29 Ocak 2020 Çarşamba

Gündelik Hayatımızın Tarihi


Kudret Emiroğlu - Gündelik Hayatımızın Tarihi

…günlük yaşamımızda yer eden birçok eşya, gelenek ve âdetin tarihi karanlık ve bir o kadar da ilginçtir…
Çoğu zaman üstüne düşünmediğimiz, bazılarını işlevsel gördüğümüz, bazılarını toplumsal zorunluluk kabul ederek uymaya çalıştığımız, bazıları çocukluğumuzun geri gelmeyecek günlerinden anılar olarak kalan, bazılarına alışmaya çalıştığımız ve bazılarına da tepki duyduğumuz eski yeni eşya, adet ve ifadeler, kişiliğimizi belirleyen, kişisel veya grup olarak kimliğimizi ifade etmemizde birincil derecede rol oynayan, kültür ve uygarlık ürünleridir.

"hala" Arapçada babanın değil annenin kız kardeşi yani teyzenin karşılığıdır.

1970 yılında elektriksiz konutlar toplam konutların yüzde 61’ini ve okuryazar olmayanlar (altı ve yukarı yaşta) toplam nüfusun yüzde 43’ünü ve sadece kadın nüfusun yüzde 58’ini oluşturmaktaydı.

İnançlar, Büyüler

Eski Türklerde çocuklara adlarının bir beceri gösterdikten sonra konulduğunu biliriz.
Erkek çocuklara büyükbabanın adının konulması Anadolu’da oldukça yaygın bir gelenektir (s. 2).

Bebekleri ölen aileler, (Dursun, Satılmış, Hediye, Yaşar vs.)bu adları tercih ederek, ad büyüsü yapmaktadırlar.

Dünyanın en yaygın adları Tevrat’tan alınan, üç dinin de benimsediği adlardır.
Tanınmış bazı Avrupalı adların anlamları şöyledir:
Gerald: mızrak taşıyan
Bert: parlak, aydınlık, gösterişli
Albert: onurla aydınlanan
Robert (Rupert, Rupprecht): ünle aydınlanan
Herbert: orduyu aydınlatan, ordunun ışığı
Lambert: ülkeyi aydınlatan
Bertram, Bertrand: parlak karga
Bernard: ayı gibi kuvvetli
Eberhard: yaban domuzu gibi kuvvetli
Adolph: soylu kurt
Rudolph: ünlü kurt
Louis, Lewis, Ludwig, Luigi, Lagos: cesur savaşçı
Ursula: dişi ayı
Germence Theo- (halk, insanlar) örneğin Theodoric: insanlar arasında güçlü olan
Yunanca Theos (Tanrı), örneğin Theodore, Dorothea: Hüdaverdi
Germence Ed- (zenginlik), örneğin Edward: zenginlikleri bekleyen (s. 3-4).

Eski Yunanlar atı çok sevdikleri için "hippo" yani "at"la başlayan adlar almışlardı; Hippokrates, Hippodamos, Hipponaks vs.

Romalılarda ise erkek önadlarının sayısı çok azdır; hemen hemen tamamı (…) yaklaşık yirmi addan ibarettir.
…önadların ardına soyun adı (nomen gentile), baba adı ve kabile (tribunus) adı eklenirdi.
Romalı kadınların ise genellikle önadları yoktur, yalnızca aile adını kullanmışlar…

Çocuğu olmayan kadınların yatırlara adakta bulunmaları yaygın bir gelenek olduğundan, yerel yatırlardan alınan adlar çok fazladır. Sivas’ta Ahmet Turan, Elazığ’da Hıdır, Gaziantep ve Kahramanmaraş’ta Ökkeş, Kahramanmaraş ve Diyarbakır’da Zülküf ve türevleriyle Şehmuz, Tunceli’de Veysel, Besni’de Vakkas adları konulmaktadır.
80’lerin ilk yarısında Merve, ikinci yarısında Berk, 90’larda Can takılı adlar moda olmuştur (s. 5).

Türkiye’de akraba olmayanlara da adlarının peşine ağabey, amca, teyze takılarak hitap edilmesi görgü gereğidir.

Antropolog ve folklorcuların "amulet" adını verdiği nesneler zararlı etki ve tehlikeleri uzaklaştırmak için kullanılır. En yaygın amuletler el (Fatma Ana Eli çok yaygın, güçlü bir motiftir) ve göz biçiminde olanlardır.
muska, Arapça "nüsha" sözcüğünden gelmektedir.

Abrakadabra: İbranice "ab" baba, "ben" oğul, "Ruak Akadaş"

Hokus pokus: "Hoc est Corpus"  Aldatma, el çabukluğu anlamında kullanılır.

Destur: İzin, müsaade, ruhsat anlamlarında… Zerdüşt dininin ruhani başkanına verilen addan gelir.

…önce kapı üstlerine asılan at nalı zaman içinde at nalı şeklinde kapı tokmaklarına dönüşür. Hıristiyan dünyasında 19 Mayıs Aziz Dunstan günü olarak kutlanır ve o günlerde at nalıyla oyunlar oynanır.
At nalının yararlı olabilmesi için uçlarının yukarı bakması gerekir (s. 13).

Anadolu’da kapıya katran sürmek, o hane kadınlarının ahlaksızlığına işaret eder ve ev halkı böylelikle taşınmaya mecbur edilerek mahallenin namusu kurtarılırdı.

Eskiden tavşanın her parçası, kulağı, kuyruğu, ayağı, kurutulmuş iç organları uğur için taşınırdı.

Alevi inancına göre de Muaviye zaman zaman kadın gibi aybaşı olur ve tavşan doğurur. Yezit’in ruhu tavşanın vücuduna girmiştir; dolayısıyla kötü niyetli kişiler tavşan donunda yeniden dirilebilirler.
Musevilik tavşan etini yasakladı…

Anadolu ermişlerinin güvercin donuna girmeleri yaygın yeteneklerindendir.

Druid, asıl biçimiyle "dereu-wid" sözcüğü meşe bilgesi, meşe ağacını bilen demektir.

Kedinin evcilleştirilmesi Mısır’da İÖ. 3000 yıl öncesinde başlıyor. Buna rağmen Eski Yunanlar kediyi bilmiyorlardı.
…çoğunlukla fakir ve yalnız kadınlarca beslendiklerinden, cadı avının başlamasıyla birlikte, bu "cadı" kadınlarla birlikte yoldaşları kedilerin özellikle kara kedilerin de suçlanmasını getirdi.

Eski Roma’da merdiven altından geçmek zorunda kalan birinin kötü talihten kurtulmak için yapması gereken el hareketi (…) başparmağı işaret ve orta parmağın arasında sokarak merdivene sallamaktır. "Fico" adı verilen bu hareket "incir işareti" olarak bilinir ve özellikle Portekiz ve Brezilya’da halen canlıdır.

uğurböceği larva ve böcek evrelerinde etçil olup tarım zararlısı böceklerle beslenir…

Ortaçağda Hıristiyanların ağaca vurmasının, tutulan dileğin gerçekleşmesi için duanın kuvvetlendirilmesi anlamına geldiği ve tahtanın, İsa’nın gerildiği çarmıhı ifade ettiği yazılmıştır (s. 27).

Eski Romalı doktorlar, annelerin yeni doğmuş bebekleri esnediğinde ağızlarını elleriyle kapamalarını öğütlüyorlardı. (…) esnemeyle ruhun ağızdan kaçabileceğini düşünüyorlardı.

Gelenekler

İngilizcede koca anlamına gelen "husband" sözcüğü ahır hizmetlisi anlamına geldiği gibi, Türkçe güvey sözcüğü de hayvan "gütmek" köküyle ilişkilendirilerek damadın bir süre kayınbabasının çobanlığını yaptığı döneme göndermedir.

Düğünlerin salonlarda yapılması 1930’lu yıllarda bütün Anadolu’da yaygınlaştırılan balo geleneği ile ilgilidir (s. 32).

Düğünde saçı -kansız kurban- âdeti evrenseldir. Buğday kültüründe düğünlerde gelinin başına buğday saçmak, bereket simgesi olarak bugünlere kadar gelmiş bir adettir.

1600’lerde zenginlik arttıkça pasta, kek ve diğerlerinin üst üste yığılması ve yükseklik arttıkça daha çok övünülmesi dönemi başlar. 1660’larda İngiltere Kralı II. Charles’ın Fransız aşçısı duruma müdahale ederek, bu pasta yığınının çok katlı düğün pastası halinde gelenekselleşmesini başlatan pastayı yapar (s. 34).

Asurlarda nikâh, tanıklar önünde kadının başının örtülmesiyle tescil edilir. İbrani, Arami dillerde gelin sözcüğü örtünme anlamında "kalattu", Latincede düğün, peçeyle örtünme anlamında obnubere, Almanyada kadın (Weib), örtülmüş, gizlenmiş, önüne perde çekilmiş anlamında "wiba" sözcüğünden gelir.

16. yüzyılda İngiltere ve Fransa’da beyaz gelinlikler yaygınlaşmaya başladı.

Gelinin teli başından beline kadar inen sırmadır,
Duvak, sözcük olarak Eski Türkçede işlek bir kök olan ve örtü, kapak anlamına gelen "tuğ"dan gelmektedir.

860 yılında Papa I. Nikolas nişan yüzüğünün evlenme arzusunu bildirmek üzere takılmasının zorunlu olduğu kararını aldı.

Yahudiler evlilik yüzüğünü işaret parmaklarına, Hintliler başparmaklarına takıyorlardı. Yunanlar İÖ 3. yüzyılda "aşk damarı"nın üçüncü parmaktan geçip doğrudan kalbe ulaştığını keşfettiler.

(Balayı) Kuzey Avrupa’da kız kaçırıldığında bir süre kızın ailesinden saklanılması gerektiği ve bu sürede saklandıkları yeri yalnız onlara köyden yiyecek, bal getiren delikanlının arkadaşlarının bildiği folklorcularca anlatılmaktadır.

Doğum günü kutlaması Eski Mısır’da İÖ 3000’lerde kutsal firavunun doğum gününün kutlanmasıyla başladı. Doğum gününü kutladığını bildiğimiz ilk kadın da, sevgilisi Marcus Antonius’la davetlileri kabul eden ve davetlilere değerli armağanlar veren Kleopatra’dır.
Yunan ilahları her ay doğum günlerini kutladıklarından yılda on iki doğum günleri oluyordu. İnsanlarda ise sadece erkeklerin doğum günleri kutlanıyor…

Patty Smith Hill (ölm. 1906) tarafından yazılan Happy Birthday to You şarkısı ilk kez 1893’te "Good Morning to All" başlığıyla Song Stories of the Kindergarten adlı kitapta yayımlandı.

Ölü çevresinde mum yakan Romalılar, yeraltı ruhlarının ışıktan korktuklarını düşünüyorlardı.

Ölü aşı, ölünün ruhu için verilir.
Bizans’ta ve Ortodoks Hıristiyan Kilisesi’nde ölü için yakınları tarafından düzenlenen anma günleri ile belirli yortu günlerinde "koliva" (bkz. Aşure) yapılarak kilisede ve mezar başında dağıtılması resmi liturjide yer alır.

Çelenk Farsça bir sözcüktür ve değerli nesnelerle süslenip başa takılan sorguç anlamına gelmektedir.

(Devir) Bölgesine göre hocanın payı artar veya azalır, bu hile-i şeriyeye inanılan yerlerde hoca merhumun bağışlanmasını kendi aldığı payla ilişkilendirecektir (s. 43).
Deli deliyi imam ölüyü sever

Hz. Muhammed’in doğum gününün kutlanması Fatimilerle başlamıştır.

İşlenmiş mezar taşı Müslümanlık tarihinde 8. yüzyıl başına, türbe ise 10. yüzyıla kadar uzanmaktadır.

İstanbul’da şehir içine ölü gömülmesi yasağının tarihi 1868’dir.

(Amin) Eski Ahit ‘te Amun, Allah’ın adlarından biri olarak bir yerde geçtiği gibi, Yeni Ahit ‘te de İsa’nın unvanı olarak bulunur. Hz. Muhammed’in lakabı da Emin’dir.

Tespihin Budizmle doğduğu ve yayıldığı kabul edilir. Budist dünyada tespihler yüz sekiz, Katoliklerde yüz elli tanelidir.

Peygamber: Farsça haber getiren anlamında
Aptes (Abdest): Farsça "ab" su ve "dest" el sözcüklerinden bileşik sözcük
Namaz: Farsça saygı, yardım etmek, hizmet
Oruç: Farsça "ruz" gün sözcüğünden; Arapça "savm"
Günah: Farsça, Arapçası "ism"
Feriştah: Farsça aslı "firişte", Arapça melek.
Tamu: Aslı Soğdça, Arapça cehennem.
Huda: Farsça Tanrı

Takvim

Osmanlı takviminde yıl Ruz-ı hızır (eski takvimde 23 Nisan, miladi takvimde 6 Mayıs) ve Ruz-ı kasım (Ekim’in 26’sı yani Kasım’ın 9’u) olarak ikiye bölünürdü.

Hicretin on yedinci yılında Halife Ömer zamanında Hicri takvim kullanımı başlamıştır.
Romalılar Roma’nın kuruluşu (İÖ 753), Yunanlar ilk Olimpiyat oyunları (İÖ 776), Yahudiler Yaratılış (İS 9. yüzyılda oluşturulan takvime göre İÖ 3761), Hıristiyanlar İsa’nın doğumu, Müslümanlar Hz. Muhammed’in hicretiyle (İS 622), Fransız Devrimcileri ise, 1805’te Napoleon ilga edene kadar, ilk günü 22 Eylül 1793 olmak üzere devrim takvimiyle başlatır (s. 49).

Osmanlılar 1790 yılına kadar kameri (ay takvimi - Hicri) takvim kullanmış, bu yıldan itibaren ise mali işlerde şemsi (güneş takvimi - Rumi) takvimi geçerli sayarak yılbaşını Mart olarak kabul etmişlerdir.

1917’de yapılan düzenlemeyle Rumi takvimle Gregoryen takvim arasındaki gün uyumsuzluğu ortadan kaldırılmıştır.

1925 yılında çıkarılan kanunla Miladi takvim benimsenmiş, mali yılbaşı 1983’e kadar 1 Mart olarak kalmıştır.
Yasalar, ekonomi ve toplumsal ilişkiler yerel ağızlar gibi yerel takvimleri de yok etmektedir.

Baharın gelişi, zamanın sona ermesi tehlikesi yani kıyamet korkusunun bir yıl daha atlatılması anlamına geldiğinden, Mezopotamya uygarlığında dinsel-siyasal erkin teslim edildiği krala ihtiyaç kalmadığının da göstergesi olarak kabul edilmiş ve bahar bayramları kral kurbanıyla kutlanmıştır. Özellikle Babil örneğinin iyi bilindiği ilkbahar kutlamalarında bütün şehir halkının katıldığı "serbest aşk" günleri ile kurulu düzen altüst edilerek yeni bir yıla hazırlanılmıştır (s. 50-51).

Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu’dan başlayarak Balkanlar’a kadar uzanan mantıvar, martufal, Rize’de vartavar, Trabzon’da dernek olarak bilinen yayla şenlikleri aynı kapsam içine alınabilir.

Geleneksel çiftçi takviminde günler fırtınalar, tohum atma zamanı, suların çekilmesi, kuşların göçü gibi iklim-meteoroloji olaylarıyla anılır…

…en eski yılbaşı törenleri, Babillilerin mart ayının sonlarında kutladıkları ve on bir gün süren bahar bayramlarıdır ve yılbaşıyla aynı gün başlar.

Koç katımından yüz gün sonra çobanların çeşitli hayvan kılıklarına girerek oba oba dolaşıp türküler söyleyerek sürü sahiplerinden armağanlar aldığı "saya" adı altında toplanabilecek ritüeller, Trabzon’da aynı mantıkla çocukların "kalandar" oyunları, Nasturilerin, kız ve erkeklerin, Yortu Gelini seçerek her evin kapısını çaldığı ve evlerden aldıkları yiyeceklerle pikniğe gittikleri (…) kökenlerinin Germen gelenekleriyle ortak öğeler içerecek biçimde, çok eski zamanların evrensel anlayışına uzandığını göstermektedir (s. 53-54).

Osmanlı toplumu yılbaşı kutlamalarını, 1829 yılında İngiltere elçisi Haliç’teki bir gemide verdiği baloya kazasker, serasker gibi devlet adamlarını davet edince, diplomatik bir zorunluluk olarak tanımıştır.

İngiliz keşiş ve misyoner St. Boniface, Alman Druidleri meşe ağacının kutsal olmadığına ikna etmeye çalışırken böyle bir ağacı devirmiş ve düşen ağaç bir çam fidesi dışında her şeyi ezmiştir. Paganları Hıristiyanlaştırmaya çalışan keşiş bunu mucize olarak yorumlayıp fidenin çocuk İsa olarak tanımlanabileceğini söylemiştir. Bundan sonra Almanya’da Noel kutlamalarında çam fideleri bulundurmak gelenekselleşmiştir.

Çam ağacına ilk kandil yerleştirenin ise Protestan Reformu’nun önderi Martin Luther olduğuna inanılmaktadır.

Yılbaşında basılmış tebrik kartı gönderme geleneği 1843’te Londra’da başlamıştır.

Aziz Nikolas, Avrupalı adıyla Santa Claus dördüncü yüzyılda Likya’da (Akdeniz kıyısında Teke yarımadasında) yaşamıştır.
6 Aralık 342’de öldüğü kabul edilen Aziz Nikolas, Rusya, Yunanistan ve Sicilya’nın koruyucu azizi olarak kabul edilmektedir.

Aziz Nikolas ortaçağda çocukların da koruyucusu olarak kabul edilmekte ve Batı’da 6 Aralık’ta çocuklara şekerleme, meyve gibi hediyeler getiren kırmızı beyaz piskopos kıyafeti içinde, eşeğine binmiş haliyle St. Nick adıyla bilinmekteydi.
Hollanda’da çocukların tahta ayakkabılarını ocağın önüne yerleştirerek içine azizin eşeği için saman koymaları ve azizden hediyeler beklemeleri âdeti vardı.
Noel Baba’nın bugünkü görünüşünü kazanmasında ise 1863’ten 1886’ya kadar Harper’s Weekly dergisi için Christmas resimleri çizen Thomas Nast’ın etkisi oldu.
Noel Baba’nın kızağını çeken ren geyiklerinin biçimlenmesi de 1939’da yılbaşı satışları için yenilik yapmak isteyen bir Chicago mağazasının reklam yazarı olan Robert May’in şiiri ve Denver Gillen’in çizgisiyle başladı.
Nevruz adetlerinin geçmişinde Hindistan’a giren Aryanlarla yerli halkın savaşının, Zerdüştlükle Mitracılığın çekişmesinin, Perslerle Medlerin mücadelesinin izlerini bulmak mümkündür (s. 58).

Selçuklu sultanı Melikşah zamanında Celali adıyla bilinen takvimi düzenlemiş ve yılbaşını Nevruz’a, 21 Mart’a almışlardır.

Nevruz’un siyasallaşması, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin gençlik örgütü Türk Gücü kulüpleri aracılığıyla 1913-14 yıllarında bu günü Türk-Ergenekon bayramı olarak kutlamasıyla başlamış (s. 59)…

(Hıdrellez) En yaygın efsaneye göre Hızır ve İlyas iki kardeştir. Ayrı düşmüşler ve Allah dualarını kabul ederek kardeşlere yılda bir kez buluşma izni vermiştir. Hıdrellez günü iki kardeşin buluşma günüdür.

Hıdrellez günü, güneşin Ülker burcuna girdiği, eski takvimle 23 Nisan, Miladi takvimle 6 Mayıs günüdür.

Doğu Hıristiyanlığında Aya Yorgi ya da Saint George, İslam mitolojisinde Circis olarak tanınan aziz kültü Hızır’la birçok koşutluk gösterir ve bu azizin kutlama günü 6 Mayıs olduğu gibi, lakabı da Yeşil’dir.

Muharrem ayı Aleviler için oruç ve yas ayıdır.

1 Mayıs’ta bahar şenlikleri yapılması dünyanın en yaygın geleneklerindendir.
İngiltere’de 16. yüzyılda 1 Mayıs ormanlar kralı Robin Hood’la sevgilisi Lady (Maid) Marian’ın buluşma günleri olarak kutlanan bir festivaldi.

16. yüzyıl başlarında Fransa’da yılbaşı 25 Mart’ta kutlanır ve festival 1 Nisan’a kadar sürerdi. 1564’te Gregoryen takvimin kabul edilmesiyle yılbaşı 1 Ocak’a taşındı. Bu uygulamaya direnenlerin veya unutkanların varlığı, sahte davetiyeler gönderilecek ve türlü şakalar yapılarak yeni karara uyanlara eğlence fırsatı doğurdu. Bu sırada güneş, balık burcundan çıktığı için bu kişilere Nisan balığı denildi.

…öğretmen Anna Jarvis 9 Mayıs 1905’te annesini kaybetti. 1907 yılında annesinin ölüm yıldönümünde evine çağırdığı arkadaşlarına her yıl Anneler Günü adı altında ülke çapında kutlama yapılması önerisinde bulundu.

Türkiye’de ilk Anneler Günü, Kadınlar Derneği aracılığıyla 1955 yılında kutlandı,

270 yılında Roma imparatoru II. Claudius evli askerlerin işe yaramadığı sonucuna vararak evliliği yasakladı. lnteramna piskoposu Valentin iki genci evlendirme suçuyla yakalanıp Hıristiyanlıktan dönmeyi de reddedince 24 Şubat 270 günü idam edildi.

496 yılında Papa Gelasius Roma’da kutlanmakta olan Lupercus Festivali’ni yasakladı. İÖ 4. yüzyıldan beri şubat ayında genç kız ve erkekler arasında kura çekilerek gelecek yıla kadar eşleştikleri bu pagan festivali yasaklayan Papa, kura çekme âdetini yasaklamadı ama Hıristiyanlaştırdı. Kura, istekli genç kızların adı yerine kilise azizlerinin adları yazıldı (s. 67-68).
Şubat ayında yapılan bu işlem de Aziz Valentin’in koruyuculuğu altında yürütülecekti. Romalı gençler Aziz Valentin’e adanan 14 Şubat günü sevdikleri, beğendikleri kızlara mektup, pusula gönderme geleneğini yarattılar.

Kandil Türkçeye Arapçadan girmiş ve daha çok camilerin aydınlatılmasında kullanılmıştır.

Hafta tatili anlayışını benimseyen ilk kurum medreselerdir. Medreselerde tatil günü salıydı.
1924 yılında cuma günü resmen tatil yapıldı; 1935’te cumartesi günü saat 13’ten başlayıp pazartesi sabahına kadar devam eden hafta sonu tatili yasallaştı. Bu dönemde tatil yapmayanlara, yani dükkânlarını kapatmayanlara ceza da uygulanıyordu. 11 Haziran 1974’te memurların hafta sonu tatiline cumartesi de dâhil edilerek tatil iki güne çıkarıldı.

Mart: Babil takviminde Abdaru, Süryanice Adar. Rumi takvimde de Mart’tır; Latince Martius, savaş tanrısı Mars’ın adından.
Nisan: Babil-Süryani takviminden, Rumi takvimde Nisan, Latince Aprilis, apricare, güneşlenmek, güneşte ısınmak sözcüğünden.
Mayıs: Babil-Süryani takviminde Ayru. Rumi takvimde Mayıs, Latince Maius, Maima Mercurius’un annesi, bitkileri büyüten ay.
Haziran: Süryanice; Latince lunius, juvenis genç sözcüğünden.
Temmuz: Sümerce "dam" kadın, eş, "Dumuzi" Sümer üreme tanrısı ve festivali, Eski Mısır’da "dama" bir araya getirme, Sanskritçede "dam", ev, eş; Latince domina hanım, Demeter tarım tanrıçasıdır.
Ağustos: Babil-Süryani takviminde Ab, Abu. Rumi takvimde Ağustos. Latince altıncı ay anlamında Sextilis, sonra Octavianus Augustus’tan Augustus adını aldı.
Eylül: Babil takviminde Ulul, Süryanice Eylül. Latince yedinci ay anlamında September. Halk takviminde çürük.
Ekim: Rumi takvimde Teşrin-i evvel. Aslı Süryanice Tişrin. Latince sekizinci ay anlamında October. Bazı bölgelerde avara ayı.
Kasım: Arapça "bölen" anlamındadır, kısım sözcüğü aynı kökten gelir. Rumi takvimde Teşrin-i sani. Latince dokuzuncu ay anlamında November.
Aralık: Mantık olarak kasımla aynı kabul edilebilir. Rumi takvimde adı Kanun-i evvel yani "kanun" ocak, mangal demek olduğuna göre birinci, ilk ocaktı. Latince onuncu ay anlamında December. Halk takviminde karakış.
Ocak: Rumi takvimde Kanun-i sanİ, ikinci ocak ayıydı. Latince on birinci ay anlamında Undecim’di, sonra Ianus Taklar Tanrısı’nın adından janua, kapı, giriş anlamında Januarius adını aldı. Halk takviminde zemheri.
Şubat: Babil takviminde Sabadu, Süryanilerde Şubat. Latince on ikinci ay anlamında Duodecim’di, sonra februum arındırma sözcüğünden adını alan Februa arındırma festivali, günah kefareti olarak kurban kesme dönemi olması nedeniyle Februarius adını aldı. Halk takviminde küçük (s. 71-72).

Babillilerin haftanın yedi gününe o zaman bilinen beş gezegen ile güneş ve ayın adını vermeleri Hıristiyan dünyasında da benimsendi.
Romalıların kullandıkları sekiz günlük hafta İS 321’de Constantinus tarafından yedi gün olarak belirlendi, pazar günü birinci gün ve tatil-ibadet günü olarak kabul edildi. Latincede bulunan gezegen sistemiyle Yahudilikten alınan, yalnızca Sebt gününe ad vererek diğerlerini ona göre numaralandıran gelenek bugün Avrupa’da karışık olarak bulunmaktadır.

Pazartesi: Farsça hazar ile Türkçe erte. Fransızca lundi, İngilizce monday, Latince /una, İngilizce "moon" dan Ay günü.
Salı: Arapça üç anlamında "salis"ten. Fransızca mardi, Mars’ın günü. İngilizce tuesday, İzlanda savaş tanrısı Tyr’ın karşılığı Tiu/Tiw’in günü.
Çarşamba: Farsça cihar dördüncü ve şenbe gün. Fransızca mercredi, Merkür’ün günü. İngilizce Wednesday, Tiu’nun babası Odin / Voden’in günü.
Perşembe: Farsça penç beşten. Fransızca jeudi, Jüpiter’in günü. İngilizce thursday, tanrı Thor’un günü.
Cuma: Arapça "cem" den toplanma günü. Fransızca vendredi, Venüs’ün günü. İngilizce friday, Odin’in karısı Frigg’in günü.
Cumartesi: Fransızca samedi, Latince sabbati dies, Sebt günü. İngilizce saturday, Satürn’ün günü.
Pazar: Farsça bazar. Fransızca dimanche, Tanrı’nın günü. İngilizce sunday, güneş günü.
Hacı Kasım Efendi’nin 1860 yılında kurduğu ve halen Cağaloğlu’nda bulunan Maarif Kitaphanesi (…) basıp satmaya başladığı Saatli Maarif Takvimi, fotoğrafçılık ve reklam sektöründeki yeniliklere karşın hala duvarlardaki yerini korumaktadır.

Su saati Eski Mısır’da İÖ 1500’lerde, Çin’de İÖ 6. yüzyılda, Eski Yunanlarda İÖ 3. yüzyılda kullanıldı. Mekanik saat Çin’de geliştirildi; su gücüyle çalışan mekanizması olan saat İS 723’te yapıldı. Su Sung’un saat binası 1096’dan 1126’ya kadar çalıştı, Kubilay tarafından Beijing’e taşındı. Harun Reşid, Charlemagne’a hediye saat gön-dermiş, Arap mühendisler İspanya’da Ay’ın yarattığı gelgitlerle dolup boşalan suyla çalışan saatler yapmışlardı.

Avrupa’da ilk saat basitçe saat başlarını vuran bir çandır. Bu tür bir makine 1386’da yapılmıştır ve Salisbury Katedrali’nde halen çalışmaktadır.

Fatih, 1477’de Venedik’ten mekanik saat yapan ustalar istemişti. 1575’te İstanbul rasathanesi kurucusu Takiyüddin Efendi mekanik saat kitabı da yazmıştır.

Görgü Kuralları

Alafranga, Frenk usulü Tanzimat’la başlayan bir yönelişse de, İstanbul’da Batı biçiminin etkili olmaya başlaması, İngiliz ve Fransız askerlerinin müttefik olarak İstanbul’a geldiği Kırım Savaşı’yla (1852-56) gerçekleşmiştir.

…ilmihal kitaplarının en beğenileni ve halen basımı devam edeni Mızraklı ilmihal (Edirne’de ölen Muhammed bin Kutbiddin İzniki’nin 1480-81’de yazdığı Miftah’ul-Cenne) oldu.

Atatürk, muasır medeniyet seviyesine getirilecek halkı sosyete olarak adlandırmıştır (9 Mart 1935, CHP 4. Büyük Kurultayı)…

Başıbozukluk
Kırım Savaşı döneminde sayıları artan, silah altına alınmamış talimsiz askerlerden oluşan gönüllü birliklere başıbozuk askeri adı verildi.

Centilmen eski Fransızca "gentilz hom" yani hanedandan olmamakla birlikte silah taşıma yetkisi olan adama verilen addır.

Maganda
Batı Afrika halklarından Mandingolar 14. yüzyılda en parlak dönemini yaşayan Mali İmparatorluğu'nun da kurucularıdır. Avrupalıların işgaliyle birlikte köle yapıldılar. 1970'li yıllarda bir filme konu oldular. Filmde iri yarı bir tipin ismi Mandingo idi ve bu sözcük zamanla magandaya dönüştü…

Selamlaşmak
Adem'den İbrahim'e kadar insanlar birbirlerine secde ederek selamlaşmış, sonra boyna sarılma başlamış, Hz. Muhammed zamanında musafaha sünnet olmuştur.
Musafaha yani tokalaşma, bağışlama anlamında "safh" kökünden gelir ki, İslami kurallara göre el sıkmakta parmakların eli kavraması yoktur, iki kişi sağ ellerinin avuç içlerini birbirine yapıştırıp iki başparmağın yanlarını birbirine değdirir, başparmaktan kalbe muhabbet geçer.
Argo toka sözcüğü İtalyanca dokunmak, temas etmek anlamında "toccare"den gelir, "tocca a te", sıra sende, "toccamano" el sıkmak demektir.

Kaşık
Eski Türkçeden başlayarak dilimizde "kaşuk" biçimiyle bulunan sözcük Türkçe "kaşı" ve/veya "kaşa" (oymak) köküyle açıklanır.
Mevlevilerde kaşık ağzı sola, sapları sağa ve çukur yüzü aşağı doğru gelecek şekilde sofranın kenarına dizilir ve "kaşık niyazda" denir; Bektaşiler çukur yüzü yukarı doğru koyar, "kaşık duada" derler.

Eski Yunancada da kaşık sözcüğü (mistron) yuvarlaklaştırılmış, içi çukurlaştırılmış ekmek anlamındadır.
Çağdaş Yunanca kaşık sözcüğü "kutali", 12. yüzyıla tarihlenmektedir ve kürek kemiği, yelpaze ile benzer biçimleri anlatmaktadır.

Yemek masasında bıçak kullanma adeti Rönesans'ta başladı.

Çatal 1100 yılında İtalya'da Toskana aristokrat masalarında ortaya çıktı.

Çatal ve yemek bıçağının Müslüman evlerine girişinde de II. Mahmud öncü olmuştur.

Peçete İtalyanca "pezzetta"dan gelir. İtalyanca "pezza", kumaş parçası…
Tonyukuk Bilge'nin (650-721) adı da "elbisesi (ton) kirli" anlamına gelmektedir; kastedilen Tonyukuk'un güzel (yağlı) yemekler yediği ve bunları elbisesine sildiğidir, giysi ne kadar yağlıysa yemek o kadar iyi, Tonyukuk o kadar zengin demektir.
"Peşgir" Farsça önde tutulan demek

Eyvallah: Evet, öyle olsun
Estağfurullah: Allah'tan mağfiret, af dilerim anlamındadır,
Maşallah: "Allah'ın istediği gibi" anlamında
Küfür Arapça örtme ve gizleme, nankörlük anlamlarından Allah'a ve dine ait şeylere inanınama anlamıyla İslami bir terim olan "küfr"ün çoğuludur, "kefere" ve "gavur" sözcükleri de buradan gelir.

Mutfak Arapça "matbah" sözcüğünden gelir, kökü "tabh" pişirme demektir, "tabahat" aşçılık, yemek pişirme sanatı anlamındadır.

Porselen adını, ortaçağ İtalya'sında domuza benzetilerek "porcellana" veya "porcellata" adı verilen salyangoz kabuklarından alır.

Poşet Fransızca "pouch" (kese, torba) sözcüğünden türetilen ve küçültme ekiyle küçük torba anlamına gelen sözcük İngilizce "pocket" (cep) sözcüğüyle akrabadır.

Hasan Eren Latince aula, Yunanca "aule" ve Türkçeye geçtiği biçimiyle avlu ile ağılın ilgisi olmadığını söyler. Ağıl sözcüğü Eski Türkçe döneminden beri kullanılır ve bugünkü Orta Asya Türk dillerinde de çeşitli ses değişimleri ile mevcuttur.

Tandır Farsçada "tenfır", "tenfıre", "tandur", Arapçada "tennfır" biçimleriyle vardır; Aramice "tannura" ve Akadça "tinnure"den geldiği düşünülmektedir.

Kalorifer / Fransızcada Latince ısı anlamında calor ve taşıyıcı anlamında ferre sözcüğünden üretilen "calorifere" 1807'den beri kullanımda.

Kandil Latince candela, candere (parlamak, aydınlık olmak), Sanskritçe "cand" (parlamak) kökünden gelir.

Baca sözcüğü Farsça "badcah", "bad" (rüzgar) ve "cah" (yer) sözcüklerinden geliyor ve büyük pencere anlamını içeriyor.

Mobilya sözcüğü, Latince mobilis (hareketli) sözcüğünden gelen İtalyanca "mobili", Fransızca "meuble" den birçok dile ve Türkçeye de girmiştir.

İskemle Latince scamnum'dan türetilen scamellum'dan gelir ve Avrupa dillerine de geçmiştir. Sandalye (sandaliyye) ise Arapça sandal ağacından türetilmiştir.

Avrupa dillerinde yaygın olan ve Türkçeye de girmiş olan kanepe, Yunanca sivrisinek anlamındaki "konops" sözcüğünden gelir…

Kerevet sözcüğü Yunancadan gelmektedir; kökü belirsizdir. Karyola ise İtalyanca "carriola"dan gelir, el arabası demektir…

Yorganın varlığı Uygurcadan (yogurkan) beri Türkçede izlenebilmektedir.

Süpürgenin yoldaşı faraş Arapçadan gelir. "Ferraş", Arapçada yayıcı, döşeyici, hizmetçi anlamındadır

Veranda, Farsça "baramadah", Hintçe "varandah", sütunlu giriş, revak demektir. Veranda İngiltere ve Fransa'ya Hindistan'dan girdi.

Çiçek dikilen saksı Avrupa'dan gelmiş ve en beğenilen cinsleri Saksonya ürünü olduğu için Saksonya'ya ait anlamında saksı adıyla anılarak bütün türün adı haline gelmiştir.

…kenef sözcüğü, Arapça taraf, yön demektir ve kibar bulunduğu için kullanılmıştı. Yine bir dönem rahatlıkla kullanılan hela sözcüğü de Arapça boş, ıssız anlamındaki "hala" dan gelir. Ayakyolu, tuvalederin evin dışında olduğu dönemin sözcüğüdür.

Berber sözcüğü de Latince sakal anlamındaki barba'dan gelir.

Giyim Kuşam

Avrupa'da yaygın giyim 15. yüzyıla kadar tunikti.
(Giyimde) Fransız tarzının yayılmasında Fransız model bebekleri çok etkili olmuştur.
18. yüzyılda kadın dergileri aracılığıyla kadın modası sektör halinde gelişmektedir.
Kırım Savaşı (1856) sonrasında Osmanlıda Avrupa tarzı hızla benimsenmeye başladı…

İpek
Çin'in ipek tekeli yine de neredeyse 15. yüzyıla kadar sürerek, Araplar kanalıyla Sicilya ve Endülüs'e girdikten sonra İtalya'ya, 18. yüzyılda Savoy'a kadar yayılmıştır.

Hindistan'ın yerli ürünü olan pamuk buradan Çin ve Mısır'a götürülecek 10. yüzyılda Akdeniz bölgesine, 13. yüzyılda Avrupa'ya girmiştir.
Türkiye'de pamuk üretiminin önem kazanması, Çukurova bölgesinin İbrahim Paşa'nın ele geçirmesiyle olmuştur.
1830'lu yıllarda bu bölgede pamuk üretimini başlattı.
İlk çırçır fabrikasını 1864'te Adana'da Fransızlar kurdu.

Fenikeli tüccarlar Akdeniz'de keten ticareti yapmış, Roma İmparatorluğu döneminde keten yayılmıştır.
Muslin: Musul işi anlamında; İnce ve seyrek dokunmuş pamuklu bezdir. İpekten dokunanına şifon, kalınına ipek muslin, mermerşahi denir.

Moher: Ankara keçisinin yününden yapılan hafif kumaş ve örgü yünüdür.

Bilinen en eski ayakkabı İÖ 2000 yılına tarihlenen ve Mısır'da bulunan örülmüş papirüsten yapılma sandaldır.

Osmanlı İmparatorluğu'nda Müslümanların kavuk ve ayakkabıları sarı, Ermenilerin başlık ve ayakkabıları kırmızı, Rumların siyah, Yahudilerin mavidir.

Çizmeyi ilk giyenler göçebe halklardır.

Farsça "gorab" sözüğü Arapçaya (curab) ve Türkçeye (çorap) geçmiş, Türkçeden Balkan dillerine de girmiştir.

Karadeniz ve Erzurum'da paçalar dar, Trabzon'da kadın şalvarları da dize kadardır; Orta ve Güneydoğu Anadolu'da şalvarlar güneye doğru gidildikçe uzar ve bollaşır, çöle varıldığında entariye döner.

Gömlek / köynek / gönlek / könlek'ten gelir; gön/ten üstüne giyilen, mintan da Farsça "nim-ten" yani tenin, gövdenin yarısını örten anlamındadır.

Fransa'da etek sözcüğünün karşılığı olan "jupe" 12. yüzyılda Arapça "cübbe"den alınmış…

Takım elbisenin siyah rengi Engizisyon mahkemelerini kuran İspanyol Katolik krallığının sofu ciddiyetinden kaynaklanıyordu.

İstanbulin: İstanbullu terzilerin buluşuydu; sade ve uzun etekli, düz yakalı setrenin alaturka biçimiydi. 1860'larda dizkapağına kadar uzanır, beli dar, omuzları ve eteği genişti. 1890'larda eteği kısaldı, daraldı. Tanzimat döneminde resmi kıyafet niteliği kazandı. İstanbulinin göğsü tamamen kapalı olduğundan kolalı gömlek, yaka ve kravat olmadan da giyilebiliyordu.

Redingot: önü yakaya kadar düğmeli, dize kadar inen ceket türüdür. II. Abdülhamid zamanında yaygınlaştı. …bu kıyafetle abdest alma olanağı bulunmadığından redingot giyenler "beynamaz" olarak suçlanmışlardı.

1828'de ulema sınıfı fese karşı çıkarken gayrimüslimler özellikle Rumlar fesi benimsemiş ve Müslüman toplumla bu konuda bütünleşmekten hoşnut olmuştu.
…bol mavi iplikli püskülü rüzgarda dağıldığından, ellerinde tarak, parayla püskül tarayan sokak çocuğu mesleği doğmuş, "püsküllü bela" deyimi o zaman çıkmıştı.
…medrese öğrencileri arasında sağ kulağın üstüne üç santim ve sol kulağın üstüne sekiz santim eninde kabarık sarılan sarığa "zırzop" denirdi ve ilmiye sınıfının külhanlarını da bunlar oluştururdu.

Asurlularda evli ve dul kadınlar ev dışında başlarını örtmek, fahişelerin başı açık olmak zorundaydı; özgür kadınları ayırmanın yolu da buydu.

Türban, Avrupalıların Osmanlılarla ilk temas etmelerinden itibaren tülbente verdikleri addır. Meninski tülbenti başa örtülen ince beyaz muslin olarak açıklar. Sözcük Arapça bir yüzü pamuklu kadife olan "dul" dan Farsça "dul-bant" biçimiyle Türkçeye geçmiştir.
18. yüzyıla kadar Avrupa'da erkekler şemsiye taşımaz ve ıslanırlardı.

Süslenme

Eski Yunan'da kozmetik İÖ 5. yüzyıldan itibaren Mısır yoluyla zenginleşip gelişti.
Dünyanın bilinen ilk güzellik salonu Güney İspanya'da "Karatavuk" adıyla tanınan ve Bağdat'tan gelen ünlü bir şarkıcı ve müzisyen tarafından 840 yılında açılmıştır.

Parfüm / Bu kelime Latince "buharla" anlamına gelen per fuma ifadesinden doğmuştur.
İbn-i Sina (980-1036), buhar damıtmasını ilk geliştiren kişi olmuştur; bu yöntem parfümün uzun süre saklanması konusundaki zorlukların büyük ölçüde aşılmasını sağlamıştır.

1909 yılında İzmir'de Kanaat Eczanesi'ni açan Eczacı Süleyman Ferit (Eczacıbaşı, 1885-1973) Altın Damlası kolonyasıyla başarı kazanmış,

Kuyumcu sözcüğü Anadolu Türkçesinde unutulmuş olan dökmek anlamındaki "kuy" kökünden türetilmiştir. Kuyumcu loncasının piri Davud Peygamber'di

Çatalhöyük'te bulunan obsidiyen aynaların tarihi İÖ 6000 yılına kadar uzanmaktadır. Eski Mısır'da 2900, İndus'ta 2800, Çin'de 1500 yıllık metal aynalar bulunmuştur.

Anadolu'da kızlar saçlarını kesmez, evlendikten sonra zülüf kesilirdi.
…zülüf kesmek, evlenmekle eşanlamlıydı.

Çin'de erkeklerin saçlarını kazıyarak arkada uzun kuyruk bırakmaları imparatora bağlılık simgesiydi.

Sağlık

1812'de veba salgını sırasında minarelerden yatsıdan sonra Sure-i Ahkaf okunması kararlaştırılmış
Roma'da İÖ 220'de maaşı şehir konseyi tarafından ödenen hekimlerin atanması başlamıştır.
1215'te Papa III. Innocentius doktorun günah çıkarmayan hastayı görmesini yasaklamıştır.
Ahiat-ı erbaa olarak adlandırılan, insan vücudunun yapıcı temel öğeleri olan kan, balgam, safra ve sevdanın nem, kuruluk, sıcak, soğukluk oranındaki değişim ve bozulmanın hastalık nedeni olduğu bilgisi eski çağlardan modern tıbbın gelişmesine kadar, Doğu ve Batı'da geçerli olmuş ve tedavi bu temel üstüne kurulmuştur.
Selçuklu ve Osmanlı darüşşifa geleneğinden hastaneye geçiş III. Selim'in 1794'te açtığı Zeytinburnu Askeri Hastanesi'yle başlamıştır.

Öreke
…sandalyenin ayarlanabilir genişlikte hilal şeklinde oturağı, tutup güç almak ve yaslanmak için kolları ve arkalığı olmalıdır. Bu biçimiyle öreke iki bin yıldan uzun süre kullanılmış
…yünü bükerek iplik yapmaya yarayan aletin adı, Yunanca "roka", İtalyanca "rocca"dan Türkçeye girmiştir.

Sezaryen
Latince caedere kesmek demektir.

Veba, Frengi, Verem, AIDS
"Kara Ölüm" Avrupa'da ilk kez 1346 yılında Kırım'daki Ceneviz kenti Kefe'de rapor edildi.

1495'te Fransa-Napoli savaşında İtalyanlar Fransızlardan hastalığı kaptılar ve ona Fransız şeytanı, Fransa hastalığı (mal Francese) adını verdiler.

İnce hastalık olarak bilinen verem, tüberküloz, Abdülmecid'in karısı Gülcemal Hanım ve kızı Behice Sultan gibi, Avrupa ve Osmanlı saraylarında her türlü olanağa sahip insanlardan da çok can alan, yaygın bir hastalıktı.

AIDS (Acquired Immune Deficiency Sendrome (edinilmiş bağışıklık yetmezliği sendromu)) 1985 yılında ABD film yıldızı Rock Hudson'un bu hastalıktan ölmesiyle bütün dünyada tanındı
İlk kez 1981 kışında teşhis edilen hastalığa yol açan virüs 1983 Kasım'ında bulundu. Çağımızın vebası olarak tanımlanan AIDS'in maymundan veya laboratuvar çalışmalarından insanlara geçip yayıldığı iddiaları ortaya atıldı.
Türkiye'de bu hastalıktan ilk ölüm vakası 1992'de gerçekleşti

İlaç
…ilaç anlamında ot ve hekim anlamında otacı
Türkiye' de modern eczacılık bilimine uygun biçimde ilk eczane 1757 yılında açılan "İki Kapılı Eczahane"dir.

Tiryak
Pontos Devleti'nin son kralı VI. Mithridates'den (İÖ 120-63) adını alan Mithridaticum ilacı, kralın zehirlenerek öldürülmek korkusuyla hazırladığı panzehirdir. Sözcüğün kökeni Yunanca "therion" (vahşi hayvan)…

Kinin
Birinci Dünya Savaşı'na kadar üç yüz yıl süreyle sıtmaya karşı tek ilaç kınakına alkaloidi olan kinindi (Fransızca "quinine").
Kininin hammaddesi kınakına Peru ve Bolivya kökenli bir bitkidir. 1513 yılında Avrupa'ya getirilmiştir.

Vazelin
Vazelin ham petrolden elde edilen ve 31 o C' de eriyen bir çeşit mineral yağdır. Tıpta pansuman malzemesi olarak kullanılır, merhemlere ve kozmetik ürünlere, parlatıcı, yağlayıcı ve pas önleyicilere de katılır.

Aspirin adı verilen salisilik asiti 1853 yılında Alsaslı Charles Frederick von Gerhardt buldu,
1893 yılında Bayer firmasında çalışan Felix Hoffman, babasının romatizma ağrılarına karşı her türlü çareye başvurmuş, sonunda salisilik asiti denemeye karar verdi.
1899'da piyasaya toz, 1915'te hap olarak çıktı.

Gözlük
Gözlüğün yapımı ile ilgili kayıtlar, Sandro di Popozo'nun 1289'da yayımladığı kitabında ve 1306'da Floransa'da Giordano di Rivalto'nun, yirmi yılda gelişme gösteren sanatı ve ilk üreticisini gördüğünü anlattığı vaazında açıkça dile getirilmektedir.

Yeme içme

Türklerin sac ekmeği, gözleme, bazlama ve lavaşı (Farsça ve Ermeniceyle ortaktır) Ortadoğu pidesiyle aynı işlevi görür.
Lahmacunun kökü, İsmet Zeki Eyuboğlu'na göre Arapça yoğrulmuş et anlamına gelen "lahm-ı ecin"dir.
Roma'da tarihi imparatorluğun genişlemesinden önceye giden "piada" tava ekmeğidir. Soğan ve balık döşendiğinde pizza ve "pissaladiere" adını almıştır.

Aşure Müslümanların ve Ermenilerin oruç yemeği iken, Rumların cenaze yemeğidir.
Ermenicesiyle "aşura" veya "anuş-abur" 6 Ocak'ta Noel orucunda yapılır. Ermeni anuş-aburu sulu yemekken, Rum kolivası kuru yemektir. Haşlanmış buğday, bal ve kuru üzümden kavrularak yapılan koliva kilise kapısında dağıtılır. Cenaze töreninde ortasına mum dikili bir tabak koliva mezarın üstüne konur. Koliva ölünün dirileceğini anımsatır.

Makarna
"Espresso" (bastırılmış), "canelloni" (büyük boru), "ravioli" (küçük şalgam), "spaghetti" (küçük iplik), "tutti frutti" (bütün meyveler), "vermicelli" (küçük solucan), "lasagna" (tava), "parmesan" (Parmalı), "minestrone" (çukur) İtalyanların dünya lokantalarına kendi adlarıyla tanıttıkları makarna çeşitleri...

Margarin / Yağ
Yağ sözcüğünün kökeni Eski Yunanca "buturon"un geçmişi İskitçeye bağlanmaktadır, Latincesi butyrum'dur. Plinius tereyağın barbar yiyeceği olduğunu söylerken, Strabon Pirene yerlilerinin zeytinyağı yerine tereyağıyla yemek pişirdiklerini vurgular.

Fransız kimyager Mege-Mouries 1869 yılında margarini üretti. Mege-Mouries "inci tanesi beyazlığında," diye nitelediği bu gıdaya Yunanca inci anlamına gelen "margaron"dan (ve karısının adının Margarite olmasından) esinlenerek margarin adını verdi.

Konserve
Nicolas Appert 1809’da bazı besinleri şişelere koyup şişe ağızlarını mantarla sıkıca kapatıp, bu şişeleri içi su dolu bir kazanda değişik derecelerde ısıttı ve sonunda bu yöntemle pişirilen yiyeceklerin şişe içinde uzun süre bozulmadan kaldığını tespit etti.

Sosis sözcüğü Fransızca "saucisse" yani Latince salsus (tuzlu) sözcüğünden gelmektedir.

John Montagu Sandwich (1718-1792) İngiltere'de çeşitli bakanlıklarda bulunmuş, iki kez de donanma bakanlığı yapmış,
Kont, kumar düşkünüdür, o kadar ki yemek için oyun masasından kalkmak istememekte, bir eliyle oynarken, bir eliyle ekmek dilimleri arasına yerleştirdiği et ve peyniri yemesiyle kazandığı ün, yiyeceğe sandviç adı verilmesiyle pekiştirilmiş, bu ad İngiltere'den dünyaya yayılmıştır.

Ekmeğin "tost" yapılarak yenilmesi belki Eski Mısırlılara kadar uzanır ama onlar ekmeğe yeni bir tat katmak için değil, daha fazla saklayabilmek amacıyla nemden arındırmak için "tost"u yapıyorlardı.

Hamburg işçilerinin yemeği dilimlenmiş sığır eti 1880'lerde Alman göçmenlerle Amerika'ya taşındı ve burada Hamburger adını aldı.

Mısır Amerika'dan Eski Dünya'ya gelmiş bir bitki. Anadolu'da mısır, yakın döneme kadar buğdayın yerine geçtiği Doğu Karadeniz'den başlayarak Doğu Anadolu'da lazut, Osmanlıcada Doğu Avrupa ve Balkanlar'daki gibi kokoroz adını almıştı.
Kızılderililer patlamış mısır yiyor ve amulet olarak boyunlarına takıyorlardı.

Aztekler "tamatl" adını verdikleri bitkiyi yetiştiriyorlardı. İspanyolların kıtaya getirdikleri domatese bu nedenle İtalya'da önce "mala insana" (çıldırtıcı elma) adı verildi.

Çinlilerin balık ve tavuk yemekleri için geliştirdikleri sos olan "ke-tsiap" 1690'larda yaygınlaştı ve İngiliz denizciler tarafından Singapur ve Malezya'da ketçap adıyla bilinen püre İngiltere'ye götürüldü.

Amerika'dan gelen ve Eski Dünya'nın en önemli gıdalarından biri haline gelen patates 1520'lerde İspanya'ya getirildi.

Azteklerin acı su anlamına gelen "xocoatl" adını verdikleri kakao tozundan yaptıkları törensel bir içecekleri vardı. Meksika'nın Nahuatl diyalektlerinde "chocolatl" adını alan içeceği İspanyollar Avrupa'ya taşıdılar. Çikolata 1847'ye kadar içecek olarak kaldı ve en çok da İspanya'da sevildi.

Sakız / Çiklet
Osmanlı devletinde Sakız Adası'ndan elde edilen reçineyle bir çeşit şeker yapılırdı ve bu sakız devlet tekelindeydi.
Aztekler Meksika ormanlarında yetişen "sapodilla" bitkisinin kurutup çiğnedikleri özsuyuna "çictli" adını vermişlerdi.

Dondurma
Çin'de İÖ 2000 yılından beri aşırı pişirilmiş pirinçle baharat ve sütün karla karıştırıldığı bir zengin yemeği vardı. 13. yüzyıla gelindiğinde meyve sularıyla karıştırılan kar Pekin sokaklarında satılan bir tatlı haline gelmişti.
1560'larda İspanyol fizikçi Blasius Villafranca Roma'da kar ve buza güherçile katıldığında sıvının donma noktasına çok çabuk ulaştığını keşfetti. İtalya'da tatlıcılar katı dondurma üretmeye başladılar ve Fransa ve İngiltere'de dondurmacılık İtalyanlara özgü bir meslek olarak yayıldı.

Şekerkamışı Bengal kökenlidir. Adını çakıl anlamında Sanskritçe "çarkara", Prakrit ve Pali biçimiyle "sakkhara"dan alır.
Ortaçağda Şam meyveleri ve Suriye şekeriyle yapılan Şam reçelleri çok ünlüdür.
Pancar İÖ 2000'de Mısır'da biliniyordu,

Pasta Batı dillerinde hamur, macun, lapa ve makarna anlamlarına gelir. Türkçeye Birinci Dünya Savaşı öncesi, meyveli ve kremalı tatlı anlamıyla girdi.

Kurabiye: Kuru pasta, adı İtalyanca "pan di Spagna"dan gelir, anlamı İspanya ekmeğidir. Kruvasan ise Viyana seferinin sonuçlarından biridir. 1683'te şehri muhasara eden Osmanlı ordusu lağımcılarla surları yeraltından aşmak ister, fakat gece çalışan fırıncılar yerin altından gelen sesleri duyar ve şehir yönetimine haber verirler. Lağımcıların girişimi sonuçsuz kalırken, bu başarılarını ölümsüzleştirmek isteyen Viyana fırıncıları Türkleri temsil eden hilal biçiminde çörek yaparlar. Viyana'dan Fransa'ya geçen çörek "croissant" (hilal) adıyla bize de gelir.
Galeta: Denizcilerin uzun süre dayanması için fırında kuruttukları ekmektir.

Bisküvi: Roma'da İÖ 3. yüzyılda Latince bis coctum, yani iki kez pişirilmiş diye adlandırılan bisküviler şarapla ıslatılarak tüketiliyordu.

Herodotos İskiterin yoğurdundan söz eder; büyük olasılıkla bu yoğurt, halen Balkanlar'da ve Karadeniz'in kuzeyinde yapılan ve Türkiye'de de elden ele dolaşan kefirdir.

Esrar, anavatanı Hindistan veya Orta Asya olan, bugün de dünya üretiminin yarısından fazlası Kazakistan ve Kırgızistan'da gerçekleştirilen ve hintkeneviri adıyla bilinen cannabis sativa'dan yapılır.
Afyoncuların piri olarak Yunan düşünür Pythagoras kabul edilir.

İÖ 3000'lerden beri Anadolu ve Mezopotamya'da afyon yetiştirilir. Hatta haşhaş sözcüğü ile Hititçe adı olan "haşşikka"nın benzerliği ve bu sözcüğün Hititçede uyumak, teskin olmak anlamlarına gelmesi, o devirden bugüne müthiş bir sürekliliği, mirası göstermektedir.

Çin geleneklerine göre çay İÖ 2737 yılında İmparator Şen Nong'un kaynayan suyuna kazayla çay yaprağı düşmesiyle içilmeye başlanmıştır.
Japonların geleneğinde ise çay 519 yılında keşiş Darma'yla başlar.
Evliya Çelebi Türkiye'de çay içildiğinin en eski tanıklarındandır.
1878'de Japonya'dan tohum getirilerek Doğu Karadeniz'de çay üretimi denenmiş
Zihni Derin çay üretiminin teşvik edilmesini savundu ve 1923 yılında Batum'dan tohum getirtilerek sekiz dönümlük bahçede deneme başladı.

Kahve Yemen'den gelir.
Kahve Aden'de 1470, Kahire'de 1510, Mekke'de 1511, İstanbul'da 1517'de göründü.
Türkiye'nin en yaşlı şirketleri arasında kuruluşu 1871'e uzanan Kurukahveci Mehmet Efendi Mahdumları bulunur.

Tütün bilimsel adı Nicotiana tabacum'un tabacum kısmını Orta Amerika Tabago Adası ya da Yucatan'ın tütün bölgeleri Tabaco ve Tabasco'dan almıştır. Nicotiana ise Fransa'nın Portekiz elçisi Jean Nicot'nun (1530-1600) adından gelir; tütünü 1560'larda Fransa'ya getiren odur.
Tütünü Osmanlı topraklarına Cenevizli tüccarlar getirdi.
1853 Kırım Savaşı sigaranın yayılmasında en büyük etken oldu.

Alman köylüsü biranın çorbasını yapıp içerdi.
Alkolün (Arapça "el-kuhl") 9.-10. yüzyıllarda Müslüman Ortadoğu'da elde edildiği tarihi kayıtlara geçmişse de, içkinin ilk nerede damıtıldığı tartışmalıdır. Avrupa'da İtalya'nın kimyasal araştırmalarıyla ünlü Salerno tıp okulunda 1100 yılında, Çin'de veya Sasaniler döneminden kalma bilgilere göre ikisinin arasında bulunan İran'da ilk ispirtolu içki üretilmiş olabilir.
"Unutma Beni", Ramazan boyunca kapalı kalan meyhane esnafının, gedikli müşterilerinin evlerine arife ya da bayram günleri gönderdikleri, "yine bekleriz" anlamındaki ikram tepsisinin adıdır.

Kafkasya ve Güney Rusya şarapçılığın başladığı yerdir. İÖ 8000 yılında Türkiye, Suriye'nin şimdi üzerine kurulu olduğu coğrafyada üzüm yeniyordu. Şarap endüstrisini başlatanlar Eski Mısırlılar oldu
Rakı yenidir, eski Osmanlı kaynaklarında adı geçmez.

Tarihi ekmekle iç içe geçen bira İÖ 3000 yılından beri Mısır, Mezopotamya ve Avrupa'da bilinen fakat Eski Yunanlar ve Romalılarca bilinmeyen, Yunan kaynaklarında Trak ve Frig biraları yoluyla sözü edilen içkidir. Sözcüğün kökü tartışmalıdır, Latince içmek anlamında bibere'den türetilen "biber" (içki) sözcüğünden geldiği iddia edilir.

Türkiye'de bira içildiğine dair bilgiler 1850 Zonguldak'ına gider. Zonguldak'ta kömür üretiminde çalışan çoğu Sırp, Hırvat, Doğu Avrupalı işçiler zor gurbet koşullarına birayla dayanmaktadırlar.

Viski: geleneğe göre İS 450'de İrlanda'nın koruyucu azizi St. Patrick tarafından bulunmuştur ama adı, Kızılderilileri doğrular biçimde, Galce yaşam suyu anlamındaki "uisgebeathe" sözcüğünden gelmektedir.

Önce seyyar sucu (saka), sonra limonatacılar vardı. Meyve esansı, şeker ve karbonik asitle yapılan ve basınçlı havayla şişelere doldurulan gazoz 1890'Iarda ithal edildi. Niğdeli Aleksandr Mısırlıoğlu Fransa'dan gazoz yapımı için makine getirterek üç ortakla birlikte Karaköy'de Mısırlıoğlu adıyla gazoz satışına başladı.
1930 yılında Bursa'da Nilüfer adıyla gazoz üretimine başlayan ve 1933'te Uludağ adını alan firma, Türkiye'nin en eski üreticilerindendir.

Coca-Cola dünyadaki 1109. Fabrikasını Türkiye'de kurmak istediğinde, üretimi Marshall fonunun öncelikler listesine alınarak şirkete kredi verildi.

Anayurdu Batı Afrika olan kola bitkisi yerlilerce de aynı amaçlarla, uyarıcı, iştah açıcı, ishal kesici olarak kullanılmıştı.

Anadolu'da halk su uzmanıdır, hangi dağın, çeşmenin suyunun iyi olduğu, nitelikleri takip edilir.
Türkçe "göze", Farsça "çeşm" ve Arapça "ayn" hem kaynaktır hem de gözle ilgilidir.

Muz Güneydoğu Asya, Orta Amerika ve Karayiplerin yerli bitkisidir. Biyolojik anlamda çiçeği ve meyvesi olmayan kocaman bir "ot" olan muz, 6. yüzyılda Etiyopya'ya girmiş, 14. yüzyılda Afrika'ya yayılmış,

Portakalın anayurdu olarak Hindistan'ın kuzeyi gösterilir. Malezya mitolojisinde adı "naga ranga"dır. İÖ 2000'lere Çin'e, İS 2. yüzyılda Roma'ya ulaşmıştır.

Greyfurt: "Pomela" adı verilen narenciye türü Hint Okyanusu'ndan 1681'de Fransa'ya getirildi. 1800'lerde Fiji'den ABD'ye getirilen pomela portakalla melezlendikten sonra İkinci Dünya Savaşı sırasında kalıvaltı içeceği olarak tanıtıldı ve yaygınlaştı. Halikarnas Balıkçısı'nın gayretiyle Türkiye'ye getirildi.

Avokado, Amerikan armudu, Avrupa'ya İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar gelmedi.
Anayurdu Çin olan ve en çok ABD ile Yeni Zelanda'da üretilip konservesi de yapılan kivi ilk kez avokado ile birlikte ithal edildi.

Çocukluk

Çocuk, Divanü Lugat-İt-Türk'te "domuz yavrusu, her şeyin küçüğü" demektir.

Kundak sözcüğünün Farsça "kunda"dan, Türkçe küçültme ekinin sözcüğün sonuna gelmesiyle oluştuğu ileri sürülür. Anadolu ağızlarında hele de denir.

İtalyanca "giubbone", Venedik ağzında "zipon", ispanyolca "jubon" hırka demektir. 15. yüzyıldan beri Anadolu'da zıbın olarak bilinir, kaftan altına giyilen pamuklu hırka, tulumun adıdır.

"Muhallebi çocuğu" deyimi muhallebiyle beslenmiş çocuğu anlatmaz, cinsel iktidarsızlık nedeniyle büyü yaptıranın çocuğu anlamındadır.

İS 3. yüzyılda yazılan Hint masalları derlemesi Kelile ve Dimne, Frigyalı, Lidyalı, Trakyalı olduğu ileri sürülen Ezop'un (Aisopos, İÖ 620-560) ilk örneklerine Eski Mısır papirüslerinde rastlanan masallar…

Külkedisi'nin bilinen en eski biçimi İS 850-860 yılları arasında yazılmış bir Çin kitabındadır.
Sinderella masalının yedi yüz farklı değişkesi derlenmiştir. En çok filme alınan kahraman Külkedisi'dir.

Arapça "cenn" (örtmek, örtünmek, gizli kalmak) kökünden adını alan cinler, insanlara müdahale ettikleri ve bazı insanların onlarla ilişki kurdukları iddialarıyla hep gizlilik perdesinin sınırında dururlar.
Cinler Arap topraklarında Ubar denilen yerde çok bulunurlar. Yılan, rüzgar ve insan biçiminde üç türlüdürler.
Bismillahsız yapılan işlere karıştıkları gibi, geceleri sabaha kadar devam eden düğünleri ünlüdür.
Gnomlar yeraltında gizli hazineleri bekleyen biçimsiz cücelerdir.
Troller İskandinav mitolojisinin Thor'a karşı savaşan devleridir.
"Peri" sözcüğünün kökeni Avesta metinlerindeki "pairika"ya dayanır ve burada insanları doğru inançtan saptıran cindir

Kökleri İÖ 5. yüzyıl İrlanda'sına çıkan Halloween, yaz mevsiminin sonu kabul edilen 31 Ekim'de, o yıl ölenlerin ruhlarının canlıların gövdesine girmesini engellemeyi amaçlayan ve insan da kurban edilen Druid ayinidir.
Eski İran dininde tanrı olan deva, Zerdüşt tarafından cin sayılmıştır ve Türkçedeki devin kökeni budur
"Gûl" İslamiyet öncesi Araplarda kötü dişi cindir. Erkeğine de "kuturb" denirdi.

Karakoncolos: Zemherinin ilk on gününde sokaklarda dolaşır
Anadolu'da koncalıs, kocoluz, goncolos, congalaz, congoloz, cokalaz; Tesalya, Makedonya ve Trakya'da karkandzali, kallikandzaros adlarıyla bilinir.
Yunan deniz folklorunda "khallikhavtzaros" deniz ciniydi.

Karakura ve Davara: Daha çok loğusalara musallat olan cindir. Kedi büyüklüğündedir, uyuyanların üstüne çöker ve boğmaya çalışır. Anadolu'da kargura, karakora, karakada, karavura, garagura adlarıyla bilinir.

İngilizce "nightmare" (kabus) sözcüğü de insanın üstüne çökerek boğulma duygusu yaratan, uçan, dişi cini anlatır.
"Night" sözcüğü gece, "mare" sözcüğü ise 1562'de yapılan tanımıyla uyuyanın göğsüne oturan canavardır, Lehce "mora", Çekce "mura" ve Germen dillerindeki "maron" sözcüğüyle akraba çok eski bir kökten gelmektedir.

Hortlak, dünya gailesi nedeniyle ruhu huzur bulamayıp gömüldüğü yerde yatamayan, kötü ruhlara bulaşmış ölü ruhudur.

Oscar Wilde'ın (1854-1900) deyişiyle, soyluluk iddia eden her aile, bir ortaçağ şatosuna ve şatoda zincirleriyle gürültü yapan bir hortlağa sahip olmak zorundaydı. Alman felsefesinin önemli terimlerinden "Geist" da İngilizce "ghost"un akrabasıdır ve ölmek, ruh, hordak ve alkol anlamlarının hepsini barındırır.
Yılanların (Farsça "mar" yılan, "maran" yılanlar demektir) şahı insan başlı, yılan gövdelidir. Yılan, Mezopotamya'nın ilk uygarlıklarından beri gömlek değiştirmesi nedeniyle ölümsüzlükle ilişkilendirilmiş, sonunda çağdaş tıbbın da arınası olmuştur. Gılgamış Destanı'nda ölümsüzlük otunu çalan o olduğu gibi, yaşam ağacını bekleyen de odur.

Anka: Kaf Dağı'nda yaşayan, uçtuğu zaman gökleri karartacak büyüklükte, göz
kamaştıran parlaklıkta bir kuştur. Rüstem'in babası Zal'i büyütüp yetiştirdiği gibi, Keloğlan'ın da koruyucusudur. Zülkarneyn üstüne binip yıldızlara çıkmış, Bukrat (Hippokrates) Kaf Dağı'ndan şifalı otları onun sayesinde almıştır.
Huma kuşu da Kaf Dağı'nda yaşar ve yalnız kemik yer. "Hüma", "hümay" Farsçadır, Arapçası "Bulah"dır. Huma kuşunun gölgesi kimin üstüne düşerse o hükümdar olur, bu nedenle devlet kuşu olarak bilinir. Osmanlıların "padişaha ait" anlamında kullandıkları "hümayun" sözcüğünün sözlük anlamı mübarek, kutludur ve "huma"dan gelir.
Hüdhüd kuşu Hz. Süleyman'ın da ulak kuşudur, Belkıs'la haberleşmesini de o sağlamıştır.
Kaf Dağı yeşil zümrüttendir ve gök de rengini onun yansımasından alır. Kaf Dağı'nın ötesinde Yecüc Mecüc yaşar. Ayrıca cin ve perilerin, Simurg'un yurdu da burasıdır. Ab-ı hayat bu dağda bulunur

Tevrat'ta Gog ve Magog, Kuran'da Yecüc Mecüc
Yecüc Mecüc'ün bu seddi aşıp dünyayı istila ettikleri gün kıyamet kopacaktır.
Üç türdürler: Sedir boylular, çok iriler ve kilim kulaklılar.
Yecüc Mecüc'ün Türkler olduğu 10. yüzyılda yazılmış Arapça hadis, tarih ve coğrafya kitaplarında bulunduğu gibi, 20. yüzyıl Arap milliyetçileri de bu benzetmeye göndermeler yapmışlardır.

Zülkarneyn iki boynuzlu demektir, Doğu ve Batı'nın hakimi olduğu için bu adı almıştır.

Fransa'da ilk kreşler 1850'lerde, İngiltere'de 1860'larda kuruldu.

Cinsellik

Müslüman geleneğine göre de kadınların örtünmesinin başlaması, Mekke'den gelen Müslüman kadınları tanımayan Medineli erkeklerin tacizinden sonra doğmuştur.

Anne baba çocuğunun aşık olmasını değil, yuva kurmasını arzular.
Toplumsal çevrenin çok daha dar olduğu dönemde evlenmek de daha sıkı kurallara bağlıdır.
Levi-Strauss'un çözümlediği gibi, evlilik akrabalık kurmanın en sağlam yolu olduğuna göre, iki ailenin, elbette aynı toplumun üyesi fakat yabancı olması en mantıklısıdır. Aşk bütün bu denklemi bozma riski taşır.

Avrupa dillerinin çoğunda öpüşmek, burun sürtmek, yalamak anlamlarına gelen "kus" ve "bus" sözcüklerinin türetmeleri kullanılmaktadır (İngilizce "kiss" ve "buss").

Gebelik testine ilişkin bilgiler Eski Mısır'da İÖ 1300, Babil'de İÖ 700 yılından kalma yazıt ve tabietiere uzanıyor. Buğday ve arpa dolu torbalara günaşırı işeyerek bu ürünlerdeki farkı gözlemleyen atalar, gebelik olup olmadığı anlıyorlardı.

Fahişe Arapça, bugün yalnızca çok pahalı anlamında kullandığımız fahiş sözcüğünün de kökü olan "fuhş"tan gelir
Orospu ise Farsça "ruspi"den gelmektedir (…) aslı olan "rusipid" yüzü ak demektir, yüzü kara anlamında "rusiyah" denilecek yerde "tezyif ve kinaye ile" bu ad verilmiştir.
Pezevenk sözcüğünün ise Farsça "pazanak"tan çok Ermenice "bozavag"dan geldiği kabul edilir. Argo astik, dasnik, godoş sözcükleri de Ermenicedir.
Sasani hükümdan Kavad (ölm. 531) Mazdekçidir, bir tür komünizmi savunmuş ve iç savaş sonucu yenilip canını yitirmiştir.
Porneion genelevi Atina'da İÖ 570'te Solon tarafından açılmıştır.

Mahalle

Osmanlı hukuk sisteminde mahalle halkı birbirine kefildir

Duvara her zaman yazı yazılmıştır. Bilinen en eski örneklerden biri, İÖ 591 yılında Mısır kralının ordusunda paralı asker olan Yunanların Etiyopya seferinde II. Ramses'in Abu Simbel'deki heykelinin üstüne adlarını kazımalarıdır.

İlk kahvehane İstanbul'da 1554'te Şamlı ve Halepli iki Arap tarafından açıldı.

…berber sözcüğü Türkçeye İtalyancadan geçmiştir.

Arapça "mahzen" sözcüğünün çoğulu "mahazin"den gelen mağaza sözcüğü İspanyolcaya "almacen", "armazem", "magacen", İtalyanca ya "magazzino", Fransızcaya "magazin" biçimiyle girmişti.

Şarküteri, Fransızca "charcutier", Latince sandalye anlamında caro, carnis'ten 1464'te "chair-cuite" biçiminde türetilmişti.

Eski İzlanda dilinde "vinna" (iş, fiil olarak çalışmak, kazanmak) sözcüğü Sanskritçe "van" köküne çıkar ve Latince venari yani avlanmak (İngilizce "vension" geyik, karaca eti) ve aşk ve aşk tanrıçası Venüs (İngilizce "venerate" saygı göstermek, ululamak) sözcükleriyle akrabadır. Aynı kökten Gotça "winno" acı çekmek demektir ve çağdaş İngilizce "win" (kazanmak) sözcüğünün de köküdür.

Bitki kabuklarını kullanarak kağıt hamurundan kağıt yapımının Çin'de İS 105 yılında hükümdarıo muhafız alayına mensup bir sanatkar tarafından icat edildiği kabul edilmektedir.

Standart kağıt boyları 1389'da, Emperyal, Royal, Orta ve Arşiv olarak Bologna'da belirlendi.

Gutenberg matbaasında, vernikle kaynatılmış ketentohumu yağıyla karıştırılmış lamba isini kullanmıştı. Bu mürekkep Avrupa'da üç yüzyıl değiştirilmeden kullanıldı.
Öz Türkçecilerin kitap karşılığı olarak kullanıma sokmaya çalıştıkları "betik" sözcüğünün kökü olan, Orta Asya'da Uygur döneminde kullanılmaya başlanan "bitimek" (yazmak) fiilinin kökü "bit", Çince fırçadan gelir.

Kalem sözcüğünün kökü Yunanca "kalamos", Latince calamus, yani kamıştan gelmektedir. Kamışlar genellikle Mısır ve Anadolu'dan getirtiliyordu.

Abaküsün Pythagoras tarafından icat edilip alfabenin ilk harflerinden esinlenerek adını aldığı veya eskiden tahta üstüne serilen tozlada hesap yapıldığı için adının İbranice toz anlamında "abhak"tan geldiği ileri sürülmüştür.

İstanbul'da ilk telefon hattı Nazır odasıyla fabrika müdürünün odası arasında kuruldu.

II. Richard'ın 1393 yılında çıkardığı bir kararla İngiltere'de her hanın levha asması zorunlu tutuldu. İngiltere'de 1189'dan kalma ve halen bir handa yaşayan ad var. "Hoop and Grapes" ham ise 13. yüzyıldan kalan en eski han.

Devlet ve Millet

Ermeniler kendilerine Hay, Gürcüler kendilerine Kartvel, Lazlar kendilerine Çanuri, Zazalar Dimli, Çerkezler Adighe, Arnavutlar Şkiptar / Şkipni, Çeremişler Mari, Japonlar Nippon / Nihon, Finliler Suomi, Basklar Eusktarak / Euskaldunak…
Almanlar kendilerine Deutsch, Hollandalılar Dutch derler ve sözcük "insanlar, halk" demektir. Galler kendilerine Cymro, İngilizlerse onlara "garip, kaba" anlamında Welsh der. Osmanlıların Balkan halkı Ulahlara verdiği ad da aynı kökten gelir.
Acem (acemi sözcüğü de bu kökten gelir) eskiden İranlıların adıydı; Slavlar Germenler için aynı anlamda Nemçe sözcüğünü kullanırlardı ve Osmanlılarda Avusturyalı anlamını kazanmıştı. Slav da Latinlerin verdiği "köle" anlamında bir addır.

Bayrak askeri ihtiyaçlardan doğmuştur.
Osmanlı geleneğine göre Selçuk sultanının Osman Bey'e verdiği bayrak beyazdır. Yavuz Sultan Selim Çaldıran'a biri beyaz biri kırmızı iki bayrakla gitmiştir.
Yeniçeri Ocağı kaldırıldıktan sonra bayrakları da yasaklanmış ve bayrak sözcüğü de yasaklanarak sancak denmeye başlanmıştır.
Ay ile yıldız Nizam-ı Cedid ordusunun bayrağında buluşmuştur.

Hıristiyan dininde "martyr" (İngilizce, Fransızca), "martiros" (Yunanca), "Martyrer" (Almanca) tanık, kanıyla inancına tanıklık eden; insanlara yeni doğruları haber verip, İsa'ya tanıklık edip İsa'ya inandıklarını söyledikleri için acı çekip canını verenlere verilen addır.

Kuzey İskoçyalı Keltlerin ölüler ordusu için özel sözcükleri vardır: "sluagh", birçok ruh demektir.
"Gairm" haykırış, çığlık anlamına gelir, "sluagh-ghairm" ölülerin savaş çığlığıdır. Slogan sözcüğünün kökeni de budur.

Açık alana konulan ilk büst Sivas'ın Hafik ilçesindedir. 1915-16'da sütun üstüne konulan estetik Osman Bey büstü, 1936'da kaymakam tarafından kaldırılmıştır.

Avusturyalı Heinrich Krippel'in Sarayburnu'nda 3 Ekim 1926'da açılan heykeli, ilk Atatürk heykelidir.

Mehmet Akif'in şiiri 12 Mart 1921'de kabul edilmiştir.

"Tekbir ve Cenk Marşı" (Ey Şanlı Ordu Ey Şanlı Asker), beste: İsmail Hakkı Bey (1860-1929)
"Ceddin Deden, Neslin Baban", beste: Ali Rıza Bey "Plevne Marşı" (Tuna Nehri Akmam Diyor), beste: Mehmet Ali Bey (yaklaşık 1825-1895)
"Alay Marşı", (Annem Beni Yetiştirdi Bu Vatana Yolladı), beste: Müezzinbaşı Miralay Rifat Bey (1820-1888)
"Sivastopol Marşı" (Sivastopol Önünde Yatar Gemiler), beste: Müezzinbaşı Miralay Rifat Bey
"Kalkın Ey Ehl-i Vatan", beste: Müezzinbaşı Miralay Rifat Bey
"Gelibolu Marşı" (Yaslı Gittim Şen Geldim), beste: Leyla Saz (1850-1936) güfte: Samih Rifat
"Çanakkale Marşı" (Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı), Destancı Mustafa
"Kafkasya Dağlarında Çiçekler Açar", İzzettin Hümayi Elçioğlu, 1914, Kurtuluş Savaşı'nda "İzmir Dağları" olarak değiştirildi.

Osmanlı tarihçisi Peçevi'nin (1574-yaklaşık 1649) bildirdiğine göre, halk arasında Şemsi Paşa'nın, "Padişaha rüşvet aldırdım ve bununla bu devletten Kızılahmetli'nin öcünü aldım," deyişi çok yaygın bir sözdür, "o zamandan beri bu sözü işitmemiş kimse kalmamıştır dense yeridir." Osmanlıların 1461'de sona erdirdiği Candaroğlu Beyliği'nden Kızıl Ahmet Bey'in soyundan gelen Şemsi Paşa, "Onlar bizim ocağımıza su döktükleri gibi ben de onların ocağını söndürecek bir başlangıç düzenledim," diyerek, Padişah III. Murad'a (saltanatı: 1574-95) 40 bin altın rüşvet verdim diye sevinmekte, "artık rüşvet almaktan geri durmazlar ve rüşvet ile devletleri tutunamaz," demektedir.

Rüşvet eski Mezopotamya uygarlığından başlayarak bütün tarihi kayıtlarda vardır.

Çin imparatoru Shih-huang Ti, İÖ 213 yılında bilimsel olanların dışında bütün kitapların yok edilmesini emretmişti.

1859 Solferino Savaşı'nda Avusturyalı ve Fransız yarahiara acil yardım hizmetleri örgütleyen Dunant'ın 1862'de bütün ülkelerde gönüllü yardım dernekleri kurulmasını öneren kitabının yayımlanmasıyla 1864'te ilk dernekler kurulmaya başlandı.

Türkiye Kızılay Derneği, 1868'de Mecruhin ve Marda-yı Askeriyeye İmdad ve Muavenet Cemiyeti adıyla kuruldu. Kızılhaç örgütlenmelerinden esinlenmeyle 1877'de Hilal-i Ahmer, 1935'te bugünkü adını aldı.

Oyun, Eğlence ve Spor

Körebe oyunu
Eski kurban ritüelinde rahibin hayvan postu giyerek gözleri bağlı halde elinin değdiği kişinin ateşte kurban edilmesi ile ebenin dokunduğu çocuğun "yanması" yakından ilişkilidir.

Çıngırak, bebeklerin ilk ve herhalde tarihi en eski oyuncağıdır. Eski Mısır'da İÖ 1360 yılına tarihlenen kuş, domuz, ayı biçiminde yapılmış, sivri uçları yumuşatılmış ve kumaş kaplanmış toprak çıngıraklar bulunmuştur.

Totem ve ata tapımı yanında büyü yapmak için de bebekler kullanılmıştır. Orta Asya'da da şaman uygulamalarında, hasta sağaltırken bebek kullanılır. Anadolu'da da özellikle yağmur yağdırma törenlerinde kepçe kadın, çomça gelin, çaput adam, bodi bostan vb. adlarıyla büyüsel bebeklere rastlıyoruz.

Minik metal askerlerden oyuncak takımlarının tarihi Roma'dan başlar ve 18. yüzyıl Avrupa'sında özellikle Fransa'da moda olur.

Tahta atın Eski Yunan ve Roma'da, Çin'deki varlığı belgelenmiştir.

…tapınak ve çocuk mezarlarında bilye bulunmaktadır. Girit'te bulunan akik ve yeşim bilyeler İÖ 1400'lü yıllara aittir.

İÖ 3000 yılında Babil çocukları insan ve hayvan biçiminde toprak topaçlarla oynuyorlardı.

İÖ 1200'lerde Çinliler uçurtmaları askeri işaret olarak kullanıyorlardı.

II. Mahmud dönemine kadar İstanbul'da cirit oynandığını, bu padişahın Avrupalılar tarafından vahşi bulunduğu için ciridi yasaklamasından öğreniyoruz.

İtalyanca kır evi anlamında "casino" sözcüğünden adını alan gazino II. Abdülhamid döneminde yaygınlaşıp kimliğini kazandı.

Hint geleneğine göre tavlanın mucidi Kalfan adlı bilgedir; zarlar gece ve gündüzü, pullar ayın günlerini, tahtadaki on iki hane ayları ve burçları, hanelerin toplamı günün saatlerini temsil etmekte, kısaca oyun yılı simgelemektedir.
…adı İtalyanca masa veya tahta anlamına gelen ve birinci yüzyıldan beri kullanılan "tavola"dan gelir. İÖ 3000 yılında Sümerlerin tavla benzeri bir oyun oynadıkları anlaşılmaktadır.

Satranç: Geleneğe göre Hakim Nasır Dühr tarafından Hint Hükümdan Talmend Şah için icat edilmiştir.
Hintçe "catturanga" veya "sadreng", Arapça "sadrenc"ten Türkçeye girmiştir.

Dama 12. yüzyılda satranç tahtasına uyarlandı. Dama adı, satrancın vezir ya da kraliçesinden "dame" adından gelir.

Tombala Mütareke döneminde (1918-1922) ilk kez Beyaz Ruslar tarafından Arkadi Gazinosu'nda oynatılmış,

Türkçe iskambil sözcüğü İtalyanca "brusquembille", Fransızca "briscambille"den gelir.

Akordeon 20. yüzyılın başlarında Türkiye'ye girdi. Artvin yöresinde halk çalgısı olarak kullanılan firmargon ise adını, 1818'de Viyana'da Anton Haeckel tarafından, Çin kökenli Rus çalgısı "şeng"den esinlenerek icat edilen "fizarmonika"dan alır.

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
3. Baskı 2013


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder