20 Şubat 2017 Pazartesi

Suç Sosyolojisi: Suç ve Sapma Teorileri

Suç ve Sapma Teorileri
…bireylerin devletten talep edebilecekleri en temel hizmet, güvenlik ve adaletin sağlanmasıdır. Suç, işte bu iki fonksiyonu birden ilgilendiren önemli bir problemdir.
Sapma ise, suça benzemekle birlikte ceza adalet sisteminin alanına girmeyen norm ihlalleridir.

Suç ve Sapma
Suç, yasalarda açıkça belirlenmiş yasaklardır. Sapma ise yasal bir karşılığı olmayan ancak toplum tarafından kabul edilmeyen davranış ve eylemlerdir. Her suç bir sapma olmadığı gibi her sapma da bir suç değildir.

Bir suçun gerçekleşebilmesi için birinci unsur suç motivasyonu, İkinci unsur ise suç fırsatıdır. Biri suç işlemeye azmetse, birileri onu azmettirse veya ortam bireyi suça sürüklese bile suç fırsatı yoksa suç gerçekleşmez. Bir yerde suç motivasyonu yoksa her yer suç fırsatı ile dolu olsa da suç yine gerçekleşmez.

Suç = Suç İşleme Motivasyonu + Suç Fırsatları

SUÇ TEORİLERİ
Suçun nedenlerini açıklayan görüşler:
a) doğaüstü güçler perspektifi (cehalet ve dogmalara atıf yapar)
b) klasik okul (suçu rasyonel bir tercih olarak ele alır)
c) pozitivist okul (biyolojik, sosyolojik ve psikolojik faktörlere atıf yapar)
d) eleştirel perspektif (suçu güç ve çatışma eksenleri üzerinden açıklamaya çalışır)

Pozitivist Okul
Suçun rasyonel bir tercih olduğunu reddeder. Pozitivist okul suçu determinist bir takım faktörlere bağlamıştır.

Sosyolojik Suç Teorileri
Suç Ekolojisi Yaklaşımı: Sosyal Düzensizlik Teorisi
Bireyi içinde bulunduğu çevre ile bir bütün halinde ele alarak suçlu davranışı tekil ve bağımsız bir olay (olgu) olarak değil, sosyal ve fiziksel çevrenin bütünlüğü içinde çoğul bir olgu olarak inceler. Temelleri 1800’lerin başlarında Belçikalı meşhur bir matematikçi ve istatistikçi olan Adolphe Quetelet ile Fransız bir hukukçu ve istatistikçi olan André-Michel Guerry tarafından atılan suç ekolojisi yaklaşımı, bugün kriminolojide Kartografik Okul olarak bilinen suç ekolojisi çalışmalarının ilki sayılmaktadır.
Suç ekolojisi yaklaşımının kriminoloji literatüründe en derin etki yapan örneği, 1800’lü yılların sonu ile 1900’lü yılların ortalarına kadar etkili olan Şikago Okuludur. “İnsan, yaşadığı çevrenin çocuğudur” diyen Şikago Okuluna göre suçun nedenlerini insanların yaşadıkları sosyal ve fiziksel çevrede aramak gerekir.
Ernest W. Burgess 1900 yılının ilk çeyreğinde Şikago’da demografik araştırmalar yaptı. Nüfus hareketlerini inceleyerek şehir gelişiminin rastgele meydana gelmediğini gördü. Şehrin merkezinde en fakir insanlar yaşarken dış halkalarda daha zenginlerin yaşadığını tespit etti. Şehir yapısını izah eden modele “yoğunlaşma bölgeleri modeli” ismini veren yazar, bu alanda yapılan çalışmaları 1925 yılında yayınlanan “Şehir” (The City) isimli kitapta topladı.
Shaw ve McKay, yoğunlaşma bölgeleri modelini kullanarak bu çalışmaya suç verilerini eklemeye başladılar. Dünyada ilk kez fiikago’da kurulan çocuk mahkemelerinden ve polisten aldıkları suç kayıtlarını, haritalar üzerine işlemeye başladılar. Çalışma sonunda herkesi şaşırtan bir sonuç ortaya çıktı. Şehrin merkezinde iyice yoğunlaşan suç, Park ve Burgess’in modelindeki her bir halkayla birlikte şehrin dış tarafına doğru azalarak ilerliyordu. Araştırma sonunda, literatürde “sosyal düzensizlik teorisi” adı verilen meşhur çalışma ortaya çıktı. Göçmen ailelerde yetişkinler günün büyük bölümünü işyerinde geçirirken çocuklarına yeterince zaman ayıramıyorlardı. Bunun sonucunda merkezinde ailenin yer aldığı sosyal kontrol zayıflıyor ve otorite boşluğunda kalan çocuklar sokakların akışına kapılıyordu.

Kontrol Teorileri
Kontrol teorisi insanların uygun fırsatları yakaladıklarında suç işleyeceklerini iddia eder. Temel önermesi insanın kötülük yapmaya müsait olduğudur. Kontrol teorilerinin cevap aradığı soru “insanlar neden suç işlemez” şeklindedir.
İç ve dış kontrol mekanizmaları vardır. İç kontrol mekanizmaları bireye odaklanırken dış kontrol mekanizmaları bireyin çevresine odaklanır.

Sosyal Bağ Teorisi
Sosyal Bağ Teorisi, kriminoloji literatürünün en önemli eserlerinden biri kabul edilen Suçun Nedenleri (Causes of Crime) adlı kitabın yazarı Travis Hirschi tarafından ortaya atılmıştır.
Hirschi’ye göre suç, insanların içinde yaşadıkları toplumla aralarındaki sosyal bağların zayıflamasının doğal bir sonucudur.
SBT’nin dört temel bileşeni bulunmaktadır:
1) bağlılık, (aile ve sosyal çevreye bağlılık)
2) adanmışlık, (insanların idealize ettikleri hedefleri olması)
3) sürekli meşguliyet ve
4) inanç.

Öz-Kontrol Teorisi
Hirschi’nin SBT’si yeterince tutmayınca Micheal Gottfredson isimli bir başka kriminologla birlikte bireye odaklanan bir çalışma yaptı. Bu defa suçun önlenmesinde asıl önemli olanın bireyin kendini kontrol altına alması olduğunu söyledi. ÖKT’ye göre özkontrolü yüksek bireyler, içinde bulundukları ortamda ne kadar suç fırsatı olursa olsun suç işlemezler.
Yazarlar, öz-kontroldeki zayıflığın nedeni, daha çok küçük yaşlardan itibaren kazandırmakla yükümlü olan aileye bağlamaktadır. Bu noktada, ceza ve ödülün dengeli bir biçimde kullanılmasının çocukların öz-kontrol seviyelerini artıran bir etkisi bulunmaktadır.

Öğrenme Teorileri
Öğrenme teorisyenleri, suçlu davranışın nedenini bireyin çevresiyle olan etkileşimine bağlamışlardır. Edwin Sutherland’ın “Ayırıcı Birliktelikler Teorisi” ilk öğrenme teorisidir.

Ayırıcı Birliktelikler Teorisi
Suçu öğrenmeyle izah eden eserlerin ilki olarak kabul edilen 1903 tarihli “Taklit Kanunları” isimli kitabında Gabriel Tarde’a göre toplum, taklittir.
Şikago Okulu geleneğinde yetişen Sutherland, insanların kimlerle birlikte olduğuna bağlı olarak nasıl insanlar olacağının belirleneceğini düşünmüş ve bu mantıktan hareketle suçluları suçsuzlardan “ayırıcı birliktelikler”i ifade bağlamında teorisine bu adı vermiştir.
Sutherland’a göre bireyi suç işlemeye götüren dokuz adım vardır:
1) Suçlu davranış öğrenilir
2) Suçu öğrenme, başka davranışların öğrenilmesinden farklı değildir
3) Tek fark, kişinin suçu başka bireylerle etkileşimle öğrenmesidir
4) Suçlu davranışların öğrenilmesinde bireyin değer verdiği ve bireye değer veren kişilerle olan iletişi çok önemlidir
5) Öğrenmenin etkisi, iletişimin niceliğiyle doğru orantılıdır
6) Suçlu davranışın öğrenilmesiyle kast edilen; suç işleme teknikleri ve suç işlemeyi haklı gösteren gerekçelerdir
7) Öğrenme sürecinde suçun iyi veya kötü olduğu yönünde tanımlamalara maruz kalır
8) Bireyin suçu tercih etme nedeni, bu yolla takdir göreceği yönündeki söylemlerin daha fazla olmasıdır
9) Suçlu davranışın motivasyonu olarak ihtiyaçların ve değerlerin öne sürülmesi…

Anomi ve Gerilim Teorileri
Anomi teorileri ile “neden bazı toplumların diğer toplumlardan daha yüksek suç oranlarına sahip olduğu” sorusu cevaplanmaya çalışılırken, gerilim teorileri ile “neden aynı toplum içindeki bazı grupların diğerlerinden daha yüksek suç oranlarına sahip olduğu” sorusu cevaplanmaya çalışılır.
Emile Durkheim, insan arzularının sonsuz olduğunu, bunun için toplumun bireyi sınırlandırması ve kontrol altına alması gerektiğini söylemiştir. Toplumsal yapıda meydana gelecek sarsıntılar ve düzensizlikler toplumun bireyi kontrol edebilme kapasitesini ciddi biçimde zayıflatır. Durkheim, bozulan sosyal yapıanomi olarak ifade eder. Anomi, sosyal hayatın, sosyal hayatı düzenleyen normlardan, değerlerden ve kurallardan daha hızlı değişmesi sonucu eski normlar, değerler ve kuralların yeni oluşan durumları düzenleyememesi sonucu ortaya çıkan normsuzluk ve kuralsızlık halidir.

Bir önceki neslin köyden şehre göç ettiği dönemde yaşadığı kültür şokunun bir benzerini şimdilerde internetle tanışan yeni nesil yaşamaktadır. Sokakta ve aile hayatında hâkim olan pek çok sosyal norm, kural ve değerin sanal dünyada etkisini yitirdiğine ve bireylerin davranışlarının kontrolünde yetersiz olduğuna şahit olmaktayız.
Anominin yüksek olduğu zamanlarda insanların nasıl hareket etmeleri gerektiğine dair ihtiyaç duydukları rehberlikten mahrum kalmaktadırlar. Bu zamanlarda suçlar ve sapkın davranışlar artar, toplumsal düzen bozulur.
Robert K. Merton anomi teorisini ABD özeline uyarlayarak literatürde “Klasik Gerilim Teorisi” adı verilen teoriyi geliştirmiştir.
Merton, Amerika’da herkesin önüne konulan “her ne pahasına olursa olsun para kazanma ve zengin olma” amacının toplumun bütün kesimleri için gerçekleştirilebilir bir hedef olmadığını, ancak toplumun sürekli Amerikan Rüyası olarak nitelendirilen bu ideallerle bombardıman altında tutulduğu için, özellikle dezavantajlı konumda bulunan insanların zenginlik ve bol para hedefine ulaşabilmek için gayri meşru yollara sapma baskısı altında olduklarını iddia etmiştir.
Merton, bu tür bir gerilimle karşı karşıya kalmaları halinde insanların içinde bulundukları bu duruma beş farklı şekilde uyum sağlayacaklarını savunmuştur.
1) Uyumluluk: Hem toplumsal hedefleri hem de bu hedeflere ulaşabilmek için toplum tarafından onaylanan yolları kabul kişilerin durumunu ifade eder.
2) Yenilikçilik: Bu grupta yer alan insanlar ise, herhangi bir ahlaki kaygı gütmeksizin her türlü para, zenginlik ve statü hedefine kestirme yoldan ulaşmak isterler. Bu insanlar zenginlik ve bol para hedefine ulaşabilmek için her türlü alternatif yolu arar, her türlü yasağı çiğnerler.
3) Şekilciler: Bu insanlar zenginlik, para ve yüksek statü gibi hedeflere ulaşamayacaklarını bilmelerine rağmen diğer insanlar gibi davranmaya devam ederler.
4) Geri çekilme: Bu gruptaki insanlar ne toplumsal hedefleri ne de bu hedeflere giden yolları kabul ederler. Kendilerini toplumdan soyutlayan bu kişiler sosyal hayatın hiç bir alanına katılmak ve herhangi bir katkı sağlamak istemezler.

5) İsyankârlar: Geri çekilme grubundakiler gibi içinde yaşadıkları sosyal düzeni reddetmekle kalmazlar; aynı zamanda yeni toplumsal hedefler ve bu hedeflere giden yeni yollar ve araçlar oluşturmak isterler.
Merton’un klasik gerilim teorisini Ankara liselerinden alınan 1710 kişilik bir örneklem üzerinde test eden Özbay ve Özcan, teorinin ülkemiz açısından da geçerli olduğunu tespit etmiştir.

Damgalama Teorileri
Damgalama teorisi insanların suça ve suçluya gösterdikleri tepkiler üzerinde yoğunlaşan bir yaklaşımdır.
Herkesin herhangi bir sebeple hata edebileceğini ve suç işleyebileceğini savunan damgalama teorisi, asıl önemli olan noktanın insanlara yaptıkları hatalardan sonra nasıl davranılacağı olduğunu vurgulamaktadır.
Damgalama teorisi genel olarak iki ana akım halinde gelişmektedir:

a) Ayrıştırıcı Utandırma (Damgalama) Yaklaşımı
Ayrıştırıcı utandırma ya da damgalama yaklaşımı bireylerin işledikleri (gerçek veya sanal) bir suç sonrasında toplumun ve ceza adalet sisteminin bu kimselere göstereceği tepkilerle, bu kişilerin daha sonra tekrar suç işleme olasılıkları artacağını iddia eder.
Ayrıştırıcı utandırma yaklaşımında öne çıkan üç önemli kavram vardır:
1) baskın statü,
2) geçmişe dönük yorum yapma,
3) kendini gerçekleştiren kehanet.
Baskın Statü: Her insanın kendi hayatında kolaylıkla değiştiremeyeceği cinsiyeti, etnisitesi, milliyeti, mesleği vb. pek çok özelliği insanların sosyal statüleridir. Sahip olunan farklı statüler ve roller sayesinde insanların farklı ortamlara adapte olma yeteneği artar. Ne var ki, bazen bu statü ve rollerden bazıları diğerlerinin üstüne çıkar ve baskın statü halini alır. İşte o zaman kişi hep bu kimlikle bilinir ve bu kimliğe göre muamele görür. Baskın statü olumlu olabileceği gibi olumsuz bir özellikten kaynaklı da olabilir.
Geçmişe Dönük Yorum Yapma: Kişiye ait bir hata, kusur ya da suçun ortaya çıkmasıyla birlikte insanlar bu kimseyle yaşadıkları geçmiş hatıraları bu yeni bilgilerle yeniden düşünür yeni bir gerçeklik inşa ederler.
Kendini Gerçekleştiren Kehanet: Suç işleyen/hata yapan kişiye insanların sürekli olarak olumsuz ve yıkıcı sözler söylemesi bu kimselerin bir müddet sonra kendilerine söylendiği gibi kişiler olmasına yol açabilir.

b) Birleştirici Utandırma Yaklaşımı
John BraithwaiteSuç, Utandırma ve Yeniden Entegrasyon” isimli kitabıyla ayıplama ve utandırmanın doğru bir şekilde yapılması durumunda suç işleyen kişilerin yeniden toplumla kaynaştırılabileceklerini ve bu kişilerin kazanılabileceğini iddia etmiştir. Braithwaite, bazı toplumların diğerlerine göre çok daha düşük suç oranlarına sahip olmalarının nedeni, bu toplumların suçlara çok daha yüksek cezalar vermelerinden değil, bu toplumların suça karşı çok daha az toleranslı olmalarından kaynaklandığını söylemektedir.
Doğru hareket tarzı, Hıristiyan kültüründeki “günahkârı sev, günahtan nefret et” ifadesinde olduğu gibi suçlu davranışın her türlü ayıplama ve kınamaya sınırsız bir şekilde tabi tutulduğu, ancak suçlu kişinin toplum için önemli bir değer olmaya devam ettiğinin suçluya ifade edildiği bir modeldir.

Bu farklılığıyla birleştirici utandırma yaklaşımının tüm dünyada onarıcı adalet olarak bilinen adalet modeline kaynaklık ettiğini söylememiz gerekir.
---
Suç Sosyolojisi
Editör: Prof. Dr. Aytekin Geleri
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın no: 2886
Ocak 2013, Eskişehir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder