1 Aralık 2022 Perşembe

Erich Fromm - Özgürlükten Kaçış

Erich Fromm - Özgürlükten Kaçış

 


Toplumsal sürecin temel nesnesi bireydir, onun arzuları ve korkuları, tutkuları ve düşünceleri, iyilikte ve kötülükte bulunma istekleridir.

Özgürlük, ona bağımsızlık ve ussallık getirmiş olmasına karşın, onu soyutlanmış ve dolayısıyla kaygılı ve güçsüz kılmıştır.

 

1. Bölüm

Özgürlük - Bir Ruhbilimsel Sorun Mu?

Çoğu kişi, Birinci Dünya Savaşı'na son savaş, sonucunaysa özgürlüğün kesin zaferi gözüyle bakmıştı. Mevcut demokrasiler daha da güçlenmiş göründü, eski krallıkların yerini yeni demokrasiler aldı. Ne var ki, insanoğlunun, yüzyıllar süren savaşımı sonucu kazandığını sandığı her şeyi yokumsayan yeni sistemlerin ortaya çıkması için yalnızca birkaç yılın geçmesi gerekiyordu.

 

(Almanya’da / milyonların) özgürlük istemek yerine, ondan kaçmanın yollarını aradıklarını gördük

 

Freud, insan doğasının kötülüğünü savunan geleneksel öğretiden başka, insanla toplum arasında bir temel karşıtlık olduğu yönündeki geleneksel inancı da kabul etmiştir. Ona göre insan, temelde toplum karşıtıdır.

…toplumun asıl görevi, insanın temel tepilerini arıtmak, ve bunları ustaca denetlemektir. Toplumun doğal tepileri bu şekilde baskı altına almasının sonucu olarak mucizevi bir durum ortaya çıkar: baskı altına alınan itkiler, kültürel açıdan değer taşıyan ve gerçekleştirilmesi şiddetle arzulanan özlemlere dönüşür ve insanın kültür temeli haline gelir.

 

(Fromm’a göre) insanın kişiliğindeki farklılıkları oluşturan itkilerin hepsi de, toplumsal sürecin ürünleridir.

 

uyarlanma kavramı

"Durağan" uyarlanmayla, "devingen" uyarlanmayı birbirinden ayırmak yararlı olacak. Durağan uyarlanma dediğimizde, bütün kişilik yapısının değişmezliğini koruyan ve yalnızca yeni bir alışkanlığa uyarlanmayı dile getiren bir "kalıplara uyarlanma"dan söz ediyoruz.

Devingen uyarlanma derken, örneğin, bir çocuğun —tersini yapamayacak ölçüde korktuğundan— katı ve tehditkâr babasının buyruklarına uyarak "uslu" çocuk haline gelmesiyle gerçekleşen uyarlanmadan söz ediyoruz.

 

…insanoğlu, yemek, içmek, uyumak, kendisini düşmanlara karşı korumak gibi zorunluluklar içindedir. Bütün bunları yapmak için çalışmak ve üretmek zorundadır.

…kaçınılmaz bir gereksinim olan kendini koruma isteği, bireyi, içinde yaşamak durumunda olduğu koşulları kabul etmek zorunda bırakır.

 

(Balzac) …insanoğlunun ilk düşüncesi, kendi yazgısını paylaşan bir arkadaşının olmasıdır. Yaşamın ta kendisi olan bu itkiyi doyurmak için, bütün gücünü, bütün kuvvetini yaşamının bütün enerjisini ortaya koyar. Bu çok güçlü istek olmasaydı Şeytan kendine arkadaş bulabilir miydi?

 

…insanoğlunun, kendisini doğadan ve diğer insanlardan farklı bir bireysel varlık olarak görmesini, kendisinin farkına varmasını sağlayan düşünme yetisi yani öznel özbilinçlilik…

 

2. Bölüm

Bireyin Ortaya Çıkış ve Özgürlük Kavramı

Birey, kendisini dış dünyaya bağlayan —simgesel— göbek bağından ne ölçüde kurtulmuşsa, o ölçüde özgürdür; ya da kurtulmadığı ölçüde özgürlükten yoksundur

 

İlk bağlar, kişinin dışındaki dünyayla temel birliğini ve güvenlik duygusunu verir. Çocuk bu dünyadan ne ölçüde sıyrılıp çıkarsa, o ölçüde yalnız olduğunun ve başkalarından ayrı bir varlık olduğunun bilincine varır.

 

İnsanoğlu doğumunda hayvanların en çaresizidir. Onun doğaya uyarlanması, temelde içgüdüsel saptamaya değil, öğrenme sürecine dayanır,

…insanın biyolojik zayıflığı, insan kültürünün koşuludur.

 

Söylence, insan tarihinin başlangıcını, bir seçme edimiyle özdeşleştirmekte, ama bu ilk özgürlük ediminin günah işlemek olduğunu ve bunun sonucunda çekilen acıyı ön plâna çıkarmaktadır.

…insan açısından, bu, insanoğlunun özgürlüğünün başlangıcıdır.

Tanrının buyruklarına karşı hareket etmek, kendini baskıdan kurtarmak, insan-öncesi yaşamın bilinçsiz var oluşundan sıyrılıp insan düzeyine çıkmaktır. Yetkenin buyruğuna karşı davranışta bulunmak, bir günah işlemek, insan açısından olumlu yönüyle, ilk özgürlük hareketi, yani, ilk insansal harekettir.

Tanrı kadınla erkek arasında, ve doğayla da insan arasında savaş ilân etmiştir, insan doğadan ayrılmış, bir "birey" haline gelmekle insan olma yolunda ilk adım atılmıştır, insan, ilk özgürlük edimini gerçekleştirmiştir (bu suçu işlemiştir). Söylencede, bu edimin sonucu olan acı vurgulanmaktadır.

 

Bireyleşmenin gelişmesi yönünde atılan her adım, insanların karşısına yeni güvensizlikler çıkarır. Sakatlanmış olan ilk bağlar, onarılamaz, cennet bir kez yitirildi mi, insan ona dönemez.

 

3. Bölüm

Reform Çağında Özgürlük

1. Ortaçağ Geçmişi ve Rönesans

Çağdaş usçuluk, ortaçağı, temelde karanlık bir dönem olarak görmektedir.

…gerici düşünürlerce zaman zaman da çağdaş kapitalizmin ilerici eleştirmenlerince idealize edilmiştir.

 

Ortaçağ toplumunu çağdaş toplumdan ayıran özellik, ortaçağ toplumunda bireysel özgürlüğün bulunmayışıdır.

Kişi, toplumdaki rolüyle özdeşti; hasbelkader şu ya da bu mesleği edinmiş bir birey değil, bir köylü, bir zanaatçı, bir şövalyeydi.

 

…yeni bir paralı sınıf ortaya çıktı.

İtalya'da ilk kez feodal toplumdan birey ortaya çıkmış ve kendisine güvenlik veren ve de aynı zamanda sınırlarını daraltan bağlan koparmıştır.

 

Yeni bireycilikle yan yana yeni bir buyurganlık gelişti. Özgürlük ve buyurganlık, bireysellik ve kargaşa aşılmaz bir şekilde birbirine dolaşmıştı.

 

Düşmansı bir dünyada soyutlanmış bir bireyin konumundan kaynaklanan ve içten içe yaşayan güvensizlik duygusu, / kökleri, kişideki tutkulu ve şiddetli üne kavuşma isteğinde yatmaktadır.

…kişinin kuşkularını susturmanın araçlarından biri üne kavuşmaktır.

 

Ortaçağ ticareti, çok sayıda çok küçük işadamı tarafından yürütülüyordu.

(loncalar tekelleşmeye başladı)

 

Küçük tacirlerin tekellere karşı duyduğu öfke…

 

Kapitalizmdeki ekonomik gelişme, psikolojik ortamda gözle görülür değişiklikleri birlikte getirdi. Ortaçağın sonlarına doğru, bir huzursuzluk havası esmeye başladı. Çağdaş anlamda zaman kavram gelişmeye başladı. Dakikalar değerli hale geldi…

 

Para insanları eşitleştiren bir öğeydi şimdi, ve doğuştan da kasttan da daha güçlü olduğunu göstermişti.

 

Birey, ekonomik ve siyasal bağların boyunduruğundan kurtulmuştur.

Ama aynı anda, kendisine eskiden güvenlik ve ait olma duygusu veren bağlar da çözülmüştür.

…insan, yaşamının anlamı sorusuna vermeye alıştığı yanıtı da yitirir; bunun sonucu olarak, kendisi ve yaşamdaki amacı konusunda kuşku düşmüştür içine. Kişiliğini aşan çok büyük güçler tarafından, sermaye ve pazar tarafından tehdit edilmektedir. Herkes bir potansiyel rakip olduğundan, çevresindeki insanlarla olan ilişkisi, düşmansı ve yabancı bir ilişkidir artık…

Cennet, bir daha bulunmamak üzere yitirilmiştir,

 

2. Reformasyon Dönemi

Bazı çıkarlar hakikatin bulunmasıyla, bazılarıysa onun yok edilmesiyle gelişir.

 

Bir öğreti ya da fikrin etkisi, hedef aldığı kişilerin kişilik yapısındaki ruhbilimsel gereksinimlere ne ölçüde yanıt verdiğine bağlıdır.

 

Fikirlerin çözümlenmesinde karşımıza iki temel görev çıkar: biri bir fikrin, bir ideolojik dizgenin bütünü içinde ta bir fikrin, bir ideolojik dizgenin bütünü içinde taşıdığı belli ağırlığı saptamak; ikincisiyse, düşüncelerin gerçek anlamından farklı bir ussallaştırmayla karşı karşıya olup olmadığımızın saptanmasıdır.

Duns Scotus, iradenin rolünü vurgulamıştır,

Ockam, insan doğasının, aslında günahla yozlaşmadığı görüşündedir,

 

Ortaçağ Kilisesi, insan onurunu, iradesinin özgürlüğünü ve çabalarının yararsız olmadığını vurgulamıştır

 

(Luther) Kendisini Tanrının korumasına bırakmış bir insanın 'özgür iradesi' yoktur, o ya Tanrı iradesinin ya da Şeytan iradesinin tutsağı, kölesi ve de uşağıdır ."

 

…orta sınıf, feodal düzenin çökmesinden ve kapitalizmin yükselmesinden faydadan çok zarar görüyordu.

Luther'in insan tablosu, bu ikilemi aynen yansıtıyordu. İnsan, kendisini tinsel yetkililere bağlayan bütün bağlardan kurtulmuş, bağlı olmama özgürlüğüne kavuşmuştu ama onu yapayalnız ve kaygılı hale sokan, yüreğini, bireysel önemsizlik ye güçsüzlük duygusuyla "sarsan bu özgürlüğün ta kendisiydi. Bu özgür, soyutlanmış birey, bireysel önemsizliği içinde un ufak olmuştu.

 

Luther'in "inancı" teslim olmak koşuluyla sevilmek konusunda ikna olmaktı,

 

Luther'in öğretileri gibi kişiliği de yetkeye karşı kararsız bir tutum içindedir. Bir yandan yetkeden —dünyasal yetkeden de buyurgan Tanrının yetkesinden de— müthiş korkar, öte yanda, yetkeye karşı —kilisenin yetkesine karşı— isyan eder. Kitlelere karşı tutumunda da aynı ikilik vardır. Kendi koyduğu sınırların içinde isyan ettikleri sürece onların yanındadır. Ama onayladığı yetkelere saldırdıklarında kitlelere karşı yoğun bir kin ve aşağılama duygusu öne çıkıverir.

 

Calvin, Tanrının bazı kişilere lütuf sunmakla kalmadığı, bazı kişilerin yazgısını da ezeli lanetleme şeklinde belirlediği yorumunu getirir.

 

Bu, insanların temelde eşit olmadığı ilkesidir.

 

…insanı felce uğratan önemsizlik duygusundan kaçmanın bir olası yolu,

Telaşlı bir etkinliğin ve bir şeyler yapma isteğinin gelişmesi.

…birey kuşku ve güçsüzlük duygusunu yenmek için etkin olmak durumundadır.

…kaygıdan umarsızca kaçış

 

Düşmanlık…

Calvin servet sahiplerine kuşkuyla bakıyor ama bu arada yoksullara da pek acımıyordu.

 

Luther'in de, Calvin'in de, insanın sefaletini nasıl hararetle vurguladığını ve bütün erdemlerin temeli olarak kendini aşağılama ve küçümsemeyi öğütlediklerini görmüştük.

Ancak ruhbilimde kendini suçlama ve kendini aşağılama mekanizmalarının nasıl işlediğini bilen herkes, bu türden "alçakgönüllülüğün" şu ya da bu nedenle dış dünyaya yöneltilmesi engellenmiş ve kişinin kendisine karşı işleyen şiddetli bir kinden kaynaklandığını bilir.

 

Gerçek alçakgönüllülük ve kişinin başkalarına karşı beslediği gerçek görev duygusu, buna neden olamazdı; ama kendini aşağılama ve kendini olumsuzlayan "vicdan", düşmanlığın yalnızca bir yüzüdür, diğer yüzünde başkalarına karşı kin ve onları küçük görme duygusu vardır.

 

Protestanlık, önemsizlik ve öfke duygularını dile getirme olanağı verdi: insanların Tanrının kayıtsız şartsız sevgisine olan güvenlerini yok etti; onlara kendisini ve başkalarını küçük görmeyi, onlara —ve kendisine— güvenmemeyi öğretti; onu bir amaç yerine bir araç haline getirdi

 

4. Bölüm

Çağdaş İnsan Açısından Özgürlüğün İki Yönü

Protestanlık öğretileri insanları çağdaş sınai dizge içersinde oynayacakları role ruhbilimsel olarak hazırlamışlardı.

Bireyi ortaya çıkardı ama onu daha da umarsız duruma soktu; özgürlüğü arttırdı ama yeni türden bağımlılıklar yarattı.

 

Protestanlığın, insan ruhunu kurtarma yolunda yapmaya başladıklarını, kapitalizm, zihinsel, toplumsal ve siyasal açıdan yapmayı sürdürmüştür.

…çağdaş demokratik devlet, siyasal alanda özgürlük evriminin doruğunu oluşturdu.

 

…kapitalist ekonomi, bireyi yalnız ve yalnız kendi ayaklan üzerinde durmak durumunda bıraktı.

 

Ortaçağ dizgesinde, sermaye, insanın hizmetindeydi, çağdaş dizgedeyse, onun efendisi oldu. Ortaçağ dünyasında ekonomik etkinlikler, belli bir ereğe yönelik araçlar durumundaydı…

Kapitalizmde ekonomik etkinlik, başarı, maddi kazanç birer amaç haline gelirler.

 

Kişi, kâr sağlamak için çalışır, ama sağladığı kâr, harcanmayacak, yeni sermaye olarak yatırıma dönüşecektir; bu artan sermaye gene yatırıma dönüşerek yeni kârlar getirir, bu döngü böyle gider.

Sermayeyi tüketim amacıyla kullanmak yerine biriktirme ilkesi, çağdaş sanayi dizgemizin büyük başarılarının önkoşuludur.

 

Bencillik, kendini sevmeyle değ ğ il, tam tersiyle aynı ı anlama gelir. Bencillik, oburluğun bir türüdür. Bütün oburluklar gibi bu da doymakbilmezlik niteliği içerir, bunun sonucu olarak da hiçbir zaman gerçek bir doyuma ulaşmak söz konusu olmaz.

 

"işveren" (employer =kullanan)

 

…insan yalnızca meta satmaz, kendisini de satar ve kendisini bir meta olarak görür.

…insansal niteliklerin değerini biçen, hatta ve hatta, var olup olmadıklarını saptayan pazarın ta kendisidir.

Aranıyorsa, bir kimsedir; başkaları ondan hoşlanmıyorsa, hiç kimse değildir.

 

Birey daha yalnız, daha soyutlanmış hale geldi, kendi dışındaki ezici büyük güçlerin elinde bir araç haline geldi

 

Kant ve Hegel, sistemlerini bireyin özerkliği ve özgürlüğü ilkesine dayandırmıştı ama bu dizgelerde bile birey bütün güçleri elinde tutan bir devletin amaçlarından daha önemli değildi.

 

Ekonomik alanda geçerli olanlar, siyasal alanda da geçerlidir.

 

Reklamın müşteri üzerindeki etkisi gibi, siyasal propaganda yöntemleri de, seçmen bireyinin önemsizlik duygusunu arttırma eğilimindedirler. Sloganların tekrarlanması ve asıl önemli konuyla uzak yakın ilişkisi bulunmayan etmenlerin vurgulanması, bireydeki eleştiri yetilerini köreltir.

 

Amerika'da ortalama bireyin bu korku ve önemsizlik duygusuyla ne ölçüde doldurulmuş olduğu, en çarpıcı anlatımını, Mickey Mouse filmlerinin herkes tarafından sevildiği olgusunda bulmaktadır. Bu filmlerde —pek çok çeşitlemeyle— şu tema işleniyor: küçük bir şey kendisini öldürme ya da yutmakla tehdit eden, yenilmez ölçüde güçlü bir şey tarafından kovalanıyor. Küçük şey kaçıyor ve sonunda düşmanına zarar vermeyi bile başararak kurtuluyor. Kendi coşkusal yaşamlarında buna çok yakın bir şeye dokunmasaydı, insanlar, bu tek temanın binbir çeşitlemesini sürekli olarak izlemeye hazır olamazlardı.

 

…bireysel soyutlanmışlık ve güçsüzlük duygusu, ortalama normal insanın farkında olduğu bir şey değildir.

…çeşitli oyalanmalarla, "hoşça vakit geçirmek", "ilişkiler kurmak", "sağa sola gitmek" gibi etkinlikler sayesinde gizlenmiştir bu duygu. Ama karanlıkta ıslık çalmak ortalığı aydınlatmaz. Yalnızlık, korku ve ürküntü olduğu yerde kalır; insanlar buna sonsuza dek dayanamazlar. "Olumsuz özgürlüğün" yükünü sürekli taşıyamazlar; olumsuz özgürlükten olumlu özgürlüğe doğru bir gelişme göstermedikleri sürece, özgürlük denen şeyi tümüyle feda etmek ve ondan kaçmaya çalışmak zorunda kalırlar.

 

5. Bölüm

Kaçış Mekanizmaları

İnsanların kendilerini harekete geçirdiğini sandığı güçlerin, onları gerçekleştirdikleri edimlerde bulunmaya, hissetmeye ve düşünmeye iten nedenlerin ya da güçlerin ta kendisi olduğu fikrinden vazgeçersek, çözülmez gibi görünen birçok sorun, bir anda ortadan kalkacaktır.

 

Toplumsal-ruhbilimsel görüngünün çözümü, ayrıntılı bir birey davranışı incelemesine dayandırılmamışsa, deneysel nitelikten, dolayısıyla da geçerlilikten yoksun demektir.

 

Bireye güvenlik veren temel bağlar koparıldıktan, birey kendisi dışındaki dünyayı tümüyle ayrı bir varlık olarak görmeye başladıktan sonra, dayanılmaz güçsüzlük ve yalnızlık durumunu yenmek zorunda olan bireyin önünde iki yol vardır. Birinci yolda ilerlerse, "olumlu özgürlük" dediğimiz gelişme gerçekleşir; birey, sevgi ve çalışma ile, coşkusal, duygusal ve zihinsel yetilerinin içten anlatımıyla, dünyayla kendiliğinden bir ilişki kurabilir; böylece bireysel benliği kurabilir; böylece bireysel benliğinin bağımsızlığından ve bütünselliğinden vazgeçmeksizin, bir kez daha, insanla, doğayla ve kendisiyle bir bütün haline gelir. Önünde uzanan ikinci yol, geride kalmak, özgürlüğünü feda etmek ve bireysel beniyle dünya arasında oluşan boşluğu ortadan kaldırarak yalnızlığını yenmeye çalışmaktır.

 

Yetkecilik

Bu mekanizmanın daha belirgin biçimleri, boyun eğ ğ me ve egemenlik kurma isteğinde, ya da daha doğrusu, normal ve nevrotik kişilerde değişik ölçülerde var olan mazoşist ve sadist isteklerde görülmektedir.

 

Mazoşist eğilimlerin ortaya çıktığı en yaygın biçimler, aşağılık duygusu, güçsüzlük ve bireysel önemsizlik duygularıdır.

…bu kişiler kendilerini küçültme, zayıflatma ve olaylara egemen olmama eğilimindedirler.

Çoğu kez, "Ben isterim", ya da "Ben varım," duygusunu yaşama yetisinden yoksundurlar.

Bu tür insanlar, kendilerine en çok zarar verecek şekilde davranmalarını öğütleyen birinin önerilerini izliyor gibidirler.

 

Bu tür kişiliklerde, mazoşist eğilimlerden başka, bunun tam tersi yani sadist eğilimler de görülür.

 

…sadist kişinin, sadizminin nesnesine bağımlılığı.

Sadist, yönettiği kişiye gereksinim duyar, ona ölesiye gereksinim duyar çünkü kendi güçlülük duygusu bir başka kişinin efendisi olduğu olgusundan kaynaklanmaktadır.

 

…acı çekme ve zayıflığın, insan çabasının amacı olabileceğini kanıtlayan bir görüngü var: Mazoşist sapkınlık.

 

Çeşitli şekillerde görülen mazoşist isteklerin tek bir amacı vardır: bireysel benden kurtulmak, kendini kaybetmek; başka deyişle, özgürlük yükünden kurtulmak. Bu amaç, bireyin ezici ölçüde güçlü olduğunu sandığı bir kişi ya da güce boyun eğme arayışı içinde bulunduğu mazoşist isteklerde çok açık görülür.

 

Diğer mazoşist istek biçimlerinde de amaç aynıdır. Küçüklük duygusu şeklindeki mazoşist duyguda, başlangıçtaki önemsizlik duygusunu artırmaya yarayan bir eğilim görürüz.

Ben, bağımsız ve güçlü olma isteklerimle önemsizlik ya da güçsüzlük duygularım arasında bocaladığım sürece, işkenceden farksız bir çelişki içine düşerim. Eğer bireysel benimi hiçe indirgemekte başarıya ulaşırsam, bir birey olarak ayrı olduğum bilincini yenebilirim, kendimi bu çelişkiden kurtarabilirim. Onulmaz ölçüde küçük ve çaresiz hissetmek, bu amaca giden yollardan biridir; bir başka yolsa, acı içinde kıvranmaktır; bir diğeriyse, sarhoşluğun etkileri altında silinmektir. Canına kıyma düşlemi, bütün diğer araçların yalnızlık yükünden kurtarmaması halinde başvurulacak son umuttur.

 

Eğer birey, bu mazoşist isteklerini doyuracak (faşist ideolojide, "lider"e boyun eğmek gibi ) kültürel kalıplar bulabilirse, kendisini, bu duyguları paylaşan milyonlarla birleşmiş görerek bir ölçüde güvenlik kazanacaktır.

 

Ancak, ahlaksal mazoşizmde olduğu gibi, mazoşist sapkınlıkta da gerçek amaç acı çekmek değildir; her iki durumda da acı çekmek, amaca, yani kendini unutma sonucuna ulaşma aracıdır.

 

…kendisinden daha büyük ve daha güçlü bir bütünün parçası haline gelmesi, onun içinde erimesi ve ona katılması girişimi…

Bu güç, bir kişi olabilir, bir kurum, Tanrı, ulus, bilinç ya da ruhsal bir zorlanım olabilir. Sarsılmaz şekilde güçlü, sonsuz ve görkemli olduğu sanılan bir gücün parçası haline gelmekle kişi onun gücüne ve görkemine katılmış olur. Kişi kendi benliğini bütüne teslim eder, benliğinin bütün güçlerini ve onurunu reddeder, bir birey olarak bütünselliğini yitirir ve özgürlüğünden vazgeçer; ama içine karıştığı güce katkıda bulunmakla yeni bir güvenlik ve yeni bir gurur kazanmış olur.

 

 

Sadist dürtülerin özü nedir? Burada da, başkalarına acı vermek dürtünün özünü oluşturmamaktadır. Gözlemleyebildiğimiz çeşitli sadizm biçimlerinin hepsi de tek bir temel dürtüden kaynaklanır. Bu, bir başka kişi üzerinde eksiksiz bir egemenlik kurmak, onu kendi iradesinin çaresiz bir nesnesi haline getirmek, mutlak yöneticisi olmak, tanrısı haline gelmek ve onu istediği şekilde kullanmak dürtüsüdür. Onu aşağılamak, esir almak, bu amaca ulaştıran yolları oluşturur, en köklü amaçsa ona acı ı çektirmektir, çünkü, bir başka insana acı vermekten, onu kendisini koruma yetisinden yoksun bir halde acıya katlanmak zorunda bırakmaktan daha büyük bir güç yoktur.

 

…yetke tutkusu, güçlülükten değil, zayıflıktan kaynaklanır. Bireysel benliğin tek başına ayakta kalma ve yaşamını sürdürme yetisinden yoksun olduğunun anlatımıdır.

 

…sado-mazoşist kişi / Yetkeye hayrandır ve ona boyun eğme eğilimindedir, ama aynı zamanda kendisi de bir yetke olmak ister…

 

Tırmanan orta sınıfın siyasal utkularıyla dışsal yetke saygınlığını yitirmiş ve insanın kendi bilinci, eskiden dışsal yetkenin aldığı yeri almıştır. Bu değişiklik pek çok kişiye özgürlüğün zaferi gibi görünmüştür.

 

Açık yetke yerine "adsız" yetke hüküm sürüyor. Ve bu, sağduyu, bilim, ruh sağlığı, normallik ve kamuoyu kılıklarında karşımıza çıkıyor.

 

Adsız yetke açık yetkeden çok daha etkilidir, çünkü etkilenen, izlemesi beklenen bir buyruğun var olabileceğini aklına bile getirmez. Dışsal yetkede, bir buyruğun var olduğu ve bunu veren kişi ya da kurum açıkça bellidir / adsız yetkede, hem buyruk hem de buyuran görünmez olmuşlardır.

 

Yetkeci kişilik, insan özgürlüğünü sınırlayan koşullara bayılır, yazgıya boyun eğmeyi sever.

Yetkeci kişilik geçmişe tapar.

 

Yıkıcılık

 

Robot Uyumluluğu

…birey, kendi dışındaki dünyanın ezici gücü karşısındaki önemsizlik duygusunu ya kendi bireysel bütünlüğünü yadsıyarak, ya da dünyanın tehdit oluşturmasını durdurmak üzere başkalarını yok ederek yenmektedir.

 

Özgün düşünme, duyma ve arzulama edimlerinin yerine yapay ya da sahtelerini koymak, giderek özgün benliğin yerini yapay benliğe bırakmasına yol açar.

 

6. Bölüm

Nazizm Psikolojisi

Nazizm bir ruhbilimsel sorundur,

 

Hitler'in kişiliği / '"yetkeci" diye adlandırdığımız kişilik yapısının aşırı bir biçimi

 

Zayıfa egemen olmak yerine güçlüye boyun eğen... kadınlar gibi, kitleler yalvaranı değil, yöneteni severler

 

(Goebbels) İnsanlar, bizim gücümüzün çeşmeleridirler.

 

Hitler, Weimar Cumhuriyetinden nefret etti çünkü cumhuriyet çok zayıftı, sınai ve askeri liderlere hayrandı, çünkü onlar güçlüydü. Asla mevcut güçlü iktidarlara karşı değil, temelde güçsüz olduklarını sandığı gruplara karşı savaştı. Hitler'in -hatta, Mussolini'nin- "devrimi" mevcut iktidarın koruması altında gerçekleşti, ikisinin de en gözde nesneleri ya da uyrukları, kendilerini savunamayanlardı.

 

(Goebbels) sosyalizm, bireyi bütüne feda etmektir.

 

7. Bölüm

Özgürlük ve Demokrasi

…düşüncelerimizi ifade etme hakkı, ancak ve ancak, kendimize ait düşüncelere sahip olabilmemiz halinde bir anlam taşır…

 

Yüzlerce dağınık ve birbirinden kopuk olgu, öğrencilerin kafasına tıkılmaktadır /  böylece de düşünmeye pek az enerji kalmaktadır.

 

Ben kimim? / Pirandello'nun yanıtı, / Ben, "olmamı istediğiniz şeyim."

Özgürlük ve Kendiliğindenlik

…benlik etkin olduğu ölçüde güçlüdür.

…yalnızca kendiliğinden etkinliğimizin sonucu olan nitelikler benliğe güç verir

 

Sözcükler, hakikati gizlemede hiçbir zaman bugünkü kadar yanlış kullanılmadı.

 

Ek

Kişilik ve Toplumsal Süreç

Toplumsal kişilik kavramı, toplumsal sürecin anlaşılmasında bir anahtar kavramdır.

 

…ideolojilerle kültürün, genel olarak toplumsal kişilikten kaynaklandığı; toplumsal kişiliğin, belli bir toplumdaki varoluş biçimi tarafından şekillendirildiği; ve buna karşılık egemen kişilik özelliklerinin, toplumsal süreci biçimlendiren üretken güçler haline geldiği noktalarından hareket ettik.

 

Escape From Freedom

Türkçeleştiren: Şemsa Yeğin

Payel Yayınları, 1996


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder