Suç ve Sapma Teorileri
…bireylerin devletten talep edebilecekleri
en temel hizmet, güvenlik ve adaletin sağlanmasıdır. Suç, işte bu iki fonksiyonu birden ilgilendiren önemli bir
problemdir.
Sapma ise, suça benzemekle birlikte ceza
adalet sisteminin alanına girmeyen norm ihlalleridir.
Suç
ve Sapma
Suç, yasalarda açıkça belirlenmiş
yasaklardır. Sapma ise yasal bir karşılığı olmayan ancak toplum tarafından
kabul edilmeyen davranış ve eylemlerdir. Her suç bir sapma olmadığı gibi her
sapma da bir suç değildir.
Bir suçun gerçekleşebilmesi için birinci
unsur suç motivasyonu, İkinci unsur ise suç fırsatıdır. Biri suç
işlemeye azmetse, birileri onu azmettirse veya ortam bireyi suça sürüklese bile
suç fırsatı yoksa suç gerçekleşmez. Bir yerde suç motivasyonu yoksa her yer suç
fırsatı ile dolu olsa da suç yine gerçekleşmez.
Suç = Suç İşleme Motivasyonu + Suç Fırsatları
SUÇ
TEORİLERİ
Suçun nedenlerini açıklayan görüşler:
a) doğaüstü güçler perspektifi (cehalet ve
dogmalara atıf yapar)
b) klasik okul (suçu rasyonel bir tercih
olarak ele alır)
c) pozitivist okul (biyolojik, sosyolojik
ve psikolojik faktörlere atıf yapar)
d) eleştirel perspektif (suçu güç ve
çatışma eksenleri üzerinden açıklamaya çalışır)
Pozitivist
Okul
Suçun rasyonel bir tercih olduğunu
reddeder. Pozitivist okul suçu determinist bir takım faktörlere bağlamıştır.
Sosyolojik
Suç Teorileri
Suç
Ekolojisi Yaklaşımı: Sosyal Düzensizlik Teorisi
Bireyi içinde bulunduğu çevre ile bir bütün
halinde ele alarak suçlu davranışı tekil ve bağımsız bir olay (olgu) olarak değil,
sosyal ve fiziksel çevrenin bütünlüğü içinde çoğul bir olgu olarak inceler.
Temelleri 1800’lerin başlarında Belçikalı meşhur bir matematikçi ve
istatistikçi olan Adolphe Quetelet ile Fransız bir hukukçu ve istatistikçi olan
André-Michel Guerry tarafından atılan suç ekolojisi yaklaşımı, bugün
kriminolojide Kartografik Okul olarak bilinen suç ekolojisi çalışmalarının ilki
sayılmaktadır.
Suç ekolojisi yaklaşımının kriminoloji
literatüründe en derin etki yapan örneği, 1800’lü yılların sonu ile 1900’lü yılların
ortalarına kadar etkili olan Şikago Okuludur.
“İnsan, yaşadığı çevrenin çocuğudur” diyen Şikago
Okuluna göre suçun nedenlerini insanların yaşadıkları sosyal ve fiziksel
çevrede aramak gerekir.
Ernest W. Burgess 1900 yılının ilk çeyreğinde Şikago’da demografik
araştırmalar yaptı. Nüfus hareketlerini inceleyerek şehir gelişiminin rastgele
meydana gelmediğini gördü. Şehrin merkezinde en fakir insanlar yaşarken dış
halkalarda daha zenginlerin yaşadığını tespit etti. Şehir yapısını izah eden
modele “yoğunlaşma bölgeleri modeli” ismini veren yazar, bu alanda yapılan çalışmaları
1925 yılında yayınlanan “Şehir” (The
City) isimli kitapta topladı.
Shaw ve McKay, yoğunlaşma
bölgeleri modelini kullanarak bu çalışmaya suç verilerini eklemeye başladılar.
Dünyada ilk kez fiikago’da kurulan çocuk mahkemelerinden ve polisten aldıkları
suç kayıtlarını, haritalar üzerine işlemeye başladılar. Çalışma sonunda herkesi
şaşırtan bir sonuç ortaya çıktı. Şehrin merkezinde iyice yoğunlaşan suç, Park
ve Burgess’in modelindeki her bir halkayla birlikte şehrin dış tarafına doğru
azalarak ilerliyordu. Araştırma sonunda,
literatürde “sosyal düzensizlik teorisi” adı verilen meşhur çalışma ortaya çıktı.
Göçmen ailelerde yetişkinler günün büyük bölümünü işyerinde geçirirken
çocuklarına yeterince zaman ayıramıyorlardı. Bunun sonucunda merkezinde ailenin
yer aldığı sosyal kontrol zayıflıyor ve otorite boşluğunda kalan çocuklar
sokakların akışına kapılıyordu.
Kontrol
Teorileri
Kontrol teorisi insanların uygun fırsatları
yakaladıklarında suç işleyeceklerini iddia eder. Temel önermesi insanın kötülük
yapmaya müsait olduğudur. Kontrol teorilerinin cevap aradığı soru “insanlar
neden suç işlemez” şeklindedir.
İç ve dış kontrol mekanizmaları vardır. İç
kontrol mekanizmaları bireye odaklanırken dış kontrol mekanizmaları bireyin
çevresine odaklanır.
Sosyal
Bağ Teorisi
Sosyal Bağ Teorisi, kriminoloji
literatürünün en önemli eserlerinden biri kabul edilen Suçun Nedenleri (Causes of Crime) adlı kitabın yazarı Travis Hirschi tarafından ortaya atılmıştır.
Hirschi’ye göre suç, insanların içinde yaşadıkları
toplumla aralarındaki sosyal bağların zayıflamasının doğal bir sonucudur.
SBT’nin dört temel bileşeni bulunmaktadır:
1) bağlılık, (aile ve sosyal çevreye
bağlılık)
2) adanmışlık, (insanların idealize
ettikleri hedefleri olması)
3) sürekli meşguliyet ve
4) inanç.
Öz-Kontrol
Teorisi
Hirschi’nin SBT’si yeterince tutmayınca Micheal
Gottfredson isimli bir başka
kriminologla birlikte bireye odaklanan bir çalışma yaptı. Bu defa suçun önlenmesinde
asıl önemli olanın bireyin kendini kontrol altına alması olduğunu söyledi. ÖKT’ye
göre özkontrolü yüksek bireyler, içinde bulundukları ortamda ne kadar suç fırsatı
olursa olsun suç işlemezler.
Yazarlar, öz-kontroldeki zayıflığın nedeni,
daha çok küçük yaşlardan itibaren kazandırmakla yükümlü olan aileye bağlamaktadır.
Bu noktada, ceza ve ödülün dengeli bir biçimde kullanılmasının çocukların
öz-kontrol seviyelerini artıran bir etkisi bulunmaktadır.
Öğrenme
Teorileri
Öğrenme teorisyenleri, suçlu davranışın
nedenini bireyin çevresiyle olan etkileşimine bağlamışlardır. Edwin Sutherland’ın
“Ayırıcı Birliktelikler Teorisi” ilk öğrenme teorisidir.
Ayırıcı
Birliktelikler Teorisi
Suçu öğrenmeyle izah eden eserlerin ilki
olarak kabul edilen 1903 tarihli “Taklit
Kanunları” isimli kitabında Gabriel Tarde’a
göre toplum, taklittir.
Şikago Okulu geleneğinde yetişen Sutherland,
insanların kimlerle birlikte olduğuna bağlı
olarak nasıl insanlar olacağının belirleneceğini düşünmüş ve bu mantıktan
hareketle suçluları suçsuzlardan “ayırıcı birliktelikler”i ifade bağlamında
teorisine bu adı vermiştir.
Sutherland’a göre bireyi suç işlemeye götüren
dokuz adım vardır:
1) Suçlu davranış öğrenilir
2) Suçu öğrenme, başka davranışların
öğrenilmesinden farklı değildir
3) Tek fark, kişinin suçu başka bireylerle
etkileşimle öğrenmesidir
4) Suçlu davranışların öğrenilmesinde
bireyin değer verdiği ve bireye değer veren kişilerle olan iletişi çok
önemlidir
5) Öğrenmenin etkisi, iletişimin
niceliğiyle doğru orantılıdır
6) Suçlu davranışın öğrenilmesiyle kast
edilen; suç işleme teknikleri ve suç işlemeyi haklı gösteren gerekçelerdir
7) Öğrenme sürecinde suçun iyi veya kötü
olduğu yönünde tanımlamalara maruz kalır
8) Bireyin suçu tercih etme nedeni, bu
yolla takdir göreceği yönündeki söylemlerin daha fazla olmasıdır
9) Suçlu davranışın motivasyonu olarak
ihtiyaçların ve değerlerin öne sürülmesi…
Anomi
ve Gerilim Teorileri
Anomi teorileri ile “neden bazı toplumların
diğer toplumlardan daha yüksek suç oranlarına sahip olduğu” sorusu cevaplanmaya
çalışılırken, gerilim teorileri ile “neden aynı toplum içindeki bazı grupların
diğerlerinden daha yüksek suç oranlarına sahip olduğu” sorusu cevaplanmaya çalışılır.
Emile Durkheim, insan arzularının sonsuz
olduğunu, bunun için toplumun bireyi sınırlandırması ve kontrol altına alması
gerektiğini söylemiştir. Toplumsal yapıda meydana
gelecek sarsıntılar ve düzensizlikler toplumun bireyi kontrol edebilme
kapasitesini ciddi biçimde zayıflatır. Durkheim, bozulan sosyal yapıyı anomi olarak ifade eder. Anomi, sosyal hayatın, sosyal hayatı düzenleyen normlardan,
değerlerden ve kurallardan daha hızlı değişmesi sonucu eski normlar, değerler
ve kuralların yeni oluşan durumları düzenleyememesi sonucu ortaya çıkan normsuzluk
ve kuralsızlık halidir.
Bir önceki neslin köyden şehre göç ettiği
dönemde yaşadığı kültür şokunun bir benzerini şimdilerde internetle tanışan
yeni nesil yaşamaktadır. Sokakta ve aile hayatında hâkim olan pek çok sosyal
norm, kural ve değerin sanal dünyada etkisini yitirdiğine ve bireylerin davranışlarının
kontrolünde yetersiz olduğuna şahit olmaktayız.
Anominin yüksek olduğu zamanlarda insanların
nasıl hareket etmeleri gerektiğine dair ihtiyaç duydukları rehberlikten mahrum
kalmaktadırlar. Bu zamanlarda suçlar ve sapkın davranışlar artar, toplumsal
düzen bozulur.
Robert K. Merton anomi teorisini ABD özeline uyarlayarak literatürde “Klasik
Gerilim Teorisi” adı verilen teoriyi geliştirmiştir.
Merton, Amerika’da herkesin önüne konulan
“her ne pahasına olursa olsun para kazanma ve zengin olma” amacının toplumun
bütün kesimleri için gerçekleştirilebilir bir hedef olmadığını, ancak toplumun sürekli
Amerikan Rüyası olarak nitelendirilen bu ideallerle bombardıman altında tutulduğu
için, özellikle dezavantajlı konumda bulunan insanların zenginlik ve bol para
hedefine ulaşabilmek için gayri meşru yollara sapma baskısı altında olduklarını
iddia etmiştir.
Merton, bu tür bir gerilimle karşı karşıya
kalmaları halinde insanların içinde bulundukları bu duruma beş farklı şekilde
uyum sağlayacaklarını savunmuştur.
1) Uyumluluk: Hem toplumsal hedefleri hem
de bu hedeflere ulaşabilmek için toplum tarafından onaylanan yolları kabul kişilerin
durumunu ifade eder.
2) Yenilikçilik: Bu grupta yer alan
insanlar ise, herhangi bir ahlaki kaygı gütmeksizin her türlü para, zenginlik
ve statü hedefine kestirme yoldan ulaşmak isterler. Bu insanlar zenginlik ve bol para hedefine ulaşabilmek için
her türlü alternatif yolu arar, her türlü yasağı çiğnerler.
3) Şekilciler: Bu insanlar zenginlik, para
ve yüksek statü gibi hedeflere ulaşamayacaklarını bilmelerine rağmen diğer
insanlar gibi davranmaya devam ederler.
4) Geri çekilme: Bu gruptaki insanlar ne
toplumsal hedefleri ne de bu hedeflere giden yolları kabul ederler. Kendilerini
toplumdan soyutlayan bu kişiler sosyal hayatın hiç bir alanına katılmak ve
herhangi bir katkı sağlamak istemezler.
5) İsyankârlar: Geri çekilme grubundakiler
gibi içinde yaşadıkları sosyal düzeni reddetmekle kalmazlar; aynı zamanda yeni
toplumsal hedefler ve bu hedeflere giden yeni yollar ve araçlar oluşturmak isterler.
Merton’un klasik gerilim teorisini Ankara
liselerinden alınan 1710 kişilik bir örneklem üzerinde test eden Özbay ve Özcan,
teorinin ülkemiz açısından da geçerli olduğunu tespit etmiştir.
Damgalama
Teorileri
Damgalama teorisi insanların suça ve suçluya
gösterdikleri tepkiler üzerinde yoğunlaşan bir yaklaşımdır.
Herkesin herhangi bir sebeple hata
edebileceğini ve suç işleyebileceğini savunan damgalama teorisi, asıl önemli
olan noktanın insanlara yaptıkları hatalardan sonra nasıl davranılacağı olduğunu
vurgulamaktadır.
Damgalama teorisi genel olarak iki ana akım
halinde gelişmektedir:
a)
Ayrıştırıcı Utandırma (Damgalama) Yaklaşımı
Ayrıştırıcı utandırma ya da damgalama yaklaşımı
bireylerin işledikleri (gerçek veya sanal) bir suç sonrasında toplumun ve ceza
adalet sisteminin bu kimselere göstereceği tepkilerle, bu kişilerin daha sonra
tekrar suç işleme olasılıkları artacağını iddia eder.
Ayrıştırıcı utandırma yaklaşımında öne çıkan
üç önemli kavram vardır:
1) baskın statü,
2) geçmişe dönük yorum yapma,
3) kendini gerçekleştiren kehanet.
Baskın Statü: Her insanın kendi hayatında
kolaylıkla değiştiremeyeceği cinsiyeti, etnisitesi, milliyeti, mesleği vb. pek
çok özelliği insanların sosyal statüleridir. Sahip olunan farklı statüler ve roller
sayesinde insanların farklı ortamlara adapte olma yeteneği artar. Ne var ki, bazen
bu statü ve rollerden bazıları diğerlerinin üstüne çıkar ve baskın statü halini
alır. İşte o zaman kişi hep bu kimlikle bilinir ve bu kimliğe göre muamele görür.
Baskın statü olumlu olabileceği gibi olumsuz bir özellikten kaynaklı da
olabilir.
Geçmişe Dönük Yorum Yapma: Kişiye ait bir
hata, kusur ya da suçun ortaya çıkmasıyla birlikte insanlar bu kimseyle yaşadıkları
geçmiş hatıraları bu yeni bilgilerle yeniden düşünür yeni bir gerçeklik inşa
ederler.
Kendini Gerçekleştiren Kehanet: Suç işleyen/hata
yapan kişiye insanların sürekli olarak olumsuz ve yıkıcı sözler söylemesi bu
kimselerin bir müddet sonra kendilerine söylendiği gibi kişiler olmasına yol
açabilir.
b) Birleştirici
Utandırma Yaklaşımı
John Braithwaite
“Suç, Utandırma ve Yeniden Entegrasyon”
isimli kitabıyla ayıplama ve utandırmanın doğru bir şekilde yapılması durumunda
suç işleyen kişilerin yeniden toplumla kaynaştırılabileceklerini ve bu kişilerin
kazanılabileceğini iddia etmiştir. Braithwaite,
bazı toplumların diğerlerine göre çok daha düşük suç oranlarına sahip olmalarının
nedeni, bu toplumların suçlara çok daha yüksek cezalar vermelerinden değil, bu
toplumların suça karşı çok daha az toleranslı olmalarından kaynaklandığını söylemektedir.
Doğru hareket tarzı, Hıristiyan
kültüründeki “günahkârı sev, günahtan nefret et” ifadesinde olduğu gibi suçlu
davranışın her türlü ayıplama ve kınamaya sınırsız bir şekilde tabi tutulduğu,
ancak suçlu kişinin toplum için önemli bir değer olmaya devam ettiğinin suçluya
ifade edildiği bir modeldir.
Bu farklılığıyla birleştirici utandırma
yaklaşımının tüm dünyada onarıcı adalet olarak bilinen adalet modeline kaynaklık
ettiğini söylememiz gerekir.
---
Suç Sosyolojisi
Editör: Prof. Dr. Aytekin Geleri
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın no: 2886
Ocak 2013, Eskişehir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder