Sınıf ve Gelecek: Sosyal Sınıfa Yöneltilen Eleştiriler
Burjuvaların söz sahibi olmasından sonra
başlayan toplumsal kargaşaya bakıp, ilk sosyologlar bir şeyler söylediler.
Comte, toplumu organizmaya benzeterek, kargaşaya neden olan toplulukları
“hastalık” olarak yaftaladı. Durkheim ise kargaşanın, dini geleneklerin
otoritesinin zayıflamasından kaynaklandığını görüp, Tanrı ve Kilise
sevgisi/bağlılığı yerine insanlara ulus/devlet sevgisi aşılanması gerektiğini söyledi.
Kapitalizmin palazlanma süreci boyunca “sınıf” kavramı etrafında çokça laf
edildi. Ne zamanki kapitalizm olgunluğa ulaştı, artık bu kavram da kullanışlı
olmaktan çıktı.
1970’li yıllardan sonra ise, sınıf ve
toplumsal tabakalaşma kavramlarının önemini yitirdiği söylenmeye başladı. Artık
belli bir kitleyi değil, küresel anlamda tüm insanları kavramaya çalışan
kavramlar ortaya atılmaya başlandı; tüketim toplumu, bilgi toplumu, ağ toplumu
gibi…
KAPİTALİZMİN
DÖNÜŞÜMLERİ VE TOPLUMSAL SINIFLAR
Marx, 18. yüzyıla kadarki dönemde
İngiltere’de gözlemlediği üretim faaliyetini emeğin sermayeye biçimsel
bağlılığı olarak kavramlaştırır. Bu ne demektir, Zanaatçıların yalnızca
tüccar sermayenin sömürüsü altındadır. Sermaye bu dönemde emekten (iş gücü) ve
üreticiden (işçi) bağımsız değildir. Bu dönemde sermaye arttırmanın tek yolu
çalışma süresini uzatmaktır.
Makineli üretime geçildikten sonraki dönem emeğin
sermayeye gerçek bağlılığı olarak adlandırılır. Bu dönemde üreticiler kendi
emekleri üzerindeki denetim olanaklarını kademeli olarak yitirmişlerdir.
Denetim, sermayeye geçmeye başlamıştır.
SANAYİ
SONRASI TOPLUM KURAMLARI VE SINIF ÜZERİNE TARTIŞMALAR
Kapitalizmin gelişim aşamalarına bağlı
olarak sınıf kavramı farklı şekillerde değerlendirildi; 20. yüzyıl öncesinde
Marksist yaklaşımlarla Weberci söylemler revaçtaydı, İkinci Dünya Savaşı
sonrasında ideolojilerin sona erdiği dillere pelesenk oldu, 1970 krizinden
sonra ise sınıf kavramı kullanışlı olmaktan çıktı, neredeyse kullanılmaz oldu.
Bunun yerine sanayi sonrasına atıf yapan önermeler kullanılmaya başlandı. Çok
uluslu şirketlerin küreselleşme temayülleriyle birlikte üretim kavramı
toplumsal yapının belirleyicisi olmaktan çıktı ve bunun yerine yönetim, denetim
gibi kavramlar öne çıktı.
1970’lerden sonra üretim süreçlerinde
yaşanan en önemli gelişme, gelişen teknolojinin artık insanları tahakküm altına
almasıdır. Makineler bu dönemde insanlar tarafından çalıştırılmıyor bilakis,
insanları makineler çalıştırıyor.
Teknoloji
Devrimi ve Sınıfların Yok Oluşu
Daniel Bell, sanayi tolumda mülkiyet önemli
bir güç iken sanayi sonrası toplumda bilgi önemli bir güç haline gelir ve bu
dönemi bilgi toplumu olarak tanımlar.
Alvin Tofler,
1960’lı yıllarla başlayan yeni yüksek teknoloji ağırlıklı hizmet sektörünü üçüncü dalga olarak tanımlar. Bu dönem için proletarya
yerine yeni bir sınıf olarak bilişsel, zihinsel gücünü kullanan kogniterya kavramını önerir. Üçüncü dalga, mülkiyet
sahiplerini değil işletmeci ve yöneticileri güç/iktidar sahibi olarak kabul
eder.
Peter Drucker
da emek yoğunluklu sanayiden bilgi yoğunluklu sanayiye geçişle birlikte
sınıfsal ayrımların ortadan kalkacağına işaret eder.
1940’lardan sonraki dönemi geç kapitalizm
olarak tanımlayan Ernest Mandel’e
göre bu dönemin ayırt edici özelliği entelektüel emeğin proleterleşmesidir.
Raymond
Williams, gelişen teknolojinin sınıfsal
ayrımları ortadan kaldırmadığını sadece emek maliyetini asgariye indirdiğini
belirtir.
İkinci
Dünya Savaşı Sonrası Yeni Sınıf Analizleri
Savaştan sonra bir kısım eleman, sınıf
kavramının öneminin yitirdiğini, artık eşitsizliğin daha belirgin bir kavram
olduğunu (gelir odaklı bir yaklaşım demek ki) öne sürdü.
Başka bir kısım eleman ise kategorik olarak
sınıf kavramının halen önemli olduğunu söyledi. Her zaman olduğu gibi yine
devam etti bu kısır/verimsiz söylemler.
Savaş sonrası dönemde Weber’in analizlerine
daha fazla önem atfedildi. Ne demek bu, Marx gibi toplumsal gurupları çatışma
kavramı etrafında değil de farklılaşma kavramı etrafında ele aldılar.
Dahrendorf, Weberci önermeleri Marksist önermelerle birleştirmeye
çalıştı. Sınıf ilişkilerinin temelinde denetim ve otorite
ilişkilerinin bulunduğunu kanıtlamaya çalıştı. Haklıdır da, işçi, çalışma
saatlerinin dışında yine bir işçi midir, değildir, Dahrendorf’un işaret ettiği işçi
sınıfı olgusu çalışan kişi için denetim (tahakküm) alanındaysa geçerlidir.
Alvin W. Gouldner Profesyonellerin sermayedarlardan çok daha etkin olduğuna
dikkat çekti.
C. Wright Mills, beyaz yakalıları otoritenin yeni enstrümanı olarak takdim
eder (sınıf olgusunu otorite kavramı üzerinden çözümler, demek ki bu da Weberci
çizgiyi takip ediyor).
Alain Touraine,
beyaz yakalıları mülkiyet ilişkilerinden uzakta konumlandırır. Touraine’e göre,
egemen sınıf bilgiyi elinde bulundurandır (yine yanılıyor, bilgiye sahip olmak
onunla eyleyebilmek imkânını beraberinde getirmez).
Jürgen Habermas,
sınıf ayrımlarının yaşama biçimleri, kültürel alışkanlıklar çizgisinde aranması
gerektiğine işaret eder (bu da hemen her zaman boş konuşur).
Anthony Giddens sınıf kavramının bireylerin üretim ve tüketim
faaliyetlerine göre belirlendiğini söyleyerek sosyoloji tarihindeki sınıf
kavramı tartışmalarının genel bir özetini verir.
Tom Bottomore
orta sınıfın büyümesine bağlı olarak sınıf kavramının önemini yitirdiğine
işaret eder (sanki mesele nicelikti de sayısal kalabalık bu olgunun önemini
ortadan kaldırdı, bu da saçma bir önerme).
Örgütlü
Kapitalizmin Sonu ve Esnekleşme
Küreselleşme ile birlikte üretim süreçleri
ve çalışanların durumunda belirgin değişiklikler gözlendi. Sermayenin hızlı
hareket edebilmesi, imalata dayalı üretimin yok olma sürecine girmesi, sınıf
ayrımlarının homojenleşmesi ve benzeri olguları örgütlü kapitalizmin sonu
olarak tanımlıyorlar. Klasik, emek-sermaye çatışması artık yaşanmıyor, sınıf
oluşumları daha ziyade politik söylemler etrafında şekilleniyor (ırk, cinsiyet,
ekoloji gibi kavramları diline dolayanlar sınıfı gibi).
Tüketim
Toplumu Kuramları
Kitlesel üretimden tüketici odaklı üretime
geçiş (post-fordizm) bütüncül sistem tanımlarının ortadan kalkmasına neden
oldu. Toplumun bütününe yönelik sınıfsal kavramlardan uzaklaşıldığı öcüde
“özne” kavramından da uzaklaşıldı. Bu nokta önemli; özneden uzaklaşılırsa
şeyleşme dediğimiz kavram için yer açılmış olur. Bunun yerine tüketmek için
yaşayan insanları işaret eden tüketim toplumu kavramını kullanıyorlar.
Jean Baudrillard,
bu sürecin (üretimden ziyade tüketimin ön plana çıkması)1929 yılından itibaren
başladığını söyler.
Baudrillard’a göre, tüketim, malın alıcısının,
aktif biçimde katıldığı ve satın alınan malları sergileyecek bir kimlik duygusu
yarattığı ve bu duygunun korunduğu bir süreç olarak kavramsallaştırılmalı.
Enformatik-Duygulanımsal
Emek, Prekarya ve Bilişsel Kapitalizm
Yeni ekonomide sermaye, emek gücünün
yeteneklerini, becerilerini, bilgisini, tutkusunu, duygularını ve kapasitesini
sistematik olarak işe tabi kılmaktadır.
Kapitalist sömürü, insanları sadece 8
saatlik mesai ile sınırlı değil hayatlarının tamamını kapsayacak şekilde ele
almış olur böylece.
Prekarya sözcüğü (kayıt dışı, mevsimlik, geçici istihdam; ev işleri,
taşeron esnek ve geçici iş gibi) iş güvencesizliğinin yanı sıra genel olarak
kapitalist yaşam karşısında duyulan güvencesizlik hâlleri için de tercih
edilmektedir.
---
Toplumsal Tabakalaşma ve Eşitsizlik
Editörler: Prof.Dr. Mehmet C. Ecevit & Yrd.Doç.Dr. Fatime Güneş
Anadolu Üniversitesi Yayın No: 2415
Kasım 2011, Eskişehir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder