5 Ocak 2012 Perşembe

Tzvetan Todorov – Eleştirinin Eleştirisi

Tzvetan Todorov – Eleştirinin Eleştirisi

Fransızlar okumuyorlar.

Eleştiri edebiyatın yüzeysel bir eklentisi değil, gerekli bir ikinci yüzüdür. (s. 1)

Bu kitapta 20. Yüzyıldaki birkaç eleştiri kitabının anlamı, hem de tanrıtanımaz olmayı bırakmadan hiççiliğe karşı çıkma olasılığı söz konusu edilecektir. (s. 2)

Bir şiir anlam belirtmemeli
Ama var olmalı, (Archibald MacLeish) (s. 4)

Eğer bir insanı kendisi için seversek ondan haz duyarız, başka bir şey için seversek onu kullanırız. (Aziz Augustinus) (s. 5)

Şiir cumhuriyetçi bir söylemdir, kendi kendisinin yasası ve kendi kendisinin amacı olan bir söylemdir. (Friedrich Schlegel)

Demek ki, burada içkin bir edebiyat anlayışı söz konusudur.

Spinoza metinlerin gerçekliğinin araştırılmasının bırakılıp, onlarla yalnızca anlamları açısından ilgilenilmesi gerektiğini belirtir. (s. 6)

İleride okuyacağınız satırlar yalnızca bir “yetişme romanı”dır (Bildungsroman), bitmemiş bir “yetişme romanı”dır. (s. 10)

Rus Biçimcilerinde şiir dilinin “standart kuramı” diye adlandırılabilecek kuram, belirgin biçimde, hareketinilk ortak yayını olan Şiir Dilinin Kuramı Üstüne Derlemeler’in birincisinde, L. Yakubinski’nin imzasıyla kendini gösterdi.

Pratik amacın bütünüyle ortadan kalkmamakla birlikte ikinci plana itildiği, dolayısıyla dilsel gösterimlerin de bir özerk değer kazandığı başka dilsel dizgeler de düşünülebilir. (Yakubinski)

Şiir de bu “başka dilsel dizgeler”in bir örneğidir. (s. 12)

Pratik dil, doğrulamasını kendi dışında, insanlararası iletişimde bulur; bir araçtır, amaç değildir. (s. 13)

Şiir diline özgü biçimci öğretinin çerçevesi Kant estetiğidir; buna bir de, Kant estetiğinin Alman Romantizmi dönemindeki gelişmesini eklememiz gerekir. Güzelin ve sanatın tanımı olarak öz-ereklilik fikri doğrudan doğruya Karl Philip Moritz ile Kant’ın estetik yazılarından gelir.

Güzel bir nesne karşısında, yalnızca bu nesnenin kendisi için haz duymalıyım. … nesne kendi içinde tamamlanması gereken bir şey olamlıdır. (Mortiz) (s. 19)

Şiirsel imge, izlenimi güçlendirme aracıdır.

İmgenin amacı, taşıdığı anlamı kavrayışımıza daha yakın kılmak değil, nesnenin özel bir algılanışını yaratmaktır, “tanınması”nı sağlamak değil de, “görüntü”sünü yaratmaktır. (Şklovski) (s. 23)

Yabancılaştırma etkisi, oyuncu yabancı bir yüz oluşturup kendi yüzünü tamamıyla sildiğinde meydana gelmez. Oyuncunun yapması gereken şey iki yüzün üst üste geldiğini göstermektir. (Brecht) (s. 44)

Yabancılaştırma etkisi epik tiyatronun özü gibi bir şeydir; bütün öteki nitelikler buna bağlanabilir. (s. 45)

Şairler dili kullanmayı reddeden kişilerdir. … Şair kendini araç-dilden bir hamede geri çekmiştir; sözcükleri göstergeler değil de şeyler olarak kabul eden şiirsel tutumu seçmiştir kesinlikle. (Sartre) (s.50)

Edebiyat nesnesi tuhaf bir topaçtır, yalnızca devinim halindeyken vardır. Onu yüzeye çıkarmak için okuma olarak adlandırılan somut bir edim gerekir ve o ancak okuma boyunca varlığını sürdürür. (Sartre)

Sartre’ın bu kitabının (Edebiyat Nedir) bütün yapısı okumanın ve okurun önemini doğrulamaya yönelir. (s. 52)

Bütün kitapları kapattıktan sonra, “peki ama Blanchot’nun yapıtları bize neden söz ediyor?” diye sorarsak, böyle bir soruya yanıt vermenin olanaksız olduğunu, böyle bir sorunun yanıtının bulunmadığını hissederiz. Bir söz konuşur; ama hiçbir şey söylemez, konuşmaktan başka bir şey yapmaz; boş sözdür ama hiçde boşluğun sözü değildir, göstermez ama belirtir ve böylece bu söz aracılığıyla bilinmeyen bile açığa çıkar ve bilinmeyen olarak kalmayı sürdürür. (s. Roger Laporte) (s. 62)

Bir yanda yararlı söz vardır, aygıt ve araçtır; eylemin, çalışmanın, mantığın ve bilginin dilidir, doğrudan doğruya aktaran ve her iyi alet gibi, kullanmanın düzenliliği içinde ortadan kalkan dildir bu. Öte yandaysa, şiirin ve edebiyatın sözü yer alır: Burada, konuşmak, artık geçici, bağımlı ve alışılmış bir araç değildir; kendine özgü bir deneyim içinde kendini gerçekleştirmeye çalışır. (Mallarmé)

Gündelik dilin sözcüğü “kullanıma yöneliktir,
Öze (temele) ilişkin söz ise, bunun karşıtıdır.
Hiçbir şeyi benimsettirmeye çalışmaz.

Şiirin sözü geçişsiz bir sözdür, hizmet etmez, anlam belirtmez, vardır yalnızca. (s. 63)

Blanchot’nun anahtar sözcükleri; köken, başlangıç, arayıştır. (s. 63/64)

Sanatın ileri sürmek istediği şey sanatın kendisidir. Araştırdığı, gerçekleştirmeye çalıştığı şey, sanatın özüdür. (Blanchot) (s. 64)

Blanchot’nun en beğenmediği üslup sanatı oksimorondur. (s. 67)

Barthes, “içimde kaybolmayan bir istek var, sevdiklerimi betimleme isteği” demişti.
İnsan sevdiği şeyden söz etmekte her zaman başarısız kalır. (s. 74)
Brecht’in şu sözünü kendime uygulayabilseydim ne kadar mutlu olurdum: “O başka kafalar içinde düşünürdü; kendi kafasında da kendisinden başka olanlar düşünürdü. Gerçek düşünce budur işte. (Barthes) (s. 75)

Dostoyevski Poetikasının Sorunları
Birbirinden oldukça bağımsız üç bölümden oluşuyordu: İlki Dostoyevski’nin roman evreniyle ilgili bir savın felsefe ve edebiyat terimleriyle sunulması ve aydınlatılmasıydı; ikincisi Sokrates türü diyaloglar, Antik Menippos Yergisi türü ve Ortaçağ karnaval üretimleri gibi küçük edebiyat türlerinin açıklanmasıydı; üçüncüsüyse Dostoyevski romanlarının incelenmesiyle aydınlatılan bir üslup incelemeleri programı içeriyordu. (s. 79/80)

Bahtin’in Biçimcilere yönelttiği ilk eleştiri ne yaptıklarını bilmiyor olmaları, kendi öğretilerinin kuramsal ve felsefi temelleri üzerine düşünmüyor olmalarıdır.

Yazınbilimin konusu edebiyat yapıtının kuruluşu olmalıdır. (Medvedev) (s. 82)

Bahtin, romantik öğretiyi kendi arılığı içinde yeniden kurar.
Romantik estetik aşkınlıpa değil de içkinliğe değer verir. (s. 83)

Yaşamın bir anlam kazanabilmesi ve bu yolla estetik kurtluşun olası bir bileşeni durumuna gelebilmesi ancak dıştan bir bütün olarak görüldüğünde olanaklıdır; yaşamın bütünüyle başka birinin ufku içine girmesi gerekir; anlatı kişisi açısından da bu başka biri, elbette yazardır: Bahtin’in yazarın “dışsal konum”u (egzotopi) diye adlandırdığı şeydir bu. Demek ki, yaratım, bir insan ilişkisi biçiminin özellikle tamamlanmış bir örneğidir: İki kişiden birinin öbürünü bütünüyle kuşattığı ve bu yolla onu bütünleyip anlamla donattığı bir örnektir bu. (s. 84)

Dostoyevski, yazar ile anlatı kişisi arasındaki ilişkileri, “ben-şu” değil de “ben-sen” arasındaki ilişkilerle bir tutan bir yazar olacaktır.

Bahtin’in gözlemine göre bizlerin çağdaş dünyasında mutlak bir gerçeği üstlenmek olanaksızdır ve insanın, kendi adına konuşmak yerine alıntılar yapmakla yetinmesi gerekir.
İroni bizim bilgeliğimizdir ve kim günümüzde gerçekleri söylemeye cüret edebilir ki? İroniyi dışlamak, kararlı olarak “budalalığı” seçmek, kendi kendiyle yetinmek, kendi ufkunu daraltmak demektir. (s. 86)

Gerçek bir romanda Einstein’ın dünyasında olduğu gibi ayrıcalıklı bir gözlemciye yer yoktur.
Bir romanın içine “mutlak gerçeğin katılması” ancak bir “teknik hata”dan ileri gelebilir, çünkü romancının “bu mutlak yargıları taşıma hakkı yoktur”. (s. 87)

(Dostoyevski) O, hatayla, ama İsa’yla birlikte kalmayı yeğler.
Dostoyevski gerçek ile İsa’yı karşı karşıya getirmez, onları “bakış açıları” ya da “inançlar” felsefesiyle karşı karşıya getirmek için özdeş kılar.
Dostoyevski’nin bütün ana kahramanları, fikir adamları olarak, tamamıyla çıkar gözetmeyen kişilerdir, çünkü fikir, kişiliklerinin derin çekirdeğini gerçekten ele geçirmiştir.

Yaşamın egemen fikri görünür olmalıdır –yani, egemen fikrin bütünü sözcüklerle açıklanamayacak ve sürekli gizemli kalacak olsa da, okur bu fikrin inançlı (samimi) bir fikir olduğunu her zaman anlamalıdır. (Dostoyevski) (s. 89)

İnsan bilimlerini doğa bilimlerine göre düzenlemek, insanları, özgürlüğü tanımayan nesnelere indirgemektir.
Anlam özgürlüktür, yorum da onun araştırılmasıdır. (s. 100)

Frye, en azından dört farklı eleştiri türünü uygulamış çok üretken bir yazardır. (s. 101)

Eleştiri I
Eleştiri bilim olmak zorunda (s. 102)

Göz önüne alınan alan ne olursa olsun, işin içine bilimin katılması sonucu kaosun yerini düzen alır, yalnızca rastlantı ile sezginin bulunmuş olduğu yerde de sistem ortaya çıkar; bilim aynı zamanda bu alanın bütünlüğünü dış istilalardan korur. (Frye) (s. 103)

Frye’ın özgül katkısı ne edebiyata içten yaklaşımı zorunlu tutmaktadır ne de sağduyudan kaynaklanan bir sistemli tutumda karar kılmaktadır; onun katkısı bu ikisini birleştirmeyi bilmesidir. (s. 104)

Bir eleştirmen yorum yaptığında, ele aldığı şairlerden söz eder; değerlendirme yaptığındaysa kendisinden ya da olsa olsa döneminin temsilcisi olarak kendisinden söz eder. (s. 106)

Edebiyat, Frye’a göre, söyleminin özerkliğiyle tanımlanır, bu özellik de edebiyatı yararcı dille karşı karşıya getirir:
Bu türden özerk bir dilsel yapıyla karşılaştığımız her seferinde, edebiyatla yüz yüze geldik demektir. Bu özerk yapının var olmadığı her seferde de insan bilincine yardımcı olmak ya da herhangi başka bir şeyi anlamak için araç olarak kullanılan dille, sözcüklerle karşı karşıyayız demektir. (Frye) (s. 108)

Kutsal Kitap, Blake’in de dediği gibi, “sanatın büyük şifresi”dir.
Nasıl Bahtin bütün yaşamı boyunca Dostoyevski’nin bir tür sözcüsü olarak kalmışsa, Frye da Blake’in sözünü ettiğimiz sezgisini güçlendirmiş ve açıklamıştır yalnızca. (s. 117)

Yorumlayıcının temek işlemi sonuçta hep aynıdır: Çözümlediği metnin başka bilgi ögeleriyle bağıntı kurmasını sağlar, bu ögeler de sonunda metnin bağlamını oluşturur. Bir sayfa okunurken başvurulan en önemli bağlamlar hangileridir?
Schleiermacher bunların sayısının iki olduğunu saptıyordu. Bir yandan, döneminin dilinin bilinmesi gerekecektir; bu dil, bir sözlük ve dilbilgisiyle simgelenebilir; Schleiermacher bunu “dilbilgisel” yorumlama olarak adlandırıyordu. Öte yandan, çözümlenen sayfa ait olduğu bütünce’nin içine, yani içinden alındığı yapıta, aynı yazarın bütün yapıtlarına, hatta onun bütün yaşamöyküsüne katılmalıdır; Schleiermacher bu yorumu “teknik” olarak adlandırıyordu. (s. 122/123)

Edebiyat
Tanım(lama)
Okurlar için yazılmış her şey…
Edebiyatın daha önceki tanımlarına yaptığınız itiraz, bunların edebiyatı bir sanata, yani estetik açıdan salt bir hayranlık nesnesine indirgemeleridir. Edebiyat, basit konuşma biçimlerine indirgenemez. (s. 141)

Edebiyat sanattır ama aynı zamanda da başka şeydir.
Duyguyu ve temsil etmeyi işin içine katar.
Bir yazar, genelde değerler ortaya koyar.
Edebiyat, toplumun değerlerine göre bir duruş sergileme aracıdır. (s. 142)

Başlangıçta, romantizm sonrası kuşağında (Baudelaire, Banville, Leconte de Lisle, Flaubert) şiirsel kötümserlik üstüne bir inceleme yapmayı düşünüyordum.
Bu kötümserliğin bir önceki kuşaktaki heyecanlar ile inancın birdenbire değişmesi olduğunu ve sonradan ne olup bittiğini anlamak için de bu açıdan araştırma yapmak gerektiğini anladım.
Sorunun kaynağı, Aydınlanma felsefecilerinin kendilerine mal ettikleri, insanlığın yazgısına ilişkin rolde yatmaktaydı. (Paul Bénichou) (s. 166)

Dogmatik eleştirmen bir tek sesi, kendi sesini duyurur; izlenimci deneme yazarı ve öznelcilik yanlısı bir yazar da aynı onun gibi davranır. Öte yandan, tarihsel eleştirinin ideali, kendinden hiçbir ekleme yapmadan yazarın sesini olduğu gibi duyurmaktır.
Özdeşleşme eleştirisinin ideali, kendisini özdeşleştiği kişiye yansıtarak onun adına konuşabilecek düzeyde olmaktır; yapısal eleştirinin idealiyse, kendini tümüyle soyutlayarak yapıtı betimlemektir. (s. 181)

Diyalojik eleştiri yapıtlardan söz etmez, onlara konuşur ya da daha doğrusu onlarla konuşur; yüz yüze gelen iki sesten birini yok etmeye karşı çıkar. (s. 182)

Diyalogun var olabilmesi için, gerçeğin ufuk olarak ve düzenleyici ilke olarak ortaya konması gerekir. (s. 183)

Romantikler ve onların pek çok mirasçısı, birbirleriyle yarışırcasına bizlere edebiyatın, amacını kendinde bulan bir dil olduğunu yineleyip durdular.
Edebiyatın insan yaşamıyla ilgisi vardır, gerçeğe ve ahlaka yönelik bir sistemdir edebiyat.
Edebiyat, yaşamı daha iyi anlamamızı sağlamasaydı, hiçbir değer taşımazdı. (s. 184)

Sartre şöyle diyordu: Düzyazı iletişimdir, gerçeğin ortaklaşa arayışıdır, tanımadır ve karşılıklı ilişkidir. …bu tanım sözcüğü sözcüğüne eleştiriye de uyar. (s. 186)

                                          Tzvetan Todorov
 

Çeviren: Mehmet Rifat & Sema Rifat
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Haziran, 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder