Rollo May – Yaratma Cesareti
Bir çağ ölürken, yenisinin henüz doğmadığı bir zamanda yaşıyoruz.
Bu sarsıntı çağında duyarlıkla yaşamak gerçekten cesaret istiyor.
Farkındalık (awereness) -> Anlama, algı, bilginin varlığını anlatıyor.
Duyarlık -> Bir şeyn sezgisel olarak duyumsandığı, ussal olarak algılandığı, bilindiği ve kabul edildiği durumlara uyar.
Uyanıklık -> Canlı bir farkındalık hali… (s. 39)
Kimsenin gidip de bize yol göstermek için dönmediği bir ormana dalmaya çağrılıyoruz.
Geleceğe doğru yaşamak
Pek az kişinin kavradığı derecede bir cesaret gerektirir.
Cesaret -> Umutsuzluğa rağmen ilerleyebilme yetisidir. (s. 40)
Cesaret tüm diğer erdemlerin ve kişi değerlerinin altında yatan ve onlara gerçeklik kazandıran temeldir. Cesaret olmaksızın sevgimiz salt bağımlılık olarak solar. Cesaret olmaksızın sadakatimiz uyumculuk halini alır.
Courage (cesaret) sözcüğü, “kalp” anlamına gelen Frasızca sözcük coeur ile aynı kökten gelir. (s. 42)
Yaratıklarda doğa ve varlık özdeştir. Oysa bir kişinin tümüyle insan olabilmesi sadece kendi kararlarına ve kendini bu kararlara bağlayışına dayanır. (s. 43)
Gövde benliğin güzel bir şey olarak ifadesini oluşturacak, diğerleriyle duygudaşlık kurmanın bir yolu ve hazzın zengin bir kaynağı olarak değerlenecek. (s. 44)
Karışmak istemediğimizde, doğru olmayan bir muameleye tabi birine yardım edip etmemenin bahsiyle bile karşılaşmak istemediğimizde, algımızı engellediğimiz, kendimizi başkasının acısına kapattığımız, yardıma gereksinen kişiyle duygudaşlık bağımızı kopardığımız hepimizce bilinebilir bir gerçekliktir. Böylece korkaklığın günümüzdeki en hakim şekli “karışmak istemedim” deyişinde gizlenir. (s. 45)
Karşıt da olsalar, tek başınalık da, dayanışma da, sanatçının sadece kendi çağı için anlamlı olmakla kalmayıp gelecek kuşaklara da seslenecek bir eser yaratması için esastır.
Her cesaret çeşidinde rastladığımız paradoks: Kendimizi tüm bir dolulukla adamalıyız, ama aynı zamanda yanılıyor olabileceğimizin de farkında olmalıyız.
Kendi tavırlarının doğruluğundan mutlak bir şekilde emin olduklarını iddia edenler tehlikelidirler.
Kendilerini adama ve şüphe arasındaki ilişki hiçbir şekilde uzlaşmaz değildir. (s. 48)
Tamamıyla inanmak ve aynı zamanda şüpheleri olmak hiç de çelişkili değildir: Doğruya daha büyük bir saygı beslemek, doğrunun verili bir anda söylenen ya da yapılandan her zaman daha öteye gittiğinin farkında olmaktır. (s. 49)
Giotto’da resme bakmakta olan bir insan gerekir; ve insan resme ilişkin duruşunu bir birey olarak almalıdır. Böylece, Rönesans’ta merkezileşecek olan yeni hümanizm ve doğayla yepyeni ilişki burada doğmuştur. (s. 51)
Yaratıcı edim başkaldırıdan doğar. Yaratıcılık sadece gençlik ve çocukluğumuzun masum kendiliğindenliği değildir; yetişkin bir insanın tutkusuyla birleştirilmelidir. –Kişinin ölümünden öte yaşama tutkusu. İnsanlık durumumuza en çok uyan sembol, Michelangelo’nun yaptığı, taş kapanlarında kıvranan, çırpınan esirlerin bitmemiş heykelleridir.
Sanatçılar genellikle kendi iç imgeleri ve hülyalarına dalmış yumuşak huylu insanlardır.
Sanatçılar, insanoğlunun süregelen kafa tutma gücünün taşıyıcılarıdır. Kendilerini, kaosun içine ona biçim vermek için gömmeyi severler.
“Şair şiirlerini öfkesinden çıkarır” Stanley Kunitz (s. 57)
Çocuğun bir köpeği var ve köpek ölüyor.
Onun yitirmekten ve terk edilmişlikten gelen duygusu, köpeğe olan sevgisinin ve köpeğin ona adanmışlığının onu terk edip gitmiş olmaları. Bahsettiğim, ölümün öznel olarak bizzat deneyimi.
Anlayış ve sevgi, sadece yaşla gelen bir bilgeliği gerektirir. Ama bu bilgeliğin gelişiminin en yüksek noktasında oradan silineceğiz. (s. 58)
Alfred Adler
İnsanlar, sanatı, bilimi ve kültürün diğer yanlarını kendi yetersizliklerini telafi etmek için üretirler. (s. 61)
Yaratıcılık ve özgünlüğün, kültürlerine uymayan kişilerde bütünleştiği apaçık. (s. 63)
Yaratıcı edimde dikkatimizi çeken ilk şey bir karşılaşma olmasıdır (encounter). (s. 65)
Karşılaşma -> Gömülmek, emilmek, kapılıp gitmek, bütünüyle dalıp gitmek…
Kafama dank etti!
C. G. Jung sık sık, bilinçdışı yaşantı ile bilinç arasındaki bir çeşit zıtlaşma, kutuplaşma olduğu meselesini ortaya getirmiştir.
Bilinç, bilinçdışının yabanıl, mantıksız sapkınlıklarını kontrol ederken, bilinçdışı da bilincin bayağı, boş, yavan ussallıkta kuruyup gitmesine engel oluyordu. (s. 79)
Aydınlanmanın birdenbireliği
Kavrayış sık sık istirahat ve çalışma arasındaki paydos anında ya da süresinde belirir. (s. 85)
Zamanımızın bir özniteliği birçok insanın tekbaşınalıktan korkmasıdır. Yalnız olmak, kişinin toplumsal bir başarısızlık içinde olduğunun işaretidir.
Modern telaşe uygarlığımızda yaşayan insanlar; uyarıya tabi kılarak, sürekli meşgaleler yüzünden bilinçdışının derinliklerinden çıkıp gelecek kavrayışlara yol açmayı git gide daha zor buluyor.
Tekbaşınalığın kaygısını, sürekli kışkırtılan oyalanma ile önlemek, Kierkegaard’ın güzel bir teşbihle belirttiği gibi, geceleri tencere tava çalıp kurtları uzak tutmak için yeterince patırtı çıkartmaya çalışna ilk Amerikan göçmenlerinin tavrıdır. (s. 86)
Şairler çayırlarda ya da tavan arasında hoşa giden yaratıklar olabilirler, ama montaj hattına sokulan bir çomaktır. (s. 88)
Şair ölüyor, çünkü artık soluyacağı bir şey kalmadı; yaşamın anlamı ondan sızıp gidiyor. (Blok) (s. 93)
Kapitalizm sanatçının ipini onu satın alarak tutmak niyetinde. Ve Sovyet gerçekçiliği bunu toplumsal menetme ile yapmayı denedi. Sonuç, yaratıcı itilimin tam da doğasından ötürü, sanat için öldürücüdür. Sanatçıyı kontrol etmek mümkün olsaydı bu sanatın ölümü demek olurdu. (s. 94)
Yaratıcılık bir karşılaşma edimi içinde ortaya çıkar ve karşılaşma merkez olarak alınırsa anlaşılabilir.
Cézanne bir ağaç görüyor. Ağacı daha önce kimsenin görmediği bir biçimde görüyor.
Cézanne’ın bakmakta olduğu somut ağaç, ağacın özü biçimini alıyor. (s. 95)
“Şair dille evlenir ve bu evlilikten şiir doğar.” Auden
Bilmek anlamına gelen özgün İbranice ve Grekçe sözcüklerin “cinsel ilişkide bulunmak” anlamına geldiği de unutulmamalı. (s. 102)
Tekniğe –yeteneğe- doğrudan karşılaşmanın yarattığı kaygıdan kaçınmanın bir yolu olarak tapıyoruz.
Günümüzün yazarı, öğrenme lehine tutkunun yok edilmediği bir çağda kaderini kolaylıkla öngörebilir, okurları olmasını isteyen bir yazar, kitabını bir öğle sonrası şekerlemesi esnasında kolaylıkla okunabilecek şekilde yazmaya özen göstermelidir. (Kierkegaard) (s. 104)
Karşılaşma deneyimi kendisiyle birlikte kaygıyı’da getirir. (s. 107)
Yaratıcı edim, insanı sınırlayan şeyle birlikte ve ona karşı ortaya çıkar. (s. 126)
Bilinç cennette yasak olarak konmuş bir sınıra karşı mücadele için doğmuştur. Yehova tarafından konan sınırın ötesine geçmek daha sonra insanın içinde varlık kazanan ve gelişen diğer sınırların ortaya çıkmasıyla cezalandırılmıştır. Kaygı, yabancılaşma ve suç duygusu. Ama bu baş kaldırma deneyiminden değerli nitelikler de ortaya çıktı –kişisel sorumluluğun duyumsanışı ve en nihayet yalnızlıktan doğup gelen insan sevgisi olanağı.
Yaratıcılık kendiliğindenlik ve sınırlamalar arasındaki gerilimden doğar, sınırlamalar (nehrin kıyıları gibi) kendiliğindenliği sanat ya da şiir eseri için aslolan farklı biçimlere zorlar. Tekrar Herakleitos’a kulak verelim: Akılsız kişiler “kendisiyle çatışmanın kendi içinde bir uyuma vardığını anlamazlar: Armoni, yay ve lirinki gibi, karşıt bir gerilimi içerir.” Müziğini nasıl bestelediği üzerine bir konuşmada Duke Ellington, trompetçisinin belirli notalara mükemmelen ulaşabildiğini ama diğerlerini kaçırdığını, aynı şeyin tromboncusu için de söz konusu olduğunu söyleyip, müziğini bu sınırlara, bu sınırların içinde yazmak durumunda olduğunu açıklamıştı. “Sınırlara sahip olmak iyidir,” demişti. (s. 127/128)
İnsan imgelemi bütünü biçimlendirmek, anlamlı kılmak için, sahneyi tamamlamak üzere sıçrar.
Biçim için duyduğumuz tutku, dünyayı gereksinim ve arzularımıza elverir kılma özlemimizi ve daha önemlisi, kendimizi önem taşıyor olarak yaşama özlemimizi ifade eder. (s. 141)
Yaratıcı süreç, biçim için duyulan bu tutkunun dışavurumudur. (s. 147)
Çeviren: Alper Oysal
Metis, 11. Baskı, Kasım 2008)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder