a geri sürdü atım dört nala.
"Kartallar geliyor! Kartallar geliyor!"
Pippin'in düşüncesi bir an için daha oyalandı.
Ve düşüncesi çok uzaklara kaçıp gitti ve gözleri bir daha
görmedi.
Altıncı Kitap
Cirith Ungol Kulesi
Kulede hır-gür vardı, orklar birbirlerine girmişlerdi
Galadriel'in şişeciğini çıkartarak havaya kaldırdı; çünkü
yapabilecek başka bir şey gelmiyordu aklına. Beyaz ışık hemen yayıldı ve
karanlık kemerin altındaki gölgeler kaçıştı.
"Sende mi?" diye nefesi tıkandı Frodo'nun.
"Burada mı? Sam sen mükemmel birisin!" Sonra çarçabuk ve garip bir
biçimde sesinin tonu değişiverdi.
"Ver onu bana!" diye bağırdı ayağa kalkıp titreyen
elini uzatarak. "Hemen bana ver! Onu sen taşıyamazsın!"
"Tamam Bay Frodo," dedi Sam, oldukça şaşırarak.
"İşte burada!" Yavaş yavaş Yüzük'ü çıkartarak zinciri başından
geçirdi.
"Ah Sam!" diye bağırdı Frodo. "Ben neler
dedim? Ben neler yaptım? Affet beni! Senin bütün yaptıklarından soma üstelik.
Bu Yüzük'ün korkunç güçlerinden biri işte. Keşke hiç, hiç bulunmamış olsaydı.
Ama sen bana kulak asma Sam. Yükü sonuna kadar benim taşımam lazım. Bu
değiştirilemez. Benimle bu yazgının arasına giremezsin."
Gölge Diyarı
…kırk mil ötede, etekleri külden bir enkaz içinde, tüten
başı bulutlarla sarılmış koca konisi tepelere yükselen Hüküm Dağı'm gördüler.
"Keşke çok aceleleri olsa da iki yorgun askeri kendi
hallerinde bırakıp geçseler!" diye düşündü.
Zorla ayağa kalktılar, iki büklüm durarak, ayaklan ağrıyan
askerler gibi sıranın arkasına doğru sürünmeye başladılar.
…yolun öte yanında, görünmeyecekleri bir yerde kendilerini
yere bırakıncaya kadar elleri ve dizleri üzerinde emekleyerek kargaşadan dışarı
çıktı hobbitler.
Hüküm Dağı
Frodo, kolları gevşek bir halde boynunun etrafında,
bacakları kuvvetle kollarının altından kavramış şekilde onun sırtına
yerleşince, Sam sendeleyerek ayağa kalktı…
Ani bir yük bindi Sam'in üzerine ve hâlâ beyinin ellerini
tutmakta olan ellerinin dış yüzlerini parçalayarak yere kapaklandı. O zaman
düşenin ne olduğunu anladı, çünkü yattığı yerden, nefret dolu bir ses işitti
üzerinden.
"Hayırsıs bey!" diye tısladı ses. "Hayırsıs
bey bisi kandırıyor; bisi kandırıyor Smeagol, gollum. O taraftan gitmemeli.
Kıymetli'yi incitmemeli. Onu Smeagol'e ver, evett, bise ver! Onu bise
ver!"
Çılgın bir güçle doğrularak kalktı Sam. Hemen kılıcını
çekti; fakat hiçbir şey yapamazdı. Gollum ile Frodo birbirlerine
kenetlenmişlerdi. Gollum efendisinin üstünü başını parçalıyor, zincire ve
Yüzükle ulaşmaya çalışıyordu.
Işık yine yukarı fırladı: orada, uçurumun kıyısında, tam
Kıyamet Çatlağı'nda duruyordu Frodo, parlaklığa karşı simsiyah, gergin, dik ama
sanki taşa dönmüş gibi.
"Geldim," dedi. "Ama şimdi buraya yapmak için
geldiğim şeyi yapma yolunu seçmiyorum. Bu işi yapmayacağım. Yüzük
benimdir!" Ve aniden yüzüğü parmağına takarak Sam'in gözleri önünden
kaybolup gitti.
Karanlıklar Efendisi aniden onun varlığından haberdar
oluverdi ve Göz'ü bütün gölgeleri parçalayarak ova üzerinden kendi yapmış
olduğu kapıya baktı
Yüzüktayfları; kanatlarının fırtınasıyla güneye, Hüküm
Dağı'na doğru fırladılar.
Sam aniden Gollum'un uzun ellerinin ağzına doğru gittiğini
gördü; beyaz köpek dişleri pırıldadı ve ısırarak çat diye kapandı. Frodo bir
çığlık attı; işte oradaydı, tam uçurumun kenarında yere diz çökmüştü. Fakat
Gollum çıldırmış gibi dans ederek, içinde hâlâ bir parmağın durduğu yüzüğü
havada tutuyordu. Artık Yüzük, sanki canlı ateşte yeni yapılmış gibi
parlıyordu.
"Kıymetli, kıymetli, kıymetli!" diye bağırdı
Gollum. "Kıymetlim! Ah benim Kıymetlim!" Ve bunları söylerken tam
gözlerini kaldırmtı ödülünü zevkle seyrediyordu ki adımını çok ileri attı,
tökezledi, bir an için uçurumun kenarında bir ileri bir geri sallandı ve bir
çığlık atarak düştü. Derinlerden son bir "Kıymetlim!" feryadı
yükseldi, Gollum yok olmuştu.
Dağ sallandı.
Sam Frodo'ya koşarak onu kaldırdı ve kapıya taşıdı.
Kuleler yıkıldı, dağlar kaydı; duvarlar ufalandı ve eridi
yıkılırken; geniş duman girdapları ve fışkıran buharlar, kabaran bir dalga gibi
devrilinceye ve azgın tepesi kıvrılıp toprağa doğru köpürerek dökülünceye kadar
dalgalar halinde yükseldi, yükseldi.
Cormallen Kırları
Yelhükümdarı Gwaihir ve Kuzey Kartalları'nın en büyüğü olan
(…) Landroval çıkagelmişti.
Nazgûl'ün üzerine indiler
Gandalf kollarını kaldırarak bir kez daha berrak bir sesle
bağırdı:
"Dayanın Batı'nın İnsanları! Hüküm saati geldi."
Dağ'ın eteğine yığılmış son alçak kül tepesine vardılar;
fakat buradan hiç kaçış yoktu. Burası artık, pek uzun süre dayanamayacak bir
ada olmuştu,
Yan yana yatıyorlardı; alçaldı, gökleri süpürerek indi
Gwaihir, Landroval ve hızlı Meneldor; bir rüya içinde, başlarına ne geldiğini
anlayamadan, gezginler havaya kaldırılarak karanlıktan ve yangından uzağa
taşındılar.
"Öğlen mi?" dedi Sam hesap etmeye çalışarak.
"Hangi günün öğleni?"
"Yeni Yıl'ın on dördüncü gününün," dedi Gandalf;
"ya da Shire hesabına göre Nisan'ın sekizinci gününün. Fakat Gondor'da
Yeni Yıl artık Mart'ın yirmi beşi, Sauron'un yok olduğu ve sizin ateşlerden
alınıp Kral'a götürüldüğünüz gün kabul edilecek artık. Kral sizi iyileştirdi ve
şimdi de sizi bekliyor.
Onunla birlikte yiyip içeceksiniz. Hazır olduğunuzda sizi
ona götüreceğim."
"Kral'a mı?" dedi Sam. "Ne kralı, kim
o?"
"Gondor Kralı ve Batı Ülkeleri'nin Hükümdarı,"
dedi Gandalf…
Vekilharç İle Kral
"Sözlerini yanlış bellemeyin beyim," dedi Eowyn.
"Beni üzen bana gösterilen ilginin azlığı değil. İyileşmeyi dileyenler için
bu evlerden daha iyisi bulunmaz. Ama ben tembel tembel, işsiz güçsüz, kafese
kapatılmış yatamam. Cenk alanında ölümü aradım ben. Ama ölmedim ve cenk devam
ediyor."
Eowyn, Rohan'ın Ak Hanımı, şu saatte hiçbir karanlığın
dayanabileceğine inanmıyorum!" Ve eğilerek kızı alnından öptü.
Frodo ileri çıkarak tacı Faramir'den alıp Gandalf’a taşıdı;
ve Aragorn diz çöktü, Gandalf da Ak Tacı onun başına yerleştirerek şöyle dedi: "Artık
Kral'ın günleri geldi…
Ve Aragorn, yani Kral Elessar, Arwen Undomiel'le, Kralların
Şehir'inde, Yazortası günü evlendi ve uzun süren bekleyişleri ve çabaları
böylece nihayete erdi.
Nice Ayrılıklar
Arwen: Ben bir armağan vereceğim size.
Ve göğsündeki gümüş bir zincirin ucuna asılmış yıldız
şekilli beyaz bir taşı alarak, Frodo'nun boynuna astı.
…güneş batarken açık topraklara geldiklerinde, bir asaya
yaslanmış olan yaşlı bir adama yetiştiler; adam gri ve kirli beyaz renkte
paçavralara bürünmüştü ve ayaklarının dibinde serseri gibi yürüyüp zırlayan bir
dilenci daha vardı.
"Ee Saruman!" dedi Gandalf. "Nereye
gidiyorsun?"
"Sana ne?" diye cevap verdi Saruman. "Hâlâ
benim nereye gidip geleceğimi sen mi tayin edeceksin, benim mahvolmam sana
yetmedi mi?"
…Alıp götürdüğün yüzüğe ne oldu Frodo?"
"Kaybettim onu Bilbo'cuğum," dedi Frodo.
"Ondan kurtuldum, biliyorsun ya."
"Ne fena!" dedi Bilbo. "Bir daha görmek
isterdim onu…
Memleket Yolu
Shire Temizliği
Subaşı Muharebesi
"Hayır Sam," dedi Frodo. "Şimdi bile öldürme
onu…
Saruman ayağa kalktı ve Frodo'ya baktı. Gözlerinde hayret,
saygı ve nefret karışımı garip bir bakış vardı. "Büyümüşsün
Buçukluk," dedi. "Evet, çok büyümüşsün. Hem arif, hem de zalim
olmuşsun. Beni alacağım öcün tadından mahrum ettin, artık acı içinde gideceğim,
senin merhametine borçlu olarak. Bu durumdan ve senden nefret ediyorum!..
Saruman güldü. "Sen hep Sharkey'nin dediklerini
yaparsın öyle değil mi Solucan? Eh o zaman şimdi de şöyle diyor: İzle!"
Yerde sürünen Solucandil'in yüzüne bir tekme attı ve dönerek yola koyuldu.
Fakat bunun üzerine sanki bir şey aniden harekete geçti: Solucandil birden
doğrulup kalktı, gizli tuttuğu bir bıçağı çekerek ve bir it gibi hırlayarak
Saruman'ın sırtına sıçradı, başını geri çekti, gırtlağım kesti ve bir nara
atarak yola doğru kaçtı.
Gri Limanlar
Sam Gamgee Gül Pamuk ile 1420 yılının (bu yıl düğünleriyle
de ünlüydü) baharında evlendi ve Çıkın Çıkmazı'nda yaşamaya başladılar.
Ağlamayın, demeyeceğim; çünkü bütün gözyaşları kötü
değildir.
…
Türkçeleştiren: Çiğdem Erkal İpek, Şiir Çevirileri: Bülent
Somay
Metis Yayınları, Yedinci Basım: Ekim 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder