11 Haziran 2016 Cumartesi

Theodor Adorno - Negatif Diyalektik

Theodor W. Adorno - Negatif Diyalektik
 
Önsöz
Negatif Diyalektik tabiri, geleneği ihlal eder. Diyalektik, daha Platon’da bile, bir düşünme aracı olan olumsuzlama aracılığıyla olumlu bir şey üretme amacı taşırdı; sonraları bu olumluluk “olumsuzlamanın olumsuzlanması” tanımında kısa ve kesin ifadesini bulmuştur. Bu kitap (…) diyalektiği bu olumlayıcı esastan kurtarmayı amaçlamaktadır. (hülasa, Sokrates’e dönüş yapmak çabasıdır)

Burada izlenen yöntem temellendirilmeyecek, gerekçelendirilecektir. (temellendirme yaparsa “dır, dir” etmiş olur ki bu da bir çeşit olumlamadır) (s. 11)

Negatif Diyalektik’e anti-sistem adı verilebilir.

Birinci bölümün çıkış noktası Almanya’da hüküm süren ontolojinin durumu,
İkinci bölüm, negatif diyalektik fikrini ele alıyor,
Üçüncü bölümde negatif diyalektik modelleri ayrıntılı olarak geliştiriliyor.
Metafizik meselelerin yoklandığı son bölümde (…) Kopernik dönüşünde bir eksen kaydırmasına yol açmaya çalışılıyor. (s. 12)

Giriş
Felsefe hâlâ yaşıyor, çünkü onu gerçekleştirme fırsatı kaçırıldı.

Felsefenin özel bir bilim haline gelmeye zorlanması felsefenin tarihsel yazgısının en açık ifadesidir.
Hegel, felsefeyi mutlak tin öğretisi (içinde) gerçekliğin bir uğrağı (…) olarak tanımlayarak sınırlandırmıştı. (s. 16)

Çelişki özdeşliğin hakikatsizliğinin, kavramsallaştırılan şeyin kavramda çözülüşünün işaretidir.
Düşünmek özdeşleştirmektir.

Diyalektik, özdeşliksizliğe dair tutarlı bir farkındalıktır. (s. 17)

Diyalektik sadece olumsuzlamayla ifa edilebilir. (s. 18)

Sezgiler istikrarsızdır
Her bilgi somutlaşmak için rasyonaliteye ihtiyaç duyar. (s. 20)

Kavramsallığı (…) özdeş-olmayana yönlendirmek, negatif diyalektiğin mafsalıdır.

Kavramın büyüsünden arındırılması felsefenin panzehridir.

Felsefi içerik ancak, felsefe tarafından dayatılmadığında kavranabilir.

Bilgi, hiçbir nesnesine tamamen hakim olamaz.

(Düşünce, bağlandığı düşünce nesnesini, ona muhalefet ederek kendini özgürleştirir.)

Felsefe, serimleme görevinden vazgeçerse bilime benzer.

Düşünmek (…) haddizatında bir olumsuzlama, kendine dayatılana direnmedir.

Ben olmayanın (…) soysuz olduğu ideolojisi idealizmde (…) gizliden gizliye hüküm sürer.

Sistem, tine dönüşmüş işkembe, öfkeyse her idealizmin nişanıdır. (s. 32)

Kendi dışında kalan hiçbir şey tarafından sınırlandırılmaz ratio.

Burjuva toplum da, kendini muhafaza etmek (…) için daima genişlemeli, ilerlemeli (…) hiçbir sınıra saygı duymamalı ve aynı kalmamalıdır.
Bir sınıra dayandığında (…) kendini tasfiye etmesi gerektiğini görmüştür. (s. 35)

Kapalı sistemlerin işini bitirmek gerekir.
Hegel (…) bilgiyi sadece direnç gösterene, yani teorik olmayana uygulamak gerektiğini söyleyerek epistemolojiye karşı çıkmıştı. (s. 36)

Hegel’in nesneye karşı özgürlük adını verdiği şeyi felsefeye geri vermenin tek yolu budur.

Felsefece düşünmek modellerle düşünmektir.
Felsefe, nesnelerini kendi içinde harekete geçirmek için başvurduğu şeyi onlara dışarıdan dayatmak zorunda olduğu konusunda kendini ve başkalarını kandırırsa avutucu bir olumlama derekesine iner. Nesnelerin içinde hareketsiz bekleyen şeyin dile gelmek için müdahaleye ihtiyacı vardır, dışarıdan harekete geçirilen güçlerin ve nihayetinde fenomenlerle ilişkilendirilen her teorinin o fenomenlerin içinde durma noktasına geleceği gözden kaçmamalıdır. Bu bağlamda felsefi teori, kendini gerçekleştirerek sonlandırır. (s. 37)

Teori ile tinsel deneyimin etkileşmesi gerekir. Teori her şey için bir yanıt sunamaz ama iliklerine kadar hakikatsiz olan bir dünyaya tepki verir. (s. 39)

Büyük teoremler bile, teferruatlarından arındırıldıklarında, hakikatlerini elinde tutamaz.

Özsel olanın hülasası, özü tahrif eder. (s. 40)

Bu dünyaya ancak tümüyle kendi kalıbına sokamadıkları, zihinsel olarak karşı koyabilir. (s. 47)

Hakikatin kriteri herkese doğrudan iletilebilmesi değildir. Günümüzde iletişime yönelik her adım, hakikati gözden çıkarıp tahrip eder…

Hakikat nesneldir ve akla yatkın değildir. (s. 48)

Kendini nesneye vermek onun niteliksel uğraklarına hakkını vermek demektir. (s. 49)

Niteliksel olanda ısrar (…) kendi üzerinde düşünmeye hizmet eder.
Mantık’a göre niceliksel olan bizzat bir niteliktir. (s. 50)

Bireysellik lağvedilirse, ortaya (…) bilinçsizce emirleri uygulayan bir özne çıkar.

Brecht’in Partinin bin, bireyinse sadece iki gözü vardır sözü, bütün beylik laflar gibi yanlıştır. (s. 52)

Ancak kendini anlamayan düşünceler hakikidir. (s. 53)

Birinci Bölüm
Ontolojiyle İlişki
Heidegger, Varlık bahsiyle Husserl’in kategorik sezgi ya da özlerin görüsü (Wesenschau) öğretisini benimsemiştir.

Yunanca varlık kelimesinin muğlaklığının nedeni Iyonya’da madde, ilke ve salt öz arasında bir ayrım olmamasıdır.

Nedir Varlık? O, kendisidir.
Varlık, bu totolojiden hiçbir şekilde paçayı sıyıramaz. (s. 73)

Bilimler (…) idealist felsefeden koptuktan beri, başarılı bilim dallarının meşruiyetlerini kanıtlamak için ihtiyaç duyduğu tek şey yöntemlerinin beyanıdır. Kendini tefsir eden bilim kendi açısından bir cousa sui’ye dönüşür. (cousa sui / kendinde neden)

Fundamental ontoloji (…) romantik akımları taklit eder ve öznelliği (…) protesto ederek romantizm karşıtı olduğu vehmine kapılır; bu uğrağı Heidegger’in kullanmaktan hiç çekinmediği militarist dille aşmayı amaçlamaktadır. (s. 81)

Ontoloji tinden yola çıkarak tinin paramparça ettiği düzeni ve bu düzenin otoritesini eski haline getirmeyi amaçlar.

Metafizik olarak evsiz barksız ve hiçlik içinde hapis kalmış gibi davranmaları, insanlığı umutsuzluğa düşüren ve onu fiziksel imhayla tehdit eden toplumsal düzeni meşrulaştırma ideolojisidir. Batı toplumunda galebe çalma potansiyeline sahip olan, hayata geçirilmiş özgürlük düşüncesinin çarpıtılarak özgürlüksüzlüğe dönüştüğü Doğu’da ise uzun zamandır iş başında olan baskıya peşinen gösterilen rızada dirilmiş metafiziğin yankıları duyulur. Heidegger kölece düşünmeyi teşvik eder ve (…) hümanizm sözcüğünü kullanmayı reddeder. (s. 90)

Varlığın unutulmuşluğuna yakılan ağıt uzlaşmayı hedef alan sabotajdır.

Varlık tarihinin vahameti denen şey bir hezeyan bağlamıdır ve bertaraf edilmesi gerekmektedir.

Hiçbir şey istemeyen, gereksinimi olmayan düşünce hükümsüzdür. (s. 93)

Hakiki düşünce, doğru şeyi arzulayan düşüncedir.

Kavramsız düşünme, düşünme değildir.
(Bu önerme) Varlığı düşünme çağrısının içini boşaltır. (s. 98)

Dasein / öznenin Almanya’ya özgü mahcup varyantıdır.

Varlık kavramının hakkını vermek için (…) felsefenin ifade edilmeyeni ifade etme arzusunun da kavranması elzemdir.

Varlık sorusuna (…) abartılı bir vurgu yükleyen (…) önermeler, bu sözcükle tahayyül edilebilecek her şeyde kayba yol açar.

Düşüncenin tarihi, izi sürülebildiği ölçüde, Aydınlanmanın diyalektiğidir.

(Mekân ve zaman) belirsizliğiyle belirlidir.
Çünkü belirsizlik belirlilikle karşıtlık içindedir. (s. 117)

Felsefi açıdan meşru bir ontolojinin yeri Varlığın değil kültür endüstrisinin inşasıdır. (s. 119)

Günümüzde insan bir işlevden ibarettir, özgür değildir.

Antropoloji ne kadar somut bir biçimde arzı endam ederse o kadar yanıltıcıdır.

Arriviste antropolojinin insanın ucu açıktır tezi (…) boş bir tezdir.

Varoluş bir uğraktır, bütün değildir. (s. 121)

Bir şeyin ontolojik olması mümkün değildir, sadece önermeler ontolojik olabilir.
Birey uzamsal ve zamansaldır, gerçektir, bir varolandır; Varlık değildir. (s. 122)

Tarihsellik, tarihi tarihsel olmayan bir alana sabitler.

İkinci Bölüm
Negatif Diyalektik
Varolan olmadan Varlık diye bir şey olamaz.

Düşüncenin (…) kendini (…) somut içerikten temizlemeye muktedir olduğu iddiası, yani mutlak bir biçim varsayımı gerçekçi değildir.

Düşünce, düşünülen şey olmadığında kendi kavramıyla çelişir. (s. 131)

Kant, maddenin öznel kurguya dayandırılamayacağını söylemiştir. Değişmez, kendiyle özdeş şey fikri de bununla birlikte çökecektir. (s. 133)

Varolan kavramı da, sahte Varlık kavramının gölgesinden başka bir şey değildir aslında.

Mutlak bir başlangıç ilkesinin öğretildiği her yerde bu başlangıç ilkesinden daha değersiz ve ondan tamamıyla ayrışık olan, ona benzeş bir bağıntılı öğeden de bahsedilir; böylelikle prima philosophia ve düalizm uyum içinde birleşir. Fundamental ontoloji bu düalizmden sakınmak için kendi başlangıç ilkesini belirlemeye özen göstermiştir. (s. 134)

Öznellik, bizatihi düşünme, kendinden değil olgusal unsurlardan, özellikle de toplumdan yola çıkarak izah edilmelidir ama bir yandan da düşünme, yani öznellik bilginin nesnelliğinin koşuludur.
Bu paradoks (…) ele alındığında, diyalektiğin konusu basit bir mantıksal çelişkiden ibaret olur. (s. 136)

Hegel’in diyalektiğinde özdeşlik ve pozitiflik örtüşüyordu; özdeşsizlik ve nesnel olan her şeyin mutlak tine genişletilerek yüceltilmiş öznelliğe dâhil edilmesiyle uzlaşma sağlama beklentisi vardı. Buna karşın, bütünün her tikel belirlenime etki eden kuvveti o tikel belirlenimin olumsuzlanması olmakla kalmaz, kendisi de negatiftir.

Özdeşlik idealizmin psikolojik ve mantıksal uğraklarının ayrımsızlaştığı noktadır. (s. 137)

Teori ve pratik birliği talebi teoriyi karşı konulmaz biçimde pratiğin uşağı haline getirmiş.

Yapılması gereken (…) düşünceye (…) pratiğin önceliğini teori düzeyinde yeniden düşünmektir.

Diyalektik yöntem değildir.
Bir yordam olarak diyalektik, şeyde deneyimlenen çelişki uğruna ve ona karşı çelişki içinde düşünmek demektir.
Bu diyalektik (…) özdeşliğe doğru hareket etmez; daha çok, özdeşliğe şüpheyle yaklaşır. (s. 139)

Özdeşleşme ilkesinin toplumsal modeli mübadeledir.
Mübadele özdeş olmayan tikel varlıkları ve ürünleri kıyaslanabilir, özdeş hale getirir.
Bu ilkenin yayılması bütün dünyayı özdeş olana, bütünlüğe mecbur eder.

Tek bir insan bile canlı emeğinin kendine düşen payından mahrum bırakılmadığında rasyonel özdeşlik sağlanmış, toplum özdeşleştirici düşünceyi aşmış olur. (s. 141)

Her sentezde özdeşlik istenci iş başındadır.

Bilinç, kendi hilesini kavrayabilecek kadar güçlüdür.

Geleneksel felsefenin hatası özdeşliği hedef bellemektir. Özdeşlik görüntüsünü berhava edecek olan güç, düşüncenin gücüdür.

Özdeşlik düşüncesi nesnesini pervasızca sıkıştırdıkça o nesnenin özdeşliğinden o kadar uzaklaşır.

Özdeşliğin varolduğunu, şeyin kendinde halinin kavramına tekabül ettiğini düşünmek düpedüz kibirdir. (s. 143)

İdealar (…) negatif simgelerdir.
İdealar, şeylerin olduklarını iddia ettikleri şeyle gerçekten oldukları şey arasındaki boşluklarda yaşarlar.

Tikel olan hiçbir şey hakiki değildir.

Varolan dolaysız varolmazdığı, ancak kavram üzerinden varolabildiği için, işe (…) kavramla başlamak gerekir. (s. 147)

(zamansallığından dolayı bilinç, “ben” ile özdeş olamaz)

Şu fani hayat dışında bir köken yoktur.

(Senteze karşı fenomenoloji)

İdealist diyalektik de bir köken felsefesiydi. Hegel onu bir çembere, döngüye benzetmiştir. Hareketin sonucunun başlangıcına dönüşü, sonucu geri döndürülemez biçimde ilga eder. (s. 149)

Olumsuzlamanın olumsuzlamasının pozitiflikle eş tutulması özdeşleştirmenin esası, en saf biçimine indirgenmiş biçimsel ilkesidir.

Hakikat kavramını (…) metafizik soruşturmalara uyarak kendi içeriğinden yola çıkmaya gerek yoktur kesinlikle.
Yapılması gereken Max Weber’e başvurmaktır.
Weber (…) ideal tipleri, kendi içinde bir tözselliği olmayan ve istediğinde tekrar akışkanlaştırılabilen nesneye yaklaşmaya yardımcı araçlar olarak ele alır. (s. 156)

Öz ancak, varolanın, olduğunu iddia ettiği şeyle oluşturduğu çelişkide bilinebilir.

Hegel’in özün nesnelliği öğretisinde Varlık henüz kendini göstermemiş tin olarak koyutlanır. Öz, öznenin ilk etapta koyutlamadığı ama peşinden gittiği şeyin kavramındaki özdeşliksizliği hatırlatır.

Metafiziğin teolojik kalıntısına inatla muhalefet eden Nietzsche, öz ve görünüş ayrımını yermiş, pozitivizmin bütünüyle uyum içinde arka plandaki dünyayı (Hinterwelt) taşralılara (Hinterwäldler) havale etmiştir.
Buna göre öz (Wesen), bizatihi düzensizlik / kötücüllük (Unwesen) yasası uyarınca üzeri örtülmesi gereken şeydir. (s. 160)

Hata yapma riskini göze alarak önemli olan şey üzerine düşünmek yerine, önemsiz olanın doğruluğunu araştırma yollu inatçı arzu, gerileyen bilincin en yaygın semptomlarından biridir.
Son model taşralı, arka plandaki dünyanın kendini huzursuz etmesine izin vermez. (s. 161)

Transandantal özne kavramı, varolmayan bir şeyin yine de edimde bulunduğunu, genel bir şeyin yine de tikeli deneyimlediğini savlayan aporetik bir kavramdır ve sabun köpüğü gibidir.

Bilinç yaşayan öznenin işlevidir, bilinç kavramı özne imgesine göre biçimlenmiştir. (s. 174)

Nesnelliğin tahrip edilmesiyle metafizik de tahrip edilmiştir.

Hipostazlaştırma eğiliminin teorik kökeni Kopernik Devrimi denen şeydedir. (s. 182)

(eylem insanları tinin sessizliğinden uzaklaştırır, eyleme geçen tin…)

Tinin eylemi zaman içindedir, tarihseldir. (s. 187)

İhtiras, tinin biçim almadan önceki halidir.

Mutsuz bilinç zihnin kibrinin yol açtığı bir yanılsama değildir, ona içkindir.

(Mitolojiden arındırma, katı akılcılık, imgelemi olumsuz etkiler)
Diyalektik şeylerin içinde bulunur ama onu düşünen bilinç olmadan varolmadığı gibi, o bilincin içinde de buharlaşmaz. Mutlak biçimde tek, farksız, bütüncül bir madde olsaydı diyalektik söz konusu olamazdı. (s. 190)

Üçüncü Bölüm
Modeller
Büyük felsefe, özgürlüğü (…) on yedinci yüzyıldan beri (…) sadece kendi şahsi meselesi ve ilgisi olarak ele almaktadır. (s. 197)

Öznelerin bakıma ihtiyacı vardır ve bu çıkarları (…) özgürlüğü felç etmiştir.
En eski olan şey en fazla saygıya değer olandır ve en fazla saygıya değer olan şey üzerine yemin edilir. (s. 199)

Kendiliğin özdeşliğiyle kendine yabancılaşma en başından itibaren birbirine eşlik eder. (s. 200)

Bütün kötülükler ölümsüzlükten kaynaklanır.

Nevrozların hakikat içeriği şudur: tam da egonun iç bünye üzerindeki hâkimiyetini kaybettiği noktada, egoya, ona yabancı olan, karşısında “ama ben böyle değilim ki” dediği şey aracılığıyla kendi içinde özgür olmadığını gösterirler.

Ben’in bağımsızlığı ve özerkliği hakkında bir hükme varmak için kendi başkalığıyla, Ben-olmayanla ilişki kurmalıdır. Özerkliğin varlığı (…) zıddına (…) ya da özerkliği ondan esirgeyen nesneye bağlıdır. (s. 205)

Özenin kararları bir nedenler zinciri modeline bağlı değildir, her zaman ani bir hamle, bir sıçrama söz konusudur. Bilince dışsal kalan bu gerçek olgu (…) salt bilince dair bir unsur olarak yorumlanır. Saf tinin müdahalesi tasavvur edilebilirmiş gibi, bilincin müdahale etmesi beklenir.

özne kendini ancak eylemiyle özdeşleştirebildiği sürece özgür olduğunu düşünür ve bu da sadece bilinçli eylemler için söz konusudur.

Bilinç, yani akla uygun kavrayış özgür eylemle aynı şey değildir,
Kant’ta olan tam da budur. Ona göre irade özgürlüğün, özgür eylemde bulunma yetisinin simgesidir.

Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi’nde irade eylemi belirli yasa tasarımları uyarınca belirleme yetisi olarak düşünülür.
İrade, rasyonel canlıların tabi olduğu nedenselliktir, özgürlükse bu iradenin yabancı belirleyici nedenlerden bağımsız kalarak etkisini sürdürebilmesini sağlayan yetisidir. (s. 209-210)

Saf pratik akla indirgenmiş irade / bir soyutlama(dır)
Eklenti, tam da bu soyutlamadan kurtulmuş şeyin adı; iradeye gerçeklikte yer açan unsurdur.

Mantık kendine karşı yalıtılmış bir pratiktir. Mantığın öznel bağlılaşığı olan tefekküre dalma davranışı, hiçbir talebi olmayan bir davranıştır. Buna karşın her irade edimi, mantığın otarşik mekanizmasında bir gedik açar.

Büyük rasyonalist filozofların irade tasarımı, iradeyi üzerine pek sorun yapmadan inkâr etmekten ibarettir.
Salt özdeşlik fikri idealistlerin irade olmadan bilinç olamayacağını görmesini engeller.
(Eylem!)

İrade olmadan tam anlamıyla düşünce de mümkün olamaz. Ama idealizm bunun tam tersini savunur. (s. 211-212)

Nedensellik / rasyonalizmin en çetin meselesidir.

Ratio sözcüğündeki belirsizliğin, hem akıl hem neden anlamına gelmesinin nedeni budur.
Hume’a göre, nedenselliğin kanıtı olarak (…) hiçbir dolaysız duyu verisi yoktur.

Kantçı diyalektik yanıltmacalarla dolu bir diyalektiktir.
Ancak tezi de antitezi de kendi içinde çelişkisiz biçimde geliştirir.

Çelişkinin akıl için kaçınılmaz olması çelişkinin aklın ve onun mantığının elinden kaçan bir şey olduğunu gösterir.

Kant, bu çelişkiyi (…) saf ve ampirik özne ayrımı aracılığıyla uzlaştırır.
Özne de kendisinin nesnesidir ve bu haliyle kategoriler aracılığıyla yasal senteze tabidir, bu bakımdan, özgür değildir.
Öznenin ampirik dünyada eylemde bulunabilmesi ancak ve ancak fenomen olarak tasarımlanması yoluyla mümkün olur. (s. 220)

İrade, bilincin kendi efsunundan kurtulmak için muhtaç olduğu güçtür.

Tek akıl diye bir şey gerçekten varolsaydı, hasar görmemiş felsefi akıldan başkası olamazdı.
Fichte ahlaki veçhenin her zaman apaçık olduğu yolundaki formülüyle bu  motifi zirveye taşımıştır.

Apaçıklık uygarlaşmanın alametifarikasıdır; değişmez, özdeş olan iyi sayılır. (s. 221)

Akıldan koparılarak başlı başına bir amaç olduğu beyan edilen (…) irade, akla karşı gelen bütün idealler gibi hâlihazırda bir cürümdür.

Ahlaki kesinlik diye bir şey yoktur.

Düşünce bir davranış biçimi olarak pratiğin bir parçasıdır.

Saf akıl aracılığıyla nedenselliği kurmak
(böylece) yasa sakatlanır.  
Kant sonrası felsefe (…) yasasız özgürlüğün özgürlük olmadığını; özgürlüğün ancak yasayla özdeşleşme aracılığıyla tesis edildiğini savunmuştur.

Hegel’e göre özgürlük zorunluluğu idrak etmektir.
Zorunluluk idrak edilmediği sürece, özgürlük bir hezeyan olarak kalacaktır. (s. 227)

Özgürlük, sürekli kılık değiştiren baskının tezahürlerinde somutlaşır: o da baskıya direnme şeklinde tezahür eder.

Özgürlüksüzlük özgürlük kavramının koşuludur artık. (s. 242)

Radikal bir sağaltım ancak süperegonun bir şekilde tasfiyesiyle mümkün olabilir. (s. 248)

Bireyin kendi adına umut etmesi gereken özgürlük salt kendi özgürlüğü olamaz, bütünün özgürlüğü olmalıdır.

Sadece özgür bir toplum teşekkülünde ortaya çıkabilecek olan özgürlük (…) tikel bireyde aranır. Kişiselci etikte toplu üzerine düşünüm olmadığı gibi kişi üzerine düşünüm de yoktur. (s. 251)

II
Dünya Tini ve Doğa Tarihi
Hegel Üzerine Ara-Söz

…bütün ancak bireysel kendini-koruma ilkesi ve onun dar kafalılığı sayesinde işlerlik kazanır. Her tekil insanı sadece kendine bakmaya zorlayarak nesnelliği dar çerçeveden kavramasını sağlar, dolayısıyla nesnel olarak musibete dönüşür. (s. 284)

Kendi içinde nesnel olan ve kendini yukarıdan dayatan toplumu kavramak yerine, kendi kendine yeten, deneyci ve rasyonel bir bilimsel sistemi hedefleyen öznel ve katı bilim tasarımını devreye sokan da bizatihi dünya tini olmuştur. Eskiden kendinde şeye başkaldıran eleştirel ve aydınlanmacı isyan şimdi bilgiye yönelik bir sabotaja dönüşmüştür. (s. 285)

…evrensel tarih kavramı (…) standartlaşan dünya bütüncül bir sürece yakınlaştıkça sorunlu bir hale gelmiştir.

Geçmişte yaşanan ve gelecekte yaşanacak felaketlere rağmen, tarihte tezahür eden ve onu kaynaştıran daha iyi bir dünya planı olduğunu iddia etmek düpedüz sinikliktir.

Evrensel tarih yabanilikten insanlığa doğru değil, sapandan megaton bombasına doğru ilerlemiştir. (s. 290)

Dünya tinine en uygun tanım kalıcı felakettir.

Felsefe akli olanı derinlemesine kavramak için şimdinin ve gerçeğin anlaşılmasıdır, bir öte yanın inşası değildir. (s. 299)

Üzerinde vuku bulduğu zemin olmadan bir dinamiğe sahip olamaz zaman. Buna karşın, zamanın sürekliliği içinde yeri olmayan bir olgusallık da hayal edilemez. (s. 301)

Hegel Hukuk Felsefesi
…insanın oğlunu ahlaklı yetiştirmesinin en iyi yolu onu iyi yasaları olan bir devletin vatandaşı yapmaktır.
Tözsel birlik mutlak ve hareketsiz bir başlı başına amaçtır.
“İnsan bütün insanlığını devlete borçludur” cümlesi bariz bir abartıdır. (s. 305)

Diyalektik ustası, devlete diyalektikten muaf olma imtiyazı tanır çünkü diyalektiğin burjuva toplumunun aşılmasına yol açacağını kendisi de gayet iyi bilir.

Geneldeki kolektif özne alametleri arttıkça o genelin içinde iz bırakmadan ortadan kaybolur.
Halk tini (…) dünya tini ile bireyler arasında (…) bir köprü kavram işlevi görür. (s. 306)

Hegel’in dünya tininin bir ulustan diğerine gezinmesi, şişirilip metafizik seviyeye çıkarılmış kavimler göçüdür. (s. 309)

…bireyselliğin motoru (…) tutku
Neye erişip erişemeyecekleri, kapsamı sürekli daraltılarak kendilerine sunulan güçsüzler açısından anakronik bir mefhumdur tutku.

…birey artık ne tutku için gerekli kuvvete –güçlü bir ego- haizdir ne de buna gereksinim duyar çünkü bireyi bütünleştiren toplumsal örgütlenme, tutkunun alevlenmesine neden olan aleni direnişleri endişeyle karşılamış, onları tasfiye etmek için, kontrolü ne pahasına olursa olsun kendini topluma uyduran bireylerin eline vermiştir. (s. 310-311)

Değişikliğe yol açacak pratiğin gereksinim duyduğu düşünce ancak genel pratikten muaf tutulmuş bir bireyden çıkabilir. (s. 311)

Kendilerini hiç direnmeden kolektif musibetin eline bırakanlar, kimliklerini kaybederler. (s. 313)

Bizzat öznelliğin kendisi, tözün mutlak biçimi ve mevcut gerçekliğidir.

Hegel, bizzat genellik ve bütüncül özdeşlik kabul ettiği öznelliği tanrılaştırır.

…bu yanlış dünyada yaşayan her yurttaş doğru bir dünyayı dayanılmaz bulacaktır çünkü o dünyaya tahammül edemeyecek kadar hasarlıdır. (s. 319)

Auschwitz’ten sonra
Yaşamaya devam etmek için Auschwitz’i mümkün kılan ve burjuva öznelliğinin temel ilkesi olan duygusuzluğa ihtiyaç vardır.

…sadece başkalarının değil, kendisinin ölümü karşısında da insanın içinde uyanan duygular pek çok açıdan zayıftır. (s. 329)

Hiçbir düşünce hakikaten düşünülemez. Çünkü hakikatin önemli bir unsuru, zamansal esasıyla birlikte sürmesidir; sürem söz konusu olmadığında hakikatten de bahsedilemez; ölüm hakikati ardında hiçbir iz bırakmadan yutar. (s. 336)

Hayatın anlamının soruyu soran kişinin ona yüklediği anlam olduğu yanıtı bu soruya hemen her zaman eşlik eder.
Bu yanıt yanlıştır.
Anlam kavramı, her tür imalatın ötesinde kalan bir nesnellik içerir; imal edilmiş bir anlam çoktan bir kurmacadır, özneyi kolektif olsa bile, kopyalar ve görünürde temin ettiği şeyi onun elinden alır. (s. 340)

Anlamlı bir hayat hayatın anlamını sorgulamaz.
Anlam sorusunun kurtulmak istediği ölümün ta kendisidir. (s. 341)

Özgürlük motifini inkâr eder Schopenhauer.
Schopenhauer bir idealisttir, efsunun sözcüsüdür. Totum (bütün) totemdir.

Ölüme çare yoksa (…) bir anlam iddiasında bulunmak da ideolojiktir.
Dolayısıyla (…) hayatla dolu olmaya dair bütün fikirler (…) öçgözlülükten, içinde boyunduruk altına almaya yönelik bir şiddet edimi barındıran bir arzudan ayrı tutulamaz.
Güçle övünme olmadan mümkün değildir doluluk. (s. 342)

Hiçlik inancı, varlık inancı kadar budalacadır.

Mevcut durum der Beckett, toplama kampındaki durumdan farklı değildir. (s. 344)

Hiçbir şey değişime uğramadan kurtuluşa eremez; kendi ölümünün kapısından geçmemiş hiçbir şey kurtulamaz. (s. 354)

“Müjdeyi duyuyorum ama inancım eksik.”
Faust

---

Negative Dialektik
Türkçeleştiren: Şeyda Öztürk
Metis Yayınları

Ocak 2016

1 yorum:

  1. Nevrozların hakikat içeriği şudur: tam da egonun iç bünye üzerindeki hâkimiyetini kaybettiği noktada, egoya, ona yabancı olan, KARLISINDA “ama

    SZDECE özgür bir toplum teşekkülünde ortaya çıkabilecek olan özgürlük (…) tikel bireyde aranır. Kişiselci etikte TOPLU üzerine düşünüm olmadığı gibi kişi üzerine düşünüm de yoktur.(s. 251)

    YanıtlaSil