31 Temmuz 2023 Pazartesi

Ahmet Cevizci - Felsefe Tarihi - FENOMENOLOJİ

 FENOMENOLOJİ

…fenomenolojinin analitik felsefenin 20. yüzyılda temsilciliğini yaptığı modern doğalcı, bilimci ve nesnelci düşünce anlayışına bir tepkinin ürünü olduğu rahatlıkla ileri sürülebilir.

 

Analitik filozoflar / Onlara bilincin nesnelerinin veya bilincin dolayımsız olarak bildiği şeylerin ne olduğu sorulacak olsa, aynen Hume gibi, “izlenimler” veya “zihin halleri” yanıtını verirler.

 

Husserl olmak üzere, fenomenolojik gelenek içinde yer alan filozoflar, analitik filozofların bu tavrını hatalı bir tutum olarak görmekle kalmayıp, onun adeta bir körlük olduğunu öne sürerler.

…bilince ilişkin Hegel tarafından başlatılmış olan soruşturmayı biraz daha geliştirip, derinlikli hale getirmeyi kendilerine amaç edinirler.

 

Husserl

Avrupa insanının krizini / krizi alternatif bir şekilde hakiki akılcılığın sona erişi diye tanımlarken, amacını da “insan aklını kurtarmak” olarak belirler.

 

Husserl, modern insanlığın krizinden sorumlu tuttuğu doğalcılığın bir yandan da Antik Yunan’da geliştirilen felsefe idealinden bir kopuşu temsil ettiğine inanır.

 

fenomenoloji terimi, / fenomenlerin ötesine, yani deneyimde sunulan verilerin, bilinç için erişilebilir olan görünüşlerden türetilmiş verilerin ötesine gitmeyi reddetme tavrından gelir.

 

Husserl’in tutumunu veya yaklaşımını eşsiz kılan şey de onun var olanın veya fenomenlerin kendilerini bilince sunan öznel edimde içerildiğini öne sürmesidir.

 

Deneyimimizin unsurlarını, Husserl’e göre en iyi, bilincin fenomenlere yönelip onları yaratma sürecindeki aktif rolünü açığa çıkarmak suretiyle anlayabiliriz.

 

zihinsel fenomenleri, bilinç edimlerini dile getiren sözlerin, ancak ve ancak bir şeye gönderimde bulunmak, bir şeyle ilişki kurmak suretiyle anlam kazandığını dile getirir.

 

Husserl, Descartes ve Kant felsefelerinin, kendisinin transandantal alan adını verdiği, fenomenal alanın veya deneyim dünyasının ötesine giden yönlerini reddeder. Onun deneyim alanıyla sınırladığı felsefesine transandantal fenomenoloji adını vermesinin nedeni budur.

 

Epokhe / fenomenleri “doğru” biçimde, dolaysız kavramaya çalışmak üzere ne yapmalı; fenomenlere dair yerleşik veya içsel yargılardan kaçınmak gerek. Bu nasıl olacak: fenomeni bağlamından, zihnimizdeki tasarımından ayrı, saf haliyle düşünmeye çalışmak gerek. Bunu “paranteze almak” gibi bir manaya da gelebilen epokhe terimi ile ifade ediyor Husserl.

 

Heidegger

Heidegger, henüz bir teoloji öğrencisiyken, aynen Aristoteles gibi, “varlığın çok farklı türden şeylere ve farklı anlamlarda yüklenmesinden hareket ederek, onun en temel anlamının ne olduğu sorusu”yla ilgilenmişti.

Fenomenolojinin konusu Husserl’de, bireysel, saf bilincin varlığı da dâhil olmak üzere, tek tek varlıklar iken, Heidegger’de varlığın kendisidir.

 

Bütün diğer varlıklar, Heidegger’e göre sadece vardırlar, ama varolmazlar, varolan sadece Daseindır. Varoluş, Daseinın varolmaya-yönelik-imkân olması anlamına gelir. Başka bir deyişle, Dasein, kendi varlığını değişik imkânlar üzerine kurar. Bu anlamda varoluş “gelecek” fenomenini temsil eder.

 

Dünya ile çok çeşitli şekillerde ilgilenme, dünyadaki şeyler çok farklı biçimlerde alakadar olma, insanın yaratıcı zekâsına, problem çözme kapasitesine vurgu yapar. Geleneksel ayrımı kullanacak olursak, Heidegger’in işte bu noktada, insanı insan yapan şeyi, bilgi ve akıl olarak değil de eylem ve irade olarak gördüğünü söyleyebiliriz.

 

…özel herhangi bir şeyin tetiklemediği bir hiçlik, bir şeylerin neden var olduğunu açıklayamama, kendimizin bu dünyada neden olduğunu somut olarak ortaya koyamama, varoluşumuzun sonu olarak ölümü duyumsama söz konusu olduğunda, bir iç daralması ya da kaygı duyarız. Bu, varlık karşısında ve varlık içinde bir çekinmedir.

Böyle bir kaygının, aslında insana sahici bir varoluş imkânı temin etmek anlamında önemli bir şey olduğunu düşünen Heidegger, pek çok insanın bu kaygıdan kurtulmak üzere, anonimleşmiş bir ortam olarak gündelik hayata daldığını, “onlar”a sığındığını söyler.

Dasein kendi dünyasının çeşitliliğinden, gizemi ve hatta teröründen uzaklaşmak, kaygıdan kurtulmak için bilinçli bir çaba ile onları arar. Çünkü onlara sığınma, kişi özgür olmaktan da kurtarır. Ne olmak gerektiği sorusu bir tarafa bırakılırken, yerine ne yapmak gerektiğiyle ilgili bir dizi önemsiz soru geçirilir.

Heidegger, işte bu varlık tarzını tanımlayıp ifade edebilmek için “düşmüşlük” terimini kullanır. Düşmüşlük, sahicilikten yoksun varoluş halidir

 

…sahicilik kişinin dünyadaki gerçek konumunun farkına varılıp bütünüyle hayata geçirilmesinden, tecrit edilmişliğinin ve ölüme doğru olan kaçınılmaz yürüyüşünün gerçekleşmesinden oluşur.

 

Heidegger’e göre, insan zamansal bir varlık olup, zamansallık onun varolma tarzıdır.

Dünya ile olan kaygılı ilişki, Heidegger açısından, “yapılacak bir şeyler var” düşüncesinden oluşur ve böyle bir düşünce, elbette bir gelecek zaman düşüncesini gerektirir.

 

“Varlık, varolan gibi nesnel olarak tasarımlanıp vücuda getirilemez. Tüm varolanlardan tamamıyla başka olan Varlık, Varolan-olmayandır.”

 

Varolanlar ile varlık arasındaki ontolojik ayırımın unutulmasıyla, Varlığın anlamının unutulması arasında doğrudan bir ilişki bulunduğunu öne süren Heidegger’e göre, Batı metafiziği Varlığı verili bir şey olarak kabul edip, varolanlar dünyasına dalmak suretiyle yozlaşmıştır. Bu yozlaşmanın kaynağında ise, o, “şey” üzerinde düşünürken, aslolan Varlığı gözden kaçırmanın bulunduğunu söyler.

 

Varlığı bir varolan olarak ele almanın mümkün olmadığını söyleyen Heidegger, Varlığın, başka herhangi bir şeye müracaat etmeksizin, kendisini kendisinden farklı olarak açığa çıkardığını ve böylece de özü itibariyle olmadığı bir şey içinde kendisini gizlediğini iddia eder. Varolan her şey, Varlığın bu “yokluğu”dur.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder