Pierre Bourdieu
1930’da doğdu. 1954 yılında felsefe öğretmeni olarak
çalışmaya başladı. Cezayir’in Kabil bölgesinde antropoloji çalışmaları yaptı.
1960’da Paris’te asistan, sonrasında Lille’de misafir öğretim üyesi olarak
çalıştı. 1981’de Collége de France’ın Sosyoloji kürsüsüne atandı. Ocak 2002’de
öldü.
Bourdieu sosyolojisi, birbirine zıt görünen birçok kavram ve
kuramı bir araya getirme çabasını içerir. Ona
göre, incelenen olay veya olgunun tüm tarihsel geri planının bilinmesi gerekir.
Teorik ve tarihi altyapının tek başlarına açıklayıcı olmadığını öne süren
Bourdieu, kurulan teorinin pratiğe dökülmesi gerektiğini ve pratiği olmayan
teorinin doğrulanamaz olduğunu belirtir.
Düşünümsellik (Reflexivity)
Düşünümsel (reflexive)
neden ve sonuç arasında iki yönlü dönüşlü dairesel ilişkileri ifade eder. Bu çerçevede
sosyolojide ve genel olarak sosyal bilimlerde düşünümsel arka planda kendisini
harekete geçiren faktörleri dönüşümlü olarak etkileyen bir toplumsal eylem
olarak tanımlanabilir. Pratik ve kuram arasındaki sürece gönderme yapar.
Bourdieu’nun düşünümsel sosyolojisinin en önemli
özelliklerinden birisi yapı ve birey arasındaki diyalektik sürece odaklanması
ve bu odaklanma sürecinde araştırmacının kendisine de incelenen olayın/olgunun
bir parçasıymış gibi bakmasını öğütlemesidir.
Oyun Metaforu
Oyunun oynandığı yer alandır
ve oyuncular oyuna dâhil olmak için o oyundan elde edilebilecek bazı çıkarlara
sahip olmalıdırlar. Bu çıkarları illusio kavramı
karşılar ve oyunun oynanmaya değer bulunması ve kuralların
(yani doxanın) sorgulanmaması şeklinde karşımıza
çıkar. Oyuna dâhil olmak demek onu oynanmaya değer bulmak demektir. Oyuna dâhil
olarak bu değer sorgulanmadan alanın yerleşik düzeni (kuralları, doxası) tanınmış
ve benimsenmiş olur. Her oyuncu oyunda kullanılmak
üzere elinde bazı kozlar bulundurur ve bu kozları da Bourdieu’nün sermaye kavramı karşılar. Ekonomik (maddi kaynaklar),
kültürel (özellikle eğitim yoluyla edinilmiş olan kültürel kodlar), toplumsal
(ilişkiler ağı) olmak üzere üç temel sermaye tipi vardır.
Her koz farklı oyunlarda farklı işlevlere sahiptir, yani her
sermaye tipi farklı alanlarda farklı işlevler görebilir.
Bireyler ellerinde bulundurdukları sermaye, sorgulamadan
kabul ettikleri kurallar (doxa) ve oyunun sonunda elde edeceklerine inandıkları
çıkarlar (illusio) doğrultusunda kendilerini sonuca götürecek bazı yollara
zaman içerisinde aşina olmaya başlarlar. Bourdieu,
sonuçlara giden yollara ilişkin toplumda oluşan davranış kalıpları bütününe habitus adını verir.
Bourdieu, habitus ve alan arasındaki ilişkiyi ontolojik bir
suç ortaklığı olarak tanımlar. Çünkü aralarında iki yönlü bir ilişki olduğunu
varsayar. Alan habitusu yapılandırma eğilimindeyken, habitus da alana dair algıyı
yapılandırma eğilimindedir. Habitus; bilinçlilik gerektirmeyen bir bilme
biçiminin, planlı olmayan bir niyetliliğin/yönelmişliğin, kişinin açıkça ifade
etmeden de geleceğe yönelmesini mümkün kılan dünyadaki düzenliliklere pratik
hâkimiyetin bir ilkesidir.
Alan
Bourdieu toplumsal yaşamın sadece ekonomik faktörler ve sınıflar
nezdinde incelenemeyeceğini, başta eğitim ve kültür olmak üzere ekonomik
faktörler dışında kalan diğer faktörlerin de toplumsal yaşamda önemli bir rol
oynadığını düşünür. Bu açıdan toplum analizinde ekonomik alt yapıdaki üretim
ilişkileri ve sınıf kavramını kullanan Marksizmin aksine Bourdieu alan olarak adlandırdığı bu kavramı kullanır.
Alan, kendi belirlenimlerini içine girenlere dayatan bir güç
alanıdır.
Örneğin bilim insanı olmak isteyen birisi o alandaki bilimsel
sermayeyi edinmek ve o bilimsel çevrenin habitusunu kendisi için çıkış noktası
kabul etmek zorundadır, yani bu alanın kurallarına bağlı kalmak zorundadır.
Her alanda sınır, o alanın kendi mantığına göre belirlenir. Bu
sınırlar genelde başkalarını dışlama üzerine kurulur ve yazılı belgeler ya da
yasalarla belirlenmemiş soyut bir aidiyet tanımı dayatırlar.
Alanı işleten ve zamanla dönüştüren dinamikler de yine alanın
özgül mantığı çerçevesinde anlaşılabilmektedir.
Yeni alternatifler yoluyla yeni bir alanın oluşumu 3 aşamada
gerçekleşir:
a) özerkliğin kazanılması (yani içinde bulunulan alanın yapısına
direniş gösterilmesi),
b) ikici yapının ortaya çıkması (yani iki cepheli bir çatışmanın
doğması) ve son olarak
c) simgesel sermayenin oluşması (yani kendine has bir
sermayeyle yeni bir alanın ortaya çıkması).
Bourdieu alanı incelerken nelere dikkat edilebileceğine dair
üç temel uğrak belirlemektedir.
a) ilki alanın konumunun iktidar alanına göre çözümlenmesi gerekliliğidir.
b) İkinci uğrak alandaki eyleyicilerin ya da kurumların
konumları arasındaki bağıntıların nesnel yapısının kurulması gerekliliğidir.
c) Üçüncü olarak da eyleyicilerin habituslarının
çözümlenmesi gerekliliğidir.
Bir alanda söz sahibi olmak için eyleyicinin o alana ait
asgari sermayeyi edinme mecburiyeti vardır.
Habitus
Alan kavramının önemli tamamlayıcılarından olan habitus ise
hem bireyi şekillendiren hem de bireyin eylemleri (pratikleri) tarafından şekillendirilen
karşılıklılık durumudur.
Habitus,
yalnızca pratikleri ve pratiklerle ilgili algıları organize eden ve yapılaştıran
bir yapı değil, aynı zamanda kendisi de yapılaştırılmış bir yapıdır. Sosyal
dünyayla ilgili algıları düzenleyen mantıki sınıflar içerisindeki bölünme prensibi
sosyal sınıflar içindeki bölünmenin içselleştirilmesinin bir ürünüdür.
Habitus bu anlamda bireye “kim olsa aynı şeyi yapardı” mantığıyla
hareket etme imkânı veren, küçük dönüşümler yaşasa da genel yapısını koruyan
bir “yatkınlıklar bütünüdür”
Habitus, toplumsal yapılar ile toplumsal pratik (ya da
toplumsal eylem) arasındaki bağı oluşturduğunu düşündüğü, bir dizi edinilmiş düşünce,
davranış ve beğeni kalıpları için kullanılan bir kavramdır.
Habitus, bilinçlilik gerektirmeyen bir bilme biçiminin,
planlı olmayan bir niyetliliğin/yönelmişliğin, kişinin açıkça ifade etmeden de
geleceğe yönelmesini mümkün kılan dünyadaki düzenliliklere pratik hâkimiyetin
bir ilkesidir.
Sermaye
Ekonomik sermaye,
salt ekonomik kaynakların elde bulundurulması anlamına gelir.
Toplumsal ya da sosyal sermaye bir eyleyicinin içinde bulunduğu alanda sahip olduğu ilişkiler
ağına gönderme yapar.
Kültürel sermaye
ise bir alanda gücü elinde bulunduranların eğitim yoluyla ailelere ve dolayısıyla
bireylere aşıladığı yapıdır. Yani bir nevi bilgi sermayesidir.
Simgesel sermaye
diğer sermaye tipleri ile yakından ilişkilidir. Tüm
sermaye türlerini çeşitli oranlarda içinde barındıran ve bu şekilde belli bir
alanda söz sahibi olabilmek için geçerli hale gelen sermaye türüdür.
Simgesel sermaye, bilişsel temelli, yani bilgiye ve başkaları
tarafından kabul görmeye dayalı bir sermayedir.
İktidar, yeniden üretimini –yani var olan düzenin devamını-
sağlamak için, fiziksel şiddet içermeyen bir baskı unsuru kullanır.
Bourdieu’nun simgesel şiddet kavramıyla somutlaştırdığı
bu baskı, bir toplumsal eyleyici üzerinde kendi suç ortaklığıyla uygulanan şiddet
biçimidir.
Günümüzde sınıflar arasında keskin çizgiler bulunmamaktadır.
Bu nedenle Bourdieu’nun sermaye, alan ve habitus kavramları günümüz karmaşık
toplumların sınıf yapısını anlamak bakımından önem taşımaktadır.
Bireyin özgürleşimi ve adaletin temini için sosyologlara
önemli bir misyon yükleyen Bourdieu, onlara kullanışlı bir metot sunma çabasındadır.
Çünkü ona göre sosyologlar görülmesi istenmeyen gerçeklere dikkat çeken
aktivistlerdir ve bunu yapabilmenin yolu da incelenen olgu veya nesnenin içinde
bulunduğu tarihsel, kültürel, ekonomik ve toplumsal tüm düzeylerde ele alınmasından
geçmektedir.
---
Sosyolojide Yakın Dönem Gelişmeler
Anadolu Üniversitesi, Ocak 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder