Paul Auster – New York Üçlemesi
Cam Kent – Hayaletler –
Kilitli Oda
Cam Kent
Her şeyi başlatan yanlış bir numaraydı, telefon gecenin
ilerlemiş bir saatinde üç kez çalmış, karşı taraftaki ses birini istemişti, ama
o biri kendisi değildi.
Quinn
Otuz beş yaşında
Bir kez evlendiğini, bir kez baba olduğunu, hem karısının
hem de oğlunun artık hayatta olmadığını biliyoruz. Kitap yazmış olduğunu da
biliyoruz.
William Wilson adıyla (polisiye romanlar) yazıyor. (s. 11)
Kitap okuyor, tablolara bakıyor, sinemaya gidiyor…
Yazın beysbol maçlarını izliyordu; kışın da operaya
gidiyordu…
En çok hoşlandığı şey yürümekti…
New York gezmekle bitecek bir kent değildi.
Ne zaman yürüyüşe çıksa kendisini geride bırakıyormuş gibi
hissediyordu.
Dünya onun dışındaydı…
Quinn eskiden daha hırslıydı. Gençken birkaç şiir kitabı
yayınlanmıştı, oyunlar eleştiriler yazmış,
Durup dururken bunların hepsinden vaz geçmişti. Bir yanının
öldüğünü söylemişti arkadaşlarına, o yanının geri dönüp kendisini rahatsız
etmesini istemiyordu. (s. 12)
Polisiye roman mantıklı bir çözüm gibi gözükmüştü gözüne,
Çok iyi şeyler yazıyordu…
Yazdıklarından sorumlu hissetmiyordu. (s. 13)
Sanki ölümünden sonra yaşamayı sürdürüyordu.
Telefon çaldı.
“Paul Auster’la görüşmek istiyorum.”
“Yanlış numara çevirmiş olmalısınız.”
“Anlamıyorsunuz, zaman daralıyor.” (s. 15-16)
En hoşlanmadığı şey telefonun zorbalığıydı.
İster istemez onun emrine uyuyordu.
Telefon çaldı.
“Benim,” dedi “Paul Auster benim.”
“Beni korumanızı istiyorum.”
“Merak etmeyin,” dedi Quinn. “Geleceğim.” (s. 21)
“Ben Virginia Stillman’ım diye başladı kadın. “Peter’in
karısıyım.”
(Peter Stillman)
Ben şimdi çoğunlukla şairim. Her gün odamda oturup şiir
yazıyorum. Sözcükleri kendim uyduruyorum.
Bu yolla her şeyi hatırlamaya, yeniden karanlıktaymışım gibi
yapmaya başlıyorum.
Önünde sonunda sözcüklerim tükenecek yani. Herkesin içinde
bu kadar sözcük vardır. (s. 30)
Dokuz yıl. Dış dünyadan soyutlanmış durumda, arada sırada
yediği dayak dışında hiçbir insanla teması olmadan karanlıkta geçirilen bütün
bir çocukluk. (s. 39)
Onu Peter’den uzak tutmanızı istiyorum.
Adem’in Cennet’teki görevlerinden biri dili icat etmekti,
her bir yaratığa ve nesneye adını vermekti. (s. 58)
Cennet’ten kovulduktan sonra ise bu artık geçerli olmadı.
Adlar nesnelerden koptu… (s. 59)
Stillman garın kapısına geldiğinde çantasını yere bırakıp
soluklandı.
O andan sonra olanların bir açıklaması yok. Stillman’ın tam
arkasında, sağ omzunun birkaç santim gerisinde görüntüye giren bir başka adam,
durdu, cebinden bir çakmak çıkarıp sigarasını yaktı. Yüzü Stillman’ın yüzünün
tıpkısıydı.
İlk Stillman’ın peşinden gitti… (s. 73)
The Tower Of Babel
…harfler Quinn’i dehşete düşürmeye devam ediyordu. (s.
90-91)
Quinn, Stillman’ı görmemiş gibi yaparak bankta onun yanına
oturdu. (s. 93)
…sözcüklerimiz artık dünyaya uymuyorlar. (s. 97)
Bir nesne işlevini artık yerine getiremezse ne olur? Hâlâ o
nesne midir yoksa başka bir şey mi olmuştur? (s. 98)
Aradan uzun zaman geçti
Stillman Brooklyn Köprüsü’nden atladı.
Stillmanların evine gitti. Ev boştu.
Odalardan birine kapanıp kırmızı deftere yazılar yazdı.
Quinn’in şimdi nerede olduğunu söylemem olanaksız. (s. 160)
Hayaletler
İlk önce mavi var.
Beyaz adında bir adam kapıdan giriyor ve işte her şey böyle
başlıyor.
Beyaz, Mavi’den Siyah adlı bir adamı izlemesini istiyor.
Mavi’nin bu işe ihtiyacı var. (s. 163)
1947
Pencerenin perdelerini aralayarak dışarı bakıyor
Sokağın karşısındaki odasında bir masanın başında oturduğunu
görüyor.
Mavi’nin eline Henry David Thoreau’nun Walden’ının bir
kopyası geçiyor. Sayfaları karıştırırken yayıncının adının Siyah olduğunu görüp
şaşırıyor. (s. 182)
Ben de hâlâ gözetleniyor olabilirim diye geçiriyor aklından,
1948 yazının ortalarıdır
Mavi, yeni bir kimlik tasarlıyor
Jimmy Pembe adında biridir ve serseri kılığına giriyor.
Siyah yaklaşınca;
“Biraz bozuk paranız var mı efendim?”
Ölümünün ertesi günü bir doktor Whitman’ın beynini çıkardı.
Beyin laboratuvara geliyor; tam üstünde çalışmaya
başlayacaklarken asistanlardan biri beyni yere düşürüyor.
Amerika’nın en büyük şairinin beyni süpürülüp çöpe atılıyor.
(s. 206)
Yazmak yalnızlık gerektirir. İnsanın hayatına el koyar. Bir
anlamda bir yazarın kendine ait bir hayatı yoktur. (s. 209)
“Özel dedektifim,” diyor Siyah.
Görevim birisini gözetlemek, anlayabildiğim kadarıyla hiç
özel biri değil ve her hafta o adam hakkında bir rapor yazıyorum. (s. 214)
Siyah’ın odasına adım attığı anda kendi içindeki her şeyin
karardığını hissediyor,
Odanın içine doğru bir adım daha atıyor, sonra bayılıyor,
bir ceset gibi yere düşüyor.
El fenerinin ışığı (…) Siyah’ın masasının bir kenarına
düzgünce istiflenmiş bir öbek kâğıdın üzerine düşüyor.
Sokağın karşı tarafındaki odasına döndüğünde Mavi kendine
bir kadeh konyak koyuyor, (s. 223)
Çaldığı kâğıtları alıyor eline.
Okumaya başladığında bunların kendi gönderdiği raporlar
olduğunu görüyor. (s. 224)
Siyah’ın oturduğu binaya giriyor.
Siyah odadır,
Sağ elinde bir silah tutmaktadır.
Silahı Siyah’ın elinden çekip alıyor.
Siyah’ın suratına, kasıklarına ve midesine ilk yumrukları
inmeye başladığında adam hiçbir şey yapamıyor ve az sonra da yere serilip
kalıyor. (s. 230)
Odadan çıkıyor
Bundan sonra neler olduğunu bilmiyoruz.
Kilitli Oda
Fanshawe
O olmasaydı kim olduğumu pek bilemezdim.
Yedi yıl önce Sophie Fanshawe adlı bir kadından bir mektup
aldım.
Kadının Fanshawe’ın karısı olduğu ortaya çıktı. (s. 235)
Fanshawe ortadan kayboldu.
Sophie Fanshawe’ı buldum.
Hiçbir erkek bu kadını isteyerek terk etmezdi. (s. 237)
(Fanshawe) annesini görmek üzere New Jersey’e gideceğini
söylemişti, sonra da geri dönmemişti.
Quinn adında birini tuttu.
Düzenli bir işi olmadı dedi Sophie
Fanshawe yazdıklarını yayınlatmaya hiç kalkışmamıştı.
İşte bu yüzden bana yazmıştı.
Müsveddeleri iki büyük valize koyduk.
Fanshawe on altı yaşındayken babasının kanser olduğu
anlaşıldı. Bir buçuk yıl boyunca onun ölmesini izledi. (s. 256)
Fanshawe’un babasına ancak üç-beş gün daha ömür biçildiğinde
Fanshawe ile ben okul çıkışında arabayla gezmeye gittik.
Taze kazılmış bir mezar,
Fanshawe çukurun dibinde sırt üstü uzandı.
Eve dönebildiğimizde
Fanshawe’un babasının öğleden sonra öldüğünü öğrendik. (s.
260)
Elimdeki malzemeyi düzenlemem bir haftamı aldı.
Sophie ile birbirimize bağlıydık.
Akşam ilerledikçe en sıradan sözcüklere bile erotik imalar
karışmaya başladı.
Onu evinin kapısına kadar götürdüm.
Ona sımsıkı sarıldım.
Büyük yayınevlerinden birinde editör olan Stuart Green ile
temasa geçtim.
Kitap insanın beyninde yer ediyor, bir türlü
kurtulamıyorsun. (s. 270)
“Hiçülke” o ayın sonlarına doğru kabul edildi.
Birer perdelik üç oyunun kent merkezindeki küçük bir
tiyatroda sahneye konulması planlandı.
Sophie kendisine âşık olduğumu biliyordu.
Otuzuncu doğum günümdü.
Bu geceyi özel olarak kutlamak istedi.
Ben’in odasına gittik.
Bebeği seyrettik…
O günden sonra oradan ayrılmadım.
Hiçülke yayınlandı.
Stuart’ın dediğine bakılırsa insanlar Fanshawe diye birinin
olmadığını söylemeye başlamışlardı.
(Fanshawe için biyografi yazmaya karar verir)
Bir mektup
Ortadan kaybolduğum günden tam yedi yıl sonra ölmüş
olacağım.
Bir mucize olur da izimi bulursan seni öldürürüm.
Mektupta imza yoktu. (s. 279)
Sophie’ye evlenme teklif ettim.
Evlendik.
Çalışmadığım zamanlarda aklıma bir sürü fikir geliyordu. Ama
ne zaman oturup bir şeyler yazmaya çalışsam bu fikirler uçup gidiyordu.
Fanshawe’un annesini görmeye gittik.
Fanshawe hakkında bilinecek ne varsa biliyordum.
Onu aramakla geçirdiğim bütün bu aylardan sonra sanki
bulunan kişi benmişim gibi bir duyguya kapılmıştım. (s. 340)
Bir gece kendimi bir barda buldum.
Zihnimdeki sahne, masalardan birinde bir kızla oturmamla
başlıyor.
Ben ısrarla ona Fayawey dedim.
İçeri bir erkek girdi.
Bu adam hiç kimse değilse mutlaka Fanshawe’dur.
“Adım Melville, Herman Melville. (…)
Söyle bakalım Fanshawe,” dedim.
Benim adım Fanshawe değil. Adım Stillman. Peter Stillman.”
(s. 345)
Sırrın açığa çıktı dostum artık benden saklanamazsın.
Onu arkadan yakaladım.
Stillman beni parçaladı…
New York’a döndükten sonra neredeyse bir yıl Sophie ile ayrı
yaşadık.
Mektup
“Daha fazla dayanamayacağım, seninle konuşmalıyım.” (s. 351)
Kapalı kapıların ardından bir ses duydum.
Kapıya gittim, kulağımı çatlağa yapıştırdım. “Sen misin
Fanshawe?” dedim.
“O adı kullanma,”
O adam peşimeydi.
Quinn’den mi söz ediyorsun?
Evet.
Ondan kurtulmayı nasıl başardın?
O beni izlediğini sanıyordu, ama aslında ben onu izliyordum.
(s. 356)
Hangi adı kullanıyorsun?
Henry Dark
Yazdıkların nerede?
Arkanda. Merdivenin altındaki dolabın içinde duruyor.
Kırmızı bir defter…
Saatler önce zehir içtim.
Sana inanmıyorum.
Neyin doğru neyin yalan olduğunu bilemezsin.
Ölüm bu kadar çekici mi?
Ölümle o kadar uzun zaman birlikte yaşadım ki, elimde bir
tek o kaldı.
Defteri al ve New York’a dön.
Her cümle kendisinden önce geleni silip atıyor, her paragraf
bir sonrakini olanaksız kılıyordu.
Defterin sayfalarını birer birer kopardım ve çöp
kutularından birine attım. (s. 364)
The New York Trilogy
Türkçeleştiren: İlknur Özdemir
Can Yayınları
Ekim 2004
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder