16 Ekim 2014 Perşembe

Pierre Bourdieu

Pierre Bourdieu
1930’da doğdu. 1954 yılında felsefe öğretmeni olarak çalışmaya başladı. Cezayir’in Kabil bölgesinde antropoloji çalışmaları yaptı. 1960’da Paris’te asistan, sonrasında Lille’de misafir öğretim üyesi olarak çalıştı. 1981’de Collége de France’ın Sosyoloji kürsüsüne atandı. Ocak 2002’de öldü.
Bourdieu sosyolojisi, birbirine zıt görünen birçok kavram ve kuramı bir araya getirme çabasını içerir. Ona göre, incelenen olay veya olgunun tüm tarihsel geri planının bilinmesi gerekir. Teorik ve tarihi altyapının tek başlarına açıklayıcı olmadığını öne süren Bourdieu, kurulan teorinin pratiğe dökülmesi gerektiğini ve pratiği olmayan teorinin doğrulanamaz olduğunu belirtir.

Düşünümsellik (Reflexivity)
Düşünümsel (reflexive) neden ve sonuç arasında iki yönlü dönüşlü dairesel ilişkileri ifade eder. Bu çerçevede sosyolojide ve genel olarak sosyal bilimlerde düşünümsel arka planda kendisini harekete geçiren faktörleri dönüşümlü olarak etkileyen bir toplumsal eylem olarak tanımlanabilir. Pratik ve kuram arasındaki sürece gönderme yapar.
Bourdieu’nun düşünümsel sosyolojisinin en önemli özelliklerinden birisi yapı ve birey arasındaki diyalektik sürece odaklanması ve bu odaklanma sürecinde araştırmacının kendisine de incelenen olayın/olgunun bir parçasıymış gibi bakmasını öğütlemesidir.

Oyun Metaforu
Oyunun oynandığı yer alandır ve oyuncular oyuna dâhil olmak için o oyundan elde edilebilecek bazı çıkarlara sahip olmalıdırlar. Bu çıkarları illusio kavramı karşılar ve oyunun oynanmaya değer bulunması ve kuralların (yani doxanın) sorgulanmaması şeklinde karşımıza çıkar. Oyuna dâhil olmak demek onu oynanmaya değer bulmak demektir. Oyuna dâhil olarak bu değer sorgulanmadan alanın yerleşik düzeni (kuralları, doxası) tanınmış ve benimsenmiş olur. Her oyuncu oyunda kullanılmak üzere elinde bazı kozlar bulundurur ve bu kozları da Bourdieu’nün sermaye kavramı karşılar. Ekonomik (maddi kaynaklar), kültürel (özellikle eğitim yoluyla edinilmiş olan kültürel kodlar), toplumsal (ilişkiler ağı) olmak üzere üç temel sermaye tipi vardır.
Her koz farklı oyunlarda farklı işlevlere sahiptir, yani her sermaye tipi farklı alanlarda farklı işlevler görebilir.
Bireyler ellerinde bulundurdukları sermaye, sorgulamadan kabul ettikleri kurallar (doxa) ve oyunun sonunda elde edeceklerine inandıkları çıkarlar (illusio) doğrultusunda kendilerini sonuca götürecek bazı yollara zaman içerisinde aşina olmaya başlarlar. Bourdieu, sonuçlara giden yollara ilişkin toplumda oluşan davranış kalıpları bütününe habitus adını verir.
Bourdieu, habitus ve alan arasındaki ilişkiyi ontolojik bir suç ortaklığı olarak tanımlar. Çünkü aralarında iki yönlü bir ilişki olduğunu varsayar. Alan habitusu yapılandırma eğilimindeyken, habitus da alana dair algıyı yapılandırma eğilimindedir. Habitus; bilinçlilik gerektirmeyen bir bilme biçiminin, planlı olmayan bir niyetliliğin/yönelmişliğin, kişinin açıkça ifade etmeden de geleceğe yönelmesini mümkün kılan dünyadaki düzenliliklere pratik hâkimiyetin bir ilkesidir.

Alan
Bourdieu toplumsal yaşamın sadece ekonomik faktörler ve sınıflar nezdinde incelenemeyeceğini, başta eğitim ve kültür olmak üzere ekonomik faktörler dışında kalan diğer faktörlerin de toplumsal yaşamda önemli bir rol oynadığını düşünür. Bu açıdan toplum analizinde ekonomik alt yapıdaki üretim ilişkileri ve sınıf kavramını kullanan Marksizmin aksine Bourdieu alan olarak adlandırdığı bu kavramı kullanır.
Alan, kendi belirlenimlerini içine girenlere dayatan bir güç alanıdır.
Örneğin bilim insanı olmak isteyen birisi o alandaki bilimsel sermayeyi edinmek ve o bilimsel çevrenin habitusunu kendisi için çıkış noktası kabul etmek zorundadır, yani bu alanın kurallarına bağlı kalmak zorundadır.
Her alanda sınır, o alanın kendi mantığına göre belirlenir. Bu sınırlar genelde başkalarını dışlama üzerine kurulur ve yazılı belgeler ya da yasalarla belirlenmemiş soyut bir aidiyet tanımı dayatırlar.
Alanı işleten ve zamanla dönüştüren dinamikler de yine alanın özgül mantığı çerçevesinde anlaşılabilmektedir.
Yeni alternatifler yoluyla yeni bir alanın oluşumu 3 aşamada gerçekleşir:
a) özerkliğin kazanılması (yani içinde bulunulan alanın yapısına direniş gösterilmesi),
b) ikici yapının ortaya çıkması (yani iki cepheli bir çatışmanın doğması) ve son olarak
c) simgesel sermayenin oluşması (yani kendine has bir sermayeyle yeni bir alanın ortaya çıkması).
Bourdieu alanı incelerken nelere dikkat edilebileceğine dair üç temel uğrak belirlemektedir.
a) ilki alanın konumunun iktidar alanına göre çözümlenmesi gerekliliğidir.
b) İkinci uğrak alandaki eyleyicilerin ya da kurumların konumları arasındaki bağıntıların nesnel yapısının kurulması gerekliliğidir.
c) Üçüncü olarak da eyleyicilerin habituslarının çözümlenmesi gerekliliğidir.

Bir alanda söz sahibi olmak için eyleyicinin o alana ait asgari sermayeyi edinme mecburiyeti vardır.

Habitus
Alan kavramının önemli tamamlayıcılarından olan habitus ise hem bireyi şekillendiren hem de bireyin eylemleri (pratikleri) tarafından şekillendirilen karşılıklılık durumudur.
Habitus, yalnızca pratikleri ve pratiklerle ilgili algıları organize eden ve yapılaştıran bir yapı değil, aynı zamanda kendisi de yapılaştırılmış bir yapıdır. Sosyal dünyayla ilgili algıları düzenleyen mantıki sınıflar içerisindeki bölünme prensibi sosyal sınıflar içindeki bölünmenin içselleştirilmesinin bir ürünüdür.
Habitus bu anlamda bireye “kim olsa aynı şeyi yapardı” mantığıyla hareket etme imkânı veren, küçük dönüşümler yaşasa da genel yapısını koruyan bir “yatkınlıklar bütünüdür”
Habitus, toplumsal yapılar ile toplumsal pratik (ya da toplumsal eylem) arasındaki bağı oluşturduğunu düşündüğü, bir dizi edinilmiş düşünce, davranış ve beğeni kalıpları için kullanılan bir kavramdır.
Habitus, bilinçlilik gerektirmeyen bir bilme biçiminin, planlı olmayan bir niyetliliğin/yönelmişliğin, kişinin açıkça ifade etmeden de geleceğe yönelmesini mümkün kılan dünyadaki düzenliliklere pratik hâkimiyetin bir ilkesidir.

Sermaye
Ekonomik sermaye, salt ekonomik kaynakların elde bulundurulması anlamına gelir.
Toplumsal ya da sosyal sermaye bir eyleyicinin içinde bulunduğu alanda sahip olduğu ilişkiler ağına gönderme yapar.
Kültürel sermaye ise bir alanda gücü elinde bulunduranların eğitim yoluyla ailelere ve dolayısıyla bireylere aşıladığı yapıdır. Yani bir nevi bilgi sermayesidir.
Simgesel sermaye diğer sermaye tipleri ile yakından ilişkilidir. Tüm sermaye türlerini çeşitli oranlarda içinde barındıran ve bu şekilde belli bir alanda söz sahibi olabilmek için geçerli hale gelen sermaye türüdür.
Simgesel sermaye, bilişsel temelli, yani bilgiye ve başkaları tarafından kabul görmeye dayalı bir sermayedir.
İktidar, yeniden üretimini –yani var olan düzenin devamını- sağlamak için, fiziksel şiddet içermeyen bir baskı unsuru kullanır. Bourdieu’nun simgesel şiddet kavramıyla somutlaştırdığı bu baskı, bir toplumsal eyleyici üzerinde kendi suç ortaklığıyla uygulanan şiddet biçimidir.
Günümüzde sınıflar arasında keskin çizgiler bulunmamaktadır. Bu nedenle Bourdieu’nun sermaye, alan ve habitus kavramları günümüz karmaşık toplumların sınıf yapısını anlamak bakımından önem taşımaktadır.

Bireyin özgürleşimi ve adaletin temini için sosyologlara önemli bir misyon yükleyen Bourdieu, onlara kullanışlı bir metot sunma çabasındadır. Çünkü ona göre sosyologlar görülmesi istenmeyen gerçeklere dikkat çeken aktivistlerdir ve bunu yapabilmenin yolu da incelenen olgu veya nesnenin içinde bulunduğu tarihsel, kültürel, ekonomik ve toplumsal tüm düzeylerde ele alınmasından geçmektedir.

---
Sosyolojide Yakın Dönem Gelişmeler
Anadolu Üniversitesi, Ocak 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder