Kudret Emiroğlu - Gündelik Hayatımızın Tarihi
…günlük yaşamımızda yer eden
birçok eşya, gelenek ve âdetin tarihi karanlık ve bir o kadar da ilginçtir…
Çoğu zaman üstüne düşünmediğimiz,
bazılarını işlevsel gördüğümüz, bazılarını toplumsal zorunluluk kabul ederek
uymaya çalıştığımız, bazıları çocukluğumuzun geri gelmeyecek günlerinden anılar
olarak kalan, bazılarına alışmaya çalıştığımız ve bazılarına da tepki
duyduğumuz eski yeni eşya, adet ve ifadeler, kişiliğimizi belirleyen, kişisel
veya grup olarak kimliğimizi ifade etmemizde birincil derecede rol oynayan,
kültür ve uygarlık ürünleridir.
"hala" Arapçada babanın
değil annenin kız kardeşi yani teyzenin karşılığıdır.
1970 yılında elektriksiz konutlar
toplam konutların yüzde 61’ini ve okuryazar olmayanlar (altı ve yukarı yaşta)
toplam nüfusun yüzde 43’ünü ve sadece kadın nüfusun yüzde 58’ini
oluşturmaktaydı.
İnançlar, Büyüler
Eski Türklerde çocuklara
adlarının bir beceri gösterdikten sonra konulduğunu biliriz.
Erkek çocuklara büyükbabanın
adının konulması Anadolu’da oldukça yaygın bir gelenektir (s. 2).
Bebekleri ölen aileler, (Dursun,
Satılmış, Hediye, Yaşar vs.)bu adları tercih ederek, ad büyüsü yapmaktadırlar.
Dünyanın en yaygın adları Tevrat’tan
alınan, üç dinin de benimsediği adlardır.
Tanınmış bazı Avrupalı adların
anlamları şöyledir:
Gerald: mızrak taşıyan
Bert: parlak, aydınlık,
gösterişli
Albert: onurla aydınlanan
Robert (Rupert, Rupprecht): ünle
aydınlanan
Herbert: orduyu aydınlatan,
ordunun ışığı
Lambert: ülkeyi aydınlatan
Bertram, Bertrand: parlak karga
Bernard: ayı gibi kuvvetli
Eberhard: yaban domuzu gibi
kuvvetli
Adolph: soylu kurt
Rudolph: ünlü kurt
Louis, Lewis, Ludwig, Luigi,
Lagos: cesur savaşçı
Ursula: dişi ayı
Germence Theo- (halk, insanlar)
örneğin Theodoric: insanlar arasında güçlü olan
Yunanca Theos (Tanrı), örneğin
Theodore, Dorothea: Hüdaverdi
Germence Ed- (zenginlik), örneğin
Edward: zenginlikleri bekleyen (s. 3-4).
Eski Yunanlar atı çok sevdikleri
için "hippo" yani "at"la başlayan adlar almışlardı; Hippokrates,
Hippodamos, Hipponaks vs.
Romalılarda ise erkek önadlarının
sayısı çok azdır; hemen hemen tamamı (…) yaklaşık yirmi addan ibarettir.
…önadların ardına soyun adı (nomen
gentile), baba adı ve kabile (tribunus) adı eklenirdi.
Romalı kadınların ise genellikle
önadları yoktur, yalnızca aile adını kullanmışlar…
Çocuğu olmayan kadınların yatırlara
adakta bulunmaları yaygın bir gelenek olduğundan, yerel yatırlardan alınan
adlar çok fazladır. Sivas’ta Ahmet Turan, Elazığ’da Hıdır, Gaziantep ve
Kahramanmaraş’ta Ökkeş, Kahramanmaraş ve Diyarbakır’da Zülküf ve türevleriyle
Şehmuz, Tunceli’de Veysel, Besni’de Vakkas adları konulmaktadır.
80’lerin ilk yarısında Merve,
ikinci yarısında Berk, 90’larda Can takılı adlar moda olmuştur (s. 5).
Türkiye’de akraba olmayanlara da
adlarının peşine ağabey, amca, teyze takılarak hitap edilmesi görgü gereğidir.
Antropolog ve folklorcuların
"amulet" adını verdiği nesneler zararlı
etki ve tehlikeleri uzaklaştırmak için kullanılır. En yaygın amuletler el
(Fatma Ana Eli çok yaygın, güçlü bir motiftir) ve göz biçiminde olanlardır.
…muska,
Arapça "nüsha" sözcüğünden gelmektedir.
Abrakadabra: İbranice
"ab" baba, "ben" oğul, "Ruak Akadaş"
Hokus pokus: "Hoc est
Corpus" Aldatma, el çabukluğu
anlamında kullanılır.
Destur: İzin, müsaade, ruhsat
anlamlarında… Zerdüşt dininin ruhani başkanına verilen addan gelir.
…önce kapı üstlerine asılan at
nalı zaman içinde at nalı şeklinde kapı tokmaklarına
dönüşür. Hıristiyan dünyasında 19 Mayıs Aziz Dunstan günü olarak kutlanır ve o
günlerde at nalıyla oyunlar oynanır.
At nalının yararlı olabilmesi için
uçlarının yukarı bakması gerekir (s. 13).
Anadolu’da kapıya katran sürmek,
o hane kadınlarının ahlaksızlığına işaret eder ve ev halkı böylelikle taşınmaya
mecbur edilerek mahallenin namusu kurtarılırdı.
Eskiden tavşanın her parçası,
kulağı, kuyruğu, ayağı, kurutulmuş iç organları uğur için taşınırdı.
Alevi inancına göre de Muaviye
zaman zaman kadın gibi aybaşı olur ve tavşan
doğurur. Yezit’in ruhu tavşanın vücuduna girmiştir; dolayısıyla kötü niyetli
kişiler tavşan donunda yeniden dirilebilirler.
Musevilik tavşan etini yasakladı…
Anadolu ermişlerinin güvercin
donuna girmeleri yaygın yeteneklerindendir.
Druid,
asıl biçimiyle "dereu-wid" sözcüğü meşe bilgesi, meşe ağacını bilen
demektir.
Kedinin
evcilleştirilmesi Mısır’da İÖ. 3000 yıl öncesinde başlıyor. Buna rağmen Eski
Yunanlar kediyi bilmiyorlardı.
…çoğunlukla fakir ve yalnız kadınlarca
beslendiklerinden, cadı avının başlamasıyla birlikte, bu "cadı"
kadınlarla birlikte yoldaşları kedilerin özellikle kara kedilerin de suçlanmasını
getirdi.
Eski Roma’da merdiven altından geçmek zorunda kalan birinin kötü
talihten kurtulmak için yapması gereken el hareketi (…) başparmağı işaret ve
orta parmağın arasında sokarak merdivene sallamaktır. "Fico" adı
verilen bu hareket "incir işareti" olarak bilinir ve özellikle
Portekiz ve Brezilya’da halen canlıdır.
…uğurböceği
larva ve böcek evrelerinde etçil olup tarım zararlısı böceklerle beslenir…
Ortaçağda Hıristiyanların ağaca
vurmasının, tutulan dileğin gerçekleşmesi için duanın kuvvetlendirilmesi
anlamına geldiği ve tahtanın, İsa’nın gerildiği çarmıhı ifade ettiği
yazılmıştır (s. 27).
Eski Romalı doktorlar, annelerin yeni
doğmuş bebekleri esnediğinde ağızlarını elleriyle kapamalarını öğütlüyorlardı. (…)
esnemeyle ruhun ağızdan kaçabileceğini
düşünüyorlardı.
Gelenekler
İngilizcede koca anlamına gelen "husband" sözcüğü ahır
hizmetlisi anlamına geldiği gibi, Türkçe güvey
sözcüğü de hayvan "gütmek" köküyle ilişkilendirilerek damadın bir
süre kayınbabasının çobanlığını yaptığı döneme göndermedir.
Düğünlerin salonlarda yapılması
1930’lu yıllarda bütün Anadolu’da yaygınlaştırılan balo geleneği ile ilgilidir
(s. 32).
Düğünde saçı
-kansız kurban- âdeti evrenseldir. Buğday kültüründe düğünlerde gelinin başına
buğday saçmak, bereket simgesi olarak bugünlere kadar gelmiş bir adettir.
1600’lerde zenginlik arttıkça
pasta, kek ve diğerlerinin üst üste yığılması ve yükseklik arttıkça daha çok
övünülmesi dönemi başlar. 1660’larda İngiltere Kralı II. Charles’ın Fransız
aşçısı duruma müdahale ederek, bu pasta yığınının çok katlı düğün pastası
halinde gelenekselleşmesini başlatan pastayı yapar (s. 34).
Asurlarda nikâh, tanıklar önünde
kadının başının örtülmesiyle tescil edilir. İbrani, Arami dillerde gelin
sözcüğü örtünme anlamında "kalattu", Latincede düğün, peçeyle örtünme
anlamında obnubere, Almanyada kadın (Weib), örtülmüş, gizlenmiş, önüne perde
çekilmiş anlamında "wiba" sözcüğünden gelir.
16. yüzyılda İngiltere ve Fransa’da
beyaz gelinlikler yaygınlaşmaya başladı.
Gelinin teli başından beline kadar
inen sırmadır,
Duvak,
sözcük olarak Eski Türkçede işlek bir kök olan ve örtü, kapak anlamına gelen
"tuğ"dan gelmektedir.
860 yılında Papa I. Nikolas nişan yüzüğünün evlenme arzusunu bildirmek üzere takılmasının
zorunlu olduğu kararını aldı.
Yahudiler evlilik yüzüğünü işaret
parmaklarına, Hintliler başparmaklarına takıyorlardı. Yunanlar İÖ 3. yüzyılda
"aşk damarı"nın üçüncü parmaktan geçip doğrudan kalbe ulaştığını
keşfettiler.
(Balayı) Kuzey Avrupa’da kız
kaçırıldığında bir süre kızın ailesinden saklanılması gerektiği ve bu sürede
saklandıkları yeri yalnız onlara köyden yiyecek, bal getiren delikanlının arkadaşlarının
bildiği folklorcularca anlatılmaktadır.
Doğum günü kutlaması Eski Mısır’da
İÖ 3000’lerde kutsal firavunun doğum gününün kutlanmasıyla başladı. Doğum
gününü kutladığını bildiğimiz ilk kadın da, sevgilisi Marcus Antonius’la davetlileri
kabul eden ve davetlilere değerli armağanlar veren Kleopatra’dır.
Yunan ilahları her ay doğum
günlerini kutladıklarından yılda on iki doğum günleri oluyordu. İnsanlarda ise
sadece erkeklerin doğum günleri kutlanıyor…
Patty Smith Hill (ölm. 1906)
tarafından yazılan Happy Birthday to You şarkısı ilk kez 1893’te "Good
Morning to All" başlığıyla Song Stories of the Kindergarten adlı kitapta
yayımlandı.
Ölü çevresinde mum yakan
Romalılar, yeraltı ruhlarının ışıktan korktuklarını düşünüyorlardı.
Ölü aşı, ölünün ruhu için verilir.
Bizans’ta ve Ortodoks Hıristiyan
Kilisesi’nde ölü için yakınları tarafından düzenlenen anma günleri ile belirli
yortu günlerinde "koliva" (bkz. Aşure)
yapılarak kilisede ve mezar başında dağıtılması resmi liturjide yer alır.
Çelenk Farsça bir sözcüktür ve
değerli nesnelerle süslenip başa takılan sorguç anlamına gelmektedir.
(Devir)
Bölgesine göre hocanın payı artar veya azalır, bu hile-i şeriyeye inanılan
yerlerde hoca merhumun bağışlanmasını kendi aldığı payla ilişkilendirecektir
(s. 43).
Deli deliyi imam ölüyü sever
Hz. Muhammed’in doğum gününün
kutlanması Fatimilerle başlamıştır.
İşlenmiş mezar taşı Müslümanlık
tarihinde 8. yüzyıl başına, türbe ise 10. yüzyıla kadar uzanmaktadır.
İstanbul’da şehir içine ölü
gömülmesi yasağının tarihi 1868’dir.
(Amin) Eski Ahit ‘te Amun, Allah’ın
adlarından biri olarak bir yerde geçtiği gibi, Yeni Ahit ‘te de İsa’nın unvanı
olarak bulunur. Hz. Muhammed’in lakabı da Emin’dir.
Tespihin
Budizmle doğduğu ve yayıldığı kabul edilir. Budist dünyada tespihler yüz sekiz,
Katoliklerde yüz elli tanelidir.
Peygamber: Farsça haber getiren
anlamında
Aptes (Abdest): Farsça
"ab" su ve "dest" el sözcüklerinden bileşik sözcük
Namaz: Farsça saygı, yardım
etmek, hizmet
Oruç: Farsça "ruz" gün
sözcüğünden; Arapça "savm"
Günah: Farsça, Arapçası
"ism"
Feriştah: Farsça aslı
"firişte", Arapça melek.
Tamu: Aslı Soğdça, Arapça
cehennem.
Huda: Farsça Tanrı
Takvim
Osmanlı takviminde yıl Ruz-ı
hızır (eski takvimde 23 Nisan, miladi takvimde 6 Mayıs) ve Ruz-ı kasım (Ekim’in
26’sı yani Kasım’ın 9’u) olarak ikiye bölünürdü.
Hicretin on yedinci yılında
Halife Ömer zamanında Hicri takvim kullanımı başlamıştır.
Romalılar Roma’nın kuruluşu (İÖ
753), Yunanlar ilk Olimpiyat oyunları (İÖ 776), Yahudiler Yaratılış (İS 9.
yüzyılda oluşturulan takvime göre İÖ 3761), Hıristiyanlar İsa’nın doğumu, Müslümanlar
Hz. Muhammed’in hicretiyle (İS 622), Fransız Devrimcileri ise, 1805’te Napoleon
ilga edene kadar, ilk günü 22 Eylül 1793 olmak üzere devrim takvimiyle başlatır
(s. 49).
Osmanlılar 1790 yılına kadar kameri
(ay takvimi - Hicri) takvim kullanmış, bu yıldan itibaren ise mali işlerde
şemsi (güneş takvimi - Rumi) takvimi geçerli sayarak yılbaşını Mart olarak
kabul etmişlerdir.
1917’de yapılan düzenlemeyle Rumi
takvimle Gregoryen takvim arasındaki gün uyumsuzluğu ortadan kaldırılmıştır.
1925 yılında çıkarılan kanunla
Miladi takvim benimsenmiş, mali yılbaşı 1983’e kadar 1 Mart olarak kalmıştır.
Yasalar, ekonomi ve toplumsal
ilişkiler yerel ağızlar gibi yerel takvimleri de yok etmektedir.
Baharın gelişi, zamanın sona
ermesi tehlikesi yani kıyamet korkusunun bir yıl daha atlatılması anlamına
geldiğinden, Mezopotamya uygarlığında dinsel-siyasal erkin teslim edildiği
krala ihtiyaç kalmadığının da göstergesi olarak kabul edilmiş ve bahar bayramları
kral kurbanıyla kutlanmıştır. Özellikle Babil örneğinin iyi bilindiği ilkbahar
kutlamalarında bütün şehir halkının katıldığı "serbest aşk" günleri
ile kurulu düzen altüst edilerek yeni bir yıla hazırlanılmıştır (s. 50-51).
Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu’dan
başlayarak Balkanlar’a kadar uzanan mantıvar, martufal, Rize’de vartavar,
Trabzon’da dernek olarak bilinen yayla şenlikleri aynı kapsam içine alınabilir.
Geleneksel çiftçi takviminde
günler fırtınalar, tohum atma zamanı, suların çekilmesi, kuşların göçü gibi iklim-meteoroloji
olaylarıyla anılır…
…en eski yılbaşı törenleri,
Babillilerin mart ayının sonlarında kutladıkları ve on bir gün süren bahar
bayramlarıdır ve yılbaşıyla aynı gün başlar.
Koç katımından yüz gün sonra çobanların
çeşitli hayvan kılıklarına girerek oba oba dolaşıp türküler söyleyerek sürü
sahiplerinden armağanlar aldığı "saya" adı altında toplanabilecek
ritüeller, Trabzon’da aynı mantıkla çocukların "kalandar" oyunları,
Nasturilerin, kız ve erkeklerin, Yortu Gelini seçerek her evin kapısını çaldığı
ve evlerden aldıkları yiyeceklerle pikniğe gittikleri (…) kökenlerinin Germen
gelenekleriyle ortak öğeler içerecek biçimde, çok eski zamanların evrensel
anlayışına uzandığını göstermektedir (s. 53-54).
Osmanlı toplumu yılbaşı kutlamalarını,
1829 yılında İngiltere elçisi Haliç’teki bir gemide verdiği baloya kazasker,
serasker gibi devlet adamlarını davet edince, diplomatik bir zorunluluk olarak
tanımıştır.
İngiliz keşiş ve misyoner St.
Boniface, Alman Druidleri meşe ağacının kutsal olmadığına ikna etmeye
çalışırken böyle bir ağacı devirmiş ve düşen ağaç bir çam fidesi dışında her
şeyi ezmiştir. Paganları Hıristiyanlaştırmaya çalışan keşiş bunu mucize olarak
yorumlayıp fidenin çocuk İsa olarak tanımlanabileceğini söylemiştir. Bundan
sonra Almanya’da Noel kutlamalarında çam fideleri bulundurmak
gelenekselleşmiştir.
Çam ağacına ilk kandil
yerleştirenin ise Protestan Reformu’nun önderi Martin Luther olduğuna
inanılmaktadır.
Yılbaşında basılmış tebrik kartı
gönderme geleneği 1843’te Londra’da başlamıştır.
Aziz Nikolas, Avrupalı adıyla Santa
Claus dördüncü yüzyılda Likya’da (Akdeniz kıyısında Teke yarımadasında)
yaşamıştır.
6 Aralık 342’de öldüğü kabul edilen
Aziz Nikolas, Rusya, Yunanistan ve Sicilya’nın koruyucu azizi olarak kabul
edilmektedir.
Aziz Nikolas ortaçağda çocukların
da koruyucusu olarak kabul edilmekte ve Batı’da 6 Aralık’ta çocuklara
şekerleme, meyve gibi hediyeler getiren kırmızı beyaz piskopos kıyafeti içinde,
eşeğine binmiş haliyle St. Nick adıyla bilinmekteydi.
Hollanda’da çocukların tahta
ayakkabılarını ocağın önüne yerleştirerek içine azizin eşeği için saman
koymaları ve azizden hediyeler beklemeleri âdeti vardı.
Noel Baba’nın bugünkü görünüşünü
kazanmasında ise 1863’ten 1886’ya kadar Harper’s Weekly dergisi için Christmas
resimleri çizen Thomas Nast’ın etkisi oldu.
Noel Baba’nın kızağını çeken ren
geyiklerinin biçimlenmesi de 1939’da yılbaşı satışları için yenilik yapmak
isteyen bir Chicago mağazasının reklam yazarı olan Robert May’in şiiri ve
Denver Gillen’in çizgisiyle başladı.
Nevruz adetlerinin geçmişinde Hindistan’a
giren Aryanlarla yerli halkın savaşının, Zerdüştlükle Mitracılığın
çekişmesinin, Perslerle Medlerin mücadelesinin izlerini bulmak mümkündür (s.
58).
Selçuklu sultanı Melikşah
zamanında Celali adıyla bilinen takvimi düzenlemiş ve yılbaşını Nevruz’a, 21
Mart’a almışlardır.
Nevruz’un
siyasallaşması, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin gençlik örgütü Türk Gücü
kulüpleri aracılığıyla 1913-14 yıllarında bu günü Türk-Ergenekon bayramı olarak
kutlamasıyla başlamış (s. 59)…
(Hıdrellez)
En yaygın efsaneye göre Hızır ve İlyas iki kardeştir. Ayrı düşmüşler ve Allah
dualarını kabul ederek kardeşlere yılda bir kez buluşma izni vermiştir.
Hıdrellez günü iki kardeşin buluşma günüdür.
Hıdrellez günü, güneşin Ülker
burcuna girdiği, eski takvimle 23 Nisan, Miladi takvimle 6 Mayıs günüdür.
Doğu Hıristiyanlığında Aya Yorgi
ya da Saint George, İslam mitolojisinde Circis olarak tanınan aziz kültü Hızır’la
birçok koşutluk gösterir ve bu azizin kutlama günü 6 Mayıs olduğu gibi, lakabı
da Yeşil’dir.
Muharrem
ayı Aleviler için oruç ve yas ayıdır.
1 Mayıs’ta
bahar şenlikleri yapılması dünyanın en yaygın geleneklerindendir.
İngiltere’de 16. yüzyılda 1 Mayıs
ormanlar kralı Robin Hood’la sevgilisi Lady (Maid) Marian’ın buluşma günleri
olarak kutlanan bir festivaldi.
16. yüzyıl başlarında Fransa’da
yılbaşı 25 Mart’ta kutlanır ve festival 1 Nisan’a
kadar sürerdi. 1564’te Gregoryen takvimin kabul edilmesiyle yılbaşı 1 Ocak’a
taşındı. Bu uygulamaya direnenlerin veya unutkanların varlığı, sahte
davetiyeler gönderilecek ve türlü şakalar yapılarak yeni karara uyanlara eğlence
fırsatı doğurdu. Bu sırada güneş, balık burcundan çıktığı için bu kişilere
Nisan balığı denildi.
…öğretmen Anna Jarvis 9 Mayıs
1905’te annesini kaybetti. 1907 yılında annesinin ölüm yıldönümünde evine
çağırdığı arkadaşlarına her yıl Anneler Günü adı
altında ülke çapında kutlama yapılması önerisinde bulundu.
Türkiye’de ilk Anneler Günü, Kadınlar
Derneği aracılığıyla 1955 yılında kutlandı,
270 yılında Roma imparatoru II. Claudius
evli askerlerin işe yaramadığı sonucuna vararak evliliği yasakladı. lnteramna
piskoposu Valentin iki genci evlendirme suçuyla yakalanıp Hıristiyanlıktan dönmeyi
de reddedince 24 Şubat 270 günü idam edildi.
496 yılında Papa Gelasius Roma’da
kutlanmakta olan Lupercus Festivali’ni yasakladı. İÖ 4. yüzyıldan beri şubat
ayında genç kız ve erkekler arasında kura çekilerek gelecek yıla kadar
eşleştikleri bu pagan festivali yasaklayan Papa, kura çekme âdetini yasaklamadı
ama Hıristiyanlaştırdı. Kura, istekli genç kızların adı yerine kilise azizlerinin
adları yazıldı (s. 67-68).
Şubat ayında yapılan bu işlem de
Aziz Valentin’in koruyuculuğu altında yürütülecekti. Romalı gençler Aziz
Valentin’e adanan 14 Şubat günü sevdikleri, beğendikleri kızlara mektup, pusula
gönderme geleneğini yarattılar.
Kandil
Türkçeye Arapçadan girmiş ve daha çok camilerin aydınlatılmasında
kullanılmıştır.
Hafta tatili anlayışını
benimseyen ilk kurum medreselerdir. Medreselerde tatil günü salıydı.
1924 yılında cuma günü resmen
tatil yapıldı; 1935’te cumartesi günü saat 13’ten başlayıp pazartesi sabahına
kadar devam eden hafta sonu tatili yasallaştı. Bu dönemde tatil yapmayanlara,
yani dükkânlarını kapatmayanlara ceza da uygulanıyordu. 11 Haziran 1974’te
memurların hafta sonu tatiline cumartesi de dâhil edilerek tatil iki güne
çıkarıldı.
Mart: Babil takviminde Abdaru,
Süryanice Adar. Rumi takvimde de Mart’tır; Latince Martius, savaş tanrısı Mars’ın
adından.
Nisan: Babil-Süryani takviminden,
Rumi takvimde Nisan, Latince Aprilis, apricare, güneşlenmek, güneşte ısınmak
sözcüğünden.
Mayıs: Babil-Süryani takviminde
Ayru. Rumi takvimde Mayıs, Latince Maius, Maima Mercurius’un annesi, bitkileri
büyüten ay.
Haziran: Süryanice; Latince
lunius, juvenis genç sözcüğünden.
Temmuz: Sümerce "dam"
kadın, eş, "Dumuzi" Sümer üreme tanrısı ve festivali, Eski Mısır’da
"dama" bir araya getirme, Sanskritçede "dam", ev, eş;
Latince domina hanım, Demeter tarım tanrıçasıdır.
Ağustos: Babil-Süryani takviminde
Ab, Abu. Rumi takvimde Ağustos. Latince altıncı ay anlamında Sextilis, sonra
Octavianus Augustus’tan Augustus adını aldı.
Eylül: Babil takviminde Ulul,
Süryanice Eylül. Latince yedinci ay anlamında September. Halk takviminde çürük.
Ekim: Rumi takvimde Teşrin-i evvel.
Aslı Süryanice Tişrin. Latince sekizinci ay anlamında October. Bazı bölgelerde
avara ayı.
Kasım: Arapça "bölen"
anlamındadır, kısım sözcüğü aynı kökten gelir. Rumi takvimde Teşrin-i sani.
Latince dokuzuncu ay anlamında November.
Aralık: Mantık olarak kasımla aynı
kabul edilebilir. Rumi takvimde adı Kanun-i evvel yani "kanun" ocak,
mangal demek olduğuna göre birinci, ilk ocaktı. Latince onuncu ay anlamında
December. Halk takviminde karakış.
Ocak: Rumi takvimde Kanun-i sanİ,
ikinci ocak ayıydı. Latince on birinci ay anlamında Undecim’di, sonra Ianus
Taklar Tanrısı’nın adından janua, kapı, giriş anlamında Januarius adını aldı.
Halk takviminde zemheri.
Şubat: Babil takviminde Sabadu,
Süryanilerde Şubat. Latince on ikinci ay anlamında Duodecim’di, sonra februum
arındırma sözcüğünden adını alan Februa arındırma festivali, günah kefareti
olarak kurban kesme dönemi olması nedeniyle Februarius adını aldı. Halk takviminde
küçük (s. 71-72).
Babillilerin haftanın yedi gününe
o zaman bilinen beş gezegen ile güneş ve ayın adını vermeleri Hıristiyan
dünyasında da benimsendi.
Romalıların kullandıkları sekiz
günlük hafta İS 321’de Constantinus tarafından yedi gün olarak belirlendi,
pazar günü birinci gün ve tatil-ibadet günü olarak kabul edildi. Latincede
bulunan gezegen sistemiyle Yahudilikten alınan, yalnızca Sebt gününe ad vererek
diğerlerini ona göre numaralandıran gelenek bugün Avrupa’da karışık olarak
bulunmaktadır.
Pazartesi: Farsça hazar ile
Türkçe erte. Fransızca lundi, İngilizce monday, Latince /una, İngilizce
"moon" dan Ay günü.
Salı: Arapça üç anlamında
"salis"ten. Fransızca mardi, Mars’ın günü. İngilizce tuesday, İzlanda
savaş tanrısı Tyr’ın karşılığı Tiu/Tiw’in günü.
Çarşamba: Farsça cihar dördüncü
ve şenbe gün. Fransızca mercredi, Merkür’ün günü. İngilizce Wednesday, Tiu’nun
babası Odin / Voden’in günü.
Perşembe: Farsça penç beşten.
Fransızca jeudi, Jüpiter’in günü. İngilizce thursday, tanrı Thor’un günü.
Cuma: Arapça "cem" den
toplanma günü. Fransızca vendredi, Venüs’ün günü. İngilizce friday, Odin’in
karısı Frigg’in günü.
Cumartesi: Fransızca samedi, Latince
sabbati dies, Sebt günü. İngilizce saturday, Satürn’ün günü.
Pazar: Farsça bazar. Fransızca
dimanche, Tanrı’nın günü. İngilizce sunday, güneş günü.
Hacı Kasım Efendi’nin 1860 yılında
kurduğu ve halen Cağaloğlu’nda bulunan Maarif Kitaphanesi (…) basıp satmaya
başladığı Saatli Maarif Takvimi, fotoğrafçılık ve reklam sektöründeki
yeniliklere karşın hala duvarlardaki yerini korumaktadır.
Su saati Eski Mısır’da İÖ 1500’lerde,
Çin’de İÖ 6. yüzyılda, Eski Yunanlarda İÖ 3. yüzyılda kullanıldı. Mekanik saat
Çin’de geliştirildi; su gücüyle çalışan mekanizması olan saat İS 723’te
yapıldı. Su Sung’un saat binası 1096’dan 1126’ya kadar çalıştı, Kubilay tarafından
Beijing’e taşındı. Harun Reşid, Charlemagne’a hediye saat gön-dermiş, Arap
mühendisler İspanya’da Ay’ın yarattığı gelgitlerle dolup boşalan suyla çalışan
saatler yapmışlardı.
Avrupa’da ilk saat basitçe saat
başlarını vuran bir çandır. Bu tür bir makine 1386’da yapılmıştır ve Salisbury
Katedrali’nde halen çalışmaktadır.
Fatih, 1477’de Venedik’ten
mekanik saat yapan ustalar istemişti. 1575’te İstanbul rasathanesi kurucusu
Takiyüddin Efendi mekanik saat kitabı da yazmıştır.
Görgü Kuralları
Alafranga, Frenk usulü Tanzimat’la
başlayan bir yönelişse de, İstanbul’da Batı biçiminin etkili olmaya başlaması,
İngiliz ve Fransız askerlerinin müttefik olarak İstanbul’a geldiği Kırım Savaşı’yla
(1852-56) gerçekleşmiştir.
…ilmihal kitaplarının en
beğenileni ve halen basımı devam edeni Mızraklı ilmihal (Edirne’de ölen
Muhammed bin Kutbiddin İzniki’nin 1480-81’de yazdığı Miftah’ul-Cenne) oldu.
Atatürk, muasır medeniyet
seviyesine getirilecek halkı sosyete olarak adlandırmıştır (9 Mart 1935, CHP 4.
Büyük Kurultayı)…
Başıbozukluk
Kırım Savaşı döneminde sayıları
artan, silah altına alınmamış talimsiz askerlerden oluşan gönüllü birliklere
başıbozuk askeri adı verildi.
Centilmen eski Fransızca
"gentilz hom" yani hanedandan olmamakla birlikte silah taşıma yetkisi
olan adama verilen addır.
Maganda
Batı Afrika halklarından Mandingolar
14. yüzyılda en parlak dönemini yaşayan Mali İmparatorluğu'nun da kurucularıdır.
Avrupalıların işgaliyle birlikte köle yapıldılar. 1970'li yıllarda bir filme
konu oldular. Filmde iri yarı bir tipin ismi Mandingo idi ve bu sözcük zamanla
magandaya dönüştü…
Selamlaşmak
Adem'den İbrahim'e kadar insanlar
birbirlerine secde ederek selamlaşmış, sonra boyna sarılma başlamış, Hz.
Muhammed zamanında musafaha sünnet olmuştur.
Musafaha yani tokalaşma,
bağışlama anlamında "safh" kökünden gelir ki, İslami kurallara göre
el sıkmakta parmakların eli kavraması yoktur, iki kişi sağ ellerinin avuç içlerini
birbirine yapıştırıp iki başparmağın yanlarını birbirine değdirir, başparmaktan
kalbe muhabbet geçer.
Argo toka sözcüğü İtalyanca
dokunmak, temas etmek anlamında "toccare"den gelir, "tocca a
te", sıra sende, "toccamano" el sıkmak demektir.
Kaşık
Eski Türkçeden başlayarak
dilimizde "kaşuk" biçimiyle bulunan sözcük Türkçe "kaşı"
ve/veya "kaşa" (oymak) köküyle açıklanır.
Mevlevilerde kaşık ağzı sola,
sapları sağa ve çukur yüzü aşağı doğru gelecek şekilde sofranın kenarına
dizilir ve "kaşık niyazda" denir; Bektaşiler çukur yüzü yukarı doğru
koyar, "kaşık duada" derler.
Eski Yunancada da kaşık sözcüğü
(mistron) yuvarlaklaştırılmış, içi çukurlaştırılmış ekmek anlamındadır.
Çağdaş Yunanca kaşık sözcüğü
"kutali", 12. yüzyıla tarihlenmektedir
ve kürek kemiği, yelpaze ile benzer biçimleri anlatmaktadır.
Yemek masasında bıçak kullanma adeti Rönesans'ta başladı.
Çatal
1100 yılında İtalya'da Toskana aristokrat masalarında ortaya çıktı.
Çatal ve yemek bıçağının Müslüman
evlerine girişinde de II. Mahmud öncü olmuştur.
Peçete
İtalyanca "pezzetta"dan gelir. İtalyanca "pezza", kumaş
parçası…
Tonyukuk
Bilge'nin (650-721) adı da "elbisesi (ton) kirli" anlamına
gelmektedir; kastedilen Tonyukuk'un güzel (yağlı) yemekler yediği ve bunları
elbisesine sildiğidir, giysi ne kadar yağlıysa yemek o kadar iyi, Tonyukuk o
kadar zengin demektir.
"Peşgir" Farsça önde
tutulan demek
Eyvallah: Evet, öyle olsun
Estağfurullah: Allah'tan
mağfiret, af dilerim anlamındadır,
Maşallah: "Allah'ın istediği
gibi" anlamında
Küfür
Arapça örtme ve gizleme, nankörlük anlamlarından Allah'a ve dine ait şeylere
inanınama anlamıyla İslami bir terim olan "küfr"ün çoğuludur,
"kefere" ve "gavur" sözcükleri de buradan gelir.
Mutfak
Arapça "matbah" sözcüğünden gelir, kökü "tabh" pişirme
demektir, "tabahat" aşçılık, yemek pişirme sanatı anlamındadır.
Porselen
adını, ortaçağ İtalya'sında domuza benzetilerek "porcellana" veya
"porcellata" adı verilen salyangoz kabuklarından alır.
Poşet Fransızca
"pouch" (kese, torba) sözcüğünden türetilen ve küçültme ekiyle küçük
torba anlamına gelen sözcük İngilizce "pocket" (cep) sözcüğüyle akrabadır.
Hasan Eren Latince aula, Yunanca
"aule" ve Türkçeye geçtiği biçimiyle avlu
ile ağılın ilgisi olmadığını söyler. Ağıl sözcüğü Eski Türkçe döneminden beri
kullanılır ve bugünkü Orta Asya Türk dillerinde de çeşitli ses değişimleri ile
mevcuttur.
Tandır
Farsçada "tenfır", "tenfıre", "tandur", Arapçada
"tennfır" biçimleriyle vardır; Aramice "tannura" ve Akadça "tinnure"den
geldiği düşünülmektedir.
Kalorifer
/ Fransızcada Latince ısı anlamında calor ve taşıyıcı anlamında ferre sözcüğünden
üretilen "calorifere" 1807'den beri kullanımda.
Kandil
Latince candela, candere (parlamak, aydınlık olmak), Sanskritçe
"cand" (parlamak) kökünden gelir.
Baca
sözcüğü Farsça "badcah", "bad" (rüzgar) ve "cah" (yer)
sözcüklerinden geliyor ve büyük pencere anlamını içeriyor.
Mobilya
sözcüğü, Latince mobilis (hareketli) sözcüğünden gelen İtalyanca
"mobili", Fransızca "meuble" den birçok dile ve Türkçeye de
girmiştir.
İskemle
Latince scamnum'dan türetilen scamellum'dan gelir ve Avrupa dillerine de
geçmiştir. Sandalye (sandaliyye) ise Arapça sandal ağacından türetilmiştir.
Avrupa dillerinde yaygın olan ve
Türkçeye de girmiş olan kanepe, Yunanca sivrisinek anlamındaki
"konops" sözcüğünden gelir…
Kerevet sözcüğü Yunancadan gelmektedir;
kökü belirsizdir. Karyola ise İtalyanca "carriola"dan gelir, el
arabası demektir…
Yorganın varlığı Uygurcadan (yogurkan)
beri Türkçede izlenebilmektedir.
Süpürgenin yoldaşı faraş Arapçadan gelir. "Ferraş", Arapçada yayıcı,
döşeyici, hizmetçi anlamındadır
Veranda,
Farsça "baramadah", Hintçe "varandah", sütunlu giriş, revak
demektir. Veranda İngiltere ve Fransa'ya Hindistan'dan girdi.
Çiçek dikilen saksı Avrupa'dan gelmiş ve en beğenilen cinsleri Saksonya
ürünü olduğu için Saksonya'ya ait anlamında saksı adıyla anılarak bütün türün
adı haline gelmiştir.
…kenef sözcüğü, Arapça taraf, yön
demektir ve kibar bulunduğu için kullanılmıştı. Yine bir dönem rahatlıkla kullanılan
hela sözcüğü de Arapça boş, ıssız anlamındaki "hala" dan gelir. Ayakyolu,
tuvalederin evin dışında olduğu dönemin sözcüğüdür.
Berber sözcüğü de Latince sakal
anlamındaki barba'dan gelir.
Giyim Kuşam
Avrupa'da yaygın giyim 15.
yüzyıla kadar tunikti.
(Giyimde) Fransız tarzının
yayılmasında Fransız model bebekleri çok etkili olmuştur.
18. yüzyılda kadın dergileri
aracılığıyla kadın modası sektör halinde gelişmektedir.
Kırım Savaşı (1856) sonrasında Osmanlıda
Avrupa tarzı hızla benimsenmeye başladı…
İpek
Çin'in ipek tekeli yine de
neredeyse 15. yüzyıla kadar sürerek, Araplar kanalıyla Sicilya ve Endülüs'e
girdikten sonra İtalya'ya, 18. yüzyılda Savoy'a kadar yayılmıştır.
Hindistan'ın yerli ürünü olan pamuk buradan Çin ve Mısır'a götürülecek 10. yüzyılda
Akdeniz bölgesine, 13. yüzyılda Avrupa'ya girmiştir.
Türkiye'de pamuk üretiminin önem
kazanması, Çukurova bölgesinin İbrahim Paşa'nın ele geçirmesiyle olmuştur.
1830'lu yıllarda bu bölgede pamuk
üretimini başlattı.
İlk çırçır fabrikasını 1864'te
Adana'da Fransızlar kurdu.
Fenikeli tüccarlar Akdeniz'de keten ticareti yapmış, Roma İmparatorluğu döneminde
keten yayılmıştır.
Muslin: Musul işi anlamında; İnce
ve seyrek dokunmuş pamuklu bezdir. İpekten dokunanına şifon, kalınına ipek
muslin, mermerşahi denir.
Moher: Ankara keçisinin yününden
yapılan hafif kumaş ve örgü yünüdür.
Bilinen en eski ayakkabı İÖ 2000 yılına tarihlenen ve Mısır'da bulunan
örülmüş papirüsten yapılma sandaldır.
Osmanlı İmparatorluğu'nda Müslümanların
kavuk ve ayakkabıları sarı, Ermenilerin başlık ve ayakkabıları kırmızı,
Rumların siyah, Yahudilerin mavidir.
Çizmeyi ilk giyenler göçebe
halklardır.
Farsça "gorab" sözüğü
Arapçaya (curab) ve Türkçeye (çorap) geçmiş, Türkçeden
Balkan dillerine de girmiştir.
Karadeniz ve Erzurum'da paçalar
dar, Trabzon'da kadın şalvarları da dize
kadardır; Orta ve Güneydoğu Anadolu'da şalvarlar güneye doğru gidildikçe uzar ve
bollaşır, çöle varıldığında entariye döner.
Gömlek / köynek / gönlek / könlek'ten
gelir; gön/ten üstüne giyilen, mintan da Farsça "nim-ten" yani tenin,
gövdenin yarısını örten anlamındadır.
Fransa'da etek sözcüğünün karşılığı
olan "jupe" 12. yüzyılda Arapça "cübbe"den alınmış…
Takım elbisenin siyah rengi Engizisyon
mahkemelerini kuran İspanyol Katolik krallığının sofu ciddiyetinden kaynaklanıyordu.
İstanbulin:
İstanbullu terzilerin buluşuydu; sade ve uzun etekli, düz yakalı setrenin
alaturka biçimiydi. 1860'larda dizkapağına kadar uzanır, beli dar, omuzları ve
eteği genişti. 1890'larda eteği kısaldı, daraldı. Tanzimat döneminde resmi
kıyafet niteliği kazandı. İstanbulinin göğsü tamamen kapalı olduğundan kolalı
gömlek, yaka ve kravat olmadan da giyilebiliyordu.
Redingot:
önü yakaya kadar düğmeli, dize kadar inen ceket türüdür. II. Abdülhamid
zamanında yaygınlaştı. …bu kıyafetle abdest alma olanağı bulunmadığından redingot
giyenler "beynamaz" olarak suçlanmışlardı.
1828'de ulema sınıfı fese karşı çıkarken gayrimüslimler özellikle Rumlar
fesi benimsemiş ve Müslüman toplumla bu konuda bütünleşmekten hoşnut olmuştu.
…bol mavi iplikli püskülü rüzgarda
dağıldığından, ellerinde tarak, parayla püskül tarayan sokak çocuğu mesleği
doğmuş, "püsküllü bela" deyimi o zaman
çıkmıştı.
…medrese öğrencileri arasında sağ
kulağın üstüne üç santim ve sol kulağın üstüne sekiz santim eninde kabarık sarılan
sarığa "zırzop" denirdi ve ilmiye
sınıfının külhanlarını da bunlar oluştururdu.
Asurlularda evli ve dul kadınlar ev
dışında başlarını örtmek, fahişelerin başı açık olmak zorundaydı; özgür
kadınları ayırmanın yolu da buydu.
Türban,
Avrupalıların Osmanlılarla ilk temas etmelerinden itibaren tülbente verdikleri
addır. Meninski tülbenti başa örtülen ince beyaz muslin olarak açıklar. Sözcük
Arapça bir yüzü pamuklu kadife olan "dul" dan Farsça
"dul-bant" biçimiyle Türkçeye geçmiştir.
18. yüzyıla kadar Avrupa'da
erkekler şemsiye taşımaz ve ıslanırlardı.
Süslenme
Eski Yunan'da kozmetik İÖ 5.
yüzyıldan itibaren Mısır yoluyla zenginleşip gelişti.
Dünyanın bilinen ilk güzellik salonu Güney İspanya'da
"Karatavuk" adıyla tanınan ve Bağdat'tan gelen ünlü bir şarkıcı ve
müzisyen tarafından 840 yılında açılmıştır.
Parfüm / Bu kelime Latince
"buharla" anlamına gelen per fuma ifadesinden doğmuştur.
İbn-i Sina (980-1036), buhar
damıtmasını ilk geliştiren kişi olmuştur; bu yöntem parfümün uzun süre
saklanması konusundaki zorlukların büyük ölçüde aşılmasını sağlamıştır.
1909 yılında İzmir'de Kanaat
Eczanesi'ni açan Eczacı Süleyman Ferit (Eczacıbaşı, 1885-1973) Altın Damlası
kolonyasıyla başarı kazanmış,
Kuyumcu
sözcüğü Anadolu Türkçesinde unutulmuş olan dökmek anlamındaki "kuy"
kökünden türetilmiştir. Kuyumcu loncasının piri Davud Peygamber'di
Çatalhöyük'te bulunan obsidiyen
aynaların tarihi İÖ 6000 yılına kadar uzanmaktadır. Eski Mısır'da 2900,
İndus'ta 2800, Çin'de 1500 yıllık metal aynalar bulunmuştur.
Anadolu'da kızlar saçlarını
kesmez, evlendikten sonra zülüf kesilirdi.
…zülüf kesmek, evlenmekle
eşanlamlıydı.
Çin'de erkeklerin saçlarını
kazıyarak arkada uzun kuyruk bırakmaları imparatora bağlılık simgesiydi.
Sağlık
1812'de veba salgını sırasında
minarelerden yatsıdan sonra Sure-i Ahkaf okunması kararlaştırılmış
Roma'da İÖ 220'de maaşı şehir
konseyi tarafından ödenen hekimlerin atanması başlamıştır.
1215'te Papa III. Innocentius
doktorun günah çıkarmayan hastayı görmesini yasaklamıştır.
Ahiat-ı erbaa olarak
adlandırılan, insan vücudunun yapıcı temel öğeleri olan kan, balgam, safra ve
sevdanın nem, kuruluk, sıcak, soğukluk oranındaki değişim ve bozulmanın
hastalık nedeni olduğu bilgisi eski çağlardan modern tıbbın gelişmesine kadar,
Doğu ve Batı'da geçerli olmuş ve tedavi bu temel üstüne kurulmuştur.
Selçuklu ve Osmanlı darüşşifa
geleneğinden hastaneye geçiş III. Selim'in 1794'te açtığı Zeytinburnu Askeri
Hastanesi'yle başlamıştır.
Öreke
…sandalyenin ayarlanabilir
genişlikte hilal şeklinde oturağı, tutup güç almak ve yaslanmak için kolları ve
arkalığı olmalıdır. Bu biçimiyle öreke iki bin yıldan uzun süre kullanılmış
…yünü bükerek iplik yapmaya
yarayan aletin adı, Yunanca "roka", İtalyanca "rocca"dan
Türkçeye girmiştir.
Sezaryen
Latince caedere kesmek demektir.
Veba, Frengi, Verem, AIDS
"Kara Ölüm" Avrupa'da
ilk kez 1346 yılında Kırım'daki Ceneviz kenti Kefe'de rapor edildi.
1495'te Fransa-Napoli savaşında
İtalyanlar Fransızlardan hastalığı kaptılar ve ona Fransız şeytanı, Fransa
hastalığı (mal Francese) adını verdiler.
İnce hastalık olarak bilinen
verem, tüberküloz, Abdülmecid'in karısı Gülcemal Hanım ve kızı Behice Sultan
gibi, Avrupa ve Osmanlı saraylarında her türlü olanağa sahip insanlardan da çok
can alan, yaygın bir hastalıktı.
AIDS (Acquired Immune Deficiency
Sendrome (edinilmiş bağışıklık yetmezliği sendromu)) 1985 yılında ABD film
yıldızı Rock Hudson'un bu hastalıktan ölmesiyle bütün dünyada tanındı
İlk kez 1981 kışında teşhis
edilen hastalığa yol açan virüs 1983 Kasım'ında bulundu. Çağımızın vebası
olarak tanımlanan AIDS'in maymundan veya laboratuvar çalışmalarından insanlara
geçip yayıldığı iddiaları ortaya atıldı.
Türkiye'de bu hastalıktan ilk
ölüm vakası 1992'de gerçekleşti
İlaç
…ilaç anlamında ot ve hekim
anlamında otacı
Türkiye' de modern eczacılık
bilimine uygun biçimde ilk eczane 1757 yılında açılan "İki Kapılı
Eczahane"dir.
Tiryak
Pontos Devleti'nin son kralı VI.
Mithridates'den (İÖ 120-63) adını alan Mithridaticum ilacı, kralın zehirlenerek
öldürülmek korkusuyla hazırladığı panzehirdir. Sözcüğün kökeni Yunanca
"therion" (vahşi hayvan)…
Kinin
Birinci Dünya Savaşı'na kadar üç
yüz yıl süreyle sıtmaya karşı tek ilaç kınakına alkaloidi olan kinindi
(Fransızca "quinine").
Kininin hammaddesi kınakına Peru
ve Bolivya kökenli bir bitkidir. 1513 yılında Avrupa'ya getirilmiştir.
Vazelin
Vazelin ham petrolden elde edilen
ve 31 o C' de eriyen bir çeşit mineral yağdır. Tıpta pansuman malzemesi olarak
kullanılır, merhemlere ve kozmetik ürünlere, parlatıcı, yağlayıcı ve pas
önleyicilere de katılır.
Aspirin
adı verilen salisilik asiti 1853 yılında Alsaslı Charles Frederick von Gerhardt
buldu,
1893 yılında Bayer firmasında
çalışan Felix Hoffman, babasının romatizma ağrılarına karşı her türlü çareye başvurmuş,
sonunda salisilik asiti denemeye karar verdi.
1899'da piyasaya toz, 1915'te hap
olarak çıktı.
Gözlük
Gözlüğün yapımı ile ilgili
kayıtlar, Sandro di Popozo'nun 1289'da yayımladığı kitabında ve 1306'da
Floransa'da Giordano di Rivalto'nun, yirmi yılda gelişme gösteren sanatı ve ilk
üreticisini gördüğünü anlattığı vaazında açıkça dile getirilmektedir.
Yeme içme
Türklerin sac ekmeği, gözleme,
bazlama ve lavaşı (Farsça ve Ermeniceyle ortaktır) Ortadoğu pidesiyle aynı
işlevi görür.
Lahmacunun kökü, İsmet Zeki
Eyuboğlu'na göre Arapça yoğrulmuş et anlamına gelen "lahm-ı ecin"dir.
Roma'da tarihi imparatorluğun
genişlemesinden önceye giden "piada" tava ekmeğidir. Soğan ve balık
döşendiğinde pizza ve "pissaladiere" adını almıştır.
Aşure Müslümanların ve Ermenilerin
oruç yemeği iken, Rumların cenaze yemeğidir.
Ermenicesiyle "aşura"
veya "anuş-abur" 6 Ocak'ta Noel orucunda yapılır. Ermeni anuş-aburu
sulu yemekken, Rum kolivası kuru yemektir. Haşlanmış buğday, bal ve kuru
üzümden kavrularak yapılan koliva kilise kapısında dağıtılır. Cenaze töreninde
ortasına mum dikili bir tabak koliva mezarın üstüne konur. Koliva ölünün
dirileceğini anımsatır.
Makarna
"Espresso"
(bastırılmış), "canelloni" (büyük boru), "ravioli" (küçük
şalgam), "spaghetti" (küçük iplik), "tutti frutti" (bütün
meyveler), "vermicelli" (küçük solucan), "lasagna" (tava),
"parmesan" (Parmalı), "minestrone" (çukur) İtalyanların
dünya lokantalarına kendi adlarıyla tanıttıkları makarna çeşitleri...
Margarin / Yağ
Yağ sözcüğünün kökeni Eski
Yunanca "buturon"un geçmişi İskitçeye bağlanmaktadır, Latincesi
butyrum'dur. Plinius tereyağın barbar yiyeceği olduğunu söylerken, Strabon
Pirene yerlilerinin zeytinyağı yerine tereyağıyla yemek pişirdiklerini
vurgular.
Fransız kimyager Mege-Mouries
1869 yılında margarini üretti. Mege-Mouries "inci tanesi
beyazlığında," diye nitelediği bu gıdaya Yunanca inci anlamına gelen
"margaron"dan (ve karısının adının Margarite olmasından) esinlenerek
margarin adını verdi.
Konserve
Nicolas Appert 1809’da bazı
besinleri şişelere koyup şişe ağızlarını mantarla sıkıca kapatıp, bu şişeleri
içi su dolu bir kazanda değişik derecelerde ısıttı ve sonunda bu yöntemle
pişirilen yiyeceklerin şişe içinde uzun süre bozulmadan kaldığını tespit etti.
Sosis
sözcüğü Fransızca "saucisse" yani Latince salsus (tuzlu) sözcüğünden
gelmektedir.
John Montagu Sandwich (1718-1792) İngiltere'de çeşitli
bakanlıklarda bulunmuş, iki kez de donanma bakanlığı yapmış,
Kont, kumar düşkünüdür, o kadar
ki yemek için oyun masasından kalkmak istememekte, bir eliyle oynarken, bir
eliyle ekmek dilimleri arasına yerleştirdiği et ve peyniri yemesiyle kazandığı
ün, yiyeceğe sandviç adı verilmesiyle pekiştirilmiş, bu ad İngiltere'den
dünyaya yayılmıştır.
Ekmeğin "tost" yapılarak yenilmesi belki Eski Mısırlılara
kadar uzanır ama onlar ekmeğe yeni bir tat katmak için değil, daha fazla
saklayabilmek amacıyla nemden arındırmak için "tost"u yapıyorlardı.
Hamburg işçilerinin yemeği
dilimlenmiş sığır eti 1880'lerde Alman göçmenlerle Amerika'ya taşındı ve burada
Hamburger adını aldı.
Mısır
Amerika'dan Eski Dünya'ya gelmiş bir bitki. Anadolu'da mısır, yakın döneme
kadar buğdayın yerine geçtiği Doğu Karadeniz'den başlayarak Doğu Anadolu'da
lazut, Osmanlıcada Doğu Avrupa ve Balkanlar'daki gibi kokoroz adını almıştı.
Kızılderililer patlamış mısır
yiyor ve amulet olarak boyunlarına takıyorlardı.
Aztekler "tamatl" adını
verdikleri bitkiyi yetiştiriyorlardı. İspanyolların kıtaya getirdikleri domatese bu nedenle İtalya'da önce "mala
insana" (çıldırtıcı elma) adı verildi.
Çinlilerin balık ve tavuk
yemekleri için geliştirdikleri sos olan "ke-tsiap" 1690'larda
yaygınlaştı ve İngiliz denizciler tarafından Singapur ve Malezya'da ketçap adıyla bilinen püre İngiltere'ye götürüldü.
Amerika'dan gelen ve Eski
Dünya'nın en önemli gıdalarından biri haline gelen patates
1520'lerde İspanya'ya getirildi.
Azteklerin acı su anlamına gelen
"xocoatl" adını verdikleri kakao tozundan yaptıkları törensel bir
içecekleri vardı. Meksika'nın Nahuatl diyalektlerinde "chocolatl"
adını alan içeceği İspanyollar Avrupa'ya taşıdılar. Çikolata
1847'ye kadar içecek olarak kaldı ve en çok da İspanya'da sevildi.
Sakız / Çiklet
Osmanlı devletinde Sakız
Adası'ndan elde edilen reçineyle bir çeşit şeker yapılırdı ve bu sakız devlet
tekelindeydi.
Aztekler Meksika ormanlarında
yetişen "sapodilla" bitkisinin kurutup çiğnedikleri özsuyuna
"çictli" adını vermişlerdi.
Dondurma
Çin'de İÖ 2000 yılından beri
aşırı pişirilmiş pirinçle baharat ve sütün karla karıştırıldığı bir zengin
yemeği vardı. 13. yüzyıla gelindiğinde meyve sularıyla karıştırılan kar Pekin
sokaklarında satılan bir tatlı haline gelmişti.
1560'larda İspanyol fizikçi
Blasius Villafranca Roma'da kar ve buza güherçile katıldığında sıvının donma
noktasına çok çabuk ulaştığını keşfetti. İtalya'da tatlıcılar katı dondurma
üretmeye başladılar ve Fransa ve İngiltere'de dondurmacılık İtalyanlara özgü
bir meslek olarak yayıldı.
Şekerkamışı Bengal kökenlidir.
Adını çakıl anlamında Sanskritçe "çarkara", Prakrit ve Pali biçimiyle
"sakkhara"dan alır.
Ortaçağda Şam meyveleri ve Suriye
şekeriyle yapılan Şam reçelleri çok ünlüdür.
Pancar İÖ 2000'de Mısır'da
biliniyordu,
Pasta
Batı dillerinde hamur, macun, lapa ve makarna anlamlarına gelir. Türkçeye
Birinci Dünya Savaşı öncesi, meyveli ve kremalı tatlı anlamıyla girdi.
Kurabiye: Kuru pasta, adı
İtalyanca "pan di Spagna"dan gelir, anlamı İspanya ekmeğidir.
Kruvasan ise Viyana seferinin sonuçlarından biridir. 1683'te şehri muhasara
eden Osmanlı ordusu lağımcılarla surları yeraltından aşmak ister, fakat gece
çalışan fırıncılar yerin altından gelen sesleri duyar ve şehir yönetimine haber
verirler. Lağımcıların girişimi sonuçsuz kalırken, bu başarılarını
ölümsüzleştirmek isteyen Viyana fırıncıları Türkleri temsil eden hilal
biçiminde çörek yaparlar. Viyana'dan Fransa'ya geçen çörek "croissant"
(hilal) adıyla bize de gelir.
Galeta:
Denizcilerin uzun süre dayanması için fırında kuruttukları ekmektir.
Bisküvi:
Roma'da İÖ 3. yüzyılda Latince bis coctum, yani iki kez pişirilmiş diye
adlandırılan bisküviler şarapla ıslatılarak tüketiliyordu.
Herodotos İskiterin yoğurdundan
söz eder; büyük olasılıkla bu yoğurt, halen
Balkanlar'da ve Karadeniz'in kuzeyinde yapılan ve Türkiye'de de elden ele
dolaşan kefirdir.
Esrar,
anavatanı Hindistan veya Orta Asya olan, bugün de dünya üretiminin yarısından
fazlası Kazakistan ve Kırgızistan'da gerçekleştirilen ve hintkeneviri adıyla
bilinen cannabis sativa'dan yapılır.
Afyoncuların piri olarak Yunan
düşünür Pythagoras kabul edilir.
İÖ 3000'lerden beri Anadolu ve
Mezopotamya'da afyon yetiştirilir. Hatta haşhaş sözcüğü ile Hititçe adı olan
"haşşikka"nın benzerliği ve bu sözcüğün Hititçede uyumak, teskin
olmak anlamlarına gelmesi, o devirden bugüne müthiş bir sürekliliği, mirası
göstermektedir.
Çin geleneklerine göre çay İÖ 2737 yılında İmparator Şen Nong'un kaynayan
suyuna kazayla çay yaprağı düşmesiyle içilmeye başlanmıştır.
Japonların geleneğinde ise çay
519 yılında keşiş Darma'yla başlar.
Evliya Çelebi Türkiye'de çay
içildiğinin en eski tanıklarındandır.
1878'de Japonya'dan tohum
getirilerek Doğu Karadeniz'de çay üretimi denenmiş
Zihni Derin çay üretiminin teşvik
edilmesini savundu ve 1923 yılında Batum'dan tohum getirtilerek sekiz dönümlük
bahçede deneme başladı.
Kahve
Yemen'den gelir.
Kahve Aden'de 1470, Kahire'de
1510, Mekke'de 1511, İstanbul'da 1517'de göründü.
Türkiye'nin en yaşlı şirketleri
arasında kuruluşu 1871'e uzanan Kurukahveci Mehmet Efendi Mahdumları bulunur.
Tütün
bilimsel adı Nicotiana tabacum'un tabacum kısmını Orta Amerika Tabago Adası ya
da Yucatan'ın tütün bölgeleri Tabaco ve Tabasco'dan almıştır. Nicotiana ise
Fransa'nın Portekiz elçisi Jean Nicot'nun (1530-1600) adından gelir; tütünü
1560'larda Fransa'ya getiren odur.
Tütünü Osmanlı topraklarına
Cenevizli tüccarlar getirdi.
1853 Kırım Savaşı sigaranın
yayılmasında en büyük etken oldu.
Alman köylüsü biranın çorbasını
yapıp içerdi.
Alkolün (Arapça
"el-kuhl") 9.-10. yüzyıllarda Müslüman Ortadoğu'da elde edildiği
tarihi kayıtlara geçmişse de, içkinin ilk nerede damıtıldığı tartışmalıdır.
Avrupa'da İtalya'nın kimyasal araştırmalarıyla ünlü Salerno tıp okulunda 1100
yılında, Çin'de veya Sasaniler döneminden kalma bilgilere göre ikisinin
arasında bulunan İran'da ilk ispirtolu içki üretilmiş olabilir.
"Unutma Beni", Ramazan
boyunca kapalı kalan meyhane esnafının, gedikli müşterilerinin evlerine arife
ya da bayram günleri gönderdikleri, "yine bekleriz" anlamındaki ikram
tepsisinin adıdır.
Kafkasya ve Güney Rusya
şarapçılığın başladığı yerdir. İÖ 8000 yılında Türkiye, Suriye'nin şimdi
üzerine kurulu olduğu coğrafyada üzüm yeniyordu. Şarap
endüstrisini başlatanlar Eski Mısırlılar oldu
Rakı
yenidir, eski Osmanlı kaynaklarında adı geçmez.
Tarihi ekmekle iç içe geçen bira İÖ 3000 yılından beri Mısır, Mezopotamya ve
Avrupa'da bilinen fakat Eski Yunanlar ve Romalılarca bilinmeyen, Yunan
kaynaklarında Trak ve Frig biraları yoluyla sözü edilen içkidir. Sözcüğün kökü
tartışmalıdır, Latince içmek anlamında bibere'den türetilen "biber"
(içki) sözcüğünden geldiği iddia edilir.
Türkiye'de bira içildiğine dair
bilgiler 1850 Zonguldak'ına gider. Zonguldak'ta kömür üretiminde çalışan çoğu
Sırp, Hırvat, Doğu Avrupalı işçiler zor gurbet koşullarına birayla
dayanmaktadırlar.
Viski:
geleneğe göre İS 450'de İrlanda'nın koruyucu azizi St. Patrick tarafından
bulunmuştur ama adı, Kızılderilileri doğrular biçimde, Galce yaşam suyu
anlamındaki "uisgebeathe" sözcüğünden gelmektedir.
Önce seyyar sucu (saka), sonra limonatacılar vardı. Meyve esansı, şeker
ve karbonik asitle yapılan ve basınçlı havayla şişelere doldurulan gazoz
1890'Iarda ithal edildi. Niğdeli Aleksandr Mısırlıoğlu Fransa'dan gazoz yapımı
için makine getirterek üç ortakla birlikte Karaköy'de Mısırlıoğlu adıyla gazoz
satışına başladı.
1930 yılında Bursa'da Nilüfer
adıyla gazoz üretimine başlayan ve 1933'te Uludağ adını alan firma, Türkiye'nin
en eski üreticilerindendir.
Coca-Cola dünyadaki 1109.
Fabrikasını Türkiye'de kurmak istediğinde, üretimi Marshall fonunun öncelikler
listesine alınarak şirkete kredi verildi.
Anayurdu Batı Afrika olan kola
bitkisi yerlilerce de aynı amaçlarla, uyarıcı, iştah açıcı, ishal kesici olarak
kullanılmıştı.
Anadolu'da halk su uzmanıdır,
hangi dağın, çeşmenin suyunun iyi olduğu, nitelikleri takip edilir.
Türkçe "göze", Farsça
"çeşm" ve Arapça "ayn" hem kaynaktır hem de gözle
ilgilidir.
Muz
Güneydoğu Asya, Orta Amerika ve Karayiplerin yerli bitkisidir. Biyolojik
anlamda çiçeği ve meyvesi olmayan kocaman bir "ot" olan muz, 6.
yüzyılda Etiyopya'ya girmiş, 14. yüzyılda Afrika'ya yayılmış,
Portakalın
anayurdu olarak Hindistan'ın kuzeyi gösterilir. Malezya mitolojisinde adı
"naga ranga"dır. İÖ 2000'lere Çin'e, İS 2. yüzyılda Roma'ya
ulaşmıştır.
Greyfurt:
"Pomela" adı verilen narenciye türü Hint Okyanusu'ndan 1681'de
Fransa'ya getirildi. 1800'lerde Fiji'den ABD'ye getirilen pomela portakalla
melezlendikten sonra İkinci Dünya Savaşı sırasında kalıvaltı içeceği olarak
tanıtıldı ve yaygınlaştı. Halikarnas Balıkçısı'nın gayretiyle Türkiye'ye
getirildi.
Avokado,
Amerikan armudu, Avrupa'ya İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar gelmedi.
Anayurdu Çin olan ve en çok ABD
ile Yeni Zelanda'da üretilip konservesi de yapılan kivi ilk kez avokado ile
birlikte ithal edildi.
Çocukluk
Çocuk, Divanü Lugat-İt-Türk'te
"domuz yavrusu, her şeyin küçüğü" demektir.
Kundak
sözcüğünün Farsça "kunda"dan, Türkçe küçültme ekinin sözcüğün sonuna
gelmesiyle oluştuğu ileri sürülür. Anadolu ağızlarında hele de denir.
İtalyanca "giubbone",
Venedik ağzında "zipon", ispanyolca "jubon" hırka demektir.
15. yüzyıldan beri Anadolu'da zıbın olarak
bilinir, kaftan altına giyilen pamuklu hırka, tulumun adıdır.
"Muhallebi çocuğu"
deyimi muhallebiyle beslenmiş çocuğu anlatmaz, cinsel iktidarsızlık nedeniyle
büyü yaptıranın çocuğu anlamındadır.
İS 3. yüzyılda yazılan Hint masalları derlemesi Kelile ve Dimne, Frigyalı,
Lidyalı, Trakyalı olduğu ileri sürülen Ezop'un (Aisopos, İÖ 620-560) ilk
örneklerine Eski Mısır papirüslerinde rastlanan masallar…
Külkedisi'nin bilinen en eski
biçimi İS 850-860 yılları arasında yazılmış bir Çin kitabındadır.
Sinderella masalının yedi yüz
farklı değişkesi derlenmiştir. En çok filme alınan kahraman Külkedisi'dir.
Arapça "cenn" (örtmek,
örtünmek, gizli kalmak) kökünden adını alan cinler,
insanlara müdahale ettikleri ve bazı insanların onlarla ilişki kurdukları
iddialarıyla hep gizlilik perdesinin sınırında dururlar.
Cinler Arap topraklarında Ubar
denilen yerde çok bulunurlar. Yılan, rüzgar ve insan biçiminde üç türlüdürler.
Bismillahsız yapılan işlere
karıştıkları gibi, geceleri sabaha kadar devam eden düğünleri ünlüdür.
Gnomlar yeraltında gizli
hazineleri bekleyen biçimsiz cücelerdir.
Troller İskandinav mitolojisinin
Thor'a karşı savaşan devleridir.
"Peri"
sözcüğünün kökeni Avesta metinlerindeki "pairika"ya dayanır ve burada
insanları doğru inançtan saptıran cindir
Kökleri İÖ 5. yüzyıl İrlanda'sına
çıkan Halloween, yaz mevsiminin sonu kabul edilen 31 Ekim'de, o yıl ölenlerin
ruhlarının canlıların gövdesine girmesini engellemeyi amaçlayan ve insan da
kurban edilen Druid ayinidir.
Eski İran dininde tanrı olan
deva, Zerdüşt tarafından cin sayılmıştır ve Türkçedeki devin
kökeni budur
"Gûl"
İslamiyet öncesi Araplarda kötü dişi cindir. Erkeğine de "kuturb"
denirdi.
Karakoncolos:
Zemherinin ilk on gününde sokaklarda dolaşır
Anadolu'da koncalıs, kocoluz,
goncolos, congalaz, congoloz, cokalaz; Tesalya, Makedonya ve Trakya'da
karkandzali, kallikandzaros adlarıyla bilinir.
Yunan deniz folklorunda
"khallikhavtzaros" deniz ciniydi.
Karakura
ve Davara: Daha çok loğusalara musallat olan
cindir. Kedi büyüklüğündedir, uyuyanların üstüne çöker ve boğmaya çalışır.
Anadolu'da kargura, karakora, karakada, karavura, garagura adlarıyla bilinir.
İngilizce "nightmare"
(kabus) sözcüğü de insanın üstüne çökerek boğulma duygusu yaratan, uçan, dişi
cini anlatır.
"Night" sözcüğü gece,
"mare" sözcüğü ise 1562'de yapılan tanımıyla uyuyanın göğsüne oturan
canavardır, Lehce "mora", Çekce "mura" ve Germen
dillerindeki "maron" sözcüğüyle akraba çok eski bir kökten
gelmektedir.
Hortlak,
dünya gailesi nedeniyle ruhu huzur bulamayıp gömüldüğü yerde yatamayan, kötü
ruhlara bulaşmış ölü ruhudur.
Oscar Wilde'ın (1854-1900)
deyişiyle, soyluluk iddia eden her aile, bir ortaçağ şatosuna ve şatoda
zincirleriyle gürültü yapan bir hortlağa sahip olmak zorundaydı. Alman
felsefesinin önemli terimlerinden "Geist"
da İngilizce "ghost"un akrabasıdır ve ölmek, ruh, hordak ve alkol
anlamlarının hepsini barındırır.
Yılanların (Farsça
"mar" yılan, "maran" yılanlar demektir) şahı insan başlı, yılan gövdelidir. Yılan, Mezopotamya'nın ilk
uygarlıklarından beri gömlek değiştirmesi nedeniyle ölümsüzlükle
ilişkilendirilmiş, sonunda çağdaş tıbbın da arınası olmuştur. Gılgamış
Destanı'nda ölümsüzlük otunu çalan o olduğu gibi, yaşam ağacını bekleyen de
odur.
Anka: Kaf Dağı'nda yaşayan,
uçtuğu zaman gökleri karartacak büyüklükte, göz
kamaştıran parlaklıkta bir
kuştur. Rüstem'in babası Zal'i büyütüp yetiştirdiği gibi, Keloğlan'ın da
koruyucusudur. Zülkarneyn üstüne binip yıldızlara çıkmış, Bukrat (Hippokrates)
Kaf Dağı'ndan şifalı otları onun sayesinde almıştır.
Huma kuşu
da Kaf Dağı'nda yaşar ve yalnız kemik yer. "Hüma", "hümay"
Farsçadır, Arapçası "Bulah"dır. Huma kuşunun gölgesi kimin üstüne
düşerse o hükümdar olur, bu nedenle devlet kuşu olarak bilinir. Osmanlıların
"padişaha ait" anlamında kullandıkları "hümayun"
sözcüğünün sözlük anlamı mübarek, kutludur ve "huma"dan gelir.
Hüdhüd
kuşu Hz. Süleyman'ın da ulak kuşudur, Belkıs'la haberleşmesini de o
sağlamıştır.
Kaf Dağı
yeşil zümrüttendir ve gök de rengini onun yansımasından alır. Kaf Dağı'nın
ötesinde Yecüc Mecüc yaşar. Ayrıca cin ve perilerin, Simurg'un yurdu da
burasıdır. Ab-ı hayat bu dağda bulunur
Tevrat'ta Gog ve Magog, Kuran'da
Yecüc Mecüc
Yecüc Mecüc'ün bu seddi aşıp
dünyayı istila ettikleri gün kıyamet kopacaktır.
Üç türdürler: Sedir boylular, çok
iriler ve kilim kulaklılar.
Yecüc Mecüc'ün Türkler olduğu 10.
yüzyılda yazılmış Arapça hadis, tarih ve coğrafya kitaplarında bulunduğu gibi,
20. yüzyıl Arap milliyetçileri de bu benzetmeye göndermeler yapmışlardır.
Zülkarneyn iki boynuzlu demektir,
Doğu ve Batı'nın hakimi olduğu için bu adı almıştır.
Fransa'da ilk kreşler 1850'lerde,
İngiltere'de 1860'larda kuruldu.
Cinsellik
Müslüman geleneğine göre de
kadınların örtünmesinin başlaması, Mekke'den gelen Müslüman kadınları tanımayan
Medineli erkeklerin tacizinden sonra doğmuştur.
Anne baba çocuğunun aşık olmasını
değil, yuva kurmasını arzular.
Toplumsal çevrenin çok daha dar
olduğu dönemde evlenmek de daha sıkı kurallara bağlıdır.
Levi-Strauss'un çözümlediği gibi,
evlilik akrabalık kurmanın en sağlam yolu olduğuna göre, iki ailenin, elbette
aynı toplumun üyesi fakat yabancı olması en mantıklısıdır. Aşk bütün bu
denklemi bozma riski taşır.
Avrupa dillerinin çoğunda öpüşmek, burun sürtmek, yalamak anlamlarına gelen
"kus" ve "bus" sözcüklerinin türetmeleri kullanılmaktadır
(İngilizce "kiss" ve "buss").
Gebelik
testine ilişkin bilgiler Eski Mısır'da İÖ 1300, Babil'de İÖ 700 yılından
kalma yazıt ve tabietiere uzanıyor. Buğday ve arpa dolu torbalara günaşırı
işeyerek bu ürünlerdeki farkı gözlemleyen atalar, gebelik olup olmadığı
anlıyorlardı.
Fahişe Arapça, bugün yalnızca çok
pahalı anlamında kullandığımız fahiş sözcüğünün de kökü olan
"fuhş"tan gelir
Orospu ise Farsça
"ruspi"den gelmektedir (…) aslı olan "rusipid" yüzü ak
demektir, yüzü kara anlamında "rusiyah" denilecek yerde "tezyif
ve kinaye ile" bu ad verilmiştir.
Pezevenk sözcüğünün ise Farsça
"pazanak"tan çok Ermenice "bozavag"dan geldiği kabul
edilir. Argo astik, dasnik, godoş sözcükleri de Ermenicedir.
Sasani hükümdan Kavad (ölm. 531)
Mazdekçidir, bir tür komünizmi savunmuş ve iç savaş sonucu yenilip canını
yitirmiştir.
Porneion genelevi Atina'da İÖ
570'te Solon tarafından açılmıştır.
Mahalle
Osmanlı hukuk sisteminde mahalle
halkı birbirine kefildir
Duvara her zaman yazı
yazılmıştır. Bilinen en eski örneklerden biri, İÖ 591 yılında Mısır kralının
ordusunda paralı asker olan Yunanların Etiyopya seferinde II. Ramses'in Abu
Simbel'deki heykelinin üstüne adlarını kazımalarıdır.
İlk kahvehane
İstanbul'da 1554'te Şamlı ve Halepli iki Arap tarafından açıldı.
…berber sözcüğü Türkçeye
İtalyancadan geçmiştir.
Arapça "mahzen"
sözcüğünün çoğulu "mahazin"den gelen mağaza
sözcüğü İspanyolcaya "almacen", "armazem",
"magacen", İtalyanca ya "magazzino", Fransızcaya
"magazin" biçimiyle girmişti.
Şarküteri,
Fransızca "charcutier", Latince sandalye anlamında caro, carnis'ten
1464'te "chair-cuite" biçiminde türetilmişti.
Eski İzlanda dilinde
"vinna" (iş, fiil olarak çalışmak,
kazanmak) sözcüğü Sanskritçe "van" köküne çıkar ve Latince venari
yani avlanmak (İngilizce "vension" geyik, karaca eti) ve aşk ve aşk
tanrıçası Venüs (İngilizce "venerate" saygı göstermek, ululamak)
sözcükleriyle akrabadır. Aynı kökten Gotça "winno" acı çekmek
demektir ve çağdaş İngilizce "win" (kazanmak) sözcüğünün de köküdür.
Bitki kabuklarını kullanarak
kağıt hamurundan kağıt yapımının Çin'de İS 105 yılında hükümdarıo muhafız
alayına mensup bir sanatkar tarafından icat edildiği kabul edilmektedir.
Standart kağıt boyları 1389'da,
Emperyal, Royal, Orta ve Arşiv olarak Bologna'da belirlendi.
Gutenberg matbaasında, vernikle
kaynatılmış ketentohumu yağıyla karıştırılmış lamba isini kullanmıştı. Bu
mürekkep Avrupa'da üç yüzyıl değiştirilmeden kullanıldı.
Öz Türkçecilerin kitap karşılığı
olarak kullanıma sokmaya çalıştıkları "betik" sözcüğünün kökü olan,
Orta Asya'da Uygur döneminde kullanılmaya başlanan "bitimek" (yazmak)
fiilinin kökü "bit", Çince fırçadan gelir.
Kalem sözcüğünün kökü Yunanca
"kalamos", Latince calamus, yani kamıştan gelmektedir. Kamışlar
genellikle Mısır ve Anadolu'dan getirtiliyordu.
Abaküsün Pythagoras tarafından
icat edilip alfabenin ilk harflerinden esinlenerek adını aldığı veya eskiden
tahta üstüne serilen tozlada hesap yapıldığı için adının İbranice toz anlamında
"abhak"tan geldiği ileri sürülmüştür.
İstanbul'da ilk telefon hattı
Nazır odasıyla fabrika müdürünün odası arasında kuruldu.
II. Richard'ın 1393 yılında
çıkardığı bir kararla İngiltere'de her hanın levha
asması zorunlu tutuldu. İngiltere'de 1189'dan kalma ve halen bir handa yaşayan
ad var. "Hoop and Grapes" ham ise 13. yüzyıldan kalan en eski han.
Devlet ve Millet
Ermeniler kendilerine Hay,
Gürcüler kendilerine Kartvel, Lazlar kendilerine Çanuri, Zazalar Dimli,
Çerkezler Adighe, Arnavutlar Şkiptar / Şkipni, Çeremişler Mari, Japonlar Nippon
/ Nihon, Finliler Suomi, Basklar Eusktarak / Euskaldunak…
Almanlar kendilerine Deutsch,
Hollandalılar Dutch derler ve sözcük "insanlar, halk" demektir.
Galler kendilerine Cymro, İngilizlerse onlara "garip, kaba" anlamında
Welsh der. Osmanlıların Balkan halkı Ulahlara verdiği ad da aynı kökten gelir.
Acem (acemi sözcüğü de bu kökten
gelir) eskiden İranlıların adıydı; Slavlar Germenler için aynı anlamda Nemçe
sözcüğünü kullanırlardı ve Osmanlılarda Avusturyalı anlamını kazanmıştı. Slav
da Latinlerin verdiği "köle" anlamında bir addır.
Bayrak
askeri ihtiyaçlardan doğmuştur.
Osmanlı geleneğine göre Selçuk
sultanının Osman Bey'e verdiği bayrak beyazdır. Yavuz Sultan Selim Çaldıran'a
biri beyaz biri kırmızı iki bayrakla gitmiştir.
Yeniçeri Ocağı kaldırıldıktan
sonra bayrakları da yasaklanmış ve bayrak sözcüğü de yasaklanarak sancak
denmeye başlanmıştır.
Ay ile yıldız Nizam-ı Cedid
ordusunun bayrağında buluşmuştur.
Hıristiyan dininde
"martyr" (İngilizce, Fransızca), "martiros" (Yunanca),
"Martyrer" (Almanca) tanık, kanıyla inancına tanıklık eden; insanlara
yeni doğruları haber verip, İsa'ya tanıklık edip İsa'ya inandıklarını
söyledikleri için acı çekip canını verenlere verilen addır.
Kuzey İskoçyalı Keltlerin ölüler
ordusu için özel sözcükleri vardır: "sluagh", birçok ruh demektir.
"Gairm" haykırış,
çığlık anlamına gelir, "sluagh-ghairm" ölülerin savaş çığlığıdır.
Slogan sözcüğünün kökeni de budur.
Açık alana konulan ilk büst
Sivas'ın Hafik ilçesindedir. 1915-16'da sütun üstüne konulan estetik Osman Bey
büstü, 1936'da kaymakam tarafından kaldırılmıştır.
Avusturyalı Heinrich Krippel'in
Sarayburnu'nda 3 Ekim 1926'da açılan heykeli, ilk Atatürk heykelidir.
Mehmet Akif'in şiiri 12 Mart
1921'de kabul edilmiştir.
"Tekbir ve Cenk Marşı"
(Ey Şanlı Ordu Ey Şanlı Asker), beste: İsmail Hakkı Bey (1860-1929)
"Ceddin Deden, Neslin
Baban", beste: Ali Rıza Bey "Plevne Marşı" (Tuna Nehri Akmam
Diyor), beste: Mehmet Ali Bey (yaklaşık 1825-1895)
"Alay Marşı", (Annem
Beni Yetiştirdi Bu Vatana Yolladı), beste: Müezzinbaşı Miralay Rifat Bey
(1820-1888)
"Sivastopol Marşı"
(Sivastopol Önünde Yatar Gemiler), beste: Müezzinbaşı Miralay Rifat Bey
"Kalkın Ey Ehl-i
Vatan", beste: Müezzinbaşı Miralay Rifat Bey
"Gelibolu Marşı" (Yaslı
Gittim Şen Geldim), beste: Leyla Saz (1850-1936) güfte: Samih Rifat
"Çanakkale Marşı"
(Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı), Destancı Mustafa
"Kafkasya Dağlarında
Çiçekler Açar", İzzettin Hümayi Elçioğlu, 1914, Kurtuluş Savaşı'nda
"İzmir Dağları" olarak değiştirildi.
Osmanlı tarihçisi Peçevi'nin
(1574-yaklaşık 1649) bildirdiğine göre, halk arasında Şemsi Paşa'nın,
"Padişaha rüşvet aldırdım ve bununla bu
devletten Kızılahmetli'nin öcünü aldım," deyişi çok yaygın bir sözdür,
"o zamandan beri bu sözü işitmemiş kimse kalmamıştır dense yeridir."
Osmanlıların 1461'de sona erdirdiği Candaroğlu Beyliği'nden Kızıl Ahmet Bey'in
soyundan gelen Şemsi Paşa, "Onlar bizim ocağımıza su döktükleri gibi ben
de onların ocağını söndürecek bir başlangıç düzenledim," diyerek, Padişah
III. Murad'a (saltanatı: 1574-95) 40 bin altın rüşvet verdim diye sevinmekte,
"artık rüşvet almaktan geri durmazlar ve rüşvet ile devletleri
tutunamaz," demektedir.
Rüşvet eski Mezopotamya
uygarlığından başlayarak bütün tarihi kayıtlarda vardır.
Çin imparatoru Shih-huang Ti, İÖ
213 yılında bilimsel olanların dışında bütün kitapların yok edilmesini
emretmişti.
1859 Solferino Savaşı'nda
Avusturyalı ve Fransız yarahiara acil yardım hizmetleri örgütleyen Dunant'ın
1862'de bütün ülkelerde gönüllü yardım dernekleri kurulmasını öneren kitabının
yayımlanmasıyla 1864'te ilk dernekler kurulmaya başlandı.
Türkiye Kızılay Derneği, 1868'de
Mecruhin ve Marda-yı Askeriyeye İmdad ve Muavenet Cemiyeti adıyla kuruldu. Kızılhaç
örgütlenmelerinden esinlenmeyle 1877'de Hilal-i Ahmer, 1935'te bugünkü adını
aldı.
Oyun, Eğlence ve Spor
Körebe oyunu
Eski kurban ritüelinde rahibin
hayvan postu giyerek gözleri bağlı halde elinin değdiği kişinin ateşte kurban
edilmesi ile ebenin dokunduğu çocuğun "yanması" yakından ilişkilidir.
Çıngırak,
bebeklerin ilk ve herhalde tarihi en eski oyuncağıdır. Eski Mısır'da İÖ 1360
yılına tarihlenen kuş, domuz, ayı biçiminde yapılmış, sivri uçları yumuşatılmış
ve kumaş kaplanmış toprak çıngıraklar bulunmuştur.
Totem ve ata tapımı yanında büyü
yapmak için de bebekler kullanılmıştır. Orta Asya'da da şaman uygulamalarında,
hasta sağaltırken bebek kullanılır. Anadolu'da da özellikle yağmur yağdırma
törenlerinde kepçe kadın, çomça gelin, çaput adam, bodi bostan vb. adlarıyla
büyüsel bebeklere rastlıyoruz.
Minik metal askerlerden oyuncak
takımlarının tarihi Roma'dan başlar ve 18. yüzyıl Avrupa'sında özellikle
Fransa'da moda olur.
Tahta atın Eski Yunan ve Roma'da,
Çin'deki varlığı belgelenmiştir.
…tapınak ve çocuk mezarlarında
bilye bulunmaktadır. Girit'te bulunan akik ve yeşim bilyeler İÖ 1400'lü yıllara
aittir.
İÖ 3000 yılında Babil çocukları
insan ve hayvan biçiminde toprak topaçlarla oynuyorlardı.
İÖ 1200'lerde Çinliler
uçurtmaları askeri işaret olarak kullanıyorlardı.
II. Mahmud dönemine kadar
İstanbul'da cirit oynandığını, bu padişahın
Avrupalılar tarafından vahşi bulunduğu için ciridi yasaklamasından öğreniyoruz.
İtalyanca kır evi anlamında
"casino" sözcüğünden adını alan gazino
II. Abdülhamid döneminde yaygınlaşıp kimliğini kazandı.
Hint geleneğine göre tavlanın mucidi Kalfan adlı bilgedir; zarlar gece ve
gündüzü, pullar ayın günlerini, tahtadaki on iki hane ayları ve burçları,
hanelerin toplamı günün saatlerini temsil etmekte, kısaca oyun yılı
simgelemektedir.
…adı İtalyanca masa veya tahta
anlamına gelen ve birinci yüzyıldan beri kullanılan "tavola"dan
gelir. İÖ 3000 yılında Sümerlerin tavla benzeri bir oyun oynadıkları
anlaşılmaktadır.
Satranç:
Geleneğe göre Hakim Nasır Dühr tarafından Hint Hükümdan Talmend Şah için icat
edilmiştir.
Hintçe "catturanga"
veya "sadreng", Arapça "sadrenc"ten Türkçeye girmiştir.
Dama
12. yüzyılda satranç tahtasına uyarlandı. Dama adı, satrancın vezir ya da
kraliçesinden "dame" adından gelir.
Tombala
Mütareke döneminde (1918-1922) ilk kez Beyaz Ruslar tarafından Arkadi
Gazinosu'nda oynatılmış,
Türkçe iskambil
sözcüğü İtalyanca "brusquembille", Fransızca
"briscambille"den gelir.
Akordeon 20. yüzyılın başlarında
Türkiye'ye girdi. Artvin yöresinde halk çalgısı olarak kullanılan firmargon ise
adını, 1818'de Viyana'da Anton Haeckel tarafından, Çin kökenli Rus çalgısı
"şeng"den esinlenerek icat edilen "fizarmonika"dan alır.
…
Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları
3. Baskı 2013