David Vann – Keçi Dağı
Havayı kalın bir tabaka halinde kaplayan toz zerrecikleri
günü kızıl bir hayalete çevirmişti.
Kuzey California, 1978
Bartlett Kaynarcası’nda durduk (Anlatıcı, babası, babasının
en iyi arkadaşı Tom ve anlatıcının dedesi).
Dedem devasa bir adam.
…gördüğümüz her geyiği avlayabilirdik ve kendimi bir hedefe
kilitlemeye hazırdım.
Atları düşündüm derelerin atlarla geçildiği (…) zamanları
göremediğime içerledim. Modern dünyanın tümü bir saptırmaydı. At yerine
televizyonun verildiği korkunç bir aldatmaca. (s. 17)
Babam, kahrolası kaçak avcılar, dedi.
Yanlarına gidip bakınca uzakta, kayalık bir çıkıntının
üstündeki turuncu avcı yeleğini ben de seçtim.
Babam, gel sen de bir bak, dedi.
…silah tam olması gerektiği gibiydi ve onu bir uzvum gibi
kolayca benimseyebilirdim.
…dürbününü kaldırdı ve iri koyu gözlerle dosdoğru bana
baktı.
Kabzayı kavrayan elim gerilirken nefesimi tuttum.
Bana öğretildiği gibi yavaşça, dikkatle nefesimi verdim ve
tetiği ağır ağır kavramaya başladım. Düşünce yoktu, bundan eminim. Sadece kendi
doğam vardı; anlayışın ötesinde, kendi varlığım.
Dünya bir çekirdekten çıkmış gibi infilak etti… (s. 25)
…o an her şey aynı noktada birleşmişti. Öldürdüğümüzde var
olan her şey yönünü bize çevirir.
Kabil başlangıcımızdı, cennette başlamayan herkesti.
Nasıl bir güçtü o tüfekteki?
Beni iki seksek yere sermişti.
Bir daha eline silah almayacaksın, dedi babam.
Babam, Hâlâ hayatta olabilir, dedi. Gidip adamı kontrol
etmeliyiz.
Cesedin yanına varıp ona bakabildim ve bir geyiğin leşine
bakmaktan daha fazla rahatsız olmadım.
Adam yüzüstü düşmüştü. Sırtının orta kısmı büyük ölçüde
yoktu.
Tıpatıp ölü bir geyik gibi kokuyordu.
Bir insan vurduğumu anlıyor ama atışımın mükemmel olduğunu
düşünmeden de edemiyordum.
Vurduğum geyik olsaydı, herkesin ağzı kulaklarına varırdı.
Ya insan öldürmenin kötü olduğu bize hiç söylenmeseydi? Onun
karşısında da aynı şeyleri hissediyor olmaz mıydık? (s. 34)
Dedem, Kimseye haber vermeyeceğiz, dedi.
Babam (…) Hayatının geri kalanını mahvettin, dedi. Bunu
anlayacak kadar büyüdün mü? Seksen yıl daha yaşayabilirsin; ama o yılların
hepsini zehirleyecek bu yaptığın.
Gülümsedim.
Babam birden hamle yaptı. …yumruklarıyla beni dövüyordu.
Babam (…) adamın ellerini ve tüfeğini tuttu, onu yamaçtan
aşağı sürüklemeye başladı.
Kabil’i hep kardeşini öldüren kişi olarak düşünürüz, peki
ama etrafta öldürecek başka biri var mıydı ki?
Kabil karşısında bulduğunu öldürdü. Yoksa hikâyenin
kardeşlerle bir ilgisi yok. (s. 38)
Tom ona yardım ediyordu. Cesedi aralarında sürükleyerek
kamyonete doğru yürüdüler.
O bir et parçası değil, dedi Tom.
Babam, Artık öyle, dedi.
Onu ağaçların dibine bıraktı. Vurduğumuz bütün geyiklerin
asıldığı yere.
Uzun süre hapis yatacağız, dedi Tom.
Neden avlanırız? Daha eski olan bir şeye dönmek için değil
mi? Ve her eski zamanda bizi bekleyen Kabil değil mi? (s. 52)
Av, binlerce nesil geriye götürülebilen bir gelenekti.
Öldürmek kadar eksiksiz ve dolaysız bir sevinç yoktu.
Tüfeğin kabzasından tutup namluyu omzumun üstüne atmak güzeldi.
Silahı o şekilde tuttuğunuzda devleşirsiniz.
Kutsal Kitap’taki her hikâyenin Kabil’den mi geldiğini merak
ediyorum.
İnsanın değeri, öldürmeye hazır olmasıyla mı imtihan
ediliyor?
Her şey sessizdi. O boşlukta en ufak bir çıtırtı yoktu. Ve
sesin yokluğunda mesafeler alabildiğine uzayabiliyordu.
(Tetiği neden çektiğini düşünürken) Aldığımız kararların,
bilinçli aklımızla uzaktan yakından ilgisi yoktur.
Nasıl hiçbir şey hissetmeden öldürebiliyordum?
Dövüş bitmiş babam yenilmişti (Dedesi, babasını dövdü).
Kocaayakları severiz çünkü onlar çok da uzak olmayan bir
geçmişte kim olduğumuzu bize hatırlatır.
Golyat bir Kocaayak, insanın daha erken ve daha canavarca
bir halidir.
…kendimizin canavarlara benzeyen ilk örneğidir. Kaçak avcıyı
öldüren ben, Davut gibi ailemi, toprağımızı ve yasalarımızı koruyordum. (s. 89)
Her yürüyüşün başında umuda benzer bir duygu, başlamakla
ilgili bir şey, bir zevk vardır.
Tetiği çektim,
Hayvanın arka yarısı (…) büyük bir sarsıntı geçirdi.
…ilk içgüdülerimizden biri öldürmektir. On Emir, bizi hiçbir
zaman bırakmayacak içgüdülerimizin bir dökümüdür. (s. 135)
Kaçak avcıyı öldürürken bir şey hissetmemiştim ama bu
başkaydı. Geyiğin ne hissettiğini görebiliyordum: felaket, dönüş umudu olmadan
her şeyin kaybedilmesi, bir hayatın sonu. O sonu hissedebiliyordum.
Babam, geyiğin boynuzlarına bir tekme savurdu.
(Tom) Geyiği tekmeleyerek öldüremezsin.
Tanrı, Kabil’in adağını yetersiz bulmuştu.
Tanrı’yı memnun etmek imkânsızsa ne yapılabilir?
Öldürmekle hayvanın her şeyini alacaktım.
Bunu bilerek bıçağıma uzandım.
Buraya öldürmek için gelmiştik. Bu değişmez bir şeydi.
…öldürecektim ve bu beni insanlaştıracaktı.
Bıçağı geyiğin boğazına dayayıp yana asıldım.
Diz çöktüm ve karaciğeri ağzıma götürdüm.
Tekrar ısırıp kaçak avcıyı, onun ciğerini yediğimi düşündüm.
O tat oradan bir daha gider mi bilmiyordum.
Yüreği bir elimle kavradım. (…) çekip çıkardım.
Bir yüreği hâlâ sıcakken havada tutup onu ısırmak.
…ağzıma kanın ve etin tadı gelirken tekrar hayvan olmuştum.
Dedem, Artık erkek oldun, dedi.
Babam, Artık erkek oldun, diye yineledi.
…artık hayatımın başladığını hissediyordum. (s. 151)
Kamyonetin sesi giderek yitiyordu.
Beni bırakıyorlardı. Babam, dedem ve Tom, kampa ben ve
geyiğim olmadan dönüyorlardı.
Avımı kampa taşımam gerekecekti.
Geyik benden ağırdı.
Ama denemekten vazgeçmedim.
İçi oyulmuş olduğu halde postu, toynakları ve boynuzlarıyla
insanoğlunun çıplaklığını ve zayıflığını örtüyordu.
Gövdesinin inceldiği, göğüs kafesinin bittiği yerdeki post
ve eti kesmeye başladım.
Ağırlığının yarısı gitmiş fakat hâlâ yeterince ağırdı.
Kesik bir kafa.
Kayboldum.
Olduğum yerde kalıp yol konuşabilirmiş gibi kulak kabarttım
ve bir iç pusulası bulmaya, sağa mı sola mı saptığımı anlamaya çalıştım. Daima
şaşırtan, daima yanıltan hava beni kıvrım kıvrım kuşatıyordu. Şeytanın
hilelerini yürüttüğü yerdi hava. (s. 173)
Yolda yaşadıklarımdan sonra kendimi tuhaf şekilde güçlü,
neredeyse yenilmez hissediyordum.
Babam beni tekmeleyerek uyandırdığında hâlâ karanlıktı.
Babam,
Bunların hepsi senin yüzünden. O yüzden de cesedi yukarıdaki
açıklığa kadar sen taşıyacak ve uygun şekilde gömeceksin.
Onu gömeceksin ve bu konuyu bir daha ağzımıza almayacağız.
Babam namlunun ucunu enseme bastırdı. Sen benim oğlumsun,
dedi. Sana yardım etmek için buradayım. Senin ne olduğunu anlamaya ve boktan
bir şeye dönüşmene engel olmaya çalışıyorum. Ama o bilekleri hemen şimdi
tutmazsan tetiği çekerim.
Soğuk ve nemli bilekleri çaresizce kavradım.
Çekince cesedin parçalanacağından, ortadan ayrılıvereceğinden
korktum ama tek parça halinde geldi, üstelik ne şikâyet etti ne de bir şey
dedi. (s. 192)
Babam orada beni ceset ve kürekle bıraktı.
Burada her yer kaya.
Bu adama bir mezar borçlusun ve istediğin kadar vaktin var.
Babam sonunda, Pekâlâ, dedi.
Küreği bırakıp kollarını dizlerine dayayarak iyice çömeldi.
…avcıyı ayak bileklerinden yakaladı ve kenara kadar koşup
onu fırlattı.
…olanca sertliğiyle yere çarptı.
(Tom, guruptan ayrılır)
…her şeyi anlatacak.
Dedem Tom’a nişan alıyordu.
Tüfeği elime tutuşturdu.
Vur, dedi.
Dürbünün yukarı doğru seğirdiği ânı zamanlayarak usulca
tetiği çektim.
Tom’un ilerisindeki kayadan toz kalktı…
Dedem, Onu öldürmezsen ben seni öldürürüm, dedi.
Bırak o bizi öldürsün, dedi babam. En iyisi bu. Ayağa kalkıp
bekleyin yeter.
Sonra elin kendi başına hareket etmeye karar vermiş gibi
yerden sekti: vurulmuştum.
Dedem, Odaklan, dedi.
Nişan çaprazı sarhoşçasına Tom’un ve ağacın üstünde
geziniyordu.
…tetiği çektim.
…mermi hiçbir iz bırakmadan kayboldu.
Sonra Tom ateş etti.
…o an bacağımdaki sarsıntıyı hissettim.
Dedem elini yüzüme kapattı ve parmaklarıyla gözlerimin
kenarından ezmeye başladı. Bunların hepsi senin yüzünden, dedi. (s. 224)
Tüfek ellerimdeydi ve dedem namluya bir mermi daha sürdü.
Bu sefer öldüreceksin, dedi.
Babam yaklaşmıştı.
Dedem azman bir ayı gibi kalkarak onu karşıladı; babamı
mahvedeceğini biliyordum.
…tüfeği yukarı çevirip namlusunu yanına yaslamayı başardım
ve ardından tetiği çektim.
Dedemin akciğerinin söndüğünü, soluğunun böğründen çıktığını
işittim ve bir an neredeyse onun insan olduğunu düşündüm.
Dev cüssesi yıkılırken parlak metalik bir gri olan gözleri
bana kilitlenmişti.
Sonu olmayan Tanrı. (s. 227)
Teşekkür
Bu romanla beni ilk kez yazmaya yönelten şeyi, şiddetle dolu
aile geçmişimin son parçasını yakmış oldum. Chrokee yerlisi atalarımın, İsa
karşısında nasıl bir tavır alınması gerektiği sorunuyla karşı karşıya
kalmalarını da anmak istedim.
Goat Mountain
Türkçeleştiren: Suat Ertüzün
Can Yayınları
Eylül 2014
http://www.aksam.com.tr/ekler/oldurmenin-arkeolojisi/haber-352039
YanıtlaSil