22 Ekim 2014 Çarşamba

Ulrich Beck

Ulrich Beck
Risk Toplumu

Risk kavramı: Köken açısından başlangıçta “mekân”a yönelik olan bu sözcüğün anlamı, daha sonra bankacılık ve yatırım alanlarına girmesiyle beraber “zaman” düzlemine taşınmıştır.
Şans ya da tehlikeyle aynı şey olmayan risk gelecekteki olasılıklar düşünülerek etkin biçimde değerlendirilen tehlikeleri ifade etmektedir.

İki tür risk arasında ayrım yapılmalıdır:
1) dışsal ve
2) imal edilmiş risk.
Dışsal risk, bireyleri beklenmedik bir anda (dışarıdan) vuran olayların yarattığı risktir. Dışsal risk son derece etkili bir şekilde hesaplanabilir; zaman ve risk çizelgelerine bakılarak insanların nasıl sigortalanacağına karar verilebilir.
Geleneğin ötesinde yaşayan bir dünyanın en temel niteliği, dışsal riskten imal edilmiş risk aşamasına geçmiş olmasıdır. İmal edilmiş risk, bizzat insanlığın gelişim sürecindeki değişimler, özelikle de bilim ve teknolojideki ilerlemeler tarafından yaratılır. Bu risklerin hesaplanması bir yana, neler olduğu bile çoğu zaman bilinememektedir.

Ulrich Beck, risk kavramını günümüzde yaşanan toplumsal değişim ile ilgili analizin merkezine yerleşmiştir. Modernleşme sürecinde insanlar maddi refah artışı karşılığında, bu artışı sağlayan teknolojik gelişmelerin insan sağlığı ve dünyanın ekolojik dengesi üzerinde yarattığı olumsuz etkileri göz ardı etmişlerdir. Bugün, pek çok insan için açlık probleminin yerini aşırı kilo problemi almıştır. Bunun yanında, doğal zenginliklerin dünyanın kökünü kurutacak şekilde, bilinçsizce tüketilmekte olduğu konusunda da yaygın bir görüş birliği bulunmaktadır.
Günümüz koşullarında ortaya çıkan risk olgusunun en belirleyici özelliği toplumlar arasında karşılıklı olarak ortaya çıkmasıdır. Risk, modernizasyon sürecinin yol açtığı tehditlerle sistematik olarak karşı karşıya kalma olarak tanımlanmaktadır.
Günümüzde riskin kaynağı sanayileşmedir.
Sınaî üretim sırasında çevreye yayılan radyoaktif sızıntılar ve toksinler, duyularla anlaşılmaktadır. Artık günümüzde risk, kıtlıktan değil, aşırı üretimden kaynaklanmaktadır. Sanayileşme küresel ölçekte yayıldıkça, yol açtığı riskler de katlanarak artmaktadır.

Risk Toplumu Kavramı ve Kuramı
Risk toplumu” kavramı ilk olarak Alman sosyolog Ulrich Beck tarafından 1986’da Almanca yayınlanan “Risikogeselschaft” (Risk Toplumu) adlı eserinde kullanılmıştır.
Ulrich Beck ve Anthony Giddens modernleşme süreci sonunda ortaya çıkan risk kavramını günümüzde merkezi bir ilgi alanı olarak görmektedirler.
Beck ve Giddens, riskin daha çok politik yönü üzerinde durmuşlardır. Her iki kuramcı da, halktan kimselerin riske bakış açıları üzerinde durarak, özellikle bu kimselerin uzmanlara, devlete ve sanayiye gösterdikleri tepkileri ele almaktadırlar.
Tehditlerin ve mağduriyetlerin değişen kitlesel boyutuna vurgu yapan risk toplumu yaklaşımı, özellikle yayılmacı bir ekonomi anlayışıyla alternatifsizmiş gibi gösterilen sanayi temelli modernleşmenin, yine modernliğin kendi dinamikleri tarafından ters yüz edilmesine dayanmaktadır.
Beck’e göre, “çevresel kazalar, toplumdaki geleneksel gelir ve refah eşitsizliğini kırmıştır. Bu alanlarda çağdaş dünya, herkese eşit biçimde zarar veren nükleer ve kimyasal kirlenme ile karşı karşıyadır.
Beck için küreselleşmenin itici gücü modernizasyondur. Küresel riskler ise, küresel sanayileşmenin sonunda ortaya çıkmaktadır. Riskin kendisi de küreselleşmektedir. Riskin küreselleşmesi, yani dünyanın tehdit altında olması küreselleşme sürecinin hızını artırmaktadır.
Risk dünya üzerindeki herkes için eşittir. Dünya üzerindeki bireylerin tümünü, mekân ya da sınıf farkı gözetmeksizin aynı ölçüde etkilemekte ve hiçbir sınır tanımamaktadır. Gıda üretim zinciri, insanları birbirine bağlamakta, havadaki asit yağmurları ülke sınırlarını hiç hissettirmeden aşmaktadır.
Riskli faaliyetleri engelleyebilmenin tek yolu, uluslar üstü yaptırım gücü yüksek örgütler oluşturmaktır.
Beck, risk içeren faaliyetlerin zararlı etkilerinin tıpkı bir bumerang gibi geldiği yere geri döndüğünü anlatmaktadır.
Günümüzde ise riskli faaliyet ne kadar uzaklaştırılırsa uzaklaştırılsın, etkileri gelişmiş merkezleri vurmak üzere geri gelebilmektedir. Bu, özellikle sınaî tarımda görülmektedir. Hormonlu gübre ile üretilen ürünler, tüm dünyada tüketilmektedir.
Beck, belirli bir bölgede ekolojik tehdit içeren bir değişiklik nedeni ile, mülk fiyatlarının düşmesini ekolojik istimlak olarak tanımlamaktadır.
Sınaî üretimin yol açtığı zararlar konusunda bilinç arttıkça, gelişmiş ülke toplumları bunların kapatılması yönünde baskı yapabilmektedirler. Yeni sanayileşen ülkeler ise, ekonomik bağımsızlıklarını elde edebilmek uğruna riski ülkelerine davet edebilmektedirler.
Ancak, sermaye sahiplerinin karşı koyamadıkları tehlike bumerang etkisidir. Riskli faaliyetlerin zararları bulaşıcıdır; toksinler, tarımsal ürün satan ülkelerden ithal edilen gıda maddeleri ile geri gelmektedir.

Düşünümsel Modernleşme
Beck ve Giddens, modernitenin günümüzde küresel bir risk toplumuna dönüşümünü düşünümsel modernleşme kavramıyla tanımlamaya çalışırlar.
Modernleşmenin yaratmış olduğu sonuçlarla modernleşmeye ait temellerin kendi kendileriyle bu biçimde yüzleşmesi, modernleşmenin öz-düşünümü anlamındaki bilgilenme ve bilimselleşme sürecinden belirgin olarak ayırt edilmelidir. Sanayi toplumundan risk toplumuna geçişe düşünümsel yansıma, düşünüm üzerindeki yansıma adı verilirse, “düşünümsel modernleşme” kavramı, sanayi toplumu sistemi içinde kurumsal ölçütlerle işlenememiş, risk toplumuna özgü sonuçlarla karşı karşıya gelme anlamı taşımaktadır.
Beck’in çalışmalarında modernleşme 1) basit ve 2) düşünümsel olmak üzere iki aşamalı bir süreç olarak belirir.
Basit modernleşme eski tip, tek çizgi üzerinde ilerleyen bir modernleşme iken, düşünümsel modernleşme modern düzenin çelişkilerini ve sınırlarını kabul etmeyi ima eder.

Risk Toplumunun Özellikleri
Risk toplumunu sanayi toplumundan analitik açıdan ayıran çizgi, alınan kararların sonucunda ortaya çıkan tehlikeler karşısında güvenlik normları sistemlerinin işlemez olduğu noktadır ve risk toplumu bu aşamada karşımıza çıkmaktadır.
Risk toplumunun sahip olduğu özellikler:
1) Güvensizlik veya tehditlerin aslında modern bir sorun değil, bütün kültürlerde ve dönemlerde görülen eski bir sorunu oluşturduğu ima edilmektedir.
2) Risk toplumunun sahip olduğu diğer özelliklerden biri ise yerleşik norm sistemlerinin başarısızlık göstermeleridir.
3) Risk toplumunda tehditlerin denetlenebilirliği sorunu da üzerinde durulması gereken bir başka konudur. İnsan sağlığını tehdit ettiği halde yüksek kâr getiren bir girişimden sanayiciyi alıkoyacak bir motivasyon var mıdır? Bu soruya hali hazırda küresel bir savaş endüstrisi varken olumlu cevap vermek mümkün değildir.
4) Risk toplumu kendi etkilerine ve tehditlerine kör ve sağır olan modernleşme sürecinin bir sonucudur. Sınıf toplumları bir dereceye kadar eşitlik fikrine dayanırken, risk toplumunda emniyet önem kazanmıştır.
5) Düşünümsellik, sanayi toplumundaki toplumsal ve siyasal kurumlara ve örgütlere dayanan sınıf kültürü ve aile gibi “kolektif vicdan biçimlerine” son vermektedir. Bu geleneksizleşme de bireyselleşmeyi artırmaktadır.
6) Yaşamlarını tehdit eden ve kişisel olarak etki edemeyecekleri tehlikelerle yüzleşmek insanların ellerinde değildir. Algılama farklılığı bağlamında, birileri, gıdalardaki zehirli maddeleri kendisi için bir tehdit olarak görürken; diğerleri gıdalardaki zehirli maddeleri gündeme getirenleri kendine bir tehdit olarak görmektedir.
7) Risk toplumunun başka bir göstergesi sınai ve teknik-bilimsel projelerin sigortalanamaz oluşlarıdır. Neyin felaket olarak kabul edileceğini, karar verenler ve karardan etkilenenler farklı yanıtlayacaktır. Nükleer santralde çalışmak risklidir ancak nükleer santral, birçokları için tehlikedir.
8) Her kültürün kendine özgü riskleri vardır.
9) Risklere bağlı olarak, ufkumuz da kararır. Dünyayı bir risk olarak tasarlayan kimse, sonunda eylem yeteneğini yitirir.
10) Risk toplumunda, yaratılan hesaplanamazlığa ve düzensizliğe karşı, daha çok teknoloji, daha çok piyasa, daha çok devlet gibi eski sanayi toplumunun olanaklarıyla mı mücadele edilecektir? Yoksa iki-yanlılığı, muğlâklığı kabul eden ve olumlayan bir zihniyet ve eylemsellik değişimi mi başlayacaktır?
11) Risk toplumunun temel problemleri, sanayi toplumunun problemlerinden farklılaşmıştır: işsizlik, savaşlar ve anti-demokratik rejimler sanayi toplumun temel problemleridir. Risk toplumunda ise toplumsal dönüşümlerin hızı, bireysel ve örgütsel terör, özel hayatın mahremiyetinin ihlali ve devleti bireylere sınırsız müdahalesi temel problemler olarak karşımıza çıkmaktadır.
12) Bilişim çağında ve risk toplumunda ortay çıkan bir başka problem, internet ile sunulan bilişim bombardımanının beraberinde “bilgi kirlenmesini” getirmesidir.

Risk Toplumunda Bireylerin Psikolojisi
Teknolojik gelişmeler sonucunda gerçekleşen oluşumların ne gibi riskler taşıdığının tam olarak bilinemiyor olması tüm insanlığı tedirgin etmektedir.
Risk toplumundaki bu belirsizlik olgusu, bireylerde bir güvensizlik duygusunun oluşmasına neden olmaktadır.
Kendi özel yaşantısını yücelten birey, zamanla dış dünya ile bağ kurmaktan korkar hale gelmiştir, çünkü dışarıda hep tehlike vardır ve orada incinecektir.
Giddens da buna benzer olarak bireyin psikolojisinde ciddi hasarların oluşmaya başladığını vurgulamaktadır. “İmal edilmiş risk sadece doğayla ilgili değildir. Yaşamın diğer alanlarına da girmiştir. Örneğin, evliliğe ve aileye bakıldığında, iki ya da üç kuşak önce, insanlar evlendiklerinde nasıl bir süreç yaşayacaklarını bilirlerdi. Geleneksel yollar çözülmeye başlayınca, insanlar evlendikleri ya da bir ilişkiye başladıkları zaman, evlilik ve aile kurumlarının çok fazla değişmiş olması nedeniyle yaptıkları şeyin ne olduğunu tam bilmedikleri bir duyguya kapılır oldular.
21. yüzyılın bireyi sürekli olarak çeşitli risklerle yaşayan birey ne yapacağını, nasıl davranacağını, ne yemesi gerektiğini bilemez.
Risk toplumunun bireyi, daha önceden tek başına rahatlıkla yaptığı işleri artık bir uzman yardımı almadan yapmanın ciddi tehlikeleri olduğuna inanmaya başlamıştır.
Kendine güvenini yitirmiş bireylerin hızla arttığı toplumda artık ‘kahraman olmak’ değil ‘mağdur olmak’ daha önemlidir. “Toplum kendisini, kazananların değil, kaybedenlerin karşısında daha rahat hisseder.

Güven sorununun kaynağı, kendimizi güvenilmeyecek derecede zavallı yaratık olarak görmemizdir.
--
Sosyolojide Yakın Dönem Gelişmeler
Anadolu Üniversitesi, Ocak 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder