2 Mart 2025 Pazar

Gazali - Esmâ-i Hüsna Şerhi - Notlar

Gazali - Esmâ-i Hüsna Şerhi

Ferşat Yayınları, 2005

Mütercim, M. Ferşat


 

Takdim

Hamd olsun Allah'a ki, Kitab-ı Celîlinde "Allah, Esmâ-ı Hüsnâ sahibidir; O'nu bu güzel isimleri ile çağırın!" buyurdu.

 

İmam Gazalî Hayatı ve Eserleri

İmam Gazafî Hazretlerinin yaşadığı asır olan Hicri V/Milâdi XI. Yüzyıl, Abbasi halifelerinin siyasi ve idari nüfus bakımından ikbâllerinin sönmek üzere oldukları devirdir.

İmam Gazali hicri 450 (Miladi 1058) de Horasan'ın Tus şehrine dünyaya geldi. Babası hayatını yün ticaretiyle kazanan mütevazı dindar bir müslümandı.

 

Tus'ta Ahmed b. Muhammed el Razakani'den bir müddet fıkıh okuyan Gazali, sonra Cürcan’a giderek, İmam Ebu Nasr'al İsmaili'den de ders okudu.

Bu dersleri havi notlarını, yolda haydutların gasp ettikleri, ricası üzerine iade etmeleri ve bu hadiseyi ilahi bir ikaz sayarak bu olaydan sonra bütün öğrendiği bilgileri ezberlemesi hadisesi çok meşhurdur.

Nişabur'a giden Gazali, İmam'ül Haremeyn Ebü'l Ma'ali el - Cuveyni(vefatı 478)'nin derslerine devama başladı.

 

…kalbine düşen şüphe tohumlarının gittikçe kuvvetlenmesi, halet-i ruhiyesi üzerinde tesirler icra etmeye başladı. (Bu halleri bizzat kendinin kaleme aldığı el'Munkız-u min'ed-Dalâl isimleri eserinde tafsilatıyla yazılıdır.)

Bağdat'ı terke, halvet ve uzlet hayatı yaşamağa karar verdi.

14. Cemaziyülahır. 505 (I9 Aralık 1111) Pazartesi günü vefat etti.

 

Gazali mutezileye karşı (Fays'ül-Tefrika beyn-el İslam ve'l-Zendeka), İsmaililere karşı (el'Mustahziri), (Mufassi l'al-Hilaf) (el'Durc al-Merkum), (el'Kıstas'ül-Müstakim) eserlerini yazmış ve onların batıl mezheplerini iptal etmiştir.

İmam Gazali felsefecilerin fikriyatını öğrenmek için evvela iki sene kadar felsefe ile uğraştı.

Felsefe mevzu'unda evvela onların maksatlarını anlatan (Makasıd'-ül-Felasife) isimli eserini yazmış bilahare felsefecilerin sapıklığını ispat eden (Tehafüt'-ül-Felasife) isimli meşhur kitabını yazmıştır.

 

Eserleri

1          - İhya-i' Ulum'id-Din

2          - Kimya-ı Saadet.

3          - El'Erbaın (Kırk Esas)

4          - el'itikad fi'l-İktisad.

5          - Mükaşife'tül-Kulûp (İlâhi Nizam)

6          - Minhac'ül-Abidin. (Abidler Yolu)

7          - Mizan'ül-Anel (Amellerin Ölçüsü

8          - Cevahir'ül-Kur'an (Kur'an'dan Cevherler)

9          - Eyyühel Veled (Oglum'a

10       - Ravdat'üt-Talibin (Tasavvufun esasları)

11       - Dürret'ül-Fahir (Kıyamed ve Ahiret)

12       - el'Munkız-u min-ed-Dalal.

13       - el'Hikmet-ü fi Mahlukatillah.

14       - Nasihat'ül Müluk. (Devlet Başkanlarına)

15       - Bidayet'ül-Hidaye

16       - Sırr'ül-Âlemin. (Âlemlerin Sırrı)

17       - el'Keşfü vet'Tebyin (Riyadan İhlasa, Gururdan Teva- zua)

18       - Hülasat'üt Tesanifi fıt'Tasavvufı. (İrfan Ordusunun El Ki¬tabı)

19       - Mearic'il-Kûds. (Mukaddes Merdivenler)

20       - Mirac'üs-Salikın. (Hak Yolcularının Miracı)

21       - el'Kıstas'ül-Müstakim.

22       - Kavaid'ül-Akaid (Akaidin Esasları)

23       - el'Madnun'üs-Sagir (Sorular ve Cevaplar)

24       - Tehafüt'ül-Felâsife. (Felsefecile Cevap)

25       - Mişkat'ül-Envar. (Nurlar Feneri)

26       - er'Risalet'üt-Ledünniyye, (İlahi Sır)

27       - Faysal'üt-Tefrika Beyn'el-İslâm vez-Zendeka (İslam'da Müsamaha)

28       - et'Tecrid fi Kelimetit-Tevhid. (Kelime-i Tevhid Kal'ası)

29       - Zübdet'ül İhya

30       - el'Mürşid'ül-Emin

31       - el'Kanun'ül-Külli fit-Tevil

32       - Kitab-ı Kavasım el'Batınıyye

 

Esmâ-i Hüsnâ Şerhi

Birinci Bölüm: Bu bölüm, isim, müsemma ve tesmiye terim¬lerinin mana ve hakikatlerinin izahıdır.

İkinci Bölüm, Allah-ü Teâlâ'nın doksan dokuz isminin mana¬larını şerh ve izahıdır.

Üçüncü Bölüm, Esma-i Hüsna'nın tevkifen doksan dokuz¬dan fazla olduğunu beyan hakkındadır ki, bu isimlerin yüz ol¬mayıp doksan dokuz olarak tayin ve tahsisinin faidesi ve Allah-ü Teâlâyı muttasıf olduğu medh sıfatları ve manası medh olan her sıfatla vasıflandırmanın cevazı izah edilecektir.

Manası noksanlık iş'ar eden sıfatların Allah-ü Teâlâ hakkında kullanılması zinhar caiz değildir

Gerçek şu ki, Allah, emir buyurduğu veçhile Esma-i Hüsna ile anılır. Şa¬yet isimleri geçerek O'nu sıfatları ile çağırmak istersek yalnız medh ve celal sıfatları ile çağırabiliriz.

 

BİRİNCİ BÖLÜM

İsim, Müsemma ve Tesmiye Terimlerinin Mânâsının İzahı Hakkındadır

İsim ve müsemmâdan bahsedenler çoğalmış, ayrı ayrı yollar tutulmuş ve fırkalardan çoğu haktan sapmıştır.

Fırkalar arasında baş gösteren bu ihtilafın men¬şei ikidir:

A - İsmin kendisi tesmiye midir değil midir?

B - İsmin kendisi müsemma mıdır değil midir?

Gerçek şu ki, isim tesmiye de değildir müsemma da değil¬dir.

Bu üç kelime, müteradif olmayıp bilâkis mütebayin (birbirine zıd) dır.

 

Eşyanın aslıda vücudu, zihinlerde vücudu ve dillerde vü¬cudu vardır. Gerçek ve hakiki olan vücud, asıdaki vücuddur.

İlim diye tabir ettiğimiz şey işte bu sur et ve bu şeklidir. O halde ilim malumun bir örneğidir.

 

Lafızlar, eşyanın ayânına (zat ve asıllarına) delalet etmek üzere insan iradesinin özel surette vazettiği alfabetik harflerden ibarettir.

 

a - Lafız, kendisinde değil gayrisinde manaya delâlet eder¬se o harftir.

b - Kendisinde mânâya delâlet eden lafız da iki kısma ayrı¬lın

1          - Mânâsının zamanla alâkası olan lafız. Buna fiil denir. Vurdu ve vurur gibi.

2          - Mânâsının zamanla alâkası olmayan lafız. Buna isim de¬nir. Gök ve yer gibi.

 

Tesmiyenin manasının, bir şeyin ismini anmak veya onu vasfetmek olduğunu, açıklamış bulunmaktayız.

 

Bu Kısım, Mânâca Birbirine Yakın Olan İsimlerin İzahı Hakkındadır.

…doksan dokuza dahil olan isimlerin mahza müteradif (eş anlamda) olmaları uzaktır. Çünkü isimler, harfleri ve mahreçleri için değil, ancak mefhumları ve manaları için aranırlar.

 

Bu Kısım, Muhtelif Mânâları Bulunan Ve Bu Muhtelif Mânâlara İzafetle Müşterek Olan İsim Hakkındadır.

 

Bu Kısım, Allah-U Teaia’nın Ahlakı İle Ahlaklanmak, O’nun Sıfat Ve İsimlerinin Manaları İle İmkan Nısbetınde Nefsi Tezyinetmek Sahasında Kulun Kemâl Ve Saadeti¬Nin Beyanı Hakkındadır.

Allah-ü Teâlâ'nın sıfatlarını mütalaa eden kişinin kalbi, masivadan tama¬men arınmış olmalıdır. Çünkü marifet arzunun tohumudur; nefsani duygulardan boş olan bir kalbe rastlayınca derhal yeşerir ve eğer kalb, bu duygulardan hali olmazsa tohum da başarılı olamaz.

 

Bir hayvanı istek ve öfkeden başka harekete geçiren bir amil yoktur. Hayvanın aklı yoktur ki, onu istek ve öfkenin icaplarına muhalif (aykırı) olan işlere çağırsın.

 

…melekler, idraki yakınlık ve uzaklığın tesiri altında bulun¬mayan varlıklardır.

 

…insan, hayvaniyet ve melekiye'tten mürekkeb (terkib edilmiş) bir varlıktır.

 

Allah'ın eşi ve ben¬zeri yoktur. Allah hiç bir şeye benzemez ve hiç bir şey de O'na benzemez.

“Allah'ı çok iyi bilirim" diyen de bence sözünde doğrudur ve “Allah'ı bilemem” diyen de sözünde doğrudur.

 

Allah-ü Teala'yı tanımanın da iki yolu vardır: Biri kaasır (kusurlu) ve öbürü mesdüd (kapalı) dır. Kaasır, isim ve sıfatların zikredilmesidir ki, bunun yolu, nefislerimizden öğrenip bildiklerimize benzetmektir.

 

Allah'ı, hakikati üzere Allah’tan başkasının bilmesi muhal (imkansız)dır.

 

İKİNCİ BÖLÜM

Gayeler ve Maksadlar Üç Kısımdan Müteşekkildir

Birinci Kısım

Allah'ın Doksandokuz İsminin Manalarının Şerh ve İzahı Hakkındadır

Allah

Allah'tan başka her varlık helâka mahkumdur. Yok ola¬caktır, baki kalacak olan, ancak ve ancak O'dur! Lafza-i Celâl bu mânâyadır.

(Allah) Allah'ın doksan dokuz isminin en büyüğüdür!

 

Kulun, bu isimden nasibi, son derece teabbud olmalıdır. Yani Allah'a bütün kalbi ile bağlanmalıdır. Hem de öylesine ki, gözü ondan başkasını görmemeli, ondan başkasına iltifat eyle¬memeli, ondan başka hiç kimseden bir dilekte bulunmamalı

 

Er’RAHMAN er’RAHÎM

Bu iki isim, rahmet kökünden gelmedir, Rahmet (esirgeme) esirgenmiş bir varlığı gerektirir

 

(Rahman) Mü'minler bu isimden ne elde edebilirler?

Mü'minler / Allah'ın gafil kullarına merhamet edip onları olanca güçleriyle Allah yo¬luna vaaz ve nasihat etmek suretiyle çevirirler.

 

(Rahim) Mü'minler bu isimden ne elde edebilirler?

Gücü yettiği kadar muhtaç durumda olan kimselerin ihtiya¬cını karışılar, yanında ve memleketinde ihtiyacını karşılamadığı hiç bir fakir bırakmaz.

Bu say¬dıklarımızdan aciz olursa, o zaman ona hayırlı dualar yapmak suretiyle onun hüzün ve kederini paylaşır...

 

el'MELİK

O, öyle bir varlıktır ki, ne zatında ve ne de sıfatında hiç bir varlığa ihtiyacı yoktur. Bilâkis her şey zatın da, sıfatında, mev¬cudiyetinde ve bekasında ona muhtaçtır!

Kullardan gerçek Melik o kişidir ki; Allah'tan başka kimsesi olmaz.. Allahtan gayri her şeyden alakasını keser

 

Dünyaya karşı olan hırs ve şehvetini kesersen, hem dün¬yada hem ahirette sultan olursun. Çünkü sultanlık hürriyet ve ihtiyaçsızlıkta görülebilir; esaret ve zillette değil...

 

el’KUDDÛS

O, hissin idrak ettiği, hayâlin tasavvur ettiği, vehmin ileri atı¬lıp tahayyül ettiği, vicdanın ihtilâç, ettiği tefkirin tasarladığı her vasıf (nitelik) den münezzeh ve müberradır.

 

 

es'SELAM

O, zatı ayıptan, sıfatı noksanlıktan, ef'ali kötülükten beri olan bir varlıktır.

 

Hile, kin, hased, kötülüğü istemek gibi şeylerden uzak, günah ve yasaklardan beri olan her kul, Allah'a selâmet bulmuş bir kalple silecektir. İşte kulun bu gibi huylardan arınması Selam-ı Mutlak'dan istifade etmesiyle mümkündür.

 

el'MÜ'MİN

O öyle bir varlıktır ki, bütün emniyet ve em an ona racidir. Çünkü emniyet sebeplerini açıklamış, korku yollarını kapatmıştır.

Korku mahalli olmadan emniyet, helak olma tehlikesi olma¬dan da korku tasavvur edilemez.

 

el'MÜHEYMİN

O (Allah), yaratmış olduğu mahlukatının amelleri, rızıkları, ecellerini bilip muhafaza eder.

 

Kendini mürakaba eden, kendi kusurlarını anlayan ve dü¬zeltmeye çalışan, kendisini iyi hal üzere devam ettirmeyi başa¬ran her kul kalbine hâkim olma itibari ile müheymindir.

 

el’AZİZ

O, öyle bir kıymetli isimdir ki, emsali az bulunur. Ona çok İhtiyaç duyulur. Ona ulaşmak güç olur. Bu üç manayı üzerinde bulunduramayan kişiye "Aziz" ismi, verilemez!

 

el'CEBBAR

O, öyle bir varlıktır ki, dilediğini cebir yolu ile herkeste icra edebilir.

 

Kullardan bu isme layık olan / Hazret-i Muhammed (S.A.V.)tir.

 

el'MÜTEKEBBIR

O zatına nispetle herkesi hakir gören, azamet ve kibriyayı ancak kendi nefsine layık gören, başkalarına meliklerin kölelere karşı takındığı bir nazar misali bakandır...

Her kim, kendini başkalarından üstün görüp de kibirlenirse onun bu davranışı boş ve mezmumdur, Çünkü büyüklük aza¬met ancak ve ancak Allah’a mahsustur...

 

el'HALİK el'BARİ el’MUSAVVİR

Cenab-ı Hak, takdir edici olarak da haliktır, icad edici olarak da halıkdır. Nihayet müsavvir (şekillendirici) olarak da haliktır.

 

İnsanın bünyesi ancak su ve toprakta vücut bulabilir.

…kuru ile yaşı birbirine katıştırmalı ki, çamur haline gelebilsin. Sonra pişirici bir hararet (fırın) lazımdır ki, su ve toprak, karışımı muhkemleşip ayak da durabilsin.

 

Kainatın yarısına kadar gitsek, nizam ve intizamındaki hik¬metleri sayacak olsak bitiremeyiz.

Ayrı ayrı her şeyin hikmetini bilen, El-Musavvir isminin mana¬sım daha iyi anlar ve bilir.

 

Bu isimden kulun nasibi şu olmalıdır. Önce kendi nefsinde bütün âlemin şeklini ve suretini görmelidir. Derin derin düşünüp tafsilâta geçmelidir.

 

El-Halik ve El-Bari isimlerine gelince; Kulun bu isimlerde hiç bir rolü yoktur. — yani kullara bu isimler verilmez ve onlara yaratıcı denilmez

 

el'GAFFAR

O, iyilik yapan ve çirkini örtendir.. Günahlar, Allahın dünya¬da örttüğü ve ahirette cezalandırmaktan (Kullar) hakkında vaz¬geçtiği çirkinliklerdendir.

El-Gafr, örtmek manasındadır.

 

Kulun bu isimden alacağı ilham şudur:

Oda başkalardan sadır olan hataları örter. Kimsenin ayıbını yüzüne vurmaz.

 

el’KAHHÂR

O, öyle bir varlıktır ki, düşmanlarının belini kırar, onları öl¬dürmek suretiyle kahreder. Hayatta hiç bir varlık yoktur ki, onun kahrı ve kudreti altında kıvranmasın. Satveti karşısında aciz kal¬masın.

 

Kullardan kahhar, düşmanlarını kahr edene denir. Kulların en büyük düşmanı iki yanı (sağrısı) arasında bulunan nefsidir.

 

el’VAHHÂB

Hibe, karşılığı olmayan ivezsiz ve garazsız bir bağıştır..

Cömertlik, karşılığında hiç bir şey beklemeden vermek ve bağışlamak ancak Allah'tan beklenir.

 

Haz, insanlarca yapılan herhangi bir ışın karşılığı demek¬tir. Kul, ibadeti esnasında bu gibi niyet ve arzudan tamamen tecerrüt ettiğinde, Allah'tan başka gayesi ve maksadı kalmamış demektir.

 

er’REZZAK

Rızıkları ve rızık verdiği varlıkları yaratan, rızıklarını onlara ulaştıran, rızıklarla faydalanmalarına temin eden hiç şüphe yok ki, O'dur!

 

Bu vasfın, gerçek sahibi Allah olduğunu bilmesi, O'ndan başka kimsenin müstahak olmadığını iyiden iyiye anlamasıdır. Böylece rızkı ancak O'ndan bekler. Bu hususta O'ndan başkası¬na itimad ve tevekkül etmez.

 

Kulların elleri, Allah’ın hâzineleridir. Ellerini bedenlerin rızıklanması için, seferber eden, dilini kalplerin rızıklanması için ayakta tutan kişi, bu sıfatın sevabına nail olacakların en şereflisi¬dir!

 

el’FETTAH

O, öyle bir varlıktır ki, onun inayetiyle bütün kapalı (kapılar) açılır, hidayetiyle her müşkül hal olur

 

el’ALİM

Kulun ilim sayesinde elde ettiği şeref; ilmin, Allah sıfatların¬dan oluşu sebebiyledir.

 

el'KABIZ   el'BÂSIT

Ölüm anında varlıkların ruhunu kabz eden

 

el'HAFİD er’RAFİ

Kafirleri, felakete düçar etmekle alçaltan; Müminlere saadet¬ler bahş ederek yükselten O'dur!

Kul, bu isimden şöyle İstifade edebilir: Hakkı görünce kaldırır, batılı görünce yerin dibine indirir. Bu da ancak, haklıya arka çıkmak, haksızı haksızlıktan menetmekle olur.

 

el'MUİZ     el’MUZİLL

Mülkü, dilediğine veren, dilediğinden alan şüphesiz Odur! Gerçek mülk, ihtiyaç zilletinden kurtulmakta şehveti kırmakta, cehaleti bertaraf etmektedir.

 

es'SEMİ

Duyar amma bizim gibi kulakla değil, yapar amma bizim gi¬bi eli yoktur, konuşur amma bizim gibi dille değil.

 

His (duyma) yönünden, kulun bu sıfattan nasibi vardır lakın kısadır.

 

er'BASÎR

Her şeyi gören, yerin altındakileri de, üslündekileri de hüla¬sa bütün kainatı gören O'dur!

 

el'HAKEM

…hükmeden O'dur! Onun verdi-n hükmü kimse bozamaz, (niçin böyle hüküm ver din diye) O'na kimse soramaz.

Hakikaten insan için kendi çalıştığından başka (bir şey) yoktur. Hakikaten çalıştığı ileride görülecek.

 

Olan, vaktiyle ne takdir edilmiş ise odur. Mutlaka: olacaktır. Bunun önlenmesi imkansızdır.

Öyleyse üzüntü boşunadır. Kulun yapacağı şey, rızkım ga¬yet vakar ve sükunet içinde, endişeye kapılmadan, telaşa düş¬meden aramasıdır.

 

Kişi, saadete ancak selamet bulmuş bir kalple vasıl olabilir.

Kalp selameti; nefsin tezkiye ve yetiştirilmesi çalışmakla elde edilir.

 

el'ADL

Allah hakkında bu vasfı anlamak isteyenin, her şeyden önce yedi kat gökten al da, ta yerin dibine kadar olan varlıklarda ce¬reyan eden Allah'ın işlerini iyice bilmesi gerekir.

 

Cenab-ı Hakk’ın bu isminden kulun istifade edebileceği hu¬sus şudur:

Her şeyden önce Kul, şehvet ve gadabını, akıl ve dine hiz¬metçi etmelidir.

 

Tafsilata gelince: Şeri Şerifin çizdiği hudutları aşmamakla adalete riayet etmiş sayılır. Şayet İlahi hudutları aşarsa, hemcinsi¬ne karşı haksızlık ederse, o takdirde adaletten ayrılmış ve zulm etmiş demektir.

 

Kişi, zaman ve feleğe kabahat yüklememekle mükelleftir. (İşte ne yapalım bu yaptıklarımız zaman icabı... Zalim felek geldi de bizi mi buldu?) gibi sözlerle zamanı ve feleği suçlamak - ki bu zamandaki insanlarını ekserisinin yaptıkları gibi - bir ceha¬let örneğinden başka bir şey değildir. Kul şunu iyi bilmeli ve aklına koymalıdır ki, her şey bir sebebe bağlıdır. O şekilde ter¬tiplenmiştir. Allah tarafından nasıl tertip edilmiş ise öylece vuku bulmaktadır.

 

el'LÂTİF

Fiilde rıfk (yumuşaklık), ilimde lütuf bulunursa işte lütfün manası tamamlan¬mış olur.

Lütûf usullerinin en iyisi, salih amel, Allah'ın rızasına uygun hareketlerle, tam bir ihlâs içinde Hakk'a koşmaktır.

 

er'HABİR

İlim, gizli ve batini şeylere izafe edildiğinde o ilme Hibre (Haberdat olma), sahibine de Habir (Tam manasıyla haberdar) denilir.

Kalpte çöreklenen gizli şeyler de; kin, hiyanet, gış, dünyaya karşı aşırı temayül, kötüyü gizlemek, iyiyi de sırf gösteriş için izhar etmek gibi köksüz hislerdir.. İşte kendini bilen ve kendi iç dünyasından haberdar olan, kişi, iç aleminde cereyan edenler¬den haberdar olur ve ona göre kollarını sıvar da olanca gücü ile o hislerle mücadele eder.

 

el'HALIM

O, kullarının isyanını, onların kendi emrine muhalif olan dav¬ranışları görür, bilir de öfkeye kapılıp hemen onları cezalandır¬maya kalkışmaz. Onları yerden yere çarpmaya iktidarı olduğu halde onlara karşı Halim olur.

 

el'AZÎM

İnsanlar arasında bu sıfata haiz olanlar. Peygamberler ve âlimlerdir.

Kişi, bunlardaki büyüklüğü bilmiş olsa onların heybetinden kalbi titremeğe başlar, sinesine sığmaz olur.

 

el'GAFUR

Gaffar (Ziyadesiyle afv edici) manası'nadır.

Gaffar mağfiret bakımından çokluk ifade etmekte, yani mağfiretin tekrarlanması babında ziyadelik ifade eder. Lâkin, faul vezninde olan "Gafur" gufranı tam olan, bütün mağfiretleri içine alan gayet şümullü bir mâna taşımaktadır.

 

eş'ŞEKÛR

…yapılan amel karşılığında ahiret âleminde sonsuz ni¬metler veren, demektir.

 

Kul, bazen gördüğü bir iyiliğe karşı sadece teşekkür etmek le Şakir (şükredici) olur. Bazen da gördüğü iyiliğe karşı daha fazla iyilik yapmakla (şakir = şükredici) olur.

 

Allah'ın nimetlerine karşı yapılacak en iyi şükür: O nimetleri masiyet yollarında kullanmayıp, ta'at yollarında kullan¬maktır.

 

el'ALİY

Bu öyle bir rütbedir ki, bunun fevkinde rütbe yoktur, bütün rütbeler ondan aşağıdır.

 

Cisimler gibi ölçülmekten, tartılmaktan münezzeh olan Ulu varlığın yüceliği rütbe itibariyledir. Yoksa bir mekân üstündedir, anlamında değildir. Arşın zikredilmesi ise, çünkü arş bütün ci¬simlerin üstündedir, hepsinin üstündedir. Onun için onun üs¬tünde olansa her şeyde üstün olacağı muhakkaktır.

 

el’KEBÎR

O, kibriya sahibidir.

Kullardan bu vasfa layık olanlar, olgun kimselerdir ki, bunlar ahlak bakımından herkese örnek olurlar.

 

el'HAFÎZ

O, gerçekten Hafız (Koruyucu)dır.

 

Kudreti yüce olan Allah'ın hıfzı (koruması) varlıktaki her şeyi kuşatmıştır, hatta yerden biten otu bile muhafaza etmiştir. Onun içini (özünü) korumak için ona kabuk vermiştir.

 

Gökten inen yağmurun her damlasına, onu yerde kararlaştıran yerine rahatça inebilmesini sağlayacak bir melek verilmiştir.

 

Kullardan bu vasfa layık olan o kişidir ki, azalarını, kalbini, di nini ve ahlâkını, öfke, şehvet, hücumlarından, nefis ve şeytanın entrikalarından kurtarır. Çünkü O, uçurumun tam kenarında sayı lir, eğer sıkı durmazsa, daima yanında bulunan bu helâk edici düşmanları onu iter ve uçuruma yuvarlarlar!

 

el'MUKÎT

Bunun manası; azıkları yaratıp beden ve kalplere gönderen demektir. Bedenlere gönderilen azıklar, yemek içmek gibi azık¬lardır, kalbe ulaştırılan azık ise marifettir.

 

el'HASÎB

Bu, kâfi (yeterli) anlamına gelmektedir. Allah-ü Teâlâ herke¬se ve her şeye kafidir (yeterlidir).

 

el'CELIL

O, Celâl sıfatları ile Muttasıf olandır.

Celâl sıfatları, kimseye muhtaç olmamak, hakimiyet, Tekaddüs, ilim ve kudretten ibarettir. Bu sıfatların hepsini birden ihtiva eden Mutlak cemdir ki, o da Allah'tır...

 

Sonra Celâl Sıfatı, O'nu idrak eden basiret'e nispet edildi¬ğinde, ona Cemâl denilir. Onunla muttasıl olana da Cemil der¬ler.

 

Kullardan çelil ve cemil olan, gören kalplerin lezzet duya¬cağı güzel ahlâkla muttasıf olandır. Dış görünüşe kulak asma!

 

el’KERIM

O vaad ettiği zaman sözünü yerine getiren, verdiği zaman son derece çok veren, ne kadar verdiğine ve kime verdiğine aldırmayandır.

 

er'RAKlB

O Bilici ve koruyucu anlamındadır. Bir şeyi koruyan ve de¬vamlı kontrol altında bulundurana Rakib derler.

 

el'MUCİB

O' isteyenlerin isteklerini, dua edenlerin dualarını hemen kabul edendir.

 

Allah'ın kendisine ihsan ettiği mallardan veya yapabileceği iyiliklerden, isteyen kimselere de vermesini, onların istek ve ricalarını kabul etmesini bilmelidir.

Şayet verecek durumu yoksa iyilikle, etrafı kırmadan onu savmasını başarmalıdır.

 

el’VASÎ

Bu isim, Essea (Genişlik) kökünden gelmedir Essea, kâh bir¬çok malûmatı içine alan geniş bir ilme izafe edilir

 

el'HAKIM

Bu, Hikmet sahibi demektir. Hikmet, en Üstün ilimlerle en üstün hususları' bilmekten ibarettir. En üstün ve en yüce şey Allah'tır! O'nun künhünü, kendisinden başkası tam mânâsıyla bilemez. Gerçek Hakim O'dur.

 

Hikmetin başı Allah korkusudur!

 

el’VEDÛD

O, bütün mahlûkatın hayrını isteyen, onlara ihsan edendir.

Bu isim, (Rahim) isminin mânâsına yakın bir anlam taşımak¬tadır. Ancak şu farkla: Rahmet (kendisine merhamet edilene) i gerektirir. Kendisine merhamet edilense muhtaç ve muztardır. Rahim, (Merhamet eden = esirgeyen) in işleri, kendisine mer¬hamet edilecek her bakımdan zayıf olan varlığı icab ettirir. Vedûd'un efâli ise bunu gerektirmez, esirgeme bir sevgi netice¬sinden ileri gelir.

 

el'MECÎD

O, Zatı Şerif, Efali Cemil, ikramı ve nimeti celil (bol) olandır.

 

el’BAİS

Bu, Dirilme günü halkı dirilten, kabirlerden halkı, kaldıran, gönüllerde saklı olanları meydana çıkaran demektir.

 

Beşikteki çocuk, nasıl mümeyyiz bir sabinin anladığını anla- yamıyorsa, mümeyyiz bir sabi de aklı başına gelen yani akıl-baliğ olan bir kimsenin anladığını anlayamaz.

Her aklı başında olan kişi de velayet (velilik) ve Nübüvvet (Peygamberlik) halini anlamakta güçlük çeker.

…insanoğlunun tabiatında, bilmediği ve görmediği hu¬susları inkâr etmek vardır.

 

Kişiyi, cehalet derecesinden ilim derecesine yükseltene, onu ikinci defa diriltti derler. Ona güzeller hayat yaşattı derler.

 

eş-ŞEHÎD

Şehid, Alim demektir. Ama biraz farkları vardır. Allah hem meydanda olanı, hem de gizli olanı bilir.

İlim mutlak olarak nazarı itibara alındığında O, (Allah) Âlim dir. Gaybe izafe edildiğinde O, Habirdir, Zahiri işlere izafe edildiğinde O, Şehiddir.

 

el'HAK

Bu, Bâtıl'ın karşılığında olan bir isimdir. Eşya zıdları ile açıklanır.

 

Bu isimden kulun hazzı şu olmalı:

Her şeyden önce Kul, kendini bâtıl (Boş) saymalı ve bilme¬lidir ki, Allah'tan başka hiç bir varlık Hak (Gerçek) değildir. Kul her ne kadar gerçek ise de o, kendi nefsi ile gerçek değil Allah'ın sayesinde Allah'ın izni ile gerçektir.

 

el’VEKİL

O, işler, kendine havale edilendir.

 

el'KAVİY el'METIN

Kuvvet, tam bir kudrete delâlet eder. Metanetse, kuvvetin şiddetine delalet eder.

Allah-u Teâlâ, tam bir kuvvete sahip olmak bakımından kavı gücünün çok şiddetli olması itibarı ile de Metindir!

 

el’VELIY

O, seven ve yardım edendir. Sevgisinden ne kasd edildi¬ğini yukarıda izah ettik.

 

Kullardan veli olan o kişidir ki: Allah'ı, onun dostlarını sever, Allah'ın emirlerini tutar, kullarına yardım eder, düşmanları ile mücadele eder.

 

el’HAMÎD

O, övülen demektir!

Kullardan Hamid o kişidir ki, inançları, ahlak ve amellerinden ötürü herkes tarafından övülür.

 

el'MUHSİ

Muhsi ilmi her şeyi ihata ededen ve her şeyin miktarını bilip eksiksiz tastamam sayabilendir.

Muhsi yalnız ve yalnız Allah'tır! Kulun bundaki rolü ilim sıfatında olduğu gibi yok denecek kadar azdır!

 

el'MUBDİ el'MUİD

Bu ismin mânası, Mucid (icad edici) demektir.

 

el'MUHVÎ el'MÜMİT

Bu da aşağı yukarı icad manasındadır.

 

el'HAYY

O, daima uyanık ve yapıcıdır.

 

el'KAYYÛM

Kendi zatı ile kaim olmasında, hiç bir yere, hiçbir şeye muhtaç olmayana (Kaimun bi nefsihi mutlaken) denir.

…bu vasıf ancak Allah'a layıktır. Kulun bu vasıftan hazzı, Allah'tan başkasından müsteğni olduğu kadardır.

 

el’VACİD

Hiç bir şeye ihtiyacı olmayan demektir. Bu kelime EI'Fakid (yitiren) kelimesinin karşılığında kullanılır.

 

el'MACİD

Bu, EI-MECİD Mânâsındadır: Alim'in Alim manasında olduğu gibi...

Ancak aralarındaki fark şudur. Sıfatı müşebbehe olan El-A'LİM'de mana ziyadeliği vardır.

 

el’VÂHİD

O, bölünmeyen, ikilenmeyen (Bir İkincisi olmayan) demek¬tir.

 

Kulun tek olması, kendi ebnai cinsine nispeten bazı ahlâkı üstünlükleri haiz bulunması babından mecazi anlamdadır.

 

es'SAMED

O, ihtiyaç ve dileklerde kendisine müracaat edilen arzu ve bütün istekler kendisine sunulandır.

 

el'KADİR el’MUKTEDİR

El Muktedir ismi mübalağa (ziyadelik) bakımından biraz da fazla mânâ ifade etmektedir.

Kudret, irade ve ilmin takdiri ile bir şey icad etmek kabiliye¬tidir.

EI-KADİR: İsterse yapar, isterse yapmaz, demektir. Dilemek (murat etmek) bunun şartından değildir tabii.

 

el'MUKADDİM   el'MUAHHİR

Yaklaştıran da uzaklaştıran da O'dur. Kimi yaklaştırmışsa, onu takdim, kimi uzaklaştırmışsa, onu tehir etmiştir.

 

el' AHİR el'EVVEL

…bunlar birbirlerine zıt iki manadırlar. Öyleyse bir şey aynı şeye izafetle hem evvel ve hem ahir (son) olması imkânsızdır.

Menzil-i Aksa (En son menzil) MARİFETULLAH’tır.

sulûk'a izafetle o, sondur. Varlığa izafetle ise o evveldir. Netice: varlıkların baş langıcı O'ndandır ve yine en son O'na döneceklerdir.

 

ez'ZAHİR el'BATIN

Bir şey, aynı yönden hem zahir, hem batın olamaz.

 

el'BERR

O, ihsanda bulunandır (iyilik yapandır).

 

et'TEVVAB

Kulun defalarca tevbe etmesi için imkânlar sağlayan şüphe¬siz ki O'dur!

 

el'MUNTEKİM

Asilerin belini kıran, canilerin hakkından selen, taşkınlık ya¬pan arsızların haddini bildiren şüphesiz Ki, O'dur!

 

Kulların alacağı intikamlarından makbul olan intikam; Allah düşmanlarından olacağı intikamdır. Düşmanların en zorlusu hiç şüphe yok ki kulun nefsidir.

 

el'AFUVV

Bu, günahları mahveden, masiyetlerden geçiverendir. Bu itibarla bu isim Gafur ismine yakındır.

Gufran, günahları örtüvermek demektir, Afv ise günahları kökünden kazımaktır..

 

Kulun bu isimden alacağı nasip meydanda, kendisine zülm eden kişiyi afv eder, hatta ona iyilik bile yapar.

 

er’RAÛF   

Rafet (şevkat) sahibi demektir.

 

Malikül Mülk

Mülk'ün buradaki anlamı, Memlekettir. Malik ise tastamam bir kudrete sahip olan manasınadır.

 

VEL-İKRAM ZÜL-CELÂL

Onun olmayan hiç bir yücelik ve mükemmellik yoktur. Hiç bir Keramet ve şeref yoktur ki, O'ndan sadır olmasın!

 

el’VALÎ

Mahlukatın işlerini yoluna koyan ve gereği gibi idare eden ancak O'dur.

 

el’MUTEÂLİ

Bu isim, el-Aliy (Yüce)mânâsındadır. Ne var ki bunda biraz mana fazlalığı mevcuttur.

 

el'MUKSÎT

Mazluma acıyıp, zalimin elinden kurtaran demektir.

 

Allah'tan korkun, birbirlerinizi barıştırın. Çünkü Allah kıya¬met günü Müminlerin arasını bulacaktır.

 

Bu isimden kulun alacağı nasip, hisse şudur:

Evvel kendisinin yaptığı haksızlıklardan vazgeçer. Sonra başkasına yapılan haksızlığı gidermek için uğraşır. Başkası tarafın¬dan kendisine yapılan haksızlığa sabreder

 

el'CAMl

Bu isim,- birbirlerine benzeyen, birbirlerine benzemeyen, birbirlerinin zıddı olan varlıkları bir araya toplayan manasına gelir.

 

el'GANÎ el'MUGNÎ

Bu, ne zatında ve ne sıfatında başkası ile ilgisi olmayan, başkalarıyla alâkası olmaktan tamamen münezzeh olan, demek¬tir.

 

el'MANİ

Dinlerde veya bedenlerde görülecek noksanlığı veya he¬laki, ona karşı hazırlanmış koruyucu sebeplerle önleyen, şüphe yok ki O'dur!

 

ed'DAR      en'NAFÎ

Bu, hayrında şerrinde, faydanın da zararında kendinden sadır olan, manasına gelir.

 

en'NUR

O, öyle bir zahirdir ki bütün zuhur onunladır.

 

el’HADÎ

…kullarından havas olanlarına, zatını ta¬nımaya hidayet etmiştir de onunla, zatının bilinmesine delil ge¬tirmişlerdir.

 

el'BEDİ

Bu, Zâtında, sıfatında ve ona raci olan her işte emsali görülmemiş demektir. İşte bu vasıf mutlak surette ancak Allah'a mahsustur.

 

el'BAKI

Bu, bizatihi varlığı vacib olan manasına gelir. Ne var ki, zi¬hinde istikbal düşünüldüğünde buna baki denilir. Mazi düşü¬nüldüğünde kadim denilir.

Mutlak baki, varlığının takdiri namütenahidir. Buna, ebedi¬dir, diye de tabir edilir.

Hak Teâlâ, zamandan da öncedir, çünkü zamanı yaratmıştır.

 

el’VARİS

Mahlukat yok olduktan sonra, her zaman olduğu gibi yine Hay olacak ve Baki kalacak O'dur. Çünkü her şeyin dönüşü O'nadır.

 

er'REŞİD

…tek başına her şeyi yerli yerine koyan ve en doğru şekilde nizama sokan mânâsına gelir.

 

es'SABÛR

O, bir işi, vakti gelmeden yapmak için; acele eden değildir.

 

 

İKİNCİ BÖLÜMÜN BİRİNCİ KISMININ SONU VE BİR İTİZAR

Şunu İyi bil ki: Ben bu bahse Resûlüllah Sallallâhü Aleyhi ve Sellemin şu mübarek sözünden cesaret alarak girdim. Ve Allahtı Teâlâ'nın isimlerinden ve sıfatlarından bahsettim:

“Allah'ın ahlâkı ile ahlâklanın"

Yine Resûlüllah Sallallâhü Aleyhi ve Sellem buyurmuşlardır:

“Allah'ın böyle nice (güzel) huylan vardır. Her kim bunlar¬dan biri ile ahlâklanırsa mutlaka Cennete girer."

 

İkinci Kısım

Maksadlar ve Gayeler Hakkındadır

Sıfatlar her ne kadar yedi ise de ef'al çoktur. Vasıflar da çoktur. Selbler de çoktur.

 

Üçüncü Kısım

Bu Kısım, İsimlerin Mutezile ve Filozofların Mezhebine Göre Tek Zata Nasıl Raci Olduklarının Beyanı ve İzahı Hakkındadır.

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

İlâve ve Tekmiller

Allah'ın isimleri, tevkif yönünden dok¬san dokuza inhisar etmemektedir. Çünkü doksan dokuz isim¬den maada bazı isimlerin de bulunduğu yine tevkifi yönünden sabit olmuştur.

 

Usule uyarak biz yalnız doksan dokuz ismi saymış ve onları izah etmiş oluyoruz.

 

İkinci Kısım

Bu Kısımda Doksan Dokuz İsmin Üzerinde Durulup Sayılmasının Faydası Beyan Edilecektir.

 

Üçüncü Kısım

Allah'a İtlak Edilen İsim ve Sıfatlar Tevkifi Midir, Yoksa Aklın Bunda Bir Dahli Var Mıdır? Bu Kısım Bunun Hakkındadır.

 

Peygamberimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellemin isimleri de sa¬yılıdır. Kendisi, kendi isimlerini saymış ve şöyle buyurmuşlardın

“Benim, Ahmet, Muhammed, El-Mukfi, El-Mahi, Nebiyyuttevbe, Nebiyyurrahme, Nebııyyül-Mülhime gibi isimle¬rim vardır.”

 

Peygamberimiz bu açıklamayı yaptıktan sonra ona başka bir isim koyamayız, yani başka bir isimle onu çağıramayız.

 

 

Bu Kısım Esmâ-i Hüsna'nın Kısaca Mânâlarını, Okunmasının Adabı, Fazilet ve Meziyetlerini Beyan Eder.

(Gazali böyle şeyler yazmadı, Bu kısım mütercim M. Ferşat tarafından ilâve edilmiştir.)

… 

1 Mart 2025 Cumartesi

İbn Arabi'de Mekan - Özet / Notlar

Nil Aynalı - İbn Arabi'de Mekan - Notlar

Doktora Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024

 

Çalışma, İslam kültüründe önemli bir tasavvuf! kişilik olmasının yanı sıra, düşünce tarihinde “tasavvuf metafiziği” olarak anılan bir ontoloji inşa etmiş olan Ibn Arabi’nin, mimarlığın konusu olan maddi çevreyi ve insan-mekân ilişkisini bu ontoloji zemininde nasıl ele aldığına odaklanır. Bu bağlamda, hem gündelik hayatın parçası olan mekânların ontolojik yönünü, hem de insan ile mekân arasındaki fenomenolojik ilişkinin bu paradigma çerçevesindeki niteliğini ortaya koymayı amaçlar.

 

Giriş

Mimarlıkta mekân kavramı, yüzyıllar boyunca çoğunlukla mekânın fiziksel niteliğine odaklanan bir yaklaşım içerisinde ele alınmıştır.

 

Mekânı bir “nesne” ve bir estetik imge olarak görme durumu, (insanın) mekâna ve zamana gömülü olarak yaşadığı pre-modern varoluş halinden, zaman ve mekândan giderek ayrıştığı modern varoluş haline doğru geçiş ile kendini göstermiştir

 

Bu değişimin kökeni ise Aydınlanma dönemi ile ve özellikle Descartes felsefesi üzerinden gelişen Kartezyen paradigma ile ilişkilendirilir

 

…mekânın nitelikten ziyade nicelik odaklı olarak üretilmesi, ekonomik değişim değerinin ön plana alınması ve giderek bir meta haline gelmesi durumunu doğurmuştur. İnsanın yeryüzü, doğa ve varlıkla ilişkisi ile mekân aidiyeti gibi insanî değerlerin yaşatılmasının giderek güçleştiği bu bağlamda, insanın mekân ile kurduğu ilişki gitgide derinliğini kaybetmiş; mekânın yalnızca bir estetik nesne, bir statü sembolü ve imaj haline geldiği yüzey-odaklı bir kültür ortaya çıkmıştır. Bu hâkim kültür için mekân, bugün bir fiziksel “nesne” ve bu nesne üzerinden üretilerek dolaşıma sokulan imgelerden ibarettir.

 

Heidegger / Ona göre artık insanlar dünya üzerinde mesken tutamamakta, sadece barınabilmektedir. Oysa ona göre insanın yeryüzündeki mekânsallaşması yalnızca bir barınma sorununa indirgenemeyecek kadar ontolojik bir durumdur.

 

Aristoteles ve Platon ile İbn Arabi’nin teorik çerçevesi arasındaki benzerlikler bulunur.

“vahdet-i vücud” (Varlığın birliği) düşüncesi / “modern yarılma” öncesi pre-modern dönemde hakim olam metafizik odaklı bütünsel yaklaşımının karakteristik bir örneğidir.

 

Mimarlıkta Maddi Olmayan

Tez, İbn Arabi düşüncesinin mimarlığı maddeye dayalı bir yaklaşımla ele alan, özne- nesne ayrımına dayalı pozitivist /materyalist sınırların ötesinde düşünmek için teorik bir zemin oluşturabileceği öngörüsü üzerine kuruludur.

 

 

Pozitivist/Materyalist Paradigmadaki Maddi Olmayan

Maddi olmayanı; ses, ışık, koku gibi fiziksel ama "elle tutulmayan" unsurlar veya "algısal etkiler" (demateryalizasyon) olarak ele alır.

Pozitivist-materyalist paradigmanın temel özelliği metafiziği devredışı bırakarak yalnızca fiziğe odaklanmış olmasıdır. Materyalist tahayyülde madde dışında bir varlık alanı yoktur.

 

Varoluşsal/Ontolojik Paradigmadaki Maddi Olmayan

Maddi olmayanı "madde ötesi" (metafizik) anlamıyla ele alır

“mimarlıkta maddi olmayan”, özne-nesne bütünselliği üzerinden tarif edilmiştir. Bu bütünsellik, ontolojik bir yapı içerisindeki varoluşsal tecrübeye dayanmaktadır.

Bu paradigma mimarlık literatüründe özellikle Heidegger, Merleau-Ponty ve Bachelard’ın varoluşsal fenomenolojiye dayanan felsefeleri üzerinden gelişmiştir.

 

Heidegger

Heidegger’de yerleşme (dwelling), insan-mekân arasındaki ontolojik bütünsellik içerisinden ortaya çıkan, mekâna dair maddi olmayan bir niteliktir.

Heidegger’in mekâna dair bu varoluşsal yaklaşımı, mekâna sadece uzamsal boyutlarından hareketle ve insanla olan ilişkisinden uzak bir şekilde yaklaşan kartezyen düşünceyi aşmayı amaçlar

Heidegger yerleşmenin gerçek anlamını yeniden hatırlatmayı amaçlar. Yerleşmek fiziksel bir “orada bulunma” hali yani bir evi veya bir ikametgahı işgal etmek değildir. Yerleşmek insanın dünya üzerindeki ontolojik varoluş halidir, sadece bir mekânda ikamet etmek değildir

 

Heidegger ontolojisinin temel unsurlarından olan dörtlü adını verdiği varoluşsal yapı, onun felsefesinde insan-mekân ilişkisini kavramak için önemli bir kavramsallaştırmadır. Heidegger’de dörtlü “yeryüzü, gökyüzü, tanrısallar ve ölümlüler”den oluşur. Dörtlünün bir araya toplanması, “şey”i oluşturur

 

Kara Orman’daki çiftlik evi, köprü, testi gibi örnekler (mimari) şeylerin dörtlüyü nasıl biraraya getirdiğini, gökyüzü, yeryüzü ve tanrısalların nasıl ölümlülerin himayesinde bir birliğe ulaştığını gösterir. İnsanlar, dörtlüyü muhafaza ederek varlıkların var olmasına imkan verir. Heidegger’e göre ölümlüler yerleşmeleri sayesinde dörtlü içindedirler. Yerleşmenin en temel niteliği dörtlüyü muhafaza etmedir. Bu muhafaza etme haline inşa etme (building) denir. Ölümlüler dörtlünün özünde bulunanı açığa çıkararak onu muhafaza etmek suretiyle yerleşirler. Yerleşme, şeylerle bir arada olma ve şeylerde dörtlüyü muhafaza etmenin bir halidir.

 

Heidegger’e göre insanın kendisini saran fiziksel çevre ile içinde bulunduğu ontolojik mekânsal ilişki, bizatihi Dasein’ın kendi dünya-içinde-varoluşu itibariyle “mekânsal” olması dolayısıyla mümkündür. Dasein’ın mekânsallığı, yalnızca bir yerde “mevcut olma” değildir. Dünya-içinde-varolanlar olarak tanımlanan fiziksel çevre, kendi “yer”lerinde Dasein’ın mekânsallığına bağlı ve onunla ilişkili şekilde bulunmaktadırlar. Dasein, dünya-içinde bulunan varolanlarla birlikte dünya “içinde”dir. Dasein’ın söz konusu mekânsallığı nesnelerin arasındaki mesafeleri kaldırmasıyla ve onları şey haline getirerek yakınlaştırmasıyla ortaya çıkar. Dünya- içinde-varolanlar bu sayede erişilebilir bir hale gelir. Heidegger’de insan olmadan mekânın hiçbir anlamı yoktur.

 

Merleau-Ponty

Merleau-Ponty ontolojisinde insan ve mekânın ortak ontolojik/varoluşsal tözü olarak tanımlanan “et” (flesh) kavramı ile insan-mekân arasındaki ontolojik ilişkiselliğin zemini olan “yaşanan beden” (lived body) kavramı, Merleau-Ponty’de insan-mekân ilişkisi bir özne-nesne bütünselliği olarak kuran kavramsallaştırmalardır.

 

Merleau- Ponty’ye göre insan öznenin varoluşsal yapısı yalnızca dünya-içinde-olmak şeklinde tanımlanabilir. Merleau-Ponty bu terimi Heidegger’den ödünç almıştır

 

Flesh (et) kavramı bizim gündelik manada kendimizi nesneler dünyasından ayrı bir şekilde onları deneyimleyen özneler olarak gören halimizin, algının başladığı değil bittiği yer olduğunu işaret eder.

Beden- özne mekân içinde bir nesne olarak bulunmaz ve mekân tarafından tamamen kapsanamaz. Beden-öznenin dünya içindeliği bardağın içindeki su gibi değildir.

 

Bachelard

Bachelard ontolojisinde mekânın maddi olmayan yönü yaratıcı imgelem üzerinden ortaya çıkar.

 

Bachelard’ın yaşam alanlarının (inhabiting) imgelerine yönelik araştırmasına göre bir ev ve içindeki odalar geometrik formlara indirgenemez niteliktedir, zira ontolojik mekân geometrik mekânı aşmaktadır. Kartezyen mekân anlayışının aksine insan ile mekânların ilişkisi muğlak ve düşsel bir şiirsellik olarak yaşanmaktadır

 

Varoluşsal fenomenolojinin insanı merkeze alan bu tutumu ile İbn Arabi arasında dikkat çekici bir paralellik bulunur, zira İbn Arabi düşüncesinde de insan tüm varlığın merkezi unsuru olarak tanımlanır. İbn Arabi’de insanda oluşan tüm bilgiler esas itibarıyla fenomenolojiktir. Var olanlara ve mekâna dair nitelikler insandaki fenomenolojik bilinç içerisinden kendini ortaya çıkarmaktadır. İbn Arabi’de de insan ile dış dünya arasındaki bütünsellik, insanın haricinde ve insandan bağımsız bir mekânın düşünülmesini olanaksız kılar.

 

İbn Arabi Ontolojisinde Özne-Nesne Bütünselliği

İbn Sînâ’nın metafiziğin konusu yaptığı “mutlak varlık”, İbn Arabi’de bir önermeye dönüşerek “Varlık olmak bakımından varlık Hak’tır” şeklini alır. “Varlık birdir, o da Hakk’ın varlığıdır” önermesi İbn Arabi’nin vahdet-i vücûd düşüncesinin en önemli dayanağını teşkil eder.

Vahdet-i vücud düşüncesinde her şey mutlak varlığın tecellî ve görünümünden ibarettir.

Varlık birdir ve o da Hakk'tır; dış dünyadaki çokluk ise bu birliğin farklı mertebelerdeki yansımalarıdır.

İbn Arabi’de Mutlak Varlık teriminden sonra gelen en önemli kavram, Mutlak Varlığın tüm niteliklerini kendinde toplayan varlık olarak tanımlanan “İnsan-ı Kâmil”dir.

 

İnsan (İnsan-ı Kâmil), varoluşun merkezindedir ve "âlemin ruhu" olarak nitelendirilir. Mekân, insanla canlılık kazanır.

 

İbn Arabi’de Mutlak Varlık dereceli bir yapı içerisinde sınırlanarak göreli çokluğu dış dünyada görünüşe çıkarır. Bu dereceli yapıya İbn Arabi literatüründe varlık mertebeleri adı verilir.

Sınırlanmamışlık/bilinmezlik (Lâtaayyün mertebesi): Mutlak Varlığın hiçbir sınırlanma göstermediği ve varlığa çıkışın hiçbir halinin bulunmadığı Mutlak bilinmezlik düzlemi.

İlk sınırlanma (Hakîkat-i Muhammediyye veya insan-ı kamil mertebesi): Mutlak Varlık’tan var olanları/maddi varlığı açığa çıkaracak derecelenmenin başlangıcı olan ilk sınırlanma. Mutlak Varlık’ın, maddi varlıklara dair bilgiyi potansiyel olarak barındıran “kendindeki özellikler”inin (ilahi isimler/sıfatlar) ontolojik bir bilgi halinde bulunduğu mertebedir. Başka bir deyişle, Mutlak Varlık’ın sınırlanmamış kendiliğinden, kendindeki özellikleri bilme mertebesine inişi demektir.

Bu bilgi, Mutlak Varlık’ın kendine dair bilgisidir. Bu bilgi aynı zamanda bütün var olanlara dair bilgiyi henüz ayrışmamış olarak potansiyel halde içerir. Literatürde bu mertebeye ilk akıl (akl-ı evvel), ilk nur, bütünsel ruh (rûh-ı küllî), Hakk’ın aynası (mir’at-ı Hak) gibi isimler verilmiştir. Bu isimlerden en önemlisi ise “insân-ı kâmil”dir.

 

İkinci sınırlanma (Vâhidiyet, âlem-i melekût, nefes-i rahmânî): Var olanlara dair, ilk sınırlanma mertebesinde ayrışmamış bir Bir’lik halinde bulunan potansiyel bilginin ayrışmaya başladığı ilk mertebedir. Maddi düzlemde açığa çıkacak olan her şeye dair bilgi ve nitelikler bu mertebede birbirinden ayrışmaya başlamış halde ama yine soyut bir ontolojik bilgi şeklinde bulunur. Bunlar, Mutlak Varlığın basit Bir’lik halinden, bileşik çokluğun görünüşe çıkmasını sağlayan ontolojik bilgilerdir (hakikat). Maddi dünyadaki tüm var olanlar buradaki bilginin Mutlak düzlemden varlık alarak açığa çıkmış bir tür “gölge”sidir.

 

“Soyut varlıklar” mertebesi (Ruhlar âlemi): Ontolojik düzlemde bilgi halinde bulunan niteliklerin, görülür düzlemde açığa çıkmaya bir adım daha yaklaşarak basit ve soyut (latif) varlıklar halini aldığı mertebedir.

 

“Benzer örnekler” mertebesi (Misâl âlemi): Bir üst sınırlanmadaki basit ve soyut (latif) varlıkların bu defa bileşik ve soyut varlıklar haline geldiği düzlemdir.

 

“Görünürler” mertebesi (Şehâdet âlemi, maddi âlem): Bir üst sınırlanmadaki bileşik ve soyut varlıkların bu defa hem bileşik hem de somut ve algılanabilir varlıklar haline geldiği düzlemdir. Tüm göksel cisimlerle birlikte kainatın, maddi unsurların (hava, su ateş, toprak) ve canlı ve cansız varlıkların bulunduğu maddi düzlemdir. İbn Arabi bu mertebeye görünüşler (suretler) âlemi, oluş ve bozuluş âlemi, cisimler âlemi gibi isimler vermiştir.

 

İnsan mertebesi (İnsan âlemi): Maddi düzlemde insanın fiziksel bir bedenle ortaya çıkmasıyla Mutlak Varlık’ın derecelenerek sınırlanması tamamlanır.

 

İnsan, İbn Arabi kozmolojisinde sadece dünyada yaşayan şahısların her birine verilen bir tür ismi olarak değil, varoluşun başlangıcını ve sonunu oluşturan bir varlık mertebesi olarak tanımlanmıştır.

 

İbn Arabi ontolojisinde insan var oluşun ontolojik ilkesi olması bakımından oluşun başlangıcı, maddi düzlemde en son ortaya çıkan olması bakımından da var olanların sonuncusudur

İnsan bu sebeple sınırlanmamışlık (lataayyün) mertebesi dışındaki tüm mertebeleri içerir ve Mutlak Varlık’ın tüm “kendindeki özellikleri”ni (sıfatlar) kendinde taşır

 

İnsanın “Varlığın bütünü” olarak tanımlanmasının mantıksal sonucu, insanın varlığa dair bilgisinin kendine dair bilgisi olmasıdır. Başka bir deyişle, insanın kendine dair bilgisi arttıkça varlığa ve varolanlara dair bilgisi de aynı oranda artış gösterir.

 

Keşf, kalpte hasıl olan bir bilgi türüdür

Tasavvufta düşünmek ve anlamak anlamındaki akletme faaliyeti kalbin bir işlevi olarak tanımlanmıştır

Bu anlamda kalp bilinç, algı ve deneyim merkezi olan epistemolojik bir araçtır.

 

İnsanın dış dünyaya dair bütünsel deneyimi mekânın somut ve soyut yönlerini yani maddi, maddi olmayan ve Mutlak düzlemlerinin bütünsel deneyimidir.

 

Mekân adını verdiğimiz fiziksel çevre, en genel anlamıyla insanın yeryüzü üzerinde ve gökyüzü altında bulunduğu konumun duyularla algılayabildiği kadarıdır.

 

İbn Arabi Ontolojisinde Mekâna Dair Maddi Olmayan

…bölümün amacı, İbn Arabi düşüncesine özgün kavramsallaştırmaların ve paradigmatik farkların ortaya çıkarılmasıdır. İbn Arabi’nin paradigmasında mekâna dair maddi olmayan niteliklerin varoluşsal fenomenoloji paradigmasına nazaran farklarının sebepleri şöyle sıralanabilir: Maddi olmayana dair anlayışı tasavvufi dilin kendine özgü terimleri içerisinden kurması, ontolojik yapıyı teosentrik (Tanrı-merkezli) bir şekilde ele alması; vahdet-i vücud adı verilen düşünsel sistemin “Varlık olmak bakımından Varlık HaMtır” önermesine dayanması, maddi dünyanın varlığını Mutlak Varlık’tan alan, izafi varlıklara sahip unsurlar olduğu önermesi; vahdet-i vücud düşüncesinin insanı odağa alan teosentrik bir anlayış olması dolayısıyla insan-mekân ilişkisinin de kaçınılmaz olarak insan-Mutlak Varlık (Tanrı) ilişkisi çerçevesinde ele alınması.

 

Bu bölüm "Yakınlık", "Nitelik Geçişliliği" (Mekânın nitelik alması ve vermesi) ve "Canlılık" olmak üzere üç ana başlık altında kurgulanmıştır.

 

Yakınlık

Yakınlık, insanın maddi düzlemdeki sınırlı bilincinden Mutlak düzlemdeki bütünsel bilince geçiş sürecini ifade eder.

İnsan ve mekânlar da dahil olmak üzere tüm var olanlar, varlıklarını ve görünüşe çıkan niteliklerini Mutlak Varlık düzleminden alıyor olmaları dolayısıyla (bilinç durumlarından bağımsız olarak) ontolojik durum itibarıyla “Mutlak yakınlık" halindedirler.

Söz konusu yakınlık var olanların kendileri açısından içinde bulundukları bir tür “yokluk" halini de işaret eder, zira görünüşe çıkan Varlık ve nitelikler yalnızca Mutlak Varlığın varlığı ve nitelikleridir. Görünüşteki maddi varlıklar Mutlak Varlık sayesinde var, kendileri yönünden ise “yok”turlar.

 

Bu yakınlık durumu bir tür özdeşliği (aynîlik) içinde barındırır.

…insan-ı kâmil (bütünsel insan) bu özdeşliğin ontolojik zeminidir.

 

Ziya, saf ışığın karanlıklaşmış halidir.

İnsan dış dünyayı kaynağından ayrı algıladığında, nesneler “uzağa atılmış” ve birbirlerinden ayrık, geçirimsiz unsurlar olarak görülür.

…uzaklık, var olanların görünüşe çıkmalarını sağlayan geçici bir durum olmakla birlikte maddi düzlem ile sınırlı bireysel bilince sahip insanın algısına konu olan tek durum budur.

 

(Deneyim) insanın duyu, akıl, fikir, hayal ve kalp ismi verilen algı araçları aracılığıyla oluşur.

…mekâna dair fenomenolojik deneyim de insanın maddi ve maddi olmayan bu algı araçları ile oluşmaktadır. Mekânın maddi niteliklerini algılamada duyu ve akıl aktifken, maddi olmayan niteliklerinin algılandığı bütünsel bilinç durumunda kalp de bir deneyim aracı olarak aktif hale gelir. Mekânın Mutlak yakınlık niteliğini algılayabilecek yegane algı aracı da yine kalptir

 

İbn Arabi’de yakınlık, mekânın maddi olmayan niteliklerinden biridir.

…insanın bir mekândaki mekânsal deneyimi, maddi düzlemden Mutlak düzleme doğru bir bilinç artışına sebep oluyor ise söz konusu mekân / yakın mekân olarak nitelenir.

 

İbn Arabi, yeryüzünde bu niteliğe en fazla sahip olan yerin Mekke ve Kabe olduğunu belirtir ve Kabe’yi “varlığın kalbi” olarak nitelendirir.

İbn Arabi bir insanın Mekke şehrindeyken “mekân bakımından” Mutlak varlık düzlemine en yakın halde olduğunu ifade eder.

Ayrıca kutsal mekânlar (Mescid-i Nebevi, Aksa vb.) ve içinde ibadet edilen mescitler de yakınlık niteliği kazanmış, yani “yükseltilmiş” mekânlardır.

 

…mekânın yakınlık niteliğinin göstergesi, insanda yakınlaşmaya yol açan bir bilinç durumu ortaya çıkarmasıdır.

İbn Arabi’ye göre mescit yani “secde edilen yer” sıfatına sahip bir mekânlar yakınlık niteliği kazanmış durumdadır.

 

Yakın mekânların maddi/fiziksel nitelikleri

İbn Arabi’ye göre vadi, biçimsel şekilleniş itibarıyla “tevazu” özelliğinin bir yansımasıdır zira vadiler yeryüzünün en alçak bölgeleridir.

…yakın mekânların bir başka fiziksel özelliği “perdeleyici olmamak’”tır.

İbn Arabi kozmolojisinde gökyüzü; yüksek olması, maddi dünyanın çokluğundan (kesret) uzak oluşu ve sınırlanmamışlığı dolayısıyla Mutlak varlık düzleminin niteliklerine benzeyen bir fiziksel özelliğe sahiptir.

İbn Arabi’ye göre boş alanlarda insan ile bu yönelişin doğrultusu olan gökyüzü arasında bir perde bulunmamaktadır

İbn Arabi bu noktada bir mimari eleman olarak çatının yokluğundan olumlu bir özellik olarak bahseder. Bu özelliklerinden dolayı boş alanlar inşa edilmiş alanlara nazaran daha yakın mekânlar olarak nitelenir.

İnsanın kendi inşa etmediği bir çevre olan doğada sebeplere bağlanma hissi daha zayıftır. İnsan tarafından imar edilmemiş fiziksel çevre, ilk yaratılış haline daha yakın durumdadır.

İbn Arabi’ye göre hamam, fiziksel özellikleri ile insanın kendi ontolojik niteliğine dair bilincine katkıda bulunurken varlığın ontolojik yapısı ile ilgili okumalara imkan verir

(Hamam) Sıcaklık ve yaşlık gibi özellikleriyle insanın ontolojik kökenini hatırlatan bir “dost” (hamim) olarak görülür.

Taşlar / Hareketsizlikleri ve geçirimsizlikleri ile “emînlik/güvenilirlik” niteliği taşırlar.

 

Uzak

İbn Arabi’de bir mekân insanın bilincinde maddi düzlemin göreli çokluk haline yönelen bir azalma ve sınırlanma oluşturuyor ise, bu deneyime uzaklaşma ismi verilir

Uzak mekânlar; kirlilik (necislik), ayrışmışlık (fitne) ve perdelilik gibi niteliklerle anılır.

“Şeytan zaten tanım itibariyle uzaklık demektir” ve bulunduğu mekânda manevi bir kirlilik üretir.

 

İbn Arabi’nin şehir hakkında kullandığı süfli sıfatı aşağı ve düşük olan anlamına gelip yüce ve yüksek manasına gelen ulvî kelimesinin karşıtıdır. İbn Arabi şehrin dışındaki bir mekândan şehre gidilmesini şehre “inmek” olarak niteler. İbn Arabi’ye göre şehirdeki binaların “dünyayı imar etme şehvetiyle yapılmaları” mekâna uzaklık niteliği veren durumdur.

 

Şehrin perdeleyicilikle nitelenmesinin nedenlerinden biri, binaların tektonikliğinin ürettiği yanılgıdır. Maddi düzlemden bakıldığında binalar, bir taşıyan-taşınan ilişkisi ile ayaktadırlar.

Şehrin uzak mekân niteliğini almasının bir başka sebebi de maddi düzlemin ve dış dünyanın geçiciliğini perdelemesidir

İbn Arabi’ye göre yapıların perdeleyiciliğinin başka bir yönü de insan ile gökyüzü arasında bir perde olmasıdır

 

…mekân, insan onu deneyimlemediği sürece yalnızca maddi sınırlanmalardan ibarettir. Burada insandan kasıt insan-ı kamildir. Mekânın maddi düzlemle sınırlanmış “ruhsuz” görünüşüne, aslî ontolojik/maddi olmayan niteliklerini verebilecek olan varlık ancak insandır.

 

Mekândaki salih bir kişinin varlığı yakınlığı arttırırken, bilinci kapalı (müşrik) birinin varlığı manevi kirlilik ve uzaklık üretir. Ayrıca mekânda gerçekleştirilen namaz, secde ve zikr gibi eylemler mekânı “yükseltir” ve ona yakınlık niteliği kazandırır.

Yeryüzü, halihazırdaki Mutlak yakınlık hali dolayısıyla temizdir; eylemler bu temizliği açığa çıkarır.

 

Mekânlar da insanın bilincini etkiler. Mekke, kişiyi “kul” olmaktan başka bir şeye izin vermeyecek şekilde dönüştürürken; şehirler, insanı “sebeplere eğilmeye” ve manevi düşüklüğe (süflilik) sevk edebilir.

 

Kul, kelime karşılığı ile “efendiye en yakın olan” anlamına gelir. İbn Arabi’ye göre kul, efendiye yaklaştıkça acziyetini anlayarak küçülür ve bu küçülmenin sonunda da kendi varlığından sıyrılarak efendisiyle özdeşleşir

 

İnsan maddi düzlemde bir beden olarak yani “insan mertebesi”nde ortaya çıkışıyla, sahip olduğu canlılık niteliğini tüm var olanlara ulaştırır. Böylelikle, maddi düzlemdeki var olanlar ile Mutlak Varlığın canlılık niteliği arasındaki bağı kurmuş ve canlılık niteliğini onlara ulaştırmış olur. İnsanın maddi düzlemde ortaya çıkması ile varlık dairesi tamamlanır ve tüm âleme canlılık niteliği ulaştırılmış olur. İnsan varlıktaki bu berzah (ara unsur) konumuyla “aynanın cilası” ve “âlemin ruhu” olarak tanımlanmıştır

 

“ontolojik olan” ancak epistemolojik olarak (idrak) deneyimlendiği müddetçe görünüşe çıkmaya devam eder.

 

İbn Arabi yeryüzünün insana ait bir bedensel unsur olan “omuz sahibi” olarak nitelendiğini söyler ve insanın “yeryüzünün omuzlarında” yürümekte olduğunu ifade eder

 

Her şeyin canlılığı fikri İbn Arabi kozmolojisinin ana konularından biridir. Ona göre Mutlak Varlığın niteliklerinden biri olan canlılık (el-Hayy ismi) bütün âleme yayılmış durumdadır ve gerek cansız olarak nitelediğimiz maddi unsurlar, gerekse insan veya başka soyut varlıklar, kısaca var olan her şey, varlığını Mutlak Varlıktan almış olmak nedeniyle canlılık niteliğine sahiptir

 

Sonuç

Tez, İbn Arabi düşüncesinin mimarlığı özne-nesne ayrımına dayalı pozitivist/materyalist sınırların ötesinde düşünmek için bir teorik zemin oluşturabileceği öngörüsü üzerine kuruldu.

 

İbn Arabi düşüncesinde insan-mekân ilişkisi üç mertebeli bir yapı içerisinde incelenebilir:

Maddi/fiziksel ilişki

Mekân, bu düzlemde bedensel veya fiziksel araçlarla fiziksel unsurlar kullanılarak kurulur; insanın fiziksel algı araçları ile algılanır.

Kişinin ontolojik bilinç düzeyinin bu açıdan maddi ilişki bağlamında fark yaratmadığı söylenebilir.

 

Maddi Olmayan İlişki

Maddi olmayan ilişki, insanın da mekânın da maddi düzlemle sınırlı olmamasına dayanır.

İnsan, bu düzlemde yalnızca mekânı deneyimleyen değil aynı zamanda mekâna nitelik veren bir konuma sahiptir.

 

Mutlak/Ontolojik İlişki

İnsanın bu ilişkisel düzlemdeki kurucu niteliği onun ontolojik yönü itibariyledir. İnsan, mekânı ontolojik olarak kurar.

Görünür/maddi dış dünyadaki her unsurun ontolojik aslı insan-ı kamil adı verilen varlık tecellisidir.

İnsanın Mutlak Varlık ile maddi düzlem arasında berzah (ara unsur) olmasının anlamı budur.

İbn Arabi’ye göre maddi düzlemin ortaya çıkmasının gayesi de insandır. Maddi dünya Mutlak Varlık’ın niteliklerinin serimlendiği bir düzlem olarak ortaya çıkmış / insanın maddi düzleme gelmesiyle tüm nitelikler insanda toplanmış ve insan kendisinden önce ruhsuz bir beden gibi olan maddi düzlemin ruhu olmuştur.

Dolayısıyla insan hem ontolojik hem epistemolojik olarak “toplayıcı varlık”tır.

İnsanın maddi düzlemde ortaya çıkış sebebi, Mutlak Varlığın maddi düzlemde serimlenmiş olan niteliklerinin toplayıcı bir varlıkta kendi kendisine “görünmesidir.

 

Mekânın fiziksel görünümü, onun yalnızca sınırlı bir yönünü teşkil eder. Mekân; yukarıda açıklanmış olan maddi, maddi olmayan ve mutlak/ontolojik yönlerin bir aradalığı ile tanımlanır.

Mekânın maddi nitelikleri, ontolojik kaynak olan Mutlak varlık tecellisinin belli varlık mertebelerinde sınırlanarak görünür âlemde ortaya çıkmasıyla oluşur. Her mertebe, bir önceki mertebeyi içinde taşır.

 

Mekânın maddi yönü duyu ile algılanabilir ve ortak algıya konu olabilir nitelikteyken; maddi olmayan yönü dinamik, değişken, insan-mekân ilişkisi içerisinde farklı nitelikler kazanabilir durumdadır. Mekânın maddi olmayan bazı nitelikleri, içinde bulunanlar dolayısıyla oluşur.

İnsan, bir mekânda gerçekleştirdiği eylem ile o mekânın niteliğini değiştirir.

Mekâna dair mutlak/ontolojik yön ise değişime konu olmayan, her mekân için geçerli olan ontolojik durumdur.

insan bedeniyle mekân içinde gibi görünse de asıl itibarıyla mekân, aslında insandır.

Kalp onto-epistemolojik bir algı aracıdır ve hayal melekesi ile birlikte mekânın maddi olmayan niteliklerinin deneyimlemesini sağlar.

 

İbn Arabi’de mekân deneyimi tanımı, mekâna insanın dışında ve insandan ayrı bir varlık alanı bırakmayacak denli kapsayıcı bir fenomenoloji içerisinden şekillenir.

Zira en geniş mekân olan kainat İbn Arabi ontolojisinde insanın “bedeni”dir, insan ise bu bedenin “ruhu”dur.

 

İbn Arabi’ye göre mekân kurma, sadece fiziksel bir inşa değil; maddi, maddi olmayan ve mutlak boyutları olan üçlü bir yapıdır.

1- Mekânı İnşâ Etmek (Maddi Düzlem)

Fiziksel elemanlarla duyusal bir çevre oluşturma seviyesidir. Burada tevazu ve geçicilik esastır.

"Ontolojik açıdan yüksek bilinç düzeyine sahip kişiler mekânı inşa ederken konum, kütle ve görünüm itibarıyla tevazu sahibi olmasını... yapıların dünya hayatının geçiciliğini işaret edecek şekilde inşa edilmesini ön plana alırlar."

 

2- Mekânı İhyâ Etmek (Maddi Olmayan / Göreli Düzlem)

Mekâna "yakınlık" niteliği kazandırma eylemidir. Salih bir insanın varlığı veya zikir gibi eylemlerle mekânın ruhu canlandırılır.

"İnsan kendi onto-fenomenolojik deneyimi ile mekânı ontolojik kaynağına bağlayarak bir anlamda mekânda örtülmüş olan ontolojik nitelikleri onu bu bilinçle deneyimlemek suretiyle açığa çıkarır."

 

3- Mekânı İmâr Etmek (Mutlak / Ontolojik Düzlem)

İnsanın varlığıyla mekânın sürekliliğini sağlamasıdır. İnsan, mekânın varlık sahnesinde kalmasının temel koşuludur.

"İnsan mekânın direğidir, zira insanın mekândaki yokluğu mekânın tüm ontolojik ve maddi düzlemlerdeki çöküşü anlamına gelir."

 

İnsan ve mekân arasındaki ilişki tek taraflı değil, döngüseldir. İnsan mekânı kurarken, mekân da insanı şekillendirir.

 

Mekân, İnsanın Bedenini İnşâ Eder

Yeryüzü, insanın maddi varlığının kaynağıdır.

"İbn Arabi yeryüzünü 'insanın anası' olarak tanımlar... Yer insanın süfli ve bedensel yönünü, gök ise ulvi ve akli yönünün kaynağını temsil eder."

 

Mekân, İnsanın İdrâkini İhyâ Eder

Yüksek nitelikli mekânlar (Mekke gibi), insanın manevi bilincini yükseltir.

"Yakınlık niteliğine sahip olan mekânlar insanın bilinç düzeyini yükselterek insanın 'idrâkini ihyâ eder'."

 

Mekân, İnsanı İmâr Eder

İnsan, varlığın her katmanındaki mekânlarla "dolan" bir varlıktır.

"İnsan, ontolojik olarak tüm mekânlar tarafından; epistemolojik/fenomenolojik olarak da bilinç düzeyinin izin verdiği ölçüde deneyimleyebildiği mekânlar tarafından doldurulmaktadır."

 

İnsanca Mekân Kurmanın İlkeleri

Varoluşsal niteliğe uygun inşa: Yapıların ihtişamdan uzak, kırılgan ve geçici olması gerekir.

"Mekânların ve yapıların dünyanın varoluşsal aslî durumu olan kırılganlık ve geçiciliği bir ifade ve fiziksellik olarak üzerinde taşımasının makbul olduğu söylenebilir."

 

İnsanın Kendi Hakikati ile İmârı

Asıl mimarlık, fiziksel yapıdan ziyade insanın kendi iç dünyasında derinleşmesiyle başlar.

"İbn Arabi’nin mekâna ilişkin anlayışını tek bir cümle ile özetlemek gerekse, o cümle 'Mekân, insandır' olacaktır."

 

İbn Arabi’nin düşünceleri günümüzün "gerçeklik-sonrası" dünyasında naif görünebilir ancak halen canlı bir fenomenolojik imkan sunar.

Maddi koşullar ne kadar olumsuz olursa olsun, mekânın "ihyâ" edilmesi her zaman mümkündür.

"Olumsuz niteliklerle ortaya çıkmış yapılar/mekânlar dahi hala bir etik-estetik nitelik olarak yakınlıktan payını alabilir haldedir."

 

Tasavvufi terimlerin mimarlık literatürüne indirgenmesinin getirdiği anlam kayıpları kabul edilir.

"Mimarlık ve tasavvuf disiplinleri arasında iletişim kurma kaygısı terimsel dil açısından belli indirgemeleri beraberinde getirdi."

 

İbn Arabi ontolojisinde “Mekân, insandır”. İnsan, bedeniyle mekânın içinde olsa da ontolojik olarak bütün âlemi (mekânı) kendinde barındıran kapsayıcı varlıktır. İnsanca mekân kurmak; mütevazı, dünyanın geçiciliğini perdelemeyen ve insanın kendi hakikatine (kulluğuna) ayna olan mekânlar inşa etmekle mümkündür. “Köprü üzerinde bina yapılmaz” ifadesiyle, yeryüzündeki mekânların geçiciliği ve asıl kalıcı olanın insanın kendi manevi inşası olduğu vurgulanır.

 

Mekân, insanın kendi bilinç düzeyini ve ontolojik derinliğini seyrettiği bir aynadır; ayna (mekân) aynı kalsa da, ona bakan kişinin (insan) gözündeki nur veya perdelilik, aynada gördüğü görüntünün (deneyimlenen mekânın) niteliğini belirler.

… 

İbn Arabi - Allah'ın İsimlerinin Sırları ve Manalarının Keşfi - Notlar

İbn Arabi - Allah'ın İsimlerinin Sırları ve Manalarının Keşfi

Keşfü'l-Ma'na an Sırrı Esmaillahi'l-Hüsna

Mütercim: Prof. Dr. Ramazan Biçer, Ehil Yayınları, 2017


 

Giriş

Kur’ân-ı Kerîm’de dört yerde geçen ve “isim” kelimesinin çoğulu olan “esmâ” ile, “güzel, en güzel” anlamlarına gelen “hüsnâ” kelimesinden oluşan esmâ-i hüsnâ terkibi, naslarda Allah’a nispet edilen bütün ilâhî isimleri ifade etmek için kullanılan bir terimdir.

Bilginin değeri, bilinenin yüceliğine bağlı olduğuna, bilinenlerin en şereflisinin de Allah Teâlâ olduğunun bilindiğine göre, “esmâ-i hüsnâ” konusunda mârifet sahibi olanlara bu mârifet, üstünlük ve şeref kazandırır.

 

Sıfat, Allah’ın zâtına nispet edilen yetkinlik ve aşkınlık ifade eden bir mânadır. Kur’ân-ı Kerîm’de “sıfat” kelimesi geçmemekle birlikte “isim" ve “esmâ” kelimeleri yer almaktadır.

 

İbn Arabî, zâtın bir olmasıyla birlikte çok sayıda isimlere sahip olabileceğini, ancak bu isimlerin, zâtın tâbiri olarak değerlendirilmesi gerektiğini kaydeder.

 

İsm-i Âzam

Bir kısım İslam âlimi, İsm-i Âzam’ı doksan dokuz meşhur isim içinde ararken; bir kısmı da bu ismin, söz konusu listenin dışında olduğu kanaatindedir.

 

Tirmizî ve İbn Mâce rivâyetinde bulunan müşterek isimlerin sayısı 73’dür.

Buna mukabil Buhârî, Müslim, Nesâî ve Ahmed b. Hanbel bu listeyi kaydetmemişlerdir.

Tirmizî’de yer alan yirmi beş isim, İbn Mâce’de bulunmamaktadır. İbn Mâce’de bulunan yüz isimden yirmi altısı ise Tirmizî’de yer almamaktadır. İki listenin müştereklerinin toplamı ise yüz yirmi beştir.

el-Maksadü’l-esnâ’da isimlerin iştikakıyla alâkalı görüşler serdeden İmâm Gazzâlî, geleneğe tâbi olarak, sadece doksan dokuz meşhur ismi şerhetmiştir. İbn Berrecân ise Şerhu esmâ’illâhi’l-hüsnâ adlı eserinde yüz otuzdan fazla; Kurtubî el-Esnâ’da ikiyüz civarında ismin açıklamasını yapmışlardır. Ebû Bekir İbn Arabî de el-Emedü’l-aksâ’da, isimleri yüz kırk altı başlık altında incelemiştir.

 

Allah’ın isimlerinin alem ve özellikle insanlar üzerindeki tecellileri konusu üzerinde durulmaktadır. Nitekim Kurtubî de, el-Esnâ îşerhi esmâ’illâhi’l-hüsnâ adlı eserinde, bu isimlerin bâtınî yorumları üzerinde uzunca durmuştur.

Ancak bu yöntemle yapılmış çalışmaların özellikle büyü, muska gibi tevhidi zedeleyen alanlarda kullanılması dolayısıyla, esmâ-i hüsnânın gerçek amacından uzaklaşılması ihtimali çok yüksektir.

 

Muhyiddin îbn Arabî, Keşfü’l-Ma’nâ an Sırrı Esmâillâhi’l-Hüsnâ adlı çalışmasını, İmam GazzâlFnin el-Maksadü’l-Esnâ fi Şerhi Esmâillâhi’l-Hüsnâ adlı eserin üzerinden şekillendirmiştir. Her iki yazar da O’nun isimlerini, Allah, âlem ve insan ilişkisi boyutunda ela almışlardır.

Yazar, tasavvufi görüşlerini daha ziyade, her ismin tahalluk bölümünde yansıtmıştır.

İbn Arabî, bu eserinde Allah’ın isimlerinin sırlı boyutlarına dolaylı olarak değinmiştir. Bu tür ifadeleri perdelidir.

 

Taalluk: Kulun mukaddes zâta delaletleri açısından Allah’ın isimlerine muhtaç olması.

Tahakkuk: Hakkı isimlerinde görmek. Hakka ve kula nispetle isimlerini bilmek.

Tahalluk: Kulluğa yaraşır tarzda isimlerle ahlaklanması.

 

Muhyiddin îbn Arabi'ye göre insan ve genel olarak kâinat ilâhî isimlerin bilinmesi ve tecelli etmesine vesile olmuştur. Kulun, çeşitli halleri ilâhî isimlerin farklı tecellileriyle bağlantılıdır. “Her kulun hâline uygun düşen ilâhî bir isim vardır ki onun rabbi o isim sayılır;  kul bir bedendir, ona tekabül eden ilâhî isim ise onun kalbi gibidir”.  Müellif eserini, bu temel anlayış ekseninde oluşturmuştur.

 

KEŞFÜ'L-MÂ'NÂ an SIRRI ESMÂİLLÂHİ'L-HÜSNÂ

MUKADDİME

Hamd, inâyet ehli kullarını Esmâ-i Hüsnâ’nın sırlarıyla büründürmekle, onları en yüce tecellî makâmlarına ulaştıran Allah’a aittir.

 

Allah’ın isimleri ancak sahîh haberlerden oluşan nakil yoluyla tespit edilebilir. Allah’ın isimleri iki kategoride ele alınabilir:

Allah’ın insanlara bildirdiği ve kutsal kitapta geçen isimler.

İnsanlara bildirmediği ve gayb bilgisinde sakladığı isimler.

 

Allah’ın bütün isimleriyle tahakkuk ve tahalluk mümkündür. Ancak Allah adı, O yüce varlığa “âlem” olması nedeniyle bunun dışındadır.

 

TAALLUK, TAHAKKUK, TAHALLUK VE ALLAH’IN İSİMLERİ

1.      Allah

Bu isim diğer isim ve sıfatlan cem eden zâtî isimdir.

Tahakkuk: Bu ismin delalet ettiği anlamları bilmek veya ulaşılamaz olarak belirttiği hususların sadece Zât-ı İlahiye ait olduğunu idrak etmek gerekir.

 

2.      Rahmân

Taalluk: Kul, emir âleminin (âlem-i emir/yaratılmış alem) dışında kalıp, insanlar tarafından algılanamayan varlıklara ulaşmak için Rahmân ismine ihtiyaç duyar.

Allah bu isimle nitelenebilir ama onunla insanlar nitelenemez.

 

3.      Rahîm

Mü’min bu isme, ebedi saadete ulaştıran özel bir rahmete ulaşmak amacıyla ihtiyaç duymaktadır.

 

Rahîm ismi, tamamen hayırla alakalı olup, hiçbir zaman zararı içermez.

 

Tahalluk: Bu isimle ahlaklanmış bir kul, Allah’ın merhamet edilmesini emrettiklerine merhamet eden, intikam alınmasını emrettiklerine de öfke duyan kimsedir.

 

4.      Melik

Taalluk: Kul bu isme, Allah’ın insanı yeryüzünde halife kıldığı alanda kendisini desteklemesi için ihtiyaç duyar.

 

Tahalluk: İnsanın iradesi, Allah’ın iradesine uygunluk arz ederse, arzu ettiği durum gerçekleşir. Bu durumda o kimse de melik olarak adlandırılır. Nitekim bu oluşum bir kutsal hadîste “Kul nafile ibadetlerle o dereceye ulaşır ki, Ben onun, gören gözü, işiten kulağı, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum” şeklinde vurgulanmıştır.

 

5.      Kuddûs

Taalluk: Bir mü’min, hem zihinsel anlamda safiyete ermede, hem eylem haline dönüşen bazı olumsuz fiillerini düzeltmede hem de nefsini kötülüklerden arındırmakta bu isme ihtiyaç duyar.

 

6.      Selâm

Taalluk: Kul kendini yanlışlıklara düşmekten korumak amacıyla bu isme ihtiyacını hisseder.

 

Tahalluk: Bu isim ile Kuddûs ismi arasındaki farka gelince, Kuddûs, arındırmayı gerektirecek bir husus olduktan sonra gerçekleşir. Selâm ise, arındırmayı gerektirecek bir eylem gerçekleşsin veya gerçekleşmesin devreye girer.

 

7.      Mü’min

Taalluk: Allah’tan gelen buyrukları ve O'nun gönderdiklerini tasdik etmek amacıyla bu isme gerek duyulmaktadır.

 

Tahakkuk: Mü’min, peygamber derecesinde bir tasdike ulaşırsa, ancak bu makamda o “musaddık” olabilir.

Tahalluk: Eğer kul, âlemle ilgili bütün haberleri tasdik ederse, ancak o zaman mü’min olur.

 

8.      Müheymin

Tahakkuk: Müheyminiyyet, varlığa şahitlik yapıp ve onlar hakkında değerlendirmede bulunmak demektir. Eğer evrendeki hareket ve sükûneti gözlemlemek ve onlar- daki hafiziyeti müşahede etmek istenirse, bu ismin tahakkuku gerekir. Mühey- min’de, hafîz ve rakîb isimlerinin anlamı da bulunmaktadır.

 

9.      Aziz

Taalluk: Mü’min Aziz ismine, kulak ve gözünün hak hükmüyle muamele etmesi için ihtiyaç duyar.

 

10.    Cebbâr

Taalluk: Kulun iç ve dış (zahirî ve bâtını) bütün organları ve duyularının kendi isteği doğrultusunda hareket ederek, iradesinin taalluk ettiği bütün alanlarda ona boyun eğmesi amacıyla bu isme ihtiyaç duyulur.

 

11.    Mütekebbir

Taalluk: Büyüklenmenin (tekebbür) hakikatinin kul da gerçekleşmesi, diğer varlıklar yanında kulun maddî ve manevî büyük olması amacıyla bu isme ihtiyaç duyulur.

 

12.    Hâlik

Hâlik ismine kul, kararlarında isabet amacıyla ihtiyaç duyar. Ayrıca, yapılması gereken işleri ve kulluk görevini yerli yerinde ve gereği gibi yapmak amacıyla bu isme muhtaç olur.

 

13.    Bâri

Örneği kendine ait Yaratıcı

 

Allah’ın mahlûkata yönelik genel kanunu şöyledir: Bir şey yaratıldığında (ihtira), daha önceden onun gibisi var değildir. Burada temel mesele, her mevcut mükemmel yaratılmıştır. Ortaya çıkartılan varlık, kendisine özgü, kendisiyle uyumlu bir oluşum içerisindedir. Hak Teâlâ benzer oluşumları oluşturmaktan münezzehtir.

 

Mü’min kul, bu isim sayesinde bütün varlıkların kendisine etki etmesinden uzak kalır. O, Rabbinin iradesi istikâmetinde başkalarını yönlendirir.

 

14.    Musavvir

(Şekil ve suret veren)

 

Taalluk: Kalp ve zihne doğan manaların anlaşılması ve tasavvur edilmesi amacıyla bu isme ihtiyaç duyulur.

 

Tahalluk: Kul da, sorumlu olmakla birlikte saadet kaynakları olan ibâdet ve mârifetullah alanlarında oluşan özel suretlerin belirginleşmesi, bu ismin tahalluk alanıdır.

 

15.    Gaffâr

Taalluk: Kul kendini, ebedi huzursuzluğa götürecek her türlü düşünce ve hareketten korumak ve korunmak amacıyla bu isme ihtiyacını hisseder.

 

16.    Kahhâr

Tahakkuk: Bu isim, kullar arasında Rabblik iddiasında bulunan kimselerin, öyle olmadıklarını göstermek amacıyla tahakkuk eder.

 

Tahalluk: Kul, nefsinin arzuları ve düşmanlarının kendisini kuşatması karşısında kendisini korumak zorundadır. Böyle bir durumda olan kimse, bu ismin gerekleri doğrultusunda dâhili ve harici düşmanlara karşı koyma ve üstünlük gücü kazanır. Kul böyle bir durumda, çatıştığı kimse ve nesnelere karşı koymak için, Kahhar ismiyle ahlâklandığı nisbette “Kahr’ı” (üstünlük) artacaktır.

 

17.    Vehhâb

Bol bol hibede bulunan

 

18.    Rezzâk

Tahakkuk: Rezzâk, varlıkların bekaları için, ihtiyaçlarını onlara ulaştıran demektir. Bu geniş anlamıyla rızık verme, ruhların ve bedenin gıdası şeklinde gerçekleşir.

 

19.    Fettâh

Hayır kapılarını açan

 

Tahakkuk: Görünen âlem olan âlem-i şehadet’in ötesindeki kapalı boyutlara ulaştıran hissî ve manevî mertebeler doğrultusunda, o dünya ötesi boyutlara ulaşmak ancak kalp gözünün açılmasıyla gerçekleşir. Bu ise Fettâh ismiyle tahakkuk eder.

 

20.    Alîm

Taalluk: Kul, bilgiye yönelik bütün alanlarda, doğru ve yanlışa müteallik tüm hususları elde etmek için, bu isme ihtiyaç duyar.

 

21.    Kâbiz/Kâbıd

Taalluk: Allah tarafından lütfedilen maddî, manevî ve hissî, ahlakî ve edebî niteliklere ulaşmak, onları yerli yerince kullanmak, kendi hayatında hakîm kılmak ve başkalarına sunmak amacıyla Kâbiz adına ihtiyaç duyulur.

 

22.    Bâsit

Taalluk: Kul bu isme, meşru hürmetin ötesinde maddî ve manevî bir saygınlık beklemeksizin, insanlara huzur ve mutluluk verecek bir konuma gelmek amacıyla ihtiyaç duyar.

 

23-24. Hâfid Râfi'

(İstediğini Alçaltan ve Yücelten)

 

Hâfiz ve Râfi’ isimlerinden Hâfiz, yüceler yücesi bir makâma yükseltmek amacıyla bahtiyar kimselerin ağırlık ölçülerini düşüren demektir. Râfi ise, isyan¬kâr insanların ağırlıklarını aşağı çekerek, onların aşağıların aşağısına alçalmasını sağlar.

 

25. 26. Muizz ve Müzill

(Aziz ve Zelil kılan)

 

27. 28. Semi’  ve Basîr

(Her şeyi işiten ve Her şeyi gören)

 

Bir kimseyi Allah severse, sahîh hadîste geçtiği üzre onun gören gö¬zü ve işiten kulağı olur. Hakkı gören ve duyan bir kimse de, o alanlarda korku duymaz.

 

29.    Hakem

Tahakkuk: Hakem, mutlak anlamda hüküm, kaza ve kader alanında yetkinliğe sahip olmak demektir. Kaza, hükmün ezelde yürüklükte olmasıdır. Kader ise, hükmün yürüklüğe girmesi zamanıdır.  Hakem de, kazanın mahallinde gerçekleşmesidir.

 

30.    Adl

Adl, hüküm ve hikmet açısından hakka yönelmek demektir.

 

31.    Latif

(En ince noktalara kadar ihtiyaçları gören gözeten)

 

Taalluk: Kul, âlemde şükredilen veya kaçınılan önemli ama gizli hallere muttali olmak için, bu isme ihtiyaç duyar.

 

Tahalluk: Kul, gizli zikrin ve ibâdetin sırrını kendisinde saklı tutmamalı. Yine kendisinden geldiği fark edilmeksizin, hissî, manevî, halk ve hakka yönelik faydalı hal ve bilgileri, yetkililere sunması gerekir, ancak böylece Latîf isminin tahalluku yerine getirilmiş olur.

 

32.    Habîr

Tahalluk: Kul, mahlûkatın oluşumunun bir amaç doğrultusunda gerçekleştiğini bilmesi gerekir. Bu durumda kul ihtibarını (bilgisini), evrenin yaratılış gayesinde değerlendirmelidir. Böyle bir ihtibar sonucu elde edilen bilgi sahibi, Habîr olur.

 

33.    Halîm

Tahakkuk: Özellikle güç ve iktidara sahip olunduğunda, zillete düşürecek bir sorguya çekilmekten uzak kalmak demektir.

 

34.    Azîm

Tahakkuk: Yücelik, mutlak anlamda ulûhiyet niteliğini elde edene yakışır.

 

 

35.    Gafûr

Taalluk: Kul, maddî ve manevî olarak kendisine zarar verebilecek şeylerin kendisi ile arasında güçlü engellerin oluşması için bu isme ihtiyaç duyar.

 

36.    Şekûr

Taalluk: Allah’ın kendi rü'yetiyle seni nimetlendireceği günde seni mahcup etmemesi için bu isme ihtiyaç duyulur.

 

Tahakkuk: Şekûr isminin tahakkuku, Allah’ın ilminde bulunup da gizli kapaklı kalmış nimetlerin ortaya çıkmasıyla gerçekleşir. Nitekim Kur’ân’da “Eğer şükrederseniz nimetimi ziyadeleştiririm” (14:7) ifadesi doğrultusunda şükür, genel anlamda bir Hamd’i kastetmeyen, özel bir övgüye yönelik bir eylemdir. Zira şükür, bireysel olarak yapılan ihsana karşılık bir yüceltme olup, şükürle ifade edilir. Bu Allah’ın nimetinin bollaştığı bir sırlı alan olup, gizlenmesini emretmiştir.

 

37.    Aliy

Taalluk: Daha ötesi olmayan yüksek makamlara ulaşmak ve en üstün manevî dereceleri elde etmek için bu isme ihtiyaç duyulur.

 

38.    Kebîr

Tahakkuk: Arap Dilbilgisi kuralları açısından “fa’îl” vezni, bir üstünlük karşılaştırmasını gerektirmez. Zira bu dilbilgisi kalıbının yüklediği anlamın üzerinde bir üst mertebe yoktur.

 

39.    Hafîz

Taalluk: Kendini maddi ve manevi bütün boyutlarıyla kontrol altında tutmak ve senin dışındakileri koruma konusunda destek almak amacıyla bu isme muhtaç olursun.

 

40.    Mukît

(Gıda veren, bakıp koruyan)

 

Tahakkuk: Mukît, kuvvet veren demektir. Bu özel bir rızık olup, bünyeni güçlendirir. Ancak bu rızık, Rezzâk isminin tecellisiyle ortaya çıkan rızık değildir. Mukît, vakitleri ve güçleri takdir eden, bilen demektir.

 

Tahalluk: Gerektiği kadarıyla, zaman, zemin ve ölçüsünü ayarlayarak, ihtiyaç sahiplerinin, hissî ve manevî gereksinimlerini karşılamak, bu ismin tahallukudur.

 

41.    Hasîb

(Her şeye yeten)

Taalluk: Kul, nefeslerinin hesabını vermek ve yeterli derecede rızıklanmak amacıyla bu isme ihtiyacını hisseder.

 

42.    Celîl

Taalluk: İnsanların imrendiği bir makama ulaşmak için, bu isme muhtaçsın. Yine insanların sana büyük saygı göstereceği bir tevazua sahip olmak amacıyla bu isme ihtiyaç duyarsın.

 

43.    Kerîm

Taalluk: Kendini ahlakî güzelliklerle donatmak ve olumsuzluklardan uzak tutmak amacıyla bu isme ihtiyaç duyarsın.

 

Vermek, seçkin bir niteliktir. Bunun için, var olmaya ve takdire ihtiyaç du¬yulur. Vâhib ise, insanları nimetlendirmek için verendir. Bu tür farklı kavramlar ıstılah açısından değerlendirilmelidir, içerik ve anlam açısından değil.

 

44.    Rakîb

(Gözetleyip kontrol eden)

Taalluk: Hareket ve düşüncelerde herhangi bir yanlışlık yapmamak, ilahî buyrukların sınırları doğrultusunda davranmak amacıyla bu isme ihtiyaç duyulur.

 

45.    Mücîb

(Dualarına icabet eden)

 

Taalluk: Duaların kabul edilmesi, Allah’ın yasakladığı alanlarda yapılan duaların kabul olmaması, O'nun tensip buyurduğu konularda yapılan dua ve arzulara icabet edilmesi için bu isme ihtiyaç duyulmaktadır.

 

46.    Vâsi'

(İlim ve rahmetiyle her şeyi kuşatan)

 

Taalluk: Allah’ın rahmetine sınırlı bir şekilde ulaşmak ve evrendeki her şeyin sana açılmasını istemek için bu isme muhtaçsın.

 

Bu ismin gereği olarak bir kul, bütün bela ve sıkıntılara katlanır ve gerçekleşen her olay ve oluşumda Allah’a yönelik bir bağlantı kurar.

 

47.    Hakîm

(Her şeyi yerli yerinde vaz' eden)

 

Taalluk: Allah, bütün varlıkları yerli yerinde belli bir düzen, zaman ve mekân içerisinde oluşturduğu ve konumlandırdığı gibi, seni de bu özelliklerle nasiplendirmesi için bu isme ihtiyaç duyarsın.

 

48.    Vedûd

(Seven ve sevilen)

 

Taalluk: Allah sevgisinin sende devamlılığı ve O’nun sevdiği niteliklerin hayatında yeşermesi için bu isme ihtiyaç duyarsın.

 

49.    Mecîd

(Çok şanlı)

 

50.    Bâis

(Ölümden sonra dirilten)

 

…çaba ile manevî makamlarından istifade edebilecek bir duruma ulaşmak amacıyla bu isme ihtiyaç duyarsın.

 

51.    Şehîd

(Her şeyi ra’yel ayn bilen)

 

Tahakkuk:

Şehîd, var oluşum sürecinde, senin yanında olan ve gören demektir.

 

“Allah’a, O’nu görüyormuşçasına kulluk et, sen onu göremesen de o seni görüyor ya”.

 

52.    Hakk

Taalluk: Sadece hakkı konuşmak, hakla yürümek, hakkı gerçekleştirmek amacıyla hakça hareket etmek ve durmak için bu isme ihtiyaç duyarsın.

 

53.    Vekîl

Taalluk: Allah’ı vekil olarak edinmek için bu isme ihtiyaç duyarsın.

 

54.    Kaviy

Taalluk: Kişi, kendisinin buyruklarına karşı gelen ve istediklerini yerine getirmekten kaçman kimselere hakim olmak, onlara üstün gelmek amacıyla bu isme ihtiyacını hisseder.

 

Tahalluk: Kavîy, sorumlu tutulduğu ibadetlerin ağırlığına karşı Allah tarafından kuvvet kazandırılan demektir. Bu isim sayesinde bir şahıs himmetiyle gelişmelere sahip olur.

 

Allah'ın en güçlü kulu, sol elinin bilmeyeceği şekilde sağ eliyle sadaka veren mü'mindir”

 

55.    Metîn

Taalluk: Kul, kendi içindeki ve dışındaki olumsuz olgulardan etkilenmemek ve korunmak amacıyla bu isme ihtiyaç duyar.

Tahalluk:

Dininde, hevasının etkisinde kalmaksızın dayanıklılık gösteren kimseye metîn denir. Ayrıca varlıklarda Hakk’ı müşahede etmekle kendisinde tecellî eden hakikati nefsin arzuları noktasında kullanmamak, Metîn adının tahallukudur.

 

56.    Velîy

Taalluk: Kişi, Allah dostları arasına katılmak istediğinde bu isme ihtiyaç duyar.

 

57.    Hamîd

 

58.    Muhsî

Tahakkuk: Muhsî, Hakk’ın her şeyi tek tek ve bütün ayrıntılarıyla bilmesi demektir.

Tahalluk: Bu isimle ahlâklanmış kul, hak ve ödevlerini gözetmekle, hâlini değerlendirdiği ölçütü elinden düşürmeyen kuldur; böylece nefeslerini ve vakitlerini kontrol eder.

 

59.    Mübdi’

(İlk yaratan)

 

Taalluk: Amellerdeki niyetin ihlâslı olması ve Allah'a yakınlaştırıcı bir nitelikte bulunması için bu isme ihtiyaç duyulur.

 

Mahlûkatın Allah'ın ilminden, varlıklarının şekillendiği bir boyuta çıkması, İbda' demektir.

 

60.    Mu'îd

(Hayattan sonra ölümü, ölümden sonra da hayatı geri veren)

 

Taalluk: Kul, Allah’ın yapılmasını emrettiği ibadetlerde sürekliliği kazanmak amacıyla bu isme ihtiyaç duyar.

 

Tahalluk: Bir eylemin geçmişte olduğu hal üzere yeniden oluşmasına iâde denir.

Sende oluşturulan ve sana nispet edilen fiilin iâdesi, Allah’a aittir. Mu’îd ismiyle tahalluk bu şekliyle gerçekleşir. Bu ise, ibadetin ruhudur. Kul ibâdetinde Hakkı müşâhede etmekten habersiz kalmaz ve Rab Teâlâ’nın kulluğunu yerine getirir.

 

61.    Muhyî

Taalluk: Kişi, kalbinin ilimle hayat bulması ve uzuvlarının ibadetle dirilmesi için bu isme ihtiyaç duyar.

 

62.    Mümît

(Ölümü yaratan)

 

Taalluk: Gaflet ile Allah’ı anmaktan uzaklaşarak kalbinin ölümünden kurtulmak amacıyla bu isme ihtiyaç duyulur.

 

63.    Hayy

Taalluk: Kul, yaşamını ahiret hayatıyla bağlantılı olarak sürdürmek için bu isme ihtiyaç duyar.

 

64.    Kayyûm

(Kendi kendine kaim olan)

 

65.    Vâcid

(Dilediği her şeyi bulan)

Taalluk: Kul, herhangi bir ihtiyaç belirtmeksizin, bütün isteklerinin karşılanabildiği bir hali kesbetmek amacıyla bu isme ihtiyacını hisseder.

 

66.    Mâcid

(Şanlı, namlı)

 

Taalluk: Ku isme olan ihtiyaç, Allah katındaki bütün şerefli makamlara ulaşmak adına duyulan bir ihtiyaçtır.

 

67.    Vâhid

 

Taalluk: Kişi, Allah’ın kendisini kendi zamanının ve zemininin biricik kimsesi yapması için bu isme ihtiyacını hisseder.

 

68.    Samed

Tahakkuk: Samed, bilinen ve bilinmeyen, gizli âşikar bütün durumlarda kendisine sığınılan demektir.

 

Tahalluk: Kul, Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak konumuna gelir ve tüm ahlaki güzelliklerle bezenirse, mahlûkatın iyi-kötü, Rahmânî-insanî bütün arzu ve isteklerinin karşılanacağı bir konum olan Allah’ın nazarının tecelli ettiği makama ulaşır.

 

69.    Kâdir

Taalluk: Kul, Allah’ın uygulanmasını emrettiği hususlara güç kazandırması ve kendisini rızıklandırması amacıyla bu isme ihtiyaç duyar.

 

70.    Muktedir

 

71.    72. Mukaddim, Muahhir

Tahakkuk: Mukaddim ve Muahhir, emredilen hususlarda kendisini veya başkasını öne çıkaran, bazı konularda ise geri çekilen demektir.

 

73. 74. Evvel,  Âhir

“Allah’ı neyle tanıdın?” diye sorulduğunda o, “İki zıt değeri kendisinde birleştirmesiyle” cevabını vermiş

 

75. 76. Zâhir,  Bâtın

Taalluk: Kişi kendisini, Allah’ın razı olduğu mekân ve makamlarda ortaya çıkarması, hoşlanmadığı ortamlarda ise, gizlemesi açısından bu isimlere ihtiyaç duyulur.

 

77.    Birr

(İyilik eden)

 

Taalluk: Kul, ibadetlerini yerli yerince en güzel bir surette yerine getirmek için bu isme ihtiyaç duyar.

 

78.    Tevvâb

Taalluk: Bu mübârek isme, her hal ve zamanda ihtiyaç duyulur.

 

Tahakkuk: Tevvâb, her halükarda olumsuzluklardan olumlu hale dönmek veya adem (yok) hükmünde olan terke yönelmek demektir.

 

Tahalluk: Tevvâb ismi, her türlü durumda kulun kendisini veya bir başkasını Rabbine yöneltmek şeklinde ortaya çıkar.

 

79.    Müntakim

(Suçluları tecziye eden)

 

Taalluk: İnsan nefsine hoş da gelse, Allah’ın yasakladığı durumlardan kendini korumak amacıyla bu isme ihtiyaç duyar.

 

Tahalluk: Mü’min olsun kâfir olsun bütün insanlara izin verilen ölçüler içerisinde dinin kurallarını uygulamak, bu ismin tahallukunu oluşturmaktadır.

 

80.    Afüv

Taalluk: Allah’ın her halükarda bağışlaması için bu isme ihtiyaç duyulmaktadır.

 

81.    Raûf

Taalluk: Kendine ve başkalarına merhametli olmak (rahmet) ve şefkatte bulunmak (re’fet) amacıyla bu isme ihtiyaç duyulur.

 

82.    Mâlikü'l-Mülk

Taalluk: Allah’ın rububiyeti karşısında, ubudiyete yönelmek amacıyla bu isme ihtiyaç duyulmaktadır. Bu O’nun mülkü olmanın ötesindedir.

 

Tahalluk: Bir kul, kendi nefsini Allah’ın mülkü olarak görürse, kendisi aleyhinde hiçbir şey ileri sürülemez ve hiçbir gün özgürlükle vasıllanamaz. Zira hiç bir şey, onu kendisinden uzaklaştırmaz.

 

83.    Zü'l-Celâli ve'l-İkrâm

Taalluk: Bir kul kendisini saygı duyulan ve önemsenen bir konuma getirmek için bu isme ihtiyaç duyar.

 

84.    Vâlî

Taalluk: Kul, velâyeti ve emri altına verilenler konusunda fazilet ve adaleti uygulamak amacıyla bu isme ihtiyaç hisseder.

 

85.    Müteâlî

Taalluk: Kişi, Allah’ın, alçakgönüllükle kendisini rızıklandırması için bu isme ihtiyaç duyar. Zira bir kutlu hadîste “Allah rızasını kazanmak için tevazu gösteren kimseyi O, yüceltir”. Buyrulmuştur.

 

86.    Muksit

(Adaletle hükmeden)

 

87.    Câmi’

Taalluk: Allah’a yönelmekten uzaklaşan kul, Allah’ın Kendisine yönlendirmesi ve Kendisine kavuşturması için bu isme ihtiyacını hisseder.

 

88.    89. Gani, Muğnî

Taalluk: Kul güzel isimlerle, karşılığını vermesine beklemeden, Allah'a dua ve niyâzda bulunmak maksadıyla ihtiyaç duyulur. Yine kulun kendi vasıtasıyla diğerlerine ihsanda bulunmak için bu isme ihtiyacı olacaktır. Bu o şerefli kulu başkalarına muhtaç olmaktan da alıkoyacaktır.

 

90.    Mâni’

(İstemediği şeyleri vermeyen)

 

Taalluk: Dininde ve sahip olduğu değerleri bozacak ve fesada uğratacak her şeyden uzak kalmak amacıyla bu isme ihtiyaç duyulur.

 

91. 92. Dârr, Nâfi'

(Zararları yaratan- Faideli şeyler veren)

 

Tahakkuk: Dârr, elem veren veya acı ve ızdırap sebeplerini yaratan demektir. Elemi so¬nuç veren etken, zevk verici veya zevksiz olabilir. Nâfi ise, lezzet ve zevk sebep¬lerini veren demektir. Bu hissî ve manevî bütün alanlarda söz konusudur.

 

93.    Nûr

Taalluk: Her türlü konuda doğruya ulaştıracak bir nura kavuşmak amacıyla bu isme ihtiyaç duyulur.

 

Tahakkuk:

Nur, Zât-ı İlahiye uygunluk demektir.

 

94.    Hâdî

Taalluk: Kişi, kendisini saâdete kavuşturacak olan Allah katındaki hidâyet yollarına ulaşmak amacıyla bu isme ihtiyacını hisseder.

 

95.    Bedi'

Taalluk: Kişi, Allah katında insanların ulaşabileceği yüce makamlardaki benzerliği aşmak için bu isme muhtaçtır.

 

96.    Bâkî

Taalluk: Hakkın bekasını gösterdiği kul, Hakkın dışında hiç kimsenin kalıcı olmadı¬ğını görür; yok oluşun her şeyi kapsadığını anlar. Böylelikle her şey helak olup gidicidir O’na bakan yüzü müstesna âyet-i çelilesi kendisine açılır. Her daim varlığın helâk olmayan yüzünü arar.

 

97.    Vâris

Taalluk: Kişi kendisini âlemlere rahmet olan Hz. Peygamberin sünnetine bilniyet, bilkasd ve bilfiil muvaffak kılması için bu isme ihtiyacını hisseder.

 

98.    Reşîd

(Doğru noktaya ulaştıran)

 

Taalluk: Kişi kendisini saâdete erdirecek her türlü vasıtaların kendisine nasip kılınması için bu isme ihtiyaç duyar.

 

99.    Sabûr

Taalluk: Kul, Allah Teâlâ’nın dünya ve ahret işlerinde kendisine yararlı olacak nimetleri kendisinden uzak tutmaması için bu isme ihtiyaç duyar.

 

SONUÇ

Salât ve Selâm efendimiz ve “Hâtemü'n-nebî” Muhammed'e, kutlu ailesine ve arkadaşlarına olsun. Yardım Allah'tandır.

…