Ulrich Beck
Risk Toplumu
Risk kavramı: Köken açısından başlangıçta “mekân”a yönelik
olan bu sözcüğün anlamı, daha sonra bankacılık ve yatırım alanlarına girmesiyle
beraber “zaman” düzlemine taşınmıştır.
Şans ya da tehlikeyle aynı şey olmayan risk gelecekteki olasılıklar
düşünülerek etkin biçimde değerlendirilen tehlikeleri ifade etmektedir.
İki tür risk arasında ayrım yapılmalıdır:
1) dışsal ve
2) imal edilmiş risk.
Dışsal risk, bireyleri beklenmedik bir anda (dışarıdan)
vuran olayların yarattığı risktir. Dışsal risk son derece etkili bir şekilde
hesaplanabilir; zaman ve risk çizelgelerine bakılarak insanların nasıl
sigortalanacağına karar verilebilir.
Geleneğin ötesinde yaşayan bir dünyanın en temel niteliği, dışsal
riskten imal edilmiş risk aşamasına geçmiş olmasıdır. İmal edilmiş risk, bizzat
insanlığın gelişim sürecindeki değişimler, özelikle de bilim ve teknolojideki
ilerlemeler tarafından yaratılır. Bu risklerin hesaplanması bir yana, neler olduğu
bile çoğu zaman bilinememektedir.
Ulrich Beck, risk kavramını günümüzde yaşanan toplumsal
değişim ile ilgili analizin merkezine yerleşmiştir. Modernleşme sürecinde insanlar maddi refah artışı karşılığında,
bu artışı sağlayan teknolojik gelişmelerin insan sağlığı ve dünyanın ekolojik
dengesi üzerinde yarattığı olumsuz etkileri göz ardı etmişlerdir. Bugün, pek çok insan için açlık probleminin yerini aşırı
kilo problemi almıştır. Bunun yanında, doğal zenginliklerin dünyanın kökünü
kurutacak şekilde, bilinçsizce tüketilmekte olduğu konusunda da yaygın bir görüş
birliği bulunmaktadır.
Günümüz koşullarında ortaya çıkan risk olgusunun en
belirleyici özelliği toplumlar arasında karşılıklı olarak ortaya çıkmasıdır.
Risk, modernizasyon sürecinin yol açtığı tehditlerle sistematik olarak karşı karşıya
kalma olarak tanımlanmaktadır.
Günümüzde riskin kaynağı sanayileşmedir.
Sınaî üretim sırasında çevreye yayılan radyoaktif sızıntılar
ve toksinler, duyularla anlaşılmaktadır. Artık günümüzde risk, kıtlıktan değil,
aşırı üretimden kaynaklanmaktadır. Sanayileşme küresel ölçekte yayıldıkça, yol
açtığı riskler de katlanarak artmaktadır.
Risk Toplumu Kavramı ve
Kuramı
Risk toplumu” kavramı ilk olarak Alman sosyolog Ulrich Beck
tarafından 1986’da Almanca yayınlanan “Risikogeselschaft” (Risk Toplumu) adlı eserinde
kullanılmıştır.
Ulrich Beck ve Anthony Giddens modernleşme süreci sonunda
ortaya çıkan risk kavramını günümüzde merkezi bir ilgi alanı olarak
görmektedirler.
Beck ve Giddens, riskin
daha çok politik yönü üzerinde durmuşlardır. Her iki kuramcı da, halktan
kimselerin riske bakış açıları üzerinde durarak, özellikle bu kimselerin
uzmanlara, devlete ve sanayiye gösterdikleri tepkileri ele almaktadırlar.
Tehditlerin ve mağduriyetlerin değişen kitlesel boyutuna
vurgu yapan risk toplumu yaklaşımı, özellikle yayılmacı bir ekonomi anlayışıyla
alternatifsizmiş gibi gösterilen sanayi temelli modernleşmenin, yine modernliğin
kendi dinamikleri tarafından ters yüz edilmesine dayanmaktadır.
Beck’e göre, “çevresel kazalar, toplumdaki geleneksel gelir
ve refah eşitsizliğini kırmıştır. Bu alanlarda çağdaş dünya, herkese eşit
biçimde zarar veren nükleer ve kimyasal kirlenme ile karşı karşıyadır.
Beck için küreselleşmenin itici gücü modernizasyondur. Küresel
riskler ise, küresel sanayileşmenin sonunda ortaya çıkmaktadır. Riskin kendisi
de küreselleşmektedir. Riskin küreselleşmesi, yani dünyanın tehdit altında
olması küreselleşme sürecinin hızını artırmaktadır.
Risk dünya üzerindeki herkes için eşittir. Dünya üzerindeki bireylerin
tümünü, mekân ya da sınıf farkı gözetmeksizin aynı ölçüde etkilemekte ve hiçbir
sınır tanımamaktadır. Gıda üretim zinciri, insanları birbirine bağlamakta, havadaki
asit yağmurları ülke sınırlarını hiç hissettirmeden aşmaktadır.
Riskli faaliyetleri engelleyebilmenin tek yolu, uluslar üstü
yaptırım gücü yüksek örgütler oluşturmaktır.
Beck, risk içeren faaliyetlerin zararlı etkilerinin tıpkı
bir bumerang gibi geldiği yere geri döndüğünü anlatmaktadır.
Günümüzde ise riskli faaliyet ne kadar uzaklaştırılırsa
uzaklaştırılsın, etkileri gelişmiş merkezleri vurmak üzere geri gelebilmektedir.
Bu, özellikle sınaî tarımda görülmektedir. Hormonlu gübre ile üretilen ürünler,
tüm dünyada tüketilmektedir.
Beck, belirli bir bölgede ekolojik tehdit içeren bir değişiklik
nedeni ile, mülk fiyatlarının düşmesini ekolojik
istimlak olarak tanımlamaktadır.
Sınaî üretimin yol açtığı zararlar konusunda bilinç arttıkça,
gelişmiş ülke toplumları bunların kapatılması yönünde baskı yapabilmektedirler.
Yeni sanayileşen ülkeler ise, ekonomik bağımsızlıklarını elde edebilmek uğruna riski
ülkelerine davet edebilmektedirler.
Ancak, sermaye sahiplerinin karşı koyamadıkları tehlike
bumerang etkisidir. Riskli faaliyetlerin zararları bulaşıcıdır; toksinler, tarımsal
ürün satan ülkelerden ithal edilen gıda maddeleri ile geri gelmektedir.
Düşünümsel Modernleşme
Beck ve Giddens, modernitenin günümüzde küresel bir risk
toplumuna dönüşümünü düşünümsel modernleşme kavramıyla tanımlamaya çalışırlar.
Modernleşmenin yaratmış olduğu sonuçlarla modernleşmeye ait
temellerin kendi kendileriyle bu biçimde yüzleşmesi, modernleşmenin öz-düşünümü
anlamındaki bilgilenme ve bilimselleşme sürecinden belirgin olarak ayırt
edilmelidir. Sanayi toplumundan risk toplumuna geçişe düşünümsel yansıma, düşünüm
üzerindeki yansıma adı verilirse, “düşünümsel modernleşme” kavramı, sanayi
toplumu sistemi içinde kurumsal ölçütlerle işlenememiş, risk toplumuna özgü
sonuçlarla karşı karşıya gelme anlamı taşımaktadır.
Beck’in çalışmalarında modernleşme 1) basit ve 2) düşünümsel
olmak üzere iki aşamalı bir süreç olarak belirir.
Basit modernleşme eski tip, tek çizgi üzerinde ilerleyen bir
modernleşme iken, düşünümsel modernleşme modern düzenin çelişkilerini ve sınırlarını
kabul etmeyi ima eder.
Risk Toplumunun
Özellikleri
Risk toplumunu sanayi toplumundan analitik açıdan ayıran
çizgi, alınan kararların sonucunda ortaya çıkan tehlikeler karşısında güvenlik
normları sistemlerinin işlemez olduğu noktadır ve risk toplumu bu aşamada karşımıza
çıkmaktadır.
Risk toplumunun sahip olduğu özellikler:
1) Güvensizlik veya tehditlerin aslında modern bir sorun değil,
bütün kültürlerde ve dönemlerde görülen eski bir sorunu oluşturduğu ima
edilmektedir.
2) Risk toplumunun sahip olduğu diğer özelliklerden biri ise
yerleşik norm sistemlerinin başarısızlık göstermeleridir.
3) Risk toplumunda tehditlerin denetlenebilirliği sorunu da
üzerinde durulması gereken bir başka konudur. İnsan sağlığını tehdit ettiği
halde yüksek kâr getiren bir girişimden sanayiciyi alıkoyacak bir motivasyon
var mıdır? Bu soruya hali hazırda küresel bir savaş endüstrisi varken olumlu
cevap vermek mümkün değildir.
4) Risk toplumu kendi etkilerine ve tehditlerine kör ve sağır
olan modernleşme sürecinin bir sonucudur. Sınıf toplumları bir dereceye kadar eşitlik
fikrine dayanırken, risk toplumunda emniyet önem kazanmıştır.
5) Düşünümsellik, sanayi toplumundaki toplumsal ve siyasal kurumlara
ve örgütlere dayanan sınıf kültürü ve aile gibi “kolektif vicdan biçimlerine”
son vermektedir. Bu geleneksizleşme de bireyselleşmeyi artırmaktadır.
6) Yaşamlarını tehdit eden ve kişisel olarak etki
edemeyecekleri tehlikelerle yüzleşmek insanların ellerinde değildir. Algılama
farklılığı bağlamında, birileri, gıdalardaki zehirli maddeleri kendisi için bir
tehdit olarak görürken; diğerleri gıdalardaki zehirli maddeleri gündeme
getirenleri kendine bir tehdit olarak görmektedir.
7) Risk toplumunun başka
bir göstergesi sınai ve teknik-bilimsel projelerin sigortalanamaz oluşlarıdır.
Neyin felaket olarak kabul edileceğini, karar
verenler ve karardan etkilenenler farklı yanıtlayacaktır. Nükleer santralde
çalışmak risklidir ancak nükleer santral, birçokları için tehlikedir.
8) Her kültürün kendine özgü riskleri vardır.
9) Risklere bağlı olarak, ufkumuz da kararır. Dünyayı bir risk olarak tasarlayan kimse, sonunda eylem
yeteneğini yitirir.
10) Risk toplumunda, yaratılan hesaplanamazlığa ve
düzensizliğe karşı, daha çok teknoloji, daha çok piyasa, daha çok devlet gibi
eski sanayi toplumunun olanaklarıyla mı mücadele edilecektir? Yoksa iki-yanlılığı,
muğlâklığı kabul eden ve olumlayan bir zihniyet ve eylemsellik değişimi mi başlayacaktır?
11) Risk toplumunun temel problemleri, sanayi toplumunun
problemlerinden farklılaşmıştır: işsizlik, savaşlar ve anti-demokratik rejimler
sanayi toplumun temel problemleridir. Risk toplumunda ise toplumsal
dönüşümlerin hızı, bireysel ve örgütsel terör, özel hayatın mahremiyetinin
ihlali ve devleti bireylere sınırsız müdahalesi temel problemler olarak
karşımıza çıkmaktadır.
12) Bilişim çağında ve risk toplumunda ortay çıkan bir başka
problem, internet ile sunulan bilişim bombardımanının beraberinde “bilgi kirlenmesini”
getirmesidir.
Risk Toplumunda
Bireylerin Psikolojisi
Teknolojik gelişmeler sonucunda gerçekleşen oluşumların ne
gibi riskler taşıdığının tam olarak bilinemiyor olması tüm insanlığı tedirgin
etmektedir.
Risk toplumundaki bu belirsizlik olgusu, bireylerde bir
güvensizlik duygusunun oluşmasına neden olmaktadır.
Kendi özel yaşantısını yücelten birey, zamanla dış dünya ile
bağ kurmaktan korkar hale gelmiştir, çünkü dışarıda hep tehlike vardır ve orada
incinecektir.
Giddens da buna benzer olarak bireyin psikolojisinde ciddi
hasarların oluşmaya başladığını vurgulamaktadır. “İmal edilmiş risk sadece doğayla
ilgili değildir. Yaşamın diğer alanlarına da
girmiştir. Örneğin, evliliğe ve aileye bakıldığında, iki ya da üç kuşak önce,
insanlar evlendiklerinde nasıl bir süreç yaşayacaklarını bilirlerdi. Geleneksel yollar çözülmeye başlayınca, insanlar
evlendikleri ya da bir ilişkiye başladıkları zaman, evlilik ve aile kurumlarının
çok fazla değişmiş olması nedeniyle yaptıkları şeyin ne olduğunu tam
bilmedikleri bir duyguya kapılır oldular.
21. yüzyılın bireyi sürekli
olarak çeşitli risklerle yaşayan birey ne yapacağını, nasıl davranacağını, ne
yemesi gerektiğini bilemez.
Risk toplumunun bireyi, daha önceden tek başına rahatlıkla
yaptığı işleri artık bir uzman yardımı almadan yapmanın ciddi tehlikeleri olduğuna
inanmaya başlamıştır.
Kendine güvenini yitirmiş bireylerin hızla arttığı toplumda
artık ‘kahraman olmak’ değil ‘mağdur olmak’ daha önemlidir. “Toplum kendisini,
kazananların değil, kaybedenlerin karşısında daha rahat hisseder.
Güven sorununun kaynağı, kendimizi güvenilmeyecek derecede zavallı
yaratık olarak görmemizdir.
--
Sosyolojide Yakın Dönem Gelişmeler
Anadolu Üniversitesi, Ocak 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder