8 Ekim 2020 Perşembe

Ahmet Turan Alkan - İstiklal Mahkemeleri

 

Ahmet Turan Alkan - İstiklal Mahkemeleri

İstiklâl Mahkemeleri hakkında,  (…) yükselme eğilimi gösteren bir yorum heyecan…

Bu heyecanı besleyen ana sebep, istiklâl Mahkemelerinin yarattığı olağandışı hukuk düzeni ve Bu uygulamanın Türk Hukuk Tarihi içinde kapladığı olumsuz alan değildir. Türkiye’de yakın ve uzak tarih, hâlâ gündelik siyasetin kullanmaktan vazgeçemediği bir istismar unsuru ve bir inanç alanıdır.

 Çoğu tenkid anlamını taşıyan değerlendirmelerin büyük bir kısmı, İstiklâl Mahkemelerinin Cumhuriyet rejimi kurulduktan sonra işletilen kısmı üzerinde yoğunlaşmıştır. Halbuki, istiklâl Mahkemelerinin ilk dönemi diyebileceğimiz 1920-1922 yılları arasında geçen sancılı yıllar, bu mahkemelerin kuruluş ve işleyiş mantığını kavrayabilmek bakımından vazgeçilmezidir önem taşıyor (s. 10).

Tarihi olayları istismar mevzuu olmaktan kurtarmanın bir yolu, olayları bilmek kadar anlamayı da gerektirir.

İstiklal Mahkemelerini Gerekli Kılan Şartalar

Meclisin açılmasından bir hafta sonra çıkarılan (29 Nisan 1920) Hıyanet-ı Vataniye Kanunu istiklâl Mahkemeleri fikrinin oluşmasında ilk adımı teşkil eder.

11 Eylül 1920’de çıkarılan “Firâriler Hakkındaki Kanun” bünyesinde istiklâl Mahkemelerinin kurulmasına karar verilmiş, bu kanunun ilk maddesine onbeş gün sonra (26 Eylül 1920) önemli bir ilave yapılarak Mahkeme’nin yetki ve çalışma alanı genişletilmiş (s. 15),

1922’de kabul edilen “istiklâl Mehakimi Kanunu” 4.5.1949 tarihine kadar yürürlükte kaldı.

Türkiye’de tek parti devri ile aynı zamanları paylaşmış olması şüphesiz bir tesadüf sayılamaz (s. 15-16).

23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, yeni bir devletin yeni kurulan parlementosu değil, hâlâ yaşayan bir devletin (işgal sebebiyle) başkent dışında toplanmış meclisi hükmündeydi.

…meclise “legalite” kazandıran temel metin, hâlâ Meşrutiyet devirlerinde muhtelif düzenlemelerle geliştirilmiş Osmanlı Kanun-ı Esasisi idi.

TBMM Hükümetinin ele almak zorunda kaldığı ilk mesele (…) asayişsizlik, eşkıyalık, iç isyanlar ve hükümet otoritesinin hakim kılınması problemi oldu.

İttihatçılar, Bolşevikler, Halifeye ve Saltanat makamına saygısızlığı bir gün bile aklından geçirmemiş dini bütün muhafazakârlar, Amerikan mandasını o gün için en mâkul çözüm tarzı olarak gören ümidi kırık aydınlar, TBMM Hükümetinin ihtiyaç duyduğu otorite ve meşruiyete destek oldukları ölçüde “ittifak ligi” içinde kabul edildiler. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk on yılı içinde Milli İttifak ligi, son derece siyasi ve hesaplı zaman aralıkları ile 1930’li yılların sonuna kadar peyderpey dağıtıldı ve tasfiye edildi (s. 18).

Hıyanet-i Vataniye Kanunu, beklenen caydırıcı tesiri gösteremedi.

Yozgat ayaklanmasını bastıran Çerkez Ethem’in zanlıları “Kuva-yı Tedibiye” namına yargılayıp, Meclis’in tasdikini beklemeden infaza geçmesi, kanunun çoğu yerde askeri Divan-ı Harpler vasıtasıy­la tatbik edilmesi ve sivil bidayet mahkemelerinde görülen davaların Meclis komisyonunda tasdik için sıra beklemesi gibi sebepler yüzünden yeni bir kanun tanzim etmek fikri belirdi (s. 19-20).

1920 yazında TBMM Hükümetini en ziyade meşgul eden husus, TBMM adına hareket etmekle beraber cephede ve cephe gerisinde etkili olabilecek silahlı birliklere sahip olmak ve bu gücü kontrol altına alabilmek olmuştu.

İstiklâl Mahkemeleri, 11 Eylül 1920 tarihinde TBMM’nin kabul ettiği 21 sayılı kanunla kuruldu.

Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun caydırıcı bir tesir göstermemesi üzerine Müdafaa-i Milliye Vekaleti’nce hazırlanan, “Firar Ceraimini İrtikâb Edenler Hakkında Kanun” tasarısı (gündeme geldi).

Fevzi Paşa (Çakmak) kanunun tedvinine kendisinin sebep olduğunu belirtmektedir.

Kanun 11 Eylül 1920 tarihinde maddeleri tek tek oylanmak suretiyle kabul edildi.

“Firariler Hakkında Kanun”un uygulaması için Hükümet, 18 Eylül günü Meclis’e bir teklif getirdi. Bu teklife göre 14 yerde İstiklâl Mahkemesi kurulması isteniyordu. Bunlar Kastamonu, Eskişehir, Konya, İsparta, Ankara, Kayseri, Sivas, Maraş, Ma’müretülaziz, Diyarbekir, Bitlis, Refahiye, Erzurum ve Van bölgeleriydi.

Miralay İsmet Bey (İnönü), 14 bölge içinden 7’sinin derhal teşkili hususunda ısrar gösterdi.

İstiklâl Mahkemesi üyelerinin tamamen mebuslardan seçilmesi tenkid konusu edilmişse de, yargıda hızlı ve etkili hareket etmek gibi gerekçelerle tenkid kaale alınmamıştı.

İstiklâl Mahkemesi üyeleri kendi aralarında toplanarak bir beyanname neşrettiler ve asker kaçaklarına, teslim oldukları takdirde affedileceklerini, ama aksine hareket edenlerin en küçük memurdan en büyüğüne kadar yargılanacağını, İstiklâl Mahkemelerinin, “hiç bir kanun maddesine bağlı olmadan ceza verme yetkisine sahip olduğunu” belirttiler. Beyanname, Saruhan mebusu Refik Şevket Bey tarafından hazırlanmıştı / s. 28

İstiklâl Mahkemeleri Nasıl Çalıştı?

İstiklâl Mahkemesinin el koyduğu bir dâvâda istinaf (temyiz) hükümleri işlemiyor, zanlı, savunmasını kendi başına yapmak durumunda kalıyor ve cezalar derhal infaz ediliyordu.

Mahkemeler Meclis adına karar veriyordu

Büyük Millet Meclisi bu dönemde yargı, yasama ve yürütme fonksiyonlarını kendi bünyesinde toplamıştı.

Ankara İstiklâl Mahkemesinin Çalışmaları

7 Ekim'1920’den 31 Temmuz 1921 tarihine kadar çalışan mahkeme, siyasi ağırlık taşıyan önemli dâvâları karara bağladı. Bunların başında Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın gıyabında yargılanarak idama mahkum edilmesi gelir. Bu dâvayla birlikte Sevr Muahedesi’ni imzalayan Hâdi, Rıza Tevfik (Bölükbaşı) ve Reşat Halis Beyler de gıyaben yargılanarak idama mahkum edildiler. Bundan başka Gizli Komünist Partisi dâvası (Yeşil Ordu), İngiliz casusu Hint asıllı Mustafa Sagir’in yargılanması, İngilizler’in desteği ile kurularak Anadolu’da bozguncu faaliyetlerde bulunan Kuva-yı İnzibatiye mensuplarının yargılanması, Çerkeş Ethem’in Yunan kuvvetlerine iltihakından sonra kalan kuvvetlerinin tasfiyesi yanında, mıntıkada cereyan eden ve mahkemenin yetki alanına giren diğer suçlara da bakıldı. Mahkemenin ele aldığı dâvâlar arasında gaspdan emniyeti suistimale, askeri eşya satmaktan askerden firara, vatana ihanetten katile, hırsızlıktan rüşvete, eşkıyalıktan isyana kadar geniş bir suç yelpazesi görülmektedir (s. 30-31).

istiklâl Mahkemeleri, Büyük Millet Meclisi’nin 17 Şubat 1921 tarihinde aldığı bir kararla faaliyetlerini durdurdu.

1. TBMM, olağanüstü şartların bir araya getirdiği, olağanüstü yetkilerle donanmış (…)1923 Temmuz’unda ikinci defa yenilenen Meclis, eski meclisin çoğulcu manzarasına, otorite ve nüfuzuna asla erişememiştir.

Birinci İnönü muharebesinde Yunan ordusuna karşı kazanılan psikolojik üstünlük, Hükümetin iç ve dış kamuoyunda varlığını ve inisyatifini kabul ettirmesi, iç isyanların büyük çapta bastırılması ve İstanbul Hükümeti’ne karşı Ankara’nın varlığını kabul ettirmesi gibi faktörler hayli iyimser bir atmosfer doğmasına yardımcı olmuştu.

Kastamonu İstiklâl Mahkemesi üyelerinin, kanunun belirttiği çerçevenin de dışına taşarak asker kaçakları hakkında sert misilleme ve müsadere hükümleri uygulaması Meclis’te sert tartışmalara sebep oldu.

İstiklâl Mahkemelerinin tatil dönemine raslayan tarihlerde İç Anadolu’da yeniden soygun, ayaklanma ve adi suç vakalarında artış görülmesi yüzünden istiklâl Mahkemeleri’nin yeniden faaliyete geçirilmesi fikri olgunluk kazandı.

23 Temmuz 1921 Günü Heyet-i Vekile Reisi sıfatıyla Meclis kürsüsüne gelen Fevzi Paşa (Çakmak) askeri durum hakkında tafsilatlı bilgi verdi.

Bu tedirgin atmosfer içinde Fevzi Paşa Batı Karadeniz bölgesi ve Konya mıntıkasında düşmanın bozguncu faaliyetlerini önlemek gayesiyle birer İstiklâl Mahkemesi kurulmasını teklif etti.

İstiklâl Mahkemeleri’nin ikinci defa faaliyete geçmesinden sonra Meclis’in bu yolda aldığı en önemli siyasi karar, Mustafa Kemal Paşa’ya, hukuken Meclis’in uhdesinde bulunan başkumandanlık yetkisini devreden kanun olmuştur.

Bu kanunla, istiklâl Mahkemeleri, bundan böyle Meclis’e değil, başkumandan sıfatıyla Mustafa Kemal Paşa’nın şahsına bağlanacaktır (s. 39).

Mustafa Kemal Paşa, şahsına devredilen olağanüstü yetkilerini hemen iki gün sonra kullanarak “Tekâlif-i Milliye Emirleri”ni yayınladı

İstiklâl Mahkemeleri de Tekâlif-i Milliye kararlarının yürütülmesindeki aksamaları önlemek üzere görevlendirildi.

Mahkemeler, görevli bulundukları mıntıkalarda TBMM Hükümetinin ve Meclis’in (Başkumandanlık kanunu dolayısıyla Gazi’nin) tam yetkili bir uzvu gibi çalışmaya başladılar.

8 Eylül 1921’de, bilhassa Koçgiri (Zara) mıntıkasında çıkan isyanı söndürmek ve Yozgat isyanının o güne kadar devreden etkilerini ortadan kaldırmak gayesiyle Yozgat İstiklâl Mahkemesi kuruldu.

Bundan böyle İstiklâl Mahkemesi üyelerini Meclis değil, yetkisine binaen Başkumandan seçiyordu (s. 40).

Konya istiklâl Mahkemesi’nin faaliyeti esnasında zaruret sebebiyle kendi adına çalışan Tahkik Heyetleri kurması ve bu heyetleri, kendi yetkileriyle donanmış sayarak, bunları adeta ikinci bir istiklâl Mahkemesi gibi değerlendirmek istemesi hayli ilginçtir. Dahiliye Vekaleti’nin ve Meclis’in tepkisi üzerine bu kurulların faaliyeti sınırlandırıldı (s. 42-43).

Sakarya harbinden sonra istiklâl Mahkemelerinin uyguladığı olağanüstü yargılama biçiminin artık ne derece gerekli olduğu yeniden tartışılmaya başlandı.

1922’nin 20 Temmuz’unda

Reis Hüseyin Rauf Bey, Meclis’e verdiği tezkerede Amasya ve civarında beliren lüzum üzerine yeni bir İstiklâl Mahkemesi kurulması için yetki istedi.

Sinop mebusu Hakkı Hami Bey, (…) Amasya civarında mahkemeye ihtiyaç duyuluyorsa normal hukuk düzeni içinde mahkemelerin takviye edilmesi gerektiğini ileri sürdü. Hakkı Hami Bey’e göre hukuk düzeninde çifte standarta yol açan bu uygulama artık sürmemeliydi

Erzurum mebusu Hüseyin Avni Bey, İstiklâl Mahkemeleri’ne Meclis’in tanıdığı yetkiyi “Cenab-ı Hak Peygamberine dahi vermemişti”.

Ertesi gün yapılan gizli celsede istiklâl Mahkemeleri’nin çalışma usullerini tahkik gayesiyle bir komisyon kurulması teklifi kabul edildi (s. 46).

Bu komisyonun hazırladığı yeni bir kanun teklifi 31 Temmuz 1922 tarihinde kabul edilerek “istiklâl Mehakimi Kanunu” adı altında yeni bir kanun kabul edildi

Meclis, ertesi günü aldı bir kararla eski İstiklâl Mahkemeleri’nin kaldırılmasını karara bağladı (1 Ağustos 1922).

İstiklâl Mehakimi Kanunu

Yapılan en mühim değişiklik, idam cezalarının mutlaka Meclis’in tasdikine sunulması kararı oldu.

Yeni kanunun bir başka özelliği, mahkeme heyeti içine bir de müddeiumumi yerleştirilmesiydi ve müddeiumumi’nin mahkeme kararlarına itiraz hakkı vardı.

 

istiklâl Mehakimi Kanunu’nun kabulünden sonra hükümet 14 Ağustos 1922’de Pontusculuk cereyanına karşı mücadele etmek üzere Amasya ve çevresinde yeniden bir İstiklâl Mahkemesi kurulması için teklifi kabul edildiyse de bu karar fiiliyata geçirilemedi (s. 47).

Mevcut hukuki düzen içinde istiklâl Mahkemeleri’nin kuruluşunu mazur gösterecek bir boşluk bulunmamasına rağmen, “fiili durum”un “hukuki durum”u aşması sonucu istiklâl Mahkemeleri vücut bulmuş oldu.

Bu dönemde istiklâl Mahkemelerinin yaptığı iş, harp hukukunun cephe gerisinde de tatbik edilmesi olmuştur (s. 51).

Barış Döneminde istiklâl Mahkemeleri

Türkiye Cumhuriyeti, Düvel-i Muazzama ile oturduğu Lozan hesaplaşmasında an’anevi Osmanlı statejisinin takipçisi olmayacağını siyasi ve coğrafî platformda kabullenerek, bir bölge devleti olmakla iktifa edeceğini deklare etmiş bulunuyordu (s. 53-54).

İstiklâl Mahkemeleri, doğrusu, siyasi muhalefeti kıpırdamaz hale getirmek için -siyâseten- çok elverişli bir araç teşkil ediyordu.

Birinci Meclis’in feshi ve seçimlerin yenilenmesi, kendisinden sonraki hadiseleri izah etmesi açısından çok önemlidir. 1923 Temmuz’unda yenilenen II. Meclis’te, II. gruba mensup olduğu farzedilen şahıslardan ancak üç kişinin bulunması, tabloyu izah eden önemli bir noktadır.

Muhalefet yapmak Hıyanet-i Vataniye kanununda 15 Nisan’da yapılan değişiklikle (ki bu kararın Birinci Meclis’in son karan olması hayli dikkat çekicidir) imkânsız hale gelmişti,

Milli Mücadeleyi bilfiil yürüten ve idare eden Meclis’in Türk siyasi hayatından uzaklaştırılmasıyla, en ılımlı muhalefet taraftarlarının bile varlığına tahammül gösterilmediği bir dönem başlıyordu (s. 56).

İsmet Paşa, meşhur mektubun Tanin ve İkdam da yayınlanmasının üstünden üç gün geçmeden konuyu Meclis’e getirdi. Aynı gün, İstanbul’da vazife yapmak üzere 31 Temmuz 1922’de çıkarılmış olan “İstiklâl Mehakimi Kanunu” mucibince bir istiklâl Mahkemesi teşkil edilerek, üyeler belirlendi.

Müddeiumumi Vâsıf Bey Aralık’ın 15’inde yapılan ilk duruşmada zanlıların tevkifini talep etti.

Siyasi tarihimize “Gazeteciler dâvası “ olarak geçen bu duruşmada müddeiumumi 25 Aralık’ta iddianamesini okuyarak sanıkların Hiyanet-i Vataniye Kanunu’nun ilk maddesi gereğince cezalandırılmalarını istedi. 2 Ocak 1924 tarihinde açıklanan karara göre yargılanan bütün gazeteciler beraat ettiler.

Bu dâvâ, yeni Cumhuriyet rejimi ile, İstanbul basını arasındaki ilk ciddi güç gösterisi olmak gibi bir anlam taşımaktadır (. 58).

II. Grup’un seçimlerde tamamen tasfiye edilmesinden sonra Meclis, etkili bir muhalefet hareketini besleyecek sivil cihazlardan mahrum kalmış bulunuyordu.

…Halife, İstanbul istiklâl Mahkemesi’nde küçük bir gözdağı verilmiş olmasına rağmen hâlâ ağırlığını devam ettiren İstanbul matbuatı ve klasik değerlere bağlılığını sürdüren toplumun muhafazakâr çoğunluğu, hesaba katılması gereken potansiyel muhalefet merkezleri olarak varlığını devam ettirmekteydi (s. 61).

3 Mart 1924 günü kabul edilen bir kanun teklifi ile Hilâfet kaldırıldı.

Hilafetin kaldırıldığı gün Meclis’te iki önemli kanun daha kabul edildi: Buna göre Şer’iye, Evkaf ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletleri de kaldırılmış, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabulü ile laik devlet prensibinin yerleştirilmesi için son derece elzem bir alan, İnkılâplar lehine boşaltılmıştı. 3 Mart 1924 tarihi, sadece gelecek İnkılâpların zeminini teşkil etmesi bakımından değil, Milli Mücadelenin başlangıcından beri önemli bir sıklet merkezi durumundaki İstanbul’un maddi ve manevi itibarının da Ankara lehine bozguna uğratılması bakımından da özel bir anlam taşımaktadır (s. 62).

17 Kasım 1924’de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kuruldu.

Fırka’nın programında yer alan “dine hürmetkâr olmak” ibaresi birçok tenkid ve demagojiye konu edilerek TCF, Meclis’te yıkıcı tenkidlere uğratıldı.

Bursa’da yapılan ara seçimlerde CHF’ye karşı Terakkiperver Fırka adayının seçimi kazanması, mukadder bir hesaplaşmayı hızlandıran başlıca âmil oldu (s. 63).

Şeyh Sait İsyanı ve Takrir-i Sükûn Kanunu

Şeyh Sait İsyanı 13 Şubat’ta başladı.

23 Şubat’ta hükümet, 12 il ve 2 ilçede bir ay süreyle sıkıyönetim ilan ederek isyanı bastırmaya teşebbüs etti.

…bu isyanın, İngilizler tarafından tahrik edildiği yaygın bir kanaattir.

25 Şubat’ta yapılan Meclis toplantısında “Hıyanet-i Vataniye Kanunu”nun ilk maddesi tadil edilerek, “Dini veya mukaddesat-ı diniyyeyi, siyasi gayelere esas veya alet ittihaz eden cemiyetler teşkili” vatana ihanet tarifi içine alındı (556 sayılı kanun).

2 Mart 1925’de Fethi Bey (Okyar) istifa etti. 4 Mart günü yerine, sertlik yanlısı siyasetiyle tanınan ismet Paşa atandı, ismet Paşa, isyan suçlularını kovuşturmak için derhal istiklâl Mahkemesi teşkilini talep ettiği gibi “Takrir-i Sükûn” adı verilen kanun teklifiyle, bir nevi olağanüstü hal rejimi ilan ederek, ülkenin her yanında, hükümete ezici bir kudret veren yetkilerin kanunlaşmasını istedi.

Kanun metni dikkatle incelendiğinde görülmektedir ki Takrir-i Sükûn Kanunu ile baskı altına alınan tek kurum basındır.

22 Mart 1925’de Meclis’te yapılan seçim sonucu, şu mebuslar istiklâl Mahkemesi üyesi olarak seçildiler:

Ankara İstiklâl Mahkemesi;

Ali Bey (Çetinkaya)- Başkan

Necip Ali Bey (Küçüka) -Müddeiumumi

Ali Bey (Kılıç)- Üye

Ali Bey (Rize Mebusu)- Üye

Reşit Galip Bey- Yedek üye / s. 69

İsyan Bölgesi istiklâl Mahkemesi,

Duruşmalar esnasında mahkeme heyetinin, isyancılarla Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası arasında hiç değilse “mânevi” bir ilişki araması dikkat çekmektedir.

Gazeteciler Dâvası

Şeyh Sait’in yargılanması devam ederken bazı sanıkların, İstanbul gazetelerinin yayını tesiri altında kaldıklarını ifade etmeleri üzerine Sebilürreşad, Tevhid-i Efkâr, Vatan, Son Telgraf, Tanin, İleri ve İstiklâl gazeteleri hakkında takibata geçti.

İsyan bahane ederek İstanbul matbuatının önemli isimlerini Elazığ’a celbetmesi ve bir müddet sonra Mustafa Kemal Paşa’nın müzaheret telgrafı üzerine sanıkları salıvermesi, bu mahkemenin siyasi kararlardan ne kadar kolayca etkilenebildiğim açıkça gösterir.

İsyan Bölgesi istiklâl Mahkemesi üyelerinden Avni Bey’in(Doğan) hâtıralarında ifade ettiğine göre, mahkeme esnasında Şeyh Said’e, bazı gazete ve yazar isimleri verilerek, bunları itham etmesi halinde cezasının hafifletileceği yolunda vaadde bulunulmuştu (s. 73).

2. Dönem Ankara İstiklâl Mahkemesi 4 Mart 1925 tarihinde kuruldu.

Mahkeme reisliğine Kel Ali lakabıyla mâruf Ali( Çetinkaya), müddeiumumiliğe Necip Ali (Küçüka), üyeliklere Kılıç Ali ve Rize Mebusu Ali (Zırh) Bey seçildiler. Reşit Galip Bey de yedek üye olarak seçildi.

Şeyh Sait isyanı sanıklarının TCF ile ilgisini isbat etmek için en sıradan ifadelerin bile üzerine giden mahkeme, (…) TCF İstanbul Merkez Şubesinin zabıtaca aranarak gerekli evraklara el konulması, bir başka krize yol açtı. Haberi

“Dün Gece TCF Basıldı” başlığıyla veren Tanin gazetesi, bu haberinden dolayı 16 Nisan’da kapatıldı

3 Haziran 1925 tarihinde hükümet, TCF’yi kapattığını açıklayarak Cumhuriyet tarihinin ilk meşru muhalefet hareketine son verdi (s. 75).

Orak-Çekiç dergisiyle birlikte sol eğilimli yayın organları kapatıldı ve 12 Ağustos’ta yapılan duruşmada 6 kişiye 7 yıl, 6 kişiye 10 yıl, aralarında Şefik Hüsnü (Değmer) ve Nazım Hikmet (Ran)’in de bulunduğu 4 kişiye 15 yıl kürek cezası verildi.

Şapka inkılâbını takib eden tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin kanun, Türkiye’nin hayli radikal bir kültür ihtilâli içinde bulunduğunun açık göstergeleriydi.

(Gazi) 24 Ağustos 1925 günü Kastamonu’da, kendisini karşılamaya gelenleri Panama türü bir şapkayla selamladı

Bunu 2 Eylül’de Hükümet’in aldığı 2413 sayılı karar izledi.

Şapka giymeyi bütün ahaliye emreden kanun 25 Kasım 1925’de çıkarıldı.

30 Kasım’da çıkarılan 677 sayılı kanunla tekke ve zaviyeler kapatıldı. 

Başı açık gezmeyi ya da Batı tarzda şapka giymeyi, yerleşik değerlere olduğu kadar inanca da bir müdahale sayan insanlar, Anadolu’nun pek çok yerinde tepkilerini ifade edici eylemde bulundular. Hükümet, şapka inkılâbına karşı doğan tepkileri izale etmek için istiklâl Mahkemelerini kullandı.

Mahkeme 24 Kasım’da Kayseri’ye geldi ve ertesi gün Sivas’a geçti.

Bu dâvâ sonucunda, Sivas’ta belli başlı bütün muhaliflerin şu veya bu sebeple mahkemeye celbedilerek cezaya çarptırılmaları ve Sivas’tan uzaklaştırılmaları, İstiklâl Mahkemesi’nin yargı mantığını izah etmesi bakımından ehemmiyet taşımaktadır (s. 80).

11 Aralık’ta Rize’ye geçen Mahkeme, iki gün süren duruşmada 143 kişiyi yargıladı. 14 Aralık’ta verilen kararda, elebaşı olduğu ileri sürülen 8 kişi idama, 14 kişi onbeş yıl, 22 kişi on yıl, 19 kişi beş yıl hapse mahkum edildi (s. 81).

15 Aralık’ta Giresun’a gelen mahkeme, “dini siyasete alet ederek, şapka aleyhinde bulunan ve halkı hükümete isyana teşvik ettiği” ileri sürülen 60 kişi hakkında hüküm verdi (s. 81-82).

21 Ocak’ta İstanbul’da tevkif edilen Teali-i İslam Cemiyeti mensupları, 1 Şubat’ta ise Erzurum ve Giresun hadisesi zanlıları yargılanmaya başlandı. Bu dâva bünyesinde İskilipli Atıf Hoca’nın, Şapka Kanunu’ndan çok önce yazdığı risale sebeple sanık olarak yargılanması dikkat çekicidir (s. 82).

İzmir Suikastı Davası / s. 84 vd.

İttihatçılar’ın Yargılanması / s. 91 vd.

İstiklâl Mahkemelerinin Sonu

28 Şubat 1927 tarihinde yapılan Cumhuriyet Halk Partisi grup toplantısında Başvekil İsmet Paşa, hadiselerin tamamen yatışmış olduğuna binaen Takrir-i Sükûn Kanunu’nun iki yıl daha uzatılması ama İstiklâl Mahkemeleri’nin 7 Mart 1927’de sona erecek görev süresinin uzatılmamasını istedi. Teklif 2 Mart günü Meclis’te kabul edildi ve istiklâl Mahkemeleri’nin fiili varlığı sona erdi ve Mahkeme elindeki dosyaları normal mahkemelere devretti.

İstiklâl Mehakimi Kanunu ve ekleri, ancak 4 Mayıs 1949 tarihinde 5384 sayılı kanunla yürürlükten kaldırıldı (s. 95).

Yakın tarihimizde kurulmuş bulunan ilk olağanüstü mahkeme, II. Abdülhamid’in, iktidarını pekiştirdikten sonra, amcası Sultan Abdülaziz’in katlini soruşturmak üzere Yıldız Sarayı bahçesinde topladığı “Yıldız Mahkemesi” olmuştur.

31 Mart Vak’asım takib eden günlerde kurulan “Divan-ı Harp”ler oldu.

Divan-ı Harp uygulamaları Meşrutiyet yıllarında tekrar edildi

Divan-ı Harp ve olağanüstü mahkeme geleneğinin, I. TBMM Hükümeti ve Cumhuriyet devrindeki uzantısı İstiklâl Mahkemeleridir.

Yassıada Mahkemelerine mensup bir hâkimin-sanıklara, “sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor!” cümlesi, bir anlamda istiklâl Mahkemesi geleneğinin, çok partili siyasi hayatta bile devam edebildiğinin açık göstergesiydi. 12 Mart’tan sonra kurulan Sıkıyönetim ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri, hâlâ olağanüstü bir yargı biçimi olarak mer’i hukukumuz içindeki yerini korumaktadır (s. 98).

1924 yılında teşkilatlanmaya başlayan legal muhalefet, sıradan bir i’tizal hareketi değil, Milli Mücadele’ye imzasını atmış komutanlardan müteşekkil bir siyasi parti görünümündeydi. Halk nazarında kredileri vardı ve fırka programlarında, iktidarın husumetini çekebilecek hiçbir inkılâp aleyhtarı madde bulunmuyordu. TCF muhaliflerince ikiyüzlülük olarak nitelendiren fırka programı, aslında son derece samimidir ve işaret ettiği temel siyasi haklar bakımından Halk Fırkası programından daha Batılı ve ilerici bir espri taşır.

TCF’nin varlığına gösterilen tahammülsüzlük, inkılâp veya cumhuriyet aleyhtarı olmalarından değil, Halk Fırkası’nın ancak şiddet gösterileriyle elinde tutabildiği iktidarı paylaşabilme ihtimalinden kaynaklanıyordu (s. 102).

İstiklâl Mahkemeleri, bilhassa Şapka İnkılâbı’na bağlı dâvâlarda, Taşrada “efkâr-ı umumiye”yi şekillendirmeye kabiliyet ya da istidadı bulunan her güç odağı, İstiklâl Mahkemeleri vasıtasıyla siyâsi mücadelenin dışına itildi (s. 104).

Ergun Aybars, İstiklâl Mahkemeleri isimli eseri

İstiklâl Mahkemelerinin varlığını ve çalışma tarzını bütünüyle “inkılâpları koruma” teorisine dayandırarak, tarih nazarında istiklâl Mahkemelerini “ibrâ” etmek için bize göre gereksiz bir gayret sarf etmiştir.

Kronoloji

23 Nisan 1920 / Büyük Millet Meclisi’nin açılışı

29 Nisan 1920 / Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun kabulü

11 Eylül 1920 / Firariler Hakkında Kanun’un kabulü

26 Eylül 1920 / Firariler Kanunu’nun ilk maddesine yapılan zeylin kabulü, Meclis’te istiklâl Mahkemelerine üye seçilmesi

21 Ekim 1920 / Isparta istiklâl Mahkemesi’nin göreve başlaması

6-10 Ocak 1921 / Birinci İnönü Muharebesi

20 Ocak 1921 / Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun kabulü

19 Şubat 1921 / İstiklâl Mahkemeleri’nin ilk defa tatil edilmesi (Ankara hariç)

23 Tem. 1921 / İstiklâl Mahkemeleri’nin ikinci defa faaliyete geçmesi

5 Ağustos 1921 / Mustafa Kemal Paşa’ya Başkumandanlık yetkisi verilmesi

7-8 Ağustos 1921 / Tekâlif-i Milliye Kararlarının yayınlanması

31 Tem. 1922 / İstiklâl Mehâkimi Kanunu’nun kabulü

1 Ağustos 1922 / İstiklâl Mahkemelerinin kapatılışı

6 Aralık 1922 / İzmir, Kütahya ve Bursa İstiklâl Mahkemesi’nin kurulması

1 Nisan 1923 / I. TBMM’nin yenilenmesi için seçime karar verilmesi

15 Nisan 1923 / Hiyanet-i Vataniye Kanunu’nun ilk maddesinin tâdili

8 Aralık 1923 / İstanbul istiklâl Mahkemesi’ne hâkim seçimi

24 Tem. 1923 / Lozan Anlaşması’nın yürürlüğe girmesi

17 Kasım 1924 / Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşu

19 Aralık 1924 / Asker Milletvekillerinin ordudan istifasını emreden kanun

13 Şubat 1925 / Şeyh Sait İsyanının başlaması

4 Mart 1925 / İsmet Paşa Hükümeti’nin kurulması, Takrir-i Sükûn Kanunu’nun kabulü, isyan Bölgesi ve Ankara istiklâl Mahkemeleri’nin kurulması,

3 Haziran 1925 / Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın hükümetçe kapatılması

25 Kasım 1925 / Şapka İktisası Hakkında Kanun’un Kabulü

16 Haziran 1926 / Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya İzmir’de suikast teşebbüsünün ortaya çıkması

7 Mart 1927 / Mahkeme’nin görev süresinin sona ermesi

4 Mayıs 1949 / İstiklâl Mehakimi Kanunu’nun ekleriyle beraber yürürlükten kaldırılmasını emreden kanunun kabulü

...

Ağaç Yayınları, İstanbul, 1993

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder