Ortega y Gasset – Sistem Olarak Tarih
Tarih, benim yaşamım olan gerçeğin sistematik bilimidir.
16. yüzyılda Avrupa insanları Tanrı’ya, vahye olan
imanlarını kaybetmiş bulunuyorlardır.
Ortaçağ boyunca Avrupa insanı vahiyle yaşamıştı.
15. yüzyılın ortalarına doğru, o canlı inanç apaçık biçimde
yorgun, etkisiz inanca dönüşür, hatta bireysel ruhtan sökülüp atılır. O çağın
insanı (…) artık vahyin yeterli olmadığını hissetmeye başlar.
Bu nedenle 15 ve 16. Yüzyıllar muazzam bir ruhsal sıkıntı ve
müthiş bir tedirginlik dönemidir.
Batılı insanı o sıkıntı ve tedirginlikten yeni bir inanç
kurtarır: akla, yeni bilimlere duyulan inanç.
İnançlarımız hayatımızın mimarisinin en derinlerdeki temel
katmanını oluştururlar. Onlarla yaşarız ve işte o yüzden durup üstlerinde
düşünmeyiz. (s. 9)
Bizim kişisel görüşümüz toplumsal görüşe karşıt olabilir ama
bu onun gerçekliğinden milim eksiltmez.
Doğalcı akıl insanı irdelediğinde kendi kendisiyle tutarlı
olarak, insanın doğasını açığa çıkarmaya çalışır. (s. 16)
İlk akılcı kuşaklar fizik bilimleriyle insan yazgısını
açıklayabileceklerini sanmışlardı.
Ancak bugün biliyoruz ki, doğal bilimlerin ilke olarak
tükenmez sayılan tüm harikaları insan yaşamı denilen tuhaf gerçeğin karşısında
her zaman kalakalacaklardır.
İnsan bir nesne değildir, insan doğasından söz etmek
hatadır, insanın doğası yoktur. (s. 17)
(pozitivizmin palazlanmaya başladığı dönemde Schopenhauer’in
ruh kavramına atıf yapması)
Ruh denen o büyük ütopik kavram doğa kavramına karşı çıkma
iddiasındaydı.
Cogitatio = akıl yürütme
Res cogitans = düşünen nesne
Res extensa = yer kaplayan nesne
Natura sive Deus / Doğa ya da Tanrı
Geleneksel varlıkbilimde, res terimi her zaman natura ile
bağlantılıdır.
Doğa kavramı safkan Yunandır.
Natura olguları düzenleyen kural ya da kurallar dizgesidir,
kısacası yasadır.
Yunan düşüncesi Parmenides’te oluşur… (s. 20-21)
…düşünür (…)devingen şeyde, o şeyin hareketiyle değişmeyen,
devinimi sırasında kalıcı olan özelliği aradı. Ona nesnelerin doğası adını
verdi,
Pysys (Φύσις)
değişimlerin değişmez ilkesiydi. (s. 22)
…gerçeğe sadık kalmayı istiyorsak, onu kendi zihinsel
kalıplarımızdan arındırmalıyız.
Eleacılık varlığın kökten zihinselleştirilmesiydi… (s. 24)
…insanın doğası yoktur. İnsan kendi bedeni değildir, çünkü
bedeni bir ‘şey’dir; canı, ruhu, psike’si, bilinci de değildir, çünkü o da bir
‘şey’dir. İnsan hiçbir ‘şey’ değildir, olsa olsa bir dramdır, kendi yaşamıdır.
Yaşam bir zarf-fiildir, sıfat-fiil değil: hayat bir
uğraştır. (s. 27)
İnsan kendisini yapan kendiliktir. (s. 28)
İnsan yalnızca keyfi iradelerden oluşan bir dünyada var
olduğu inancından, doğanın değişmez somutlukların, özdeşliklerin vs. bulunduğu
bir dünyada var olması gerektiği inancına geçmiştir.
İnan kendi kendisini ortam koşuluna bağlı olarak yaratır,
durumsal bir Tanrı’dır. (s. 31)
Bir şeyi olmuş olmak o şeyi bir kez daha olmayı
kendiliğinden önleyen güçtür. (s. 33)
…insan şudur demeyelim, yaşamaktadır diyelim yalnızca.
Yaşamı biraz olsun saydamlaştırmanın yolu ancak tarihsel
akıl sayesindedir.
Taş devrinde bir dişi ya da Cengiz Han (…) başa gelen
şeylerdendir. İnsan o kalıpların hiçbiriyle özdeşleşmez. (s. 37)
İnsan (...) varlığın avaresidir, oldum olası göçmendir… (s.
38)
Edindiği yaşam deneyimleri insanın geleceğini daraltır.
İlerde ne olacağını bilmesek de ne olmayacağını biliriz. Geçmişimizi göz önüne
alarak yaşarız bir.
…insanoğlunun doğası yoktur… Tarihi vardır. (s. 39)
Tarih bir sistemdir. Kaçınılmaz ve eşsiz bir zinciri
oluşturan insan deneyimlerinin sistemi. Bu yüzden de tarihin kendisi baştan
sona aydınlanmadıkça içinde hiçbir şey gerçekten açığa kavuşamaz. Şu
rasyonalist Avrupa insanının ne olduğunu iyi anlayabilmek için Hıristiyan
olmanın ne demek olduğunu iyice anlamak gereklidir, Hıristiyan olmanın ne
olduğunu anlamak için de Stoacı olmanın ne demek olduğunu anlamak gereklidir ve
bu hep böyle geriye doğru gider, başka türlüsü olanaksızdır. (s. 41-42)
Yüz yılı aşkın süredir “akıl” sözcüğünü değerini her gün yitiren
bir anlam vererek kullanmaktayız, sonuçta salt bir fikir oyunu anlamına
indirgenmiş bulunuyor.
…eski Yunan’da doğduğu zaman (…) evrenin doğası fiziksel
aklın aracılığıyla kendi o müthiş, o aşkın gizini insanın yüreğine boca
ediyordu. Yani akıl bir imandı.
…bizi gerçekle ilişkiye sokan, aşkınlıkla yüz yüze gelmemizi
sağlayan her türlü zihinsel işlem, sahici ve kesin anlamıyla akıldır. Geri
kalanı olsa olsa… zihindir. (s. 45)
Fizik bilimi bizi hiçbir aşkınlığa ulaştırmıyor. Doğa
denilen şey, en azından fizikçinin o ad altında incelediği şey, onun kendi
üretip, kendi kişiliği ile sahici gerçeğin arasına yerleştirdiği bir düzenek.
(s. 48)
…tarihsel akıl, ratio’dur, logos’tur, kesin kavramdır.
Tarihsel akıl fiziksel akıldan daha rasyoneldir, daha kesindir.
(s. 50)
…bir moda olmaktan öteye geçmeyen bir şeyin modasının
geçmesi yazgısı gereğidir.
Düşünce (…) şimdi hiç kimseden itibar görmemesi sayesinde
özüne yeniden kavuşmakta, varlığının en saf biçimine erişmektedir. (s. 55)
Düşünce, Barı tarihinin son üç yüzyılı boyunca şu üç bilimi
kendi en arı ve yoğun simgesi saymıştı: fizik, matematik ve mantık. (s. 59)
Avrupa bilimlerinin bugünkü durumu (…) bilimler sonuçta
kendi kendilerine, içerdikleri mutlak anlama duydukları büyük imanı yitirmiş
bulunuyorlar. (s. 60)
İnsan, kendi ürettiği fikirlerin karanlık ormanında yitip
gitmiş, onları ne yapacağını bilemez halde.
Herhangi bir şeyin varlığını ya da gerçeğini, yani o şeyin
kendisinin aslında ne olduğunu araştırdığımız her sefer ilk karşılaştığımız onu
gizleyen başka şeyler, onun maskeleri olur.
Gerçek gizlenmekten hoşlanır. (s. 65)
…düşünceyi maskeleyen bir başka kitle de mantıktır.
Mantık, düşüncenin sonsuz biçimsel yapısının yerine o
yapılardan bir tanesini koyar; mantıksal düşünce… (s. 68)
Yunanlılar için bilgi, bilme eyleminin kuşku götürmez
ürünüydü. Bu nedenle bizim deneyimsel bilimimiz onların gözünde bilgi
sayılmazdı. (s. 76)
Dua etmek bir düşünce biçimi ve tekniğidir. (s. 79)
Nesneler sürekli yaratılış halindedir.
Her an Tanrı nasıl istiyorsa öyledirler.
Amin, ’emunah, İbrani insanı için “gerçek” anlamına gelen
sözcüktür. (s. 80)
a-lethia
Historia Como Sistema
Türkçeleştiren: Neyyire Gül Işık
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Eylül, 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder